Arama

Halk Hikayesi

Güncelleme: 15 Nisan 2013 Gösterim: 580.821 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Nisan 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HALK HİKAYESİ
Halk anlatılarının önemli bir türü olan halk hikayeleri, batıda ve bizde üretiliş tarz ve biçimi belirli bir tür olarak ele alınmış ve diğer anlatı türleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar
Halk hikayelerinde de bu anlatım ananesi devam etmekle beraber mühim bazı farklar onu destandan ayırır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
A-) Tarihi bir vakanın olması şart değildir.
B-) Nazım-Nesir karışıktır. Zamanla nesir nazıma üstünlük kazanmıştır.
C-) Şahısları ve olayların anlatılmasında realist, çizgilere daha çok yer verilmiştir.
D-) Kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.
Konuları Bakımından Halk Hikayeleri
1-) Aşk Hikayeleri
2-) Kahramanlık Hikayeleri
3-) Aşk ve Kahramanlık Hikayeleri
Coğrafi Yayılışları Bakımından Halk Hikayeleri
1-) Anadolu'da Bilinen Halk Hikayeleri
2-) Türk Dünyasının Bir Bölümünde Bilinen Halk Hikayeleri
3-) Türk Dünyasının Genelinde Bilinen Halk Hikayeleri
Çeşitli ve sayıları pek çok olan Anadolu Halk hikayeleri, çok değişik kaynaklardan gelmişlerdir. Bunlar arasında, kökleri binlerce yıl önceki Türk tarihinin derinliklerinde olanlar bulunduğu gibi, yeni olaylardan doğanlar veya yabancı kültürden aktarılanlar da vardır. Halk hikayelerini kaba bir sınıflandırma ile, aşağıdaki türlere ayırabiliriz:
1) Destanlar ve Destanımsılar
2) Tarihler ve Menkıbeler
3) Aşık Hikayeleri
4) Masallar, Fıkralar ve Efsaneler
1) Destanlar ve Destanımsılar
Destan, kelime anlamı olarak Epos demektir; destanın diğer bir türü olan aşık şiirinde tamamen farklıdır. Destanın başlıca niteliği uzun soluklu bir anlatım olmasıdır. Örneğin Oğuzlardan bize kalmış Dede Korkut Kitabı adlı destan, dresden yazmasında 12 boy ve 300 sayfalık bir metindir. Kırgızların Manaz Destanı ortalama olarak 90000 dize tutar. Görüldüğü gibi destanlar en uzun halk edebiyatı türlerindendir.
Destanlar çoğunlukla nazımla düzenlenmiştir. Aynı diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi destanda da söz, ezgi ve seyirlik anlatım biçimi kullanılmaktadır. Bütün bunların dışında destanlar ölçülü söz biçiminde söylenmiş, yani ölçü kullanılmıştır. Destanlarda anlatılanlar kahramanlık hikayeleri ve doğa üstü varlıkların geçtiği olaylardır.
Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş ve gelişmiş yapıtlardır. Destanlar da, o çağlarda insanları yaratılış, tanrılar, hem de toplumun geçmişine dair bilgiler vemek amacıyla yazılırdı. bu yüzden destanlar konuları bakımından iki grupta toplanır.
1) Kozmogoni ve mitoloji konuları - Tanrılar ve evrenin yaratılışını inceler
2) Ulusun geçmişindeki önemli olaylar ve büyük önderler
Destanların günümüze kattıkları, geleneklerimiz, göreneklerimiz ve tarihimiz hakkında verdiği bilgilerdir. En önemlileri: Oğuz Destanı, Dede korkut hikayeleri, Ergenekon Destanı

2) Tarihler ve Menkıbeler
Önemli bazı tarih olayları, halk arasında, hikaye şekline dökülerek anlatılır. Ağızdan ağıza dolaşan bu hikayeler, zaman geçtikçe, asıl hallerinden uzaklaşırlar. Bunlar, zaman zaman, kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından yazıya geçirilir. Anlatılan tarihi olay, eski çağlara doğru uzaklaştıkça, hayalle beslenerek destana masala doğru kaymaya başlar. Bu kayma, olaylar yazıya üstünden uzun süre geçtikten sonra geçirildiği zaman görülür. "Tevarih-i Al-i Osman" (Osmanoğulları Tarihleri) adlı eser, olaylar yaşandığından çok kısa bir süre sonra yazıya geçirildiği için esasına bağlı kalmıştır. Olağan üstü olaylarla bezenen eserler de, İslam tarihinde görülmektedir: "Seyyid Battal Gazi", "Cafer-i Tayyar", "Hz. Ali'nin Cenkleri" gibi.

3) Aşk Hikayeleri
Aşk hikayelerinin khramanı bir aşıktır. Rürk halkı şiire ve şaire karşı büyük saygı duyduğu için, birçok saz şiarlerinin hayatlarını acı-tatlı olaylarla süsleyerrek hikaye etmişlerdir. Kimi aşıklar da bu halk geleneğine uyarak, kendi hayatlarından kendi aşklarından söz eden hikayeler düzenlemişlerdir.
Bir saz şairinin hayatı çevresinde doğan hikayelerin en tanınmışları: Köroğlu, Aşık Kerem, Aşık Garip'tir. Köroğlu'ndan bir örnek:
...
Dinleyin ağalar dinleyin beyler
Sorarım bunları birgün olur ki
Adam olup koç bir ata binmişim
Kırarım belleri bir gün olur ki
Ben yükümü dağ başında çözersem
Sıra sıra koç yiğidi dizersem
Yiğitler elinde bade süzersem
Ararım bunları bir gün olur ki
...
4) Masallar, Fıkralar ve Efsaneler
Masallar nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal ürünü, gerçekle ilgisiz, ve anlattıklarında inandırmak iddiası olmayan, kısa bir anlatıdır. Ancak, masalı sadece "olağanüstü" olayları konu eden yazı biçimi olarak tanımlamak da hata olur, çünkü, hayal ürünü olup olağanüstü olmayan masallar da vardır. Masalı hikaye, destan ve efsaneden ayıran başlıca özellik, masalın, gerek olağan-üstü, gerek gerçek hayattan alınma olayları, hayal ürünüymüş gibi anlatmasıdır.
Fıkra terimi, genelde, fıkra, latife, nükte, ve birçok hallerde sadece hikaye anlatılarına verilen genel addır. Fıkralarda kısa ve yoğun bir anlatım tekniği kullanılır. Bu anlatı biçimi, halk edebiyatında, gerek sözlü, gerek yazılı olsun, bir hazine değerindedir ancak tam olarak derlenmiş, sınıflanmış ve incelenmiş olmadıkları için bu hikayelerden yeterince yararlanılamaz.
Efsaneyi, diğer anlatım türlerinden farklı kılan efsanenin geçmiş hakkında söylediğinin gerçek olarak kabul edilmesidir. Efsaneler gerçek niteliktedir. Diğer bir anlatım farkı ise, efsanelerin günlük anlatım diliyle, uslüpsüz, düz yazı biçiminde yazılmış olmasıdır. Bir destan parçası karmaşık ve uzun soluklu anlatı bütününden kopup, kendine özgü üslup niteliklerini yitirince, sadece olağanüstü yönleriyle bir kişiyi ya da bir olayı bildirmek göreviyle sınırlanınca "efsane" olur.

Son düzenleyen ThinkerBeLL; 8 Mayıs 2011 20:31
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
2 Temmuz 2007       Mesaj #2
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
TANIMI:
Hikaye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikayeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Başka bir tanım yapacak olursak; Türk edebiyatı verimleri içinde 16.asırdan itibaren görülmeye başlanan, genellikle aşıklar tarafından nazım-nesir karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikayelerdir. (Albayrak Abdullah, 1993)
Sponsorlu Bağlantılar

GENEL ÖZELLİKLERİ:
Türk edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikayeleridir. Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikayelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dini konuların işlendiği de görülmüştür. Nazım- nesir karışık olarak anlatılan bu hikayelerin gelişip yayılmasında saz şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır. Pertev Naili Boratav’ın ‘belki eskiden destanların üzerine almış yeni ve orijinal bir nevin mahsulleri’ diye nitelendirdiği hikayeler, destanlardan; mutlaka tarihi bir vakaya dayanmaması, nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, şahısların ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır, kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi, destanlarda yer alan olaylar kesin bir sonla bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir sonun bulunmaması, halk hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması, toplum karşısında anlatılmaları, hikayedeki manzum kısımların genellikle saz eşliğinde dile getirilmesi, değişik bir anlatılma üslup ve geleneğinin olması, belli yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi hususlarda ayrılmaktadır. Ayrıca destanlar belli bir daire teşkil ederler. Hikayelerde, özellikle aşk maceralarını işleyenlerde böyle bir daire söz konusu değildir. Hikayenin kahramanı aşık olur, sevgilisine kavuşma yolunda çeşitli maceralara girer, sonunda kavuşur veya kavuşamaz ama hikaye de orada biter. Destanlarda böyle kesin bir son mevcut değildir. Destanlara en yakın duran Köroğlu ve Dede Korkut Hikayeleri’nde böyle bir tesir görülmektedir.
Halk hikayelerinde anlatılan ilişkiler, toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında cereyan eder. Hikayelerde olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır. Halk hikayeleri, Boratav’a göre destandan romana geçiştir. Hikayeler masallara göre oldukça uzundur. Özellikle koşma şeklinde söylenen şiirler duyguyu yoğunlaştırmaya yarar. Halk hikayeleri daha çok aşıklar tarafından kahvelerde, düğün ve benzeri toplantılarda erkeklere hitap eder. Halk hikayelerinin destan döneminin kapanmasından sonra ortaya çıktığı kanaati yaygındır. Nitekim Türk edebiyatında halk hikayelerinin en eski örneği sayılan Dede Korkut Hikayeleri de destandan halk hikayeciliğine geçiş dönemi ürünü olarak kabul edilmektedir.10. yy’ dan itibaren halk hikayelerinin belki de destandan boşalan yeri doldurmak üzere ortaya çıktığı söylenebilir. (Koz M. Sabri, 1981)
Aşk ve kahramanlık konularının çokça işlendiği halk hikayelerinin gerçek hayat olaylarından ayrılan, kendilerine göre bir mantık örgüsü vardır. Bu mantık idealist ölçüler göre şekillenmiş bir hayat anlayışını savunur. Bunun sonucu hikaye kahramanı idealist bir kişiliğe sahiptir. Son olarak şunu unutmamak gerekir ki; kendi içinde tutarlı bir mantığa dayanmak şartıyla halk hikayelerinde olmayacak şey yoktur.

HeliX - avatarı
HeliX
Ziyaretçi
16 Eylül 2008       Mesaj #3
HeliX - avatarı
Ziyaretçi
HALK HİKÂYESİ, 16. yüzyıldan başlayarak destanın yerini alan ve sözlü halk geleneğinde yaşamını sürdüren anlatılar. Anlatının tümüyle düzyazı olarak sürdürülmesi ve araya serpiştirilen türkülerin sazla söylenmesi, toplum içi ilişkilerin ya da bireyler ve toplum katları arasında çatışmaların dile getirilmesi, olağanüstü ögeler azaltılarak kişilerin ve olayların doğal boyutlara indirilmesi gibi özellikleriyle destandan ayrılır. Halk hikâyeleri boyutları bakımından iki kümede incelenebilir: 1) Tek bir olay çevresinde gelişen, yapısı basit, kısa hikâyeler. Bunlar türküleriyle birlikte en çok bir-iki saatlik süre içinde anlatılır. Doğu Anadolu’da serküşte (sergüzeşt) ya da kaside (kıssa) adıyla anılan küçük hikâyeler buna örnek gösterilebilir. 2) Kişi sayısı çok olan, birbiri ardı sıra gelen beklenmedik durumların, olayların işlenmesiyle oluşan hikâyeler ise, genellikle kahramanın yaşamından uzunca bir süre ya da yine kahramanın serüven dolu bir dönemini konu alırlar. Anlatımları gecede birkaç saatlik oturumlarla 5-7 gece sürebilir. Aşk hikâyeleri birinciye, Köroğlu kolları da ikinciye örnektir. Halk hikâyeleri, konuları bakımından da iki kümede toplanabilir. Aşk hikâyeleri, aşk konusunun temel alındığı hikâyelerdir. Seçilen kahramanları bakımından iki ayrı özellik gösterir. Bir bölüğünde, yaşadıkları bilinen ya da yaşadıklarına inanılan âşıkların yaşam öyküleri, aşk serüvenleri konu edilmiştir. Hikâyede geçen şiirlerin, hikâyesi anlatılan saz şairinin şiirleri olduğu varsayılmaktadır. “Âşık Garip”, “Kerem ile Aslı” ve “Emrah ile Selvi” hikâyelerinde olduğu gibi. İkinci bölükte ise kahramanları saz şairi (âşık) olmayan hikâyeler yer alır. Bunların konuları genellikle bir masaldan, hikâyeyi anlatan âşığın tanık olduğu bir olaydan ya da halk arasında yaygın bir tarih, menkıbe kitabından alınmıştır. “Elif ile Mahmut”, “Arzu ile Kanber” bu tür hikâyelere örnektir. Kahramanlık konularının işlendiği hikâyelerin başında ise, Köroğlu kolları gelir. Saz şairleri, içinde kavga dövüş bulunan, koçaklama ile bezenmiş yiğitlik anlatılarını da bu kümeye sokmaktadırlar. “Eşref Bey”, “Lâtif Şah”, “Şah İsmail” benzeri hikâyelerde, gerçekten hikâye kişisinin kahramanlıkları anlatılır. Ama bu hikâyelerin temelinde yine bir aşk vardır. Kahramanlık, sevgiliyi elde etme uğruna girilen savaşlarda, çarpışmalarda gösterilir. İlk örneklerini 16. yüzyılda gördüğümüz ve destanın yerini alarak sözlü gelenekte yaşamını sürdüren halk hikâyeleri de âşık edebiyatı içinde ele alınabilir. Anlatımın bütünüyle düzyazı olarak yürütüldüğü bu hikâyelerde konuya uygun olarak araya serpiştirilen türküler sazla söylenir. Anlatıcı genellikle bir âşıktır.
kyle - avatarı
kyle
VIP katekolamin
27 Temmuz 2010       Mesaj #4
kyle - avatarı
VIP katekolamin
Halk Hikayesi Örneği (Tahir ile Zühre)
(Bir padişahla vezirin çocukları olmamaktadır. Vezirin önerisiyle diyar diyar gez­meye karar verirler. Yolda bir dervişe rastlarlar. Derviş bir elmayı ikiye bölüp verir. Birinin bir kızı olacağını; adını Zühre koymalarını; birinin de bir oğlu olacağını adını Tahir koymalarını ve bunların birbiriyle evlenmelerini tembih eder. Sözlerine, bunları ayırmaya kalkanların dertten kurtulamayacağını ekledikten sonra sır olur. Padişahla veziri yurtlarına dönerler.
Bir zaman sonra padişahın bir kızı, vezirin de bir oğlu olur. Bunlar öyle figân ederler ki ancak yan yana gelince sesleri kesilir. İkisini bir köşke koyup birlikte büyütürler.)


Büyüyünce Tahir ile Zühre birbirine sevdalanır. Aşklarını mânilerle anlatırlar.
Ne diyeceklerse birbirine "mânilerle demişler, E her mâni bir ima ise her ima da bin mana değil mi? Kâh gül, kâh karanfil, kâh sümbül üstüne mâniler dizerek diyeceklerini demişler birbirine ve o gün bu gün mâniler, kalpten kalbe giden bir yol olarak kalmış bizlere... Sözü uzatıp da günaha girmeyelim, ne diyecektim sizlere:
Bir gün bu iki sevdalı, ne yaprağı bırakmışlar, ne dalı; mâni üstüne mâniler dizmişler.

12
ALDI TAHİRALDI ZÜHRE
Benim yârim bir tane Talanım yok sözümde
Sarılmış mor mintana Sevdası var özümde
Canım kurban otsun Tek Tahir benim olsun
Senin gibi sultana Sultanlık yok gözümde

3 4

ALDI TAHİR ALDI ZÜHRE
Maşallah Zühre'm, maşallah Koncalar açıp doldu
Sen benimsin inşallah, Ne kurudu, ne soldu,
Herkesi kavuşturan, Ben seninim Tahir'im,
Bir Allah'tır, bir Allah. Bu benim ahdim oldu.

Bu sevdazedeler mânilere bürünerek gönüllerini birbirine açadursun, gelin biz haberi öteki yüzden verelim.

(Padişahın karısı kızının Tahir'le evlenmesini istemez. "Karadiken" adlı zenci köleden Tahir İle Zührevin birbirlerini sev­diklerini öğrenince büyücü "Belliboncuk"a büyü yaptırarak padiahı da yanına çeker. Padişah Zühre'yi "Billûrk6şk"ten alıp saraya kapatır.)


Tahir, Zühre'nin aşkıyla kendini dağlara vurur.
Tahir kimlerin oyununa uğradığını öğrenir gibi olup büsbütün feleğe kahrederek kendini avareliğe vermiş, dağ bayır deme-miş, kır çayır dememiş, dönüp dolaşmış, kalbi dile, aşkı tele getirmiş; Mecnûn misali:

1 2
Ah eder biter gönül, Dağ başı duman duman,
Mecnundan Seter gönül,Soktu beni bir yılan,
Zühre 'den ateş almış,Bizim gibi var m 'ola,
Dağlarda tüter gönül. Bostanı gök bozulan.

Kalbinden mâniler tutarak:

"Ah dünya gözüyle bir görebilsem!" diye yıldızlardan sormuş Zühre'yi ama hani o pırıl pırıl gökyüzü... Aylar, aymış geçmiş; bulutlar, kaymış geçmiş...

"Acep has bahçede bulur muyum onu?" diye bir akşam başını koltuğuna alıp girilmeyen bir kapıdan girmiş ki ne görsün, havuz melul mahzun, güller kan ağlıyor...

Derdi bir iken iki olmuş, iki iken üç olmuş, ah dedikçe bir ah daha çıkmış ağzından...

Ah dedim dedim tütün oldu,
El aleme ün oldu,
Ne Allah canım aldı,
Ne arzum bütün oldu.

Güvendiği dallar kırılınca girdiği kapıdan çıkmış, yine ah ü vahi yeri göğü tutarak evine dönmüş...
(Zühre, babasından yeni bir köşk yaptırmasını ister. Babası da bu isteğini yerine getirir. Kendilerini annesinin ayırdığını dadasından öğrenince kahrolur.)


Tahir bir gün bahçıvanbaşına rastlar.
Günlerden bir gün Tahir, kimi görse beğenirsiniz? Bahçıvanbaşıyı... ihtiyar onu öyle perperişan görünce yüreğinin başı sızlamış, "ilahî size edenlerin ömrü, günü tükene! diye beddua üstüne beddua ettikten sonra, şimdi Zühre'nin hangi köşkün kafes ardına çekildiğini de kulağına söylemiş. Daha durur mu Tahir! Akşamı iple çekmiş, el ayak çekildikten sonra da o köşkün etrafında dönüp dolaşmaya başlamış; derken, bir gölge belirmiş kafes arkasında: Zühre'nin mum ışığında titreyen gölgesi... Tahir, siline sürüne kafesin altına gelmiş ve dokunmuş sazın teline:

Ayrıldım gülüm senden,
Dili bülbülüm senden,
Ölüm ayırsın deken
Dirim ayrıldı senden.

Zühre kulaklarına inanamamış. Durmuş ve dinlemiş: "O! Tahir'in sesi, Tahir'in sazı" Yüreği kuş gibi çırpınmaya başlamış ve kafes ardından kafesteki kuş gibi Tahir'in sesine ses vermiş:

1 2 3

ALDI ZÜHRE ALDI TAHİR ALDI ZÜHRE
Ay doğdu düze düştü,Bülbülah ite öter, Zeytin yaprağın dökmez
Zülüfler yüze düştü,Hasretle ömrü biter,Bu hasre sürüp gitmez
Eller çifte gezerden,Dünyanın sonu ölüm,Mektupla konuşalım
Ayrılık bize düştü.Ayrılık daha beter El ermez, eller görmez

4 5

ALDI TAHİR ALDI ZÜHRE
Al şalım, yeşil şalım, Al şalım, yeşil şalım,
Ah edip ağlaşalım, Neye mektuplaşalım,
Aramızda düşman var, Gizli gizli yerlerde,
Biz nasıl konuşalım? Baş Başa konuşalım?

Demeye kalmamış, düşman düşmanlığını yapmış. Gene o Karadiken varıp fitlemiş bunu... Padişah dönüp kapı kullarına el etmiş, onlarda gidip bağlamışlar Tahir'i kollarından ve sürüye sürüye götürmüşler saray katına. Karısının şerrine uğradığı günden beri Tahir'e diş bileyen padişah köpürüp küplere binmiş:

"A tuz, ekmek haini; şimdi senin boynunu cellâda verirdim ama o yeşilbaşlı derviş gözümün önüne geldi; ona bağışlıyorum seni, girmesine kanına girmeyeceğim ama ömrünü, gününü zindanlarda çürüteceğim. Bundan geri, Zühre'm yıldız olsa başına doğmayacak senin!" deyip demir kuşaklı pehlivanların önüne katarak Mardin Kalesi'ne yollamış onu ama bu yol Zühre'nin köşkü önünden geçiyormuş. Bir firkat gelip Tahir'e bakalım ne demiş:

Ne darağacı, ne zindan,
Gönül geçer mi yardan,
Çözü çıkası baban,
Sürdü beni bu diyardan.

Zühre korktuğuna uğrayınca ne diyeceğini bilememiş:

İnan Tahir sözüme,
Ateş düştü özüme,
Sensiz bu yalan dünya,
Zindan olur gözüme.

demiş. Daha da dizip koşacakmış ama demir kuşaklılar aman vermemiş yoksa... Son sözleri suyum akan yaşlar olmuş.


Padişah, Tahir'i Mardin Kalesi'nde zindana attırır.
Hele bir gün, bir sıra dayağına çekildikleri gün insanlığından bile utanmış... Ve o gece ne su ne ekmek... Ne uyku, ne tünek tel tel dizip destan etmiş Mardin Kalesi'ni:

1 2
Şu Mardin 'in Başı dağlar, Her tarafı sulu çamur,
Ne ot biter, ne su çağlar, Boynumuzda paslı demir,
Oturmuş 6in yiğit ağlar, Çürür gider nice ömür,
Şu Mardin 'in "Kalesi 'nde Şu Mardin 'in "Kalesi'nde.

34
Şu Mardin'in başı taştan, Mandalı yok ki açayım,
Yatılmıyor kara düşten, Kapısı yok ki kaçayım,
Haber alsam uçan kuştan, Mevla'm, kanat ver uçayım,
Şu Mardin'in Kalesinde Şu Mardin'in Kalesi'nde

(Tahir, zindana atılınca Zühre de köşkünü kendine zindan eder. Anası ve babasıyla konuşmaz; yalnız dadısıyla dertleşir. Aradan yedi yıl geçer. Bir gün köşkün önünden bir kervan geçer. Zühre kervandan Tahir'i sorar. Kervanın için­deki Keloğlan, Zühre'den aldığı mektubu zindandaki Tahir'e götürür. Tahir dua edince Tanrı'nın inayetiyle zindancıbaşı onu salıverir.

Tahir, babasının konağına gelir. Hasret giderdikten sonra köşkünün önüne gelerek Zühre'ye seslenir. Zühre, pencereden ip uzatarak her gece Tahir'i köşke alır. Kırk gün sonra Karadiken görür, padişaha bildirir. Padişah, adamlarını gönderir ancak Tahir hepsini öldürür, onun yanına yaklaşamazlar. Bunun üzerine padişah, Tahir'e teslim olursa düğünlerini yapacağına söz verir. Fakat Tahir teslim olunca onu bir sandığa koyup Şat Nehri'ne attırır.

Şat Nehri kenarında hüküm süren çöl beyinin üç kızı Zühre'nin arkadaşıdır. Çöl kızları, sandığın yolunu nehir kıyısında bekleyerek Tahir'i kurtarırlar. Ancak üçü de Tahir'e âşık olur. Tahir hiçbirine yüz vermez, oradan kaçar, aksakallı pirin yardımıyla memleketine gelir, görür ki Zühre ile bir padişahın düğünü kurulmuştur.)


Tahir, âşık kılığına girerek sazını omzuna atıp düğün evine varır.
Tahir, her âşık gibi iki naz bir niyazdan sonra o tarafa geçmiş ve dokunmuş sazın üç teline... "Kâh esmiş yeller gibi, kâh tozmuş yolar gibi... Sonra niyet tutmuş gelinler, kızlar... Tahir de mâni mâni kalbini okumuş onların.. Kimi bahtına gülmüş gülmüş, kimi ağlamış ve lakin gelinlik tahtında süzülüp duran Zühre, ne gülenle gülmüş ne de ağlayanla ağlamış; kendi içine öyle bir kapanmış ki kaşını kaldırıp da bakmamış bile.. Onun yüzünü güldürmek için ne yapacağını şaşıran yengeler, çaresizlik içinde son çare olarak işi "müşaare" dedikleri karşılıklı mâni sallamaya dökmüşler ama Tahir'le kim dil yarıştırabilir, dereden tepeden bir iki mâni yuvarlamışlar ama sonunda hepsinin de dilleri tutulmuş. Zühre'nin mâni dizmekteki üstünlüğünü biliyorlarmış ama kimsenin ağzı varıp da ona da bir şey diyememişler. Düğündekilerin kaşından mı, gözünden mi bunu sezmiş olacak ki Zühre, başını Tahir'den yana çevirip.

"Sesime ses ver aşık baba!" demiş.

123
ALDI ZÜHREALDI TAHİRALDI ZÜHRE
Sevdiğim bir tanedir,Saraylarda bağ olur, Gül ektim eltin ettin,
Sedeftir, dürdanedir,Kara salkım ağ olur,Kaybettim elindekin
Daldım aşk deryasına, Hünkar kızı sevenin,Ne düğün ne de bayram,
Çıkardım bir tanedir.Yüreğinde dağ olur. Bitmezsin gönlümdekin.

45 6
ALDI TAHİRALDI ZÜHRE ALDI TAHİR
Şu dağın taşına bak Karanfilim biterim, Kaynar kazan taşmaz mı,
Kar yağmış kışına bak,, Bir gönülde tüterim, Karanfiller açmaz mı,
Ben sevdim eller aldı, Eller yârim dedikçeDağ dağa kavuşmazsa
Teleğin işine bak. Ben boynumu bükerim.Hasretler kavuşmaz mı?

Zühre bu, mânilerin her birinde bir ima bulmuş, Öyle ya "Ben sevdim eller aldı." sözünde bir ima "Hünkâr kızı sevenin yüreğinde dağ olur." sözünde başka bir ima yok mu? Ve lakin Zühre, Tahir'in öldüğüne iyiden iyi inandığı için bu imalara bir mana verememiş. Ama "Dağ dağa kavuşmazsa da hasretler kavuşmaz mı?" sözünü duyunca başın kaldırıp da bakmış ki ne görsün, Tahir! Kaşıyla, gözüyle o, sazıyla, sözüyle o... Demek öldürmeyen Allah, öldürmüyor insanı; Mardin zindan­larına atılmazsa Şat Nehri'ne atılsın! Zühre öyle bir olmuş, öyle bir olmuş ki nasıl deyim, az daha düşeyazmış! Tez elden kendini toparlamaya çalışmış ya betine benzine bakanlar yorgunluğuna vererek dadısına kaş göz etmişler. O da koltuğuna girip odasına çıkarmış onu.

(Dadı, gece yarısı Tahir'i Zühre'nin odasına götürür. Düğün hamamı günü kaçmayı kararlaştırırlar. O gün gelince Tahir iki atla yol üzerinde bekler ama Karadiken olacakları yine sezip yine padişaha haber vermiştir. Tahir yakalanır. Padişah içinde Zühre geçmeyen bir türkü söylerse affedeceğini duyurur. Tahir Zühre'siz türkü söyleyemez. Padişah Tahir'i öldürtür, bunu duyan Zühre koşar gelir, Tahir'in üzerine kapanır, o da orada ölür.
Padişah ile karısı da inleye inleye ölür. Zenci köle Karadiken ise gizli gizli Zühre'ye âşıkmış, tüm kötülükleri onun için ya­parmış. Tahir ile Zühre'yi yerde yatar görünce o da onların yanlarına düşüp ölür.)

Bu dünya bir bakıma Tahir ile Zühre binası! Karadiken gibi dikenler de eksik olmuyor bu âlemde... Bundandır ele güne ibret olsun diye bir toprağa gömmüşler bunları... Gel zaman, git zaman Zühre'nin mezarı üstünde bir ak gül bitmiş, Tahir'inkinde bir kırmızı gül... O gün bugün bu iki gül birbirine kavuşmak istiyormuş ama kara kölenin toprağında biten bir kara diken ayırıyormuş bunları.
My one regret in life is that I am not someone else.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mayıs 2012       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Halk Hikayesi
Tanım: Aşk, kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, aşıkların saz eşliğinde anlatıp söylemeleridir (düz anlatım içinde yer alan şiirler, saz eşliğinde türkü gibi söylenir).
Halk hikayeleri, hikaye türünün en eski ve ortak (anonim) olanlarıdır. Halk hikayesi anlatmak bir uzmanlık, bir ustalık işidir. Hikayeleri anlatan aşıklara "kıssa-han" da denir. En tanınmışhalk hikayelerimiz arasında, şunlarısayabiliriz: Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Köroğlu, Battal Gazi.

Türleri:

Halk hikayeleri kapsamlarına, boyutlarına ve konularına göre şöyle sınıflandırılabilirler:

1 - Kapsamlarına göre

a - Tek bir olay çevresinde örülmüş, basit yapılı, anlatımı yaklaşık bir-iki saat süren hikayeler. Bunlar çoğunlukla, konularınıbir efsaneden, masaldan veya gerçek yaşamdan alırlar.
b - Kahramanları kalabalık ve konuları ardarda sıralanmış olaylardan oluşan, uzun hikayeler. Bunların anlatımlarıbir gece sürdüğü gibi, beşveya yedi gece sürenleri de vardır.

2 - Konularına göre

a - Aşk Hikayeleri

Bu sınıfta yer alan "Aşk Hikayeleri", aşık geleneğinin tüm özelliklerini en iyi yansıtan hikayelerdir. Bunların kahramanları kimi zaman gerçekten yaşamış olan aşıklardır ve hikayenin konusu da onların yaşam öykülerinden alınmıştır.
Örneğin; Aşık Garip, Ercişli Emrah gibi.

Kimi zaman da bu kahramanlar masal, destan, tarih gibi kaynaklardan esinlenerek yaratılırlar. Bu türlerde hayal ürünü ögeler, gerçekçi ayrıntılarla birleştirilerek anlatılır. Örneğin; Yaralı Mahmut, Arslan Bey, Elif ile Mahmut gibi.

b - Kahramanlık Hikayeleri

Konusu kahramanlık olan bu hikayelerin en tanınmışı "Köroğlu" hikayesidir. Doğuanadolu'nun kimi hikayecilerine göre, Köroğlu hikayeleri 24 kol tutarındadır. Ayrıca, Doğu'da, Türkiye dışındaki Türk asıllıuluslarla, öteki kimi uluslar arasında da Köroğlu hikayeleri yaygındır.

Günümüzde giderek işlevini yitiren halk hikayeleri, eskiden uzun kış gecelerinde köy odalarında, düğünlerde, Ramazan gecelerinde kahvelerde anlatılırdı. Hikayenin saz eşliğinde söylenen türküler bölümüne, zaman zaman, dinleyicilerin katıldığı da olurdu.

Belirli bir ustalığa sahip olmalarıgereken halk hikayecileri, bir çıraklık döneminden geçtikten sonra bu işe soyunurlar ve geçimlerini de bu yolla sağlarlardı. Bu halk hikayelerinden bazıları önce taşbasması olarak daha sonraları da matbaa harfleriyle yayımlandı.
Halk hikayelerinin düz anlatım bölümlerini oluşturan olay örgüsü, genelde, derleme olmakla birlikte, saz eşliğinde türkü şeklinde söylenen şiir bölümlerinin yaratıcılarıçoğunlukla bellidir. Bu aşıklar, düz anlatımla şiirleri birleştirerek hikayeyi düzenlerler.

Örnek:

Kerem'in külleri dağılmasın diye bekleyen Aslı Han'ın saçları, küllerin içinde kalmış bir kıvılcımla tutuşur; iki âşığın ancak külleri birbirine kavuşur.
Sevgililerin birbirine kavuşmasıyla sona ermeyen bir macera olduğu için Kerem hikâyesi toy, düğün ve kış geceleri muhabbetlerinde eğlence vasıtası olan halk hikâyeleri arasında, çok sevildiği halde, başından sonuna kadar anlatılmaz, hattâ birçok yerlerde bunun anlatılmasını günah sayarlarmış.
Kerem Erzurum'da hasta yatarken, AslıHan'ın üç gün sonra geleceğini haber verirler. O zaman şu türküyü söyler:

Bir han köşesinde kalmışam hasta
Gözlerim kapıda kulağım seste
Kendim gurbet elde gönül heveste
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Erzurum dağları duman dildedir
Başım yastıktadır gözüm yoldadır
Aslı hayın yârdır adam aldadır
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Erzurum dağları kardır geçilmez
Gizli sırdır her adama açılmaz
Ayrılık şerbeti zehir içilmez
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Felek sen mi kaldın bana gelecek
Akıttın göz yaşım kimler silecek
Kerem'e dediler Aslı'n gelecek
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Kayseri'de musalla taşıüstünde bir cenaze görürler.
Kerem cenazeye şunları söyler:
Mal sahibi nice gördün halini
Felek pençesine düşmüş gidersin
Beğenmezdin türlü libas giymeyi
Şimdi uryan ceset olmuş gidersin.
Tutmaz idin bir fakirin elini
Sormaz idin yoksulların halini
Haram helâl kazandığın malını
Şu fâni dünyaya dökmüş gidersin.
Malın vardı yükseklerden uçardın


KEREM İLE ASLI HİKÂYESİ

Asıl adı Ahmet Mirza olan Kerem, Islahan Şahının oğludur. Şahın hazinedarlığını yapan rmeni Keşişinin kızıAslıile Kerem birbirlerini severler. Şah Keşişten kızıoğluna ister. Keşiş, bir müslümana kız vermek istemez. Fakat hükümdarın isteğini reddemez; bir mühlet ister ve bu mühletin içinde gizlice memleketten kaçar.

Kerem de Aslı'nın peşinden yola düşer. İşte, Kerem'in sevdiği kızın ardınca bütün Anadolu'yu baştan başa gezmesi böylece başlar. Kerem artık yanında sadık arkadaşıSofu (Kerem'in dilinden: Sofu Kardeş), omuzunda sazıile bir "Âşık" olmuştur. Her gittiği yerde, her rasladığına sazıyla ve yanık türküleriyle, Aslı'nın izini sorar, ona haber verenler de olur, vermeyenler de... Bazı defa nehirlere, dağlara, kayalara, dağlardaki hayvanlara derdini döker; yolunu bağlayan karlı, boranlıbellerden yol ister. Onun önüne çıkan engeller, bir defa inkisarına uğradılar mı iflah olmazlar. Kerem aşk ateşinde pişe pişe kemale erer, keramet sahibi olur. Allah onun her dileğini yerine getirir.

Bazışehirlerde Kerem, AslıHan'a bir zaman kavuşur. Keşişten habersizce bir müddet birbirlerine sevgilerini anlatırlar, dertlerini dökerler: Erzincan Bağlarında ve Kayseri'de olduğu gibi..

Sonunda Kerem Aslı'sının peşinden Halep'e varır. Halep Paşasına kendini sevdirir: Paşa, Keşişi tehdit ederek kızını Kerem'e vermeye razı eder. İki sevdalının nikâhları kıyılır. Fakat kötü ruhlu Keşiş onlara son fenalığı yapar: Kızına sihirli bir gerdeklik gömlek giydirir. Bu gömlek son düğmesine kadar açılır, tekrar kapanır imiş. Kerem sevdiğinin düğmelerini bir türlü çözemez. Yüreğinden kopup gelen ateşle yanar, kül olur.

Meclisler kurup da bâde içerdin
Atın binip sağa sola koşardın
Şimdi kara yere koşmuş gidersin.
Dertli Kerem eder nic' olur halim
Bana senden oldu ey kanlı zalim
Hiç vâdeye bakmaz erişir ölüm
Ecel şerbetini içmiş gidersin.


Özet

Atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri genellikle düz anlatım şeklinde söylenmiş ve söyleyeni belli olmayan ortak (anonim) halk edebiyatı ürünleridir. Atasözleri kısa, kesin ve yalın bir şekilde söylenirler. Yer yer ölçülü uyaklısöylenenlerine de rastlanır. Kimi atasözleri bir gözlemi bir yargıyıyansıtarak bir sonuç bildirirler. Kimileri de doğrudan öğüt verirler. Yüzyılların deneyimlerinden süzülüp gelen gelenek, görenek ve toplumsal değer yargılarınıgeçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe taşıyan atasözlerinin yol gösterici, öğüt verici, insanları iyiye ve güzele yönlendirici işlevleri vardır. Bir anlatım içinde yeri geldiğinde kullanılmaları, anlatılan duyguyu, düşünceyi güçlendirir ve anlatımı etkili kılar.
Fıkralar; bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla anlatmak için kullanılan sözlü halk edebiyatıürünleri olup kahramanlarının belirli olup olmamasına göre sınıflara ayrılırlar. Fıkraların önemli bir işlevleri de toplum yaşamında örtük transaksiyon (imalı iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Ayrıca gelenek-görenek yaptırımlarının ve toplumsal baskıların altında ezilen bireye bir çıkış yolu da gösterirler. Halk hikayeleri ise aşk ve kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, aşıkların saz eşliğinde söyleyip anlatmalarından oluşur. Konularına göre sınıflandırılırlar ve özellikle eskiden, köy ve kasabaların toplumsal yaşamında önemli bir yerleri olduğu görülür.
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
9 Haziran 2012       Mesaj #6
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi
Halk Hikayesi

16. yüzyıldan başlayarak destanın yerini alan ve sözlü halk geleneğinde yaşamını sürdüren anlatılar bu ad altında toplanır. Anlatının tümüyle düzyazı olarak sürdürülmesi ve araya serpiştirilen türkülerin sazla söylenmesi, toplum içi ilişkilerin ya da bireyler ve toplum katları arasında çatışmaların dile getirilmesi, olağanüstü ögeler azaltılarak kişilerin ve olayların doğal boyutlara indirilmesi gibi özellikleriyle destandan ayrılır. Halk hikâyeleri boyutları bakımından iki kümede incelenebilir.
1) Tek bir olay çevresinde gelişen, yapısı basit, kısa hikâyeler. Bunlar türküleriyle birlikte en çok bir-iki saatlik süre içinde anlatılır. Doğu Anadolu'da serküşte (sergüzeşt) ya da kaside (kıssa) adıyla anılan küçük hikâyeler buna örnek gösterilebilir.
2) Kişi sayısı çok olan, birbiri ardı sıra gelen beklenmedik durumların, olayların işlenmesiyle oluşan hikâyeler ise, genellikle kahramanın yaşamından uzunca bir süre ya da yine kahramanın serüven dolu bir dönemini konu alırlar. Anlatımları gecede birkaç saatlik oturumlarla 5-7 gece sürebilir.
Aşk hikâyeleri birinciye, Köroğlu kolları da ikinciye örnektir. Halk hikâyeleri, konuları bakımından da iki kümede toplanabilir. Aşk hikâyeleri, aşk konusunun temel alındığı hikâyelerdir. Seçilen kahramanları bakımından iki ayrı özellik gösterir. Bir bölüğünde, yaşadıkları bilinen ya da yaşadıklarına inanılan âşıkların yaşamöyküleri, aşk serüvenleri konu edilmiştir. Hikâyede geçen şiirlerin, hikâyesi anlatılan saz şairinin şiirleri olduğu varsayılmaktadır. "Âşık Garip", "Kerem ile Aslı" ve "Emrah ile Selvi" hikâyelerinde olduğu gibi. İkinci bölükte ise kahramanları saz şairi (âşık) olmayan hikâyeler yer alır. Bunların konuları genellikle bir masaldan, hikâyeyi anlatan âşığın tanık olduğu bir olaydan ya da halk arasında yaygın bir tarih, menkıbe kitabından alınmıştır. "Elif ile Mahmut", "Arzu ile Kanber" bu tür hikâyelere örnektir. Kahramanlık konularının işlendiği hikâyelerin başında ise, Köroğlu kolları gelir. Saz şairleri, içinde kavga dövüş bulunan, koçaklama ile bezenmiş yiğitlik anlatılarını da bu kümeye sokmaktadırlar. "Eşref Bey", "Lâtif Şah", "Şah İsmail" benzeri hikâyelerde, gerçekten hikâye kişisinin kahramanlıkları anlatılır. Ama bu hikâyelerin temelinde yine bir aşk vardır. Kahramanlık, sevgiliyi elde etme uğruna girilen savaşlarda, çarpışmalarda gösterilir. İlk örneklerini 16. yüzyılda gördüğümüz ve destanın yerini alarak sözlü gelenekte yaşamını sürdüren halk hikâyeleri de âşık edebiyatı içinde ele alınabilir. Anlatımın bütünüyle düzyazı olarak yürütüldüğü bu hikâyelerde konuya uygun olarak araya serpiştirilen türküler sazla söylenir. Anlatıcı genellikle bir âşıktır.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
ozzy0035 - avatarı
ozzy0035
Ziyaretçi
15 Nisan 2013       Mesaj #7
ozzy0035 - avatarı
Ziyaretçi
HALK HİKAYESİ
Hikaye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikayeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir.Başka bir deyimle Türk Edebiyatı içinde 16. asırdan itibaren dörülmeye başlanan genellikle aşıklar tarafından nazım nesir karışık ifadeyle dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikayelerdir.Türk Edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek ''Dede Korkut Hikayeleridir.''

ÖZELLİKLERİ
1)Genellikle aşk konularının işlendiği halk hikayelerinde kahramanlık ve dini konularda zaman zaman işlenmitir.
2)Anlatılan ilişkiler,fertler ve halk tabakaları arasında cereyan olur.
3)Olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır.Destandan romana geçiş aşamasıdır.
4)Halk hikayeleri aşıklar tarafından kahvelerde ve düğünlerde erkeklere hitap etmiştir.

DESTANDAN FARKLILIKLARI

1)Tarihi bir vakanın olması şart değildir.
2)Şiir ve düz yazı karışıktır.Zamanla düz yazı üstünlük sağlamıştır.
3)Şahısların anlatılmasında daha realist bir çizgi benimsenmiştir.
4)Kahramanlık konularından ziyade aşk ve macera konuları daha fazla işlenmiştir.
5)Destanlara göre yazıya geçirilme oranları daha fazladır.

Benzer Konular

24 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
8 Mart 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
22 Mart 2011 / bilalcan Soru-Cevap
11 Şubat 2010 / Misafir Soru-Cevap