Arama

Ölüm - Sayfa 6

Güncelleme: 1 Aralık 2018 Gösterim: 63.613 Cevap: 198
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Mart 2006       Mesaj #51
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
C 69
Sponsorlu Bağlantılar
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
26 Mart 2006       Mesaj #52
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Sakın Ellerimi Bırakma

Sponsorlu Bağlantılar
Ilık rüzgarla gelen bir müzik sesiyle dalıverdim uzaklara; "Aşık olmak günahsa ben bir günahkarım, pişman değilim tanrım…" diyordu yumuşak bir ses… bir sızı saplandı ilk önce kalbime… sensizlik yüreğimi yakıyordu, sana hasrettim… sarı kurumuş yapraklar arasında yürürken rüzgarın yüzüme vurmasıyla kokunu duydum sanki… yalnızdım… mutsuzdum, sen yoktun… ebediyen gitmiştin…
Şimdi yanımda olsaydın kollarınla beni sarar, yüzüme dağılan saçlarımı parmaklarınla düzeltirdin.. iki taraftan kulaklarımın arkasına sıkıştırır, "Böyle daha güzel aşkım"derdin… yüzüme düşen saçlarına tuzlu gözyaşlarım karışıyor şimdi. "Sakın ha ağlama, seni birgün bile ağlarken görmek istemiyorum" derdin bana… şimdi bir yerlerden bakıyorsa gözlerin üzülüyorsundur… ama gözyaşlarıma söz geçiremiyorum sevgilim...

Hani biz sonsuza kadar mutlu olacaktık? Hani birbirimizi terketmiyecektik? Neden beni tek başıma bırakıp gittin aşkım.? Kaza haberin geldiğinde inanamadım… evimizden nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum… hastanede seni öyle kanların içinde baygın bir şekilde görünce dünya başıma yıkıldı… elini tuttum ve sen gözlerini açtın "Sakın ha! Sakın elimi bırakma" dediğin zaman bile "Gözlerindeki ormanda yağmur yağmasın" dedin… yanaklarımdan süzülen sicim gibi yaşlar yüzüne döküldüğünün farkında bile değildim.. ameliyathanenin kapısına kadar elini hiç bırakmadım ve mecburen elini ayırdılar benden… saatlerce o odada kaldın… çıktığın zaman komadaydın… doktorlar ümitsizce gözlerime bakıyordu… seni odana götürdüler.. neydi, neden o makinaları vücuduna bağlamışlardı.? Sen yaşayacaktın.. beni bırakmayacaktın yemin etmiştin..yavaşça elimi elinin üzerine koydum.. hiç kıpırdamıyordun… günlerce başucunda bekledim… farkında bile değildin… hep uyuyordun… yanında seni beklerken; geçirdiğimiz günler!
bir film şeridi gibi gözlerimden geçti… beni kızdırmaların, sinirletmelerin ve ondan sonra gönlümü almak için bütün evi ben yokken çiçek bahçesine çevirmen… doğumgünlerimizde birbirimize aldığımız müzik kutuları… hani son doğumgününde sana mavi bir kazak almıştım da hemen giyip mankenlik yapmıştın ya ve ben seninle dalga geçmiştim sen de pastayı alıp yüzüme yapıştırmıştın ve sonra da bütün evi pastayla alt üst etmiştik… ne kadar deliymişiz, ne kadar aşıkmışız… mavi kazağını son gördüğümde kanlar içindeydi.. kaza günü onu giyiyormuşsun meğer… çok sinirlettin beni, nasıl çıkacak şimdi kazaktaki kan lekeleri? Olmadı şimdi, iyileşir iyileşmez kazağını sen yıkayacaksın.. onu sana ben aldım atmak olmaz ki…

Hala uyanmadın… bir hafta geçti hiç bir kıpırtı yok…doktorların biri gidiyor biri geliyor.. söyledikleri hiçbirşeyi artık anlamıyorum.. bu arada o yağmurlu gün geldi aklıma.. bisikletlerle yarış yaptığımız o gün.. hani ani bir yağmur başlamıştı da eve zor yetişmiştik.. balkonda durup yağmuru izlerken bir gün bebeğimiz olursa ismini Yağmur koyalım demiştik… bizim yağmurumuz yaz yağmuru olsun demiştik…

Ve bir gün daha geçti işte, yanında sen o yatakta hareketsiz yatarken bir gün daha geçti… elim elinde.. ve başım yatağın yanında, kendimden geçmişim.. ve aniden elin elimde kıpırdadı.. aniden kırmızı, şiş gözlerimi sana çevirdim… ve gözlerini açtın… o halinle bile gülümsüyordun bana… dudaklarına küçücük bir öpücük kondururken sessizce gözlerimden yine bilinçsizce tuzlu gözyaşlarım dudaklarına düştü… kızar gibi yine baktın bana… "Tamam" dedim "Ağlamıyacağım…"
Gözlerime baktın buğulu… hiç beklemediğim bir anda dudakların kıpırdamaya başladı "Affet beni" dedin, "Birbirimizi terketmiyecektik, hala daha da seni terketmedim ama…." dedin ve gerisini duymak bile istemiyordum, parmaklarımla dudaklarını kapattım, "Konuşma, yorulma, sonra konuşuruz" dedim ama başınla "Şimdi" dercesine işaret ettin… "Şehre inmiştim, yıldönümümüz için beğendiğin tek taşlı pırlanta yüzüğü alacaktım, aldım da… yanında 25 tane gül vardı, arabanın torpido gözünde yüzüğün, koltukta da güllerin vardı" dedin… ve devam ettin "Hayatımda geçirdiğim en güzel yılları seninle paylaştım, gözlerim, kalbim hep yanında olacak, arabadan emanetlerini almayı unutma" dedin bana… gözlerimdeki yaşları artık durduramıyordum… "Bir dahaki sonbahara yürüdüğümüz yolda yanlız yürüyeceksin ve çok güçlü olacaksın, beni affet aşkım seni bensiz bırakıyorum, seni canımdan çok seviyorum, son bir öpücük ver bana" dedin ve bir elim elinde bir elimle alnını okşarken istediğini yaptım dudakların !
sıcaktı ve aniden makineden ince bir ses geldi, elin elimden kopuverdi…. Gözlerin yavaşca kapandı…. Doktorlar koşup geldiler… öylece orda kalıverdim hareketsiz kaldım, donmuştum, sen yoktun artık… doktorlar seni götürdüler… artık sen yoktun, yanlızdım..

Ve şimdi sensiz geçen ilk sonbahardayım… yürüdüğümüz yolda kurumuş yaprakların arasında tek başınayım. Arabadan bana getirdikleri emanetlerimin biri evde diğeri parmağımda… yüzüğünü yaşadığımı sürece parmağımdan, güllerini yatağımın yanından hiç ayırmayacağım… mavi kazağını yıkadım, temizledim… yastığının üzerinde duruyor..

Hazan mevisimi, hüzün mevsimi… aşk mevisimi.. ayrılık mevsimi…
Kulağımda bana söylediğin şarkıyla yürüyorum tek başıma söz verdiğimiz gibi sarı yapraklı yolda....


Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
27 Mart 2006       Mesaj #53
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
Ölüm...
Bir yokoluş ama yeni bir varoluş...
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
27 Mart 2006       Mesaj #54
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Küçük Bir Öykü-Ölüm Üzerine

“Hayat bir durak gibidir aslında.Gelir,biner,inersin.Son durak ölümdür,yapacak şeyin kalmamıştır,inmelisin..”
Ölümü bu kadar basitleştirmişti.Takmazdı kafasına,öyle bir insandı işte...Ama bazı şeylerin farkına varmak,onları anlamak için ve aslında öyle olmadığını farketmek için;o şeyleri yaşamalısınız.O da,ölümü yaşadı...Kendi yaşamış gibi oldu,bu kadar basit olmadığını anladı.Sevgilisini kaybetmişti,herşey den çok sevmişti üstelik...Yanmıştı kız;aptal bir sigara izmariti yüzünden,tamamen yanan küçük evinin bir odasında...Herşeyi görmüştü adam,oradaydı çünkü..Sıyrılmıştı ölümün pençesinden,ama ölüm O’na unutamayacağı bir anı bıraktı ve şöyle dedi,”..kaderin ölmekti,olmadı,o zaman yaşarken ölmelisin..”
Sevgilisinden kalan bir avuç külü yanında aldı giderken..Uzaklaştı geceye doğru..Bir daha da gören olmamıştı O’nu...
Kimse görmedi...

*****

Yalnızdı...Bir banka oturmuş,denizi ve gökyüzünü seyrediyordu..Avuçlarının içinde kadife,küçük bir bohça vardı.Bazen gözleri bohçaya kayıyor sonra tekrar denize bakıyordu..

pıt...

pıt...

“Yağmur” dedi adam,hiç hareket etmedi ama...ıslanıyordu..Yarım saat oturdu,bir saat oturdu,iki saat...
Ayağa kalktı,bohçanın iplerini çözdü..Havaya baktı,damlalar ok gibi yüzüne çarpıyordu...
Fırlattı...
Küçük bohça havada süzülürken küçük,siyah tozlar yayıyordu..Ama hiç denize düşmedi...

*****

“Bu da neyin nesi?”.Gülüşmeler...”Adamın biri ölmüş,küllerimi Cihangir’den bırakın,demiş!”.Daha çok gülüşme...

*****

“Geri döneceğini biliyordum” dedi hafif ses tonuyla...Yüzüne yapışan siyah tozu aldı,üfledi...
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Nisan 2006       Mesaj #55
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
HEPİMİZ aynı yöne koşuyoruz. Var gücümüzle. Yanımızda günahlarımız, sevaplarımız. Çünkü hayat, hep aynı yöne doğru sürdürülen bir koşudur.
Koşu biter; biz biteriz, koşu biter...
• • •
Dünyaya ölmeye gelinir.
Yaşanmaya gelinseydi, koşunun sonu hep yeni yaşamalara çıkardı. Koştukça hayata yaklaşır, bitmeyen ömürleri tekrar tekrar yakalardık.
“Her fâni ölümü tadacaktır...”
Koşuların, hedeflerin, bitirişlerin son soluğunda ölümü tatmak var...
Geldik, gideceğiz... Çare yok. Giderken doğduğumuz günkü gibi saf, temiz ve haramsız olabiliyor muyuz? Kazanç budur. Zor olan, imkânsız görünen budur. Ve inanmak, imkânsızı başarabilme gücü, azmi ve kuvvetidir.
İnanmak, dolu dolu yaşamaktır.
• • •
Aylardan ne, günlerden hangisi, ayın kaçındayız?
Dün kimler göçtü, bugün kaç kişi uğurlandı, yarınlar kimleri çağırmada? Dünler, bugünler ve yarınlar, bizleri hem çağıran, hem uğurlayandır.
Dünler de bitiyor.
Dünler de koşmakta idi bizim gibi... Demek, “dünya zamanı” da ömürlü. Bugün, dünün bittiği çizgi. Bugün ancak yarının sınırına kadar yaşayacak...
Zaman bile sonsuz değil, mekân bile.
Ve insan, zaman ve mekân ile birlikte eskiyor, koşuyor, tükeniyor.
• • •
Zaman, mekân ve insanın benzerlikleri kaderlerinde. Üçü de bitişe hizâlı ve hızlı.
Güneş her sabah bir başka zemine doğuyor; bir gün daha yorulmuş olarak, yorulmuş bularak... Bütün büyümeler sona doğrudur. Kâinat bile büyümekte ve kaderine koşmakta.
Demek ki, yaratılmışların tamamı ölüme yönelik...
Bu ölümde, beraberlikler ve büyüklükler olmalı...
Şair ne kadar haklı.. “Ölüm bunca güzel olmasaydı, Efendimiz ölmezdi...”
• • •
Ölüm bunca güzel olmasaydı, güzeller ölmezdi...
Giden, gitmeyi hak edebilmeli.
Dünyaya yaşamaya gelmek; ölüm varsa, yalandır, yanlıştır...
Çiçekler ölüyor, kuşlar ve ağaçlarla birlikte... Ekinler ölüyor, yamaçlarla, dağlarla beraber... Gün gelecek, ân gelecek, ölüm bile ölecek... Zaman, mekân ve insan ile birlikte.
Ölüm, “ölecekler” tükenince ölecek.
Çünkü, kâinat çapında bir görev sona ermiş olacak.
En son, en başa kardeş olacak.
Sonsuz büyüklükte bir aynaya bakar gibi, en son, en başı; kendini görecek...
• • •
Ölüm “kötü son” değil. Sürpriz netice değil.
Ölüm, koştuğumuz ve ulaştığımız tazeliktir...
Ölümün bir adım ötesi yenilik.
Ölümde konaklamadan ölümsüzlüğe varılmaz.. Ölümde dinleniriz. Ömür boyu süren yorgunluklar orada üstümüzden atılır
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #56
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜM

Ruhun bedenden ayrılması olayı. Ölüm insan varlığı için bir âlemden diğerine intikal etmektir. Bu anlamda ölüm yok olmak değildir, kelâm bilginlerinin çoğunluğuna göre ruh, suyun yaş ağaca nüfuz etmesi gibi bedenle iç içe olan latif bir varlıktır. Ehli sünnete göre ruh bâkidir, yok olmaz. İslâm bilginleri; Allah, Ruhlar öldüklerinde onları vefat ettirir" (ez-Zümer, 39/42) ayetini "cesetleri ölünce" şeklinde anlamışlardır.
Her canlı varlık için ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. Canlılar doğar, büyür ve ölürler. Kur'an-ı Kerim'de ölümle ilgili pek çok ayet vardır. Bazıları şunlardır: "Her can ölümü tadıcıdır" (Âl-i İmrân, 3/185); "Onlar için bir ecel tayin ettik ki onda hiç şüphe yoktur" (el-İsrâ, 17/99); Biz senden önce de hiçbir beşere dünyada ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar baki mi kalacaklardır?" (el-Enbiyâ, 21/34); "Yer yüzünde bulunan her canlı fanidir" (er-Rahmân, 55/26).
Allah'ın diriliği ve ölümü yaratmasının sebebi şöyle açıklanır: "O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de dirimi de takdir edip yaratandır" (el-Mülk, 67/2). Ölüm ancak Yüce Allah'ın belirlediği zaman vuku bulur. Ölüm konusundaki kader yazgısı ayette şöyle ifade buyurulur: "Allah'ın emir ve kazası olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır" (Âl-i İmran, 3/145).
Hiç bir kimsenin ölümden kaçıp kurtulma imkânı yoktur: "Binlerce kişinin ölüm korkusuyla beldelerini terkettiklerini görmedin mi? Allah onlara "ölün" dedi, sonra da kendilerini diriltti” (el-Bakara, 2/243); "Şöyle de: Siz evlerinizde olsaydınız bile üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine şüphesiz öldürülecekleri yerlere çıkıp giderlerdi" (Âl-i İmrân, 3/154); "Nerede olursanız olun, tahkîm edilmiş yüksek kalelerde bile bulunsanız ölüm sizi bulur" (en-Nisâ, 4/78); Bir gün bakarsın ki, ölüm baygınlığı gerçek olarak gelmiş "işte bu, senin kaçıp durduğun şey" denilmiştir" (Kâf, 50/19).
Cenab-ı Hak gerçekte insan varlığına sonsuza kadar uzanan bir ömür takdir etmiştir. Ruhları dünya hayatından belirsiz bir süre önce topluca yaratmış ve onlara Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusunu yöneltmiştir. Kur'an'da ruhun başlangıcı ile ilgili olan bu olay şöyle belirlenir:
"Hani Rabbin Âdem oğullarından onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şahit tutmuş; Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da; Evet, (Rabbimizsin), şahit olduk"demişlerdi. İşte bu şahitlendirme, kıyamet günü; Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz içindir" (el-A'raf 7/172). Peygamber, Rabbinize iman etmeniz için hepinizi davet edip, dururken, size ne oluyor ki, Allah'a iman etmiyorsunuz? Halbuki O, sizden kesin teminat almıştır" (el-Hadîd, 57/8). Bu söz alma, "elestü birabbiküm" sorgulaması sırasında veya insanlara akıl vererek delilleri değerlendirme gücü kazandırmak suretiyle olmuştur (Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, İstanbul 1959, III, 1006).
Ruh, dünya hayatına bir imtihan devresi geçirmek üzere doğum yoluyla gelen insan oğluna anne karnın da dört aylık cenin döneminden sonra üflenir ve böylece dünya hayatı başlamış olur. Ruhun bedenden ayrılması ile de kabir hayatı başlar (bk. "Kabir" maddesi). Kıyamet koptuktan sonra da ahiret hayatına yeni bir yaşam için geçecek olan insan oğlu dünyadaki inanç ve amel durumuna göre Cennet veya Cehennemdeki ebedî hayatta yerini alacaktır. İnanç sahibi olup da amel eksikliği bulunanlar ise Cenab-ı Hakk'ın bileceği sürelerde cezalarını çektikten sonra Cennet tarafına geçebileceklerdir.
Hayatın bu gerçeği karşısında ölüme hazırlıklı olmak her insanın şiarı olmalıdır. Ölümü anmak ve hazırlıklı bulunmak her mümin için müstehap sayılmıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Lezzetleri yok eden ölümü çok anın" Nesâî ile Beyhakî bu hadise şunu ilâve etmişlerdir: "Eğer dünyada ölümü çok anarsanız, onu önemsemezsiniz; az anan ise onu çok önemser" (Tirmizî, Zühd, 4; Kıyâme, 26; Nesâî, Cenâiz, 3; İbn Mâce, Zühd, 31). Başka bir hadiste, kabir içinde olanların hatırlanması istenir: "Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Ahiret hayatını isteyen dünya hayatının süsünü terk eder" (Tirmizî, Kıyâme, 24; Ahmed b. Hanbel, I, 387).
Hasta ziyareti sünnettir. Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edilen merfû bir hadiste şöyle buyurulur: "Müslümanın müslümandaki hakkı altıdır. Karşılaştığın zaman selam ver, çağırdığı zaman davetine git, öğüt istediği zaman öğüt ver aksırdığı zaman elhamdülillah"derse "yerhamûkellah (Allah sana merhamet etsin)"de, hasta olunca ziyaret et, ölünce cenazesine git" (Buharî, Libâs, 36, 45; Cenâiz, 2; Nikâh, 71; Eşribe, 28).
Hastanın yanında okunabilecek bazı dualar hadislerde yer almıştır. Şu duanın yedi kere okunması müstehap sayılmıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Bir kimse eceli gelmemiş olan bir hastayı ziyaret eder ve onun yanında yedi kere; "Eselüllâhel-âzime, Rabbel-arşil-azîm en yüce (Ulu arşın Rabbi olan Yüce Allah'tan sana şifa vermesini dilerim)"diye dua ederse Allah Teâlâ o kişinin hastalığına şifa verir" (Ebû Davud Cenaiz, 8; Tirmizî, Tıbb, 32; Ahmed b. Hanbel, I, 236, 352, II, 441).
Yine hasta ziyaretinde, hastanın yanında Fâtiha, İhlas ve Muavvizeteyn surelerinin okunacağına dair hadisler vardır.
Ölüm hastasına ecel konusunda hoşuna gidecek, sevindirecek sözler söylemelidir. Çünkü Allah'ın hükmünü hiç bir şey geri çeviremez. Sadece gönlü hoş olmuş olur (Tirmizî, Tıbb, 35). Hasta tevbe etmeye ve vasiyetlerini yapmaya teşvik edilir. Çünkü Allah elçisi; "Vasiyet edeceği bir şey olup da, yanında yanlı vasiyeti bulunmaksızın iki gece geçirmek müslümanın işi değildir" (Buharî, Vasâya,I; Müslim, Vasiyye, I, IV) buyurmuştur. Sıkıntı, bela ve hastalığa maruz kalanın sabretmesi Allah Resulünün isteği ve Allah'ın yardımı ile olur. Allah Teâlâ sabrı emrederek şöyle buyurur: "Sabret! Çünkü senin sabrın ancak Allahın yardımı iledir" (en-Nahl, 16/127, bk. Hûd, 11/110; el-Kehf; 18/28).
Bir kadın Allah elçisine gelerek; "Dua et, Allah hastalığıma şifa versin" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Dilersen Allaha dua ederim, sana şifa verir. Dilersen sabret, o zaman senin için sorgu sual yoktur". Kadın; o zaman sabredeyim de bana sorgu sual olmasın dedi" (Ahmed b. Hanbel, I, 347).
Ölüm halindeki kişiyi sağ yanına yatırıp kıbleye döndürmelidir. Çünkü Hz. Peygamber, Beytullah için "Ölü ve dirilerinizin kıblesidir" (Ebû Dâvud Vesâyâ,10) buyurmuş. Hz. Fatıma (r.anhüm), Rafi'nin annesine; "Beni kıbleye çevir" demiştir (Zeylaî, Nasbü'r-Raye, y.y., 1393/1973, II, 250). Eğer yer darlığı yüzünden hastayı kıbleye çevirmek mümkün olmazsa sırt üstü yatırılır ve yüzü ile ayakları kıbleye doğru çevrilir. Bu da yapılamazsa, olduğu hal üzere bırakılır. Ölüm sırasında kişinin ağzına bir kaşık veya pamukla su verilir.
Hasta can çekişirken ona yardımcı olmak yakınları için bir görev ve sevap bir ameldir. Bu yüzden onun yanında kelime-i şehadet getirmek ve söylemesine yardımcı olmak sünnettir. Çünkü Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize; "Lâ ilahe illallah'ı" telkin ediniz. Çünkü ölüm halinde onu söyleyen bir mümini bu kelime Cehennem'den kurtarır".
"Son sözü La ilahe illallah olan kimse Cennet'e girer" (Müslim, Cenâiz, 1, 2; Ebû Davud, Cenaiz, 16).
Hastanın yanında şehadet getirilir ki, o da hatırlayıp şehadet getirsin. Yoksa ısrarla, sen de yap denilmez. Zira o anda zor bir durumdadır. Ona yeni bir zorluk çıkarmamalıdır. Bir defa da söylese yeterli olur. Bu telkini hastanın sevdiği birisi yapmahdır. Amaç, hastada isteksizlik uyandırmamaktır.
Kişi vefat edince ağzı kapatılır, bir bez ile çenesi başından bağlanır. Gözleri yumulur. Eller yanlarına getirilir. Bunu yaparken de şu dua okunabilir:
"Bismillahi ve ala milleti rasülih. Allahümme yessir aleyhi emrahu ve sehhil aleyhi ma ba'dehü ve es'idhu bi likaike vec'al ma harace ileyhi hayran mimma harace anhu". Anlamı: "Allah'ın ismiyle ve Resulullah'ın milleti (dini) üzerinde olsun. Allah'ım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle, onu seni görmekle mutlu eyle. Dünyadan kendisi için çıkanı, kendisinin çıktığı şeylerden hayırlı eyle".
Sonra ölünun üstüne bir örtü çekilir. Öldükten sonra yıkanıncaya kadar yanında Kur'an okumak mekruhtur. Öldüğü iyice anlaşılınca hemen yıkanır.
İnsan ne zaman ve nerede öleceğini bilmez. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Kıyametin kopma zamanına ait bilgi şüphesiz Allah nezdindedir. Yağmuru o indirir, Rahimlerde olanı o bilir, hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilmez hiç bir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır" (Lokmân, 31/34).
Müminin şiarı, bu dünyadan imanlı olarak ayrılmak olmalıdır. Kur'an'da Yâkub peygamberin oğullarına şu tavsiyesi bildirilir: "Ey oğullarım! Allah sizin için İslam (dinini) beğenip seçti. O halde siz de ancak müslümanlar olarak can verin" (el-Bakara, 2/132). Başka bir ayette bütün müminlere şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Sakın siz, müslüman olmaktan başka bir sıfatla ölmeyin" (Âl-i İmran, 3/102). "Ey Rabbimiz! artık bizim günahlarımızı yarlığa, kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al" (Âl-i İmran, 3/ 193). "Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır, bizi müslümanlar olarak öldür" (el-A'raf, 7/126).
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #57
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Giden Gelmez, Gelen Gider ~ 1978



-Hiç bir yaş, ölümü düşünmek için erken değildir.


YAHYA KEMÂL Rindlerin Ölümü adlı şiirinin bir kelimesi için mânâyı bozuyor endişesiyle yıllarca uğraşıp, nihayet ‘siyah’ yerine ‘serin’i kullanarak mısrayı;
“Ve serin serviler altında yatan kabrinde” şekliyle tamamlamıştır. Şairimizle âlâkalı bu hatırayı aktarırken, şunu anlatmak istedik. Bazı cümleler hatta kelimeler vardır ki, başlıbaşına bir paragraflık bazen de bir kitaplık düşünceyi içine alırlar.
Bir gül yaprağı gibi binbir muamma ile örtülü kâinat kitabında, bir satırlık ömrü olan her canlının diğer bir ifadeyle her gelenin gidip, her gidenin de gelmemek üzere ardından bıraktığı mesaj, üç hecelik bir “el-ve-da”dır...
Evet “Gece gündüzün dönmesinde her dost vedâ eder”. Şimdiye kadar bu sondan hiçbir kimse kendini kurtaramamıştır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Nasılki insan küçük bir âlemdir; yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır; o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz.”
Bir satırlık hayatımızın hangi harfinde, hangi hecesinde olursak olalım değişmeyen hakikat şudur ki, “Hiç bir yaş, ölümü düşünmek için erken değildir.” Bu gerçek bir hayat prensibi olması gerekirken, nedendir bilinmez başımıza hastalık gibi bir musibet gelmeden uyanamaz olmuş insan.
Aldandığımız diğer bir husus, hislerimizin çizdiği rotadır ki, fâni olan şu dünyayı ölümsüz ve daimî zannediyoruz. Neden? Çünkü kendimize, etrafımıza ve dünyaya baktığımızda herşeyin sabit ve âdeta hiçbir değişikliğin olmadığı düşüncesine kapılıyoruz. Her doğum müjdesinin bir ölüm haberi demek olduğunu unutmuş olsak bile, bizden öncekiler neredeler?
Bunların yanında en gizli mahlûkun ahını işiten şu dünya sarayının sanatkârı bize bu hâleti; gece ve gündüzü, kış ve yazı ile dünyayı bir kitabın sahifeleri gibi kolaylıkla çevirip, yazıp, bozup değiştirmesi ile hissettirmektedir. Ve âdeta “hazırlanınız daimî ve başka bir memlekete gideceksiniz” diye ihtar etmektedir.
Rahmetli Dr. Halûk Nurbaki Hoca’nın bu konudaki görüşleriyle yazımızı tamamlayalım:

“Ölüm ötesini düşünürken, kâinatın temel kanunlarını, Yaratanın sanat inceliğini sezerek, hatta ona hayran olarak yola çıkmak gerekir. Yoksa, kâinat düzenini bir raslantı, hayatı ve canlılığı basit bir uyum sanarak insanın yüceliğindeki sırları çözmek imkânsızdır. Böylece temel düşünce tarzında maddecilerden ayrılıyoruz. Madde ilimlerine aslında onlardan daha fazla saygılıyız.
Maddeyi kuru kalıpları içinde görerek ondan başka varlık kabul etmemek bir gaflettir. Eğer herşeyi madde sanarsak o zaman hayat ‘Ardından koşup tutamadığımız ümitler, mutsuzluklar... heyecanlar, üzüntüler, yorgunluklar ve bunlara son damgasını vuran ölüm...’ senaryosundan ibaret olur. Kâinatın güzelliklerinden, ince sanatından, derin şuurundan böyle bir sonu beklemek imkânsız. Kâinatın yüce yaratıcısı, âlemlerin en güzeli, insana böyle bir son damgasını vurmaz.”
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #58
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kimler yok ki orada!


Kimler yok ki orada!



Evet, kimler yok ki orada! Gönülden sevdiğimiz anne, baba ve kardeşlerimiz. Ninnilerini dinlediğimiz nur yüzlü nineler... Sakalını okşadığımız beli bükük ihtiyarlar... Nice büyük insanlar, veliler, peygamberler ve en önemlisi, iki cihan güneşi Efendimiz (s.a.v.) hep orada... Sevdiklerimizle dolu olan bu âleme geçmek için, bir başka doğuş olan ölüm, tek çare...
Şair:

Öleceğiz, müjdeler olsun, müjdeler olsun.
Ölümü de öldüren Rabbe, secdeler olsun.

diyerek, sevinç çığlıkları atarken, bu gerçeği görmüş olsa gerek. Ölümü bir müjde bilmek için, sıra bize gelmeden önce eksik kalan mânevî vazifelerimizi tamamlamamız gerekmiyor mu?
Bunun için, önümüzde ne kadar olduğunu bilmediğimiz yıllar, aylar, belki de sadece saatler var.
Ömür dediğimiz bu sermayeyi değerlendirmek konusunda Peygamberler Peygamberinin mübarek bir sözüne kulak verirken, ölümün son olmadığını yine O?ndan (s.a.v.) dinlemiş oluyoruz:
Nasıl yaşıyorsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz, öyle de dirilirsiniz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #59
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dea Tacita ("sessiz tanrıça"), Roma mitolojisinde ölü(lerin) tanrıçalarından biri. Daha sonraları arz tanrıçası Larenta ile eşit tutulmuştur.

Ixtab, Maya mitolojisinde intihar tanrıçası ve Chamer'in karısı. Maya geleneğinde, intihar, özellikle de kendini asmak, onurlu bir ölüm olarak görülürdü; özellikle de kurban ritlerinde kurban olanlar ve katledilen savaşçılarla karşılaştırıldığında. Ixtab, boynuna bir halat bağlanmış (çoğunlukla asılmış) bir ceset olarak resmedilirdi ve intihar etmiş kimselere ebedi hayatta eşlik ederdi (psikopomp).

Libitina, Roma mitolojisinde ölümün, cesetlerin ve cenazenin tanrıçasıydı. İsmi ölüm sözcüğü ile eş anlamlı olarak kullanılmaktaydı. Bazı geleneklerde Venüs veya Persephone ile bir tutulmuştur.

Naenia, Roma mitolojisinde cenaze(lerin) tanrıçası.
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
1 Haziran 2006       Mesaj #60
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
TABUT

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar.
Her yandan küçülen bir oda gibi,
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
Hayalim, içinde uzanmış kalmış.
Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.
Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
Bu ağır hediye kime gidecek,
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?

Necip Fazıl Kısa Kürek

Benzer Konular

16 Haziran 2011 / ThinkerBeLL Türkiye Cumhuriyeti
17 Eylül 2010 / ThinkerBeLL Mitoloji
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Din/İlahiyat
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mitoloji
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mitoloji