VÜCUT SAVUNMASI
İnsanların vücudu her zaman bir çevrede yaşamak zorundadır. Bu çevresinde bulunan çok sayıda hastalık yapıcı bakteri, virüs, mantar, arke,protista v.b mikroorganizmanın saldırısına uğrar. Sağlıklı bir insan vücudu;karşılaştığı bu hastalık etkenleriyle ve yabancı maddelerle kolayca baş eder. Çünkü insan vücudunun içinde ve dışında bağışıklık sistemi adı verilen bir savunma mekanizması vardır. Bu sistem bizi çevremizde bulunan ve vücudumuza girdiğinde enfeksiyona yol açabilen birçok etkene karşı korur.
Enfeksiyon: Çevremizde virüs,bakteri,mantar ve daha pek çok hastalık etkeni bulunur.Bu etkenlerin insan vücuduna girerek çoğalmalarına enfeksiyon denir.
Bağışıklık: Hastalık yapan bu mikroorganizmaları vücudun yabancı olarak tanımasına ve bunlara karşı kendini korumak ve savunmak için yaptığı çalışmalara denir.
Bağışıklık sistemi (immun sistemi): Bağışıklığın oluşmasında etkili olan organ ve yapılara denir.
MÖ 430 yıllarda Atina’da görülen veba salgınında daha önce veba geçirmiş insanların bu hastalığa yakalanmadığını tarihçi Tukidides yazmıştır. Bağışıklık eski çağlardan bu zamana kadar insanların ilgisini çekmiştir. XV.yüzyılda Türklerin çiçek hastalığına karşı bağışıklık kazandıkları belirtilmiştir. Türklerin çiçek hastalığına karşı,çiçek yaralarındaki kabukları toz haline getirip burunlarından çektikleri yada bıçakla çizerek oluşturdukları yaraya sürerek bağışıklık kazandıkları biliniyor.
Canlıların vücutları,hastalık etmenlerine karşı kendini korumak ve savunmak için çeşitli savunma hatlarına sahiptir.Buna genel savunma da denir.Bu hatlar üç tanedir.
- Savunmanın birinci hattı
- Savunmanın ikinci hattı
- Savunmanın üçüncü hattı
Hatlardan ilk ikisi özgül değildir yani bir hastalık yapıcı etken diğerinden ayırt edilmez.
Savunmanın birinci hattı:
Genel savunmanın birinci hattı hastalık etkeninin vücuda girişini engeller. Bu ilk hat; ağız,burun,göz,mide,deri,epitel doku ve bunların salgılarından oluşur.
Savunmanın birinci hattında;
1. Derinin mikropların girişini engellemesi ayrıca salgıladığı ter ve yağ ile pH’ı düşürerek mikropların yerleşmesini önlemesi,
2. Ağız yoluyla alınan mikroorganizmaların midedeki asit salgısı ve enzimlerle yok edilmesi,
3. Göz yaşında,solunum kanalında ve sindirim kanalında bulunan lizozim salgısının bakterileri parçalaması gibi engeller mikroorganizmaların vücuda girişini önler.
4. Solunum yolu ile vücuda giren mikroorganizmaların burun içi kıllarına,solunum yolu mukus salgısına yapışarak tutunması ile engellenir ve dışarı atılır.
Savunmanın ikinci hattı
Savunmanın ikinci hattını geçmeyi başaran mikroplar vücutta savunmanın ikinci hattı ile karşılaşır. ikinci hatta mikroplar;
- Fagositoz,
- Doğal katil hücreler,
- İltihaplanma (yangısal tepki)
- Antimikrobiyal proteinler İle karşılaşırlar.
Fagositoz;
Fagositoz farklılaşmış akyuvar hücreleri tarafından gerçekleştirilir.Bunlardan nötrofiller, fagositik hücrelerin yaklaşık %60-70 kadarını oluşturur. Enfeksiyonlu dokuya giren nötrofiller buradaki mikropları içine alarak parçalar.Ömürleri sadece birkaç gündür. Monositler ise fagositoz yapan hücrelerin %5’ini oluşturur.Bu hücreler oluştuktan birkaç saat sonra dokulara girerek burada makrofajlara dönüşür. Makrofajlar büyük ve uzun ömürlü hücrelerdir. Bazı makrofajlar vücutta dolaşır.Bazıları ise akciğer,karaciğer,böbrekler ve beyin gibi organlarda sürekli kalır. Örneğin karaciğerdeki Kupffer hücreleri,akciğerdeki makrofajlar bulundukları yerde sürekli kalan ve mikropları fagosite eden özel hücrelerdir. Eozinofiller,fagositoz yapan hücrelerin sadece %1,5’ini oluşturur. Bu hücreler kan trematodu (Schistosoma mansoni) gibi büyük parazitleri yok eder.
Doğal katil hücreler
Doğal katil hücreler mikroorganizmaları fagosite etmez.Bu hücreler salgıladıkları lizozim enzimleri ile yapıştıkları virüs bulaşmış yada kanserleşmiş hücreleri parçalayarak yok eder.
İltihaplanma (yangısal tepki)
İltihaplanma (yangısal tepki) oluşumu çeşitli şekillerde zarar görmüş yada mikroorganizmalar tarafından enfekte edilmiş dokuda ortaya çıkan bir durumdur. Çeşitli etkenler ile zedelenmiş bir dokuda,ortaya çıkan iltihaplanma durumunda yaralı dokuda bulunan bazofiller ve mast hücreleri ortama histamin verir. Histamin,damar geçirgenliğini arttırır.Histamin yaralı dokuya kan akışının hızlanmasını sağlar. Bu sayede kılcallardan doku sıvısına madde geçişi artar.Bunun sonucunda da kızartı ve ödem oluşur. Ortamdaki hastalık etkeni bakteriler ve yaralı dokudan salınan çeşitli maddeler kanda nötrofil ve makrofaj gibi fagositoz yapan akyuvar hücrelerini uyarır ve yaralı dokuya geçmelerini sağlar. Akyuvarlar hastalık yapıcı bakterileri (patojen) yok eder. Bu esnada pıhtılaşmada rol oynayan diğer proteinlerde pıhtı oluşturarak mikropların sağlıklı dokuya yayılmasını önler.
Bazofil ve mast hücreleri ortama histamin verir. Damar geçirgenliği artar.Nötrofil ve makrofaj hücrelerinin sayısı artar.
Kılcallardan doku sıvısına madde geçişi ve nötrofil ve makrofaj hücrelerini dokuya geçişi
Kızartı ve ödem oluşur.Hastalık etkeni yok edilir. Pıhtılaşma oynayan diğer proteinlerde pıhtı oluşturarak mikropların sağlıklı dokuya yayılmasını önler.
Antimikrobiyal proteinler
Virüsle enfekte olmuş hücreler interferon adı verilen ve mikropların çoğalmasını engelleyen antimikrobiyal proteinler salgılar.İnterferon,komşu hücrelere sızarak bu hücrelerde virüslerin çoğalmasını engelleyen başka kimyasal maddeler üretilmesini sağlar. Bu yolla interferonlar nezle,grip gibi enfeksiyonlarda virüslerin hücreden hücreye yayılmasını engeller. Aynı zamanda interferonlar fagositoz yapan hücreleri uyararak mikroorganizmaların fagositozla yok edilmesini sağlar.
Vücut savunmasında enfeksiyona karşı diğer bir tepki de ateşin yükselmesidir. Hastalık etkeni bakteriler tarafından üretilen toksinler ateşi yükseltebilir. Çok yüksek ateş (40-43 C) hasta vücudundaki enzimlerin yapısını bozduğu için zararlı olabilir ancak orta derecedeki ateş ( 38,5-39 C ) mikroorganizmaların üremelerini durdurduğu gibi fagositozu kolaylaştırır,doku tamirini hızlandırır.
Savunmanın üçüncü hattı :
Savunmanın üçüncü hattı bazı mikroorganizmaları,değişime uğramış vücut hücrelerini,toksinleri ve yabancı mokelülleri tanıyan bağışıklık sistemi hücrelerince oluşur. Antikor olarak adlandırılan özgül savunma proteinlerin yapımını da içeren bu savunma hattında,akyuvar çeşitlerinden olan lenfsolitler görev alır.Bunlar:
- A-B lenfositleri
- B-T lenfositleri
Özgül Bağışıklık
Mikroorganizmalar veya hastalık etkeni vücuda girdiklerinde,fagositik hücreler yangısal tepki ve antimikrobiyal maddeler ile birlikte vücut savunmasının üçüncü hattını oluşturan lenfositlerle de karşılaşır. Lenfositler sadece mikroorganizmaları değil,yabancı olarak gördükleri kanser hücrelerini ve nakledilmiş dokuları da yok etmeye çalışır. İnsanda B lenfositleri ve T lenfositleri olmak üzere iki çeşit lenfositler bulunur.
T-lenfositleri ve B-lenfositleri,kemik iliğindeki kök hücrelerin farklılaşması ile oluşur. Bu hücreler olgunlaştıkları yere göre isimlendirilir.
B-lenfositleri olgunlaşmalarını fetüs döneminde karaciğerde,doğum sonrasında ise kemik iliğinde tamamladıklarından B-lenfositleri ismini alırken,T-lenfositleri timus bezine göç ederek orada olgunlaştıklarından
T-lenfositleri adını alır.
Antijen: Vücuda girdiğinde lenfositler tarafından yabancı olarak kabul edilen ve antikor oluşumuna sebep olan moleküllere denir.Örnek olarak virüslere, bakterilere, mantarlara, protozoonlara,parazit solucanlara denir. B ve T lenfositleri kalıtsal olarak antijenleri tanıma özelliğine sahiptir. Antijenler, insan vücuduna girdiğinde B ve T lenfositleri hızlı bir şekilde çoğalmaya başlar ve bir bölümü antijenle savaşan kısa ömürlü hücrelere dönüşür. Buna
birincil bağışıklık denir. Hafıza hücreleri ise vücutta uzun süre kalır. Aynı hastalık etkeni ikinci defa vücuda girdiğinde daha önceden tanıdığı için tepki daha güçlü ve kısa sürede gerçekleşir. Bu da
ikincil bağışıklıktır.
Bağışıklık sistemindeki, B lenfositleri humoral (sıvısal) bağışıklıkta etkili iken,T lenfositleri ise hücresel bağışıklıkta daha çok etkilidir.
Humoral (sıvısal) bağışıklık
B lenfositleri ve antikorlarla oluşturulan bağışıklığa denir.
Humoral bağışıklık isimlendirilmesinin nedeni bu antikorların kan plazması ve lenf içerisinde bulunmasıdır. B lenfositleri doğrudan antijenler tarafından uyarılır ve bir kısmı hafıza hücrelerine dönüşürken bir kısmı da plazma hücrelerine dönüşerek antikor üretir.
Antikor: Antijenlere karşı üretilen savunma proteinlerine denir.
Antikorlar üretildikten sonra kan ve lenfe verilir. Antikorlar yara veya enfeksiyon bölgesine giderek antijenleri etkisiz hale getirir.
Humoral bağışıklık,tifo,difteri gibi bakterilerin sebep olduğu hastalıklara karşı en etkili bağışıklık yöntemidir.
immünoglobulinler (lg): B-lenfositlerinin humoral bağışıklık oluşumunda ürettikleri antikorlara denir.
İmmünoglobulinler protein yapısındadır. Bağışıklık sisteminde beş tip İmmünoglo- bulinler üretilir.Bunlar; IgM, IgG, IgA, IgD ve IgE dur.İmmünoglobulinler farklı görevleri üslenir
IgM: Antijen ile ilk karşılaşmada (enfeksiyon,aşı vb.) ilk ve en erken sentezlenen lg’dir. Çok sayıda antijeni bağlayıp çöktürme özelliğine sahip bir yapısı vardır
IgG: Kan ve lenf sıvısındaki bakteri,plasenta yoluyla anneden fetüse geçebilen tek immünoglobulin türü lgG’dir. Yeni doğan bir bebeğin kanında anneden gelen lgG’ler dolaşır. Böylece ilk aylarda bebek,annenin dirençli olduğu çeşitli enfeksiyonlara karşı korunmuş olur.
IgA: Çeşitli vücut salgılarında bulunan temel immünoglobulinler ’dir. Solunum, sindirim ve genital sistem algıları ile gözyaşı,tükürük ve anne sütünde bulunur. Mukoza ile kaplı vücut kısımlarında bulunan lgA bakteri ve virüslerin buralara tutunmasını engeller.
IgD: Plazma hücrelerinin hafıza hücrelerine dönüşümünü sağlar.
IgE: Alerjik reaksiyonların başlamasından sorumludur.
Hücresel bağışıklık
antijenlerin T lenfositleri tarafından tanımasıyla başlar. B lenfositleri antijeni olduğu gibi tanıyabilirken T lenfositleri ancak makrofajlar gibi bazı hücrelerin yardımıyla tanıyabilir. T lenfositleri bu antijenlerle uyarılarak sayılarını arttırır ve antijenleri yok etmeye çalışır. T-lenfositleri antijeni doğrudan temas ederek yok ettiği için bu bağışıklığa
hücresel bağışıklık adı verilir. Hücresel bağışıklık kanserli hücreler, parazitler,mantarlar,doku nakli ve virüslerle enfekte olmuş hücreler üzerinde etkilidir.
Bağışıklık iki şekilde kazanılır. Bunlardan birincisi canlının doğuştan getirdiği bağışıklıktır. Buna doğal bağışıklıkta denir. Diğeri canlının sonradan edindiği bağışıklıktır.Buna da kazanılmış bağışıklık adı verilir.
Doğal bağışıklık
Doğal bağışıklık: Vücudun herhangi bir hastalık etkenine karşı doğuştan dirençli olması durumuna denir.
Vücudun ortaya koyduğu bu direnç;deri,epitel doku,fagositoz yapan hücreler, doğal katil hücreler ve antimikrobiyal proteinler gibi savunmanın 1 ve 2.hattını oluşturan yapılar tarafından oluşturulur.
Doğal bağışıklık insanda kalıcıdır,türe ve ırka özgüdür. Örnek olarak zenciler sarıhumma hastalığına karşı doğal bağışıklığa sahiptir. Bir çok canlılarda hastalığa sebep olan bazı etkenler insanda hastalığa neden olmaz. Buna örnek olarak sığır vebası,tavuk kolerası gibi hastalıklar insanda etkili değildir. Bunun yanında insanlar için öldürücü ve ağır seyreden çocuk felci,kabakulak, kızamık ve frengi gibi hastalıklarda hayvanlar insanlara göre daha dirençlidir.
Kazanılmış bağışıklık:
Aktif ve pasif olarak iki şekli vardır.
Aktif bağışıklık
Hastalık etkeni mikroorganizmaların yada mikroorganizmalara ait maddelerin vücuda girmesi durumunda vücudun bu antijenlere karşı B ve T lenfositleri ile savunma yapmasıdır.
Aktif bağışıklık iki şekilde kazanılır.Birincisi hastalığın geçirilmesi ikincisi
aşı yapılmasıdır. Örneğin kızamık ve kabakulak hastalığı geçiren bir kişi aktif bağışıklık kazanmış olur. Aşı ise hastalanmadan önce sağlıklı bireylere yapılır. Aşılamada hastalık meydana getiren ölü veya zayıflatılmış bakteriler yada bakteri toksinleri vücuda enjekte edilir. Vücutta bunlara karşı oluşan lenfositlerden bazıları hafıza hücrelerine dönüşür. Kişi aynı hastalık etkeni ile karşılaştığında o hastalığa karşı vücutta hazır bulunan hafıza hücreleri antikorların hızla üretilmesini sağlar. Bu antikorlar hastalık etkenini hastalık oluşturmadan yada hastalık ilerlemeden yok eder. Böylece hastalık görülmez veya hafif atlatılır. Çiçek,çocuk felci,kuduz,kızamık,kabakulak ve Hepatit-B gibi hastalıklara karşı aşılar geliştirilmiştir.
Pasif bağışıklık:
Hastalanmış kişilere başka bir canlının vücudunda geliştirilen antikorların hazır olarak verilmesine ve bu yolla bağışıklık kazanılmasına denir. Bu şekilde hazırlanmış antikorlara
serum denir. Antikor serum ile hasta bireye verilir. Serumlar at ve sığır gibi hayvanların kanından elde edilir. Serum hazırlanırken hayvanın vücuduna serumu hazırlanacak hastalığın mikrobu verilir. Bu mikroba karşı hayvan vücudu,antikor oluşturur. Daha sonra hayvandan alınan kanın hücreleri ve diğer proteinleri ayrıştırılarak antikor taşıyan serum elde edilir. Bu serum hastalık anında vücuda verilerek antikor takviyesi yapılır ve vücudun direnci arttırılır. Örneğin Hepatit-B, kızamık gibi hastalıklarda serum verilerek tedavi edilir. Böylece hastalığın daha kısa sürede atlatılması sağlanır. Serum, tedavi amaçlı kullanılır, koruyucu değildir, kısa süreli bağışıklık sağlar. Pasif bağışıklık anne sütü ve plasenta yolu ile anneden yavruya geçen antikorlarla sağlanır.
Alerjilerde Bağışıklık Sisteminin Rolü
Bağışıklık sistemimizin düzenli çalışması bizi hastalıklardan önemli ölçüde korurken bağışıklık sistemimizde oluşabilecek istenmeyen yan etkilerle çeşitli alerjik reaksiyonlar gelişebilir.
Alerji: Vücudu koruyan bağışıklık sisteminin,alerjenlere karşı aşırı tepki vermesidir.
Alerjen: Alerjik reaksiyonlara yol açan antijenlere denir.
Alerjenler,solunum yoluyla,deriden temas ile ya da yiyecekler ile vücuda alınabilir ve alerjik reaksiyonlara yol açabilir.En sık rastlanan alerjilerde lgE antikorları oluşturur. Örneğin saman nezlesi,polenlere karşı çok sayıda lgE sentezlenmesinden kaynaklanan alerjik bir rahatsızlıktır.
Alerjen maddeler kişiden kişiye değişebilir. Penisilin,polen ve arı gibi zehirli maddelerin yanında ,fıstık,balık gibi besinler de alerjen olabilir. Alerjen reaksiyonun hangi alerjene karşı olduğu yapılan testlerle anlaşılmaktadır.
Bazen de bağışıklık sistemi vücut dokularını antijen gibi algılayarak bu dokulara karşı antikor oluşturur ve savaşmaya başlar. Bunun sonucunda bazı hastalıklar ortaya çıkar. Bu hastalıklara otoimmün hastalıklar denir. Bu hastalıklardan bazılar;eklem romatizması, çöl yak hastalığı, mutiple sklerosisve insilüne bağlı diyabet hastalığıdır.
VİRÜSLER VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
Yunanlı doktor Ganel,yaklaşık 2000 bin yıl önce depresyon hastalarının kansere yakalanma olasılığının fazla olduğunu yazmıştır. Yapılan bilimsel çalışmalarda stresin bağışıklığa zarar verdiğine dair pek çok kanıt vardır. Mutlu ve sakin insanlarda sinir hücrelerinden salgılan bazı maddeler bağışıklığı güçlendirmektedir. Stresli insanlarda ise interferon ve akyuvarların sayısı azalarak bağışıklık sistemi baskılanmaktadır.
Bağışıklığa etki eden etmenlerin bazıları şunlardır:
- Stres
- Doğuştan bağışıklık sisteminin gelişmemesi durumunda ortaya çıkan antikor eksikliği,
- Organ nakli ve kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar,
- Dalak ve kemik iliği gibi organlardaki çalışmama bozuklukları,
- X ışınlarına maruz kalma
- Bazı virüsler (HİV,Domuz gribi virüsü,Kırım Kongo Kanamalı ateşi virüsü vb)
AIDS,insanlarda hastalıklara karşı koruma sağlayan bağışıklık sisteminin,HIV (Human lmmunodeficiency Virüs/İnsan Bağışıklık Yetmez Virüsü) tarafından işlevsiz hale getirilmesi sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. HIV;makrofajları,T ve B lenfositlerini etkileyerek çalışmalarını engeller. AIDS olan bireyler,enfeksiyonlara ve kansere karşı son derce hassastır ve kolay yakalanırlar.
Kırım Kongo kanamalı ateşine sebep olan virüsler bağışıklık sistemine ve damar hücrelerine zarar verir,azaltır.Kendine karşı antikor oluşumunu engeller. Nairovirüs,pıhtılaşmayı sağlayan trombasitlerin sayısının düşmesine neden olduğundan kanama görülür.
H1N1 virüsü ise solunum yollarını etkiler.Başlangıçta hafif geçirilebilecek grip olarak gözlenen hastalık zatüreye hatta ölüme neden olur.
Virüsler,etik olmamasına rağmen biyolojik silah olarak da üretilerek insanların ölümüne neden olabilirler.
kaynak: Anatomi