Arama

Şiir Nehri -2- [Arşiv] - Sayfa 154

Güncelleme: 18 Ocak 2010 Gösterim: 1.167.687 Cevap: 8.002
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1531
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Savaş Çocuklari
Ölüm yakışmıyor sana çocuk
Sponsorlu Bağlantılar
Yaşamak bu denli anlamlı iken
varlığınla
Oysa ölümlere inat
Uçsuz bucaksız mavilikler olmalı
her yanın
Bahar toprağı kokmalı
Çiçekler açmalısın rengarenk
Her mevsim güneşle dolmalı
gözlerin
Barış olmalısın sen
Her zulme her kıyıma
Ve de her yok edişe karşın
barış
Kimi zaman aya sevdalı bir
yakamoz
Kimi zaman yakamoza sevdalı
deniz
Gülmelisin sen çocuk
Haykırmalısın özlemlerini
Dolup taşmalı kar beyazı
yüreğin

Karanlıklar diz çökmeli önünde
Cellat boyun eğmeli
Kırmalı zincirlerini esaretin
Bil ki zafer senin olmalı çocuk
bil ki dünya senin

Ulaş AKÇAY

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1532
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sormayın o mu diye, elbette o
Beni benden alıp rüzgarların önüne katan
Sponsorlu Bağlantılar
Meltemlerden sonra karayellere atan
Nisan yağmurlarını gözlerime yar eden o!

Sormayın o mu diye, elbette o
Meyhanelerin sigara kokularını üzerime sindiren
Gün batımı akşamlarda mey kadehlerini öptüren
Yıldızları gecelerimden tek tek söndüren o!

Sormayın o mu diye, elbette o
Deli dolu hüzünlerle şiirler yazdıran
Geceleri canıma kast ettiren
Biçare yüreğime hüküm kesen o!

Sormayın o mu diye, elbette o
Bırakın ellerimi ta... saçlarımı kökünden titreten
Sevişsiz gecelerde uykusuz kor ateşlere düşüren
İçtiğim suya bile zehir eden o!

Sormayın o mu diye, elbette o
Yokluğunda bile onu yaşadığım
Sitem etmeye hiç kıyamadığım
Düşlerimde sarıp sarmaladığım
Hayallerimde sakladığım o!
Elbette o! !



safinaz ocakcı

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1533
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kuru çiçeklerin kokusu


Minare kıvrımlarında
her ezan sesiyle
uyanır mücahit aşk
züğürt duygulara sarınır
titrerken günahları

karanlık gecelerde
nurani değil umutlar
münfail gönülde
öğütülmüş kırmızı güller
ve benliğimi sarhoş eden
kuru çiçeklerin kokusu

Ayyaş gönül sadist
kadehin dibinde kalan
son damlaya bakıp
susuzluğunda yanar.



Kamuran GÜNDÜZALP
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1534
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Solmuş güllere inat
Sen kırmızı kırmızı gülümse
Sineklerin üşüştüğü bataklıklara inat
Nehir nehir, çağlayarak gülümse
Sisli bulutlara inat
yıldız yıldız gülümse
Gecelerin karanlığına inat
Bembeyaz gülümse
Soğuklara inat
Sıcacık gülümse
Gülücükler yanaklarından hiç eksilmesin
Sen daima gülümse! ...



safinaz ocakcı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1535
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
içinde yosunlaşan insanlık

köhne bir kilisede
naftalin kokan günahların vaftizi
çan seslerinde isyan
günahlarına diz çökmüş adam
çözemediği bir düğüm olmuş çitilenen yalan

alnında kutsal suyun berraklığı
içinde yosunlaşan insanlık
yalandan çürüyen dudaklarda
anlamadığım bir dua '' Ave Santa Marıa'

yanan her mumla eriyen arzular
duvarlara sinen,yaşanmamış sevda kokuları
sessizliğine bürünen yaşlı kadın
tesbih tesbih çeker acıları
çan sesleri vurgu gibidir sessizlikte
imansız çalar hep
din dan
din dan







Kamuran GÜNDÜZALP
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1536
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Esrik birkaç solfejin
Haykıran tınısıydın
Tuşlardan kalbe akan
Aşkımın şarkısıydın

Yalnızca bir günün değil
Ömür çağı hayranıydın
Yalnızca gönlümün değil
Ruhumun sultanıydın

Kuytumda açan çiçektin
Derdimin has dermanıydın
Dünden akan gelecektin
Oluşumun fermanıydın

Doğan günde kokan sendin
Güneşim mi ayım mıydın?
Yaşamımın son nefesi
Senle solan ayım mıydın?


orhan tuncay
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1537
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dikenler Üstünde Öten Bir Bülbül Gibi
Dikenler Üstünde Öten Bir Bülbül Gibi
……………………..
beni orada sevecektin
ıssızımın kederden yarıldığında
yâr
sesime erişen
ne kurt
ne kuş
ne de bir nefes insan
olmadığında
bir başına kalmaların yol çatlarında
sevecektin
dikenlerimden taşlarımdan kanadığımda tam da
beni orada
bir bakışın ömre değer kanadında

gece sancılarımın
dayanılmaz yerinden
çağların ortasında kalakalmamın
inanılmaz yerinden
katlanılmaz yerinden
huysuzluğumun
tam da pervasız yerinden hırçınlığımın
kanayan gözelerinden yaralarımın
oğul oğul bir ülke akar giderdi
kız kızan bakır bir akşama yapışırdı
oyy bu ne yaman dağ ıssızdı
çağ arsızdı
yürek yurtsuzdu
oradan sevecektin beni

ışık yağmış koca kentin gecesi
kubbeler tumturaklı yıldızlar şataraban
saraylar şaşalı sadrazamın taşaklarından
uzak caddelerden sümbüli sevdalardan
ah gözlerim ve ellerim bu görkemli şehre
bir bozkır kartalı kadar yaban
şıkırdar bilmem kaç kıratlık aşkların ışıltısı
bu ulu çınarlar mı ulur yalnızlıktan
rüzgarı yitirmiş rüzgarlığını
kapitalist emprestyonist piyanist
kimin kanından bu nazenin dünyanın harcı
bu saraylar sultasında aşk
kimin gözyaşlarından
kalbim oyy
gecede zonklayan çıban
bütün bunlardan uzak
her şeyi bir yana bırakarak
kaba ve kuraldışı nem varsa
oradan sevecektin beni

değilse aşk mı derdim ben aşka
bakkal terazisiyle gönüller tartan
kuralları önceden belirlenmiş
çağdaş bir şirket sıcaklığında
ben aşk mı derim buna

taammüden sevmelerin adaplı ilkeleri
cetvelle çizilmiş kriterler
ak kağıt üstüne yazılamamış
dile dökülmeyen sevmeler ki
ömrü sevmek için yaşamış
işte tam da buna benzer

hani dağ köylerinde kağnılar koşulur hâlâ
isli gaz lâmbası gibi
bakar ya bir gelin
gece karası yollara
bir çocuk
güler ya hani
ağlamanın tam ortasında
bir bulut ağar ya ormanlı yamaçlara
başakların üzerinden
bir yel eser hışır hışır
kar altında
nasıl mahzun uzanır dağlar
yedi veren baharlara gebe
bir kan akar akşam bulutlarına
bizim uzun havalardan rodrigoya ulaşır
iner dağları dolaşır
bir turna kanadında gönüller sevda uçar
söz ki aşkı nasıl taşır
işte öyle sevecektin beni

değilse aşk mı derim ben aşka

okula gidemeyen çocukların kederi
yağmurlarda akan evlerin çaresizliği
ölecek sayrıların son gözleriyle karılmış yüzüm
bir düşün nasıl güler güldüğü zaman
tam da oradan sevecektin beni

değilse ben aşk demem
ulu çınarların altında
akarken ay
geceye şiirler aksın sersebil

bulutlar bakır çalığı
bozkırlar ağlar
tuzlu gözyaşları dudaklarımda
sahipsiz mezarlardan yıldızlara uzanan
bir büyük sevdanın bahçesindeyim

ben devran aşklarında yârsiz
hep böyle
gelir gelir giderim
dikenler üstünde öten
bir bülbül gibi
yana yana

aşk olmayan aşklar gerekmez bana


adnan durmaz
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1538
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan İle Rahibin Macerası

İlkönce yağmurla
sonra birdenbire açan güneşle başlamıştı sabah.
Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla.
Harp esirleri çoktan iş başındaydılar.
Topraktan nefret duyarak
- halbuki köylüydü birçoğu -
tıraşlı ve korkak
çapalıyorlardı patatesleri.
Suluboya, solgun resimleri hatırlatıyordu insana
köy kilisesinden gelen çan sesleri.

Pazardı.
Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
kadınların değil,
içlerinde büyük memeli kızlar,
ve sarı saçlarına ak düşmemiş anneler vardı.
Maviydi gözleri.
Başları önde,
kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
Terliydiler.
Haşlanmış lahanayla günlük kokuyordu.
Kürsüde muhterem peder
"beyannameyi" okuyordu,
- gözlerini gizleyerek -.
Renkliydi pencere camlarından biri.
Bu camdan içeri giren güneş
duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde
eski bir kan lekesi gibi.
Ve hiçbir zaman
doğurmamış olan
göğüssüz ve kalçasız bir Meryem'in kucağında bir çocuk :
başı öyle büyük
o kadar inceydi ki kıvrılmış bacakları
hazin ve korkunçtu.
Önlerinde kandil yanıyordu
eski
sert
ve boyalı tahtayı aydınlatıp...

İki adam boyundaydı tahta heykel.
Şeytan saklanmıştı arkasına
- kaşları çekik, sakalı sivri,
Mefistofeles olması muhtemel,--
ve âlim bir tebessümle
dinliyordu muhterem pederi.
"- Avrupa'nın bekası,
(okuyordu beyannameyi muhterem peder)
Avrupa'nın bekası için harbediyoruz."

Dinliyordu Şeytan
sivri sakalında keder
ve âsi ve selîm aklına
dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan.

Okuyordu rahip :
" Avrupa milletleri el ele verip
harbediyoruz,
ve mutlak imha edeceğiz
medeniyet için tahripçi bir unsuru."

Şeytan bir parça yana itti Meryem'in heykelini
ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip
kaldırdı elini
rahibe doğru
- etsizdi, uzundu bu el,
hakikat gibi, kemikli ve kuru -.

Ve ne olduysa o anda oldu işte.
Renkli camın altındaki kadın
çırılçıplak göründü kıpkırmızı güneşte.
Memeleri ağırdı
ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler.
Düşürdü kâadı muhterem peder
ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı :
"- Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
Harbediyoruz,
fuhşun bekası için,
kerhane kapıları kapanmasın diye.
Ve sen orda, arkada
içinde beyaz entarisinin
bir erkek çocuğu gibi duran,
sen ****** olacaksın kızım.
Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler
büyük şehirlerimizden birinde.
Baban dönmeyecek
Yatıyor şimdi yüzükoyun
çok uzak bir toprağın üzerinde.
Şimdi kan içindedir
etli, kalın kulaklar
ve ince kollarının dolandığı boyun.
Yattığı yerde yalnız değil.
Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada."

Kendi sesinden ürkerek
sustu rahip.
Orda, arkada, beyazlı kız ağlıyordu.
Kadife ceketli bir erkek
- ihtiyar orman bekçisi civar çiftliğin -
bir şeyler söylemek istedi.
Sivri sakalını kaşıdı Şeytan,
rahibe : "Devam et," - dedi.
Ve muhterem peder
başladı tekrar konuşmaya :
"- Harbediyoruz :
pazar ve mal nizamının bekası için.
Kömür, lâstik ve kereste,
ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
satılmalıdır.
Patiska, benzin
buğday, patates, domuz eti
ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
satılmalıdır.
Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
ve ihtiyarlığın emniyeti
satılmalıdır.
Şan, şeref ve saadet,
ve
kuru kahve
topyekun pazar malı olup
tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
Harbediyoruz :
harbi bitirdiğimiz zaman
aç, işsiz ve sakat
- harp madalyasıyla fakat -
köprü altında yatılmalıdır..."

Yine sustu muhterem peder.
Şeytan emretti yine :
"- Naklet onun macerasını,
o ne idi, ne oldu, anlat..."

Ve anlattı rahip :
"- Onu hepiniz hatırlarsınız,
toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
fakir,
çalışkan
ve neşesiz geçti çocukluğu.
Sonra uyandı birdenbire
on yedi yaşına doğru.
Yine fakirdi, çalışkandı.
Fakat aylarca gidip
bulutsuz bir denizde
altında sönük yelkenlerin
sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi...
Mahallede sesi en güzel olan insandı
ve en güzel mandolin çalan.
Hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin?..
İçinizde kimin kalbini kırdı,
kime yalan söyledi,
sarhoş olduğu vaki midir,
ve kiminle dövüştü?
Çocuklara saygısını
ve ihtiyarlara şefkatini inkâr edebilir miyiz?
Belki biraz kalın kafalı
fakat kalbi bir balık yavrusu gibi temiz
onu geçen sene harbe gönderdik.
Şimdi gerilerinde cephenin
işgal altındaki bir köyün odasındadır.
Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul
bir tahta masanın üzerinde.
Beli çıplak
pantolunu dizlerinde
başında miğfer
ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler.
Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu
direkte bağlı bir erkek.
Dışarda yağmur yağıyor
ve uzaktan uzağa motor sesleri.
Kadını masadan yere iterek
doğrulup çekti pantolonunu...
Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu,
hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin?"

Yine birdenbire sustu muhterem peder.
(Susabilmek bir hünerdir
insanın ağzından çıkan sözler
kendine ait olmazsa.)
Fakat tahta Meryem'in arkasından
yine emretti Şeytan :
"- Rahip, devam et," - dedi.
Ve devam etti rahip :
"- Harbediyoruz.
Çalıştırılan insan yığınları
birbirine devrederek zinciri,
karanlık ve ağır,
beton künklerin içinde akmalıdır.
Ve sen kocakarı
- ön safta, solda, diz çöküp
yüzü eski bir kâat gibi buruşuk olan -
seni temin ederim ki
kilise kapısında oynayan torunun
- beş yaşında,
başı altın bir top gibi yuvarlak -
dedesi,
senin kocan,
babası,
senin oğlun
ve komşuların gibi
kömür ocaklarında çalışacak.
Hiçbir şeyi
ümit etmemeyi
öğrensin.
Bu maksatla
uçuyor bombardıman birliklerimiz
tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taşıyıp
iki gergin kanatla.
Ve motorlarına benzinle beraber
belki bir parça keder dolarak
(öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir şey),
uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak
bombardıman birliklerimiz
birbiri ardından giden dalgalar halinde...
Harbediyoruz :
öldürdüklerimizin sayısı
- bizden ve onlardan
aralarında meme çocukları da var -
şimdilik
beş altı milyon kadar.
Harbediyoruz :
kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herkesin yeri.
Harbediyoruz :
parlasın edebiyen diye sabah güneşlerinde
hapisane demirleri..."

Hakikat çok taraflıdır.
Fakir bir Şimal kilisesinde
- Şeytan'ın iğvasıyla da olsa -
fakir bir papaz
onu o kadar uzun anlatamaz.
İnzibat kuvvetleri aldı haberi
- kadife ceketli orman bekçisinden -
gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi.
Ve asfalt yolun üzerinde
arasında silâhlı iki adamın
giderken muhterem peder
Şeytan baktı arkasından :
çekik kaşlarında ümit
ve sivri sakalında keder.

12.9.1941

Not :
Alamanya yıkıldı.
Temerküz kampından kurtarıldı muhterem peder.
Ve yine Şeytan'ın iğvasına uymasaydı eğer
önemli Alaman demokratlarından biri olurdu bugün
Anglo-sakson işgal bölgelerinden birinde.
Halbuki yine uydu Şeytan'a.
Ve yine bir pazar günü ve aynı kilisede yine
batılı müttefikleri meth ü sena edeyim derken
41 yılında söylediklerinden bazı fasılları tekrarladı aynen
bilhassa mal nizamına ait olanları.
Ve Katolik bir Amerikan subayının emriyle
(tevkif edilmediyse de bu sefer)
kovuldu kiliseden muhterem peder.
Yine arkasından baktı Şeytan :
çekik kaşlarında biraz daha çok ümit
sivri sakalında biraz daha az keder...
1946 Şubat 17

Nazım Hikmet Ran |
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1539
arwen - avatarı
Ziyaretçi
gözlerindeki dille konuş benimle
bak bir şubat korkusu içimde titreyen
baharları haykıran papatyaların
bembeyaz duruşunu takın da bak
üşüyen gözlerime

susalım
sustukça çığlıklansın gözlerimiz
fırtınayı bekleyen okyanuslar gibi
dalgalar biriksin içimizde

sonra birdenbire bir çöl uğrasın
kirpiklerimizin yorgunluğuna
titreyen toprak gibi akarken içimiz
seraplar yürüsün tutuşan bedenimize

haydi yaklaş ve tez elden ölelim
son cümleni fısıldasın
dudakların dudaklarıma



muhammet akyıldız
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #1540
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çingene Kızı
Ege sahiline kursan obanı
Gönlünü serecek çingene kızı
Raksıyla dönerken alnı turalı
Koynuna girecek çingene kızı
.
Çingene sevdası yakmış içini
Uslanmaz aklıyla yapmış seçimi
Nehrinde yunmakmış onun geçimi
Sanma ki yerecek çingene kızı
.
Gülümse kalbine asma yüzünü
Yamalı harflerle kırma sözünü
Aldırma geçmişe sorma özünü
Mahremi verecek çingene kızı
.
Mehtabın gizinde denizden çıkıp
Bağdaşı kuracak karşında çöküp
Buğulu yaşlarla tenine bakıp
Gizleri derecek çingene kızı
.

Nesrin Göçmen

Benzer Konular

2 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya