Arama

Ekoloji ve Çevre Hakkında Makaleler - Sayfa 3

Güncelleme: 21 Şubat 2019 Gösterim: 141.765 Cevap: 64
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #21
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Sessiz Tehlike


Jeo. Müh. Nevzat BAYHAN
Sponsorlu Bağlantılar
Ekoloji ve Çevre Hakkında Makaleler
Fosil yakıtlarından ve canlılardan neşredilen ve orman azalması neticesi fazlalaşan CO2 güneş ışığının yeryüzüne ulaşmasına müsaade eder fakat yansımasını önler

Sıcak iklimlere has bitkileri soğuk memleketlerde yetiştirmek için seralar kurulur. Seralar, şeffaf maddelerle örtülmüş kapalı sahalardır. Seraya giren ışığın bir kısmı yansıtılırken, frekansı düşmüş olduğu için kaplama maddesi (cam, naylon) tarafından tutulur. Bir nevi hapsedilir. Böylece sera açık sahalara nazaran daha fazla ısınmış olur. Bu hâdise "sera tesiri" olarak isimlendirilir.

Atmosferde normalde % 003 – 005 nisbetinde bulunan CO2, güneşten gelen ışığı kısmen emerken, dünyadan gelen ışığı geri yansıtır. Yani bir nevi sera tesiri gösterir. Bu nisbet arttıkça CO2'in ayna tesiri de artar.

Renksiz ve kokusuz olan CO2 gazının miktarı bitkilerin hayatlarını sürdürmeleri ve dünyanın belirli bir sıcaklıkta kalması için tesadüfe yer vermeyecek şekilde hassasiyetle tayin edilmiştir. İnsan eli bu muvazeneyi bozmadığı müddetçe karbondioksit gazı atmosferde daima dengede tutulur.

Dünyanın yaratılış devrelerinde atmosferdeki CO2 miktarı çoğalmış, bunu telafi için bitkiler daha fazla sayıda yaratılırken, deniz diplerinde de fazla miktarda kalsiyum karbonat (CaCO3) çökeltileri meydana getirilmiş, böylece kısa zamanda denge kurulmuştur.

CO2 miktarının atmosferde artmasının dünyayı izole ederek ısının radyasyon yoluyla fezaya kaçmasını engelleyip yeryüzünün sıcaklığının yükselmesine sebep olacağı düşünülmektedir. Son yıllarda kömür, petrol vs. tüketiminin hızlanması neticesi, bacalardan aşırı miktarda CO2 gazı çıkmış ve bu nisbet kısa zamanda % 10 gibi yüksek bir miktarda artma göstermiştir. Bu artış devam ettiğinde kutuplardaki buzulların eriyerek deniz seviyesinin, bugünkünden 100 metre daha yükseleceği, neticede bir çok kıyı şehirlerinin ve en verimli arazilerin sular altında kalacağı ileri sürülmektedir.

Ormanların, atmosferimizdeki CO2 dengesi için ne denli ehemmiyetli olduğu anlaşılmıştır. Mesuliyetsizce ormanları tahrip edenler bu dengeyi de hayatın aleyhine çevirmiş olmaktadır. 14 asır önce söylenmiş olan şu söz sanki bugünü görmüşçesine Yüce Rehber (s.a.v.) dilinden ne güzel ifade edilmiştir.

"Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse muhakkak onu diksin!"

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:01
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #22
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Kuşlar ve Çiçekler Diyaloğu


Tarık ÇELİK
Sponsorlu Bağlantılar
Güngör KAMER
balcicekÇiçekler, kuşlar ve böcekler yardımlaşma zincirinde birer halka. Bu zincirin anlattığı da, kâinatta tesadüf ve nizamsızlık olamayacağı gibi, canlılar arasında da gayesizlik ve boşuna yaratılmışlığın olmayacağıdır.
Birçok tropik memleketlerde çiçekleri ziyaret ederek onları tozlaştıran ve böylece kendi gıdasını da temin eden kuşları görmek mümkündür. Kuş araştırmacılarının son senelerde bu bölgelerde yaptıkları tetkikler pek çok gerçeği gün ışığına çıkarmıştır.

Dev mercan ağaçları (Erithrina ve Butea) buralardaki muson ormanlarını adeta kaplamış vaziyettedir. Kapalı tohumlular (Angiospermae) grubuna dahil olan bu nebatlarda tohum taslakları, meyve yapraklan (Karpetler) tarafından çepeçevre kuşatılmış bir ovaryum (Yumurtalık) İçerisinde bulunmaktadır. Bir ferdin poleni (Erkek üreme hücresi), umumiyetle bir böcek veya kuş tarafından, ya aynı fert-deki başka bir çiçeğin yahut da diğer bir fertdeki herhangi bir çiçeğin dişi organı tepeciği (Stigma) üzerine getirilerek onun burada çimlenmesi sağlanır. Çimlenen polenin polen tüpü veya hortumu gelişerek döl yatağına (Ovaryum) doğru uzanır. Buraya ulaşan polen tüpünün uç kısmı yine burada açılır ve içerisindeki muhteviyat embriyo kesesine boşaltılır. Bu suretle de tozlaşma sağlanmış olur. Tozlaşmada aracı olan kuş veya böcek de bu vazifesine karşılık, Sonsuz İhsan Sahibi tarafından, şekerli bir usareden ibaret olan nektar (Bal-özü) ile mükâfatlandırılır.

Orta Avrupa'da tozlaşma umumiyetle böcekler (Entomogami) ve rüzgârla (Anemogami) gerçekleştirilirken, tropik sahalarda ise daha ziyade kuşlarla (Ornitogami) yapılmaktadır.

Kuşlar, çiçekler tarafından çarpıcı renk ve hoş kokulan yanında, büyüklük ve şekilleriyle de cezbedilmektedir. İnsan gözüne nispetle kuşların gözleri gündüzün renk tayfında kırmızıya daha hassastır. Ve ne enteresandır ki, kuşların tozlaştırdığı bütün çiçeklerde umumiyetle kırmızı ve buna yakın tondaki renkler hâkimdir. Çok nadir olmak kaydıyla sarı ve mavi rengli çiçekler de bazı kuşlar tarafından ziyaret edilebilmektedir. Tabiatta mevcut en güzel çiçeklerin kuşlar ve böcekler tarafından tozlaştırılan çiçekler olduğunu da belirtelim.

Çiçek ve kuş arasındaki münasebet o kadar hassastır ki, tozlaşmanın olabilmesi için çiçeğin yapısı, büyüklüğü ve tozlaşma organlarıyla, kuşun yapı ve büyüklüğünde tam bir âhenk mevcuttur. Ayrıca, polen tanelerinin, hayvanın vücuduna yapışmasını kolaylaştırmak için satıhlarının yapışkan ve pürüzlü olarak yaratılması da enteresandır.

Tropik sahalarda yayılış gösteren Erithrina ve Indica nev'ileri ile Butea Frondasa gibi ağaçlar, yapraklanmadan önce çiçek açarlar. Böylece kırmızı renkli -çiçekler, kuşlar tarafından çok uzaklardan dahi farkedilebilir. Kırmızı renk bu yönüyle kuşlar için "bol gıda" mesajı sunmaktadır. Çünkü, bu çiçeklerin nektar ve polenleri karbonhidrat, protein ve vitamin açısından çok zengindir.

Diğer bazı ağaçların da bol besin ihtiva eden çiçekleri, birtakım kuş ve hayvanlar tarafından yenmektedir. Meselâ, Tabebuin Rosea adı verilen bir ağacın çiçeklerinin, bu ağaçlarda yaşayan bir çeşit sincap tarafından yenildiği gözlenmiştir. Çiçek, bu canlılar İçin bulunmaz bir gıdadır.

Erithrina ile yakından akraba olan Butea ağaçlan, Erithrina'ya nispetle kelebekler için daha cazip renkli çiçeklere sahiptirler. Butea çiçeğinin rengi parlak kavuniçi olup, Erithrİna'nın ise koyu kırmızıdır.

Çiçeğe rengini veren taç yapraklar, Erithrina'da gelişmenin erken safhalarında henüz kapalı durumdadırlar. Bir çiçek topluluğundaki genç ve kapalı olan üst çiçekler, daha yaşlı ve açık olan alt çiçeklere kıyasla nektar açısından daha zengindirler. Daha az nektar taşıyan yaşlı ve açık Çİçeklerdekİ nektarın kuşlar tarafından alınması da kolaydır. Bu sebepten, hareket maharetleri fazla olmayan bülbül, sığırcık ve hatta papağan gibi iri kuşlar da bu ameliyeyi yapmakta ve dolayısıyla da tozlaşmaya az çok yardımcı olmaktadırlar.

Fakat, kapalı vaziyetteki nektarca zengin üst çiçeklerden nektar toplamak öyle kolay bir iş değildir. Oldukça maharet isteyen bu ameliye ancak, havada helikopter gibi uçar halde durabilme kabiliyetinde yaratılan kuşlar tarafından yapılabilmektedir (x). -İşte maharet nispetinde artan mükafat ve en ehemmiyetsiz mevzularda dahi tecellisini gördüğümüz İlahi adaletin buradaki zuhuru...

Kapalı çiçekleri oldukça kolay bir şekilde açabilen bu kuşlar, dolayısıyla onlardaki zengin nektar kaynaklarına da sahip olmaktadırlar. Bu husus, onlar için son derece ehemmiyetlidir de. Çünkü, onların havada helikopter gibi durabilmelerini sağlayan, birim zamandaki kanat çırpma sayılarının çokluğudur. Bu da ancak, onların güçlü kas ve kemik dokularına sahip olmalarıyla mümkündür. Bunu sağlamak için, en önemli gıdası nektar olan bu kuşların, kalori değeri yüksek zengin nektar kaynaklarına olan İhtiyaçları da gayet tabiidir.

Çiçeklerden nektar yalayan canlılar arasında palmiye sincabı da bulunmaktadır. Bu sincap daha ziyade Bombax çiçeklerini sevmektedir. Bombax çiçeklerinde tepecik ve polen keseleri birbirinden uzaktır. Bu sebeple tozlaşma umumiyetle aracı bir canlı vasıtasıyla yapılmaktadır. Bu aracı canlılardan biri olan palmiye sincabı kulak, ayak ve bıyık gibi muhtelif yerlerine bulaşan polen tozlarını başka bir çiçeğin üzerine rahatlıkla bırakabilmektedir. Avustralya'da da bazı yarasa ve küçük keseli memeliler tozlaşmaya sebebiyet vermektedir.

Bazı hayvanlarla birlikte bilhassa kuşlar ve çiçekler arasındaki yardımlaşma, hususiyetle çiçek açma dönemlerinde sıkça görülmektedir.

Acaba renk renk çiçekler ve kuşlar arasındaki muvazene nasıl ve neye hizmet İçin teşekkül etti? Akıl ve idrakleri olmadığını kabul ettiğimiz kuşlar ve bilhassa çiçekler, birbirlerine olan ihtiyaçlarını nasıl da bilebilmişler?
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:01
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #23
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Varolma Mücadelesindeki Âhenk


Tuncay ÇELİKBİLEK

Bir gül tomurcuğunun peyderpey açılıp ortaya çıkmasındaki ifâde, mânâ ve güzellik gibi ilmin aydınlatıcı ışıkları altında hergün bir bucağı nurlanan kâinatlar da daha iyi anlaşılacak, sevilecek ve Yüce Hakikata vesileliği ölçüsünde alkışlanacakdır.

Değişik renk ve desenlerde çiçeklere sahip *****eler üzerinde çalışan bir araştırmacının, Madagaskar'dan İngiltere'ye getirdiği bîr *****e (Angraecum Sesquipedale) biyologlar, arasında bir hayli alâka uyandırmıştı. Çünkü bu *****e nev'inin çiçeklerinin açılmaları gibisi hiç müşahede edilmemişti. Çok güzel bir fildişi rengine sahip çiçekler, köşeleriyle âdeta altı kenarlı bir yıldızı andırıyordu. Boyu 15 cm. kadar olabilen çiçeğin alt kısmında hortuma benzeyen ne İşe yaradığı da henüz bilinmeyen kör barsak şeklinde ve 30 cm. boyunda uzanmış bir kısmın dibinde nektar bulunması botanikçileri şaşırtmıştı. Zira normâl bir çiçekte nektar, çiçeğin hemen altında bulunur. Halbuki bu cins *****ede durum değişikti. Acaba bunun sırrı ne idî?

Araştırmacılar bu garip kısmın; Madagaskar'da yaşayan ve nektarla beslenen böceklerin ağız kısımlarına çok iyi uyduğunu tesbit ettiler. Anahtarın kilide uyması gibi..

Böylesine mükemmel bir şekilde yaratılmış bitkilerde, çiçekler, böceklerle tozlaşmanın sağlanacağı şekilde yerleştirilmiştir. Bu çiçeklerin döllenip nesillerini devam etmesini temin edecek böyle bir yapının varlığı, çiçek ve böceğin kendilerini birbirine uydurması ile değil, ancak bu plânın kurucusunun dilemesi ile mümkündür. Rüzgâr yoluyla tozlaşan çiçeklerde, böcekleri cezbedecek bir maddeye lüzum yoktur.

Son tespitlere göre 100 milyon seneden beri çiçekler arasında tozlaşma belirli böceklerle temin edilmektedir. Çünkü böceklerle bitki arasında âhenk ne kadar iyiyse, döllenme de o derece sıhhatli olmaktadır.

Bu çiçekte tozlaşma mekanizması uç kısımda bulunmaktadır. Hususî bir gece kelebeği cinsi, bu bitkinin çiçeğinde bulunan nektarı almaya ve çiçeği tozlaştırmaya memurdur. Cereyan eden münasebetin çok büyüleyici ve düşündürücü yönü ise *****enin çıkardığı kokuyu kelebeğin hissederek yüzlerce metre mesafeden çiçeği bulmasıdır. Kelebek, çiçek üzerinde uçarak, 2-3 mm. boyundaki açıklıktan nektar toplayıcı organını daldırır ve nektarı emer. Botanikçilere göre bu bitkinin bütün gayesi, gece kelebeğinin bu nevini kendisine celbetmektir. Diğer böcekler çiçeğin ifraz ettiği bu kokuya pek alâka duymazlar.

Aslına bakılırsa bu nebatın şimdiye kadar çoktan nesli tükenmiş olması gerekirdi, ne var ki, kelebekle arasındaki karşılıklı alış-veriş ve istifade sayesinde hem varlığını sürdürmüş, hem de nev'ini devam ettirmiştir. Bu çiçeğin bir nev'i hâlen Madagaskar'da mevcuttur. Acaba bu muhteşem münasebet ve hayret verici muvazene binlerce yıl nasıl muhafaza edilegeldi; bunu şuursuz kelebeğe veya çiçeğe vermek mümkün müdür?

Bazı tropik bitkiler leş kokusuna benzer kokular çıkardıkları ve çürümüş ete benzedikleri için insanların hoşuna gitmez. Bunlardan biri olan "Aristolochia grandiflora" bitkisi böcekleri kendine çekebilmek için değişik tuzaklara sahiptir. Bir piponun ağzı gibi kıvrılmış boru, sanki salyangoz kabuğudur. Bazı büyük nev'ilerde bu salyangoz kabuğunu andıran kısım 35 cm. ye varabilir. Leş ile beslenen sinek ve böcekler bu bitkinin çiçeklerinin kokusuna aldanarak kapıyı andıran kısımdan içeri girerler. Fakat çiçek içindeki tüylerle bir engel oluşturulduğu İçin bu böcekler kolay kolay dışarı çıkamazlar. Tam bu sırada çiçekte değişik bir mekanizma işlemeye başlar. Böcek, polenleri dişi organların baş kısımlarına bıraktığında, döllenme başlar ve çiçeğin hormon seviyesi değişir. Büyüme hormanları kısa süre içinde bitkinin çiçeklerinin gelişmesini sağlar. Aynı zamanda çiçeklerin polenleri olgunlaşır. Döllenme bittikten sonra böceğin çıkmasını engelleyen tüyler kurur. Böcekleri cezbeden leş kokusu da sona erer. Böylece güzel bir tuzak ile Aristolochia nev'indeki çiçekler, onları bir gıda zanneden sinek ve böcekler tarafından tozlaştırılır.

Aynı zamanda bu tozlaşmada, değişik safhalar göz önüne serilmektedir. Umumiyetle bütün çiçeklerde dişi organlarla erkek polenler birarada bulunmakla beraber, bunların kendi kendilerine tozlaşmaları engellenir. Çiçekte dişi organ o çiçeğin polenleri tarafından döllenmeyip bu işle böcekler vazifelidir. Şayet çiçeğin erkek ve dişi organları birbirini dölleyecek olursa İrsî hastalıklar zuhur eder. Hatta bazen çiçek nevî'nin varlığı tehlikeye düşer. Çiçeklerin kendi kendilerine döllenmeleri üç yolla engellenir.

a) Polenler ve tohum taslakları aynı zamanda olgunlaşmazlar.

b) Dişi organın (pistil) stigmasına en uzak polenler aynı zamanda olgunlaşmaktadır. Bunların arasında ise olgunlaşmamış polen keseleri bulunur.

c) Eğer dişi organla polenler aynı zamanda olgunlaşırsa, böcek lehine bu tozlaşmayı engelleyecek bir mekanizma devreye girer. Yani, çiçek öyle bir vaziyet alır ki, tozlaşma ancak böcekle olur.

Strelitzia reginae'nin altı çiçeğinden her biri üçü turuncu, üçü de mavi olan yapraklara sahiptir. Bu renkli çiçeğin yaprakları birbirine karşı gelecek şekilde dizilmişlerdir. Mavi yapraklardan ikisi alt kısımda bulunur. Ve pistilin stigmasını, polen keselerini kuşatır. Bu çiçeği ziyaret eden nektar kuşları uçarken, polenleri de vücutları zamanda olgunlaşmazlar.

Strelitzia reginae'nin altı çiçeğinden her biri üçü turuncu, üçü de mavi olan yapraklara sahiptir. Bu renkli çiçeğin yaprakları birbirine karşı gelecek şekilde dizilmişlerdir. Mavi yapraklardan ikisi alt kısımda bulunur. Ve pistilin stigmasını, polen keselerini kuşatır. Bu çiçeği ziyaret eden nektar kuşları uçarken, polenleri de vücutlarına bulaştırırlar. Tadı çok iyi olan nektarı alabilmek için kuş, mavi yapraklı kısma iniş yapar. Fakat kendisi yapraklar İçin ağır olduğundan mavi renkli yapraklar açılır ve bu sayede polenler kuşun vücuduna bulaşır. Bir sonraki çiçeğe inişte de bu oyun aynen tekrarlanır.

Pek gösterişli olmayan çiçeklere sahip bitkiler çiçeklerini gösterebilmek için çeşitli vaziyetlere başvururlar. Bunlardan biri Sumatra (Endonozya)'da yetişen Amorphophallus titanum adlı bitkidir. 50 kg. kadar soğana benzer kökten 2 metre boyunda uzanan bir gövdesi vardır. Bu kısmın dibinde ise çok küçük sarı-beyaz çiçekler bulunur. Çiçek, gelişmesini tamamladıktan sonra dev çiçeği saran, genişlik bakımından 3 m.yi bulan tek bir yaprak çıkar. Renkleri bize göre pek bâriz olmamaktadır. Çünkü görüş sahamız 400 ile 700 nanometrelik bir saha ile sınırlıdır. Ama böcekler için durum farklıdır. Onlar bizim görmediğimiz morötesi sahadaki renkleri kolayca seçerler.

Böceklerin bu kadar hassas gözleri olmasına rağmen bazı çiçekleri yine de farkedemezler. Bu durumun önlenmesi için çiçekler hususî yapıda şekillere sahip kılınmışlardır. Meselâ birçok çiçek, birleşerek bir çiçek vaziyeti alırlar.

Aslanağzı gibi bazı çiçekler de ilk bakışta normal gibi görünmesine rağmen çok farklı hususiyetlere sahiptir.

Böceklerin faydalanacağı çiçek tozlarının bulunduğu kısım kapalıdır. Bu kapanma mekanizmasında üst kısım kıvrılarak alt kısmı kapatır. Öyle ki, büyük böcekler ve iri arılar alt kısmı bastırarak girişi ancak açabilirler ve nektarı emerler. Çıkışlarında da üst kısımda bulunan polenler, böcek yardımıyla tozlaşmayı sağlamış olurlar. Böcek, çiçeği terk ettiğinden aslanağzı yeniden kapanır. Böceklerin çiçeğe gelmesi besinleri olan nektarın çiçekte var olmasına bağlıdır. Bazı *****elerde ise daha değişik bir yolla erkek arıları cezbeden kraliçe arının kokusunu andıran bir koku neşretmeleri ve böylece erkek arıyla *****enin tozlaşması sağlanır.

Orta ve Güney Amerika'daki arıların davranışı ise çok daha değişiktir. Bu arılar sürülerinden ayrılarak küçük gruplar teşkil ederler. Ve diğer yabancı böceklere saldırırlar. Arılar, rüzgârda uzun sapları üzerinde kelebek gibi sallanan "Oncidium" adlı *****eleri düşman zannederler. Bu sebeple *****eye âni bir dalışla girerler. Bunun üzerine hemen girişteki polen kesesi yırtılır ve arının başına bulaşırlar. Bir sonraki çiçekte ise *****eler tozlaşmış olur. Çünkü arılar bu *****eleri de düşmana benzeterek dalış yapmışlar ve daha önceki *****eden aldıkları polenleri aşılamışlardır.

Çiçekler ve böcekler arasındaki esrarlı münasebet ve alışverişler; fıtratın bağrındaki faaliyetin lezzetle sürdürülmesi, fıtrî hizmetleri de bunlara bir ücret verilmesi yönünden üzerinde durulmaya değer. Ne var ki, bizler bu hususlarda henüz emekleme döneminde bulunmaktayız
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:02
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #24
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Çölle Kucaklaşan Solucan


Ayvaz BAŞARAN
Bizler hâlâ bir kısım şeyleri imkânsız, bir kısım canlıları da hakîr görmeye devam edelim!
Solucanla çöl, çokdan zifaf olma yoluna girdiler...
Kimbilir belki de yakın bir gelecekde bu mutlu izdivaç yeryüzünü yeniden cennetlere çevirecekdir.

Milyonlarca yıl süren fizikî ve kimyevî parçalanmalar neticesi meydana gelen toprak, canlılar için en mühim ihtiyaçlardan biridir. Her sene erozyonlarla meydana gelen toprak kayıplarını Önlemek için dünya çapında araştırmalar yapılmakta, diğer yandan da bu kaybı azaltıcı tedbirler düşünülmektedir. Bu mevzu ile alâkalı araştırma projelerinden birisi de, solucanların çölün yeşertilmesinde kullanılmasıdır.

Bu proje ile, hakir ve hor gördüğümüz toprak havalandırıcıları olan solucanların binlercesi, çöpleri ve kumları verimli toprak hâline çevirmede kullanılacaktır. Çöpleri besin olarak alan solucanlar, bunları sindirdikten sonra verimli bir toprak şeklinde geri iade ederler. Laboratuvarda çiçek kasalarında neon lâmbası ile yapılan küçük bir tecrübe, oldukça müsbet netice verdi. Bunu müteakiben çölde büyük çapta bir tecrübe yapmak için 10 milyon TL, tutarında yatırım yapıldı. Plânlanan çalışma kısaca şöyledir; 100 m2 lik bir çölün sathında 30 cm. kalınlığında toprak tabakası kaldırılarak yerine 2 cm kalınlığında sun'i bir tabaka döşenecek. Sentetik tabaka üzerine 5 cm kalınlığında yayılan çöplere solucanlar konarak, üzeri de 25 cm kalınlığında bir kum tabakası ile örtülecektir.

Solucanların günde yaklaşık olarak 2,4 kg. verimli solucan toprağı meydana getirmesi beklenmektedir. Solucanların çok hızlı ürediği düşünülürse bu değer oldukça iyidir. Belirli bir müddet sonra çöl kumu, bitki yetişebilecek bir toprak hâline gelecektir. Solucanlar W.Nickel adlı araştırmacı tarafından ultra-viyole ışınları ile çöl sıcaklığına dayanacak hale getirilmiştir. Ama bu ultra-viyole ışınlarına maruz bırakılan solucanların kumlu bir vasatta yaşayıp yaşayamayacakları hususu şüphelidir.

İlk bakışta faydasız gibi görünen bu canlılar bile, İnsanlığa çok faydalı olabilmektedir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:02
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
17 Ağustos 2006       Mesaj #25
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Çölün Gülü Altıntaş


Muhammet BALSOY

* Kamuflaj sadece canlılara has bir hususiyet midir, çeşitli kamuflaj teknikleriyle
donatılmış bitkilerden ne kadar haberdârız?
* Çöllerin gülü olan altıntaşlara bahşedilen özelliklerin çöl şartlarında
ortaya çıkan bazı hikmetleri…
* Genel olarak serin yerlerde yaşayan, fakat bazı türlerinin çöl şartlarında
56 oC’ye kadar hayatiyetini devam ettirmesine imkân tanınan
altıntaş bitkisinin enteresan hayat hikâyesi...

Her coğrafya ve iklimin kendine has canlı türlerine ev sahipliği yaptığını, yapılan her yeni keşifle daha iyi anlıyoruz. Rahmet-i Sonsuz her ortama uygun canlı türleri yaratmıştır. Bu hakikate en güzel misâl, çöllerde yaşayan ‘Lithops’ isimli bitkidir. Türkçede ‘taş öpen’, ‘taş emen’, ‘inek toynağı’, ‘yaşayan taş’, ‘çiçek açan taş’ veya ‘altıntaş’ gibi isimlerle ifade edilen bu bitki, bildiğimiz canlıların yaşamasının imkânsız olduğu Güney Afrika çöllerinde yetişmektedir. Kuru toprak, kum ve çakıllarla dolu olan bu yerlerde su yoktur.

Güney Afrika çöllerinde araştırma yapan bilim adamlarının dikkatini kumlar arasında şekil ve desenleri birbirinin neredeyse aynısı olan çakıl taşları çeker. Ancak bunlar taş değil, etraftaki taşlara benzeyen kendilerini saklamış bitkilerdir. Altıntaş bitkileri genellikle başka bitkinin bulunmadığı, kavurucu sıcaklık ve kuraklığın hüküm sürdüğü yerlerde hayatlarını sürdürerek Allah’ın, Hayy ve Kayyum isimlerinin tecellisine âyine olmaktadır.

Afrika’nın orta, güney ve kuzey bölgelerinde yaşıyan altıntaş bitkisi (Lithops), Mesambryanthemaceae ailesinin su depolama özelliği olan ve en çok bilinen çeşididir. Şu ana kadar 37 türü ve 93 çeşidi tespit edilen bu bitkinin tür ve çeşitleri; çiçeklerinin rengi, meyvelerinin şekli, tohumlarının yapısı, yapraklarının görünen kısımlarının rengi, deseni, şekli, boyu gibi birçok özelliğiyle birbirinden ayrılır. Hattâ oluşturdukları kolonideki bitki sayısı bile bu bitkinin türü hakkında bilgi verebilmektedir.
Bu bitkilerin yayılmasında en önemli faktör, su ve topraktır. Denizden yaklaşık 2.500 m yükseklikte bulunan bu bitkiler, çoğunlukla kurak iklimlerde; kireçli, kumlu, demirli ve taşlı topraklarda yaşar. Türlerine göre sıcaklığa dayanıklılıkları değişen bu bitkiler, genel olarak serin yerlerde yaşamasına rağmen, L. leslei 56 ºC’ye kadar dayanabilmektedir. Aynı bölgede bulunan L. turbiniformis ise 45 ºC’den sonra yaşayamamaktadır. Her iki tür de -10 ºC’de belli bir süre dayanabilmektedir. Yaprakları ters dönmüş ve birbirine bitişik iki koni şeklinde yaratılmış olan bu iki tür; gri, yeşilimsi gri, kırmızımsı ve pembe renklerde olabilmektedir.

Kamuflaj uzmanı
Çapları yaklaşık 2-3 cm olan altıntaşlar, şekil ve renk bakımından bulundukları yerdeki çakıllara benzer. Gövdeleri görülmeyecek kadar küçüktür. Dıştan sadece ters konik yaprakların çakıl şeklindeki üst kısımları görünür. Alt kısımları ise toprak altındadır. Bundan dolayı çakıl taşlarıyla aynı hizada yer alırlar ve onlardan ayırt edilmeleri çok zordur. Altıntaşlara ihsan edilen bu kamuflaj tekniği, onları hayvanlara yem olmaktan da korur.

Bu bitkilerin yapraklarının üst kısmında (epithelium’da) ‘tanin’ denen bir kimyevî madde vardır. sari1 Bu madde, görünür ve morötesi ışığın alttaki dokulara fazla gitmesini engeller ve yaprakların mermer gibi değişik renk ve desende görünmelerine sebep olur. Bu şekiller sayesinde bitkiler, çok güzel kamufle olmakta ve zararlılarından korunabilmektedir. Çünkü taş hiçbir zaman bir hayvan için cazip bir yiyecek değildir.

Su depoları
Bu bitkilerin yaprakları, su depo edebilecek özellikte yaratılmıştır. Yağışların olduğu kısa dönemde eski yapraklardan besin gönderilerek, yeni yaprak çifti yaratılır. Bazen birden fazla yaprak çifti, yani dalcıklar meydana gelir. Dal sayısının 16’ya kadar çıktığı tespit edilmiştir. Kuruyan yaprak sayısından altıntaşların yaşı hesaplanabilir. Bu bitkilerin 95 yıl yaşayanları bulunmuştur. Eğer sezon kuraksa, yapraklar yaratılış programları gereği uyku hâline geçer; bitki çiçek ve yaprak vermez.

Kasılabilen kökler
Bitki büyüdükçe kökler kasılır ve yaprak kısmı aşağı doğru çekilir. Kasılan kökler sayesinde bitkilerin yaklaşık % 90’ı toprağa gömülür. Böylece buharlaşmayla suyunu kaybedebilecek organlar, toprağın daha alt kısımlarına çekilerek buharlaşma azaltılır ve bitki kurumaktan korunur. Toprağın çok kuru olması sebebiyle, bitkideki suyun, difüzyonla toprağa geçme durumu vardır; bu durum, altıntaş için bir tehlikedir. Fakat bitkinin kök hücrelerindeki osmotik basınç öyle yüksek ayarlanmıştır ki, bitkiden dışarı su çıkmasına fırsat verilmediği gibi, civara düşen en küçük su zerresi bile emilerek içeri alınır.

Arı ve çiçek
Her yıl yağmur sezonunda, bu bitkilerin yaprak çifti ortasından yaklaşık 2,5 cm çapında papatya benzeri sarı-beyaz, parlak çiçekler açar. Dört-beş gün yaşayabilen ve çok hoş bir koku yayan bu çiçekler gündüz açılır, geceleri ise kapanır. Çiçeklerin sarı-beyaz renkli ve parlak yaratılması, ayrıca çeşitleri içinde kırmızı rengin olmaması çöldeki arıları ve altıntaşları aynı Zât’ın yarattığına bir işarettir. Sarı ve beyaz renkler, hem morötesi ışığını iyi yansıtır, hem de arıların onları kolayca bulabilmesine vesile olur.

Tozlaşmadan sonra tohumlar, 4-8 bölümü olan kapsül şeklindeki meyve içinde saklanır. Kuru havalarda kapalı olan kapsül, yağmurlarla ıslanınca açılır. Bu esnada, tohumlar kendilerine verilmiş hususî gerilme gücü ile bir metre kadar uzağa sıçrayarak etrafa yayılır. Altıntaşların tohumları, yağışlı hava ve ortamın sıcaklığıyla kumlu nemli topraklarda üç hafta içinde çok hızlı şekilde çimlenir. Yağış döneminde kapsülde kalan tohumlar, bir dahaki yağış dönemine kadar kapsül içinde saklanır.

Su kaybını önlemede vazifeli fotosentez sistemi
Bitkilere, yaprakları üzerinde bulunan küçük delikler (stoma) vasıtasıyla gündüzleri atmosferden CO2 verilir. Köklerin topraktan aldıkları su, havadan alınan CO2 ve güneş ışığı sari2kloroplastlarda fotosentez reaksiyonlarıyla besine (glikoz) dönüştürülür. Fotosentez ile güneş ışığının enerjisi, klorofil denen harika molekül vasıtasıyla, kimyevî enerjiye dönüştürülüp organik gıdaların karbon bağlarında depolanır. Normal ortamlarda deliklerin (stoma) açılmasıyla yaprak içindeki su, buharlaşarak havaya geçer. Kaybedilen suyun oluşturduğu basınç farkının da yardımıyla bitki, köklerinden tekrar su alır. Fakat altıntaşların yaşadıkları ortam sıcak ve kuru olduğundan, diğer bitkilerin yaptığı gibi bir fotosentez, onların ölümüne sebep olur. Altıntaş bitkileri diğer bitkiler gibi olsaydı, her CO2 alınışında içlerindeki suyu vermek zorunda kalacaklardı. Fakat bu bitkilere Crassulacae Asit Metabolizması (CAM) denen yüksek sıcaklarda ve suyun çok az olduğu kurak yerlerde kaktüs gibi bitkilerin yaptığı türden hususî bir fotosentez yaptırılmaktadır. Ayrıca bu bitkilerde klorofil yaprakların daha iç kısımlarına yerleştirilmiştir. Suyu depolayan üst kısımdaki dokular, güneş ışığını derinlerdeki klorofil ihtiva eden dokulara iletecek şekilde şeffaf yaratılmıştır. Dolayısıyla güneş ışığı su depolayan birçok hücreden geçtikten sonra klorofil ihtiva eden dokuya ulaştırılmaktadır. Su depolayan dokular, ışığın ihtiyaç kadarının geçmesine müsaade edecek ölçüde yaratılmıştır. Böylece bitkiye su kaybını engelleyen hususî bir metabolizma olan CAM 4 fotosentezi yaptırılmaktadır.

CAM bitkileri, fotosentez yapan diğer bitkilerden farklı olarak karbondioksiti atmosferden gece karanlığında almaktadır. Çünkü yapraklarındaki delikler (stomalar) gece açılabilecek hususiyettedir. Böylece stoma hücreleri ve komşu hücreler arasında gerçekleşen metabolik reaksiyonlar neticesinde ortaya çıkan madde yoğunluğundaki değişmeler, stomaların açılmasına sebep teşkil etmektedir. Ortamın asit-baz dengesindeki değişmeler, tetikleyici faktörlerdir. Hücrelerdeki Fosfoenol Pruvate Kar***silaz (PEPC) enzimi, gece alınan karbondioksitin, malik asit şeklinde depolanmasında vazifelidir. Gündüz ışıklarının görülmesiyle, yapraklardaki delikler kapanır. Böylece sıcaklığa bağlı su kaybı engellenir, normal fotosentez reaksiyonları başlar. Karbondioksit kaynağı olarak akşamdan alınıp depolanan karbondioksit kullanılır. Bu mekânizmayla, yapraklardaki delikler gündüz saatlerinde diğer bitkilerde olduğu gibi açık değil, kapalı tutulur. Stomaların gündüz kapalı olması, su kaybını en aza indirir. Akıl ve şuurdan mahrum bir bitkinin gece ve gündüz arasındaki farkları bilmesi, stomalarını ve fotosentez reaksiyonlarını en ideal şekilde ayarlaması hiç mümkün müdür?

Çöle uygun olarak yaratılmış sistemleri, altıntaşı, çölün gülü yapmıştır. Yaprak yüzeylerinin çakıllara benzemesi, onların çöl hayvanlarına yem olmasını engellerken, gövdelerinin toprak yüzeyinden aşağı çekilmesi ve topraktaki en küçük su birikintisini israf etmeden alabilecek bir mekanizmayla donatılmaları da onların en az suyla hayatlarını sürdürebilmeleri için hazırlanmıştır. Ayrıca yaprak üst doku hücrelerinde su depolanırken, güneş ışığının alt dokulara ihtiyaç olan miktarda geçmesi sağlanır. Geceleri açık olan stomalar vasıtasıyla havadan karbondioksit alınırken, gündüzleri kapalı olan yaprak yüzeyindeki stomalar su kaybetmeden ışığı kullanarak fotosentez yaparlar. Altıntaş bitkisinin kavurucu çöl ortamında suyu en güzel şekilde depolaması; çiçeklerinin arının fizyolojisine, faaliyetlerine uygun şekil ve zamanda açılması ve bu sayede döllenmesi; meydana gelen tohumların yağmur yağıncaya kadar saklanıp gözetilmesi gösteriyor ki, bütün kâinata hâkim olan ve her şeye sözü geçen bir Zât, bu minik bitkileri de gözetip koruyor.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:04
Harabe-Gönlüm - avatarı
Harabe-Gönlüm
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #26
Harabe-Gönlüm - avatarı
Ziyaretçi
Bir karıncayı alın, suyun içine batırın, saatlerce tutun ölmez. Sudan çıkardığınızda ölü gibi görünür ama birkaç saat içinde kendine gelir. Biz insanlar böyle suya batırılsak, nefes alamadığımız için oksijensizlikten ölürüz ama su karıncaların çok ince olan nefes tüplerinden içeri giremez. Karbondioksitten narkoz yemiş gibi olurlar.

Tabii ki bu süre çok uzarsa onlar da ölürler ama dayanma süreleri inanılmazdır. Ne var ki, karıncalar yağmur ve seller altında bu şekilde nefeslerini tutarak mücadele vermiyorlar. Yağmuru hissedince yuvalarına giriyorlar ve giriş yollarını tıkıyorlar.

Ateş karıncası denilen bir türünde ise karıncalar birbirlerine tutunarak sel sularının üstünde yüzüyorlar. Bir yerde karaya vurup çıkıyorlar. Tabii kraliçe karınca ortada, yüksekte ve mümkün olduğunca kuru tutuluyor. Karınca yuvaları inşaat tekniği olarak örnektirler. Yuvanın girişine bağlı ve buradaki suyu alıp başka tarafa verebilen birçok tünel daha inşa ederler.

Bazıları ise yuvalarının üstünü öyle sağlam kapatırlar ki, sel sularının bir evin çatısının üstünden aşması gibi geçip giderler. Yine de bir aksilik olur, yuva su ile dolarsa, karıncalar çöp ve yaprak parçalarına veya yukarıda belirtildiği gibi birbirlerine tutunup yüzebilirler. Çok şiddetliyağmurdan sonra oluşan çamur tünellerini kapattığı zaman ise yuvalarını yeniden inşa etmek zorunda kalırlar.

Gündelik hayatta artık yaygın olarak kullanılan mikrodalga fırınların kapaklarında kaçak yapmamaları, insanlara zarar vermemeleri için özel tedbirler alınır. Ancak bir mikrodalga fırınına girmiş karıncaya, fırın çalıştığı sürece bir zarar gelmeyeceğini biliyor muydunuz? Mikrodalga fırınlarında ışın yoğunluğu bir noktaya göre ayarlıdır. Bu nokta hemen hemen fırının ortasıdır.

Bu nedenle yiyecek, her tarafı eşit pissin diye ortada dönen bir tabla üzerine konulur. Karıncalar fırında ışınların daha az yoğun olduğu bölgeleri hissederler. Zaten sıcak bölgelere girseler de, vücut yüzey alanlarının hacimlerine oranla yüksek olması nedeni ile ılık bölgeyi bulana kadar kendilerine zarar gelmez.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:04
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #27
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Malezya'da Kedi Yağmuru
Halit SALİHOĞLU

Ergeç insanoğlu, kâinatın ruhuyla kendi ruhu arasındaki dengeyi araştırma yolunda, elindeki ilim ve marifet projeksiyonunu kendi iç dünyasına
çevirecek ve mutlaka kendini tanımak isteyecektir.

Geçen yıllarda Malezya'nın ücra bir köşesinde ibret verici bir hadise meydana gelmiştir. Bu hadise insanoğlunun ne kadar aciz olduğunu gösteriyor.

Anofel sivrisineği, parazitik mikroorganizmaların taşıyıcısı olarak tanınır ve korkulur. Çünkü bu küçük hayvanlar ağır malariya (sıtma) hastalığına sebeb oluyorlar. Bu hayvancıklar insandaki kan taneciklerini tahrik ediyor ve böylece insanın ateşini yükseltip tehlikeli kalb ve ciğer hastalıklarına sebeb oluyorlar. Bu tabii güzelliklerle donatılmış muhitde de söz edilen Anofel sivrisineği çok sayıda bulunmaktadır. Bu sebeble ilgililer malarya hastalığını önlemek için bu muhiti zehirlemeği plânladılar. Üstelik bu zehirlemede hamam böceklerinin de yok edilmesi İlgililerin işine geliyordu. Aradan uzun zaman geçmeden ilgililen bu plânı uygulamaya koyuldular. Plânın uygulanmasından kısa zaman sonra; hayatını hamam böceklerini yiyerek sürdüren gekkolar'ın sayısında (zararsız küçük sürüngenler) bir azalma görülmüştür. Hatta ilgililer bir ara gekkoların neslinin tükenmesinden endişe etmişlerdi. Gekkoların azalmasıyla birlikte bunları yiyen kedilerin sayısı da azalmıştı. Kedilerin sayısının azalması da, sıçan gibi bazı tehlikeli hayvanların çoğalmasına sebeb olmuştur. Aslında zararsız görünen bu kemirgenler insan için büyük tehlike demektir. Çünkü bunlar insanların tarlalarına zarar vermekle yetinmeyip insan için zararlı olan sıçan piresini de taşırlar. Sıçanların çoğalması insan için o kadar büyük bir tehlike değildir, fakat sadece 2 mm. kadar uzayan sıçan pireleri korkulan "veba" hastalığının bakterilerini taşırlar. Ve malarya hastalığına karşı yapılan bu harekâtın sonucunda, Malezya veba tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir.

İlgililer yaptıkları hataları anlayarak sıçanlara, zehirle karşı koyma gibi ikinci bir hataya düşmediler. Çünkü sıçanlara zehirle karşı koysalardı o zaman sıçan pireleri ölmekte olan sıçanları terk edecek ve kendine yeni bir mesken arayacaktı. Bu yeni mesken büyük ihtimal insan olabilirdi. Bunun için dünya sağlık organizasyonu (WHO) uzmanları buradaki ilgililere bu sıçanları yok etme harekatının durdurulmasını söylemişlerdi. Ve hatta bunun yerine bölgede kedilerin sayısının artırılmasının lâzım geldiğini bildirmişlerdi. Fakat oraya giden yolların da çok kötü olmasından dolayı kedileri paraşütle helikopterden aşağıya atma fikrine vardılar. Bu fikir yerli ilgililerce kabul edilmiş ve böylece kısa zaman sonra Malezya'da gökten kedi yağdırılmaya başlanmıştı. Bu hadise bize insanoğlunun basit diye gördüğü nice vak'aların ne kadar içice ve hikmetli olduğunu hatırlatırken; Yüce Rehberimizin (s.) "Eğer köpekler bir ümmet olmasaydı öldürülmelerini emrederdim." demekle varlıklar arasında çok hassas bir ekolojik dengenin bulunduğunu, bu ahenkli zincirin bir halkasının bile gelişi-güzel yok edilmesiyle altından kalkılmaz problemlerin zuhur edeceğini haber vermektedir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:05
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
6 Ekim 2006       Mesaj #28
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )

KUŞ TÜRLERİ AZALIYOR


ADANA - Ali Güreli - Türkiye'de, sulak alanların kurutulması, büyük ölçekli baraj projeleri, kumul, tuzlu çayır ve bataklıkların tarım alanına dönüştürülmesi sonucu, son yıllarda her 4 kuş türünden birinin neslinin tükendiği bildirildi.
Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, 7-8 Ekim tarihlerini kapsayan Dünya Kuş Gözlem Günü'nde, Ankara, Bursa, Çorum, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Malatya, Osmaniye ve Samsun'da etkinlik düzenleneceğini söyledi.
Bu etkinliklerdeki amacın kuş türlerinin korunmasına dikkati çekmek olduğunu belirten Eken, 20 ilde 600'den fazla kuş gözlemcisinin türlerdeki sayıları güncelleştirmeye çalışacaklarını kaydetti.
Eken, düzenli olarak gözlenen kuş türü bakımından Avrupa'nın önde gelen ülkelerinden biri olan Türkiye'deki çoğunluğu yırtıcı olan 45'e yakın kuş türünün neslinin kritik düzeyde ve tehlike altında olduğunu söyledi.
Ülkemizde varlığı bilinen yaklaşık 460 kuş türünden 300 kadarının düzenli olarak gözlemlendiğini belirten Eken, Türkiye'nin kuş türü açısından Avrupa'nın en zengin ülkesi olma şansını hızla kaybetmeye başladığını ifade etti.
Eken, son yıllarda Türkiye'de sulak alanların kurutulması, büyük ölçekli baraj projeleri, kumul, tuzlu çayır ve bataklıkların denetimsizlik sonucu tarım alanlarına dönüştürülmesinin, türlerin azalması ve yok olmasını hızlandırdığını belirtti.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:05
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
7 Mart 2007       Mesaj #29
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )

AKDENİZ FOKLARI İÇİN PROJE


ANKARA - Özgür Çoban - Dünyada 550, Türkiye'de ise 100'den daha az sayıda kalan Akdeniz foklarının neslinin kurtarılması amacıyla ''Fokların Son Sığınağı'' adlı bir proje hazırlanacak.
Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, dünyada nesli en fazla tehlike altında bulunan 12 memeli hayvan türü arasında bulunan Akdeniz fokunun türünün devamının sağlanması amacıyla hazırlanan projenin, ana hatlarının Sualtı Araştırmaları Derneğince planlanacağını ve yürütüleceğini ifade ederek, uygulamanın 2 yıla yayılmasının düşünüldüğünü söyledi.
Eken, Ege kıyılarının, kara ve denizi birlikte kullanan pek çok canlı türü için vazgeçilmez bir sığınak olduğunu vurguladı. Karaburun'un ise en iyi korunmuş alanlardan birisi olduğuna dikkati çeken Eken, proje kapsamında alanın doğal yaşam açısından çarpıcı özellikleri ile Akdeniz Foku'nu Türkiye ve dünya kamuoyuna tanıtacak nitelikte bir tanıtım filmi hazırlanacağını bildirdi.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:05
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
7 Mart 2007       Mesaj #30
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi

Kyoto'ya İmza Koyup, Çevreyi Katleden de Var (Meral TAMER)


Cumartesi, 03 Mart 2007

Hollanda, ithal palmiye yağından elde edilen biyoyakıtla karbon gazı salınımını aşağı çekerken, Endonezya'daki yağmur ormanlarını katletti! Artık havadan sudan konuşmak, dünyanın en ciddi meselelerinden biri haline geldi. Dolayısıyla bizim deyimler sözlüğüne de galiba küçük bir rötuş gerekecek.

Küresel ısınmaya karşı ivedi önlem alınmasının gerekliliği, neyse ki artık medyada da enine boyuna tartışılıyor. Dün bizim gazetede bir haber vardı: Eğer Türkiye, sera gazı salınımında kısıtlama hedefleyen Kyoto Protokolü'nün altına imza atacak olursa, taahhütlerini yerine getirmek için 20 milyar dolarlık yatırım yapması gerekiyormuş.

Bana soracak olursanız AKP hükümeti, çevreyi en fazla kirleten zengin-kalkınmış ülkeler için hazırlanmış olan bu protokole imza koymamakla isabet ediyor. Kaldı ki Kyoto Protokolü'ne imza attığı için sera gazı salınımını azaltacağım diye uğraşan bazı ülkelerin, aslında çevreyi nasıl katlettikleri de ortaya çıkıyor.

Peri masalı kâbus oldu
Önceki hafta yayınlanan bir raporda, Hollanda'nın biyoyakıt kullanımını hızla arttırarak kendi karbon gazı salınımını azaltırken, eski sömürgesi Endonezya'daki yağmur ormanlarını nasıl katlettiği ortaya çıktı. Ve Danimarka ile birlikte AB'nin en çevreci ülkesi diye takdir edilen Hollanda'da son yıllardaki çevreci peri masalı, hızla çevreci bir kâbusa dönüştü.

Oysa gerek Hollandalı siyasetçiler gerekse çevreci gruplar, Hollanda'nın yenilenebilir enerjiye bu kadar çabuk uyum sağlamasından ve özellikle de elektrik üretim tesislerinde Güneydoğu Asya'dan getirilen palmiye yağının (biyoyakıt) belli oranlarda kullanılmasından ne kadar mutluydular.
Hatta hükümetin uyguladığı sübvansiyonlarla enerji şirketleri, sadece biyoyakıtlarla çalışacak jeneratörler bile dizayn ettiler.

Endonezya nasıl kirlendi?

Ne var ki bilim adamlarının geçen yıl Endonezya ve Malezya'daki palmiye yağı ekim alanlarında yaptıkları incelemeler, korkunç bir gerçeği ortaya çıkardı.

International Herald Tribune gazetesine manşet olan yazıya göre Avrupa'nın palmiye yağına olan talebindeki bu artış, Güneydoğu Asya'da palmiye yetiştirmek için yağmur ormanlarının tahrip edilmesine ve aşırı gübre tüketimine sebep oldu.

Daha da kötüsü palmiye ekmek için gereken alanlar, o bölgede toprağın tamamen kurutulması, daha sonra da yakılması yoluyla elde ediliyor. Bu da atmosfere çok büyük miktarlarda sera gazı salınımına sebep oluyor.

AB'nin Biyoyakıt Direktifi
Emisyonlarındaki bu yüksek artışla Endonezya, aniden ABD ve Çin'in ardından dünyada en çok sera gazı üreten 3. ülke haline geldi. Yağmur ormanları sayesinde "dünyanın akciğeri" diye anılırken, "çevreyi koruma şampiyonu bir AB ülkesi tarafından" birkaç yıl içinde dünyanın en kirli ülkelerinden biri haline getirilmek! Kasıtlı değil kuşkusuz, ama olacak iş de değil!

Hollandalı bazı parlamenterler, Endonezya'daki beklenmedik bu tahribatın faturasının, Hollanda tarafından karşılanması gereğine işaret ediyorlar. Bu arada küresel ısınmaya karşı önlem olarak AB üyesi ülkelerde 2010 yılına kadar ulaşımın % 5.75'ini biyoyakıtla sağlama yönündeki direktifin de değiştirileceği belirtiliyor.

Meral Tamer/Milliyet,14.02.2007
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:05

Benzer Konular

26 Mayıs 2013 / EagLesTeaM Çevre Bilimleri
5 Ekim 2018 / evo Uzay Bilimleri
24 Eylül 2015 / sahillerindostu Çevre Bilimleri
10 Nisan 2018 / Muhabbetci Müslümanlık/İslamiyet
24 Aralık 2011 / GüNeSss Soru-Cevap