Arama

Şiir Nehri -2- [Arşiv] - Sayfa 88

Güncelleme: 18 Ocak 2010 Gösterim: 1.171.333 Cevap: 8.002
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #871
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
O An Unutulursun

Sponsorlu Bağlantılar
Kalbimin durduğu an,
Kanımın donduğu an,
Ömrüm son bulduğu an,
O an unutulursun.

Kefeni giydiğimde,
Toprağa girdiğimde,
Üstüm örtüldüğünde,
O an unutulursun.

Mahşeri gördüğümde,
Tekrar dirildiğimde,
Sensizken güldüğümde,
O an unutulursun.

Hesabım çok olunca,
Günahım çok olunca,
Yol cehennem olunca,
O an unutulursun.

Sevabım çok olursa,
Yerim cennet olursa,
O an beni bulursun,
Yine benim olursun.

21.07.1997
Tuncer Oral
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #872
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
Mahur Beste

Sponsorlu Bağlantılar
Varamadım bir karara
Yaram derin inliyorum
Kainatta düştüm dara
Kimmişim ben bilmiyorum

Dert arasan deste deste
Gönlüm solmuş kuş kafeste
Burda başlar mahur beste
Gam içinde dinliyorum.

Turgay Demir




arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #873
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Esti bahar günümden geceye
Kapımda nöbetleri bekledim
Gelirsin ihtamilinde diye diye

Aradı gözlerim seni sevgili
Dize gelmiş ayaklarımda
Koşamadım sana aşkım

Uzandı elim sana dokunamadım
Tutundum mevlaya yoklugunda
Seni andım dualarımda sevgilim

Mutlumusun oralarda bensiz! ! !
Sevinçler yaşıyormusun sessiz
Aşık olmak cok zormuş yarim

Andım adını her adımlarımda
Yoksun diye yandı hayallerim
Yinede koparmadım çicekleri

Sensiz nikah kıymadılar bana
Haram koydular adını yaşama
Cocuklarımda olmadı boy boy

Sevmeyimi cok özledim sevgili
Unutamadıgım aşk gecelerinimi
Şimdi yanlızım ben delirmiş gibi

Seçtigimiz aşk bu olmalıydı
Hüzünden sevinçe giden günlerden
Sürüklenmiş düşlerden biri olmalıydı bu

Ben hala gölgemi taşıyorum
Ve hala seviyorum yeni yeni
Hatırladım seni sevgili deli gibi...


ali baksı
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #874
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Hayat bize mutlu olma şansı
vermedi
Biz kendimizden başka
Herkesin üzüntüsünü
Üzüntümüz,
Acısını acımız yaptık.
Çünkü Dünya'nın öbür ucunda,
Hiç tanımadığımız bir insanın
Gözyaşı bile içimizi parçaladı...
Kedilere ağladık
Kuşların yasını tuttuk.
Yüreğimizin yufkalığı
Kimi zaman hayat karşısında
Bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir
İnsanın insana yanması
Sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin
derdine üzülmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep
Üzüldüm, hep yandım..
Yaşamak ne güzeldir be sevgili
Sevinerek, severek, sevilerek,
Düşünerek...
ve o vazgeçilmez sancılarını
Duyarak hayatın

Yılmaz Güney
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
1 Şubat 2007       Mesaj #875
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
Alınyazısı Saati (İstanbul)

Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen
Ayrıntıları setleri bahçeleri
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbul'da parça parça
Çeşmelerinde ayı yaşadım
Servilerinde ayla birlik bölündüm
Ayla birlik yaralandım
İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum bölük bölük ahiretin
Keskin çizgili özgürlüğünü
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini
İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım
Taşlarına adeta resmim işledi
Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre
İstanbul damla damla içimde birikti
Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp
Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden
O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali
İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli
İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle
Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni
Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin
Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin
Kozmik bakış metafizik sezgi
Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi
Hep İstanbul'da kırık dökük
Parçalanmış silinmiş sönmüş
Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere
Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu
Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
Su şırıltısından gök gürültüsüne değin
Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter
Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi
Ben yaşadıkça o yaşayacak bende
Kimbilir belki o da dirilecek benimle
İslam Milletinin dirilişinde
O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya
İnsanın insan olduğu o günde
Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
Doğrul ve kalk ayağa
Kemiklerinle etin arasında
Sonsuz güç topla korku ve muştuyla
Mucize muştusuyla
Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
Fırtına yaprak yaprak dökülüyor
Gecenin tüyleri savruluyor havaya
Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla
Mübarek toprağın anlamından bile yoksun
Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız
Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz
Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz

Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
Denizi yüklendim adeta denizle evlendim
Denizle yaşadım denizle öldüm
Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm
Denizden denize yükseldim
Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları
Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-
Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı
Bir kartal taşırken yere düşmüş
Ve kalakalmış kaldığı yerde
Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne
Yemişler ötesini berisini
Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı
Bir at gibi soluyorsun kulelerinle
Deniz öfkenin köpükleriyle benekli
Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
Yeniden sularından içelim kana kana
Savaşabilirim bugün bütün dünyayla
Gerekirse
Ruhumuzun susadığı hakikat olan
Evrensel İslam Barışının zaferi için
Aşk için Tanrı hakikati aşkı için
Göğe çıkan İsa yere insin diye
-Fazla çıkardılar göğe-
Gel ey Muhammed ve İsa hakikati
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları
Savaşırım doğudan daha doğu
Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
Zulme karşı savaşabilirim
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedi hakikat budur
Bunun için savaşırım ben
Bunun için kanım helal olsun
Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak
İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak
Bunun için savaşırım ben
Servi için savaşırım çınar için savaşırım
Tozlanmamış gün doğuşu için
Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye
Tuz deniz damlasında gülsün
Çam denizle gülüşsün
Su tenimizle barışsın
Ruhumuzla ışısın diye
Savaşçıyım ben atalarım gibi
İstanbul için savaşırım
Bağdat'ın dervişlik ortağı
Şam'ın kılıç kardeşi
Olan İstanbul için
Benim güneşimden öteye kimse gidemez
Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil
"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"
Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk
İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
Kıyamete kadar söylenecek türkü

Sezai Karakoç |
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Şubat 2007       Mesaj #876
arwen - avatarı
Ziyaretçi
her sürgün
bir intikam yemini gibi
çarparken yüzüne
üşümeye korktuğun rüzgarlarda
fırtınalar kopuyor şimdi.
kenarında durup seyrediyorsun geçmişini
avuçlarında bin yıllık bir masalın
geç kalmış telaşı...
neyine güveniyor
diye soruyorsun kendine bu zaman
akıp giden şu tek parça anda
kimin umrundasın sanıyorsun?
var gel 'özlem'lerin yorgun kalsın,
yırtıp attığın mektuplardan eline bulaşmış mürekkep kokuları
gözyaşlarına karışmasın.
sen varsan dünya dönüyor,
sen yoksan hayat yok.
kimse anlamasa da
fikrin bunu anlamaya alışsın!



turan demir
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Şubat 2007       Mesaj #877
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Alınyazısı Saati (İstanbul)

Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen
Ayrıntıları setleri bahçeleri
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbul'da parça parça
Çeşmelerinde ayı yaşadım
Servilerinde ayla birlik bölündüm
Ayla birlik yaralandım
İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum bölük bölük ahiretin
Keskin çizgili özgürlüğünü
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini
İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım
Taşlarına adeta resmim işledi
Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre
İstanbul damla damla içimde birikti
Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp
Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden
O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali
İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli
İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle
Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni
Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin
Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin
Kozmik bakış metafizik sezgi
Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi
Hep İstanbul'da kırık dökük
Parçalanmış silinmiş sönmüş
Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere
Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu
Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
Su şırıltısından gök gürültüsüne değin
Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter
Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi
Ben yaşadıkça o yaşayacak bende
Kimbilir belki o da dirilecek benimle
İslam Milletinin dirilişinde
O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya
İnsanın insan olduğu o günde
Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
Doğrul ve kalk ayağa
Kemiklerinle etin arasında
Sonsuz güç topla korku ve muştuyla
Mucize muştusuyla
Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
Fırtına yaprak yaprak dökülüyor
Gecenin tüyleri savruluyor havaya
Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla
Mübarek toprağın anlamından bile yoksun
Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız
Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz
Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz

Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
Denizi yüklendim adeta denizle evlendim
Denizle yaşadım denizle öldüm
Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm
Denizden denize yükseldim
Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları
Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-
Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı
Bir kartal taşırken yere düşmüş
Ve kalakalmış kaldığı yerde
Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne
Yemişler ötesini berisini
Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı
Bir at gibi soluyorsun kulelerinle
Deniz öfkenin köpükleriyle benekli
Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
Yeniden sularından içelim kana kana
Savaşabilirim bugün bütün dünyayla
Gerekirse
Ruhumuzun susadığı hakikat olan
Evrensel İslam Barışının zaferi için
Aşk için Tanrı hakikati aşkı için
Göğe çıkan İsa yere insin diye
-Fazla çıkardılar göğe-
Gel ey Muhammed ve İsa hakikati
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları
Savaşırım doğudan daha doğu
Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
Zulme karşı savaşabilirim
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedi hakikat budur
Bunun için savaşırım ben
Bunun için kanım helal olsun
Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak
İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak
Bunun için savaşırım ben
Servi için savaşırım çınar için savaşırım
Tozlanmamış gün doğuşu için
Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye
Tuz deniz damlasında gülsün
Çam denizle gülüşsün
Su tenimizle barışsın
Ruhumuzla ışısın diye
Savaşçıyım ben atalarım gibi
İstanbul için savaşırım
Bağdat'ın dervişlik ortağı
Şam'ın kılıç kardeşi
Olan İstanbul için
Benim güneşimden öteye kimse gidemez
Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil
"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"
Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk
İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
Kıyamete kadar söylenecek türkü

Sezai Karakoç
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Şubat 2007       Mesaj #878
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bu nasıl sevmektir, bu nasıl duygu
Başlamadan biten bu neyin nesi.
Aşk denilen şeye kalmamış saygı,
Başlamadan biten bu neyin nesi.

Moda oldu artık böylesi sevmek,
Basitleşdi şimdi eyvallah demek,
Mümkün değil sana akıl erdirmek,
Başlamadan biten bu neyin nesi

Mustafa usta'yım aklım ermiyor,
Hiç kimse verdiği sözde durmuyor.
Artık sevgilerde üçgün sürmüyor,
Başlamadan biten bu neyin nesi.

mustafa usta
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
1 Şubat 2007       Mesaj #879
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
O Duygu

Duygu'ya

Yalan...
Yalan bu gülücükler, yalan bu neşe
Hayatı kandırmak istercesine yazılmış bir oyun
Sahne alıyor şimdi...

Gözlerimdeki parıltılar aldatmasın seni
Arkasına saklanmış binlerce korku, binlerce hayal kırıklığı
Ve milyonlarca sana olan sevdam anlatır
Ne zor günler geçirdiğimi
Ve avucuma alamadığım, sevmeye kıyamadığım
Hasretinden gözyaşlarına bulandığım o küçük kelebeğin
Başkalarına kanat açışını

Duygular yalancıdır
Hele adına sevmek denilen, aşk denilen bu duygu
Ah bu DUYGU
Tamamiyle yalan
Sadece üzerime çullanmış onlarca güzel şeyin birikimi
Aslında, ben aslında sevmiyorum seni
Ben sadece...
Ne gerek var ki
Nasıl olsa
Bu da yalan...

Yetti be şair, ne bu hep yalan, hep yalan
Yalandan başka şeyden anlamaz mısın sen?
Anlarım elbet...
Anlarım da ne yapayım?
Yalan, gönül penceremi buğulayan buhar
Yalan söyler dostum olan geceler
Yalan doğan güneş, yalan kayan yıldızlar
Sağımda, solumda, her tarafımda yalanlar var
Oysa ne kadar kolay cümle trenlerini yalanlarla doldurmak
Hiç acı vermiyor bir çırpıda fırlarken ağzımdan
Ama gerçekler
Ah o gerçekler ve o DUYGU
İkisi de birbirinden fazla acı yüklerler ruhuma
Gerçeklerden korkmazdım, ta ki
O girinceye kadar hayatıma...

Daha neleri düşman etti bana
Daha ne dostları boşverdim onun nefesi uğruna
Soldu bahçemde çiçekler
Kurudu çağlayanlar, nehirler
Bir kıskaç gibi sürekli sıkışan göğsüm artık vazgeçti
Yaşamaya çalışmaktan
Ama bu yorgun kalbim vazgeçmedi onu görmeye
Onu bir kez daha duymaya uğraşmaktan

Gerçekleri istiyordun benden ey hayat
İşte bendeki en sağlam gerçekler
Al, uzaklaştır ne olur hepsini yanımdan
Bana kalsın yalnız sahte düşler
Bir de o DUYGU olsun, bana yeter...

İsmail Can Coşkuner |
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Şubat 2007       Mesaj #880
arwen - avatarı
Ziyaretçi
duyan duydu
gören gördü
kar suyu kaçtı toprağa
havada aksi sedası sevdanın
serçe kanadında bahar
silkelendi tozu hayatın
borana dönse de kar
ne gam
artık sırtımda hırkam
saçlarımda mavi çalımlı rüzgar
binbir çiçek kokusu ellerimde
hercai düşlere kiremitlendi çatılar
camlara düştü gülüşümün buğusu
silindi pası okşandı teni gecenin
ayak izlerime serildi
rıza bahçesinin çakılsız yolu
şimdi en güzel demindeyim
sevmenin sevilmenin
üşümelerden uzak
avuç avuç gül topluyor yüreğim…


nazlıhan hasköylü

Benzer Konular

2 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya