Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 51

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.664 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #501
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Düşlerimde Saklısın

Sponsorlu Bağlantılar
Bir birini kovalayan mektuplarımın her bitişinde bu son satırlarım desem de . Sana yazmaktan kurtulamıyorum her defasın sana ben ne kadar ben mutluyum desem de hayatımda başka biri var, yanındayken kahkahalar atıyorsam bilesin ki sadece bir yalandan ibaret o masum ve beni istemeyen gözlerinin bana bakıp ta sokaktaki bir dilenci gibi acımasını istememdir seni ve bedenimi kandırıyorum sadece.
Gittin sen zaten hiç istememiştin beni buna kader mi desem yoksa hayatın oynadığı bir oyun mu desem bilmiyorum.
Gece olunca uykularımdan kalkıp adını haykırmaktan bıktım. Gölgem kadar bana yakın olmandan adının geçtiği her şarkıda gözlerimin dolmasından bıktım katlanamıyorum artık bu acıya. Yaşanacak o güzel sevdaları yaşayamamaktan bıktım.

Biliyorum bir gün geleceksin pişmanlığınla geleceksin sende anlayacaksın seni ne kadar sevdiğimi. Anlayacaksın. Çok geç olduktan sonra sende biliyorsun ki seni benim seni sevdiğim kadar kimse sevemez.

Bu lanet olası aşklarda iyiler hep kaybeder bilirsin bunu sende suçumuz duygularımızın fazla olması sevgiliye değerimizi fazlasıyla vermek yani çok sevmek tir.


Ben yine yazacam sana satır satır gözlerimdeki yaşlar tükenene kadar yazacağım. Zaten ne olduysa şu günlerde oldu heyecanlarım üzüntülerim sıra dağlar gibi birbirine geliyor.

Şimdi bensiz sen ne yapacaksın bilmiyorum ret etiğin bu kalpsiz ne yapacaksın hiç bilmiyorum hani bir söz vardır sevgili bilirsin belki sende ‘’Dostluklar aşka dönüşe bilir ama Aşklar dostluğa dönüşemez ‘’ bana arkadaş kalalım diyorsun ya bir insan sevdiğiyle nasıl arkadaş kalabilir ki anlatsana bana hadi?

Sana öle inanmıştım ki benim olacağına öle hissetmiştim ki ta şuracımdan kalbimden hissetmiştim. Acıları ancak acıyı çeker anlar sevgili acılarını ancak acıyı çeken insan o acıları yaşatmaz sana bilesin bunu. Umutlarıma hayallerime o kadar inandım ki nerden bilecektim nerden bilebilirdim sadece düşlerimde saklı kalacağını evet şimdi sen sadece düşlerime saklısın zaten öle de kalacan bunun geriside yok ötesi de yok.

Geceler bana daha bir başka geliyor kâh bugün kâbuslar içinden uyanmak kah yarın düşlerimde olman acıyı ve mutluluğu veriyor bana. Sabahların ilk ışıklarında yolara koyulduğumda tanrıya bir tek şey için dua ediyorum. Gecelerimi hemencik getirsin diye çünkü sen sadece düşlerimde saklısın ve hep düşlerimde yaşayacaksın.

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #502
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Ben Sana Mecburum Sen İmkansızlığa!
ismail sarıgene

Sponsorlu Bağlantılar
Hikayeler ve Öyküler -2-
Ben seni unutmak için sevmedim. Şimdi sessizce yaşamalıyım seni. Son kelimelerini suskunluğuna ilmekleyip " gitmeliyim, mecburum" diyorsun. Ne diyebilirim ki haklısın. Yokluğunda da severim seni. Sana söz sevdiğim; seni sensizlikte bile seveceğim.. Bir dakika önce yürüdüğüm yollarda senin ayak izinde karşılaşma ihtimalinde sevdim seni. Unutmadan sana bir teşekkür borçluyum; bana " aşkı ve sevdayı " öğretip yamalı kalbime bir yudum sevgini verdiğin için.

Unutma ben sevgiyi hiçbir zaman haketmedim. Ne kadar bu cümlemi sevmesen de evet hiçbir zaman bir yudum sevgiyi haketmedim. Ellerim yine ayrılıkların cicekleri topluyor oysa o cicekler senin saclarında olmalıydı. Neyse sevdiğim şimdi kapat üzerime yalnızlığını. Kilit vur ağlayan sesime. Sessizliğinde nasıl yaşarım onu da bilmiyorum lakin bilmeni istediğim şu; sen gittin diye sevda elbisesini duvarıma asıyorum bir gün geldiğinde yeniden sana ve sevdana giyebilmek için. İşte bu gece yalnızlığının koynuna girip yokluğunun avuçlarında gözlerimi sana kapatıyorum bir gün geri döndüğünde " işte geldim helalim, sadece sana geldim " deyip yüreğimi yüreğinle öperek uyandırman için..

Yokluğuna akacak zaman. Takvimler yokluğunu anlatacak, aynalar sessiz isyanlarımı.. Şehrimin gölgelerine güneş doğacak, karakış bile bahara gülümseyecek..Oysa ben sensizlikte yavaş yavaş eriyeceğim. Tıpkı güneşin avuçlarında eriyen bir kar tanesi gibi. Usulca ve derinden.. Sakın üzülme sözlerim sitem taşıyor diye. . Üşüyen dudaklarımı sarmayacak, gözlerinle gecelerimi aydınlatmayacaksın. Şimdi gidiyorum. Lakin bir gün titrek sesimi ve utangaç yüreğimi görmek istersen bu şehrin yalnızlık sokaklarında gezinen eskicilere sor. Küflü bedenimle , yamalı kalbimle seni bekliyor olacağım. Herşeye inat yanımda tek dayanağım , kızımız Elifle seni yaşıyor olacağım..


Haydi tüm ışıkları söndürüp ayrılığını giydir üzerime. Şimdi son kez seni yazdım satırlara. Dışarıda kararmış hava, ben yalnızlığa yürürken sen imkansızlığın içinde seni arayacağım....Seni bana hatırlatan bu şehri, senin bir dakika önce geçme ihtimalindeki yollarda senin ayak izlerini arayacağım. Saatler geceyi yarıladığında eski anılarımı hatırlayıp gözyaşları içinde sesinin sıcaklığında " aşkın " imkansızlığına ağlayacağım.

Herşeye inat seni sensizlikte bile seviyorum canım...Şimdi dudaklarima kilit vurup son cümlemi sana hediye ediyorum kendi doğum günümde tek armağanı olarak..

" Ben sana mecburum ; sen imkansızlığa...."



Son düzenleyen Nephthys; 29 Mart 2007 00:28 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #503
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
ELMA

Biz güle güle demedik birbirimize, görüşürüz diye ayrıldık. İçimizde hafif bir buruklukla eller sallandı. Tam zamanında yağmur imdadıma yetişti, gözlerimden akan yaslar yağmur damlalarına karıştı. Otobüs gelmişti. Gerek yok bavulları ben taşırım dedim ve yaklaşık bir ton ağırlığındaki bavulları küçük bir her kül edasıyla yüklendim, zaten o an bavulların ağırlığını düşünemiyordum bile. İçeri girdim her zamanki gibi bir pencere kenarına oturdum. Hala kendimi zor tutuyordum onun önünde kendimi bırakmak istemiyordum. Pencereden dışarı baktım yan gözle, hala dışarıda bekliyordu, ona el salladım artik gidebilir diye ama anlaşamazlıktan geldi sanırım, hala ıslanmaya devam ediyordu. Onun gözlerine bakamıyordum bile artik. Motor sesi birden aramızdaki bağlantıyı koparırcasına kükredi, otobüs yavaş ilerlemeye başladı. Artik dönüş yoktu, mümkün olabildiğince ona bakmamaya çalıştım, kendimi tuttum. Ama birden içimde bir şeyler kıpırdadı ve ani hareketlerle hala yari açık olan kapıya koştum yoldakileri hışımla iterek, kafamı kapıdan dışarıya çıkardım ve var olan tüm gücümle bağırdım “Seni seviyorumm!”. Ama geç kalmıştım artik orada değildi. Beş on saniye kapıda kalakaldım ta ki şoför beni uyarana dek. Bu lafları ona son kez de olsa iletememesi olmanın ağırlığıyla yerime döndüm. Artik ağlayamıyordum bile. Doğum günümde bana hediye verdiği ayıcığa sıkıca sarıldım oymuşçasına, içindeki tanecikler patlama seviyesine gelene dek. Bir ara ayıcığın suratına baktım, o da ağlamaklıydı. Birden yeşil bir elmanın burnumun dibinde olduğunu fark ettim. Karşımda oturan yaşlı nine uzatmıştı bana bu elmayı. Al kızım dedi, bunları köydeki bahçeden toplamıştım, çok lezzetlidir dedi. Aldım. Ayıp olmasın diye de ne kadar istemesem de büyük bir çabayla elmaya küçük bir ısırık atmayı başardım. Suratımdan anlamış olacak “bir şeyin yok ya?” dedi ben de “sevgilim yok” dedim. Tabiî ki böyle bir şey söylemedim, bunu içimden söylemiştim, ona ise yok ninecim bir şeyim sadece sevdiklerimden uzaktayım dedim, bu konuşmanın burada bitmesini dileyerek. Kafamı pencereye doğru çevirdim, pencere bile ağlıyordu, ben neden ağlamayayım ki diye düşünürken yine yaslı nine bir şeyler mırıldandı. Hiç oralı bile olmadım, bir yandan da ona acıyarak. Neden ona acıyayım ki asil o bana acısın! Nine yine bir şeyler mırıldanıyordu, merak ettim kafamı bir hareketle ona doğru çevirdim, bir de ne göreyim. Nine demin bir iki ısırık aldığı elindeki yeşil elmayla konuşuyordu. Şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak, olayı hiç görmemiş gibi kafamı tekrar pencere tarafına doğru çevirdim. Beni fark etmis olacak , dikkatimi çekmek için kolumu dürttü. O an yerimden fırlayacağımı hissettim, ne var dercesine ona baktım. Korkma yavrum dedi. Korkmuyorum dedim. Elma benim en iyi dostumdur, bir tek o beni her zaman dinler, tüm sırlarımı o bilir hem kimseye de anlatmaz. Hala kafam karışıktı, arkasından ne geleceğini merak ediyordum ve dinlemeye devam ettim. Hatta atakta bulundum, peki sana cevap verebiliyor mu diye sordum, aldığım cevap benim sorduğum sorudan daha da şaşırtıcıydı! “elma konuşur mu, salak!” değildi tabi cevabi. Bana evet dedi, elmalar konuşur. Sadece dinlemesini bilmelisin. Onlar her şeyi bilirler, seni ,beni büyük bir hayretle dinliyordum bir yandan da kendimi salıverip kahkahayı patlatmamak için kendimi tutuyordum. Deminki üzüntüm bir anda gidivermişti üzerimden, ilahi pamuk nine! "Peki söylesin birkaç şey su elma" dedim. "Ne bilmek istiyorsun" dedi, "ne bilmek istiyorum" dedim. Durdu “acaba hala seni seviyor mu?”dedi. O an nefesim kitlendi, ne diyeceğimi sasırdım. Ne demek bu dedim. Öğrenmek istediğin bu değil miydi? Dedi. Cevap veremedim. Alaycı bir şekilde ama meraktan çıldırırcasına, "ne diyor peki elma bacı ?"dedim. İçimdeki isteği fark etmis olacak, suratında hafif bir gülümseme belirdi. Ama hala bir cevap alamamıştım. Baktım ki nine hiç oralı bile olmuyor ben de takmaz tavırlarla, o anki dostuma, pencereye doğru döndüm. Büyük bir sarsıntıyla uyandım, otobüs çukurlara girip çıkıyordu sanırım. Gözlerimdeki buğu gittikten sonra, karşıma baktım. Ne göreyim! Bizim yaşlı ninenin koltuğu bomboştu. Sevinse miydim yoksa üzülse miydim bilemiyordum. Yine de baya aklıma girmişti su elma hikâyesiyle. Bunu düşünürken gülümsedim. Yan koltukta, ninenin bana vermiş olduğu elmayı fark ettim, ısırdığım yer kararmıştı. Benim elmam konuşamıyordu ama hala açlığımı giderebilirdi. Aldım elime, yemeye başladım. Hala ona seni seviyorum diyememenin acısı vardı gözlerimde. Otobüs ani bir fren yaptı, bu son durak dercesine, benim durağımdı. Bavulları aldım, bu sefer daha da ağır çekiyorlardı sanki. Aşağıya indim. Yapayalnızdım, niye gitmeyi seçmiştim hatırlamıyorum bile! Otobüs de veda etti bana , yavaştan ilerlemeye başladı. Bir an benim ve yaşlı ninenin oturduğu bölmeye gözüm ilişti, buğulanmış olan pencere camında “evet” yazılıydı.


(Alıntı)
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #504
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Küçük Deniz Kızı ve Sevgi
Orkun Levent




Hikayeler ve Öyküler -2-


Küçük Deniz Kızı

Açık denizlere kıyısı olan küçük bir köyde yaşlı bir balıkçı yaşarmış. Uzun yıllar, engin denizlerde oltası ile balık avlayan bu ihtiyar, etrafına sevgi saçan hayat dolu bir insanmış. Ancak, gel zaman git zaman, her bir şey kötü gitmeye başlamış onun için!.. Başına gelen kötü şeylerden kurtulmaya çalışırken bu kez de, dünyada her şeyden çok sevdiği insanı kaybetmiş aniden. Bu kaybın ardından, üzüntüye boğularak her bir şeylere, hatta hayata bile küsmüş ve kendini diğer insanlardan soyutlamış.

Bu duygu çöküntüsünün etkisiyle bir gün, minik köhne sandalı ile uçsuz bucaksız denizlerde yitip gitmek için, denizlerin sonsuzluğuna açılmaya karar vermiş ve aynı günün gecesinde de sessizce kıyıdan ayrılmış... Karadan ırak bir halde denizlerde dolaşmaya başlamış. Zaman zaman, oltasıyla tuttuğu balıkları biraz seyrettikten sonra, hepsini tekrar denize bırakmış. Günler geçtikçe yalnızlığından sıkılmaya başlayan yaşlı balıkçı, tuttuğu balıkları karşısına çıkacak ilk kişiyle paylaşmak için, sandalında biriktirmeye başlamış. Ama tüm istemine karşın, uzunca bir süre hiç kimseyle karşılaşamayınca yeniden umutsuz yalnızlığına sarılmış...

Yaşlı balıkçı, böyle amaçsız ve umarsızca denizlerde dolaşırken, günlerden bir gün aniden denizin derinliklerinden çıkıverip gelen, küçük bir deniz kızıyla karşılaşmış. Tüm umudunu yitirdiği bir anda karşısına çıkan küçük deniz kızını gördüğünde tatlı bir şaşkınlığa kapılıvermiş!.. Çünkü herkesten kaçırdığı, sakladığı, herkeslere kapattığı yaşlı kalbi, yine o tatlı heyecanla doluvermiş!.. O an, aklına sandalında biriktirdiği balıklar gelmiş. Uzun zamandır sakladığı balıkları küçük deniz kızı ile paylaşmaya karar vererek, çuvalın altındaki balıkların en büyüklerini seçerek ona vermiş. Küçük deniz kızı, balıkçının bu cömertliğinden, çok mutlu olmuş. Onun bu iyiliğine karşılık olarak, O da, her gün kısa sürelerle yanına gelip, köhne sandalı ile insanlardan kaçan ve denizin ortasında kaybolduğunu sandığı yaşlı balıkçıya , yol göstermeye başlamış...

Aralarındaki, balık verme-yol gösterme şeklindeki bu ilişki günlerce böyle sürüp gitmiş. Ancak, günler geçtikçe, içinde bulunduğu duygu yoğunluğunun etkisiyle, yaşlı balıkçıda her gün daha da artan coşku ve neşe yüklü değişiklikler görülmeye başlamış. Gözlerine ışıltı, yüzüne tebessüm gelmiş. Küçük deniz kızına karşı, içindeki duygu yoğunluğunun önüne geçilemez bir hızla, her geçen gün daha da artarak büyümeye başlamasının etkisiyle, artık, denizden sağladığı kendi ganimetlerinin tamamını ona vermeye başlamış. Küçük deniz kızı da yaşlı balıkçıdaki bu değişikliği fark etmiş ve bunu, “Ne kadar iyi bir insan. Sadece yol gösteriyorum, bana bütün her şeyini veriyor” ve yaşlı balıkçının yüzünde ve gözünde oluşan canlılığı ise, “Ne güzel, yeniden hayata bağlanmaya başladı. Sanırım amacıma ulaşıyorum!..” diye yorumlamış.

Ama geçen her gün, yaşlı balıkçı için eziyet haline dönüşmeye başlamış. İçi içini yemesine rağmen, bir türlü ona açılamamış olmaktan dolayı çok üzülüyor, dertleniyormuş. Çok istemesine rağmen bir türlü küçük deniz kızına açılamamasının nedeni; onu ürkütüp kaçırmaktan ve sonsuza dek kaybetmekten korkmasıymış. Ona açılma girişiminde bulunmaya karar verdiğinde ise, kendi kendine “Ona, seni seviyorum dediğimde, beni yanlış anlayarak ya hemen çekip giderse?.. Ne yapar o zaman kalbim? İkinci bir ayrılığa ben dayanabilirim, ya kalbim?.. Bu yorgun ve yaşlı kalbim nasıl dayanabilir?” diyerek, vazgeçiyormuş.

Karşılıklı balık-yol şeklindeki bu ilişki, günlerce böyle sürüp gitmiş. Ama bir gün yaşlı balıkçı bütün cesaretini toplayıp kendi kendine; “Söyleyeceğim işte! Çekip giderse gitsin! Eğer kalbim buna dayanamayıp duracaksa da dursun. Sonuçta, sevgiyle duracaktır. Sevgisiz yaşamaktansa, severek ölmeyi tercih ederim” diyerek, küçük deniz kızına "seni seviyorum" demiş. Bu sözleri duyan küçük deniz kızı, çok ürkmüş, korkmuş ve hiç bir şey söylemeden denizin derinliklerinde yitip gitmiş... Çünkü küçük deniz kızı, yaşlı balıkçının onu sahiplenmesinden ürkmüş ve kendisini de o köhne sandalına mahkum etmesinden korkmuş. Ne de olsa küçük deniz kızı, engin denizlerde özgürce yüzmeye alışmış ve üstelik, o güne kadar öyle köhne sandallara hiç binmemiş. Kaldı ki küçük deniz kızının tek amacı; yaşlı balıkçıya yol göstermek, karanlıkta, ona ışık olmak ve onu yeniden hayata, insanların içine döndürmekmiş. Küçük deniz kızı, kendi kendine; “Hiçbir şey söylemeden, konuşmadan, çekip gitmekle acaba saygısızlık mı yaptım? Öylece, çekip gitmemden de etkilenmiştir şimdi... Neyse, yarın sabah erkenden yanına gidip özür diler ve düşüncelerimi açıklarım kendisine.” demiş, ve yosun yatağına uzanarak uyumaya başlamış.


Ve Sevgi


O gece yaşlı balıkçı hiç uyumamış. Çünkü, gece boyunca balık tutmuş. Ta ki, gecenin en karanlık anı olan; şafak sökmeden önceki ana kadar. Denize sarkıttığı her oltaya bir balık gelmiş. Hiçbir oltası boş dönmemiş denizden. Ama yaşlı balıkçı, şafak sökmeden önceki anda tuttuğu bir balık hariç, tüm balıkları, tutar tutmaz gerisin geriye denize bırakmış.. O balığı, özenle teknesinin içindeki çuvalın üstüne bıraktıktan sonra, sandalın baş kısmındaki yere oturarak, balığı seyretmeye koyulmuş. O balığı izlerken gözleri nemlenen yaşlı balıkçı, hiç kıpırdamadan gülen gözleriyle kendisine bakan balığa “Aradığım sendin!” demiş. Bir süre sonra yerinden kalkarak balığı sandaldaki çuvalların altına yerleştirdikten sonra, küçük deniz kızıyla sabah gerçekleşecek buluşma için hazırlıklarını yapmaya koyulmuş ve kısa sürede hazırlıklarını tamamladıktan sonra da uykuya dalmış...

Yaşlı balıkçı, sabah gelen küçük deniz kızı tarafından uyandırıldığında, ona “Hayrola? Ne oldu? Hiç bu saatlerde gelmezdin?” diye, sormuş. Küçük deniz kızı, “Öncelikle, dün hiçbir şey konuşmadan, söylemeden çekip gittiğim için özür dilerim” dediğinde, “Sorun değil. Ben zaten öyle bir şey bekliyordum” demiş, yaşlı balıkçı. “Sana açıklamak istediğim bir kaç şey var!..” diyen, küçük deniz kızına “Dinliyorum” demiş. “Ben, gördüğün bu uçsuz bucaksız denizlerde özgürce yüzmeye alışmışım!.. Üstelik hayatımda hiç sandala binmedim, binmem de. Hele hele, seninki gibi köhne bir sandala asla...” demiş ve ardından “Benim, seninle görüşmekteki amacım; sana yol göstermekti. Amacım, en kör karanlıkta bile sana ışık olarak seni yeniden o küstüğün hayata, insanların içine döndürmekti; senin sevgine sahip olmak ya da sana sevgimi vermek değildi.” diyerek, düşüncelerini açıkladığında, yaşlı balıkçı, kısa bir süre durduktan sonra, küçük deniz kızına
"Seni seviyorum dememin, sana ne zararı var ki?.." demiş... "...şunu unutma Küçük Deniz Kızı, hiçbir balıkçı denizde kaybolmaz! Çünkü, şu gördüğün gökte, onlara yol gösteren bir şeyler, her zaman vardır ve var olacaktır. Sen, bana yol değil tamamen yok olduğunu düşündüğüm bir şeyin, aslında hiç kaybolmadığını gösterdin! Ben, aslında seni veya senleri değil, sevgi'nin kendisini seviyormuşum. Bana bunu öğrettiğin için sana ‘seni seviyorum’ dedim. Her ne kadar, aynı denizde yaşıyor olsak da, çok iyi biliyorum; aynı dünyanın ayrılıklarında yaşadığımızı. Evet Küçük Deniz Kızı evet... görünüşte ikimizde aynı denizde yaşıyoruz ama, bir farkla; sen, onun içinde yaşıyorsun, ben ise, üstünde! Ben, artık yolumu biliyorum! Bildiğim şey için de kimsenin yardımına ihitiyacım yok! Sevginle Kal!..” diye, eklemiş ve küreklerine asılmadan önce, küçük deniz kızına "Bu pakettekileri evine dönünce yersin" diyerek, büyükçe bir paket balık daha vermiş ve küreklerine yüklendiği sandalıyla gözde yavaş yavaş küçülerek kaybolmuş...

Yaşlı balıkçıyı kırmış olabileceğini düşündüğünden, üzgün bir halde evine dönen küçük deniz kızı, hemen yaşlı balıkçının verdiği paketi açmış. Paketin içine baktığında; o güne kadar bu denizlerde hiç görmediği ve de duymadığı parıldayan pullarıyla, etrafına ışıklar saçan pembe renkli, mavi gözlü bir balıkla karşılaşmış! Yanında da, bir bez parçasının üzerine mürekkep balığının, mürekkebine batırılmış oltanın ucuyla yaşlı balıkçı tarafından yazılmış bir not... Notta ise şöyle yazıyormuş: "Bunca yıllık balıkçılık hayatımda, hiç karşılaşmadığım bir şeylerle karşılaştım, dün gece sen gidince! Denize attığım her oltadan balık çıktı. Hiçbir oltam boş dönmedi. Ama, ben tuttuğum her balığı, tutar tutmaz gerisin geriye denize bıraktım. Ta ki tutulacak balığı tutana kadar. Ve sonunda tutmak istediğim; bu gördüğün balığı tuttum! İnsan, ideallerine sıkı sıkı tutunursa, artık idealleri tutunduğu şey olmaktan çıkarak, tutkuya dönüşür.
Hiç görmediğim, bilmediğim bir balığı tutma ideali de, dün gece tutkuya dönüştü bende, sen gidince!.. Ve sonunda başardım da!

Şafak sökmeden az önce tuttum bu balığı. Ben; hiç bu kadar beyaz ötesi beyaz bir balığın, bu denizlerde yaşadığını ne gördüm, ne de duydum! Ya o gözlere ne demeli! Onu, bu köhne sandalımın içine yatırdıktan sonra gözlerine baktığımda, bana bu balığı tutturan şeyin 'sevgi' olduğuna inandım ve bu balığın adını 'sevgi' koydum... Şimdi, Sevgi'yi sana veriyorum... Çünkü, O senin... Ve ben dün, senin sevgin yardımıyla tuttum onu...

Sevginin rengi, her zaman ve sadece beyazdır... hem de bembeyaz! Ve gözü de yeşildir küçük deniz kızı; aynı, senin yatağının yosun yeşili gibi! Ne yazık ki sen, onun gerçek halini hiçbir zaman göremeyeceksin. Sen, şimdi evinde Sevgi'ye baktığında, onu parıltısıyla etrafına ışıklar saçan pembe renkli, mavi gözlü bir balık olarak görüyorsundur!.. Öyle değil Sevgi, öyle değil Küçük Deniz Kızı! Sevgi, görmek istediğin renkte değil, olduğu renktedir...

Ve inanıyorum ki, Ondan bu denizlerde bir tane varsa, bir ikincisi de mutlaka vardır. Ben, onu bulmaya gidiyorum! Onu kimsenin yardımı olmadan, yalnız başıma bulacağım. Çünkü, onu kimseyle paylaşmak istemiyorum küçük deniz kızı!.. Benim Sevgi'm benimle kalacak, Sen de ‘Sevgi'nle Kal...”

Mektubu okuyan küçük deniz kızı hüzünlenerek, “Beni bu kadar çok sevdiğini tahmin etmedim yaşlı balıkçı. Affet beni lütfen” demiş ve kafasını suyun üstüne doğru kaldırarak, “Ama üzülme, emanetin olan sevgiye çok iyi bakacağım” dedikten sonra bakışlarını yosunların üstüne koyduğu balığa çevirerek “Sevgi! Sen artık benimsin... hem de sonsuza kadar... Artık hep benimle olacaksın; ben de seninle. Ölene kadar senin yanından ayrılmayacağım. Ama lütfen bana olduğun renkte görün, yalvarıyorum sana sevgi... lütfen... lütfen gerçek renginde görün!..” diyerek Sevgi'ye sarılmış.

O günden sonra küçük deniz kızı, söz verdiği gibi sevginin yanından hiç ayrılmamış. Yemeden, içmeden kesilmiş. Yaptığı tek şey sadece sevgiyi seyretmek ve uykusu geldiğinde sevgiye sarılıp uyumakmış. Bir de sürekli, Sevgi'ye “Lütfen bana gerçek renginde görün!.. Yalvarıyorum sana!.. Bir kerecik bana olduğun renkte görün” diye yalvarıyormuş. Küçük deniz kızı, gün geçtikçe hiçbir şey yemediğinden dolayı zayıflamaya başlamış. Güçten de düştüğü için artık hareketleri de ağırlaşmış. Sevgi ise hala, parlayan pembe renginden ve etrafına ışıklar saçan mavi gözlerindeki canlılıktan hiçbir şey kaybetmeden yosunların üzerinde öylece duruyormuş. Kendisi eriyip giderken, canlılığından hiçbir şey kaybetmeyen sevgiye bakan küçük deniz kızı; “Ne kadar güzel bir şeysin sen sevgi, ne kadar güzel!.. Ben senin için eriyip giderken, sen hala ilk günkü gibi canlısın!..” demiş.

Küçük deniz kızı, her gece yaptığı gibi o gecede sevgiye sarılı bir halde uyurken düşünde, köhne teknesiyle sahile varmak üzere olan yaşlı balıkçıyı görmüş. Yaşlı balıkçının yanında ise parlayan beyaz teni ve etrafına ışıklar saçan yeşil gözlü, bir bayan varmış. Yaşlı balıkçı, yanındaki bayana sarılarak, küçük deniz kızına “Sana tanıştırayım; bu Sevgi!” demiş. “Sevgi'yi tanımaktan memnun oldum.” diyen küçük deniz kızı hiç ara vermeden konuşmaya devam etmiş; “Sen gittikten sonra, ben hep Sevgi'nin yanında kalıyorum... Senin bana verdiğin Sevgi'nin yanında!.. Onu hiç yalnız bırakmıyorum. Hep ona bakıyor; her gece ona sarılıp yatıyorum. Ama onu ve onun gözlerini bir kere olsun senin mektubunda yazdığın renklerde göremedim. O kadar yalvarmama, yakarmama rağmen Sevgi'yi bir kere olsun beyaz göremedim. Ve onun gözü hâlâ mavi!.. Çok zayıfladım, güçsüzleştim Sevgi geldikten sonra!.. Onu bırakıp yiyecek bulmaya gitmiyorum. Çünkü geri döndüğümde Sevgi'yi bulamamaktan, onu sonsuza dek kaybetmekten korkuyorum. Böyle giderse, çok yaşayabileceğimi de sanmıyorum! Günlerim sayılı... ama olsun, hiç umurumda değil... Zaten, Sevgi'yi gerçek rengiyle göremedikten sonra yaşamanın ne anlamı var ki!..Kim bilir belki öldükten sonra onu gerçek rengiyle görürüm.” demiş.

Küçük deniz kızını dinleyen yaşlı balıkçı ise ona; “Üzüldüm senin bu haline. Niçin hâlâ anlamıyorsun küçük deniz kızı, sevgiyi yanında değil, içinde barındırman gerekir!.. Onu görmen değil, hissetmen gerekir. Sevgi, görünmez yaşanır. Sen Sevgi'yi sadece seyretmekle, ona sarılıp uyumakla ve sürekli onun yanında bulunmakla onun gerçek rengini göremezsin. Onu, ancak sonsuz bir aşkla seversen onun gerçek rengini görebilirsin. Ama üzülerek söyleyeyim ki sen hâlâ elindeki sevgiyi yeteri kadar sevememiş; ona aşık olamamışsın!.. Onun ruhundaki değil, dış görünüşündeki güzelliklere, özelliklere takılı kalmışsın... ‘Zayıfladım, güçsüzleştim, öleceğim’ diyorsun. Senin eriyip, sararıp solmana rağmen Sevgi'de bir değişiklik oldu mu? Olmadı değil mi? Zaten Olmazdı da, Olamazdı da!.. Şunu unutma küçük deniz kızı, sevgiyi hissedersen, sevgi için ölmen değil yaşaman gerektiğini anlarsın. Sevgi, senden hayatını değil, sadece kalbini vermeni bekliyor. Ver ona kalbini küçük deniz kızı, ver ona!..” demiş. Küçük deniz kızı, o anda yaşlı balıkçının yanındaki bayanın birden yok olduğunu görünce, irkilerek uykusundan uyanmış.

Gözlerini hafifçe aralayan küçük deniz kızı, sarılarak uyuduğu Sevgi'nin yanında olmadığını görünce, hızla yosun yatağından kalkmış. Her bir tarafları aramış, taramış ama bir türlü onu bulamamış. İçini derin bir hüzün kaplamış!.. Ve o an yuvasını terk ederek uçsuz bucaksız denizlerde, kaybettiği Sevgi'sini aramaya karar vermiş. Bu kararını uygulamak için güçlü olması gerektiğinden yeniden yemek yemeye başlamış. Yanındaki sevgi için hiçbir şey yapmazken, aradığı sevgi için kendine bakmaya başlamış. Vücudu tekrar eski görünüme ve dinçliğine kavuştuğunda denizlere açılmış. Günlerce, haftalarca, aylarca sevginin peşinde dolanıp durmuş. Ama ne ona rastlamış, ne de ona rastlayan birine...

Sevgiyi bulma yolundaki tüm umutları artık tükenme noktasına geldiğinde, bir gece uyurken düşünde bir balık görmüş. Beyaz ötesi beyaz parlayan pullara ve yosun rengi gözlere sahip bu balık, küçük deniz kızına şunları söylemiş; “Beni, neden hiç olmayacağım yerlerde arayıp duruyorsun küçük deniz kızı? Neden hiç bıkmadan, usanmadan beni her gördüğün kişiye soruyorsun? Ben; yaşlı balıkçıyla düşünde yaptığın konuşmanın ardından yatağından kalkarak senin kalbine girdim. Ben artık senin içindeyim küçük deniz kızı. Hem de ta o geceden itibaren. Ve sen, o geceden sonra sadece küçük deniz kızı olmakla kalmayıp ‘sevgili küçük deniz kızı’ oldun!.
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #505
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Yüreğimin Kanadını Kırasım Geldi
BİNNUR EDİSAN
Vazgeç bu sevdadan..
Hikayeler ve Öyküler -2-




Yüreğimin Kanadını Kırasım Geldi
Ah! Benim hercai yüreğim..
Vazgeç bu sevdadan.
Kaç kere umut sofrasına oturup, her seferinde boynunu bükerek sessizce aç kalktın? Uslanmadın mı! Sen ne zaman bu konuda hayal kursan gerçekler o hızla kaçtı senden. Umutsuz yaşamak nedir hala öğrenemedin! Ne kaldı ki, hayal ediyorsun?
Dokunduğun yürek artık çok değişti kabul et. Gri ve ışıklı bir gecenin pencerene dolmasına izin verseydin aylar önce, görecektin aşkın seni nasıl da yaktığını.Güçlüyüm deme! Gücün bitti artık. O, artık çok uzaklarda aşk şarkıları söylüyor ellere.Başka başka tenlere dokundukça gökkuşağı açtırıyor yüreklerde.Yedi mevsimin solgun tüm çiçekleri bizim yanı başımıza çöreklendi anla artık! Gitmeliyiz.
Her çalan telefonda büyüyüp - küçülme dayanamıyorum! Yok etmeyi bilmek gerek kendine gel: Öleceğim.Uyurken bile hızla çarpan hallerinden usandım artık.Kopup gidecekmişsin gibi geliyor benden.
Gözlerimle belirsiz bir biçimde bir araya gelişlerin de canımı sıkıyor. Olur olmadık zamanlarda ağıtlar yakmak hiç hoş değil. Müzik bile dinleyemez oldum sayende; tansiyonumu yükseltecek kadar gümbürdeyip dengemi bozuyorsun. Kişisel denklerimi dahi alt üst ettin..Gecenin kör vaktinde, yangınını gevezelikle geçiştirmek için tüm enerjimi harcıyorum.Ne zoruma!
Tozu yerinden oynatmak başımıza bela açacak.Bizim aşk kalemiz yıkıldı.Kapat bu sayfayı; kanadını kırasım geliyor!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #506
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Tek O..!



Senin, benim, O’nun yani hepimizin tek dostu var bilir misiniz?
Sessiz sedasız ve bir o kadar da sadakatli.
Can yakmayan.
Üzmeyen.
Ve hep sabırla bekleyen.
Her gece ağzı var dili yok bir şekilde “nerde kaldın”da demeyen,
Öpen,
Dünü hiç düşünmeyen,
Ekmek istemeyen su istemeyen,
Dırdır hiç etmeyen,
İhanetlerinize bile ses çıkarmayan,
Belki de tanık olan,
Yine de her gecenin sessizliğini paylaştığınız
Tek o…
Benim de o tek dostum.
Yatağa yattığımda azgınca saldıran
Öpüşlerime gülümseyen,
Üzerine yapışan saç tellerimi bile saklayan,
Soğuk gecelerimi ısıtıp,
Gözyaşlarımı kurutan
Sevinçlerimi de paylaşan,
Her şeye rağmen de (ben kovmadıkça) asla gitmeyen,
Tek o var yaşamımızda.
Bizim sırdaşımız,
Sevdalarımızın tanığı,
Duygu yağmurlarımızın kurutucusu,
Canımızın yanmışlığına seyirci,
Aykırı dünyamızın tek muhatabı,
Kimi zaman yumuşak
Kimi zaman da bir o kadar da sert
Ama sadece tek o…
Makam mülk peşinde hiç olmayan,
Maddiyatı önemsemeyen,
Ana kuzusu da olmayan,
Mutluluğu var olan ile yetinen,
Şiirlerini içinde yaşayan,
Şarkılarını da sadece sizinle söyleyen,
Kartalların alçaklığına düşmeyen,
Yağmurları usulca selamlayan,
Gökyüzüne hasret,
Evet… evet… sadece tek o…
O, bizim.
O bizimle özdeş,
O hepimizle can,
O kahır mektuplarını içinde saklı tutan,
O değişkenliği hep birlikte yaşayan,
O gizli aşkımız,
O bizim sevdamız…
Dün gece çok konuştum O’nunla.
Anlattım “canımı canım yaktı” oyunundaki son perdeyi.
Dinledi.
Hep sustu.
Hiç de renk vermedi.
Belki de içinden çok şey söyledi.
Baktım yüzüne renklerinin arasında bir şey bulabilmek için.
Hayır!
Bilinenin dışında davranmadı ve izledi.
Hep anlattım.
Anlattıkça coştum.
Akıttım içimdekileri.
Ömrümden haksızca; saatleri, günleri, ayları çalanların acımasız hırsızlıklarını,
Umutlarımın boş kuruşluk sömürülüşünü,
İsyanlarımı nasıl kontrol etmek için çırpınışlarımı,
Bir daha “sevmek” ahmaklığına düşmeyeceğimi,
Her şeye rağmen de sevgim denen olgunun beni tüketişine “dur” diyemediğimi,
Verdiğim sözü “tükürdüğünü yalamak” olarak gördüğümü,
İhanetin iz düşümlerini,
Kapkara yalan maskelerin sırça köşkler gibi bir fiskede çatır çatır çatlayıp darmadağın oluşunu,
Tüm hıncımı O’ndan çıkararak sarılıp anlattım.
Sustu.
Dinledi.
“Yok ki, benden başka seni anlayan ve bilen” der gibi, sarılışlarıma sarılmayarak yanıt verdi mi ne?!!
Veya ben mi öyle anladım.
Canımın canı yastığıma…
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #507
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Satır Aralarına Ördüm Yokluğunun Sancılarını

ismail sarıgene

Hikayeler ve Öyküler -2-
“ Sen üzülme diye satır aralarına ördüm yokluğunun sancılarını. Duyup ağlama diye bir saçak altına sığınıp şimşek gürültülerinde yutkundum sensizliğin çığlıklarını. “


Yüreğinde bir bahar göremeden, kanayan yaralarımı iyileştirmeden çekip gittin. Gitmeliydin, hiçbir zaman dönmeyecek şekilde yüreğimde sana dair ne varsa alıp gittin. Gittin diyorum hiçbir zaman yüreğime gelmemiştin sen. Evet, bu cümleyi kurmamak için ne savaşlar verdim yüreğimin hücrelerinde bir bilsen. Seni üzmemek için acılarımda demlenmiş bu cümleyi hep erteledim dudaklarımdan. Yalnızlığında depreşen yaralarımı görme diye kalemi kırdım, ismini anan dudaklarıma kilit vurdum seni üzecek tek bir kelime söylemesin diye. Sen varken taze tomurcuklar açan kelimelerim yokluğunda paslansın istedim. Sen benim canımdın. Sana ve gözyaşlarına kıyamadım işte. Sana acı vermemek için yüreğimdeki “ senden ” kaçtım. Senin olduğun her yerden uzaklaştım. Hayattan, bu satırlardan kısacası her şeyden kaçtım unutmak için değil senin gidişini kendimden gizlemek için. Gitmelerini erteledim yüreğimin kıyılarında. Bitkisel hayata girmiş varlığını kendi soluğumla yaşatmak istedim. Soluğu tükenmiş bir cana “ canımı “ verircesine yokluğuna anlatan kelimelerden kaçtım..Canımdan canımı koparıp biraz daha varlığında gülümseyebilmek için kendimi seni hatırlatan kelimelerle avuttum. Kendimi “ yalnızlığımla “ aldattım. Gidişlerine kaç kuyruklu yalan uydurdum. Kaç kez kaçınılmaz bu gerçekle aynalarda yüzleşmekten korktum. Hiçbir zaman dillendiremedim senin gidişini hatırlatan kelimelerle. Ama yutkunamadım, dudaklarıma kilit vuramadım işte .” Hiçbir zaman yüreğime gelmemiştin sen. “. Gece olup herkes evine döndüğünde anladım senin bir daha dönmeyecek şekilde gittiğini. Gittin, hiçbir zaman geri gelmeyecektin….


Varlığındayken her gece aradığın vakitlerde ben hala sen ararsın diye seni bekledim sen kokan köşelerde. Seni bekledim hep. Seni beklerken karanlıklarla oyalandım biraz. Körebe oynadım zamanla. Kovalayan yalnızlıktı ben ise sana ve varlığına kaçan oldum. Hep yokluğuna ebe oldum bilmediğim oyunlarda.. Gözyaşlarımı avuç içlerimde saklayıp seni bekledim işte zamanın kör saatlerinde. Seni götüren tarihi alnımın ortasında bir mıh gibi çaktım. Ve hala gittiğin günde hala bıraktığın yerdeyim…Bir gün gelecekmişsin gibi seni bekliyorum sen kokan köşelerde….


Hatırlar mısın bilmiyorum. Senden önceki terk edişlerimi yazdım sana. Acılarımı katık yapıp aynı sofrada paylaşmadık mı seninle. Hüznün içinde umutsuz kaldığımda “ Pes etmeler bize göre değil, yılmakta öyle. Şimdi hadi tut ellerimden. Gir hadi yüreğimden içeri böyle hüzünlü olduğun zamanlar. Orada cennetten bir köşe var senin için. Kuşlar, çiçekler, kelebekler. Orada biraz mutluluk doldur yüreğine, huzur doldur. Sığınağın olsun orası, sığındığın. İçinde akan derede yıkan ve sıyrıl tüm acılarından. “ satırları geliyor dilimin ucuna. Yüreğim ise her satırında seni arıyor. Susup bakakalıyorum senden kalan tek hatıra bu satırlara..Huzur arıyorum gözlerindeki mutluluk ülkelerinin baharlarında. Sığınak arıyorum yalnızlığın ayazlarından kaçıp yüreğimi ısıtabileceğim. Seni arıyorum lakin yüreğimde bulamıyorum. Ruhum gitti derken yüreğim kabullenmiyor gidişine.. Ruhumla kalbim arasında tek başıma kaldım. Gittin mi yoksa giden sadece mevsimler miydi bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var ; yalnızlığında yetim, karanlıklarda sensiz kaldım…


Bu satırları yazarken annem ile kız kardeşim yan odada ben ise sessizce gözyaşlarımla sana akıyordum senin sırtınmış gibi yokluğunu hatırlatan duvarlara yaslanarak. Hiçbir zaman gelmeyecek olsan da imkânsızlığına bırakıyordum fakir kelimelerimi. Ağlıyordum, sesimi kimseler duymasın diye ağzımı ellerimle kapatıp ağlıyordum. Yüreğim gözyaşlarını giyinip sana ve yalnızlığa akıyordu kirpiklerimden. Biliyorum ki bu gözyaşlarım senin için. Kirpiklerimden akan her gözyaşına bir dua ekledim canım. “ Benim her ıslak gözyaşım sana umut dolu bir gülücük olarak dönsün “ duasını dudaklarıma ilmekleyip sana bıraktım ıslak gözyaşlarımı..Ve mektubu okurken ağlarsan dokunma gözyaşlarına, bırak aksın yüreğin satırlara, toprağa. Aksın ki ; susuz kalmış ceylanlar gözyaşlarınla beslensin.


Sen bu satırları okurken ben tek hayalimiz olan kızımıza “ sonbahar mektupları “ yazıyor olacağım. Gittiğin günün tarihini kaderime mühürleyip yalnızlığın demli çayından sensizliğini yudumlayacağım. Seni anacağım yıldızların karanlıklarla dansını izlerken. Ve yağmur yağarken yüreğine dokunacağım usulca.. Bir gün kavuşmamızın ahiretin güneşinde olacağını düşünerek ismini anacağım imkânsızlığın kör saatlerinde. Elinde yıldızlar, yüreğinde beni alarak gelmeyecek olsan da her zamanki gibi gecenin en dar vaktinde seni bekliyor olacağım..


Her kelimem yalnızlığa tutsak.
Her gülüşüm sana uzak.
Yüreğimle yüreğine dokunsam,
Gülüşün düşer haramın avuçlarına.
Gözyaşlarımı yüzüne bıraksam,
İmkânsızlık düşer hasret paydalarımıza.

Güneşler kurutmaz ıslak kirpiklerimizi.
Şarkılar avutmaz ikimizi de.
Gün gelir,
Gözlerimizden akan
Yaş olur ayrılığımız.
Gün gelir,
Yüreğimizi yakan
Yangın olur yalnızlığımız.
Gün gelir,
Yoklukta yüreğimizi dayandığımız sırt,
Uçurumlarda tutunduğumuz bir dal olur
İmkânsızlığımız.

Ve bir gün Cennetin köşelerinde
Sarıldığımız gül kokulu bir sevda olur
Islak gözyaşlarımız…..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #508
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
FEDAKÂRLIK

Yüksek dağlarla çevrili bir ovada, komşu iki köy vardı. Bu iki köyü bir birinden küçük bir akarsu ayırıyordu. Sanki akarsu yalnızca köyleri fiziki olarak değil insanlarının özelliklerini de kesin bir çizgiyle ayırıyordu. Köylerden birinde yaşayan insanlar, bencillikleriyle tanınır. Başkalarına değer vermez, ben eksenli bir hayat sürerlerdi. Hatta bencillikte o kadar ileri gitmişlerdi ki, aynı evin fertleri bile birbirini çekemezdi. Bu kötü özelliklerinden dolayı köylerinin ismi ‘’bencil köy’’ olarak kalmıştı. Akarsuyun öbür tarafındaki köy ise, birbirini seven ve saygı duyan insanlarla doluydu. Kendi arzuladığı bir şeyi komşusu için terk eder yani komşusunu kendisine tercih ederdi. Sevgi, bu köyün insanlarında bambaşka bir hal almış, adeta ulvi hislerle bir bağlantı haline dönüşmüştü. Burası bir köy değil sanki kocaman bir aileydi. İnsanları birbirini çok sever, kısa süre görüşmeseler birbirlerine özlem duyarlardı. İçlerinden birisinin derdi olsa hep beraber kendi dertleriymiş gibi sahiplenir, o sorunu elbirliğiyle çözerlerdi. Bu muhabbetin neticesi olarak bu köye ‘’sevgi köyü ‘’ derlerdi. Sevgi köyünde Ahsen isminde bir genç yaşardı. Köydeki her insan birbirini çok severdi ama Köy halkının Ahsen’e duyduğu sevgi daha bir farklıydı. Ahsen, yakışıklı, zeki, kuvvetli ve çok ahlaklı bir gençti. Köyde genç kızı olan aileler Ahsen’i damatları olarak görmek için can atarlardı. Ahsen bir gün akarsuyun öbür tarafına geçmiş balık tutuyordu. Tam bu sırada bir yardım çığlığı duydu.—Kuzum, kuzum suya düştü. Yardım edin ne olur!Ahsen akarsuya atladı ve küçük kuzuyu sudan çıkardı. Onu çobana teslim etmek için çobana doğru yürüyordu. Birde ne görsün çoban genç ve bir o kadarda güzel bir kızdı. Güzel kız Ahsen’i, Ahsen güzel kızı uzun süre seyrettiler. İkisi de bir başka aleme dalmış, derin düşünceler içerisinde kaybolup gitmişlerdi ki, küçük kuzunun ‘’meee meee’’ sesiyle kendilerine geldiler. Ahsen kuzuyu teslim etti ve arkasına baka baka köyüne doğru yola koyuldu. Yol boyunca genç kızı düşündü. Onun güler yüzünü, gamzeli yanaklarını… Düşündü… Düşündü.
Ahsen güzel çobana aşık olmuştu. Yalnız ortada bir sorun vardı. Bencil köy ile sevgi köyü arasında hiç evlilik olmamıştı. Ahsen bu durumun sorun olmasından çekiniyor ama aşkından da emin olduğu için aşacağına inanıyordu. Köyün büyüklerine bu durumu söyledi. Onlarda köy meclisini toplayıp karar vereceklerini söylediler. Sevgi köyünün ileri gelenleri toplanmış Ahsen’in karşı köyden evlenip evlenemeyeceğini tartışıyorlardı.—Ahsen, ahlaklı bir gençtir. Şayet o köyden evlenirse onu kaybederiz. O da zamanla onlar gibi olur ve içindeki sevgisini kaybeder…Ve buna benzer duygularını dillendirdiler ve kararı verdiler. Ahsen’in evlenmesini istemiyoruz. Sıra bu kararı Ahsen’e söylemeye gelmişti. Ahsen’i içeriye çağırdılar. Köyün en büyüğü ve toplantının başkanı Ahmet amca konuşmaya başladı:—Ahsen evladım. Aşk, sevginin en güzel şekilde hayat bulmasıdır. Ancak sevgi ve bencillik aynı anda yaşayamayacak duygulardır. Seni çok severiz. Bencil köyden bir kızla evlenirsen seni kaybedeceğimizi düşünüyoruz ve seninde zamanla bencil bir ruh hali alacağından endişe ediyoruz. Bu sebeple senin o köyden biriyle evlenmeni istemiyoruz.Ahsen, bu cevaba üzüldü ama büyüklerine bir şey öğretmesi gerekiyordu. Ve konuşmasına büyük bir saygı ile başladı:—Ahmet amca, sizler benim büyüklerimsiniz. Sizlerin verdiği kararı, bana bu yaşıma kadar vermiş olduğunuz erdemli duygular sebebiyle kabul etmiyorum. Çünkü sevgi fedakârlık ister. Başkasını kendimize tercih etmediğimiz müddetçe gerçek sevgiyi bulmuş olmayız. Beni kaybetme korkusuyla, evlenmeme karşı çıkmanız, bencil bir duygudur. Bir tarafta beni kaybetme öbür tarafta ise bir köyü kazanma ihtimali vardır. Şayet bu fedakârlığı gösterirsem, o köyde bir sevgi köyü neden olmasın? Sevgi, fedakârlık ise ben bu fedakârlığı göstereceğim.Odada bir sükûnet oluşmuş. Ahsen’in verdiği cevap büyüklerin yüzlerinin kızarmasına sebep olmuştu. Ahsen, ismi gibi bir yanıt vermişti.Ahmet amca:—Evlat, sen doğru kararı vermişsin. Düğüncü başın ben olacağım. Ahsen ve bir gurup köy büyüğü, karşı köye kızı istemeye gittiler. Haliyle diğer köy haklıda bu evliliğe soğuk bakıyor, sorun çıkarmaya uğraşıyordu. Ama Ahsen ne yapsalar kabul edecekti. Kızın babası:—Kızımı veririm ama Ahsen köyümüzde yaşayacak.Ahsen’in yanındakiler bu isteğe çok kızmışlardı. Ahsen:—Peki, efendim, siz nasıl isterseniz, öyle olsun dedi.Ahsen, sevgi için fedakârlık nasıl yapılır iki köy halkına da göstermişti. Bunu yaparken nelerden vazgeçmemişti ki; doğup büyüdüğü köyünden, arkadaşlarından, ailesinden ve daha nelerden vazgeçmişti. Değer miydi, peki?Ahsen’e göre değerdi. Çünkü fedakârlık olmazsa kuru bir sevgi neye yarardı ki!Her şey yolunda gitmiş ve Ahsen güzel çobanıyla evlenmişti. Haliyle yeni köyüne alışması kolay olmamıştı. Üstelik insanlar hep kendini düşünüyordu. Ne olursa olsun herkesi sevecek hiçbir zaman kendini düşünmeyecekti, aynı sevgi köyünde ona öğretildiği gibi. Zaman su gibi geçiyor. Köy halkı Ahsen’e de bencilce tavırlarını sergiliyorlardı. Lakin ne yapsalar karşılığında Ahsen’den güzel bir karşılık buluyor ve mahcup oluyorlardı. Bencil köyünde işler eskisi gibi değildi. Ahsenin bu güzel tavırları köy halkını etkilemiş, onlarda sevgi tohumları kendisini göstermeye başlamıştı. Birbirlerini artık seviyor, haset etmiyorlardı. Yıllar geçmiş ve Ahsen’in evlatları olmuştu, aynı babaları gibi yakışıklı, zeki ve ahlaklıydılar. Ahsen’in yıllar önce yaptığı büyük fedakârlık meyvesini vermiş. O bir zamanlar bencil olan köyden eser kalmamıştı. Artık köy halkı birbirini seven, sayan ve kendisini komşusuna tercih eden insanların yaşadığı ‘’Ahsen bir köy ‘’olmuştu. Sevgi için fedakârlık yapan daima meyvesini alacaktır. Kendimizden bir şeyler feda etmediğimiz müddetçe hissedilen her duygu gerçek bir sevgi değil, sadece kuru bir his olarak kalacaktır. Fedakârlık eden anneler olmasa yeni nesiller var olmayacaktır. Sevdiği için fedakârlık eden âşıklar olmasa, Mecnunlar yaşasa da değerini bulmayacaktır. Fedakârlık eden Ahsen gibi, sevgi tohumları saçmak ne güzel!


MUSA KARAKAYA
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #509
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Bedelini "" Yüreğimle "" Ödediğim En Masum Günahındım
ismail sarıgene

Hikayeler ve Öyküler -2-
“ Varlığın acı veriyor olsaydı bana;
Seni ölüme sevmez,
Gelmeyeceğini bile seni beklemezdim hala.
Ben sensizlikte bile "seni yaşıyorum" sevgili... ”

Mevsim, sonbahara akarken ben de sana geliyorum. Elimde yokluğun yüreğimde suskunluğunla sana geliyorum sevgili. Ilık bir Eylül gecesi kentin yorgun kaldırımlarında tanıdık kelimeler arıyorum sevdana dair. Sana dair tek bir kelime yeterdi bana. Tek bir nefes bile gülümsemem için yeterdi bana..Sensizlikte kanarken sol yanım, ben hep seni düşledim zembereği kırılmış zamanın avuçlarında. Seni aradım güneşin sıcak alnında, senin ellerini aradım yağmurun ıslak dualarında.

Sana gelirken toprak yağmur kokuyordu sokaklar ise yalnızlık... Sana çıkan tüm yollar arsız dikenlerle süslenmişti sanki. Ayaklarım kan revan..Bir yanım uçurum bir yanım sensizlik ama her şeye inat sana geliyorum. Hava puslu, etraf ise sensizlik .. Dikenlere aldırmadan yalınayak yürüdüm gecenin dar sokaklarında. Yüreğimle ezdim tüm engelleri, ayaklarımla öptüm yollarındaki ikiyüzlü dikenleri. Her şeye inat sana geliyorum bir elimde mevsimlerin koynundan çaldığım ılık bahar bir elimde bulutların saçlarından arakladığım rüzgar ile .. Bir ömür uzaktan sana geliyorum bir elimde bir avuç gülüş karakışlarda güneş bil diye bir elimde bir yudum umut zifiri karanlıklarda aydınlığa sımsıkı tutun diye. Sana geliyorum sevgili....

Unutmadan sevgili; gittin diye meteliksiz bir intiharın ayakuçlarına boynunu büken bir kukla olmadım hiçbir zaman. Gittiğin gün kansız ve acımasız bir ihtilalin demir kelepçeli zamanlarından kaçıp sen diye ipsiz uçurumlara sığındım. Yokluğunda kimi zaman bir çocuk gibi koynunda ağladım kimi zaman kirpiklerinden ıslak yağmurlara kaçtım. Sensizlikte her gece arsız fırtınalarına göğüs gerdim ve esrarkeş yangınları sen diye koynuma alıp yüreğimde közledim yalnızlığının ıslak çığlıklarını. Evet gittiğin gün sen kokan kelimelerim çıplak kaldı dudaklarımda. Yüreğim gözyaşına asılı kaldı gözkapaklarımda. Ama hiçbir zaman boynumu bükmedim yokluğuna. Pes etmedim sensizlikte kıyılarıma vuran hasret dalgalarına. Direndim, savaştım yalnızlığınla. Kan revan içinde kalsam da, bilmediğim fırtınalarda sensiz savaşsam da ben hiçbir zaman “ yalnızlığına “ yenilmedim sevgili....

Gittiğin günden beri tek bir kelime konuşmadık seninle. Giderken seninle gitti taze baharlarım. Yetim kaldım mevsimlerin koynunda. Gözlerindeki sıcaklığı aradım güneşin sınırsız coğrafyasında. Seni sordum memleketimden göçen turnalara. Ama bulamadım seni. Yüreğimin derinliklerinde. kaybetmiştim seni. Aldığım nefeste, hayata bıraktığım her gülüşte seni aradım. Bulamadım işte. Ucube binaların nemli duvarlarına dayanıp sana ağladım. Dudaklarımı kapatıp kelimelerimle yalnızlığına ağladım. Ama hiçbir zaman ne kadere ne de sana isyan ettim. Gittin diye hiçbir zaman suçlamadım seni. Varlığına küfürler edip arkandan beddualar savurmadım hiçbir zaman. Gitmiştin beni “ sensiz “ bırakarak. Gitmiştin aramızda yaşananları bir kibritle zamansız yakarak. Ama gittin diye hiçbir zaman unutmadım seni. Yokluğuna inat yaşattım seni. Gittin diye bir ikindi vakti kefensiz satırlara gömmedim seni. Varlığın bana hiçbir zaman acı vermedi ki ben seni gidişinle suskunluğuna gömeyim sevgili…Seni “ sen “ diye sevdim ben. Varlığına inat yokluğunda bile sevdim seni. Sana duyduğum sevgim bir günlük olsaydı eğer; seni “ sensizlikte “ bile yaşatmazdım sevgili. Seni hiçbir zaman “ acılarımın metresi ” diye sevmedim ki ben. Ben yüreğindeki sıcaklığı, tenindeki saklı baharları ve gözlerindeki ıslak gözyaşları sevdim. Seni hep " aldığım nefes " bildim. Yüreğime dokunduğun için, yarım bir adamı sevginle tamamladığın için sevdim seni...

Satırlarıma sonvermeden bilmen gereken bazı şeyler var sevdiğim. İyi dinle beni sevgili. Cümlelere değil kelimelere örülmüş anlamları iyi algıla sevgili.. Yokluğunda seni aradım yorgun gecenin gri sabahlarında. Yalnızlığında kanattım fakir kelimelerimi. Dilimde birikmiş ve bir kaç cümleyi geçmeyen itirafım var sana canım. İyi dinle beni şimdi. Sensizlikte “ seni aldattım sevgili “. Yanlış duymadın sevgili. Açık açık utanmadan sıkılmadan seni aldattığımı söylüyorum sevgili. Sensizliğin soğuk gecelerinde seni aldattım. Hem de defalarca… Başucumda bu imkansız sevdanın sevapları dururken ben seni “ günahlarınla “ aldattım sevgili. Yokluğunda kanarken tövbesi yarım kalmış günahlarınla seviştim yalnızlığının buz tutmuş yatağında. Her gece bedenimi ateşlere serip günahlarınla seviştim kan ter içinde. Közlenmiş bedenimle, terkedilmiş yüreğimle tövbesi oldum en masum günahlarının. Seni sensizlikte “ senin günahlarınla “ aldattım sevgili…Sen benden uzaklarda iken bensiz zamanlarda işleyeceğin her günaha bedenimle kefil oldum. Körpe ve filizlenmemiş acılarını satın aldım ömür defterinden. Evet, tüm günahlarını ve bensiz yaşayacağın tüm acılarını satın aldım karşılığını “ yüreğimle “ ödeyerek.

Sen bu satırları benden uzaklarda okurken ben bir kelebek edasıyla baharın ince dallarından binlerce çiçeği yüreğimin eteklerine topluyor olacağım. Bir gün Cennetin taze baharlarında buluştuğumuzda giyineceğin “ beyaz duvağı “ süslemek için en parlak yıldızları çalacağım gecenin kirpiklerinden. Sen benden “ bir ömür “ uzaklıkta yaşarken sensizlikte bile sen varmışçasına sevdana nefes alıyor olacağım. Her gece günahlarınla sevişip güneşle beraber perdelerine gelip yüzüne ilk gülümseyen ben olacağım sevgili... Sen beni unutsan da ben seni yüreğimde yaşatacağım. Uzaklarda bir yerde yaşıyor ve nefes alıyor olmanı en büyük mutluluğum bilip acılarına delicesine yanacağım. Közlenmiş yüreğimle bir sonbahar gecesi ıslak saçlarına yağacağım avuçlarımda güller ile. Gözbebeklerinden yuvarlanıp ayakuçlarına serileceğim. Gülüşlerini nefesim bilip “ sensizlikte “ bile sana yaşıyor olacağım sevgili. Adını yüreğime vurulmuş bir mühür bilip dudaklarında anılan dua olarak hep seninle nefes alacağım sevgili..

“ Sen bana “ bir ömür “ uzakken ben sana bir nefes kadar yakınım sevgili.
Gelmeyeceğini bile bile ben hala seviyorum seni. “

Gün gelecek,
Adımı unutmak zorunda kalacaksın
Puslu gecenin yorgun sabahında.
Bir kibrit çakıp yaşananlara,
Tek tek yakacasın benli hatıraları
Ömür defterinin en masum günahında.

Duvarlarında asılı takvimlerden düşen
Bir gün gibi,
Ağladığında yüreğine gömülen
Bir hüzün gibi
Yavaş yavaş eriyeceğim dudaklarında.
Ama ben sana inat,
Yokluğuna inat,
Bedenimle közleneceğim günahlarında.

Seni benden alan kadere,
Tek bir kelime etmeden
Seni içimde yaşatacağım.
Çünkü ben senin;
“ Bedelini yüreğimle ödediğim
En masum günahındım….”

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #510
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Ayrılığın Darağacında Hançerlendi Aşk
Arda Edip


Yargısız bir infaza hüküm giydi aşk ve hükmünü yitirdi; ayrılığın darağacında idama mahkum oldu.

"Rüzgarlar, ağaçlar, gökyüzü ve yeryüzü ve şu umman, yıldızlar, şu asuman; hep var oldukça ve ben, burada oldukça, sen de olacaksın. Bedeli bu muydu sevmenin? Korkulara yenilir miydi savaşçı yürekler? Bunların hiçbirinin cevabını bilmiyorum şu an. Üzgünüm. Hoşça kal!"

Kalabalık yalnızlıklarla doluydu ayrılığın darağacına giden yol. Kalanlar vardı o kısacık yolda, düşenler; gücünü tüketerek dar zamanın öksesinde. Yitirmişlerdi yeni bir yaşama merhaba deme şansını; saramamışlardı yaralarını ve kanamışlardı oluk oluk. Yürüyenler vardı; koşanlar, arada bir durup arkasına bakanlar, umutlananlar, soluklananlar, ayakları geri geri gidenler. Korkaklar da vardı, cesurlar da. Kalabalıktı alabildiğine ayrılığın darağacına giden yol ve ben de o kalabalıkların içindeydim artık.
Arkamdan yükseliyordu yargıcımın sesi;
"Her gün biraz daha derinden hissediyorum yokluğunu." Ben yokluğunun en içindeydim oysa hep. "Uzaklaşıyorsun benden." Evet uzaklaşıyordum; uzaklaştırılmıştım çünkü. Ayaklarına prangaları vurarak ayrılığın darağacına yollamıştın aşkı. "Gökyüzü var oldukça, sen var oldukça değil. Yok oluyorum git gide, biliyorum. Hak ediyor muyum? Belki."
Verilmişti hükmü aşkın; geri dönüşsüzdü. Geri dönüşsüzdü darağacına giden yolculuğum; durup geriye bakmak anlamsızdı. Korkuyordum evet; kendime değildi korkum; güçlüydün biliyordum ama yine de yalnızlanmandan korkuyordum. Dönüşsüz yolculukların başladığı yerdeydim. Sen, gitmeliydin artık ve vazgeçmeliydin durup durup arkana bakmaktan.

"Gitmekten korkuyorum" diyordu yargıcım; "çünkü gitmenden korkuyorum." Ben, ölüyordum sen korkuyordun. Korkuyordum korku duymandan. "Korktuğum zaman ellerimi bir an bırakacağın hissinden de korkuyorum."
Ölüler nasıl tutabilirdi ki? Henüz bilmiyordum.
Çığlıklarımı susturamıyordum. Nasıl adaletsiz bir korkuydu o ve nasıl bir infazdı ki tüm korkuları içinde barındırıyordu. Adaletsiz, asaletsiz korkular. Yargıcına teselli veren mahkum gibi hissediyordum kendimi. Çaresizliğin ve saygısızlığın öfkeleri çöreklenmişti içime. Bir an sorunuydu artık bizim için son. Her şeye hazır olmalıydık. Susmalıydık. Yaklaşıyorduk son’a. Metanetin en gerekli olduğu anları yaşıyorduk ama o da, darağacına yaklaştıkça uzaklaşıyordu benden. Teselli arıyordu yüreğim; çaresizdi, geri dönüşsüzdü yolları.
"Nasıl izbe bir gecede bıraktın beni, nasıl izbe bir yerde tek başıma? Yolun sağı solu uçurum. Sesin yok, elin, gözlerin yok... Ne leylim bir gece. Uykular rakkase!"
"Her yıl bu zamanlar kanayacak yüreğim. Nasıl bir yer bu gittiğimiz, kör kuyu?"
Gelmişti vakit. Susmalıydık; susturamıyordum seni, yüreğimi susturamıyordum. Yaklaşırken darağacına ben, hiç olmadığı kadar titriyordun. Güçlü olmalı ve gitmeliydin hemen. Kasırgalara dayanaksızdın çünkü. Ben ise kasırganın kendisiydim artık ve meydan okuyordum uçurumlara. Tüm heybetiyle karşımdaydı son.

"Sen de mi gidecektin uğrunda ölümlere gidip geldiğim. Sen de mi hançer vuracaktın ayrılık yollarında? Bir sana susamıştım çöllerde bil ki; bir sendin susadığım. Olmasa da varlığın şimdi canım; yokluğunu varlığın sayarım…"
"Suçlama beni, bırakıp gidiyorum diye seni. Bağrımı yakan bir yaradır bu ayrılık şimdi. Belki kanımdadır sevişmelerin yangını, öylece girerken günlerin bağrına. Taşıyorum sımsıcak gülüşünü. Suçlama beni. Ben var oldukça, sen de bende olacaksın. Unutmak kolay mı sanıyorsun? Hiçbir şeyi unutmama özelliğimi bir tek sende sevdim. Suçlamıyorum, bırakıp gidiyorsun; biliyorum senin de yüreğini yakan bir yara bu ayrılık."
"Artık ışıklar sönmeli, kapanmalı kapılar, durulmalı sular. Artık son kez gelmeli ve gitmeliyiz ikimiz de. Yolundan çekilmeliyim. Ve benimle anılmamalısın."

Boğuluyordun, biliyordum. Kendi med cezirlerinden yorulmuştun. Korkularının esiriydin. Bir savaşçı değildin. Aşamadığın engellerin ardında yitip gidiyordun. Korkak mıydın? Belki! Ama bir vurgundu bu; yürek vurguncusuydun. Gidiyordun yiterek korkularının kuytusuna. Ve bilmiyordun, yakışmadığını savaşıma. Bir yıkımdı yaşanan evet. Gitmeliydin artık.

Ve tırmandım darağacının merdivenlerinden. Ayaklarım hayır, geri kaçmadı hiç. Eğmeden başımı iskemlenin üzerine çıktım. Ve gamsız kementle burun buruna geldim. Gözlerimin önündeydi işte ve anlamlı anlamlı sallanıyordu. Benden öncekilerin izleri görülüyordu garip bir şekilde; çığlıklarını da duyabiliyordum.
Çığlık çığlığaydı yargıcım da;
"Gittin. Bilmiyorum nerdesin? Belki de yüreğinin bir köşesindeyim, yaşamındayım senin ama şu terkedilmişlik duygusu gelip çöreklendi yüreğime, yapıştı; bırakıp gitmiyor. Bencil miyim? Belki."
Belki’siz bir bencillikti seninki evet. İzbesindeydim gecenin ve darağacının üzerindeydim; sınırındaydım varlıkla yokluğun. Terk eden sendin ellerimizi, terkedilmişliğimi çalan da sendin. Gasptı yaptığın tam da ve çöreklendirmiştin yüreğine terkedilmişliği.
Ben ise, henüz gitmemiştim, darağacındaydım. Nasıl izbe bir gecede nerelere yuvarlamıştın beni ki, görmüyor ve bilmiyordun; dahası duymuyordun da.
Az sonra boynuma geçeceğini düşündüğüm kementle burun buruna idim. Ve habersizdim; ihanetin kementi usulca boynuma geçmişti; fark etmemiş, hissetmemiştim. Bir ılıklık yayıldı önce yüreğime. İçimi titreten bir ılıklıktı bu. Farklı benden olmayan, bünyemin dışladığı. Neler oluyordu, bilmiyordum o an.
Savunmasızdım ve iskemlemi aniden tekmeleyişin oldu gidişin. O an anladım ki sen hançerlemiştin de beni; aldatmıştın. Ayrılığın darağacında hançerlemiştin aşkı. Ve ben bunu anladığımda kendimi o aşağılık kementte sallanıyor buldum. Son sözsüz, özsüz, bayağı bir son olmuştu bu.

Ağır bir ceza olmuştu evet ayrılığın. Asılmıştı yüreğimin duvarına verdiğin hüküm. Savunmasızdım; infazın da yargısız oldu.

Geçti. Saatler geçti önce; o her biri günler süren. Sonra birikti, aylara döndü; ve yıl nihayetinde. Şimdi yerkürenin en ıssız, en ücra köşesindeyim. Mezarımın üstü örtüsüz, topraksız; öylesine bırakıp gittiğin yerdeyim hala. Ve hala açık sensiz bebekleriyle gözlerim. Hala boynumda o aşşağılık kementinin izleri ve yüreğimde saplı hala hançerin.
"Ay gecede tutsak, sen uzaklıklara. Uzaklıklar değil ayı tutsak eden de, biziz tutsağı uzaklıkların. Birkaç saat süren bir tutum değil bizim tutulmuşluğumuz. Uzatmışız çağlardan çağlayıp gelen kementlere boynumuzu; parçalamak dururken sınırları. Azatsız köleleri olmuşuz acıların…"
Yüreğimde o hançer saplıyken nasıl direnebilirim zamana şimdi? Ve nasıl direnebilirim nefrete, o acımasız duyguya? O zamanın silahına, gittikçe keskinleşen ve belirginleşen duyguya. Sevgimle direneceğim desem de o nefret onunla beslenmiyor mu zaten? Ne kadar büyükse insanın aşkı o kadar da hazır değil midir nefret duymaya?
Bir yürekti açtığım; kaçmadım da hançerinden sevgili. Vur şimdi gecelerde sefil ihtiraslarla dolu kadehlere sen. Benimse içtiğim yokluğundur; dün de , ondan önce de…
"Zamana yenilmeyelim ne olur?!"
Yenildik, bitti. Işıklar söndü, kapandı kapılar ve duruldu sular.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat