Arama

Felsefe Nedir?

Güncelleme: 7 Mart 2020 Gösterim: 73.331 Cevap: 56
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Ekim 2005       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
FELSEFE

Köle sahipleri ekmek kaygısı çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı,
Sponsorlu Bağlantılar
Çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygısı çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı,
Çünkü
Ekmeklerini köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.


Köleler felsefe kaygısı çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı,
Çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygısı çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı,
Çünkü
Kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.

Felsefenin ekmeği yoktu,
Ekmeğin felsefesi.
Ve sahipsiz felsefenin ekmeğini,
Sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında...


Melih Cevdet ANDAY

Felsefe Nedir ?

Felsefe, eğildiği konulardan doğan beş dalıyla bu işlevi yerine getirir:
1- Metafizik
2- Epistemoloji
3- Ahlak
4- Politika
5- Estetik

1-Felsefenin esas dalı olan metafizik:
Mevcudiyeti (realiteyi) en temel hususiyetleri açısından araştıran felsefe dalıdır. Başka bir deyişle metafizik, -canlı veya cansız, insan veya gayriinsan evrende varolabilen herşeyle ilgili asgari müşterekleri konu edinir. Metafizik, felsefenin temelidir. Bütün felsefe sistemleri metafizik içinde sorulmuş sorulara verilmiş cevaplar etrafında inşa edilir. Mesela: Evren belirli tabiat kanunlarıyla yöneltilen, dolayısiyle anlaşılıp kontrol altına alınması mümkün bir yer midir, yoksa anlaşılmaz bir kaos, izah edilemez bir mucizeler alanı, teslim olunacak bir tehdit midir? Etrafımızdaki şeyler, bilincimizden bağımsız olarak mevcut mudur, yoksa kafamızda yarattığımız birer illüzyon mudur? İnsan, serbest iradeye sahip, kendini üretebilen ve idare edebilen bir kahraman mıdır, yoksa "ilahi tecelli" veya "üretici güçler" gibi kendi dışındaki kuvvetlerin programladığı, cevhersiz, çaresiz bir otomaton mudur? Bu gibi sorulara verilecek cevaplar sonucu ortaya çıkan soyutlamalar (prensipler, aksiyomlar, kavramlar vs.) o felsefenin metafiziğini teşkil eder.
2-Felsefenin ikinci dalı epistemoloji:
İnsanın mevcudiyet içinde davranabilmesi için gereken bilgileri elde etmenin ve bu bilgilerin doğruluğunu tahkik etmenin yöntemlerini araştırır.
Metafizik ve epistemoloji, felsefenin teorik temelini teşkil eder.
3-Felsefenin Üçüncü dalı ahlak:
Felsefenin teknolojisi olarak düşünülebilir.
Ahlak, felsefenin insan hayatının bütünleştiricisi haline gelmesinin yollarını gösterir, bireyi inşa eder. Ahlak, var olan her şeyle değil, sadece birey olarak insanla ilgilidir: karakteri, faaliyetleri, değerleri, mevcudiyetle olan ilişkileri.Yani; ahlak, bireyin hayatının gayesinin ne olması gerektiğini tayin eden, bu gayeye erişmek için nasıl bir seyir tutturması gerektiğini gösteren, faaliyetleri sırasında yapmak zorunda kalacağı tercihlerde kendisine rehberlik edecek değerler hiyerarşisini ve prensipleri nasıl elde edeceğini gösteren bir sistemdir.Ahlak, bir yandan insanın kendi karakterinin ne olması gerektiğini belirlerken, diğer yandan onun başka insanlara nasıl davranacağının kurallarını ortaya koyar ve politika isimli felsefe disiplinine yol verir.
4-Felsefenin dördüncü dalı politika:
Siyaset felsefesi, bu anlamda ahlakın türevidir. Politika, insana-özgü-bir toplumsal sistemin temel prensiplerini belirleyen felsefe dalıdır.
5-Felsefenin beşinci dalı estetik:
Sanatı inceleyen felsefe dalıdır.
Metafizik, epistemoloji ve ahlak üzerine bina olur ve sanatın ne olması gerektiğini araştırır. Sanat, onu yaratan ve izleyenlerin felsefesinde soyut olarak mevcut kavramları, değerleri, prensipleri somut bir ürüne dönüştürür; o felsefenin değerlendirilmesini mümkün kılar; insan bilincinin eleştirmenliği görevini yapar. İnsan bilgisi, felsefe denen kök üzerinde iki dal halinde gelişir. Bu dallardan biri, fiziki dünyayı -insanın fiziki mevcudiyetiyle ilgili fenomenleri- inceler; diğeri, insanı -insan bilinciyle ilgili fenomenleri- inceler. Birinci dal, soyut bilime yol açar; soyut bilim, uygulamalı bilime veya mühendisliğe yol gösterir; uygulamalı bilim, teknolojiyi -maddi değerlerin fiilen üretimini- mümkün kılar. İkinci dal, birinciye benzer bir yönelimle, sanatı mümkün kılar.

- Ahlak, insan inşaının mühendisliğidir: prensipleri ortaya koyar, projeleri çizer.
- Sanat, insan inşaının teknolojisidir: nihai ürünü yaratır, model inşa eder.
- Sanat, üç felsefi disiplinin ürünüdür: metafizik, epistemoloji ve ahlak.

Metafizik ve epistemoloji, insan fenomeninin soyut bilimidir. Bu soyut temel üzerinde bina olunan ahlak, insan fenomeninin uygulamalı bilimidir: hayatının amaç ve çizgisini belirleyen seçim ve faaliyetlerinde insanı yönlendiren değerler sistemini tanımlar; yani, ahlak, insan inşaının mühendisliğidir: prensipleri ortaya koyar, projeleri çizer. Sanat, insan inşaının teknolojisidir: nihai ürünü yaratır, model inşa eder. Sanatın amacının "öğretmek" ile olan ilgisi, bir uçağın amacının "öğretmek" ile olan ilgisinden daha fazla değildir. Nasıl ki, bir uçağın incelenmesinden, onun parçalarına demonte edilmesinden bir çok şey öğrenilebilirse; benzer şekilde, bir sanat eserinin incelenmesinden de-insanın tabiatı, insanın ruhu (bilinci), insanın mevcudiyeti hakkında- çok şey öğrenilebilir. Fakat, bunlar, sadece yan faydalardır. Bir uçağın birincil amacı, insana uçmayı öğretmek değil, ona uçma deneyini fiilen yaşatmaktır. Sanatın birincil amacı da, aynı şekilde düşünülmelidir.
Sanatın; şeyleri, "olabileceği ve olması gerektiği gibi" temsil etmesi, insanın bu şeylere, gerçek hayatta erişmesine yardımcı olur; ama, bu yarar, sadece ikincil bir değerdir. Birincil değer; sanatın, şeylerin olması gerektiği gibi olduğu bir dünyada yaşama deneyini insana tattırmasıdır. Bu deney, insan için hayati önemi haizdir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Blue Blood; 21 Eylül 2006 10:37
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
14 Ekim 2005       Mesaj #2
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
FELSEFE SÖZCÜGÜNÜN ANLAMI Felsefe sözcügü ilk kez Antik Ege’de Samos’lu matematikçi düsünür, Pythagoras ( Pisagor IÖ 6.yy ) tarafindan kullanilmistir. Pythagoras; dost ve bilgi anlamlarindaki filos ve sofia sözcüklerini yan yana getirerek kendisini ifade etmistir. Çünkü ona göre eksiksiz bilgelik (sofia-sophia) ancak tanrilara yakisir. Insan ise sofia’nin yalnizca dostu olabilir. Yani felsefe bilginin dostu anlami tasimaktadir. IÖ 4. yüzyilda Atina’li düsünür Platon bilgiyi doxa ve sofia olarak ikiye ayirdiktan sonra; bu bilgilerin ardina düsen farkli iki anlayista insan tanimi yapar. Bu dünyanin aldatici bilgileri pesinde kosan filodox ve gerçek bilgiyi arayan filozof. Platon’un bu tanimi yaygin kabul görür. Ortaçaga ögrencisi Aristoteles ile birlikte damgasini vuran Platonun görüsleri; Islam kültüründe de en az batidaki kadar etkilidir. Hatta Platon o kadar kabul görür ki; adi EFLATUN’a bile çikar. Sufi, sofu ve feylesof sözcükleri Filosofia sözcügüne karsilik gelmektedir. Islamiyet’in kabulünden sonra Türkçe’ye de bu sözcükler girerek günümüzde kullandigimiz biçimi almislardir. Platon’nun adi bile dilimizde çogu kere Eflatun olarak kullanilir
Sponsorlu Bağlantılar
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2005       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye Felsefe Kurumu 1974 yılında kuruldu. Kuruluş amaçları, kişinin yaşamında ve kamu hayatında felsefî bilgiye olan ihtiyacın farkına varılmasına katkıda bulunmak, Türkiye’de felsefeyi dört duvarın dışına çıkararak toplumsal işlevini görmesine yardımcı olmak, uluslararası çalışmalar yapmak ve Türkiye’de yapılan çalışmaları dünya düzeyinde tanıtmak gibi amaçlardır.

Bu amaçları gerçekleştirmek için Kurum, 1974’ten bu yana ulusal ve uluslararası seminerler düzenlemekte, çeşitli aralıklarla felsefe eğitimiyle ilgili toplantılar gerçekleştirmekte ve yayın yapmaktadır. Kurumun 1994 yılına kadar yaptığı çalışmaların bir dökümü, Arslan Kaynardağın Türkiye’de Felsefenin Kurumsallaşması ve Türkiye Felsefe Kurumu başlıklı kitabında bulunabilir.

Kurum, Bakanlar Kurulunun 28.10.1997 tarihli kararıyla, kamu yararına çalışan dernekler arasında yerini almıştır.

Kurumun İstanbul Komitesi 1989 yılından beri aralıksız olarak, İstanbul Sonbahar Seminerlerini düzenlemektedir.

Türkiye Felsefe Kurumu 1979 yılından beri, UNESCO’ya bağlı Felsefe ve İnsan Bilimleri Konseyi’ne üye 13 Federasyondan biri olan Uluslararası Felsefe Kuruluşları Federasyonunun (FISP) üyesidir. Bu üyeliğiyle, uluslararası felsefe çalışmalarının fildişi kuledençıkmalarına önemli katkılarda bulunmuş ve Türkiye’nin uluslararası felsefe dünyasında yerini almasını sağlamıştır. Bu çalışmalar sayesinde Kurum, 2003 yılında, FISP tarafından beş yılda bir düzenlenen Dünya Felsefe Kongrelerinin yirmibirincisine evsahipliği yapmıştır. Bu kongreye 90 ülkeden yaklaşık 2700 kişi katılmıştır.

Kurum 9 yıldan beri Ulusal Felsefe Olimpiyatlarını düzenlemekte ve bu yarışmada birincilik ve ikincilik kazananları Uluslararası Felsefe Olimpiyatlarına katılmasını sağlamaktadır.

İstanbul’da 1994 yılından beri yılda iki toplantı düzenleyen Sivil Toplum Kuruluşları Hareketini başlatan beş kuruluştan biridir.

Institut International de Philosophie (IIP, Paris) tarafından yayımlanan Bibliographie de Philosophie’ye Türkiye’de Felsefe alanında yayımlanan telif ve çeviri eserlerini tanıtmaktadır.

Kurum, bir çeviri dizisi (iki dilli), bir Türk Felsefesi (Simurg) dizisi, bir konferanslar dizisi ve başka kitaplar yayınlamaktadır. Bugüne kadar 29 kitap ve 1994 – 1999 yılları arasında yılda üç defa çıkan Türkiye Felsefe Kurumu Bülteni’ni yayımlamıştır.

Kurumun bir İstanbul Komitesi ve dört birimi –Çocuklar İçin Felsefe, Hukuk Felsefesi, Bioetik ve Fenomenoloji Birimleri– vardır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
18 Ekim 2005       Mesaj #4
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
Türk Felsefesinin Tarihi:

Türk felsefesinin tarihinin İslam felsefesinin parlak dönemleri olan 12. ve 13. yüzyıllarda başladığını iddia edenler olmasına rağmen çoğunluk Türk felsefesinin başlangıcı olarak Tanzimat fermanını gösterir. Buradan da anlaşıldığı gibi felsefe tarihçilerinin çoğu felsefe lafından batı(Grek) felsefesini anlamaktadır. Türklerin İslam kültür çevresine katıldıkları 8. ve 9. yüzyıllar aynı zamanda İslâm felsefesinin doğuş yıllarıdır. Türkler 12. ve 13. yüzyıllarda tasavvufla karışık olan İslam felsefesinin gelişmesinde önemli roller oynamışlardır. İslam felsefesi, kavramlar yerine imgelere dayanan, amacı doğruyu bulmak değil inandırmak olan, dogmalardan oluşmuş bir felsefedir. Çoğu kişinin gerçek felsefe olarak gördüğü Batı felsefesine ise, Türk toplumu, Tanzimat Fermanı ile girmiştir. Tazminat Fermanından sonra ortaya çıkan Batı özentiliği her ne kadar kültür yozlaşmasına yol açmış olsada batı felsefesinin Türk felsefesini etkilemesini sağlamıştır. Batıda 2500 yıldır olan felsefe bizde sadece 150 yıldır vardır. Kısacası Türkiye felsefesi daha yeni doğmuştur ve bu yüzden çok önemli adımlar atamamıştır. Türkiye’de düşüncenin önünü kapayan bu kadar engellere rağmen Türk felsefesi ufak bir kitleye hitap ediyor olsa da tek tük çok başarılı felsefecilerin çıktığı söylenebilir ancak hala Türkiye’de felsefenin önünün açık olduğu söylenemez. Ülkemiz maalesef eğitimsizlikten veya eğitim sisteminin kötülüğünden dolayı bir dolu dogmatik insanla dolmuştur. Onlar içinse felsefe yapmak rakı masalarında ülke kurtarmaktan ileri gidememiştir. Eğitim sistemi yüzünden Türkiye her deneni sorgulamadan kabul eden akla hitap edenlerle ilgilenmeyip insanın duygularıyla oynayanların peşinden koşan insanlarla dolmuştur. Böyle bir ortamda felsefenin geniş kitlelere ulaşması ise çok uzak bir ihtimaldir.


Türkiye’de Felsefeye Verilen Önem:

Türkiye’de felsefe geniş kitlelere ulaşmamıştır. Bunun sebeplerinden biri halkın tutumudur. Halk çoğu yerde olduğu gibi ülkemizde de felsefeyi gereksiz bilgiler yığını olarak görmektedir. Felsefe ise filozofların kafalarında yarattığı tuhaf durumlar üzerine yapılan tuhaf yorumlardır. Zaten filozoflar onlara göre deli, boşta gezen insanlardır. Hele darbeler sonucunda bütün düşünce eylemleri anarşistlik ve teröristlik olarak görülmüştür. Bir felsefe olan anarşizm günümüzde çoğu insan için terörizmle aynı anlama gelmektedir. Kısacası felsefeyle ilgili her şey ülkemizde ya saptırılmış ya da yasaklanmıştır. Düşünen toplum istemeyenlerin yozlaştırdığı eğitim sistemi sonucunda felsefenin ne olduğunu bilmeden üniversite mezunu olmuş insanlar yetişmiştir. Eğitimsiz olan halk koşullandırılmış ve felsefeyi gereksiz görmüştür. Bunun sonucunda da düşünme yeteneğinden yoksun kuşaklar yetişmiş ve kendilerine her telkin edeni yapan insanlar türemiştir.

Felsefe yapmak gerçek anlamıyla düşünmek ve gerçeği aramaktır ancak günümüzde halkın felsefe yapmakla kastettiği yabancı ya da eski sözcükler kullanarak, insanları etkilemek ve ikna etmek için yapılan anlamsız ve kafa karıştıran konuşmalar gelmektedir.

Ayrıca ülkemizde liselerde okutulan felsefe dersleri çok yetersizdir. Dağların adlarını ve yerlerini unutulacağını bile bile ezberleten eğitim sistemi düşünmeyi öğretmeye neredeyse hiç yeltenmemiştir bile. Lise müfredatına zorâki koyulan felsefe dersi çoğu okulda felsefe tarihini geçemezken diğer okullarda çocukların kafasında soru işaretleri bırakmaktan başka bir işe yaramamıştır. Felsefeyle bu kadar olumsuz koşullar altında tanışan insanlar da doğal olarak felsefeyi sadece geçmek zorunda oldukları bir ders olarak görmektedir. Bu denli önemsenmeyen bir konuda da ancak birkaç kişi felsefeyle ileri düzeyde ilgilenmeyi düşünmektedir.



Türk Felsefesinin Önünü Kapayan Etkenler:

Türk felsefesinin önünü kapayan nedenlerin başında, yukarıda anlattığım gibi, felsefeye verilen önemin azlığı gelmektedir. Ayrıca insanların felsefenin ne olduğunu bilmemesi de başka bir önemli sebeptir.

Türk felsefesinin önünü tıkayan en büyük etken bence her yerde olduğu gibi ülkemizde de tümellerdir. Ülkemizde insanların düşünüşlerini engelleyen tümeller diğer yerlere göre çok daha fazla sayıdadır. Ayrıca düşünmeyi teşvik etmeyen, ve öğretmeyen bir eğitim sisteminden dolayı Türk insanı tümelleri aşmakta normalden daha çok zorlanmaktadır. Bunun en güzel örneği ise ülkemizde komünistlerden en çok nefret eden insanların açlık seviyesinde asgari ücretle çalışan ya da işsiz insanlar olmasıdır. Platon’un mağara allergorisindeki ellerinden kelepçeler çıkarılınca yine güneşe bakamayan insanlarından oluşmaktadır bizim ülkemiz çünkü bizim halkımızda eleştiri kavramı gelişmemiştir ve halk toplumun yüzyıllar öncesi koyduğu şimdi tamamen saçma olan bir kurala hala körü körüne bağlanmaktadır. Sorgulamayı öğretmeyen bir eğitim sistemi felsefeye atılan çoğu kişinin düşünürken bir noktada tıkanmasına yol açmıştır. Ayrıca bildiğimiz gibi ülkemizde hala düşünce suçu diye bir suç vardır ve böyle bir ortamda sistemdeki bir bozukluğu görüp açıklamak suç kapsamına girebilecek bir şeydir. Kısacası tümelleri aşmayı başarmış bir insan gerçekleri görüp kendi fikrini açıklayarak sonunu getirebilmektedir.

Ayrıca ekonominin de Türkiye’de felsefenin geri kalmasında çok önemi vardır. Eski uygarlıkları incelediğimizde, genelde felsefenin belirli bir kast sistemi olan uygarlıklarda geliştiğini görmekteyiz.

İnsanların hayatlarında çeşitli öncelikler vardır. İnsandan insana bu öncelikler fark gösterir ama her insan önce karnını doyurmayı ve rahat bir şekilde yaşamayı düşünür. Hiç kimse karnı açken başka sorunlarını düşünmez çünkü karnını doyuramadığı takdirde ölecektir ve düşündüklerinin onun için bir anlamı olmayacaktır. Ayrıca düşünerek bir sonuca varabilmek için zaman gerekir ve çalışan bir insan genellikle bu zamanı bulamaz işte bu yüzden felsefe eski uygarlıklarda genelde aristokratlar arasında gelişmiştir. Yaşama kaygısı olan insanlar içinse kendilerinden başka konularda düşünmek angaryadır ve gereksizdir. İşte bu yüzden yaşamak için çalışan milyonlarca asgari ücretlinin olduğu bir ülkede düşünmek ve felsefe hiçbir zaman birinci sırayı almaz ve gayet doğal olarak delilerin işi olarak görülür. Karnını doyuramayan biri hiç bir zaman felsefe yapmayı düşünmez.

Türk felsefesinin ilerlemesini yavaşlatan bir engel ise filozofların genelde yabancı olmasıdır. Felsefe ile ilgilenenlerin yaptığı okumalar genellikle çeviri eserler olduğu için anlamakta ve kavramakta bazı güçlükler yaşanmaktadır. Bazı kavramların Türkçe’de tam karşılığı bulunmamasından dolayı bu çevirilerde kavram kargaşası söz konusudur ve okur felsefecinin demek istediğini tam olarak anlayamaz. Türkçe felsefesinin geç başlamasından dolayı Türkçe felsefe alanında okuma yapmaya pek elverişli bir dil değildir. Felsefe yapmak için eserler yazıldığı dilde okumak en güzelidir ama bu da Türk felsefesinin gelişmesine fazla bir katkıda bulunmaz.


Türk Felsefesinde Dinin Etkisi:

Felsefeye tehlikeli bir gözle bakanlar, buna gerekçe olarak, felsefeye özgü yöntem ve etkenlik ile dine özgü inanç ve öğreti arasında köklü bir çelişkinin olduğunu öne sürüyorlar.

Felsefe yapmak soru sormakla başlar ve insanın aklına gelen ilk sorulardan bir tanesi de evrenin düzenin nasıl oluştuğudur. Din bu konuda kesin bir bilgi vermektedir ve kaynağını tanrıdan aldığı için bu bilgi onlara göre karşı çıkılmazdır. İslâm tanrı konusunda ve tanrının yarattıkları hakkında fikir yürütmeyi yasaklamıştır. Kuran Allah’ın gücünü eşsiz olduğunu ve yapabileceklerini anlatmıştır ve Allah’ın insan beyni tarafından anlaşılamayacağını bu yüzden insanların Allah’ın ne veya nasıl olduğu hakkında düşünmemesi gerektiğini söylemiştir. Kısacası sorgulamaya elverişli bütün kapıları kapatmıştır. Felsefenin temeli olan soru sormakla bir yere varılamayacağı açıktır çünkü sorulan soruların cevabı yoktur çünkü insan beyni onu anlayamaz iş böyle olunca da felsefe yapmanın bir anlamı kalmaz. Kısacası insan aklına güvenirse Allah’ın varlığını yadsıyabilir ama Kuran’da yazanlara inanırsa da Allah’a inanır. Dinin felsefeye en büyük zararı dogmalardan oluşması ve insandaki sorgulayıcı yapıyı yok etmesidir.

Eskiden Türk filozofları İslamdaki inançları düşüncelerle temellendirmeye çalışmışlardır ama bunun günümüz felsefesine fazla yararı olmamıştır çünkü eninde sonunda İslam felsefesi kavram yerine çeşitli imgelere dayanıyordu.


Türk Felsefesi ile Türkçe:

Bir ülkedeki felsefenin durumu, gidişi, gelişmesi o felsefenin ortaya çıktığı dile bağlıdır. Buna göre Türk felsefesi Türkçe ile kendini gösteren felsefedir. Türk felsefesinin geride kalmasının sebeplerinden biride budur. Ortaçağdaki Türk filozofları eserlerini Türkçe değil Arapça yazmışlardır. Genel kültür etkenleri ve o zamanki eğitim koşulları ve din koşulları düşünüldüğünde bu o kadar da anormal değildir ama günümüzde Türk felsefecileri eserlerini Türkçe yazmalıdır. Sonra bu eserleri yabancı dile çevirip yayımlayabilir. Bu eserin başarı kazanması Türkiye için ayrı bir övünç kaynağı olur.

Türkçe’yi düzgün kullanamayan yazarların düşünceleri de anlaşılmaz hale gelir. Ayrıca Türk bir filozofun fikirleri ilk Türkçe’de şekillenir çünkü filozof bunları Türkçe düşünür. Bunun üzerine bunları yabancı bir dile çevirerek yazmak hem Türk felsefesinin hem de fikirlerinin bozulmasına yol açar.


Felsefe Eğitimi:

Tüm eğitim işlerinde olduğu gibi felsefe öğreniminde de ayrıntıların toptancılıklardan çok daha önemli, çok daha verimli olduğu, yararlı olabildiğidir. Buna göre ayrı ayrı gereksemelere uygun felsefe programlarının düzenlenmesi: çeşitli öğretim araçlarının, bu arada felsefe öğreten çeşitli üslup ve yazılıştaki yapıtların, mesela ders kitaplarının seçilmesi; öğretim malzemesinin sıra, içerik ve amaç yönünden saptanması gereklidir. Ayrıca felsefe kurumlarının zaman içinde gereksiz bilgiler veren kurumlar olmasını engellemek için sık sık denetlenmesi lazımdır. Felsefe eğitiminin zaman koşullarına ayak uydurarak kendini yenilemesi lazımdır.

Felsefe eğitimi denilince ilk akla gelen şeyin felsefe bilinci olması gerekir. Tüm felsefe kurumları “Felsefe öğrenilmez, felsefe yapmak öğrenilir!” sözünden yola çıkarak eğitim vermelidir. Çünkü önemli olan felsefe tarihini bilmek değil, felsefe yapmayı ve düşünmeyi bilmektir.


SONUÇ:

Türkiye’nin felsefe alanında hızlı ilerlemesi için aşması gereken bir dolu engel vardır ama ilk olarak yapılması gereken düşünce özgürlüğünü elde etmektir. Özgür olarak düşünemeyen insan felsefe yapamaz. Gücü elinde tutanlar yerlerini garantilemek için senin düşüncene hükmedip senin düşünmeni engelliyorlarsa bu felsefeye vurulan en büyük darbedir ve düşünce özgürlüğü alınmadan hiçbir yere ulaşılamaz.

Felsefenin kurtulması gereken ikinci şey ise din baskısıdır. Din bizim fikirlerimizi şekillendirmemelidir. İstediğimizi düşünmekte özgür olmalıyız. Tanrıya inanmamız hiçbir düşüncemizi etkilememeli. Tanrıya inanan bir bilim adamı Kuran’da yazanlara göre çalışsa ve sırf Kuran’da yazıyor diye sorgulamadan herşeyi kabul etse o zaman bilim olmazdı. Örneğin insanların topraktan geldiği kabul edilse Darwin’in teorisi hiçbir zaman için ortaya konamazdı. Aynı şey felsefe içinde geçerlidir dinin koyduğu tümeller bizim fikirlerimizi sınırlamamalıdır.

Türkiye’de din dışında toplum baskısı da çok ağırdır. Toplum bireylerin düşüncelerini en çağdaş ülkelerde bile etkilemektedir. Amerikalı filozofların faydacı, Almanların idealist olması bunun en güzel örneğidir ama yine de tümellerden olabildiğince uzak durulmalıdır felsefe yapılırken. En iyi bildiğimiz şeye bile kuşkuyla yaklaşılmalıdır.

Yapılması gereken en önemli şeylerden biri ise Türkiye’nin eğitim sistemini değiştirmektir. Lisede felsefe dersine daha çok önem verilmelidir. Haftada en az iki felsefe okuması yapılıp incelenmelidir. Çünkü insanlar ancak bu şekilde felsefe yapmayı öğrenir ve ancak bunun sonucunda Türkiye’de felsefe gelişebillir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
22 Ekim 2005       Mesaj #5
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
İnsan sürekli varolanlarla ilişki içinde bulunmak zorundadır. Varlığını sürdürebilmesi bu ilişkiye bağlı bulunmaktadır. Canlılar arasında başkaları ile ilişki alanı en geniş olan insandır. Maddî ve manevî tüm ilişkileri sadece insan gerçekleştirebilir. Kendisi de dahil her şey varolanları oluşturur. Varolanların toplamı da varlıktır.


Öğretim ve eğitim, insanla varolanlar arasındaki ilişkilerin bir türüdür ve bir bilgi sorunudur. İnsanın herhangi bir varolanla ilişki kurabilmesi ancak onu tanıması ile mümkün olur. Tanımak ise bilgi sahibi olmak demektir. Diğer ilişkiler bu tanımadan sonra gelir. Öyleyse insanın varolanlarla olan bütün ilişkileri bir anlamda insan faaliyetleri anlamına gelir. O halde insanın bütün faaliyetlerinin temelinde bilgi sorunu yatar.

İnsan varolanların bilgisinin çok büyük kısmını öğretim yolu ile elde eder. Böylece öğretim fertlere varolanların bilgisini kazandırmada yapılan bir faaliyettir.


İnsanlar, olay ve olgular karşısında daima bir tutum içinde bulunurlar. İnsanlara bir tutum kazandıran varolanlar hakkındaki bilgileridir. Yani öğrenimdir. Öğrenimi büyük ölçüde anlayan da öğretimdir.

Eğitim ise, insanı herhangi bir tutum içine sokar. Öyleyse eğitimin bir amacı vardır. Bu da, ferde istenilen tutumu kazandırmaktır. Öğretimde bilgi seçimi vardır. Bilgilerin seçilmesi eğitimde amaçlanan tutuma göre olur.

Öğretimde bilgi seçiminde zorunluluk vardır. Her bilgi türünde asırlardır yazılmış bilgilerin bir nesle öğretilmesi imkansızdır. Öğretimde bilgi seçiminin birinci sebebi bu imkansızlıktır. Bunun yanısıra bilgi seçimi raslantı ile olmaz. Öğretim yapacakta kazanılması istenen formasyon ve tutuma göre yapılacak seçim faydalı olur. İşte hedefi eğitim politikası belirler. Hedefe varmak için öğretimde hangi bilgilerin verilmesi gerektiği de eğitimci tarafından tayin edilir.


Öğretimde önemli olan objektifliktir. Yani varolanın bilgisini doğru olarak vermektir. Herhangi bir amaç için verilecek yanlış bilgi yanlış hareketlere sebep olur.


İnsan varolanı tanımada farklı yollar kullanır. Bu yüzden farklı bilgiler vardır. Felsefe de bu bilgiler arasında yer alan bir bilgi çeşididir. Fakat felsefe nedir?

Nasıl bir bilgi türüdür?


Bir tarafta Descartes, “Felsefesiz yaşamak gözü kapalı yaşamaktır” derken, bir tarafta da bir Fransız yazarı şöyle diyor: “İnsanlık için tehlike ne atom bımbasından ne de hidrojen bombasından gelir. Tehlike filozoftan gelmektedir.Bugün dünya; Batı-Doğu diye iki düşman kampa ayrılmış, birbirini yoketme hazırlığı ve yokolma korkusu içindedir. Arada asıl çarpışan filozofların fikirleridir. Bir tarafta Volter’ler, Rousseau’lar; diğer tarafta Marx’lar, Engels’ler… Büyük kitleler, bu filozofların adını bile duymadan onların fikirleri peşinde koşup düşman kamplara ayrılıyorlar. Demek ki bugün insanlığın içinde bulunduğu tehlike filozoftan kaynaklanıyor. O halde kurtuluş çözümlerini de ondan beklemek lâzım…”


İşte böyle birbirine zıt hükümlerle değerlendirilen felsefe nedir?

Fransız filozofu Jules Lachelier, felsefe öğrenimini tamamlayıp Toulous’a tayin ediliyor. İlk dersinde kendisine öğrencisi tarafında, “Felsefe nedir?” sorusu yöneltiliyor. O da, “bilmiyorum” cevabını veriyor, öğrencilerinin hayretleri arasında. Olay şehre yayılıyor. Her yerde alay konusu oluyor. Diyorlar ki; “Paris’ten bir öğretmen tayin edilmiş. Daha öğreteceği disiplinin ne olduğunu bilmiyormuş.”


Sokrat’ın; “Bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir” sözü ne kadar düşünmeye değer ise; Lachelier’nin, “Felsefe nedir?” sorusuna verdiği “bilmiyorum” cevabı o kadar anlamlı ve düşünmeye değerdir. Çünkü felsefenin kesin bir tanımını yapamayız. Fakat böyle bir disiplinin varolduğu kesindir.


Başka inanç ve kanaatlere saygılı olmak ve onlara hak tanımak, kendi inanç ve kanaatine bağlı olmamak demek olmadığı gibi, bütün inanç ve kanaatler karşısında kayıtsız kalmak da demek değildir. Herhangi bir inanç ve kanaatine sıkı sıkıya bağlı olan kişi hoşgörü sahibi de olabilir. Öyleyse hoşgörülü, yani medenî insan yetiştirmek için felsefeye ihtiyaç vardır. Zaten felsefe yapmak insanın kaçamayacağı bir faaliyettir. İnsan tabiatı gereği, zorunlu olarak felsefe yapar. Bu konuda Aristo şöyle diyor: “Felsefe yapmak mı lazımdır diyorsunuz, o halde felsefe yapmak lazımdır. Felsefe yapmamak mı lazımdır diyorsunuz, bunu yapmak için yine felsefe yapmak lazımdır.”


MODERN ÇAĞDA FELSEFENİN ETKİSİ


On dokuzuncu yüzyıl felsefesi, bir anlamda, iki karşıt kamp arasındaki bir savaşım olarak değerlendirilebilir. Hegel gibi sanat, ahlâk, din, siyaset, tarih, edebiyat ve bilimi de kucaklayan bir felsefe inşa etmeye çalışanlarla, binlerce ayrı, özel sorunu araştıranlar kampı.


Çağdaş felsefelerin altyapısı, bir yüzyıl süren siyasal, tarihsel, ekonomik, kültürel, toplumsal ve sanatsal alanlardaki olağanüstü değişikliklerdi. Geçmiş dönemlerde bu tür değişiklikler yavaş gelişir ve yüzyıllara yayılırken, yirminci yüzyılın ilk elli yılı öyle büyük değişikliklere sahne oldu ki, bunların anlamını tam olarak düşünmek için zaman yoktu.


Birinci dünya savaşı yalnız süper güçler arasında bir savaş değildi. Viktorya çağının da bir sonuydu. Dört yıllık savaşım kadınların ekonomik ve siyasal alanlara girmesi sonucunu getirdi, on dokuzuncu yüzyılın ahlâk geleneğini yıktı, toplumsal kurtuluş adı altında gençler ana babalarına karşı başkaldırdı.

Savaşın ekonomik sonuçları kimi ülkeler için yıkım getirirken kimilerine de refah getirdi. Amerika, ihtiraslı bir dönem geçirdi ve 1929 yılında etkisi bütün dünyada yankılanan büyük ekonomik bunalıma girdi.


Ortaya çıkan işsizlerin saylarının küçümsenemeyecek kadar çok olması sosyalist ve kominist akımlara güç kattı. Bu akımların ruhsal yuvası 1917 devrimiyle ortaya çıkarılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ydi.

Sosyalizm ve kominizmin güçlenmesi İtalya’da, Almanya’da ve İspanya’da dünyayı etkileyen büyük çatışmalara sebep oldu. Bundan sonra insafsız materyalistlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Öyle akımlar vardı ki, madde ve mekanik öğretilerin etkisinde kalarak yaşamda hiçbir amaç ve umut bulamadılar. Bunun ardından ateizm boygösterdi.


Marx’ın felsefesinin çıkış noktasında Hegel vardır. Genel olarak Hegel’den sonra büyük felsefe sistemlerinin sona erdiğini söylemek mümkün. Hegel’den sonra felsefe yepyeni bir yola girmiştir ve büyük kurgusal sistemlerin yerini “varoluşçu” ya da “eylemci” felsefeler almıştır. “Amaç dünyayı anlamak değil, onu değiştirmektir” derken Marx’ın kastettiği de budur. İşte onun bu sözleridir felsefe tarihinde çok önemli bir değişikliğe sebep olan.


Marx’ın düşüncesinin hem pratik, hem de politik bir yanı vardır. Uygulamalı politika alanında ondan daha etkili olan bir başka filozofun varolmadığını söylemek yanlış olmaz. Marx’a göre insanların düşünce biçimlerini belirleyen, toplumda geçerli olan maddî ilişkilerdir. Bu tür maddî ilişkiler tarihin gidişini de belirlemektedir aynı zamanda. Ve tarihi ilerleten şey ekonomik güçlerdir.

Neyin yanlış neyin doğru olduğunu toplumu yöneten sınıflar belirleyebilir. Hiçkimse bir başkasını doyurmak için çalışmamalıdır. Bu yüzden, “Bütün ülkelerin emekçileri birleşin” sloganı ile kominizm, toplum düzenlerini güç yoluyla yerlebir etme amacıyla yola çıkmıştır.


Fakat dünya milletlerini galeyana getiren bu sistemler de yavaş yavaş çözülmeye başlamıştır. Çünkü bilgi yığını bir şey ifade etmez. Onun benimsenmesi, kabullenilmesi, adeta onun yaşanması lazımdır. Bütün bunların yanında insan tabîatına uygun bir bilgi olması gereklidir. Bu da şuna işaret eder: Öğretim tek başına yeterli değildir, eğitim şarttır. Eğitim edinilen bilginin, bilgi sahibinin hayatını etkilemesi, o bilgiyi hayatında tatbik edebilme hâlini kazandırmasıdır.


Hayatın her döneminde etkili olan sistemler, yaşayış şekilleri, kültürler vesaire pek çok toplumsal olay felsefî düşüncelerin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Felsefe adının kullanılması ya da kullanılmaması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü felsefe bir düşünce aritmetiğidir. Fakat herhangi bir amaç için verilecek yanlış bilgi yanlış hareketlere sebep olur....
caglayannet - avatarı
caglayannet
Ziyaretçi
25 Ekim 2005       Mesaj #6
caglayannet - avatarı
Ziyaretçi
Felsefe gerekli midir? Bu soruyu başka sorular yoluyla cevaplamaya çalışalım..

Toplumsal olarak paylaşılan kanıların doğruluğundan nasıl emin olabiliriz?
Bir olayı ya da davranışı yargılarken kullandığımız “doğru/yanlış” ya da “iyi/kötü” gibi yargılarımızın kaynağı nedir?
Genelde bu yargılarımızın kaynağı toplumsal normlardır. “Normal” kelimesinin kaynağı da norm kelimesidir. Bir şeye “normal” ya da “anormal” dediğimizde aslında toplumsal kanılarla uyuşup/uyuşmadığından bahsederiz. Peki normal olan “iyi” midir? Ya da doğru mudur?

Örneğin Türk toplumunda erkeklerin etek giymesi anormaldir. Eski İskoç toplumunda ise eteğe çok benzer bir giysi erkekler tarafından giyilir ve bu normal karşılanırdı. Yani toplumsal yapı bizim yargılarımızı doğrudan etkilemektedir.

Peki toplumun bir konuda hemfikir olması, “aykırı” sesler çıkmaması, ve herşeyin normal olması istenilir bir durum mudur? Tarihsel olarak baktığımızda bazı büyük uzlaşma zamanlarının insanlığa büyük zarar verdiğianlaşılıyor. (Örneğin; 1933-1945 yılları arasında Almanya’daki toplumsal uzlaşmanın ve tek fikirliliğin soykırımlara neden olması.)

Buradan şu sonucu çıkartabilir miyiz... İnsanlar toplumsal kanılardan etkilenerek kendi fikirlerini oluştururlar. Ama toplumsal kanılar da zamanla değişir. Ve bugünden baktığımızda toplumun hatalı kanıları da desteklediğini düşünebiliriz. O zaman kendi değerlerimizi de hiç durmadan yargılamalıyız. “Herkes böyle düşünüyor, o nedenle bu doğrudur/iyidir/meşrudur” demek kolaya kaçmak, insan yerine koyun olamayı seçmek midir?

Felsefede cevaplardan çok sorular önemlidir denir. Bir bakıma sorgulamanın felsefenin temelinde olması bu düşüncenin nedenidir. Bu nedenle bol bol soru sordum..

Felsefe arayıştır. Bitmeyen bir sorgulayış... İnsan olduğumuzun farkına varabilmemiz için felsefeye ihtiyacımız var.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İnsan, rasyonel (akli) bir varlıktır.O halde, bu sayfanın başlığındaki " Rasyonel İnsan " ibaresi bir fazlalık içermiyor mu? Evet. Fakat, günümüzde insanla ilgili çoğu fikir, insan toplulukları için öne sürülen çoğu sistem, insanın bu temel niteliğini öylesine ihmal ediyor ki; bu fazlalık, sitemizde bulacağınız felsefenin, yalnızca aklı temel aldığını vurgulamak için, kasten konmuştur. Birincisi; okuyucunun, felsefeyle daha önce, mütevazı bir ölçüde de olsa, ilgilenmiş olduğunu; veya sırf sağduyusal terimlerle de olsa, insan ve evrenle ilgili derin sorular sormuş olduğunu, dolayısiyle bazı felsefi kavramlarla -zımnen de olsa- tanışık olduğunu varsayar. İkincisi; çeşitli felsefelerden yeri geldikçe -çürütmek üzere- bahsetmekle birlikte; esasen, onlar üzerinde mukayeseli bir inceleme olmaktan ziyade, belirli bir felsefenin savunuculuğunu yapar. Mamafih; felsefeyle ilk defa tanışacak olan insanlar da, bu kitapla başlayarak; kendilerini, sonradan karşılarına çıkacak çeşitli irrasyonel felsefelerin tahribatına karşı fikren mücehhez kılabilirler. O halde bu Felsefenin Kökeni: Burada bulacağınız felsefe hangi felsefedir? Felsefeleri, çeşitli filozofların isimleriyle birleştirerek sınıflayanlar vardır: Plato Felsefesi, Aristo Felsefesi, Kant Felsefesi gibi. Bu anlamda bu felsefe, benim felsefemdir; ama, sayın rasyonel okuyucu, bu felsefe aynı zamanda senin felsefendir. Söylediğim şeyi açmadan önce bazı olguları hatırlayalım... Realitedeki -mevcudiyetteki, evrendeki- herşey gibi, insan da, insan bilinci de, belirli bir kimliğe sahiptir: belirli bir tabiatı, belirli ihtiyaçları vardır. Bu olgu yüzünden; insan bilincini bütünleştirecek olan felsefe, aslen iki türlü olabilir: a) Realitenin ve insan bilincinin tabiatını doğru teşhis ettiğinden, "doğru bir felsefe"dir; b) Realitenin ve insan bilincinin, ya belirli bir tabiata sahip olmadığını zannettiğinden, ya da bu tabiatı yanlış teşhis ettiğinden, "yanlış bir felsefe"dir. Bir de, çeşitli konularda bu iki asli uç arasında gidip gelen felsefelerden bahsedilebilir. Bütün önemli felsefeler; asli argümanlarını, genel olarak bu iki uçtan sadece birisinde odaklaştırır.

Burada bulacağınız felsefeyi; benim ve her rasyonel insanın felsefesi olarak nitelerken, iki halkalı şu düşünce zincirini takip ediyorum: 1. Her rasyonel insan gibi ben aşağıdaki şu dört ilişkili gerçeği biliyorum: a) Rasyonelliğik (aklilik), realitenin olgularını oldukları gibi kavrayıp, bu kavrayışa uygun davranmaktır. b) Akıl, insanın hayatta var kalması için temel araçtır. c) Realitedeki herşeyi anlayabilmek için; fiziki duyumlar, fiziki algılar ve bunlar üzerine bina edilmiş kavramlardan başka -yani, akıl kullanmaktan başka- hiçbir araç yoktur. d) Akıl, otomatik bir şekilde değil, bireysel gayret ve bilgiyle çalışır ve bütün insan bilgisinin kökünde felsefe vardır. 2. Ve şunu ilan ediyorum: bu felsefe, realitenin ve insan bilincinin tabiatınca dikte edilmiş şartları doğru olarak tesbit etmiş, objektif, doğru bir felsefedir; rasyonel bir insanın sahip olması gereken felsefe bu dur; bu felsefe, binlerce sene önce yaşamış insanlar için doğruydu; bugün de hala doğrudur; gelecekte de doğru kalacaktır; çünkü, "insan" denen realite olgusu, binlerce sene geçmiş de olsa, aslen değişmemiştir; "insan" kaldığı sürece değişmeyecektir de. Sağduyusal bir ihtiyaçla rasyonelliği aramakta olan bir insana yabancı gelecek hiçbir şey, bu felsefede bulunmayacaktır; bu felsefeyi kavradığında, "Benim felsefem, dün bu olmalıydı; bugün budur; yarın bu olacaktır!" diyecektir. Bu felsefenin kökeni hakkındaki bu genel tesbitten sonra; özel kaynaklarını irdeleyebiliriz. Yukarıda belirttiğim gibi; bir felsefe -asli hatlarıyla- ya doğrudur (rasyoneldir), ya yanlış (irrasyonel). Felsefe tarihi bu iki uçta yeralmış filozofların tartışmalarından ibarettir. Bu uçlarda yer almış filozofları birer mihver olarak düşünürsek; rasyonel mihverin -yirminci yüzyıl öncesine kadarki- en önemli iki filozofu, Aristo (M.Ö. 384-322) ve St.Thomas Aquinas'tır (1225-1274); irrasyonel mihverin en önemli bazı filozofları ise, Plato (M.Ö. 428-348), Saint Augustine (354-430), Immanuel Kant'tır (1724-1804). Plato ve öğrencisi Aristo'nun felsefeleri arasındaki savaş, mistisizmle akıl arasındaki savaş olarak kabul edilir. Fakat; irrasyonelliğin, kötülük olduğu ölçüde, en irrasyonel filozof -genellikle önerildiği gibi- Plato değil, Kant'tır.
Plato, hiç değilse, "iyi bir hayat"ın nasıl olacağı üzerinde kafa yormuş, felsefenin çoğu temel meselesini -bu arada bazı yanlışları da- formüle etmiştir. Kant ise bütün ömrünü, insanın akla olan güvenini yıkmayı amaç edinmiş bir felsefenin inşaına hasretmiştir. Bu kitapta sıkça geçen "Modern Felsefe"nin kurucu atası, Kant'tır. Bugünün felsefesine egemen olan eğilimlerin hemen hepsi -başta Hegel'cilik, Marx'cılı, Nietzche'cilik, Egzistansiyelizm (Varoluşculuk), Mantık Pozitivizmi, Pragmatizm- doğrudan veya dolaylı olarak Kant'tan kaynaklanmıştır ve "Modern Felsefe" olarak anılacaktır. Aristo felsefesini çok iyi bilen bir okuyucu, bu felsefenin bütününü Aristo'cu olarak niteleyecektir ki; tamamen olmasa da, haklıdır. Fakat, farkedecektir ki; Aristo'daki bazı eksiklikler tamamlanmakta, O'nda bazı düzeltmeler yapılmaktadır. Bu felsefenin başka felsefelerle akrabalık izleri taşıdığı da söylenebilir. Mesela; felsefe tarihini çok iyi bilen bir okuyucu; bu felsefenin ahlakının, bir yandan Ortadoğu dinlerine benzer hükümler içerirken, öte yandan başta Max Stirner (1806-1856) olmak üzere bazı liberal-anarşist filozoflardan esinler bulundurduğunu; epistemolojisinde (bilgi teorisinde), genel olarak Aristo'cu olmakla birlikte, İslam ve Katolik felsefelerinin parlak dönemlerindekine benzediğini; politikasında, başta John Locke (1632-1704) olmak üzere bir çok liberal filozoftan fikirler bulundurduğunu, yer yer anarşist felsefeyi çağrıştırdığını; estetiğinde, başta Friedrich Schiller (1759-1805) olmak üzere bir çok romantik yazar ve filozoftan izler taşıdığını görecektir. Bu benzerlikler nereden kaynaklanmaktadır? Bu olgu, buradaki felsefenin "eklektik" özelliğinden mi -yani, her sistemin "en iyi özelliklerinin" alınarak oluşturulmuş olmasından mı- kaynaklanmaktadır? Hayır, böyle bir tavır; bu felsefenin öğretilerine zıt davranmak demektir. Bu felsefe ile yukarıda sayılan felsefeler arasındaki benzerlikler; realitenin tek olması, insan bilincinin tek bir tabiatı olması olgusundan kaynaklanmaktadır: zaman zaman, çeşitli felsefeler, insan mevcudiyetinin belirli bir veçhesini doğru teşhis edebilmişler (kimlikleyebilmişler), dolayısiyle bu teşhise uygun olarak doğru teoriler ortaya koymuşlardır. Çeşitli felsefeler arasında, fikri bir alışveriş olmasa dahi ortaya çıkabilen bu ortaklıklar; herhangi bir "tabiat-üstü" sebepten kaynaklanmaz; bunların, aynı realite olgusuna, aynı doğru teşhisi koyabilmiş olmaları olgusundan kaynaklanır. Fakat, yukarıdaki felsefelerle olan bütün benzerliklerine rağmen; bu felsefe, başka bir çok asli noktada, o felsefelerden ayrılmaktadır. Hatta; bu felsefenin Aristo'cu olarak nitelenebilmesindeki haklılığı kabul etmeme rağmen; Aristo felsefesiyle ayrıldığı noktalar olduğunu belirtmiştim. Bu felsefe ile Aristo felsefesi arasındaki farklılıkları yaratan kimdir? Aristo gibi dev bir filozofun felsefesini düzeltip, tamamlayabilmek; ancak başka bir dev filozofa vergidir. Bu filozof, Amerikalı (Bayan) Ayn Rand'dır (1905-1982). Ayn Rand; felsefesine, insanın objektif realitesinden kaynaklandığı anlamda "Objektivizm" adını vermişti.

Ayn Rand, felsefesininin çeşitli unsurlarını sistematik olarak biraraya toplayan, felsefe olarak felsefe halinde bir kitap yazmadı. Ama; felsefesini, romanlardan, gazete makalelerine, spesifik konulardaki felsefi risalelere, televizyon programlarına, düzenli radyo sohbetlerine, yayınladığı dergilere, konferanslara, broşürlere, okuyucularına yazdığı ücretli düzenli mektuplara kadar akla gelebilecek her ortamda anlattı. "Objektivizm" 1960'larda önemli bir entellektüel hareket haline geldi. Ayn Rand, gerçekten orijinal ve devrimci her yeni fikir insanı gibi, Amerika'nın "sağ" ve "sol" entellektüel "müesses nizamı"nca aforoz edildi; iki taraftan da şiddetli eleştiriler aldı; çünkü, ne "sağ"a yaranabilmişti (mistisizme karşı aklı savunuyordu), ne de "sol"a (her türlü devlet despotizmine karşı, birey haklarını savunuyordu). Ama, "öğrenilmiş cehalet"le malul olmayan sağduyulu insanlar; O'nun romanlarını, yıllarca "best-seller" sıralarından indirmediler. Fikirleriyle milyonları etkilemişti; ama, entellektüellerce yok sayılıyordu; ancak 1980'lerden sonra, bir kaç üniversite kürsüsünde, ciddi bir filozof olarak incelenmeğe başlandı. Ayrıca, Ayn Rand felsefesinin takipçisi olmuş bazı filozoflardan da yararlandım: Leonard Peikoff ("Analitik-Sentetik Sahte-zıtlığı" konusunda); Nathaniel Branden ("Ahlak" bölümündeki bazı tatbikatlarda); George H. Smith ("İlk Sebep Argümanları" konusunda); ve David Kelley ("Epistemoloji" bölümünde). Ayn Rand üzerinde eleştirel incelemeler yapmış filozoflardan da yararlandım: Douglas J. Den Uyl, Douglas B. Rasmussen, Tibor R. Machan ve William F. O'Neill gibi. Barbara Branden ve Mimi Gladstein'in, Ayn Rand üzerine biyografik çalışmaları da yararlı oldu. Fakat; okuyucunun, kullandığım militan dilden de çıkarsayabileceği gibi; bu kitap, benim için böyle bir kültürel hizmet yapmaktan daha derin bir kişisel öneme sahiptir: bütün gençliğim, doğru bir felsefenin arayışı içinde, hatalarla dolu geçti; önümde bulduğum felsefeler, hep irrasyonel (yanlış, kötü) olanlar idi; bu arayış sürecinde, hem maddi varlığım (fiziki bedenim), hem de manevi varlığım (bilincim) ıstıraplara garkoldu, yok olmanın eşiklerine yaklaştı; son dört-beş yıl öncesine kadar genellikle mutsuz hissettim; ama, yılmadım; saplantılara takılıp kalmadan, üşenmeden aradım; ve sonunda buldum, mutluyum: bu anlamda, bu kitap, benim Kişisel Manifestom'dur. Bu anlamda; bu kitap, özellikle gençler için yazılmıştır; ama, düşünme alışkanlığı terketmemiş olan her yaştan insan; eğer, bu felsefeyi benimsemelerinin ve hayata geçirmelerinin gerektirdiği cesaret ve sabıra sahip olabilirlerse; gerçekten insana-özgü bir hayatın ne olduğunun sırlarını keşfedeceklerdir. Bu felsefeyi anlayıp hayata geçirecek olan insanların, benim hatalarımı yapmasına ve hayatı bir mutsuzluk olarak yaşamasına imkan yoktur; bu anlamda, bu kitap, bireysel irrasyonelliklerini rasyonelize ederek kurdukları felsefelerle, insan bilincini felceden, insanı mutsuzluğa ve tahribe sevk eden filozoflardan, onların acentalığını yapan çeşitli unsurlardan aldığım kişisel intikamdır: bu felsefe, onların kurbanlarından bazılarını ellerinden kurtaracak, müstakbel kurbanlarını da azaltacaktır.

Cumhuriyetle birlikte dilimizde yapılan "özleştirme" ameliyesinin; "Türkik" dillerin en yüksek hali olan Osmanlıcayı tahrip ettiğine, genellikle "özleştirme" akımına inananların yönlendirdiği Türk Kültürü'ne kavramsallık-öncesi dillere benzeyen, somutla-sınırlı yeni bir ilkel dilin egemen olduğuna kaniyim. (Bu konuyu, "Yeni Gündem" dergisinin, onbeş günlük fikir dergisi halinin 1985 yılı, 28, 29 ve 30. sayılarında tefrika edilmiş olan "Öztürkçecilik Açmazı ve Dil Üzerine Bir Trialog" başlıklı makalemde incelemiştim.) Ben de, genellikle bu yeni dilde kültürlendim. Bir dilsel sıkıntı içinde olduğumu farkediyordum; ama, bir yabancı dil öğrenene kadar, sıkıntımın sebebini kimlikleyememiştim. Ben de dahil, Türk okuyucusunun çoğu, halen dünya tarihinde eşi bulunmaz bir garabetin içinde yaşar: anavatanında doğup büyüdüğü halde, o vatanın resmi dili olduğu iddia edilen bir dilde eğitilip kültürlendiği halde, felsefe gibi en soyut konuların tartışmasını; iyi bildiği yabancı dilde, kendi anadilinden -ki anadili, aynı zamanda onun kültür dilidir- daha iyi yapabilir. Ben de, bu hastalıkla malulüm: dilim, zaman zaman rahatsız edici ölçüde hantal gelirse; okuyucudan özür dilerim. Öztürkçecilik tahribatının kelimesel sonuçlarını aşabilmek için Osmanlıca kelimeler kullandım; ama, Osmanlıcayı bir sistem olarak -maalesef- bilmiyorum; bu yüzden, Öztürkçecilik tahribatının yapısal sonuçlarını aşacak fazla bir şey yapamadım. Bazı dilsel denemelerde bulundum; fakat, okuyucu tarafından barizce yanlış bulunan hususlarda; kendimin otorite olarak kabul edilmesinden ziyade, rasyonelce yazılmış bir gramere başvurulmasını tavsiye ederim. "Felsefe" Kavramı Hakkında: "Felsefe" kelimesi; Eski Yunanca "filos" (bir şeye karşı duyulan sevgi, aşk) ile "sofia" (akıl, ilim, bilgelik, hikmet) anlamına gelen kelimelerden türetilmiştir. Bu eserde kullanılan anlamda felsefe: evrenin, insanın ve insanın evrenle ilişkisinin asli tabiatını araştıran düşünce sistemidir. Evren, varolan şeylerin tümüdür. Evrenin bir parçası olmasına rağmen; felsefenin, "insan"ı ayrıca konu edinmesi; insanın, evrenin tek akli varlığı olması olgusundan kaynaklanır. "Asli tabiat"la kast edilen şudur: felsefe, özel bilimlerden farklı olarak mevcudiyetin özel bir veçhesini değil; bütününü araştırır, insanın bu mevcudiyet içindeki yerini tesbit eder.
Bir benzetmeyle, özel bilimler ağaçlarsa, felsefe ormanı mümkün kılan topraktır. Mesela; felsefe, şu anda Türkiye'de mi yoksa Uganda'da mı bulunduğumuz sorusuna cevap vermez; ama, bunu öğrenmenin yollarını gösterir. Felsefe, eğildiği konulardan doğan beş dalıyla bu işlevi yerine getirir: metafizik, epistemoloji, ahlak, politika ve estetik. Kitaptaki her bölüm, bu dallardan birine tahsis edilmiştir. Felsefenin esas dalı olan metafizik: mevcudiyeti (realiteyi) en temel hususiyetleri açısından araştıran felsefe dalıdır. Başka bir deyişle metafizik, -canlı veya cansız, insan veya gayriinsan- evrende varolabilen herşeyle ilgili asgari müşterekleri konu edinir. Metafizik, felsefenin temelidir. Bütün felsefe sistemleri metafizik içinde sorulmuş sorulara verilmiş cevaplar etrafında inşa edilir. Mesela: Evren belirli tabiat kanunlarıyla yöneltilen, dolayısiyle anlaşılıp kontrol altına alınması mümkün bir yer midir, yoksa anlaşılmaz bir kaos, izah edilemez bir mucizeler alanı, teslim olunacak bir tehdit midir? Etrafımızdaki şeyler, bilincimizden bağımsız olarak mevcut mudur, yoksa kafamızda yarattığımız birer illüzyon mudur? İnsan, serbest iradeye sahip, kendini üretebilen ve idare edebilen bir kahraman mıdır, yoksa "ilahi tecelli" veya "üretici güçler" gibi kendi dışındaki kuvvetlerin programladığı, cevhersiz, çaresiz bir otomaton mudur? Bu gibi sorulara verilecek cevaplar sonucu ortaya çıkan soyutlamalar (prensipler, aksiyomlar, kavramlar vs.) o felsefenin metafiziğini teşkil eder. Felsefenin ikinci dalı epistemoloji, insanın mevcudiyet içinde davranabilmesi için gereken bilgileri elde etmenin ve bu bilgilerin doğruluğunu tahkik etmenin yöntemlerini araştırır. Metafizik ve epistemoloji, felsefenin teorik temelini teşkil eder. Üçüncü dal ahlak ise felsefenin teknolojisi olarak düşünülebilir: ahlak, felsefenin insan hayatının bütünleştiricisi haline gelmesinin yollarını gösterir, bireyi inşa eder. Ahlak, var olan her şeyle değil, sadece birey olarak insanla ilgilidir: karakteri, faaliyetleri, değerleri, mevcudiyetle olan ilişkileri. Yani; ahlak, bireyin hayatının gayesinin ne olması gerektiğini tayin eden, bu gayeye erişmek için nasıl bir seyir tutturması gerektiğini gösteren, faaliyetleri sırasında yapmak zorunda kalacağı tercihlerde kendisine rehberlik edecek değerler hiyerarşisini ve prensipleri nasıl elde edeceğini gösteren bir sistemdir. Ahlak, bir yandan insanın kendi karakterinin ne olması gerektiğini belirlerken, diğer yandan onun başka insanlara nasıl davranacağının kurallarını ortaya koyar ve politika isimli felsefe disiplinine yol verir. Felsefenin dördüncü dalı politika (siyaset felsefesi), bu anlamda ahlakın türevidir. Politika, insana-özgü bir toplumsal sistemin temel prensiplerini belirleyen felsefe dalıdır. Felsefenin beşinci dalı estetik; metafizik, epistemoloji ve ahlak üzerine bina olur ve sanatın ne olması gerektiğini araştırır. Sanat, onu yaratan ve izleyenlerin felsefesinde soyut olarak mevcut kavramları, değerleri, prensipleri somut bir ürüne dönüştürür; o felsefenin değerlendirilmesini mümkün kılar; insan bilincinin eleştirmenliği görevini yapar.

Felsefenin Önemine Dair:
Görüldüğü gibi doğru bir felsefeye sahip olmak, insana-özgü bir hayat sürdürmenin önşartıdır. Ama, bugün, bir çok insan; felsefeyi, bazı eksantrik insanların bir hobisi olarak görür. Bunun en önemli sebebi, felsefe adı altında ortada gezen çoğu fikriyatın irrasyonel olması olgusudur. Irrasyonel filozoflar, felsefeyi öylesine anlamsız bir hale sokmuşlar; ve çeşitli irrasyonel ekollerden ibaret olan modern felsefe, rasyonel felsefe önünde öylesine kalın bir sis perdesi yaratmıştır ki; rasyonel olma çabasında olup da, felsefeyle tanışmak isteyen çoğu insan, büyük bir ihtimalle, modern felsefenin ürünlerinden biriyle karşılaşır; ve bu ürünü anlamaya çabalarken hissettiği tatsız duyguyu kimliklendirebilmesini sağlayacak ve öyle hissetmekte haklı olduğunu kanıtlayacak felsefi anahtarlara da sahip olmadığından; şuna benzer bir duyguyla, felsefeden tamamen uzaklaşır: "Öff; ben böyle soyut terimlerle düşünmem hiç. Ben, gerçek-hayatla ilgili, somut, spesifik problemlerle uğraşmak istiyorum. Felsefeye, niye ihtiyacım olacakmış ki?" Cevap şudur: Felsefe, tam onun için, yani gerçek-hayatla ilgili, somut, spesifik problemlerle uğraşabilmek için gereklidir. Bazı insanlar, felsefeden hiç etkilenmemiş olduklarını zannederler ki; kendilerine yanıldıklarını söylemek gerekecek. Gerçek odur ki: günlük hayatlarına rehberlik eden ve üzerinde hiç düşünmeden kullandıkları çoğu prensip, değer, düstur, vecize, atasözü, klişe, slogan, tekerleme, vs.; belirli felsefelerin ürünüdür. Bazı filozofların anlaşılmaz teorilerini okurken, sıkıntıdan başka bir şey hissetmiyorsanız; tamamen haklısınız. Fakat; bunları, "Saçma olduğunu bildiğim halde; neden bu teoriyi incelemem gereksin ki!" diye bir kenara atarsanız; yanılırsınız. Evet, saçmadırlar; fakat, bir yandan bu teorileri saçma ilan ederken; öte yandan, bu teorileri üreten filozofların vardıkları sonuçların hepsini, ürettikleri klişelerin hepsini kabul etmişseniz; onları çürütmeğe muktedir değilseniz; saçma olduğunu bilmiyorsunuz demektir.O saçmalık, insan mevcudiyetinin en hayati konularıyla, ölüm-kalım meseleleriyle uğraşmaktadır. Yanlış da olsa; hiçbir önemli felsefi teori, boş yere ortaya atılmaz; hepsinin gerisinde, meşru bir mesele vardır; insan bilincinin gerçek bir ihtiyacı söz konusudur. Fakat; bazı felsefeler, bu meseleyi çözmeye çalışırken; bazıları ise, muğlaklaştırmaya, yozlaştırmaya, çözümün keşfini engellemeye uğraşır. Felsefi teorileri anlamazsanız, onlardan en kötülerine maruz kalırsınız. Kötü felsefe, insanı tahrip eden felsefe demektir. Bu anlamda doğru bir felsefeye sahip olmak sizin "meşru müdafaa"nız için gereklidir. Bu arada; böyle bir felsefeyle ilk defa tanışmak üzere olanlara gıpta ettiğimi belirtmek isterim; çünkü, çıkmaya hazırlandıkları bu entellektüel seyahat boyunca, bugüne kadar onları düşündürmüş olan ve hiç bir felsefede cevabını bulamadıkları bir çok sorunun cevaplandırıldığını veya üzerinde hiç düşünmedikleri bir çok yeni felsefe ufku açıldığını göreceklerdir.
Son düzenleyen NeutralizeR; 20 Mart 2017 15:56
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #8
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

FELSEFE !!!
Köle sahipleri ekmek kaygısı çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı,

Çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygısı çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı,
Çünkü
Ekmeklerini köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.

*****

Köleler felsefe kaygısı çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı,
Çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygısı çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı,
Çünkü
Kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.

*****

Felsefenin ekmeği yoktu,
Ekmeğin felsefesi.
Ve sahipsiz felsefenin ekmeğini,
Sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.

Hala yeşil bir defne ormanı altında...




Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #9
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
FELSEFE

Dünyanın bütün felsefecileri İstanbul da buluştu ve felsefeyi konuştu. Peki Türk insanı felsefeyi nasıl tanımlıyor? Çok konuşan kişiye neden felsefe yapma deriz de konu siyaset ve spor olduğu zaman hepimiz birer filozof kesiliriz?

Neden felsefecilerle toplum aynı dili konuşmaz... Ve neden felsefe anlaşılmaz?

Bizim antrenör oyunu okumayı bilmiyor. Daha ilk yarıda belliydi, rakip sol dıştan akınlarla etkili olmasına rağmen tedbir almadı. Hücumda da kanatlardan akın etmekte ısrar etti. Sol bek ileri çıkıp geri dönmekte zorlandı ve rakip forvet her topta kaleciyle karşı karşıya kaldı. Eğer ikinci yarıda Mehmet i çıkarıp Hasan ı alsaydı ve hücumda kanattan ortalarla gol arama düşüncesinden vazgeçip uzaktan şut ve kısa paslarla rakibin katı defansını aşmayı deneseydi bu maçı kesin alırdık. Sol dış koridor açıktı, sağ iç koridor.... Altı pas çizgisi... Ofsayt taktiği... Oyunu okuma yöntemi... Bu muhabbet uzar gider; ama biz daha fazla uzatmayacak ve soruyu soracağız. Bunun adı felsefe midir? Acaba her hafta başı neredeyse bütün işyerleri ve kahvehanelerde en çok konuşulan bu tarz muhabbetler bir anlamda felsefe yapmak değil midir? Aşkın çeşitli milletlerce nasıl tanımlandığının anlatıldığı yerlerde Anadolu insanının aşkı Seversin kavuşamazsın, aşk olur şeklinde tanımladığı yazılır. Basit olduğu kadar anlamlı bir tanımlamadır aslında. Felsefe için de bu örnekten yola çıkıp Konuşursun anlaşılmaz, felsefe olur dersek abartmış olmayız. Çünkü çok konuşan ya da karşısındaki kişinin anlayamayacağı kelime ve cümleler kuran kişiye en çok söylenen iki söz vardır. Birincisi Felsefe yapma , ikincisi ise edebiyat yapma . Anlaşılmayan, somut bir gerçeği ifade etmeyen (ki felsefenin özünde vardır) sözler sarf eden muhatabımızın bir an önce sadede gelmesini teşvik için ya da tartıştığımız zaman rakibimizi köşeye sıkıştırmak maksadıyla kullanırız bu sözleri.

Geçtiğimiz hafta boyunca İstanbul da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi nde sevmediğimiz, sıkıştığımız, kaçtığımız durumlarda kullandığımız felsefe bir hafta süresince dünyanın önde gelen bilim adamlarınca tartışıldı. Beş yılda bir yapılan ve ilk kez Müslüman bir ülkede gerçekleştirilen kongre öncekilere göre dünya meseleleriyle daha çok ilgili olmasına karşın felsefik tartışmalar kongreye damgasını vurdu. Konuşursun anlaşılmaz, felsefe olur sözü ise tam da bu kongreye uydu. Kongre dili arasında Türkçe yok. Türkiye de toplanmasına karşın oturumlar Türkçe yapılmadı. Üstelik anında tercümeye de gerek görülmedi. Dünyanın önde gelen felsefecilerinin konuşması gerek medyanın, gerekse izleyicilerin yoğun ilgisine muhatap oldu; ama bunlarda da tercüme hataları ve diğer aksaklıklar nedeniyle izleyenler ne konuşulduğunu anlamakta hayli zorlandı. Kongrenin konsepti zaten halktan kopuktu ve halka felsefeyi sevdirmek gibi bir işlevi yoktu. Girişlerin ücretli olduğu, 1800 kişinin kayıt yaptırdığı kongrede birkaç oturum dışındakilere ilgi gösterilmedi. Üç Türk, iki Yunanlının katıldığı bir oturumda bile İngilizce konuşulması ve Türkçe çeviri yapılmaması nedeniyle salonun beşte biri bile dolmamıştı. Dünya Felsefe Kongresi nin İstanbul da yapılmasının, Müslüman bir ülkede yapılıyor olması nedeniyle anlamlı bir yönü vardı; ancak İslâm, din hiçbir oturumda konuşulmadı. Müslüman ülke vurgusu sadece görüntüyü kurtarmaktan öteye geçmedi. Oysa genelde din felsefe, özellikle de İslâm felsefe konusu en çok tartışılan meselelerden biri. İslâmın felsefeye bakışının iyi olmadığı yönünde yaygın bir kanı vardır. Tabiî bunun gerçekle ilgisi yok. Türkiye de felsefenin geri kalmasında dinin etkisi olduğunu söyleyenlere rastlanıyor. Böylece Türkiye nin felsefî anlamda gereken başarıyı yakalamamasının nedeni bulunmuş oluyor. Peki gerçekten öyle mi? İslâm felsefeyi reddediyor mu? Bunun cevabı evet olsaydı bugünkü Devlet Bakanı Mehmet Aydın ve Ahmet Arslan gibi isimlere rastlamak mümkün olmazdı. Oysa bu iki isim ve daha bir çok İslâm felsefecisi var ve mesleklerinde de başarılılar.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi ve felsefe alanında uzman isimlerden biri olan Prof. Dr. Ahmet İnam a bu soruyu yönelttik. İnam, dinin felsefeye olumsuz etkisi olduğunu söyleyenlerin yanıldığını düşünüyor. Kendisinin dindar olmadığını; ancak dindar olan birçok felsefeci tanıdığını belirtiyor ve Ben dinin felsefeye zarar değil yarar getirdiğini düşünüyorum. Çünkü hakikati arayan bir insan zaten düşünüyordur. Ateist ya da dinsiz olanlar da varlığa karşı büyük saygı duyar. Çünkü insana, kainata ve varolanlara saygısız bir insanın düşünmesi mümkün değil. Batıda da, bizde de hiçbir zaman din düşünmeyi, soruşturmayı engellemez. Bilakis manevi açıdan bir güç sağladığı için düşünmeyi daha da kolaylaştırır diyor.

Felsefe halkın dilini konuşmuyor

Dünyada olduğu gibi Türkiye de de felsefe, seçkinlerin uğraştıkları bir alan gibi algılanıyor. Bizde bu ayrım diğer ülkelere göre çok daha belirgin yaşanıyor. Üniversitelerde bilim adamlarının anladığı felsefeyle sokaktaki insanın anladığı felsefe aynı değil. Ziya Gökalp bu nedenle felsefeyi halk felsefesi ve akademik felsefe diye ikiye ayırmış. Bugün seçkinlerin uğraştıkları akademik felsefe ile halk felsefesinin aynı noktada buluşması için çalışanlar da var. Ahmet İnam bunlardan biri. İnam yazılı ve görsel medya ile birlikte sanal ortamda da felsefeyi sokağa yaymak için çalışıyor. Türkçe düşünmek ve Türkçe yazmaktan bahsediyor; Türk insanının yaşam tarzından, gelenek ve göreneklerinden evrensel görüşler üretmekten bahsediyor. İnam a toplumun felsefeyi neden benimsemediğini soruyoruz. İşte cevabı: Bu yalnız bizde olan bir özellik değil, Batıda da var. Kapitalist sistemde insanlar daha çok sonuç getirici düşünce ve sözlere itibar ediyor. Felsefe ise daha üst düzeyde kavramlara ilişkin çalışmalar yaptığı için halk soğuk bakıyor. Tarihi gelişimi içinde de zamanla felsefe seçkin veya entelektüel insanların elinde bir çeşit düşsel oyun veya zihni bir jimnastik haline geldi ve giderek gerçek yaşamdan koptu. 21. yüzyıldaki felsefe daha çok akademiktir ve bunu anlayabilmek için uzun bir eğitim süreci gerekir. Filozofun yerini artık p***iyatristler, sosyal hizmet uzmanları, danışmanlar aldı. Felsefe halkın anlam ve ruh dünyasıyla ilişkiye girmekten uzaklaştı.

Son dönemde internette felsefe içerikli site ve grupların sayısında artış gözleniyor. Ancak bunların da çok etkin olduklarını söylemek oldukça zor. Kendisinin de bir grubu olan Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitim Bölümü öğretim üyesi Dr. Mustafa Günay a sanal ortamdaki internet gruplarını sorduk. Aldığımız cevap yukarıdaki kanaatimizi destekler nitelikteydi: Gruplar sayıca fazla ancak pek azı etkin bir felsefe iletimi gerçekleştiriyor. Ege felsefe, ODTÜ, Boğaziçi felsefe ve Çukurova felsefe öğrencilerinin grupları var. Bu grupların üye sayısı genelde 50 100 arasında değişiyor. Ancak hemen hepsinde etkin olan, yazı yazan, tartışmalar başlatan kişiler çok az. Çoğunluk izlemeyi tercih ediyor. Günay a göre toplumun felsefeye soğuk bakmasının nedeni insanların felsefî düşünceyle tanışmamış olmasından kaynaklanıyor; Üniversiteye giriş sınavına hazırlanma kaygısıyla yüklü gençlerimiz, lise son sınıfta karşılaştıkları felsefe dersini ne kadar sevebilirler? İnsanlar bilmedikleri, tanımadıkları şeylerden çekinirler, korkarlar. Felsefe yapma diye bizi uyaranlar olabilir. Ama felsefe çok konuşmak ve boş konuşmak değildir. Ayrıca her düşünce felsefe olmadığı gibi, anlaşılmaz biçimde karmaşık ve uzun cümlelerle konuşmak da felsefe yapmak anlamına gelmez. Elbette zor anlaşılır filozoflar ve felsefe metinleri vardır. Ama açık, anlaşılır bir dille de felsefe yapılabilir.

Filozof gibi adamsın

Zaman zaman felsefeyle övündüğümüz durumlar da olmuyor değil. Filozof gibi adam sözü, içinde birazcık iğneleme barındırmakla birlikte saygı duyulan kişi anlamında da kullanılır. Bu sıfatı hak eden kişinin zararsız olduğundan şüphe duyulmaz. Ben bu işin felsefesini yapıyorum ya da Bu işin felsefesini bilen kaç kişi var ki? gibi cümlelerle işimizde uzman olduğumuzu iddia ederiz. Bu en yaygın şekliyle spor ve siyasette görülür. Okumuş okumamış, kentli köylü, aydın cahil fark etmeksizin (tabiî ki istisnalar hariç) hemen hepimiz bu konularda kendimizi uzman görürüz. Teknik direktörden daha çok futbol bilir, başbakandan daha iyi ülke yönetiriz. Türkiye elimize geçse iki günde düzlüğe çıkarırız. En iyi siyaset nasıl yapılır? En güzel futbol nasıl oynanır? sorularının cevapları hazırdır. Eleştiri söz konusu olduğunda da uzman sayılırız. Kim nasıl giyinmiş, kim görgüsüz, kimin ne kusuru var biliriz. Bunun için uzun araştırma ya da gözlem yapmamız da gerekmez. Bir şeyin iyi ya da kötü olduğunu biliriz. Olayın perde arkasında yaşananları ve gerçekleri düşünmez, en iyi eleştiri felsefesi ni yapmak için yarışırız.
Son düzenleyen Daisy-BT; 12 Temmuz 2011 19:07 Sebep: Simgeler silindi.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #10
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
FELSEFi DÜŞÜNCENiN ÖZELLiKLERi

En genel anlamı içinde, soru sormanın sonucu olan ve insanla, insan yaşamıyla ilgili problemlere karşı ilginin gelişmesiyle başlayan düşünce türü.
Buna göre, felsefe zor ve çözülemeyen yaşam problemleriyle karşılaşmaktan, bu problemlerle uğraşmaktan korkmayan bir yaklaşım, düşünsel bir tavır olmak durumundadır. Felsefe insan yaşamının anlamıyla, varlık, bilgi ve değerle ilgili sorulara bir yanıt getirmeye, bu konularda ortaya çıkan problemleri çözümlemeye çalışırken, işe sıfırdan başlamayıp, belli bir bilgi birikimine sahip olunduğunu varsayarak çözüm getirmeye çalışır. Çünkü insanların yaşamlarında neyin önemli olduğunu değerlendirebilmeleri için, hayatla ilgili bazı deneyimlere sahip olmaları gerekir. Demek ki, felsefe insan yaşamının anlamıyla ilgili sorulara yanıt verirken, başka bilgi türleri tarafından sağlanan bilgilerden yararlanarak, genel, bütüncül ve kuşatıcı yanıtlar getirmeye çalışır.
Bununla birlikte, felsefeyi felsefe yapan şey, insan yaşamının anlamıyla ilgili sorulara yanıt vermekten çok, sorular sormak, problem görebilmektir. Zira, insan için önemli olan, yalnızca felsefe okumak ve felsefeyi bilmek değildir, felsefe yapmaktır, felsefi davranabilmektir. Felsefe yapmak ise, felsefi hissetmeyi ve felsefi düşünmeyi gerektirir. Felsefe yapmak varlığı ve bilgiyi bir bütün, insan yaşamıyla ilgili olay ve problemleri çok boyutlu olarak görmek ve her yönüyle kavramaya çalışmak anlamına gelir.
Felsefi düşünce, araştırmaya ve eleştirel bir tavra dayanan bir düşüncedir. Yani, felsefi düşünce, kendisine veri olarak aldığı her tür malzemeyi aklın eleştirici süzgecinden geçirir. Her şeyi olduğu gibi kabul eden, merak etmeyen ve kendisine sunulanla yetinen bir insan için felsefe söz konusu olamaz. Felsefi düşünce, şeylerin niçin oldukları gibi olduklarını merak eden, hayatı bütün boyutlarıyla görmeyi, yaşamın bütün boyutlarını göz önünde bulundurmayı bilen, açık ve sorgulayan bir zihnin ürünüdür.
Felsefi düşünce, akıl temelli soruşturma ve refleksif bir düşünme yönteminin sonucu olan bir düşüncedir. Felsefede söz konusu olan düşünce, kendi üzerine dönmüş olan ve kendisini konu alan bir düşüncedir. Buna göre, felsefeci, doğrudan doğruya doğa, tarih, toplum üzerinde eleştirici bir bakış açısıyla düşünebileceği gibi, çeşitli bilimler tarafından sağlanan malzeme üzerine de düşünebilir. Yine, o bir problemi yalnızca bir bakış açısından, bir bakımdan ele alan diğer disiplinlerin, bilgi türlerinin tersine, bir problemi bütün yönleriyle ele almayı içerir.
Felsefi düşünce, ayrıca çözümleyici ve kurucu bir düşüncedir. Yani, felsefi düşüncenin analiz ve sentez gibi işlevleri söz konusudur. Analiz söz konusu olduğunda, filozof, kendisinin de içinde bulunduğu ve bir parçasını teşkil eniği dünyayı anlamak ve kavramak için kendisine sunulan her türlü bilgi, deney, algı ve sezgi sonuçlarından oluşan düşünceyi analiz eder, açıklığa kavuşturur. Fakat filozof, bununla yetinmez, yani dünyayı parçalanmış bir halde bırakmaz; analize koşut olan başka bir düşünme tarzı ile, üzerinde düşünülmüş, çözümlenmiş, aydınlığa kavuşturulmuş malzemeden hareketle dünyayı yeniden inşa eder, bir birlik ve bütünlüğe kavuşturur. Nihayet, felsefi düşünce evrenseldir, çünkü insan yaşantısına giren her şey felsefeye konu oluşturabilir. En basit bir algı öğesinden (örneğin, dokunduğum masanın sertliği) en karmaşık bir düşünme sistemine (örneğin, Einstein’ın genel rölativite teorisi) kadar her şey felsefeye inceleme konusu olabilir. Öte yandan, felsefede söz konusu olan insan yaşantısı, şu ya da bu insanın değil, genel olarak insanın yaşantısıdır

Benzer Konular

21 Temmuz 2014 / Misafir Felsefe
20 Kasım 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
24 Kasım 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Haziran 2009 / careless_WhispeR X-Sözlük
4 Mart 2011 / Misafir Taslak Konular