Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 157

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.602 Cevap: 1.812
NAIAS - avatarı
NAIAS
Ziyaretçi
14 Nisan 2008       Mesaj #1561
NAIAS - avatarı
Ziyaretçi
FELSEFE

Sponsorlu Bağlantılar
Dişi Aslan

Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk doğurabilir diye çekişmeye başlarlar.
Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar.

"Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?" diye sormuşlar aslana.

"Bir." diye yanıtlar dişli aslan. "Fakat ben aslan doğururum."

DERSIMIZ;
NITELIK, NICELIKTEN ÖNEMLIDIR.

************


YENGEÇ ILE ANNESI

"Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum" diye sorar anne yengeç çocuğuna.

"Düzgün yürüsene ! " der.

- "Pekala anne" der çocuk.

- "Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "

DERSIMIZ;
HAREKETLER SÖZLERDEN ÖNDE GELIR?

***************

ASLAN, KOYUN, KURT VE TILKI

Aslanın biri, bir koyunu yanına çağırır ve nefesinin
kokup kokmadığını sorar.

Evet ! ? diye yanıtlar koyun. Aslan bu yanıta kızar ve
koyunu oracıkta parçalar.

Daha sonra kurda seslenip yanına çağırır, ona da aynı soruyu sorar.

Hayır ! ? diye yanıtlar kurt korkudan. Ancak o da yağcılık yaptığı için aslanın öfkesinden kurtulamaz.

Sıra tilkiye gelmiştir. Aynı soruyu tilkiye de sorar.
Tilkinin yanıtı şöyle olur;

- Üzgünüm, üşütmüşüm biraz, o yüzden burnum koku almıyor ! ?

DERSIMIZ;
AKILLI KIŞI TEHLIKELI DURUMLARDA KONUŞMAZ !!!

**************


KAZLAR VE TURNALAR

Kazlar ve turnalar bir gün aynı tarlada yiyecek ararlarken birden yanlarına
yaklaşmaya çalışan avcıyı fark ederler. Turnalar daha çevik ve hafif oldukları için hemen uçarlar.
Oysa kazlar ağır hareket ettikleri için avcıdan kurtulamazlar.

DERSIMIZ;
YAKALANANLAR HER ZAMAN SUÇLU OLANLAR DEĞILDIR?

*********************


HASTA GEYIK

Yaşlı bir geyik hasta düşer ve daha rahat otlayabilmek için güzel otlarla dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar.
Her hayvanla iyi geçindiği için pek çok hayvan sık sık geyiğin ziyaretine gelir.

Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca kısa süre sonra tüm otlar biter.
Geyik hastalıktan kurtulur ama yiyecek hiçbir şeyi kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür.

DERSIMIZ;
SIZCE?


BENCE; iyilik eden cezasını bulur !

************************


FARELERIN TOPLANTISI

Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden
kurtulma planları yaparlar.
Pek çok fikir öne sürülür.
Hiçbiri kabul görmez.

En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir.Böylece kedi kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve
kaçabileceklerdir. Bu öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır.

Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa
kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir.

Fakat, der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna çan asacak ???

DERSIMIZ;
IYI BIR PLAN YAPMAK AYRI, O PLANI GERÇEKLEŞTIRMEK
AYRIDIR. *


* Insanlar FELSEFE yi Çocukken MASAL dan,
* Sonra KiTAP lardan,
* ihtiyarlarlayınca da Arkalarında Kalan YAŞAM larından Öğrenebilirler

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Nisan 2008       Mesaj #1562
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Uygurlardan Bir Hikaye....

Sponsorlu Bağlantılar


Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuşlar ötüşmeye başlayınca, ağaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca Yüzbaşı Burkay yine o büyük çam ağacının yanına geldi. Parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada gördü. Yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Ona yaklaşıp şöyle dedi: ‘Yüzün aya benziyor. Kaşın yaya benziyor. Gözlerin yeşil alası. Saçların arslan yelesi. Yürüyüşün turna gibi. Salınışın suna gibi. Hangi yerden, kaynaktansın? Hangi boydan, oymaktansın?



Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Yalnız gözlerini kaldırarak Burkay’a baktı. Bu bakışla onun kanını kaynattı. Yüreğini oynattı. İçine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: ‘Bakışların ışık mı? Saçların sarmaşık mı? Yıldız mısın, güneş mi? Alev misin, ateş mi? Neden sessiz bakıyorsun? Beni niçin yakıyorsun? Çiçek gibi her bir yanın. Söyle, nedir senin adın, sanın?



Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Gülümseyerek Burkay’a baktı. Bu bakışla onun aklını başından aldı. Yüreğini derde saldı. İçine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: ‘Beni niçin üzüyorsun? Gözlerini süzüyorsun. Kirpiklerin paralıyor. Bakışların yaralıyor. Rengin sanki çiçekten. Bilmem hangi çiçekten? İster darıl, ister kız. Tek adını söyle kız!



Parlak bakışlı, ay yüzlü kız gözlerini Burkay’ın gözlerine dikti. Kayalardan dökülen suların, kırlarda esen rüzgarın, ormanda öten kuşların sesinden daha güzel sesiyle şöyle dedi: ‘Beşbalık’ta doğdumsa da Karluk kızıyım. Nice erin yüreğinde saklı sızıyım. Yüreğine od düştüyse zorlayıp söndür. Bilen bilir; adım,sanım: Açığma-Kün’dür. Ölmemeyi istiyorsan yaklaşma bana. Belam çoktur, görünmeden dokunur sana…



Burkay’ın yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. İyi yürekli kişi idi. Tanrı’ya ve insanlara karşı suç işlememişti. Tapıncağa gidip Tanrı’ya yalvardı. ‘Tanrım! Yüreğimdeki odu söndür’ dedi.



Kırk gün büyük çam ağacının yanına gitti. Her gidişte Açığma-Kün’ü orada gördü. Her gidişte içindeki ateş yalazlandı. Her dönüşte tapıncakta Tanrı’ya yalvardı. Her yalvarıştan sonra bir daha çam ağacının yanına gitmemeye karar verdi. Fakat güneşin her yeni doğuşunda kızın hasretine dayanamadı. Verdiği kararı unutup çam ağacının yanına geldi. Kızın yeşil ala gözleriyle büyülenip kendinden geçti.



Kırk birinci gün çam ağacının yanına gelince kızı bulamadı. Gözleri bulandı. Yüreği yandı. İçi sıkıntıyla doldu. Gün batıncaya kadar bekledi. Açığma-Kün gelmeyince onu çam ağacına sordu. Ağaç ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artık gelip bana yaslanmayacak’ dedi.. Yaprakları dökülüp kurudu. Uçan bir akdoğan ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artık gelip beni koluna almayacak’ dedi. Kanatları çırpmaz olup otlara düştü, öldü. Yeşil otlara sordu. Otlar ah edip ağladılar. ‘Onu biz de bekliyoruz. Artık gelip bizi çiğnemeyecek’’ dediler. Yanıp duman oldular.



Burkay bezginleşip yerine ,yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka bir şey düşünmez oldu. Tapıncağa gidip yalvardı, olmadı. Ekşi kımız içip esridi, kar etmedi. Tatlı şarap içip kendinden geçti, fayda vermedi. Kağan savaş açınca o da katıldı. Ölmek için atına zırhsız bindi. Oklar sağından solundan uçtu; biri değmedi. Kalkansız, tulgasız vuruştu. Kılıçlar sağından,solundan geçti; biri vurmadı.



Yine yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka bir şey düşünmez oldu. Benzi sarardı. Hasta olup yatağa düştü. Burkay’ın iyi yürekli bir evdeşi vardı. Erkeği iyi olsun diye okuyucular, bakıcılar, kamlar, bakşılar getirtti. Hiçbir ilaç, dua, hiçbir büyü fayda vermedi.. Günden güne eridi, soldu, bitti. Ölecek hale geldi. Bir gece Açığma-Kün’ün adını sayıklayınca kadın işi anladı. Bütün Kamlançu’ya adamlar çıkarttı. Kırk gün aradılar, taradılar. Açığma-Kün bulunmadı. Bir gün ihtiyar, çirkin bir büyücü kadın geldi. ’Bunun derdine ancak Kilimbi çare bulabilir. O, şeytanların akıllısıdır’ dedi. Burkay’ı şeytan Kilimbi’ye götürdü. Burkay ona yüreğini açtı. Sevdiği kızı anlattı. ’Bana onu verirsen senin ordunda çeri olurum’ dedi. Kilimbi başını salladı. ‘Yüreğin büyük derde girmiş. Kurtulmak zor. Buna çareyi bulsa bulsa Şeytanlar Başı Madar bulur’ dedi. Burkay’ın içi yandı. Gözü dumanlandı. ’Hiçbir çare yok mu’ diye sordu. Madar, başını salladı. Ellerini açtı. ’Var’ dedi. ’Eğer evdeşini götürüp Ejderler Kağanı Naranta’ya kurban adarsan Açığma-Kün’ü kaybettiğin yerde bulursun.



Burkay hiçbir şey düşünmeden kabul etti. Gözünü sevda bürümüş, kanın çılgınlık yürümüştü. Evdeşini Naranta’ya adak verdi. Naranta, onu öldürüp yedi. Kadın ölürken ellerini göğe kaldırıp beddua etti: ‘Burkay! İyiliğe kemlik ettin. Tanrı seni bedbaht etsin. Kıyamete kadar, dünyaya her gelişinde ruhun ıztırap içinde çalkalansın’’ dedi. Tanrı bu dileği kabul etti.



Burkay, şeytan Madar’ın dediklerini yaptıktan sonra çam ağacının olduğu yere gitti. Kız gitti diye yaprakları dökülüp kuruyan çam yine yeşermişti. Açığma-Kün onun gövdesine yaslanarak duruyordu. Burkay yaklaşıp şöyle dedi: ’’Nerede kaldın ay bakışlı? Neden gittin inci dişli? Senin için hasta düştüm. Eller gezip dağlar aştım. Artık bana varmaz mısın? Derdime em vermez misin? Gel,benim ol çiçek yüzlüm! İpek saçlım, ışık gözlüm!’’


Açığma-Kün bir şey demedi. Büyülü gözlerle Burkay’a bakarak gülümsedi. Burkay’ın aklı başından gitti. Az kaldı kımız gibi eriyip akacaktı. Kıza yaklaşarak sıkı sıkı tuttu. Çiçek kokan yüzünü öptü. Onu evine getirip eş edindi. Fakat bununla derdi bitmedi. Açığma-Kün’ü her gün biraz daha çok sevdi. Öpmekle doyamadı. Sevmekle kanmadı. Uçan kuştan kıskandı. Esintiden yüksündü. ’’Sen insan değilsin. Peri Kan Katun’sun’’ dedi. Sevgisi durulmadı. Arzusu kırılmadı. Öpmekle kanmaz oldu. Sevgisi dinmez oldu. ‘’Sen Peri Kan Katun değilsin. Tanrı Katun’sun’’ dedi.



Bir gün ihtiyar, çirkin büyücü kadın yine geldi. ‘’Bunun derdine ancak Madar çare bulabilir’’ dedi. Birlikte Madar’a gittiler. Madar güldü. ‘’Sen Nızvanı cehennemine düşmüşsün. Eğer o da sana bir defa seni seviyorum derse bundan kurtulursun’’ dedi.



Burkay yurduna döndü. Açığma-Kün’e ‘’Beni seviyor musun?’’ diye sordu. Kadın, saçlarıyla onu sararak ne soracağını unutturdu. Bir ay geçti. Burkay ‘’Beni seviyor musun?’’ diye yine sordu. Kadın onu öperek ne soracağını unutturdu.



Böyle aylar geçti. Yıllar geçti. Burkay sevgiden çılgına döndü. Iztırap ıztırap üstüne, keder keder üstüne çekti. Hekimler geldi, ilaç bulamadı. Bakışlar geldi, çare edemedi. ‘’Seni ancak ölüm kurtarır. Açığma-Kün, Tanrı’nın cezasıdır’’ dediler. Burkay büyük ıztıraplar içinde öldü. Ölürken yine ‘’Beni seviyor musun?’’ diye sordu. Kadın onu saçlarıyla sardı, kollarıyla sıktı, öptü. Fakat bir şey demedi .Burkay’ın öldüğünü görünce gözleri yaşardı. İnci gibi yaşlar aktı. ‘’Iztırap çekiyorum’’ diye inledi. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demedi.



Burkay ölmekle ıztıraptan kurtulmuş olmadı. Her yıl bahar olup çiçekler açtıkça, Açığma-Kün’ü görüp sevdiği çam ağacının yanında ruhu dolaşıyor. ‘’Iztırap çekiyorum. Sen de beni seviyor musun’’ diye inliyor. O günden bu güne kadar bin yıl geçtiği halde Burkay her bahar orada ağlıyor. Yanında duran Açığma-Kün ‘’Sus sus, ben de ıztırap çekiyorum’’ diye yanıp yakılıyor. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demiyor ve yıllar böylece akıp geçiyor.


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
15 Nisan 2008       Mesaj #1563
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Meşe ile kabak


Bir meşe ağacı, ormanın kendisine ayrılmış köşesinde hayata küçük bir tohum olarak başladı. On yıl sonrasında genç bir ağaçtı, kökleri toprağın derinlerine doğru ilerlemeye başlamıştı.

Bir on yıl daha geçtikten sonra kökleri iyice güçlenmiş, dalları gürbüzleşmiş, kabukları olgunluk rengine dönmüştü.

O ilk tohumdan otuz yıl sonra, aynı yerde artık güçlü bir meşe ağacı vardı. Dalları güçlü, kökleri iyice derinlerine indiği toprağı kavramış, kabukları gövdeyi koruyabilecek kadar sert...

Otuz yılda altmış fırtına görmüş, güçlü yağmurların altında kendini korumuş, sert rüzgârlar karşısında eğilmiş bükülmüş ama kırılmadan ayakta kalmıştı.

Bir gün birisi, meşe ağacının az ötesine bir kabak ekti. Birkaç ay sonra kabak yükselmeye başladı. Çünkü kabağı eken, çabucak ürün alabilmek için onu sık sık suluyordu. Bir süre sonra kabak, daha çabuk uzamak için dallarını olgun meşe ağacının gövdesine doladı. Böylece daha kolay ve hızla uzuyordu.

Olgun meşenin olgun gövdesi kabak için hayati bir dayanak olmuştu. Kabak, güçlü meşeye dayanarak uzadı da uzadı. Artık dalları meşenin boyuna gelir olmuştu.

Kabağı oraya eken, bir gün geldi, kabağın boyuna baktı ve güldü:

"Şu işe bak! Bu meşe ağacı otuz yılda bu boya geldi, ama ben bir kabak ektim, bol bol suladım ve onu birkaç ayda meşenin boyuna getirdim..."

Meşe bu sözleri dinledi, kızmadı, kabağın dallarını gövdesinden itmedi. Bir süre daha hayat bu şekilde devam etti.

Sonra yağmur ve fırtına mevsimi geldi. Kabağın dalları artık meşenin güvencesini gereksinmeyecek kadar büyümüştü. Kabak kendini meşeden daha büyük, daha akıllı gördüğü için de böyle bir güvenceyle büyüdüğünü unutmuştu.

Ve sonra ilk fırtına koptu. Rüzgâr, kabağın hızla büyümüş kendini bilmez dallarını bir sağa bir sola savurdu.

Ertesi gün meşenin dibinde bir kabağın yıkıntısı duruyordu. Meşe yerli yerindeydi ve sonraki fırtınaları beklemeye devam etti.
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
15 Nisan 2008       Mesaj #1564
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Kocasi, çocugu dogmadan ölmüs, tek basina yasayan hamile bir
kadin kendisine arkadas olmasi acisindan dagda yarali olarak buldugu bir gelincigi evinde beslemeye baslar.
Gelincik kadinin yanindan bir an bile ayrilmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukca uysallasir.
Bir kaç ay sonra kadinin cocugu dogar.
Tek basina tüm zorluklara gögüs germek
ve yavrusuna bakmak zorundadir. Günler geçer ve kadin bir gün bir kac
dakikaligina da olsa evden ayrilmak ve yavrusunu evde birakmak zorunda
kalir...Gelincikle bebek evde yalniz kalmislardir.
Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelincigi ve
kanli agzini görür. Anne cildirmiscasina gelincige saldirir ve oracikta
öldürür hayvani. Tam o sirada icerdeki odadan bir bebek sesi duyulur.Anne odaya yönelir...
Ve odada besigi, besigin içindeki bebegi ve bebegin yaninda
duran parcalanmis bir yilani görür...

Einstein'in söyledigi rivayet edilen bir söz var:
"Insanlardaki önyargiyi parcalamak benim atomu
parcalamamdan cok daha zor"

the_pretty - avatarı
the_pretty
Ziyaretçi
16 Nisan 2008       Mesaj #1565
the_pretty - avatarı
Ziyaretçi
BİTMEYEN AŞK

Vapurlar; bazen mutluluk, ,bazen acılar, bazen bir kavuşma sahnesi,bazen de bir ayrılıktır...
İşte o vapurlardan biri bu gece, benide aşkımdan ayırdı.Hiç acımadan beni iskelede bırakıp ,alay eder gibi arkasına bile bakmadan kara dumanlarını savurarak rüzgarla gözden kayboldu...
Hatırlıyorumda;vapura ilk bindiğimde ne kadarda mutlu binmiştim .Çünkü sevdiğimin beni bekliyor olmasının verdiği heyecanla,zamanın nasıl geçtiğini bilemedim. İndiğimde çok mutluydu .Bana öyle bir sarıldı ki anlatamam. Bana bakarken gözlerinin içi parlıyordu .Hoşgeldin aşkım dedi ve bir öpücük kondurdu dudaklarıma. Sesi titreyerek ve gözlerimin içine bakarak; bana,çok mutluyum çok dedi..Evet o gün her ikimizde çok mutluyduk .Aşkım beni o kadar sarhoş etmişti ki ,onun heyecanından valizimi vapurda unutmuştum .Aşkımı görünce herşeyi unutmuştum .
O gün akşama kadar çok güzel bir gün geçirdik.Gözlerimiz konuşurken , içimiz titredi .Bunlar o an o kadar gerçekti ki, gözlerinde bana olan sevgiyi ve aşkı gördüm .Gerçekti ,evet aşktı bu o kadar belliydiki şimdi bile yaşadığım o anı hissedip titriyorum.Evet aşk vardı gözlerinde... Buna yemin edebilirim .şimdi benim ona olan bu aşkım bana yaşarken mezar oldu...
O gece iskelede yaşadıklarım ,hayatımda asla unutamayacağım bir andı .Hiç bir aşk bu kadar güzel olamazdı,hiç bir aşk filiminin sahnesi bile bu kadar güzel çekilemezdi.Çünkü yaşanan herşey gerçekti, o sahnede değildi,oyunda değildi. Sımsıcak,bir aşktı ve hiç kimse yaşamamıştır o an bizim yaşadığımızı sadece birbirimizin gözlerinin içine baktık hiç konuşmadan sadece aşkla ve hasretle baktık göz göze...
İskelede o karanlıkta gözlerimizi birbirinden ayırmadan seyrettik her ikimizde birbirimizi,kalbimiz deli gibi atıyordu.Çok sıcak bir yakınlıktı,aşktı o an orada kalıp ölseydim! Elİ ellerimde bir ara elimi göğsüne koydum. oda elini getirip elimin üstüne koyup bastırdı. Elimin altında deli gibi atan kalbinin atışını hissettim gözlerime bakarak; aşkım seni seviyorum demesi ,hayatımda duyduğum tüm sözlerden çok çok daha güzel bir sözdü.Çünkü o an o kalp benim için atıyordu.Sanki hiç bitmeyecek bir aşktı sonsuzluk gibi uçsuz bucaksız bir sonsuzluk...
Sonra bana yazdığı o ilk mektup.
İlk mektubuydu bu bana yazdığı ve ne acıdır ki sonuncusuydu da aynı zamanda.Mektubunda:
Hayal prensim, kalbimin sahibi !aşkım inan seni çok seviyorum bir an bile aklımdan çıkmıyorsun.
Aşkım hayallerimin prensi ne olur beni hiç unutma seni gerçekten deli gibi yürekten sevgi dolu bir kalple sevdim.
Aşkım bir tanem kendine iyi bak benim için olurmu Ve beni sakın hiç bırakma,beni hiç unutma seni kalbime kazıdım oraadan hiç çıkmayacaksın. tek aşkım sensin SENİ SEVİYORUM DENİZ KIZIN......
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
17 Nisan 2008       Mesaj #1566
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Leyla ile Mecnun Hikayesi


hikaye100509wt


LEYLÂ ile MECNÛN


Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar. Mecnun' un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz. Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder: "Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni." Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir. Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır. Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler; "Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez Cânânsuz cihân gerekmez." Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd Rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki: "Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

14dnnk5
ışık - avatarı
ışık
Ziyaretçi
17 Nisan 2008       Mesaj #1567
ışık - avatarı
Ziyaretçi
TUZLU KAHVE

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki.. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...



"Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı...


"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."


Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı... Kahveye tuz!.. Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi..


Delikanlı anlattı:


"Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar... Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.."


Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya başladı... Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi... O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak...


Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii... Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu... Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...


40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına... Şöyle diyordu, satırlarında...


"Sevgilim, bir tanem... Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim... Tuzlu kahvede... İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun?.Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan... Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...


İşte gerçek... Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.


Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."


Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında birgün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey" diye soracak oldu...


Gözleri nemlendi kadının...

"Çok tatlı!..." dedi...

(alıntı)


KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
21 Nisan 2008       Mesaj #1568
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Bir Bitişin Hikayesi
Tam tamına 17,5 yaşındaydım o gün. Bütün eğitim hayatımı adadığım ve sonunda başardığım üniversitemin bahçesinde onunla konuşup bir ilişkinin temellerini atmak üzereyken küçük bir çocuktum. Günü birlik ilişkilerde, geçici flörtlerden hoşlanmadığımı belirtecek kadarda büyük. Üniversite hayatinin başlangıcı bu muhteşem birlikteliğinde başlangıcı oldu. Günler büyük bir hızla geçiyor ve her gecen gün aşkımızda ayni hızla büyüyordu.
Önce toplumdan, sonra da okulumuzdan soyutladık kendimizi. Her anımızı baş başa geçirmekten, İstanbulun keşfedilmemiş yerlerin gezmekten büyük keyif alıyorduk. Onun dinine çok bağlı olması, benim bugüne kadar bilmediğim görmediğim şeyleri yapıyor olması hoşuma gidiyor, ben de her gün yeni şeyler öğreniyordum.
Bu aşk romanlarından fırlamış mutlu günler daha doğrusu seneler 4 yıl sürdü. Kesintisiz 4 yıl. Bu arada o benim aileme, bende onun ailesine girmiştik. Evleneceğimiz günler sayiliydi.
5. yılımıza girdiğimiz ilk günlerinde her şey alt üst oldu hayatımda. Senelerdir görmediğim bir arkadaşımı ziyarete gittim ve aşık oldum. Hayatımızda başka insanlar olmasına rağmen bu garip duygusal çekim bizi yakaladı, ama hemen kendimizi toparlayarak uzaklaştık. İşte yine ben eski bendim. Her şeyi çözmüş ilişkime sağlam bir şekilde dönmüştüm .- Döneme mimiydim yoksa Bir kaç ay sonra İnternet ve chat ortamını keşfettim. Seneler sonra ilk kez farklı erkeklerle konuşmak gerçekten ilginçti gelmişti. İleri gidip teflonlaşmaya ve hatta bir kaç kez görüşmeye bile vardırmıştım işi. Ama hep kendimi haklı çıkaracak sebepler aradım. Kötü bir şey yapıyordum, onu anlatmıyordum. Yada bana öyle geliyordu.
Başka bir adama aşık olmamla başlayan kavgaların, tartışmaların yerini şimdi chat kavgaları almaya başlamıştı. Bu seferde netten yüzünü bile görmediğim bir adama aşık olmam, olayın patlama noktası oldu. Çünkü artık sözlerin yerini tokatlar almıştı. Çıktığım tatiller, görüşmeme kararları, ilişkiyi kurtarma çabaları hiçbir işe yaramıyordu. Elimizde hiçbir şey kalma misti artık. Bizi bir arada tutan o güçlü bağ,aşk,sevgi,saygı,hoşgörü. Hepsi uçup gitmişti.şaşkındım. nasıl bu hala gelebilmişti her şey. Bitmeliydi. Bitecekti. Ve bitti. 5. yıldönümümüze 1 ay kala bitti büyük aşk masalı.
Biliyorum. Ben suçlu görünüyorum. Ama hala kendimi haklı çıkarmak için çok fazla sebep bulamıyorum. Pişman mıyım. Hayır. 23 yaşındayım artık ve elimde kalan hala bitmemiş bir okul. İlişkim bitti ama okul hala duruyor. Aşk mı bir daha asla...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Nisan 2008       Mesaj #1569
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bu gün en teleşlı,en heyecanlı günlerimden birini yaşıyorum.Emektar Annesinin eteklerine yapışmış,şımarık çocuklar gibiyim.Sabırsızlık vuruyor dört bir yanımdan yerimde duramıyorum.Şu Mübarek Bayramlar-Kandiller ne kadar da etkiliyor beni.Böyle zamanlarda ben bile tanımakta güçlük çekiyorum kendimi.Biliyorum ki her ne olursa olsun böylesi günlerde hep senin yanında olmalıyım.Olmak SENİNLE....

Başın avuçlarımın arasında yine soluksuz dertleşmeliyiz.Sesimi duyacak,söylediklerimi anlayacaksın.Mamafi cevap veremeyeceksin.Buna rağmen düşündüklerini,konuşmak istediklerini kesinlikle algılıyorum,anlamakta da hiç zorluk çekmiyorum.NE DE OLSA ALIŞKANLIKLARIMIN ÖNCELİĞİ SENSİN....

Sen benim en büyülü sevdam...kırıldığımı,gücendiğimi sanma sakın.Bu kadarına da razıyım.Emin ol bir tanem seni en kalbi duygularımla,ruhumla,damarımdan sızan her bir damla kanla doya.....doya....hissediyorum.Can dostum ayrılığımızın üzerinden bir hayli yıl geçti.Ne varsa dünlerde acı,tatlı çok şeyi unuttum.BİR SENİ UNUTAMADIM....Bir seni söküp de şu lanet olası aklımdan atamadım.Senin gözlerinle dönmece Dünya’ya bakmaktan hala kendimi alıkoyamadım ya...Yine Maratonunu Koştuğum yegane KULVARIM sensin.
Daha dün gibi hala senin etaplarını ,senin startlarınla koşuyorum,nereye,niçin koştuğumu da inan bilmiyorum.Çünkü 64.koşu pistlerden kaldırılalı,tabelalardan silineli kaç zaman olmuş.Demem o ki ,ben senin kulvarında TEK KOŞUCU,RAKİPSİZ,FİNALSİZ ve MADALYASIZ
ardın sıra gidiyorum.

Bunca kederime,üzülmeme inad , hayat sensiz de geçiyor .Öyle bariz bir utanmazlık-aymazlık içerisinde devam ediyor.İsyan etsem,nefret etsem,gün ışımasın diye
TANRI’ya yalvarsam da sonuç değişmiyor.Yine o kara yazgı geceler sabaha....asimile olmuş sabahlar da her zamanki gibi bir sonraki güne,günlere kısır döngüler içerisinde hızla ilerliyor.Kim bilir belki de hayatın devam etmesi,İlahi bir kanun.Mecburiyet,çaresizlik diye
kalemim sayfalarda reveranslar çiziyor.Başım öne eğik,ayrılık seyrindeyim olanları kabul
lenmekten başka şansım da yok. Kabullendik ce ,ne kadarda zorlanıyorum.

Ah....keşke elimde sihirli bir unutkanlık eğneği olsa da..seni bu kadar çok özlemesem.Ne mümkün bakışlarımın gezindiği her yerde sen varsın diye boşuna ümitler taşıyorum.Sonra kırık param,parça düşlerimi bir araya getirmenin telaşını yaşıyorum.
Bütün bunlardan sakınmak isterken uzun zaman kendime de gelemiyorum.Her defasında
ellerinin değdiği,her defasında sana özel kullandığın.dudak izini hiç silmediğim...O Uzun
İnce kadehlere dönüyorum,Kızma ne olursun....artık eskisinden daha çok içiyorum.Başım
binlerce defa döndükten sonra,yanaklarımda kurumuş göz yaşlarımla ancak bir kaç saat uyuyabiliyorum.

Sen gittin gideli çok değiştim.Asabileştim...Korkak ve şaşkınım.Kimi zaman gölgem bile bana ürküntü veriyor.Bu aralar itiraf etmeliyim ki,hayata,insanlara güvensiz
lik yanım bile daha ağır basıyor.Dedim ya elimde değil,attığım her adımda önümde giden sensin,nefesimde gezinmekten hiç yorulmadı hayalin.Kalp ritmim bile adını tıklıyor.

AŞK’ım seni bende en ulaşılmaz emanet olarak taşıyorum.Bir an göremem diye ....
SENİN EN ÇOK SEVDİĞİN BU YOSUN YEŞİL GÖZLERİMİ HİÇ KAPATMIYORUM.....Bendesin
mahşere dek.Bedenimin her zerresinde benden öte yaşatacağım SENİ.Ta ki....KAVUŞANA dek.Kavuşmak imkansız değil KOCA KURT’um.Yeterki biraz daha mühlet.Biraz daha sabret.Mühlet dediğim seni daha da kalıcı kılabilmek için beyzadem.Sayfalarımda daima SEN...Her zaman olduğu gibi insanlar merak etmeye devam etmeliler.Kim olduğunu DANIŞ’ın kime yazdığını asla bilemeyecekler.GÖÇ ÖNCESİ KONUŞTUĞUMUZ GİBİ SIRRIMIZ
OLARAK KALACAK bu hazin ayrılık.

Projesini çizdiğin o mabedi ,bana bıraktığın 46 ’lık kafama inşa ettim ve kilitledim seni mabedime.Örümcekler ağlarıyla ördüler her bir yerini.Yoo....tasalanma öldürüp Okyanus’a atsalar cesedimi yemin ederim ki, hiç kimselere vermem adresini. Ah beyzadem ne unutulmaz şeyler yaşadık seninle .Hep Umutlar üstüne kurmuştuk OKEY TAŞLARINDAN kulelerimizi,ansızın gelen bir tusinami ile devrileceklerini nereden bilebilirdim ki..?

Hep sevgiler üstüne yeşertmiştik MANGAL ATEŞİNDE DÜŞLERİMİZİ Bir gün gelip de alevlere yenik düşeceğini nereden bilebilirdim ki...?

Hep merhamet üstüne açmıştık YÜREK KAPILARIMIZI .Bütün canlılara yetecek kadar güçlüydük.O’nlar açtıkca avuçlarını biz TOPRAK la doldururduk ve geceyi en müjdeli
rüyalarla uyurduk.Nereden bilebilirdim ki ...O TOPRAKLARIN bir gün mezarına yorgan olacağını...?

Keşke senden sonra da bir şeyleri başarabilseydim.Ama başaramadım olmadı.
Çünkü bende SEN EKSİKSİN.....SENLİ YANIM ARTIK BEDENİMDE YOK....SEN YOKSUN.
Hiç bir şey yok demektir bu.Tek tesellim yaşanan o’nca med-cezir lere rağmen en GÜZEL
YILLARIMDI diyebiliyorum.Bir diğer bildiğim ve de en derinden hissettiğim de BÜTÜN AKLIN
HALA BENDE......

Merak etme can dostum.Ayzbergler üstüme yıkılsa da , BEN SANA YAKIŞANI YAPACAĞIM.Tıpkı eskiden olduğu gibi.İnan her düşüşümden sonra EN KISA ZAMANDA AYAĞA KALKACAĞIM...BUNLARI SEN ÖĞRETMİŞTİN BANA,SENDEN ÖĞRENDİĞİM ÖYLE ÇOK ŞEY VAR Kİ....O’NUN İÇİN YIKILMAYACAĞIM....GÜLE,GÜLE....HOCAM.....
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Nisan 2008       Mesaj #1570
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç adam kollarında bir buket çiçek, sahile koşarak geldi. Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı.
Ellerinde yine her zamanki çiçeklerden vardı.
Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller...
Sanki dalından yeni koparılmış gibi
tazeydiler. Buram buram sevgi kokuyor,
aşk kokuyor en önemlisi de
özlem ve hasret kokuyordu güller...

Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi,
"Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi. Az sonra sevdiğini
göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse,
onunla buluşacağını hayal etse
kalbi hep böyle yerinden çıkacakmış
gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerinde rağmen ikisi de
sevgisinden hiç birşey kaybetmemişti.
Onları hiç birşey ayıramazdı... Ne hasret,
ne ayrılık, ne de ölüm...

Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği
yine 1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o,
sevdiğini bekletmemek için dakikalarca
önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Oysa o, her zaman kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru
olurmuş diye düşündü. Ve gözlerini
önündeki uçsuz bucaksız denize dikti...

Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği
kıza olan aşkı gibi denizin de sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu... Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi
aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonra da gidip
2 tane yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari, onu bekletmemeliydi. Ama
alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hâlâ yaşlı idi.
Bir türlü anlamıyordu onları. Herşey bu
kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?
İşte az sonra sevdiği gelecek, ona
sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe
ilk adımlarını atacaklardı. Genç adam
öyle heyecanlıydı ki, sevdiğine
kavuşmak için can atıyordu...

Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp,
uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada.
Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi
yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar
geç kalmaması gerekiyordu.

İşte hergün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara
anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine
söz vermiyorlar mıydı ? O zaman neden gelmemişti yine ?? Aklına kötü
düşünceler gelmeye başladı. Hayır! Hayır, olamazdı. Sevdiğine birşey olamazdı.
Onsuz hayat yaşanmazdı ki...
O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun
düşüncesi bile hoş değildi.
Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını
kimsenin görmesini istemiyordu.
Zaten nedense etrafındaki insanlar
ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı.
Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına...

Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu
dedi. 7 senedir hergün bu sahildeydi. Sevdiğini bekliyordu. Daha fazla
dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden bir damla yaş
daha güllerin üzerine damladı. Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun
evine gideyim diye mırıldandı...
Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi
yanına koyar, ona vermiş olurdu...
Genç adam ayağa kalktı, sevdiğiyle
buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki
kabristana doğru yürümeye başladı...

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat