Arama

Felsefe Nedir? - Sayfa 3

Güncelleme: 7 Mart 2020 Gösterim: 73.923 Cevap: 56
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
14 Nisan 2006       Mesaj #21
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Agnostisizm

Sponsorlu Bağlantılar
Bilinmezcilik olarak tanımlanan felsefe akımı.


Agorizm

Agorizm, bir radikal libertar-sol politik felsefedir. Samuel Edward Konkin III tarafından yaygınlaştırılmıştır.

Terim Yunanca "agora" yani "pazar yeri"den türemiştir. İdeolojik anlamda terim devrimci tipte bir serbest piyasa anarşizmini temsil eder. Anarko Kapitalizm veya birayci anarşizm'in bir dalı olarak kabul edilebilir.


Akl-ı Küll

Tasavvuf düşüncesinde, kendisini yaratanı kavramayı başarmış olan akıldır. Sufizm'de akıl üçe ayrılır: Akl-ı maaş, sadece yeme-içme aklıdır. Nefsin hüküm sürdüğü hayvani akıl ıolarak da nitelenebilir. Akl-ı maad, korku duyan ve duyduğu korkunun neticesinde dinin emir ve yasaklarına boyun eğmiş akıldır. İlkine yeğlense de bu akıl da insanı kemale erdirmez. Akl-ı küll, kamil akıldır. Kendi yaradılış gayesini kavramış ve buna uygun hareket eden, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olan kamil insanın aklıdır.


Akılcılık

Akılcılık, rasyonalizm olarak da adlandırılan felsefi görüş.

Akılcılık, bilğinin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi görüşe verilen isimdir. Dünya hakkındaki mühim olan bilginin sadece deney ötesi yöntemlerle elde edilebileceğini savunur. Akılcılık her bireyin eşit ve değişmez akli ve mantıki ilkelere sahip olduğunun kabulu ile, çeşitli a priori ve apaçık hakikatlerin varolduğunu kabul eder.

Bu görüşe göre, kesin bilgi örneği matematiktir. Hakikate ve eşyanın bilgisine sadece akıl ile erişilebileceğini savunur. Bu sebeple akılcılık, deneyciliğin karşıtıdır.


Anarko-Primitivizm

Anarko-primitivizm veya anarko-ilkelcilik, uygarlığın kökeni ve gelişiminin anarşist bir eleştirisidir. Primitivistler avcı-toplayıcılıkıktan tarımsal geçime geçince sosyal sınıflaşma, baskı vb. unsurların doğduğunu öne sürmekte ve bu nedenle insanlığın uygarlık öncesi duruma geri dönmek için çalışmasını savunur. Bu deendüstrilizasyon, teknolojinin terki gibi ciddi eylem ve süreçleri de içerir.


Anima Mundi

Anima mundi yani dünyanın ruhu, saf semavi ruh ki antik filozoflarca doğanın her yanına nüfuz ettiği öne sürülmüştür.

Fikrin Eflatun ile ortaya çıktığı söylense de, kavramın (konseptin) kökeninin daha antik olduğu ve bazı doğulu filozofların sistemlerinde egemen olduğu ortaya konmuştur. Stoacılara göre o evrendeki tek önemli, hayati güçtür.

Benzer kavramlara Paracelsus gibi hermetik filozoflar ve daha sonra Friedrich Schelling (1775-1854) de sahip olmuştur.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
helen00 - avatarı
helen00
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #22
helen00 - avatarı
Ziyaretçi
BENDE SİZE FELSEFİK SÖZLER YAZAYIMMsn Wink
KARDEŞLERİMİ ALLAH YARATTI FAKAT DOSTLARIMI BEN BULDUM
Sponsorlu Bağlantılar
ÖYLE HOROZLAR VARDIRKİ ÖTTÜKLERİ İÇİN GÜNEŞİ DOGURTTUKLARINI SANIRLAR
BİLMİN ANASI DENEYİMDİR
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
25 Nisan 2006       Mesaj #23
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Antinomi

Antinomi, saltığı çözümlemek için usun düşmek zorunda bulunduğu çelişki olarak tanımlanır. Çatışkı olarak da bilinir.


Aristo Mantığı

M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış olan Yunan filozofu Ariston'nun mantık bilimine ve yorumuna verilen isim. "Organon" isimli kitabı Aristo mantığı ve düşüncesi üzerinedir. Aristo'nun Organon adı altında toplanan 6 kitap vardır. Bunlar:
  • Birinci Analitikler
  • İkinci Analitikler
  • Topikler
  • Önermeler
  • Kategoriler
  • Sofistik Deliller
Başarmak

Başarmak, kişi veya topluluğun istediği düşünülen şey veya şeylere ulaşmasıdır.

Bir kişi kendisinin başarıını doğrudan kendi istedikleriyle tartar. Benzer şekilde, bir kişi, başka bir insan ve toplumun başarısı hakkında düşünürken de kendi istekleri önemlidir. Çünkü başkasının veya başkalarının başarısından bahsederken, onların isteklri olduğunu düşünmeli ve bu isteklerin ne olduğu hakkında varsayımda bulunmalıdır -ki bu varsayımlar da kişinin kendi istekleriyle doğrudan alakalıdır.

Burada ki ikinci öğe ise, başarının hakkında düşünüldüğü kişi veya toplumdur. Aynı kişinin başka kişi veya toplumlar hakkında düşünürken istekleri değişmemesine karşın, başarı kriterleri değişebilir. Çünkü farklı kişi veya toplumlar için farklı istekler varsayabilir.


Başarı

Başarı, istendiği varsayılan şey veya şeylere ulaşma işi veya istendiği varsayılan şey veya şeylerin kendisi.

Bir kişi kendisinin başarısını doğrudan kendi istedikleriyle tartar. Benzer şekilde, bir kişi, başka bir insan ve toplumun başarısı hakkında düşünürken de kendi istekleri önemlidir. Çünkü başkasının veya başkalarının başarısından bahsederken, onların istekli olduğunu düşünmeli ve bu isteklerin ne olduğu hakkında varsayımda bulunmalıdır, ki bu varsayımlar da kişinin kendi istekleriyle doğrudan alakalıdır.

Burada ki ikinci öğe ise, başarının hakkında düşünüldüğü kişi veya toplumdur. Aynı kişinin başka kişi veya toplumlar hakkında düşünürken istekleri değişmemesine karşın, başarı kriterleri değişebilir. Çünkü farklı kişi veya toplumlar için farklı istekler varsayabilir.


Bireyci Anarşizm

Bireyci anarşizm, en kaba tanımıyla anarşizm temelli ve genel anlamda bireyciliği güçlü bir biçimde savunan bir felsefi gelenektir. Bireyci anarşizmde, kolektivizmin reddedilir ve özellikle bireyin otonomi ve egemenliği vurgulanır.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
28 Nisan 2006       Mesaj #24
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

DEVRİM NEDİR, DEVRİMCİ KİMDİR?

SABAHATTİN SAKMAN

Devrim"in bir çok Hint-Avrupa dilindeki karşılığı olan kelime ("Revolution", "Revolucion", "Rivoluzione" vs.), orijinal anlamında gök cisimlerinin dönüş hareketlerini ifade eden bir astronomi terimiydi. Kopernikus'un eseri De revolutionibus orbium coelesetiumdan sonra bilimde yaygınlaşan bu kavram, 17. yüzyıldan itibaren sosyal ve politik altüstlüklere de işaret etmekte kullanılır oldu.

Kelimenin sözlüklerdeki karşılığı aşağı yukarı şöyledir:

1.Kurulu bir hükümetin veya politik sistemin zorla ve tamamen yıkılması;

2. Toplumsal yapıda aniden meydana gelen, genellikle şiddetle yaratılan, radikal ve yaygın değişiklik;

3. Herhangi bir şeyde meydana gelen bütünsel ve bariz değişiklik;

4. Mekanik ve astronomide bir cismin kendi etrafında veya başka cisimler etrafında dönüşü.

Hint-Avrupa dillerinde, bu kelimenin toplumsal eylemdeki ahlaki değeri belirsizdir: Bilimde insanlık yararına ceryan eden önemli gelişmelere de bu kelimeyle işaret edilirken ("Scientific Revolution" gibi), Hitler yada Mussolini'yi iktidara getiren olaylara da bu kelimeyle işaret edilmektedir.
Bugünkü Türkçe'deki "Devrim" ise, genellikle olumlu bir mealde kullanılır.
Öztürkçecilik katliamından önce Türkçe'de işlek olarak var olan "İnkılap" ve "İhtilal" kelimeleri, bu konuyla ilgili anlayışımıza, daha dakik kavramlar sağlıyordu.
"İnkılap" genellikle olumlu bir doğrultuda olan radikal değişikliği, yeniliği, dönüşümü ifade eden bir kelimeydi. "İhtilal" ise, genel olarak, "inkilab”ın askeri yönünü ifade ederken, özel olarak baş kaldırma, ayaklanma, kalkışma, kargaşa, isyan durumunu anlatır ve psikolojideki kullanımından çıkardığımız kadarıyla (ihtilal-i heyacan-i: depresyon; ihtilal-i nutuk: konuşma düzensizliği; ihtilal-i şuur: paranoya), çok zaman bir olumsuzluğa işaret ederdi. "İnkılap" aynı zamanda, mekanik ve astronomide -"Revolution" gibi- dönüş hareketini ifade etmekte kullanılırdı. Bu yazıda "Devrim”, daha ziyade "inkılap" anlamında kullanıldı.

SOSYAL DEVRİMLER

Kapitalizmin doğuşu, monarşilere karşı fert hak ve hürriyetlerini temel alan bir dizi sosyal devrimi (ihtilali) mümkün kıldı.
Olumlu sonuçlar bırakmakla birlikte, monarşinin restorasyonuyla noktalanan onyedinci yüzyıl İgiliz Devrimi, tarihinin ilk önemli sosyal devrimiydi.
Osekizinci yüzyılın ilk önemli devrimi olan Amerikan Devrimi (1776), hedeflerine ulaşmış ilk sosyal devrim oldu. Yüzyılın ikinci önemli devrimi olan Fransız İhtilali (1789), hedeflerine ulaşmak şöyle dursun, eskisinden daha yoğun bir despotizmi getirdi.
Bu iki devrimin liderlerindeki değişik iki tarz, takipçisi oldukları farklı iki politik felsefeye karşılık düşüyordu::

Amerikan Devrimindeki felsefe; tarihin ve mevcut realitenin akıl yoluyla tahlilinden doğmuş, toplumun temel birimini fert olarak gören, toplumsal dönüşümün hiç bir hazır reçetesi olmadığına, ilerlemenin zorla ve birdenbire değil fertlerin hür etkileşimiyle tedricen doğacağına inanan, Devlet mekanizmasına hep şüpheyle bakan ve onu sınırlandırmak için tedbirler düşünen, rasyonel ve ferdiyetci bir felsefeydi.
Fransız İhtilalindeki felsefe; dinlerden devralınmış "Cennet" fikrinin laikleştirilmesinden ibaret bir ütopyadan doğmuş, merkezine fert gibi somut bir kavram yerine, "Millet", "Sınıf" gibi soyut bir kavramı koyan, bu vücutsuz kavram adına hareket ettiğini iddia eden bir grup elitin, ütopyanın gerçekleştirilmesi için vahyedilmiş dogmayı hayata geçirmek için giriştiği pratik sırasında, bir sürünün elemanı olarak gördüğü ferde karşı zor kullanmayı (Devleti), geçici olacağı bahanesiyle meşru gören, mistik ve kollektivist bir felsefeydi.

Amerikan Devriminin başarısının ve Fransız İhtilalinin sukutunun en önemli sebepleri, bu iki tarzdan hangisinin belirginlik kazandığıyla yakından ilgilidir. Bir süre iki tarz arasında salınan Fransız İhtilali, mümkün olan demokratik yapıları kurabilecek hürriyetci guruplar yerine, o güne kadar yazılmış bütün ütopyaları, "Faziletin Terörüyle"yle gerçekleştirmeğe çalışan jakoben otoriteryenler elinde kaldığı için yenildi.
Amerikan Devrimcilerinin hemen hepsinin hürrriyetci tarza sahip olması, bu devrimin başarısının en önemli sebeplerinden biridir. O gerçekci insanlar, ekonomik ve politik esenliğin mucize gibi birden bire doğmayacağının bilincinde olarak, bunu süreç içinde mümkün kılacak yeni bir hükümet yapısının, hükümetlerin yetkisini sınırlayan yeni bir anayasa anlayışının, fert hak ve hürriyetlerini esas alan ilk demokrasinin temellerini attılar (Yunan Demokrasisinde; fert, kollektivite için kurbanlık hayvandı).

Kendilerinden başka herkesi sadece maddi çıkarın motive ettiğini zanneden bazı kollektivistler;
Amerikan Devrimini "sadece çıkarlarını korumak isteyen burjuvaların eseri" zanneder.

Amerikan Devrimcilerinin bazılarının zengin olması olgusu, insan açgözlülüğüne değil, insan vekarına işaret eder; çünkü o insanlar, müreffeh hayatlarını, servetlerini, demokratik bir ihtilale katılarak tehlikeye atacakları yerde, komşularından bazıları gibi İngiliz monarşisinin uşaklığına girişebilirler; ya da ihtilalin başarısından sonra, ademi merkezi ve demokratik bir sistem yerine, tersine doğrultudaki kuvvetli politik akıntıya katılarak, İngiliz-tipi, merkezi bir sistem kurabilirlerdi.

Gerçek şudur ki, Amerikan Devrimi; filozof, mucit, bilgin, işçi, müteşebbis, devlet adamı Benjamin Franklin, avukat, bilgin, müzisyen, filozof, çiftçi, Thomas jefferson, Fransız Devriminin anti-jakoben akıl hocalarından, ilk uluslararası sosyal devrimci, gemi işçisi, mucit, filozof Thomas Paine gibi Rönesans tipi filozof-üretici insanların eseridir.

Thomas Jefferson'un yazdığı, Fransız İhtilali İnsan Hakları Bildirisine ilham kaynağı olmuş 1776 Bağımsızlık Bildirisi, gerçek her devrimin temel düsturlarını sayıyordu:

"Şu hakikatlar aşikar adderiz :Bütün insanlar eşit yaratılmıştır; Yaratıcıları tarafından belirli ve vazgeçilmez haklarla donatılmışlardır; bu haklar arasında Mutluluğu Aramak, Yaşamak ve Hürriyet vardır; bu hakları emniyete almak için insanlar arasında siyasi yönetimler teşkil edilir ve bu siyasi yönetimlerin kudretlerinin meşruiyeti, ancak yönetilenlerin mutabakatından doğar."
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #25
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
NEDEN FELSEFE?
Neden gurursuz yaşadığınızı, ateşsiz sevdiğinizi, direnmeden öldüğünüzü merak mı ediyorsunuz? Neden her baktığınız yerde cevapsız kalmaya mahkum sorularla karşılaştığınızı, hayatınızın neden imkansız çelişkilerle dolduğunu, neden "ya beden ya ruh" gibi, " ya akıl ya kalp" gibi, "ya güven ya özgürlük" gibi yapay seçimlerden kaçınmak için tüm ömrünüzü mantıksız kararsızlıklarla geçirdiğinizi bilmek mi istiyorsunuz?

Cevap yok diye çığlıklar mı atıyorsunuz? Algılama aletinizi, aklınızı reddetmişsiniz, ondan sonra da evrenin bir esrarengizlik yumağı olduğundan yakınıyorsunuz. Elinizdeki anahtarı fırlatıp atıyor, sonra tüm kapılar yüzüme kilitlendi diye ağlıyorsunuz. Mantıksızı izleyerek yola koyuluyor, sonra varoluş anlamlı değil diyorsunuz.

Aklınızı takip etmedikçe hayatınızı bu sorulardan kaçarak geçirmeye mahkumsunuz. Tercih yapmaktan kaçındıkça başkalarının tercih ettiği bir hayata mahkum olacaksınız. Bu yüzden felsefe bir ihtiyaçtır. Felsefe; hayatı analiz etme, aklı ve mantığı kendi mutluluğunuz için kullanma aracıdır. Entellerin kafanızı karıştırmak için bir araya geldiklerinde yaptığı laf kalabalığı değildir.

Her insanın bir hayat görüşü, doğru-yanlış bir felsefesi vardır. Farkında olmasa da felsefesiz insan olmaz. Herkes, yaşam tecrübelerinden, gördüğü, duyduğu, okuduğu şeylerden, iyi-kötü sonuçlar çıkararak, bir felsefe sahibi olur.

Felsefe: evrenin, insanın ve insanın evrenle ilişkisinin asli tabiatını araştıran düşünce sistemidir.

Felsefeye, genellikle altrüizmin (birey düşmanlığının) egemen olması, altrüizmin en acı abidelerinden biriyle: insanların kendi içlerinde kültürel olarak yarattıkları benliksizlikle sonuçlanmıştır: kendisini, bir bilinmeyen olarak görmekteki istekliliği; kendisiyle, bir yabancıyla birlikte yaşıyor gibi yaşaması ve bundan rahatsızlık duymaması; ruhunun(bilincinin), kişisel (gayri-sosyal) ihtiyaçlarını bilmezden gelmesi, göz ardı etmesi, bastırması; kendisine en gerekli olan şeyleri en az bilmesi; en derin değerlerini, sübjektifliğin iktidarsızlığına teslim ederek, hayatını kronik bir suçluluk duygusunun kasvetli zindanına çevirmesidir


kahinin mesleğinin püf noktası, anlaşılmazlıktı; bugünün estetiğinde de: anlaşılmazlık, bir değer zannedilmektedir. Nasıl ki, ilkel vahşiler, tabiat fenomenlerini olduğu gibi kabul etmiş; bu fenomenleri, soruşturulmaz, analiz edilmez ve indirgenmez bir birincil zannetmiş; ve, bu fenomenlerin kaynağını: bilinmez cinlere atfetmişdilerse; benzer şekilde, bugünün epistemolojik vahşileri de, sanatı olduğu gibi kabul etmiş; onu, soruşturulmaz, analiz edilmez ve indirgenmez bir birincil zannetmiş; ve, sanatın kaynağını özel bir tür bilinmez cinlere atfetmişlerdir: hissettikleri duygular. Aralarındaki tek fark, tarih-öncesi vahşilerin hatasının masumca yapılmış olmasıydı.
İnsan karakteri -sayısız potansiyelleriyle, erdemleriyle, kötülükleriyle, tutarsızlıklarıyla, çelişkileriyle- o kadar karmaşıktır ki; insan, kendi kendisinin en çetin bilmecesidir

Bu anlamda Amacımız:
İnsanlara veya en azından düşünme zahmetine katlananlara kendi içinde tutarlı,dürüst ve rasyonel bir yaşam tarzı sunmaktır.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #26
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Felsefenin Önemine Dair

Görüldüğü gibi doğru bir felsefeye sahip olmak, insana-özgü bir hayat sürdürmenin önşartıdır. Ama, bugün, bir çok insan; felsefeyi, bazı eksantrik insanların bir hobisi olarak görür.Bunun en önemli sebebi, felsefe adı altında ortada gezen çoğu fikriyatın irrasyonel olması olgusudur.
İrrasyonel filozoflar, felsefeyi öylesine anlamsız bir hale sokmuşlar; ve çeşitli irrasyonel ekollerden ibaret olan modern felsefe, rasyonel felsefe önünde öylesine kalın bir sis perdesi yaratmıştır ki; rasyonel olma çabasında olup da, felsefeyle tanışmak isteyen çoğu insan, büyük bir ihtimalle, modern felsefenin ürünlerinden biriyle karşılaşır; ve bu ürünü anlamaya çabalarken hissettiği tatsız duyguyu kimliklendirebilmesini sağlayacak ve öyle hissetmekte haklı olduğunu kanıtlayacak felsefi anahtarlara da sahip olmadığından; şuna benzer bir duyguyla, felsefeden tamamen uzaklaşır: "Öff; ben böyle soyut terimlerle düşünmem hiç. Ben, gerçek-hayatla ilgili, somut, spesifik problemlerle uğraşmak istiyorum. Felsefeye, niye ihtiyacım olacakmış ki?" Cevap şudur: Felsefe, tam onun için, yani gerçek-hayatla ilgili, somut, spesifik problemlerle uğraşabilmek için gereklidir.
Bazı insanlar, felsefeden hiç etkilenmemiş olduklarını zannederler ki; kendilerine yanıldıklarını söylemek gerekecek. Gerçek odur ki: günlük hayatlarına rehberlik eden ve üzerinde hiç düşünmeden kullandıkları çoğu prensip, değer, düstur, vecize, atasözü, klişe, slogan, tekerleme, vs.; belirli felsefelerin ürünüdür.
Bazı filozofların anlaşılmaz teorilerini okurken, sıkıntıdan başka bir şey hissetmiyorsanız; tamamen haklısınız. Fakat; bunları, "Saçma olduğunu bildiğim halde; neden bu teoriyi incelemem gereksin ki!" diye bir kenara atarsanız; yanılırsınız. Evet, saçmadırlar; fakat, bir yandan bu teorileri saçma ilan ederken; öte yandan, bu teorileri üreten filozofların vardıkları sonuçların hepsini, ürettikleri klişelerin hepsini kabul etmişseniz; onları çürütmeğe muktedir değilseniz; saçma olduğunu bilmiyorsunuz demektir. O saçmalık, insan mevcudiyetinin en hayati konularıyla, ölüm-kalım meseleleriyle uğraşmaktadır. Yanlış da olsa; hiçbir önemli felsefi teori, boş yere ortaya atılmaz; hepsinin gerisinde, meşru bir mesele vardır; insan bilincinin gerçek bir ihtiyacı söz konusudur. Fakat; bazı felsefeler, bu meseleyi çözmeye çalışırken; bazıları ise, muğlaklaştırmaya, yozlaştırmaya, çözümün keşfini engellemeye uğraşır. Felsefi teorileri anlamazsanız, onlardan en kötülerine maruz kalırsınız. Kötü felsefe, insanı tahrip eden felsefe demektir.Bu anlamda doğru bir felsefeye sahip olmak sizin "meşru müdafaa"nız için gereklidir.


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #27
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
İHTİYACIMIZ OLAN FELSEFE

Akıl, algılanan verilerin kavramlar halinde bütünleştirilmesi yoluyla çalışır.İnsan aklının örgütleyicisi olan felsefe, akılcı bir varlık için vazgeçilemez bir gereksinimdir. Bu anlamda felsefe; bilimin temeli, insanın sahip olduğu bilgiyi entegre eden unsur, bilinçaltının programlayıcısı ve kendi değerlerinin seçicisidir. Felsefeyi akılla, yani insanın idrak gücü ile karşı karşıya, batıl inançların özür dileyicisi veya koruyucusu haline getirmek, insan olmaya karşı öylesine büyük bir suçtur ki, hiçbir çağdaş zulüm bununla boy ölçüşemez:
İşte çağdaş zulmün sebebi budur!

İnsanın, hayatta kalmasının asıl yolu: Aklını savunmasıdır.


Çünkü istediğimiz kadar:" felsefeden bana ne! " desek de, bu fikrinde bir felsefe ürünü olduğunu, kabul etmek zorundayız. Kaldı ki evrenin niteliğini, kendi kavrama yollarımızı ve tabiatımızı bilene -keşfedene- kadar ne yapmamız gerektiğini de bilemeyiz.


Kendi duygularımızın tabiatını ve sebeplerini öğrenememizdeki başarısızlık, hakedilmemiş bir suçun kabülunu de kolaylaştırır. Çoğu insan temel konularda herhangi bir sağlam kanaate sahip değildir; bugün insanlar daha önce hiç olmadıkları kadar kafa karışıklığı ve şüphe içindedirler, ancak sistem onlardan sahip olmadıkları bir tür kahramanımsı dürüstlük beklemektedir: Onlar görünüşte önemsiz somut şeyler arasında tanıyamadıkları temel konular yoluyla yıkılmaktadırlar. Pek çok insan büyük bir davanın siperlerinde ölebilme yeteneğine sahiptir. Fakat çok azı küçük, ilan edilmemiş, gün be gün teslim olmaların belirsiz gidişatına karşı koyabilmektedir. Az sayıda insan sıkıntıya girmek, düşmanlar edinmek ve bir çalışma arkadaşının itiraz edilebilir soyut fikirleri için veya bir yabancının anlamsız derecede uygun olmayan talepleri veya yetenekli bir eğitimcinin bağımsız duruşu için konumlarını ve belkide hayatlarını tehlikeye atmak isteyecektir.

İnsan sesini yükseltmesi gerektiğini hissettiğinde, "Ben kimim ki bunu bileceğim?" çağdaş kötümserlik rutin sorusu ile engellenmektedir.
Buna kendi zihninde bir başka mahvedici cümle eklenmektedir: " Kimi gücendiririm? "


İşte bu nedenle çoğu insan: "Adalet ve doğru kimin umurunda?- Kim takar?" takıntısı ile çözülemez sandığı bir yozlaşma içinde yok olur ve akıllarında korku hariç hiçbir şey kalmayana kadar ruhlarını taksitle satmaya mahkum olur.

İnsanlar psikolojik olarak en çok-ve varlık olarak en az- neden korkarlar?


Silahları sadece yetenek, doğruluk ve üreticilik olan parlak yalnız;potansiyel zekaya ve masumane acımasız dürüstlüğe sahip bir insan neden korkar?

Böylesi korkulardan dolayı, zihnini körelterek pes edenlerin sayısı asla bilinemez.
Çünkü akıldışı düzen onların varlığının tanınmamasını ve fikirlerinin herhangi bir şekilde dikkate alınmamasını dayatmaktadır. Bu ilkel ve vahşi zinciri kırmayı her zaman, bazı yetenekli insanlar bir büyük bedel ödeyerek başarabilir ancak.
Bu bedeli ödeyerek sonuna kadar mücadele edebilen dahiler veya yetenekli insanlardır.Fakat ortalama bir insan bunu yapmaz, yapamaz.

O halde şehit olabilecek cesarete sahip bir insan, neden gündelik sorunlarda acizleşmekte ve "Bana neci" olmaktadır? İşte sorun budur!

İnsan geleceği hakkında hipotez oluşturmak için şu üç unsuru dikkate almalıdır: Kendisinin şu anki durumu, bilinçli olarak inandığı şeyler ve kendi hayat görüşü.Zeka insanın en değerli yeteneğidir. Fakat zeka bilincin üstünlüğü ile yönetilmeyen bir toplumda hiçbiryere sahip değildir.: O böyle bir toplumun en amansız düşmanıdır.


Bu nedenle, zekanın tanınmadığı, ödüllendirilmediği aksine köreltildiği bir toplumda:

Akıl, Ahlak ve Özgürlükden bahsedilemez.

Bilincin gelişmesi zeka derecesi ne olursa olsun iradidir. Bu da bireyin kendi tercihini gerektirir. Bu tercihi yapmayan insan, bilincine isyan eden çaresiz bir mahluk olmaya mahkum olur. Buna rağmen "maddi dünyanın gerçek dışı olduğu, realitenin bilinemez olduğu ve bilimin olgulara değil, 'inşa' lar la uğraştığı" iddiaları nasıl böylesine yaygın ve etkin olabilmektedir? Fiziksel ve beşeri bilimler arasındaki uçurum neden? Bilim güneş sisteminin ötesini keşfetmeye hazırken, beşeri bilimler neden iflas içinde?

Maddi dünyayı feth eden bilim ve aklın kazanımlarının harcanacağı amaçları, neden inanç belirlesin?

Bir insan, gördüğü halde kör, işittiği halde sağır olabildiğini nasıl iddia edebilir?

Bir insanın bu derecede gerçekten nasıl kaçabileceğini anlamadan; eski-yeni mistizmi anlayamaz ve bu mistik tuzağa düşmekten asla kurtulamayız.! Bunların ahlak konuları realiteden bağımsızdır, bunlar maddi fenomenleri gerçekleştirmenin yolunun, ahlakın görevi olduğuna inanmamızı isterler.
İşte bu nedenle insan, bir tür felsefe, yani kapsamlı bir hayat görüşü olmaksızın, varolamaz.


Felsefe eğitiminin gerektirdiği tek şey "açık fikirlilik" değil fakat aktif fikirliliktir, yani fikirleri inceleme yeteneğinde olan ve onları istekli ve kritik bir şekilde incelemeyi kabul eden akıldır. Aktif bir akıl doğruyu ve yanlışı eşit tutmaz; durağan bir tarafsızlık ve şüphe boşluğunda ilelebet yüzmez; muhakeme sorumluluğunu üstüne alarak sağlam inanışlara ulaşır ve onlara sarılır. İnandığı şeyleri ispatlayabildiğinden aktif bir akıl, saldırganlarla karşılaştığında körü körüne inanma,yaklaşıkçılık, kaçınma ve korku benekleriyle lekelenmemiş yıkılmaz bir güveni elde eder.

Zihnen aktif olduğu ölçüde, -yani, bilme ve anlama arzusuyla motive edildiği ölçüde- bir insanın zihni, kendi duygusal bilgisayarının programcısı gibi çalışır; ve, o insanın hayat hissi, rasyonel bir felsefeye parlak bir karşılık gibi gelişir. Bilinçli olmaktan sarfınazar ettiği ölçüde, duygusal bilgisayarının programlanmasını, tesadüfi etkiler yapar: rasgele izlenimler, çağrışımlar, taklitler, çevreden kapılan hazmedilmemiş sloganlar, klişeler, kültürel ozmos. Eğer; kaçma ve atalet, bir insanın zihni işleyişinin hakim yöntemiyse; varacağı sonuç: korkunun hakim olduğu bir hayat hissidir; her yönde basılmış ayak izleriyle dolu şekilsiz bir kile benzeyen bir ruhtur bu. (Böyle bir insan, hayatının sonraki yıllarında, kimlik duygusunu kaybettiğinden yakınır; gerçekte, bir kimlik duygusuna zaten hiç sahip olmamıştır...!)

İnsan, -tabiatı itibariyle- genelleme yapmaktan kendini alamaz; bağlamsız olarak, geçmişsiz veya geleceksiz olarak " an-be-an " yaşayamaz; bütünleştirme kapasitesini -kavramsal kapasitesini- elimine edip, bilincini bir hayvanın algısal menziline hapsedemez.

Nasıl ki, bir hayvanın bilinci zorlanıp soyutlamalarla uğraşır hale getirilemezse; benzer şekilde, insan bilinci, o anki somutluklardan başka hiçbir şeyle uğraşmaz hale getirilerek daraltılamaz. İnsan bilincinin o müthiş güçlü bütünleştirme mekanizması, doğuştan oradadır; insanın sahip olduğu tek seçenek, onu yönetmek veya onun tarafından yönetilmektir. Bu mekanizmayı, bilgisel bir amaçla kullanmak için bir irade eylemi -bir düşünce süreci- gerektiğinden; insan, bu gayreti göstermekten kaçabilir. Fakat, kaçarsa; tesadüfler, idareyi ele geçirir: mekanizma, söförü içinde olmadan harekete geçen bir vasıta gibi, kendiliğinden çalışır; bütünleştirmeğe devam eder; fakat, bu işi, körce, el yordamıyla, rasgele, tutarsızca, uyumsuzca yapar; bir bilgilenme aleti olarak değil, -o aletin sahibi olan, ama onu kullanmaktan sarfınazar eden o insanın bilincini yıkmaya girişmiş- bir çarpıtma, yanıltma ve terör aleti olarak çalışır.

Realitenin olgularından kaçmak mümkün değildir.


Bir realite olgusu olan insanın; tabiatından veya bu tabiatça belirlenen insana-özgü hayatta kalma tarzından da hiçbir kaçışı mümkün değildir. Haberdarlık yeteneği olan her canlı varlık, sadece bilincinin rehberliğinde hayatta kalabilir; canlı bir varlıkta, bilincin rolü ve fonksiyonu, budur.

Bir insan,sahip olduğu özel tip bilincin şeklini kabul etmezse; mesela, düşünmenin, aşırı gayret gerektirdiğine karar verirse; mesela, faaliyetlerini yönlendirecek değerlerin seçiminin çok ürkütücü bir sorumluluk olduğuna karar verirse; o zaman, eğer hala hayatta kalmak istiyorsa, bu işi, ancak başkalarının bilinci aracıyla yapabilir: Başkalarının anlayışları, başkalarının yargıları, başkalarının değerleri; yani, bu insan, kendinin değil başkalarının algılamakta olduğu bir dünyada yaşar.

Böylece; ruhunu, başka hiçbir canlı türü için düşünülemeyecek bir parazit haline getirir:
Bir beden paraziti değil, bir bilinç paraziti.
..


Kendine-saygı-ve-güvenli ve hükümran bilinçli bir insan; realiteyle, tabiatla, olgulardan oluşmuş objektif bir evrenle alışverişte bulunur; zihninin, hayatta tek kalma aracı olduğunu bilir ve düşünme yeteneğini geliştirir. Fakat, zihnini terkeden bir insan; bir olgular evreninde değil, bir insanlar evreninde yaşar; olgular değil, insanlar onun realitesidir.


Akıl değil, insanlar onun hayatta kalma aracıdır.


Alışverişte bulunacağı evren, onlardır; bilinci, onlar üzerinde odaklanır.Nasıl ki, rasyonel bir insan, kendine-saygı-ve-güvenini, objektif realiteyle alışveriş yeteneğine dayandırırsa; benzer şekilde, irrasyonel olan bu insan, kendi-değerini, başkalarıyla alışveriş yeteneğiyle tayin eder.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
5 Mayıs 2006       Mesaj #28
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
DOĞRU ve YANLIŞ FELSEFELER

Yanlış felsefeler:insanın kendisi için var olma hakkının olmadığını, diğer insanlara hizmet etmenin kendi varlığının tek gerekçesi olduğunu ve kendini feda etmenin insanın en yüksek ahlaki görev, erdem ve değer olduğunu iddia ederler. Bu iddianın nezaket, iyi niyet ve başkalarının haklarına saygı duyma ile ilgisi yoktur. Akıl dışı ahlakın temel mantığı: Kendini kurban etme, kendini reddetme, kendini yalanlama, kendini mahvetme anlamına gelen BEN'i kötülük standartı, BEN dışındakileri ise iyilik standartı olarak görme anlamına gelen KENDİNİ FEDA ETMEDİR.

İşte bu felsefi anlayış aşağıdaki niçinlere dünyevi mantıklı cevaplar bulamaz:

*İnsanlar niçin başkaları için yaşasın?
*İnsan niçin kurbanlık bir hayvan olsun?
*Bu, niçin iyi bir şey olsun?

Akıldışı felsefe savunucuları, işte bu sorulardan kaçmak için dünyevi olmayan, doğa üstü ve irrasyonel olan mistizme sığınır. Çünkü ancak irrasyonel olan bir şeyde gerekçe aranmaz, o sadece inançla kabul edilir. Bu nedenle mantık ve akıldışı felsefe çelişir.Mistizmi ayakta tutanda işte bu akıldışı ahlak anlayışıdır.. Medeniyetse aklın ürünüdür. Mistizmin kölesi olan bir akıl medeniyet değil karanlık üretir. Eski- yeni mistizmin iki versiyonu vardır: Ruh ve beden mistikleri, yani "varoluş olmaksızın bilince inananlar ve bilinç olmaksızın var oluşa inananlar. Her ikisi de önce aklınızın teslim olmasını ister. Birisi ilhamlarını, diğeri reflekslerini öne sürerek önce aklınızı teslim almak ister.."Onların tek amacı, "madde olarak insan bedeninin köleleştirilmesi ve manevi olarak aklın yok edilmesi." dir!

Mistizm ile akıl arasındaki tercih; ölüm veya yaşam, özgürlük veya kölelik, ilerleme veya durağan ilkellik arasındaki tercihdir.Eski-yeni mistikler, gerçeğin bulunması ile değil, insan "aklına-hayatına-mutluluğuna-bedenine" duydukları nefretle motive edilirler.Bu tutkunun merkezin de ise:

iyi olmak için iyiden ve becerikli insandan duydukları nefret vardır!
Realitedeki -mevcudiyetteki, evrendeki- herşey gibi, insan da, insan bilinci de, belirli bir kimliğe sahiptir: belirli bir tabiatı, belirli ihtiyaçları vardır. Bu olgu yüzünden; insan bilincini bütünleştirecek olan felsefe, aslen iki türlü olabilir: a) Realitenin ve insan bilincinin tabiatını doğru teşhis ettiğinden, "doğru bir felsefe"dir; b) Realitenin ve insan bilincinin, ya belirli bir tabiata sahip olmadığını zannettiğinden, ya da bu tabiatı yanlış teşhis ettiğinden, "yanlış bir felsefe"dir. Bir de, çeşitli konularda bu iki asli uç arasında gidip gelen felsefelerden bahsedilebilir. Bütün önemli felsefeler; asli argümanlarını, genel olarak bu iki uçtan sadece birisinde odaklaştırır.
Bir felsefe -asli hatlarıyla- ya doğrudur (rasyoneldir), ya yanlış (irrasyonel). Felsefe tarihi bu iki uçta yeralmış filozofların tartışmalarından ibarettir.
Felsefe, bir insanın hayat hissini yerinden etmez; hayat hissi, o insanın değerlerinin otomatikman bütünleştirilmiş hulasası olarak fonksiyon yapmağa devam eder. Fakat, felsefeye sahip olan bir insanın duygusal bütünleştirmelerinin kriterini, felsefe belirler -tanımı tam yapılmış, tutarlı bir realite anlayışına uygun olarak. Felsefeye erişen bir insan,-hayat hissinin yönetimde olduğu dönemdeki gibi- sahip olduğu değer-yargılarından, bilinçaltı vasıtasıyla, zımni bir metafizik türeteceğine; artık, felsefe içinde mevcut, açık bir metafizikten, kavramsallık vasıtasıyla, sahip olacağı değer-yargılarını türetir. Duyguları, tamamen ikna olduğu yargılarından kaynaklanır. Zihin başa geçer; duygular takip eder.
Birçok insan için, bu geçiş süreci hiç gerçekleşmez: bilgilerini bütünleştirmek, bilinçli kanaatler edinmek için hiçbir çaba sarfetmezler; tek rehberleri olarak, meramını açıkça anlatmaktan aciz hayat hislerinin insafına kalırlar.
Çoğu insan için; bu geçiş, acılı ve eksik başarılmış bir süreç olur; temel bir iç çatışmaya yol açar; bilinçli kanaatleri ile bastırılmış, tanımlanmamış (veya sadece kısmen tanımlanmış) hayat hisleri arasında derin bir ihtilaf doğar. Çoğu zaman, geçiş süreci tamamlanamaz; böyle bir insanın kanaatleri, tamamen bütünleştirilmiş bir felsefenin parçaları olamayıp; rasgele edinilmiş, bağlantısız, genellikle çelişkili fikirler kolleksiyonundan ibaret olur; böyle olunca, o insanın bilinçaltı metafiziğinin (hayat hissinin), bütün gücüyle işleyişi karşısında, o insanın felsefe diye sahip olduğu enkaz, o insanın bilinci üzerinde hiçbir ikna gücüne sahip olamaz. Bazı durumlarda, bir insanın hayat hissi, kabul ettiği fikirlerden daha iyidir (hakikate daha yakındır). Başka bazı durumlarda, bir insanın hayat hissi, kabul ettiğini söylediği, ama tamamen hayata geçiremediği fikirlerden çok daha kötüdür. İroni şuradadır ki; böyle durumlarda, o insanın ihmal edilmiş veya ihanete uğramış zihninin intikamını alacak olan kuvvet, yine o insanın kendi duygularıdır: bu duygular, realite karşısında onu genellikle yanıltacak; kendisine, sürekli olarak mutsuz olduğu haberini verecektir.
İnsan; yaşamak için, faaliyet göstermelidir; faaliyet göstermek için, seçimler yapmalıdır; seçimler yapmak için, bir değerler sistemi tanımlamalıdır; bir değerler sistemi tanımlamak için, kendisinin ne olduğunu ve nerede olduğunu bilmelidir; yani, (bilgilenme araçlarının ne olduğu dahil) kendi tabiatını ve içinde yaşadığı evrenin tabiatını bilmelidir; yani, metafiziğe, epistemolojiye, ahlaka, yani felsefeye ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçtan kaçamaz; tek alternatifi: kendisine rehberlik edecek felsefenin kendi zihni ile mi seçileceği, yoksa şansla mı belirleneceğidir.
Eğer, kapsamlı bir mevcudiyet görüşünü, ona zihni sağlamazsa, hayat hissi sağlayacaktır. Eğer, akla karşı yüzyıllardır süren saldırılara -irrasyonellik kötülüğünü sunan geleneklere veya felsefe kılığında karşısına çıkan saçmalıklara- katılırsa; bıkkınlık veya şaşkınlıktan dolayı kendini atalete teslim edip, temel meseleleri düşünmekten kaçınır ve sadece gün-be-günlük mevcudiyetindeki somutluklarla ilgilenirse; o zaman, hayat hissi yönetime geçer: o insan, kendisine iyilik veya kötülük yapmak üzere işleyen (genellikle kötülük yapan) -bilmediği, doğruluğunu kontrol edemediği, ne zaman ve nasıl kabul ettiğinden habersiz olduğu- bilinçaltı bir felsefenin insafına kalır.
O zaman; içindeki korku, anksiyete ve belirsizlik yıldan yıla artar; kendisini, bilinmez, tanımlanmaz bir akıbet duygusu içinde yaşıyor bulur; adeta, yaklaştığına inandığı bir hüküm gününü beklemektedir. Bilmediği şey; hayatının her günü, hüküm günüdür: kusurları, yalanları, çelişkileri, kaçışları, suskun kalışları, kendi bilinçaltı tarafından, hayat hissinin zabıtlarına kaydedilmektedir. Ve bu tür bir psikolojik kütükte, kaçışların ve suskun kalışların yarattığı boş kayıtlar, en yıkıcı etkiyi yapar.




GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
11 Mayıs 2006       Mesaj #29
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
HAYAT HİSSİ ve FELSEFE

İnsanların özellikle ürkütücü bulduğu fenomenlerden bir tanesi; insanın yaptığı -iyilik veya kötülük- her işi kaydeden, hiçbir şeyin kendisinden gizlenemeyeceği, hüküm gününde insanın karşısına bu kayıtla birlikte çıkacak olan, tabiat-üstü bir kaydedicinin var olduğu mitidir.
Bu mit, realitede doğru değildir; ama, psikolojik olarak doğrudur. Bu acımasız kaydedici, insanın bilinçaltının bütünleştirme mekanizmasıdır; tutulan kayıt, insanın hayat hissidir.
Bir hayat hissi, metafiziğin kavramsallık-öncesindeki eşdeğeridir: insan ve mevcudiyet üzerinde, duygusal, bilinçaltı bir bütünleştirmeyle yapılmış bir değerlendirmedir. Bir insanın hayat hissi, o insanın duygusal tepkilerinin tabiatını; o insanın karakterinin asli çizgilerinin tabiatını belirler.
Bir hayat hissinin oluşmasında, anahtar kavram, "önemli" kavramıdır. Bu kavram, değerler alanına dahil bir kavramdır; çünkü, "Kimin için önemli?" sorusunu zımnen içerir. Ancak, önemli kavramının anlamı, ahlaki değerlerin anlamından farklıdır. "Önemli," mutlaka "iyi" anlamına gelmez. "Önemli," çoğu sözlük anlamına göre: "Dikkat veya düşünce gerektiren bir nitelik, karakter veya durumdur." Temel bir anlamda, bir insanın dikkat veya düşüncesini gerektiren şey, nedir?: Realite.
Bir hayat hissi, tek başına güvenilir bir bilgisel rehber değildir. Eğer, kötülüğün dereceleri olduğu kabul edilirse; mistisizmin -insana verdiği ıstıraplar açısından- en kötü sonuçlarından biri: aşkın, bir zihin değil "kalp" meselesi olduğu; aşkın, akıldan bağımsız bir duygu olduğu; aşkın, felsefenin kudretine kapalı olduğu inancı oldu. Aşk, bilinçaltı felsefi bir hulasanın, felsefenin ifadesidir; belki, insan mevcudiyetinin hiçbir veçhesi, felsefenin bilinçli kudretine, o kadar şiddetli bir ihtiyaç duymaz. Bu kudret, duygusal bir değerlendirmenin doğruluğunu tahkik etmek ve bu değerlendirmeyi desteklemek için göreve çağrıldığında; aşk, aklın ve duygunun, zihnin ve değerlerin bilinçli bir bütünlüğü haline geldiğinde; o zaman, -ve sadece o zaman- insan hayatının en büyük mükafatı haline gelir.
İrrasyonel bir insan için, kendi bedhah hayat hissinin somutlaştırılmış modeli, ileri hareket etmek için bir yakıt veya esin olarak değil, hareketsiz kalmak için bir ruhsat olarak hizmet görür: değerlerin elde edilemeyeceğini; mücadelenin nafile olduğunu; korku, suçluluk, ıstırap ve başarısızlığın insanlığın yazılı kaderi olduğunu; o insan tarafından yapabilecek hiç bir şeyin olmadığını; ilan eder. Veya, irrasyonelliğin daha aşağılık düzeylerinde; habis bir hayat hissinin somutlaştırılmış modeli, o insana, öyle bir imaj gösterir ki; kötülük muzaffer olmuştur; mevcudiyete karşı nefret duyulmaktadır; güzel, başarılı, iyi insanlardan intikam alınmıştır; insani değerler yenilmiş, tahrip olmuştur; yani, o tür sanat, o irrasyonel insana, kendisinin haklı olduğu, kötülüğün metafiziken kudretli olduğu anlık yanılgısını yaşatır.
Rasyonel bir insanın, bir aynada görmeyi beklediği şey, bir selamdır; irrasyonel bir insanın, o aynada görmeyi beklediği şey, haklı görülmektir: kendine-saygı-ve-güven erdeminden yoksun olmakla ihanet ettiği benliği, son çırpınışında, hiç değilse içinde bulunduğu dalaletin, düşkünlüğün haklı görülmesini istemektedir.Kendi mevcudiyet görüşünü somutlaştırmak isteyen insan; bunu, ya kavramlar vasıtasıyla (lisan), ya da varlık-algılayan duyular vasıtasıyla (görme ve dokunma) yapmak zorundadır.

Bütünleştirme, insanın bilgisel gelişmesinin her düzeyinde, insan bilincinin temel fonksiyonudur. Önce; beyni, duyu verilerini algılar halinde bütünleştirerek, duyusal kaosa bir düzen getirir; bu bütünleştirme, otomatikman yapılır: gayret gerektirir, ama bilinçli irade gerektirmez. Sonraki basamak; konuşmayı öğrendikçe, algıların kavramlar halinde bütünleştirilmesidir. Daha sonra; bilgisel gelişmesi, kavramların, gittikçe genişleyen kavramlar içinde bütünleştirilmesi haline yükselir; zihninin menzili büyür. Bu aşama, tamamen iradidir ve aralıksız bir gayret gerektirir. Duyusal bütünleştirmeler yapan otomatik süreçler, bebeklikten çocukluğa geçtiği dönemde tamamlanır.
Bir insanın psiko-epistemolojisinin fonksiyon etme yöntemi, çocukluğunun başlarında gelişir ve otomatikleşir; bu yöntem, büyüdüğü kültürün egemen felsefesince etkilenir. Eğer, açıkca ve zımnen (genel duygusal tavırlar vasıtasıyla); bir çocuk, bilgi peşinde koşmanın -yani, kendi bilgilenme yeteneğinin bağımsız çalışmasının- önemli olduğunu ve kendi tabiatının bunu gerektirdiğini kavrarsa; bu çocuk, büyük bir ihtimalle, aktif ve bağımsız bir zihin geliştirecektir. Fakat, kendisine, pasiflik, körü körüne itaat, korkmak, soru sormanın veya bilgilenmenin nafileliği öğretilirse; ister bir cangıl kabilesinde, isterse en büyük metropolün en zengin ailesinin içinde büyüsün, büyük bir ihtimalle, zihnen fukara bir vahşi olarak yetişecektir. Fakat, sahibi hayatta olduğu sürece, bir insan zihninin tamamen tahribi mümkün olamayacağından; o insanın beyninin karşılanmamış ihtiyaçları, adeta bir kimlik kazanacak; bu kimliğe sahip muğlak bir duygu, zihnini işgal edecek; kafatasının içinde, huzursuz, tutarsız, el yordamıyla dolaşan bir mecnunun varolduğu hissi onu sürekli korkutacaktır.
Herhangi bir çetenin mensupları, -sloganları, motifleri veya amaçları ne olursa olsun- sokaklarda gezinip, insanların gözlerini oyacak olsalar; insanlar, isyan ederler; haklı protestolarını dile getirecek kelimeler bulurlardı. Fakat, böyle bir çetenin mensupları, kültür içinde gezinip, insanların zihinlerini yok etmeğe giriştiğinde, insanlar sessiz kalmaktadır. İhtiyaç duydukları kelimeleri, ancak felsefe onlara sağlayabilirdi; fakat, modern felsefe, o çetenin hamisi ve yaratıcısıdır.
İnsan zihni, en iyi bilgisayardan daha komplekstir; ve, dış etkilerin olumsuz etkilerine karşı, ondan daha hassastır. İnsan zihninin en hassas olduğu yer, onun en önemli fonksiyonu olan bütünleştirme yeteneğidir;işte "modern sanat," bu yeteneğe karşı yöneltilmiştir. Dağılma (dekompozisyon), insan bedeninin ölümüne yazılmış bir sonsözdür; parçalanma, insan zihninin ölümüne yazılmış önsözdür. Parçalama -insanın kavramsal yeteneğinin parçalanması ve bir yetişkinin zihninin, bir bebeğin zihni durumuna ricat ettirilmesi,- "modern sanat"ın teması ve amacıdır.

Fakat, "modern sanat" denen sefaletin manzarasında, felsefi ve psikopatolojik açıdan öğretici bir öge vardır. Bu manzara, -yokluktan doğan bir negatif vasıtasıyla- sanat ile felsefe arasındaki ilişkiyi, akıl ile insanın varkalması arasındaki ilişkiyi, akıldan nefret ile mevcudiyetten nefret arasındaki ilişkiyi teşhir eder. İrrasyonel filozoflar, akla karşı yüzyıllardır sürdürdükleri savaşın sonunda, -viviseksiyon, yani canlı hayvan üzerinde bilimsel amaçla cerrahi kesişler yapma yöntemiyle- rasyonel yeteneklerinden mahrum kılınmış bir insanın nasıl olacağının örneklerini yaratmayı başardılar; bu örnekler de, şimdi bize, boş bir kafatasını taşıyan bir insan açısından mevcudiyetin nasıl göründüğünün imajlarını vermektedirler.
Bir yandan, aklın sözde savunucuları, "sistem-kurma" yaklaşımına karşı çıkıp, somutla sınırlı kelimeler veya mistikçe uçuşan soyutlamalar üzerinde tartışmalara, pazarlıklara dalarken; öyle anlaşılıyor ki; aklın düşmanları, bütünleştirmenin akli süreçlere giden psiko-epistemolojik anahtar olduğunu; sanatın insanın psiko-epistemolojik şartlayıcısı olduğunu; eğer aklın tahribi isteniyorsa, aklın bütünleştirme kapasitesinin tahribinin şart olduğunu bilmektedirler.
"Modern sanat"ın tatbikatçılarının ve hayranlarının, onun felsefi anlamını anlayacak entellektüel kapasiteye sahip olduğu hayli şüphelidir; yapmaları gereken tek şey, kendilerini, sahip oldukları bilinçaltı öncüllerin en kötülerine teslim etmeleridir. Fakat, liderleri konuyu bilinçli olarak anlamaktadır: "modern sanat"ın babası, İmmanuel Kant'tır (tabiattaki güzellik ve "amaç" meselesine tahsis ettiği Critique of Judgement adlı eserine bakın.)
"Modern sanat"ı büyük bir sahtekarlık olarak yapmak veya içtenlikle yapmak şıklarından hangisinin daha kötü olduğunu kestirmek zor.
Bu tür sahtekarlıkların pasif ve sessiz kurbanları olmak istemeyenler, felsefenin pratik önemi ve felsefesizliğin sonuçları hakkında, "modern sanat" hastalığının incelenmesinden çok şey öğrenebilir. Spesifik olarak mantığın tahribi ve daha spesifik olarak tanımların tahribi, kurbanları silahsız bırakmıştır. Tanımlar, rasyonelliğin muhafızlarıdır; zihni parçalanmaya karşı yapılacak savunmanın, ileri karakollarıdır.

İnsanın kesin tanımlara olan ihtiyacı, Kimlik Kanunu'ndan kaynaklanır: A, A'dır; bir şey, kendisinin aynısıdır.Eğer, bir şey, sadece maddi bir nesne olmaktan ibaret ise, maddi şeyleri içine alan herhangi bir kategoriye aittir; eğer hiçbir özel kategoriye ait değilse, böyle bir fenomen için ayrılmış bir kategoriye aittir: hurda.
Hiçbir insani faaliyette -eğer insani olarak nitelenecekse- kaprise yer yoktur. Hiçbir insani üründe,bilinmeze, anlaşılmaza, tanımlanmaza, gayri-objektife yer yoktur. Akıl hastahanelerinin dışında olanlar açısından; bir insanın faaliyetleri, bilinçli bir amaç tarafından yönlendirilmelidir; böyle yönlendirilmeyen insanların faaliyetleri, psikiyatristlerden başka kimseyi ilgilendirmemelidir. "Modern sanat"ın uygulayıcıları, ne yaptıklarını veya neyin onlara bunları yaptırdığını bilmediklerini söylediklerinde; kendilerine inanılmalı ve onlar ve ürünleri hakkında daha fazla düşünülmemelidir.

Özetle metafizikte Kimlik Kanunu- epistemolojide Aklın Üstünlüğü- etikte Akılcı Egoizm- politikada Bireysel Haklar ve estetikte Metafiziksel Değerler sizin mutlaklarınız olduğu gün, ATLANTİS' in sizi beklemekte olduğunu göreceksiniz.
Ancak insan, dünyanın ve kendisinin geleceği ile ilgilenmemekte özgür, ama bu tercihinin sonuçlarına katlanmaya mahkumdur!
Akıl nedir? Akıl, insanın duyularıyla sağlanan materyali alan, tanımlayan ve entegre eden melekedir. Akıl, insanın algılamalarını soyutluklar ve kavramlar yoluyla entegre ederek insanoğlunun bilgi seviyesini hayvanlarında sahip olduğu ALGISAL düzeyden, sadece kendisinin ulaşabileceği KAVRAMSAL düzeye çıkarır. Aklın bu işlemde kullandığı metot MANTIK dır.

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
13 Mayıs 2006       Mesaj #30
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
FELSEFE ve YAŞAM ANLAYIŞI

Din: - gerçeğe etraflı bir bakış sunma girişimi olarak - felsefenin ilkel bir biçimi olduğu için, efsanelerin çoğu, insan varlığının, bazı öğelerini doğru, anımsanması epeyce zor bazı gerçek görünüşleri üzerinde temellendirmiş, çarpık ve dramatize edilmiş simgelerdir.İnsanın özellikle korkutucu bulduğu bu simgelerden biri, kendisinden hiç bir şey saklanamayan doğaüstü kaydedicilerdir.İnsanın, iyi veya kötü, asil veya aşağılık, bütün hareketlerini listeler ve hüküm gününü insanla yüzleştirir

Bu efsane, varoluşşal olmasa da felsefi olarak doğrudur.Bu acımasız kaydedici, insan bilincinin bütünlük mekanizmasıdır, kaydedilen de yaşam anlayışıdır.

Yaşam anlayışı, duygusal, insana ve varlığına dair bilinçaltında bütünlüklü değer biçilmesi, metafiziğin ön-yargısal eşdeğeridir.İnsanın duygusal tepkilerini ve karakterinin özünü tayin eder.

İnsan, metafizik gibi bir kavramı kavrayacak kadar büyümeden önce, seçimler yapar, değer yargılarını oluşturur, duygularını deneyimler ve yaşama dair mutlak bir görüş tarzı sahibi olur.Her seçim ve değer yargısı, kendisi ve çevresindeki dünya hakkında bir fikir - özellikle bu sayede dünya ile başa çıkma kapasitesini - ima eder.Doğru veya yanlış da olsa, bilinçli sonuçlar çıkartabilir ve akıl açısından pasif duruma geçip olaylara sadece tepki verir (yani sadece hisseder).Hangi seçenek olursa olsun, bilinçaltı mekanizması, psikolojik etkinliklerini toplayarak, vardığı sonuç, verdiği tepki ve yaptığı kaçamakların, duygusal bir toplamını alır ve bunları, alışkanlık haline gelmiş bir düzen halinde oluşturarak, o kişinin çevresindeki dünyaya verdiği otomatik bir tepki haline getirebilir.Kişinin belli sorunlar karşısında vardığı (veya kaçındığı) bir seri tekil ve sağduyulu kararlar, daha sonra varlığa dair genelleştirilmiş bu duygu, sabit ve temel bir duygunun, zorlayıcı ve güdüsel gücü ile birlikte tam bir metafiziği haline gelir.Bu sabit ve temel duygu, bütün diğer duygularının bir parçasıdır ve bütün deneyimlerinin temelini oluşturur.Bu, yaşam anlayışıdır.

İnsan zeka olarak aktif olduğu, yani bilme, anlama arzusu ile motive olduğu- müddetçe, aklı duygusal bir bilgisayarın programlayıcısı olarak çalışır - yaşam anlayışı akılcı felsefenin aydınlık bir karşılığına doğru gelişir.İnsanın, kaçındığı müddetçe, duygusal bilgisayarının programlanması : rastlantısal etkilerle; tesadüfî izlenimler, birliktelikler, öykünmeler, çevrenin basmakalıp laflarını anlamadan - hazmetmeden kapmalar, kültürel geçişmelerle (=ozmoz) yapılır.Eğer kaçınma veya uyuşukluk insanın zihinsel işlevinin baskın yöntemi olursa, yaşam anlayışı korkunun hakimiyeti altına girer - her yöne giden ayak izleri ile damgalanmış şekilsiz bir kil parçasına benzeyen bir ruh.(Daha sonraki yıllarda da, böyle bir kişi ağlayarak kimlik anlayışını kaybettiğinden şikayet edecektir, gerçekte ona hiç bir zaman sahip olmamıştır)

Doğası gereği, insan, genellemeden kaçınamaz, anlık, genel durumun dışında, geçmiş veya geleceksiz yaşayamaz; bütünlüklü kapasitesini, yani kavrayış kapasitesini, yok edemez, ve bilincini bir hayvanın algısal menzili ile sınırlayamaz.Aynen bir hayvan bilincinin soyut kavramlarla uğraşmaya zorlanamayacağı gibi insan bilinci de anlık somut durumlar dışında bir şeyle uğraşmamaya zorlanamaz.İnsan bilincinin muazzam kuvvetli bütünlüklü mekanizması doğuştandır, insanın tek seçeneği ya onu yönetmesi ya da onun yönetimi altına girmesidir.Bir istem eylemi - bir düşünce süreci - kavrayışsal bir amaç için bu mekanizmayı kullanmayı gerektirdiği için, insan bu çabadan kaçınabilir.Eğer kaçınırsa, rastlantılar devreye girer, mekanizma kendi başına çalışır, sürücüsüz bir araç gibi, bütünlüğe gider, ancak bu bütünleme körlemesine, birbirine uymayan, rastlantılara bağlıdır - kavramanın bir aracı değil, çarpıtmanın, hayallerin, işin içine katmadığı işlemcisinin bilincini enkaz haline gelene kadar büken bir kabusun aracı olabilir.

Özsaygı sahibi bir insan için, örneklerin ilk bölümündeki şeyleri birbirine bağlayan duygu, hayranlık, heyecan, rekabet hissi; ikinci bölümdeki şeyleri birbirine bağlayan duygu ise tiksinme ve sıkıntıdır.
Özsaygısı olmayan biri için, birinci bölümdeki şeyleri birbirine bağlayan duygu, korku, suçluluk, küskünlük, ikinci bölümdeki şeyleri birbirine bağlayan şeyler ise: duygu korkudan kurtulma, rahatlama ve pasifliğin kendisinden birşey istenmeyen rahatlığıdır.


Bu tip duygusal soyutlamalar insanın metafiziksel bakışında büyüse de, kökeni o kişinin kendine ve kendi varlığına bakış açısındadır.Bu duygusal soyutlamayı şekillendiren seçimin kelimelere dökülemeyen bilinçaltı ölçütü şudur: “Benim için önemli olan” veya “Kendimi evimde hissettiğim, benim için doğru bir evren”.Bunun hemen arkasında da, insanın bilinçaltı metafizik gerçekliğinin olguları ile uygun veya çelişmeli ile olmasına bağlı olarak, psikolojik sonuçları takip edecektir.
Yaşam anlayışının oluşumunda temel kavram “önemli” terimidir.Önemli - kimin için? Sorusuna bir yanıt içerdiği için değerler dünyasına ait bir kavramdır.Ancak anlamı moral değerlerden farklıdır. “Önemli” aynı zamanda “iyi” anlamına gelmeyebilir. “İlgi ve önem hak eden kalite, karakter veya mevki” (American College Dictionary).Temel duygu anlamında birinin ilgi ve önemini hak eden nedir?Gerçek.

“Önemli”, daha sınırlı ve yarımyamalak kullanımından ayrıştırılmış olarak, temel anlamı ile, metafiziksel bir terimdir.Metafizik ile ahlak bilimi arasında bir köprü: insan doğasına temel bakış olarak kullanımı daha uygundur.Bu bakış, evrenin bilinebilir olup olmadığı, insanın seçim gücüne sahip olup olmadığı, hayattaki hedeflerine ulaşıp ulaşamayacağı sorularına yanıtları da içerir.Bu tip sorunların yanıtları, ahlak biliminin temelini oluşturduğu için, “metafiziksel değer yargıları”dır.

“ Sadece bilinçli insan bilinçaltında olan ve yaşam anlayışını şekillendiren, kendi mutlak gerçek bakış açısını temsil eden, değerleri “önemli” olarak itibar eder veya itibar etmeyi öğrenir

“Bunları anlamak önemlidir” - “Anne-babanın sözünü dinlemek önemlidir” - “Kendi başıma hareket etmek önemlidir” - “Diğer insanları mutlu etmek önemlidir” - “İstediğim şey için kavga etmek önemlidir” - “Düşman sahibi olmamak önemlidir” - “Benim hayatım önemlidir” - “Ben kim oluyorum da kendimi tehlikeye atıyorum?” İnsan kendi ruhunu kendi yaratır - ruhunu vardığı bu sonuçlar doldurur. (“ruh” derken “bilinç”i kastediyorum.) gibi…

İnsanın temel değerlerinin bütünlüklü toplamı onun yaşam anlayışıdır.

Yaşam anlayışı insanın, akışkan, plastik, kolayca şekil değiştiren, erken değer-bütünlemeleridir, bununla tam kavramsal kontrole ulaşabildiği bilgiyi toplar ve bu sayede iç mekanizmasını yürütür.Tam kavramsal kontrol, kavramsal bütünlük sürecini bilinçli olarak yönlendirme anlamına gelir, bunun da anlamı : yaşamın bilinçli bir felsefesidir.

Felsefe, kişinin değerler toplamı ile devam eden yaşam anlayışının yerini alamaz.Ama felsefe, tam tanımlanmış ve tutarlı bir gerçeğe bakış açısına yönelik duygusal bütünlüklerin ölçütlerini koyar (tabi eğer o felsefe akılcı olmasına ve nereye kadar akılcı olduğuna bağlı olarak).Bilinçaltıda, değer yargılarına kapalı bir metafizik türetmek yerine, artık, kavramsal olarak, açık metafizik türetmektedir.Duygular, tamamen ikna olduğu yargılarına göre hareket etmektedir.Akıl yol gösterir, duygular onu takip eder
Çoğu insan bu geçiş sürecini hiç bir zaman yaşayamaz: bilgilerini bütünleştirmek, bilinçli kanaat edinmek için hiç bir girişimde bulunamaz ve tek rehber olarak kendilerini: hiç de iyi ifade edemeyen yaşam anlayışlarının insafına terk eder…

İnsanların bir çoğu için bu geçiş zahmetli ve tamamen başarılı olamayan, temel bir iç çelişkiye yol açan - bilinçli kanaatleri ile bastırılmış, tanımlanmamış (veya bir parça tanımlanmış) yaşam anlayışı arasında bir çarpışma - bir süreçtir.Çoğu zaman, bu süreç hiç tamamlanmaz.Kanaatinin tam bütünlüklü bir felsefenin parçası değil de, rastgele, birbiri ile bağlantısız ve çoğunlukla birbiri ile çelişen ve bu yüzden de bilinçaltı metafiziğin gücüne karşı kendi aklına yatmayan fikirlere sahip bir insanda olduğu gibi.Bazı durumlarda insanın yaşam anlayışı kabul ettiği fikirlerden daha iyidir (gerçeğe daha yakındır).Diğer durumlarda yaşam anlayışı, kabul ettiğini iddia ettiği fikirlerden daha kötüdür ama bunu eyleme geçirmeye gücü yetmez.İşin komiği, böyle durumlarda, insanın zekayı görmezden gelen veya inkar eden intikamcıları gibi davrananlar da kendi duygularıdır

Yaşamak için insan eylem halinde olmalıdır, eylem halinde olmak için de seçim yapmak zorundadır, seçim yapmak için de değerler kuralı yaratmak zorundadır, değerler kuralı yaratmak için de ne olduğunu ve nerede olduğunu bilmek zorundadır - yani kendi doğasını (kendi bilgi araçları da dahil) ve içinde olduğu evrenin doğasını bilmek zorundadır - yani, metafizik, epistemoloji ve ahlak bilimine gereksinimi vardır, bunun da anlamı bir felsefeye gereksinimi vardır.Gereksinimlerinden kaçamaz, ona rehberlik edecek felsefe için tek alternatif ya bunu kendi seçecek ya da tesadüf eseri seçilecektir
Eğer aklı ona varlığı ile ilgili ayrıntılı bir bakış sunmazsa, yaşam anlayışı sunacaktır.Eğer akla yüzyıllardır yapılan ortak saldırılara - akıldışılığı sunan gaddar gelenekler veya felsefe kılığındaki bilinçsiz saçmalıklara - boyun eğerse, uyuşukluk veya şaşkınlıkla teslim olursa, temel sorunlardan kaçınır ve sadece gündelik varlığının somutları ile ilgilenirse, yaşam anlayışı görevi, iyi veya kötü olacak şekilde, devralır (ki genelde kötü olur) ve sonuçta bilmediği, hiç bir zaman kontrol etmediği, kabul ettiğinin farkında olmadığı bilinçaltı felsefesinin insafına terkedilir

Sonra bu korku, endişe ve belirsizlik yıllarla birlikte çoğaldıkça, kendini bilinemez, tanımlamaz bir yazgı, sanki nihaî hüküm günü beklentisi içinde bulur.Bilmediği şey, yaşamının her gününün- yaşam anlayışının bilinçaltındaki film rulolarında kaydettiği yanlışlarının, yalanlarının çelişkilerinin bedelini ödediği bir hüküm günü olduğudur.Ve bu tip bir psikolojik kayıtta boş kayıtlar en karanlık günahlardır.




Benzer Konular

21 Temmuz 2014 / Misafir Felsefe
20 Kasım 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
24 Kasım 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Haziran 2009 / careless_WhispeR X-Sözlük
4 Mart 2011 / Misafir Taslak Konular