Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 61

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 545.020 Cevap: 1.812
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #601
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü
“ Uyumadın biliyorum ,” dedi , “sıkma öyle kirpiklerini alnın kırış kırış.” Az önce kalkmıştı , yine kanepenin ayakucuna ilişti. Soluk mavi yorgan soğumamıştı. “Baştan anlatayım ama bu kez biter bitmez uyu , oldu mu ! Öteye git. İstersen yan yat. Sırt üstü uyuyamıyorsun.” Oğlu yana kayıp yer açınca her akşamki tonlamasıyla masala başladı : “Bir gün bizim alık , çıkmış avlamaya balık.” Genizden gelen sesi gizemliydi , “Atlamış bir sandala , düşlere dala dala... Atmış oltayı suya , işin şaşılacak yanı bu ya ! Unutmuş almaya yem , solucan . Kimde tasa , kimde üzülecek can—”

Sponsorlu Bağlantılar

“ Baba ,” diye usulca sözünü kesti ; “Büyüdüm.” Yorganı çenesine çekti , “Masalsız da uyurum. Yorulmasan?” Yorganı azıcık daha çekse gözleri örtülecekti. “Öksürüyorsun. Alık Balıkçı’yı kesip kesip öksürüyorsun. Üstelik yarın erkenden açılacağız.” Gülümsedi , “Ben kendim uyurum.” Yutkundu , “Yani sen... sen istersen...”


“ Doğru ,” diye gülümsedi , “ büyüdün. Delikanlısın .” Göz kırptı , “Uyur gibi yapıp beni kandıracak denli... Seni oyunbaz seni.” Omzunu sıvazlarken şaka yollu sordu: “Yoksa gözün benim sarı karyolada mı?” Okşamak için eğildi. “Ayacıkların kanepenin yarısına zor erişiyor.” Elini yorganın altına sokup cılız bacakları çimdikledi. “ Unutturma da kazağı hafta sonu değiştirelim. Önümüzdeki yıl bile giyemezsin.” Güldü , “ Ben de amma bolunu almışım , ha!..”


“ Değiştirelim ,” derken coşkusunu dışa vurmuştu. İki eliyle babasının bileğine yapışıp mızırdandı ; “ Ama yine mavi olsun. Bulamazsak geri vermeyelim. İçime bir kazak giyer ona sığarım.” Doğruldu , “ Değiştirmeye gidelim ama. Oldu de , oldu de ! Salıncaklara da binerim .”


“ Oldu ,” dedi . “ Artık uyusak? Işığı söndürüp perdeyi açayım , hıı? Fenere baka baka... Dalgalara kulak verirsen çabuk uyursun.”


“ Söndürmeyelim. Sen başla , ben uyurum. Söz. Solucanda kalmıştık. Haydi ,” dedi , demesiyle öbür yana döndü.


“Ahh...” diye başını sallayarak gülümsedi. “Kaçıncı söz. Son günlerde de bunu çıkardın. Hoşuna mı gidiyor? Baştan almazsam anlatamayacağımı biliyorsun.” Gözlerini yumdu. İçinden söylemeye çalışırken kulak kabartan oğlu babasının tekdüze fısıltısını duyabiliyordu. Kaldığı yere yaklaşınca boğazını temizleyerek sesini yükseltti : “Unutmuş almaya yem , solucan. Kimde tasa , kimde üzülecek can! Yine yakalarım sanmış , buna yalnız kendi kanmış. Çıplak iğneyi görünce balıklar , durur mu hiç o an kaçmışlar. Bizimki yine de yakalamayı sayıklar... Bir atmış olmamış , demiş balık kalmamış. Asılmış küreklere , denemiş şansını yine.” Kulağı oğlundaydı : ‘Yorganın altında o da fısıldıyor mu? Evet ; boğuk boğuk.’ Duygulanmıştı ; “ Çokmuş cefası , yokmuş sefası.” Ağır ağır kalktı, “ Kayık kirası baş belası.” Gaz lambasını yakarken de susmadı , “ Söz de vermiş hani , pazardan mı alacak yani! Birden ağırlaşmış olta ,” ışığı söndürdü , “ takmış mantarı koluna , çekmiş oltayı boyuna , balık gelmiş oyuna.” Oğlu susmuştu. Gaz lambasını kısarken boşuna kulak verdi. Fısıltıyla ona eşlik eden yoktu. Lambayı iyice kıstı. Yorganı açıp bir süre oturdu. Yüzü asıktı. Uzandı.


Kesintisiz anlatırken oluyordu da ara verince masalı sürdüremiyordu. Nedenini bir bilse... O engeli alt etse... Yenmeye kararlı... Kendini istekle zorlasa. Belki bu kez? Denemeli. Neden olmasın? Mırıldandı: “ Yemsiz oltaya gelen balık , sen balıkçıdan da alık. İnsan kollar azıcık kendini. Üzülmem sana , buldun çünkü dengini.” Dudakları büzüldü , büzüldü.


‘Birkaç sözcük daha vardı ,’ diye düşünüyordu. Gözleri yanı başındaki gaz lambasının fitilinde , durulmak bilmeyen yağındaydı. “ Uyumalı. Artık uyumalı. Kulaklarım zonkluyor. Başını sonunu boş verdim. Boş ver be adam , boş ver. Peş peşe söylesem de olmuyor.”


Bir ara , “Söndürmeye değmez ,” diye söylendi. “Yansa yansa on dakika , bilemedin...”


‘ Beş dakika olmuş mudur ? Olmuştur , olmuştur.’ Yorganı başına çekti.


Her gece yaptığı gibi gözlerini tavana mı dikse ? Yeri hiç değişmeden yandığından beyaz üzerinde giderek koyulaşan , genişleyen is lekesi. Şu an görme bile yerini biliyor. Koyudan açığa... ‘ Havalar ısınınca kireçlemeli. Duvarları da... Bembeyaz...’


Yorganı dizleriyle ayakucuna iteledi.


‘ Tik taklar , tik taklar... Dinlememeliyim ,’ diye düşündü. ‘Ya da kendimi vererek dinlesem? Hayır. Tik taklar oğlana iyi geliyor. Kaç kez denedim , bana mısın demedi. Acımasız vuruşlar... Saatlerce...’


‘Ne kolay uyudu ,’ diye iç geçirdi. ‘ Başını yastığa koyar koymaz. Ben de mi yana dönsem? Off... Yağ bitse bile tik taklar bitmeyecek. Kurmasaydım! Oysa beşte çalmalı.’ Duvara döndü. Azalacağını sandığı o tekdüze ses sanki daha da güçlendi! Elini yastığın altına soktu.


Kulağı oğlunun soluk alışındaydı : ‘ Düzensiz...’ Dinledikçe uykusu kaçıyordu.
‘Deniz dinginleşmiş olmalı , çırpıntıları duyulmuyor.’ Kalkıp bakacaktı ; önce denize , sonra oğluna. Caydı. Yatağın içine sızan metalik vuruşların yankılanması yok mu!


İkisi de yorganın altında bir süre daha dönüp durdu :


‘Kiralık tekneyle olmuyor. Azıcık daha biriktirsem. O da fiyatı kırsa , direnmese. Kaç ay sonra alırım? Beş?.. Altı?..’


‘Geri vereceğimiz güne dek giysem ya? Neden olmasın! Öperken izin ister , sorarım. Bakarsın , değiştirmeye yarın gideriz. Yolda giyerim. Bol ama masmavi. Belki de geri almazlar. Yaşasın! Salıncaklara binerken de giyerim , dönüşte de giyerim. Yemekte çıkartmam . Yatana dek... Yoo... Kızmazsa onla yatarım.’


‘Feneri boyamadılar gitti. Kaçıncı söyleyişim. Artık yazmalı. Yeter! Bu ne vurdumduymazlık! En yetkilisi kim ki? Panayırdan önce postaneye! ’


‘Her gün panayır kurulsa... Beklemekle olmuyor.’


‘Boyadan da kaçmam , emekten de ; yeter ki izin versinler feneri kendim boyarım.’


‘Onca salıncak , onca oyuncak hop diye kaldırılır mı!’


‘Deli misin be adam , sana onu boyatmazlar.’


‘ Kurması zor , kaldırması kolay. Gel de anlat. Bir gün için kaç gün çalışıyorlar !’


‘Satmaya yanaşmazsa?.. Daha küçük , daha kıvrak bir kayık... Öz be öz benim olduktan sonra... Bunu yıkamak bile istemiyorum. İçimden gelmiyor ; ne yapayım , gelmiyor işte! Kayık dediğin kendinin olmalı.’


‘ Babam iki gün , diyor ; daha önce de bir gün , demişti. Salıncakçıya sordum , on beş gün , dedi. İyi bilen birine sormalı: Panayır kaç gün sürüyor? Hiç bir gün için onca—Dünyada inanmam! İki güne de inanmam , bana ne! Ben olsam onları hiç kaldırmam.’


‘Giderken gaz tenekesini götürmeli . Boşunu vermezsek dolusu bayağı pahalı .’


‘Yolları upuzun. Yürü yürü bitmiyor. Geniş... Karşıdan karşıya geçmek için bekleniyor. Koş koş ancak geçiliyor ; ne güzel... Şemsiyeli kaldırımlar , kaldırımda çıngıraklı dondurmacılar... Pencereleri perdeli evler. Her biri kat kat... Say deseler sayamam.’


‘Saatin tik takları... Yürek çarpıntısı gibi... Yaşam belirtisi... Oğlanın soluğu... Bozulmayan dizem... Bire bir uyum... Lambanın alevi... Anlaşılan , gazyağı bitmeden uyuyamayacağım. Dengeleri alt üst edecek beklenen son. Şişedeki birkaç parmak... ’


‘Her yer insan. Herkes orada. Biz gün batmadan dönüyoruz , onlar kalıyor. Biz ayrıldıktan sonra da gelenler oluyordur. Hiç olmazsa ışıklar yandıktan sonra dönsek. Gün ışıyana dek söndürmüyorlardır. Bilirim söndürmezler. Gözlerimi daha da sıksam görebilir miyim? Yol , otomobil oluyor da ; ışıklar... Oyuncakları görebiliyorum ama ; ışıkları... Ah sizi , her birinizi öyle seviyorum ki... Renk renk yanışınızı özlüyorum. Neden bir tek sizi tamı tamına göremiyorum ; canlanın!’


‘Tik tak... Tik tak... Kurdun katlan! Seslerin üşüştüğü düşlere , düşüncelere... Uyumalıyım ! Bu gece her gecekinden erken.’


‘Dönme dolabı kaldırmayın , desem ? Çocuğum , dinlemezler. Olsun!.. Deneyeceğim. Babamdan gizli mi desem , yanındayken mi ? Buldum ; herkesin içinde...’


‘Tik... Tak... Tik... Tak... Sen mi yüreğime öykünüyorsun , yüreğim mi sana?..’


‘Atlıkarıncayı da kaldırmayın . Ne olur , o da kalsın. İkisinden birini seç derlerse? Derlerse? Zor... Tamam ; dönme dolap. Kesin , dönme dolap!’


‘Lambanın yağı...tükenmeden...ne yapıp yapıp...dalmalı. Uyumalıyım. ’


‘Gözlerim yoruldu. Hepsi oluyor da bir! ışıklar... Bu gece dünden de zor. Nedense en zoru ışıklar. Göremiyorum , göremiyorum. Lamba sönünce daha da kararacak , off ! Uyumak çok daha zorlaşacak. Söndü mü , bilirim uyunmaz. Gaz yağı bitmeden...’


‘Oğlanı tıraş ettirmeli. Benim kesmemi beğenmez oldu. O berberdeyken ben de...’


‘İşte dönme dolap. Tam karşımda. Sakın yine yitme. Yan yatsam daha da belirginleşir belki ? Şu an da evler... Her yanı camdan , ışıl ışıl... Peki ya korna sesleri neden duyulmuyor! Çalıyorlardır da ben duyamıyorum . Satıcılar bağırsanıza. Ne güzeldiniz renkler. Ne güzeldiniz sesler. Sözleşmişçesine , ne oldunuz böyle hep birden? Bağırın duyamıyorum , yanın göremiyorum.’


‘ Kaç kış geçti , boyamadılar işte. İkisi de beyaz olacaktı. Fenerle kayık bir örnek. Artık iş günlü , sayılı yazıda. Üstelik götürüp elden vermeli. Sonra da bir ara...’


‘ Kalalım , diye yalvarsam. Ne olursun , bir gece kalalım. Döneceğiz , der. Ben de tuttururum. Ayaklarımı yere vura vura. Bir gececik... Üsteleme , der. Kızar... Korkarım , söyleyemem . Dövmez de , olsun yine söyleyemem. Oysa önümüzdeki yaz ?.. Gelecek yaz !... Oooo!... Öbür öbür gelecek yaz... Yalvarmayacağım! Çoktan büyümüş olacağım. Tek çıkar yol büyümek. Boynuna dolanıp ağlamayacağım. Gözlerinin içine baka baka ; kalalım , diyeceğim , bu gece kentte kalalım. Yataktan kalkar kalkmaz. panayır!.. Gününü iyi bellemeliyim . Olur mu olur , kaçırırım. Ama her şeyden önce çabucak büyümeliyim , gerisi kolay !’


‘Öz be öz olmayınca olmuyor. Kanım kaynamalı. Benimsemeliyim. Bunu ; değil boyamak , yıkamak bile... Yeni bir kayık... Öz be öz... İlk iş : boya!.. Beyaza... ’


‘ Öksürdü! Demincekkini önemsememiştim ama şu an tam ışıkları görüyordum , söndüler ; ah baba , gördün mü ne yaptın !’


‘ Zembereğini değiştirmişmiş , dakikmiş! Çaldırsana be adam! Kaçıncı gelişim! Gün verirse bu kez bırakmam. Dil döküp satmasını biliyorsun. Yapacaksan bugün yap. Ben oyalanır , gelirim. Yine de yapmadıysan!..’


‘ Yine öksürdü! Kırmızı tenteli dönme dolap... Çarpışan otolar... Hepsi söndü işte. ’


‘ Çalmayan saati ben ne yapayım! Ucuz da değildi. Onaramayacaksa yenisini versin.’


‘Giyilmiş bu kazak , de. Geri alma amca.’


‘Oyalanıp geleceğim. Döndüğümde bitmiş olsun. Ya da yerine...’


‘Her yıl panayır... Önümüzdeki yıl yine geleceğiz , amca. Biz her yıl geleceğiz.’


‘Saatçiden sonra...’


‘Kime inanayım? Salıncakçıya mı , babama mı?’


‘Gitmişken ben de...’


‘Panayır kaç gün sürüyor , ne olur birisi doğrusunu söylesin?’


‘O sallanırken... Atlıkarıncadayken... Oyalanadursun. Ben doğruca...’


‘ Sönmeseydiniz... Çok güzeldiniz...’


‘Geçen yılki gibi... Panayırdayken... Yarım saatliğine de olsa...’


‘Her yıl gelip sizi gözlerimle göreceğim. Kulaklarımla duyacağım. Size dokunacağım. Doyasıya bineceğim.’


‘Gitmişken bir ara...’


‘Biz her yıl...’


‘..........’


‘..........’


Gaz lambası kendiliğinden söndü. İkisi de uykuya dalmıştı.

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #602
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
**Sessizlik **

Sponsorlu Bağlantılar

kanatlarımı bulamıyorum..
ama nerde bıraktığımı anımsadım bugün, seni ilk öptüğüm yerdeydiler..
ve ikinci kez öptüğün..ve üç.. ve dört...ve milyonlarca....
ve sonra sarıldığın yerde..
gittiğin yer de..
gelmeni beklediğim gecelerde...
tek tek düşürmüştüm tüylerini kanatlarımın..
acıyana kadar asıldım kalanları da atmak için sevmiyorum dediğin yerde..
şimdi toplayamam ki bıraktığım gibi..

kendime kanatlar yaptım kalkıp bu sabah......
seni beklediğimi düşündüm, kızdım kendime... beklemeyeceğim dedim, hüzünlendim bu kez..
şimdi uyuyorsun belki;
bana 'ona aşık ' olduğunu söylediğin yerde..
bir bira da açmış olabilirsin, belki kalkar birazdan bir film izlersin..
belki aklına gelirim izlerken..
canımı yakmak istemezsin belki ama aklına başka birşey gelir unutuverirsin..
düşerim tutunduğum yerlerden, acır canım..
o yüzden kalkıp kendime kanatlar yaptım bu sabah..

belki de bana ihtiyacın vardır ya da birine tekrar sarılmaya..
belki kalkıp ona gidersin belki de bir başkasına..
sen hayatına devam edersin...biliyorum gerçekçi olmayı tercih edersin...
keşke sana kapıları kapatarak karşılık vermeseydim dedim bugün..

belki üzülüyorumdur senin için..
yalnız ve mutsuzsun..

aşktan vazgeçmişsin aslında, beklediğin ne hala, neydi bulamadığın bende arayıpta..
şimdi gerçekten kanatlarım olmasını istiyorum..
herşeye inat, sana inat, kendime inat gelmek için yanına..
sen görmeden, ağlıyorsan silmek için görünmeyen parmaklarımla yaşlarını...
gülüyorsan bine katlamak için kahkahanı..
uyuyorsan öpmek için gözlerini..
içiyorsan dalmak için elindeki şişeye...
hastaysan tanrıdan hastalığını bana vermesini dilemek için...
sevişiyorsan biriyle...
ölmek için...

-o ben değilsem bile-
eğer özlüyorsan birisini sana getirmek isterdim..
babanı mesela..
ona sarılıp 'seni seviyorum baba' diyebilmen için..
belki ilk aşkını, seni kıranları, üzenleri, sevenleri getirmek isterdim
bir zamanlar içinde kalan bir şeyler vardıysa söyle diye..
yeniden çocuk olman için.. çocukken en sevdiğin oyunu tekrar oyna diye..

seni böyle yapan herneyse..
bence mutsuz, bence yalnız, bence umutsuz yapan şey neyse
onu almak isterdim...
kanatlarım gerçek olsun isterdim..

istersen seni daha fazla sevmek ya da belki unutmak için...
bu aralar havalar gibi ben de kararsızım canım..
bir sıcak bir serin bir soğuk bir karanlık bir aydınlık..
sıcak diye üstüne uzun kollu birşey almadan çıkarsın evden..
bir bakarsın için üşür aniden..
üşüdün diye sarıp sarmalarsın kendini, sonra yanarsın, bunalırsın...

bazen içim umutla doluyor herşey güzeldi ve öyle kalsın
tarihimin sayfalarında diye gülerek bakıyorum
bir an geliyor, bir özlemek ki insanı öldürür böylesi... içim üşüyüveriyor..
sonra yine sıcak
sonra yine soğuk...
kimbilir sonumu, ne olacak..
ya senin sonun..

ne biliyim işte şimdi yine üşüyorum...
yere basıyor ayaklarım, sarsılıyorum..
birden sıcak bastırır belki ve ben yine mutlu olurum, yine kanatlarımı buldum sanarım..

mutlu ol ne olursun... ve beni iyi an..
'aşk'la ölmeyi gerçeklerle yaşamaktan daha çok istersen birgün...
kaçmayı kovalamayı değil de, elleri seni yeniden yaratmak için kanayan birini özlersen..
gitmeyeceksen ve bütün hüzünlerini, kavganı, korkunu, güvensizliğini de
söküp almam için yaralarını göstereceksen bana..
onları da kelimelere yükleyip gitmek istersen uzaklara, bir yol arkadaşı istersen
yine gel..

ne yapıyorsun acaba şimdi..
neyse, boşvermeli bunları artık...

hadi kalk yüzünü yıka, kahvaltı yap, sonra içersin biraları
akşama hem daha çok var...
bir film koy sonra 'singing in the rain' benim için de izle oldu mu?
sonra kütüphaneye koyduğun o günlüğümü al eline,
son sayfasını aç..
Oraya birşeyler yazmıştım sen uyurken..
git oku, sanırım sana söyleyecekleri var..
sonra bir akşam yine o sahil kenarındaki restorana git,
bensiz git
ne kadar yanında olmamı istediğini düşün..
ve neden olmamı istediğini...
bilirsin, mulaka herşeyin bir nedeni var...


herneyse işte...
bak ne diyeceğim

biliyor musun,
benim artık kanatlarım var...
Melike Kaplan

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #603
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayrılığın Yıl Dönümü

Ellerim titriyor bu gece, damlalar dökülürken yere gözlerimdeki gecene ses etmiyor. Hayalin karşımda susarken dudağım yalnızlığa kilit vuruyor hissettirmeden.

İşte o da gidiyor senin gibi ,uykuya hasret gözlerimin son çığlığında bitiyor işte.

Bilinmez duvarların öyküsünde her saat başı ayrılık yıldönümünü sesleten yüreğim sirenlere kurulu yaklaşıyor ...

Unutamıyorum ne seni,ne de ayrıldığımız günü. İkisi de aynıydı; bir seferlik,.. tek perdelik yıkılışın acuze hikayesi. Sevdin bir yandım! gittin bin vuruldum. Haberin yoktu senin seviyorum derken aşkınla kurduğum düşlerden ve sensiz seni yaşadığım gecelerden.

Bir saat gibi kurup acımasız alarmlara çekip gitmiştin öykümüzü.
İşin korkunçluğu bu alarmı beynimden susturan yoktu.
Her yerde uğultulu şizofrenler gibiydi gördüğüm sevgililer.

Bir düş dilediğim bin yaşını döktüğüm, içince içimden geçer miydin sevdiğim.

Veli Şavluk
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #604
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Günün birinde yemyeşil dut yapraklarının arasında, bir kelebek ailesi gelmiş dünyaya. Hepsinin amacı, kısa ömürlerinin tadını doya doya çıkarmak için bir an önce harekete geçmekmiş. Hemen bir araya gelip konuşmaya başlamışlar. Bugün neler yapsak diye düşünmeye dalmışlar.
Anne kelebek :" Vakit kaybetmek gibi bir lüksümüz yok." demiş.Bir taraftan kahvaltı yaparken diğer taraftan, söylenecek bütün güzel sözleri söylemeye, yapılacak bütün güzel davranışları yapmaya çalışmışlar. Bu kadar kısa bir ömürde bundan daha farklı davranmak da olamazmış.
Gezmiş,eğlenmiş,birbirlerine zaman ayırmış ve günün tadını çıkarmaya çalışmışlar. Bütün olumsuzlukları gözardı etmişler. Çünkü olumsuzluklara ayıracak kadar zaman yokmuş ellerinde. Baba kelebeğin aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Ailece doğumgünü partisi yapalım, demiş.Bugün geldik dünyaya ve bugün bir daha yaşanmayacak, diyerek de tamamlamış sözlerini. İlk ve son kez kutlamışlar doğumgünlerini dut yapraklarının yeşil yaprakları arasında.
Rengarenk bedenleri ile, geldikleri dünyanın rengini değiştirip yeryüzünü bir renk cümbüşüne boğmuşlar. Hareket eklemişler kainata,küçücük bedenleri ile.
İlk ve son kez yatmışlar akşam olunca. Mutlu bir şekilde kapatmışlar gözlerini sonsuza dek. Çünkü kısa ömürlerinin tadını doya doya çıkarmışlar...
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #605
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün, kirlarda gezintiye çikan bir adam, kenara oturdugu otlardan birinin dalinda , küçük bir kozanin varligini fark etti. Koza ha açildi ha açilacak gibiydi.


Adam , bunun bir kelebek kozasi oldugunu tahmin ediyordu. Böyle bir firsat bir daha ele geçmez diye düsündü; ve bir kelebegin dünya yüzü gördügü ilk dakikalara sahit olmak istedi.


Dakikalar dakikalari kovaladi , saatler geçmeye basladi , ama henüz kelebegin küçük bedeni o delikten çikmadi. Sanki , kelebegin disari çikmak için çaba harcamaktan vazgeçmis olabilecegini düsündü.


Sanki kelebek elinden gelen her seyi yapmis da , artik yapabilecegi bir sey kalmamis gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebege yardimci olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakiyi çikarip kozadaki deligi bir cerrah titizligiyle büyütmeye basladi.


Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca disari çikiverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatlari burus burustu. Adam kelebegi izlemeye devam etti; çünkü kanatlarinin her an açilip genisleyecegini ve narin bedenini tasiyacak kadar güçlenecegini umuyordu.


Ama bunlardan hiçbiri olmadi. Kelebek , hayatinin geri kalanini , kurumus bir beden ve burusmus kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadi.


Adamin bütün iyi niyetine ve yardimseverligine ragmen anlayamadigi sey , kozanin kisitlayiciliginin ve buna karsilik kelebegin daracik bir delikten disari çikmak için gereken çabanin , Allah’in kelebegin bedenindeki siviyi onun kanatlarina göndermek ve bu sayede kozanin kisitlayiciligindan kurtuldugu anda onun uçmasini saglamak için seçtigi bir yol olduguydu.

Bu gerçegi ögrendiginde , hayat boyu unutamayacagi bir sey de ögrenmisti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duydugumuz sey , çabalardir. Eger Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalirdik . Olabilecegimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdik..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #606
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜL MASALI



Bir zamanlar uzak diyarlarda küçük bir kasabada dürüst ve çalışkan bir genç yaşarmış. Tüm gün ustasından öğrendiği gibi demir döver kasabanın tüm ihtiyaçlarını giderirmiş. Sutean adındaki bu genç adam herkes tarafından sevilen sayılan biriymiş.Bir gün dükkanına eski bir tencereyi tamir ettirmek isteyen hizmetçisi ile birlikte Rosa adında çok çok güzel bir kız gelmiş.. Sutean görür görmez bu kıza aşık olmuş, ama kız ona fazla yüz vermemiş. Tencereyi bırakıp dükkandan çıkmış. Güzel kızın ayrılması ile birlikte sanki dükkandaki ateş sönmüş; demirci Sutean'in kalbini buz gibi bir şey kaplamış. Güzel kızın kalbini kazanabilmek için bir çare aramaya başlamış. Ocağının başına oturmuş düşünürken bir parça demir almış ve onu şekillendirmeye başlamış. Çalıştıkça çalışmış ve ortaya çıkan şey şimdiye kadar yaptığı hiçbir şeye benzememiş. Eşi benzeri görülmemiş bir çiçek yapmış demirden... incecik yaprakları birbiri etrafında kapanan dünyanın en güzel çiçeğini... Sabah tencereyi almaya sadece hizmetçi kız gelmiş. Demirci Sutean üzülse de güzel kızı göremediği için tüm umudunu çiçeğine yüklemiş ve aşkının elçisi olarak göndermiş hizmetçiyle...güzel kız çiçeği görünce büyülenmiş, kalbi yumuşamış ve Sutean'in aşkına karşılık vermiş... Sutean güzeller güzeli kız ile evlenmek için kızın babasından izin almak üzere yaşadıkları şatoya gitmiş.Güzel kızın babası bir büyücüymüş, ve kızının sıradan bir adama, bir demirciye aşık olmasına çok öfkelenmiş. Bu ilişkiye hemen bir son vermeye yemin etmiş. Hemen orada Sutean'i öldürecek bir lanet okumaya başlamış ki, kızı dizlerine kapanıp onu engellemiş.bunun üzerine büyücü kurnazlığa başvurmuş; Sutean eğer sabaha dek şatonun etrafını demir bir çit ile çevirirse kızı ile evlenmesine izin verecek eğer başaramazsa güneş doğarken Sutean taşa dönecekmiş. Eğer korkuyorsa bir daha dönmemek üzere şatoyu terk edebileceğini söylemiş demirciye.. Demirci korkup da sevdiğini terk edebilecek biri değilmiş. Hemen işe başlamış, durup dinlenmeden çubuklar, teller hazırlayıp onları diziyormuş. Sabaha karşı büyücü demircinin çiti yetiştireceğini anlamış, ve onu engellemek için aklına bir kurnazlık daha gelmiş... kızının kılığına bürünmüş ve şarkı söylemeye başlamış. Şarkı öyle derin öyle güzelmiş ki... demirci çekicini bırakıp dinlemeye başlamış...Büyücü güneş doğana dek söylemiş. Güneş ışıkları penceresine vurduğunda güzel kız uyanmış, hemen pencereye koşmuş; çitin yarısı duruyormuş... demirciyi uyarıp güneş ışığından kaçırmak istemiş, ama geç kalmış.. Gün ışığı üzerine değer değmez genç adam taşa dönüşmüş...büyücü neredeyse mutluluktan uçmak üzereymiş. Babasının oynadığı oyunu gören kız çok üzülmüş, ve elinde demircinin hediyesi olan demir çiçek ile taşa dönüşmüş olan sevgilisinin yanına koşmuş. Ağlamış, ağlamış, ağlamış... göz yaşları taşı eritememiş, ama demirden çiçeği canlandırmış. Gözyaşları ile beslenen çiçek büyümüş, serpilmiş, tüm şatonun etrafını çevrelemiş. Demircinin tamamlayamadığı çiti çiçeği tamamlamış. Bu güzel çiçeği görüp beğenenler alıp başka yerlere de ekmişler ve böylece tüm dünyaya yayılmış. Güzeller güzeli Rosa'nin (Gül) anısına her yerde onun adı ile anılır olmuş.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #607
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Güle Selam, Sana Kelam...


Semanın ufkunu saran karabulutlar dağılmış, baharın rikkatini yeryüzüne yayan ışıltısı sarmıştı. Güneşin enginliğini gözlerimize yapıştırarak, güllerin rengini ve kokusunu sinemizde yatıştırarak öteler ötesinin ufuk perdesi aralanmıştı. Güneşin sıcak yüzü tenleri yıkamaya başlamış, güllerin zarif yelleri açılmaya başlamıştı.
Akşamın mehtabında sahillerin sürükleyişi hicranımı taşlamıştı. Zihnimin ince bezini yırtarak, fikrimin kalın tezini kırarak... Güllerin kanlarını yüreğimde kaçışımla ısırıyordum, günlerin tanlarını sözlerimde bakışımla ısıtıyordum. Kendimi kaybettiğim, hicranla ezildiğim yaralı ruhum. Belli belirsiz sahillin dilinde yutularak yürüyorum, karanlığın gizlediği ufuklara doğru yalnızlığa kapanıyordum... Gökyüzünün süslü perdesi yıldızlar başımda taç. Bedenimi ürperten ılık İlk baharın esen uğultusu kafamın odasında dinmişti. Ruhumu saran, kafamın odasını soran sesin yankısı ise bende sinmişti. Bir yandan bakan güller, bin andan akan düşler.

Güllerin rengi, günlerin derdi: Birinde gözlere kan akar, diğerinde izlere yan bakar. Varlık istikametinin var oluşu, karlık istirahatının yar oluşu yakalandığı an, ruhun sevincine şan takar: Gül ve günler... Güller izzet, günler ismet. Düşler ise; yüreklerin çizik izi, kafaların kırık dizi, günlerin yanık sisi.
Zihnimin günlüğü artan adımlarımla tutuşmaya başlamıştı. Fikrimin külüne, izanımın gülüne yazdığım yırtık sayfalar. Benliğimi soldurduğu, irademi doldurduğu ve yüreğimi yaslarla yoğurduğu denizin kucağında! hüzünlere gark olan gözlerime dalgalar çarpıyordu. Duygularıma vurulan balyozların hıçkırığıyla, düşüncelerime kurulan heyelanların kırıklığıyla yaslar ve yaşlar artıyordu. Aklım durmuş, ruhum donmuş, kalbim dalmış...
Düşler..! boş bir avuntu, loş bir anı esintisi olarak beyhude ömürun tozu olarak dağılıp gider. Düşler sonunda kalan ise yalnızca kafalara biriken hecelerin hamal yüküdür. Yükler idraklerin derinliğine sızarak; hayatın değişimini kavranmasını zayıflatıyor, sağlam kişilik edinmesini hayıflatıyor, toplumun zengin birikiminde kaliteli kimlik edindiremiyor. Atıl ve sıradan hayatla, bereketsiz ve verimsiz zamanla, esefsiz ve esersiz özürlülükle ömür geçiriliyor. Anlık anlar dönüyor, geleceğin bilinmez karanlığına üfleniyor. Ruhları ve kalpleri karartan vasıtasız ve gayesiz düşler. Bunun sonucunda yüzler kırışmış, dişler kırılmış, düşler hayatının çarkında sıkışmış olarak yaşamın soluğu söner.

Düşler... gerçekçilikle birleşirse, gayelerin adımı akıl nimeti ile şekillenirse; hayatın anlamı, varlığın sırrı boşluk yerine hoşluk meydana getirir. Mana yarışının dinamizmine koşarak insanlık özelliği yakalanır. Geleceğin aydınlığında akılcı adımlarla, akıcı yaklaşımlarla merdivenleri çıkarak ihsanların kapısı aralanır.

Güller; bize estetiğin ve güzelliğin resmini fısıldar, sevginin zarif tebessümünü yaslar. Kırmızılıklar gözlerin yaşlarını isletir, kırıklıklarla kan olarak yüzleri ıslatır. Güller sevdalara tılsımdır, yüreklerin yangınlarına biriken ayrılıkların yakarışıdır. Gayesiz düşlerden uzak, gayelerin derinliğine vakıf olarak, akıl izzetine akif kalarak güller varlığımda bana paye.

Düşüncelerime yığılan, duygularıma çarpan kelimelerin önüne geçemeyerek; gözlerimin boğulandığı, ruhumun boğulduğu, kalbimin kasıldığı, dimağıma kadar biriken selin yığılışıyla ve fıtratımın fırtınalı coşkusuyla İstanbul Boğazının enginliğine haykırıyorum:
Selam; yaşamın donanım işaretini sunan izler, varlığın gelişim iradesini açan güller. Adresi benliğimize ulaşan, zihinlerin duvarında buluşan, satırlara kazınan, hatıralara yazılan: Günler...

Akşamın soğuk deminde, sahillerin millerce uzunlukta ki dilinde ağır ağır süzülüyordum. Kulaklarımda dalgaların sahile vuran tokadı, üzerimde martıların acı çığlığı, önümde karanlığın alnı, özümde hecelerin yağmurları takip eder. Her yanım kuşatılmış, her anım başıma gömülmüş. Rüyaların bulanık tablosu şiirle tüten duygularımın sandığından çıkarılarak, fikrimde seyir. Seyir ki hüzün bakış. Yüreğime ok atışı gibi; bedenimi eğen, ruhumu ezen çatlamış tablo.
Zamanların akıntısında çağlarla sarılan, ruhların ufuk aşıntısında aralanan, anlık anların harabelerinden süzülen… Destansı sevdaların düşleri varılan, hicranlı ayrılıklarla yazılan; Üsküdar’ın dudağına yapışmış konağı, acı aşkların yanağı olan: Kız Kulesi karşımda durur. Tarihlerin kuyusunda çalkalanan sancıların yakıcı sırdaşı... Kim bilir hangi sevdanın ayrılıklarına tanık oldu, kim bilir hangi zahmetlerin kamcısı davasına vurdu. Nice hadiselerin tanığı, nice kasidelerin sanığı olarak yorgun duvarları fısıldar. Anıların mühründe öğütlenen, asırların dişinde öğütülen: Kız Kulesi

İstanbul’un kalın ense kökünde, başıma yığılan ağırlığın közünde yürüyorum; karanlığın gizlediği ufuklara doğru. Uzaklıklar gözlerime koz, yıkıntılar gönlüme toz, hüzün taşkınlıkları artan doz... Sanki yılların çilesi ıslatmıştı. Boynuma ateş dolanmıştı. Günler; gözlerimde okunan hicranla yıkanmış, güllerin kanlarıyla dokunan isyanıyla sararmış, düşlere sokulan ıssızlıkla sıvanmıştı.

Düşüncelerime yansıyan, güllere ayna. Şu satırların yazılmasına sebep kaynak. Düşlerimde bilenen, duygularımda şekillenen güllerin kanlarını yüreğime akıtan, yosunlu kuyuların acılığını yaşatan. Rüyalarımın penceresinden akan, kafa kağıdına yazdığım eserimden bakan. Şiirlerimin ilham yazısı seslenir, gül esintisini her andan nefesi kalbimin izinde savrulan, gün esaretinin her andan ruhumun gizinde kavrulan:

İlk baharla açan güllere selam. Esaretiyle yüreğimi sürgünlere atan sana kelam...
Kalıpta donan ruhum erimiş, satırda duran özlem kalbime inmişti. Güllerin aynasında ki kanlar dökülerek, kirpiklerimi ağrıtan anılar film şeridi gibi canlanmaya başlamıştı.
Gül kokulu, şen dokulu; kafamın odasını altüst eden, fikrimin adasını işgal eden...
Anlık tozların düşlerinde solukla yürüyen. Damarlarımın ininde uğultulu seslerle gezinen. İsmin canıma mimlenmiş, cismin kanıma damgalanmış. Benliğimi ansızın sisleyerek yürüyen sen...
Sen izanımın bünyesinde, zamanlarımın bütünlünde gölgesin. Gölgenle izin izimi bulan varlık. Zihnimi ve fikrimi kemirip duran darlık...
Sana sürgünüm: Sevdanın işaretinde atılan oklarla bilinmezin balçıklarına iten, karanlığın kubbesinde biten sürgün yüreğim
Selamların haykırışı sesini bulsun. Satırlarım senin gözünü öpsün. Kelamlarım; kırgınlığını dindirerek, kızgınlığını sindirerek tutsun...

Özkan Karaca

iblis1907 - avatarı
iblis1907
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #608
iblis1907 - avatarı
Ziyaretçi
Upuzun, bana kapkara gelen trenin yanında anlamsızca bakakalmıştım giden kadının ardından. Ne hissetmeliydim tam olarak kestiremiyordum, diğer çocuklar gibi ağlamam, tepinmem mi gerekiyordu, yoksa burada bırakıldığım için sevinmem mi... Belki de sadece el sallamam gerekiyordu. Hayır, hiçbirini yapmadım, sadece bakakaldım giden ve adı 'anne' olan kadının arkasından'
Hatırladığım kadarıyla onda da çocuğundan ayrıldığına dair herhangi bir üzüntü ya da başındaki beladan kurtulduğuna dair herhangi bir sevinme duyguları yoktu. Gitti ve ben baktım ardından' Tam trenin ilk basamağına adım atmıştı ki arkasını döndü ve ifadesiz bir yüzle el salladı, eh işte bende gayri ihtiyari kaldırıverdim elimi'
Neredeydim, neden buraya getirilmiştim ve nereye götürülecektim bilmiyordum. Her zamanki gibi elbette birileri tarafından karnım doyurulacak ve yatmam için bir yatak verilecekti, bundan yana endişe duymuyordum. Ama kimin yanında ve nerede?.. Henüz beş yaşında küçücük bir çocuk olmama rağmen galiba yaşımın üstünde bir olgunluğa sahiptim, belki de tam tersine sahipsizlikten, birilerine ait olma duygularının ve güvencinin yoksunluğundan kaynaklanan büyük bir boşluğa.
Şu an düşündüğümde o anki duygularımı tam olarak hatırlayamıyorum, ya ürktüğümden, ya da her neyse' Aklımda kalan olaylardan bir tanesi de omzuma bir kadın eli dokunduğunda korkup kim olduğuna bile bakmadan bir iki adım gerileyerek kendimi o elden uzaklaştırdığımdı. Fakat inatçı el tekrar geldi, bu sefer iki omzumdan yakaladı ve eğilerek gözlerimin içine baktı.
' Merhaba, ben Nurgül, seni almaya geldim.'
'..............'
'Galiba bundan sonra beraber yaşayacağız. Senin annen olmak istiyorum.'
'Ama ben anne istemiyorum...' dediğimi ve kaçtığımı gene belli belirsiz hatırlıyorum. Çünkü neden bu tepkiyi verdiğimi ve nereye doğru gittiğimi bilmeden neden amaçsızca koştuğum hakkında bir fikrim yok. Oysa o gülen gözlerden bir an için bile olsa hoşlanmıştım, ama çocukluk işte, aklıma gelen tek şey tanımadığım bu insanlardan uzaklaşmak olmuştu. Arkamdan,
' Koş Cafer!' diye bir ses duydum. Bu sefer kadının yakınlarında duran bir adam tek hamlede yakaladı beni ve kucağına bastırdı. Tepiniyordum, bağırıyordum şirret çocuklar gibi, ama ne yazık ki nedenini bilmiyordum.
Kocaman çikolata paketini görünce susmak zorunda kaldım, çünkü eğer bağırmaya devam edersem onu bana vermeyeceklerini son derece kararlı bir ifadeyle söylemişlerdi. Sustum ve hırsla yemeye başladım. Ara sıra gözümü kaldırıp, kendi aralarında bana bakarak konuşan adamla kadını inceliyor, göz göze gelince de hemen hırçınca kafamı çevirip çikolata paketine geri dönüyordum. İyi de paketin sonu gelmişti, şimdi ne yapmalıydım?..
Onlar boğazımın derdine dağılan dikkatimi fırsat bilip hemen bir arabaya attılar beni büyük insanların çevikliğiyle. Bu sefer itiraz etmedim, edemedim zaten alışıktım oradan oraya sürülmeye.
İki katlı, küçük, bir o kadarda sevimli olan evin önünde indik takır tukur eski model arabadan. Bana tüm soğukluğuma rağmen evi dolaştırıp, istekle hazırlandığı her halinden belli olan odamı gösterdiler. Hareketlerinde şimdiye kadar alışık olmadığım bir ilgi ve sabır hissediyordum, dolayısıyla onlara alışmam zor olmadı. İlk haftalarda hiç konuşmamama rağmen isteklerini itirazsızca uyguladım, kendim yaklaşamıyordum öyleyse o iki insana fırsat vermeliydim, çünkü onlardan zarar görmeyecektim, bunu hissettim küçücük yüreğimle...
Bir gün benim için özenle hazırlanmış kahvaltı sofrasında otururken soruverdim.
' Siz benim annemle babam mı oldunuz?'
Sesimi duymak beklemedikleri bir olaydı, birdenbire durdular ve gülümseyerek bana baktılar, haftalardır gösterdikleri uğraş boşa gitmemişti.
' Güzelim sen nasıl istersen öyle olsun. Yani anne, baba da diyebilirsin, isimlerimizle hitap edip amca, teyze de diyebilirsin. Şunu bil ki biz seni çok seviyoruz ve günler ilerledikçe daha çok seveceğiz. Eğer sen istersen annen baban olmaya hazırız.'
'Ama benim annem var.'
'Evet annen var ama şimdi çok uzaklarda ve seni bize emanet etti. İstediğin zaman onu görebilirsin. O çalıştığı için sana bakamıyormuş. Bundan sonra evin burası, okula gideceksin, arkadaşların olacak ve biz senin hep yanında olacağız.'
'Yani hep burada mı kalacağım?'
'Evet, her zaman. Artık bizim çocuğumuz olacaksın.'
'O zaman siz de benim annemle babam olun.'
Orta yaşlarını sürdürmekte olan, her ikisi de hafifçe toplu bu kadınla erkeğin istem dışı elleri birbirini bulup sıktı ve gözleri doldu. O zamanlar onlar için ne ifade ettiğimi bilemiyordum ama galiba bende sevinmiştim.
-----
Zaman içerisinde yeni annemle babama, evime, odama, en çok da köpeğimiz Huysuz'a alışmıştım. Günümün çoğunu onunla oynayarak, kırlarda koşturarak geçiriyor, ilk defa farkına vardığım ait olma duygularının verdiği rahatlıkla hayatımı sürdürüyordum.
Bu arada beraber yaşadığım yeni annemle babam hakkında bir sürü bilgi edindim. Yaklaşık on beş senedir evlilerdi ve çocukları olmuyordu. Uzun süren tedaviler sonucunda ellerinde avuçlarında kalan tüm paraları hastaneye yatırdıktan ve kesinlikle çocukları olmayacağını öğrendikten sonra evlatlık almaya karar vermişlerdi. Maddi durumları çok iyi değildi ve sosyal hizmetler kurumu önlerine pek çok engel çıkartıyordu. Allah'tan ümit kesilmez düşüncesiyle kabuklarına çekildikleri anda babamın İstanbul'da yaşayan kuzeni onlara müjdeli haberi getirmişti. Her nasılsa adı 'anne' olan kadınla tanışmış ve dertleşmiş olan bu adam onun çocuğunu istemediğini, bakamadığını, çocuğu verecek bir yer de bulamadığını duyduğunda aklına Artvin'de yaşayan, çocuk aşkıyla yanıp tutuşan kuzeni Cafer gelmiş ve aralarında diyaloglar başlamış. Yeni annemle babam çocuğu tekrar anneye geri vermemek şartıyla para teklifinde bulunmuşlar, adı 'anne' olan kadın da paraya ihtiyacı olduğu için nereye gideceğimi incelemeden balıklama atlayarak kabul etmiş. Kısacası satılmışım.
Tüm bu bilgileri tabii ki gelip bana anlatmadılar, fakat ben sağdan soldan duyduklarım ile onların ağızlarından kaçırdıkları cümleleri birleştirdiğimde böyle bir hikaye oluşturdum ve o kadından daha da nefret ettim. Fakat üzülmedim, ben yeni ailemden memnundum, aksine sevsinler, bırakmasınlar, tekrar başka yerlere göndermesinler diyerek elimden gelen gayreti gösteriyor, içimden yaramazlık yapmak, inatlaşmak, aksileşmek, kafamın dikine gitmek, sözlerini dinlememek gibi duygular geçse de bastırmaya çalışıyor, annemin beni evden atmasını engellemek için neredeyse yaltaklanıyordum. Belki de sevgi açlığından kaynaklanıyordu bilemiyorum ama Nurgül anneme sürekli dokunma ihtiyacı hissediyor, elim yanaklarında, bulduğum her ilk fırsatta kucağına oturuveriyordum. İlk aylarda Cafer babama karşı hep geride ve kendimi savunur vaziyette durmama rağmen, onun anneme ve bana zarar vermeyeceğini yani dövmeyeceğini anlayınca yavaş yavaş sokulmaya başladım. Küçücük yaşlarımda olmama rağmen erkeklerden edindiğim izlenimler hiç de olumlu sayılmazdı, onlara karşı ilgisiz, soğuk durmuş, çevremdeki kadınlara gösterdikleri olumsuz davranışları bizzat gözlemlediğim için korunmam gerektiğini düşünmüşümdür. Belki tezat olabilir ama aynı zamanda da onları aşağılık ve tiksinti verici bulmam sebebiyle her zaman acımış, bu hale düşmelerinin altında kadınların yattığını, ilgi ve sevgiyle doyuruldukları takdirde bu kadar iğrenç görünmeyecekleri kafamda oluşmuştu. Erkeklerle ilgili karışık duygular içinde olmamın nedeni hiçbir erkeği yakından tanımamış olmam, tanıdığım annem de dahil diğer kadınların onlar hakkında söyledikleri, o yaşlarda pis olarak nitelendirdiğim olumsuz sözlerdi. Benim hiç babam olmamıştı ki, tam anlamıyla yürekten 'baba' kelimesini söylememiştim ki...

Cafer baba ile ilişkilerimiz yüzeyseldi, eve mutlaka elinde bir hediyeyle geliyor, heyecanla kendisine doğru koşmamı büyük bir coşkunlukla seyrediyor, ben paketi alıp tekrar koşarak yanından ayrıldığımda en önemli görevini yerine getirmiş ve rahatlamış insan edasıyla koltuğuna uzanıyordu. Sonrada her işten yorgun gelen erkek gibi televizyon karşısında uyukluyor ve ben onu tekrar ertesi akşam elinde yeni getirdiği yiyecek paketiyle buluyordum. Olsun, erkek sevgisine alışık olmayan benim için bu kadarcık bir ilgi bile yeterdi.
Sakin, huzurlu birbirine benzeyen günler akıp giderken bu ev içinde bir seneyi doldurmuştum. Benim için tatlı heyecanlar başlamıştı, çünkü yakında okullar açılacaktı. Biraz endişe biraz da merak duyguları eşliğinde okula başlayacağım günleri sabırsızlıkla bekliyordum. Aslında heyecanımın ana sebebi annemle babamın sürekli okuldan bahsetmelerinden, güya beni hazırlamaya çalışmalarından kaynaklanıyordu. Sanki onlar okula gideceklerdi, kalemler, defterler, çantam, okul formam çoktan hazırlanmış ve odamın bir köşesine çeyiz gibi yerleştirilmişti. Görüntüleri bile rahatsız etmeye yetiyordu, ara sıra gözüm kayıyor ve kaygılanıyordum, ya onların istediği gibi bir çocuk olamazsam, ya derslerimi öğrenemezsem, ya öğretmenim beni sevmezse ve ben istenmeyip annemle babam tarafından kapı önüne koyulursam. Sırf bu düşünceler sıkıntılarımı arttırdığı gibi okul konusunda da hırslanmama sebep oluyordu.
Nihayetinde beklenen gün geldi ve okul açıldı. İlk gün beklediğim ya da bana anlattıkları kadar güzel geçmedi, hatta korkunç bir gündü diyebilirim. Annemin elini sıkarcasına tutarak kesinlikle bırakmadım, o kalabalık gürültülü sınıfa girmemek için elimden gelen gayreti gösterdim. Hayır, Nurgül annemden ayrılmayacaktım, okula gelmeyecektim, o kötü çocukların arasına karışmayacaktım. Okul çıkışında onları bulamamaktan, annesiz babasız evsiz kalmaktan kısacası koskoca dünyada kaybolmaktan korkuyordum.
Zavallı kadıncağız iki ay boyunca benimle sıramda oturmak zorunda kalmıştı. Ben gayet mutluydum ama onun üzüldüğünü, bunaldığını ve diğer çocuklar gibi davranmadığım için endişelendiğini hissediyordum. Ama ne yapayım korkuyordum işte bunun başka bir açıklaması yoktu ki benim için' Oysa dersleri anlamakta zorluk çekmemiştim, hatta öğretmenimin dediğine göre ilk algılayanlardan birisi de benmişim. Annem gibi bunalan ve tüm ilgisini ve olanaklarını benim için zorlayan öğretmen artık bu şekilde devam edemeyeceğimizi söylediğinde ben de annem de öylece çaresiz kalakalmıştık. Karar bize, daha doğrusu bana bırakılmıştı; ya tek başıma sınıfta oturacaktım, ya da okula gelmeyecektim. Evde anneme ne sözler veriyordum, kendimi ikna etmeye, cesaretlendirmeye çalışıyordum ama okula gelince olmuyordu, elini bırakıp ayrılamıyordum ondan. Sonunda pes ettiler ve benim hazır olmadığımı düşünerek o sene ki okul maceramı istemeyerek bitirdiler. Birden bire rahatlamış, o karabasan günlerden kurtulduğum için ve de annemi fazlasıyla yorduğum için daha itaatkâr, daha sevimli bir kız çocuğu olup çıkmıştım.
------------------------000--------------------
'Kızımı almaya geldim.'
'Hayır bunu bize yapamazsınız, söz vermiştiniz.'
'Hiçbir şey için söz vermedim.'
'Ama para aldınız...' (hıçkırıklar sebebiyle yarım kalan cümleler)
'Aldığım paranın iki katını getirdim size, bu güne kadar baktığınızın karşılığı olarak.'
'Haksızlık bu, böyle anlaşmamıştık.'
'Ne derseniz deyin, çocuk benim ve almaya geldim, üzerinde kanunen hiçbir hakkınız yok. Çekilin yolumdan!..'
'Sen ne vicdansız annesin, hiç mi çocuğunu düşünmüyorsun, o buraya, bize alıştı. Nasıl bir yıkım yaşayacak farkında mısın?
'Bu sizi ilgilendirmez, ne bileyim kızıma nasıl davrandığınızı, dövüyor musunuz, sövüyor musunuz, kim bilir neler ediyorsunuz. Aklım burada kalacağına çocuğum gözümün önünde olsun.'
'Yeni mi aklına geldi analığın?'
'Sana yolumdan çekil dedim, yoksa polis çağırırım!...'

Aynen okulda yaptığım gibi Nurgül Annemin elini sıkıca tuttuğumu, ağladığımı ve gitmek istemediğimi söylediğimi zannediyorsunuz değil mi? Hayır öyle olmadı, kapının kenarından tüm konuşmaları duyan ben, annemle babam daha bir şey söylemeden küçücük valizime önemli eşyalarımı almış, kabanımı giymiş olarak dış kapının önünde beklemeye başlamıştım bile. O an güzel bir rüyadan uyandığımı farz ettim, çünkü biliyordum o kadının mutlaka bir gün çıkıp geleceğini ve beni hiç rahat bırakmayacağını. Dolayısıyla her an her saniye onun peşine takılmaya hazırdım.


özgül Oklaz
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #609
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Ağlamak yok dedim artık sevdiğini bırak gitsin eğer seviyorsa mutlaka geri dönecektir, dönmediyse zaten hiç senin olmamıştır. Gidişinle yüreğime bir çizik attın bu yüzden tek ilacım sensin.

Ayrılığa çok uzak duran gönlüm, yüreğimin tek basımlık gazetesine benden habersiz ilanlar verdi. Sevdamı, kaybettim hükümsüzdür. Ne bir cevap geldi ne de bir telefon. Masamdaki son gülde soldu solacak. Senden gelen nefesi bekliyor...
Sen dönülmez bir yolmuşsun kestiremedim bunu önceden ama aradığım adreste senmişsin meğer. Kendimi sana giden yolun başlangıcında sanırken aslında sana o kadar yol almışım ki farkında olmadan bu yüzden sensiz yapamayışım.

Menzilim sendin tek bildiğim buydu Geri dön dersen dönemem bir tanem çünkü ben senden habersiz seni alıp gitmişim, sana ulaştıktan sonra ben menzili bile geçmişim sen bu yüzden benden bir adım gerisin sevgi yarışında ben seni çoktan geçtim Ardımda sevdalarım, önümde ıslak toprak kokusu kalmıştı.

Vazgeçemeyişim ile sabahladım, avuçlarımdaki kalp kırıntılarıyla. Bir sana kadeh kaldırdım bir de soğuk kaldırımlara. Gökteki yıldızları meze yaptım. Ve senden habersiz hepsini kalbime sapladım.

Bulutlara elimi uzattım yüreğimde şimşekler çaktı. Heyecanlarım coştu , koştu, yoruldu ve sensizlikle duruldu...


Nerden sevdim dedim. Cevabını bulamadım. Neden sen dedim. Bu sorunun da cevabını bulamadım.

Söküğünü dikemeyen terzi gibiydim. Sökülmüştü yüreğim bir baştan bir başa. Titrek ellerim ne iğneyi tutar ne de ipliği.

Şimdilerde bir hoşum, bir elimde hüznün kadehi diğerinde çocuksu sevdam. içimde ki çocuk Minik parmaklarıyla elindeki süt beyaz tebeşirle yazılar yazmakta karanlık odamın soğuk duvarlarına.

Küçük harflerle başlayan büyük harflerle son bulan. Eğricik, kargacık, burgacık. özLeDİM...


Yoksa gençliğin en çağlayan zamanında uçarı bir sevda mıydın umarsız bir sevgi miydin....

sana dokunamamak, seni doyasıya seyredememek, yanına sığınamamak ne bir çocuksu sevda kaldırabilir bu yükü nede uçarı bir aşk dayanır en genç vücuduna rağmen çöker omuzları, aslında hep varken bile, yanımda olmayışına, benim için hep hayallerde kalacağına dayanılırmı sence


Bir masaldı yaşadıklarım. Bir varmışla başlayan bir yokmuşla son bulmayan.

Nasıl bir özlemekti bu sevgiyi boşlukta, sevdayı bilinmezlikte arayan. Nasıl bir masaldı...yanlızca ikimize gerçek….



DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #610
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Bir defasında "kim kimden daha güçlü?" diye sinek, sivrisinek ve karınca tartıştılar. Her biri kendisinin daha güçlü olduğunu söyledi, ama herkes güçsüzlüğü kabul etmedi. Kendi aralarında kimin daha güçlü olduğuna karar veremedikleri için deveyle savaşmaya karar verdiler. Anlaşmalarına göre herkes tek tek deveyle savaşacak ve deveyi kim mağlup ederse en güçlü o kabul edilecekti. Önce sivrisinek saldırdı deveye, ama deve kuyruğuyla çarpınca sivrisinek yere düştü ve öldü.

Sinekle karınca sevinçlerinden uçuyorlardı artık. Rakiplerinden biri yenilmişti. Artık şansları artmıştı. İkinci olarak sinek harekete geçti ve devenin karnına yapıştı. Deve, duvara karnını sürterek kaşındı. Sinek de böylece öldü.

Kala kala geriye karınca kaldı. Karınca da deve yatınca devenin kulağına girdi, gezmeye başladı. Deve başını sağa sola salladı, ayaklarını yere vurdu, bağırdı çağırdı; ama bir turlu karıncanın elinden kurtulamadı.

Böylece karınca en güçlü kendi olduğunu ispatladı!

İşte karınca böyle bir kahramandır; koskocaman deveyi yendi!

Fakat bir şey kotu ki onun kahramanlığını, gücünü ne sivrisinek ne sinek ne de deve görebildi...

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat