Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 10

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 495.919 Cevap: 1.997
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
18 Aralık 2005       Mesaj #91
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Yaşlı Kadın İle Meşe Ağacı

Sponsorlu Bağlantılar
Kuraklık o yıl, New Jersey’in yemyeşil çayırlarını kahverengine çevirmiş ve tüm New Jerseylilerin gurur kaynağı yüzyıllık dev ağaçların yapraklarının zamanından önce dökülmesine neden olmuştu. Kuraklığın kırküçüncü gününde, küçük bir kentin yoksullar mahallesinden geçen Tom Greenfield adlı genç bir tarım uzmanı, tozlu yolda bir kova suyu sürüklercesine taşıyan yaşlı bir kadına rastladı.Otomobilinin camını indirdi ve yaşlı kadına seslendi:“Sizi gideceğiniz yere kadar götürebilir miyim, bayan?”Yaşlı kadın teşekkür etti ve bir kilometre kadar geride kalan evini işaret etti:“Zaten şu kadar kısa bir yoldan geliyorum” dedi ve yüz metre ötedeki dev bir meşe ağacını göstererek “Zahmet etmenize gerek yok...” dedi. “Iki üç adımlık yolum kaldı.”Greenfield, kadının bir kova suyu ne yapacağını merak etti. Onu arkasından izledi. Yaşlı kadının, zorlukla taşıdığı kovayı bahçenin uzak bir köşesindeki büyük meşe ağacına kadar sürükleyip, sonra da kovadaki suyla meşe ağacını suladığını görünce, hem hayran kaldı, hem de şaşırdı. Yanına yaklaştı ve sordu: “Bu ağacı sulamak için mi o bir kova suyu bir kilometre öteden taşıdınız? Güçlükle kaldırdığınıza göre kova galiba çok ağırdı.” Yaşlı kadın, genç adama gülümseyerek baktı.“Tam 81 yaşımdayım. Bu ağaç ise, yaşamdaki tek dostum. Küçük bir kızken arkadaş olmuştum onunla. Şimdi hiçbiri yaşamayan tüm arkadaşlarımla bu ağacın çevresinde, bilseniz ne oyunlar oynadık, onun gölgesinde nasıl dinlendik... Bu ağaç kurursa ne yaparım, ben?”Genç tarım uzmanı, yüzyıllık dev meşe ağacına uzun uzun ve dikkatlice baktı. Deneyimli gözü, ağacın giderek kurumakta olduğunu görmekte gecikmedi.Yaşlı kadın, meşe ağacıyla arkadaşlığını anlatmayı sürdürdü:“Annem beni dövdüğü ya da azarladığı zaman bu ağaca tırmanırdım, onun kollarına sığınırdım” dedi. “Nişanlım, parmağıma nişanı ağacın altında taktı. Benim için böylesi anılarla dolu olan bu ağaç için, bir kilometre öteden bir kova su taşımamı gerçekten çok mu görüyorsunuz?” Yaşlı kadın ertesi gün elinde su kovasıyla yine meşe ağacına giderken, ağacın çevresinde beş altı işçinin çalışmakta olduğunu gördü. Kovayı yere bıraktı ve işçilere doğru koşarak “Bırakın ağacımı” diye bağırdı. “Dokunmayın benim ağacıma...” Işçilerin başındaki adam kasketini çıkardı ve yaşlı kadınısaygıyla selamladı: “Ağacınıza kötü bir şey yapmak için değil, onu kurtarmak için geldik, hanımefendi” dedi. “Ağacınızın köklerinin çevresinde kanallar açtık ve onları tankerimizin deposundaki suyla doldurarak, ağacınızı bol bol suladık.”Yaşlı kadı tankerinin üzerinde yazılı olan “Greenfield Fidanlığı” adına takıldı.“Fakat ben sizi çağırmadım ki?” dedi. “Kim gönderdi sizi buraya?”Adam, saygılı tavrıyla yanıt verdi:“Bizi buraya gönderen kişi, adını söylemedi, efendim” dedi.
Yaşlı kadın, yeterli suya kavuşan arkadaşı meşe ağacının altında durdu ve işçilerin tek tek ellerini sıktıktan sonra bindikleri kamyonun arkasından yaşlı gözlerle baktı.

ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
pazuzu - avatarı
pazuzu
Ziyaretçi
19 Aralık 2005       Mesaj #92
pazuzu - avatarı
Ziyaretçi
BABA UNUTUR

Sponsorlu Bağlantılar
"Dinle oğlum. Sen uyurken düşündüklerimi yine sen uyurken yazıyorum. Usulca odana girmiştim. Minicik ellerinden biri yanağının üzerinde kıvrılmış, terleyen alnına düşen sarı kaküllerin ıslanmıştı. Pembeleşmiş, melekeleşmiş yüzüne bakıyordum. Demin gazete okurken içimde doğan pişmanlık rüzgarı ile yatağının kenarına sürüklenmiştim. Suçlu suçlu seni seyrediyordum. Ağlayacak gibiydim oğlum. Sana kızmıştım. Okula gitmek üzere hazırlanırken yüzünü iyi yıkamadığın için seni azarlamıştım. Öteberini yere attığın için sana şiddetle bağırmıştım. Kahvaltı sofrasında da sana bir sürü kabahat bulmuştum. Yemeklerini üstüne döküyordun. Dirseklerini masaya dayıyordun. Ekmeğine fazla yağ sürüyordun. Sen okuluna ben işime gitmek üzere evden çıktığımız zaman elini sallayıp bana "Güle güle babacığım" dediğinde ben yine kaşlarımı çatıp "Omuzlarını dik tut" diye seni azarladım. Bu sertliğim akşam üzeride devam etti. Eve doğru yürürken seni dizlerini yere dayamış misket oynarken gördüm. Çorapların da yırtılmıştı. Seni önüme katıp eve getirerek arkadaşlarına mahçup ettim. Ve sana "Çoraplar pahalı! Kendin alsaydın daha dikkatli olurdun " diyerek çıkıştım. Düşün oğlum. Bunları söyleyen, yapan bir babadır. Daha sonra çalışma odamda gazetemi okurken sessizce geldiğini hatırlıyorsun değil mi? Gözlerinde mahzun bir ifade vardı. Sen karşımda tereddüt içinde dururken, rahatsız edilmiş bir insan edası ile " ne istiyorsun !" diye sana bağırmıştım. Sen hiçbir şey söylemeden atıldın ve kollarını boynuma doladın. Ve beni öptün. Allah'ın kalbine verdiği ve ilgisizliğimin, sertliğimin bile söndüremediği sevginin kuvveti ile kollarını boynumda sıktın. Sonra döndün ve koşarak merdivenlerden çıktın. İşte oğlum birkaç dakika önce gazetemi okurken içimi dolduran pişmanlık ve korkunun sebebi buydu. Çok geçmeden gazete elimden kaydı. Yıkılmayan coşkun sevgine karşılık sana mükafat olarak hep azarlanmayı, senden yapabileceğinden çok fazla şeyler istediğimi, senden kendi yaşımdaki birinin davranışlarını beklediğimi şimdi anlıyorum. Halbuki senin karakterinde ne güzel, ne samimi, ne dürüst şeyler var. Senin minimini kalbin ufuklarda doğan şafaklar kadar büyüktü. Bunu beni kucaklayıp öpmenle gösterdin. Bu gece senin kadar hiçbir şey beni ilgilendirmiyor oğlum. Karanlıkta odana geldim. Yatağının ucunda utanç içinde diz çöktüm ve gözyaşlarıma mani olamadım oğlum. Bunları sana uyandığında söylesem anlayamazsın biliyorum. Fakat yarın gerçek bir baba olacağım. Sana bir arkadaş gibi davranacağım. Seninle şakalaşacağım. Sana sarılıp öpeceğim. Dilimin ucuna kötü sözler geldiğinde dilimi ısıracağım. Ve daima "O daha küçük bir çocuk" diyeceğim. Ben sana bir çocuk değil, yetişkin muamelesi yaptım. Ancak şimdi seni yatağında mışıl mışıl uyurken görünce henüz bir bebek olduğunu anladım. Annenin kucağından daha dün ayrılmadın mı? Daha düne kadar başını annenin omuzlarına dayayıp dalıp gitmiyor muydun? Senden çok fazla şey istedim oğlum çok fazla... Uyandığın zaman seni mutlu etmek, sevginin karşılıksız olmadığını anlatmak ve kendimi affettirebilmek için seni doya doya öpeceğim."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Aralık 2005       Mesaj #93
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da Kocasının sevgili Rose idi...Her Sevgililer Gününde kapısının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmıştı.Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte. Her yıl güllere iliştirdiği karta ayni cümleleri yazardı : "Seni bu sene, geçen senekinden daha çok seviyorum." Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü. Önceden ısmarlamış olmalıydı. Öleceğini nasıl bilebilirdi? Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi.Gülleri özenle içeri taşıdı. Saplarını kesti, vazoya yerleştirdi.Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine, gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce gülleri ve fotoğrafı seyretti. Sessizce... Bitmek bilmeyen bir yıl geçti. Yapayanlız ve hüzün dolu bir yıl...Sonra bir sabah kapı çalındı. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi kıpkırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Saşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı.Onu bu kadar üzmeye kimin ne hakkı vardı? Biliyorum dedi, çiçekçi. Eşinizi geçen yıl kaybettiniz. Telefon edeceğinizi de biliyordum. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlayıp, parasını da ödemişti. Hep öyle yapardı zaten. Hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı. Kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istedği kart. Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapadı . Parmakları titreyerek zarfı açtı. "Merhaba sevgilim" diye başlıyordu kart. "Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen,kalan ben olsaydım neler çekerdim, kim bilir ? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin. Dostum, sevgilim, benim. Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.Her zaman da seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin. Lütfen mutluluğu yeniden yakalamaya çalıp. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak."
 
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
20 Aralık 2005       Mesaj #94
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
ölümsüz aşk çok güzeldi valla kendimi tutamayıp ağladım. ellerine gönlüne sağlık noranynn
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Aralık 2005       Mesaj #95
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....

hikaye10002 cbk

O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
"Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
hayal hırsızıydım. O yıllarda
öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
22 Aralık 2005       Mesaj #96
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Büyükler, çocukların konuşmalarını yarım yamalak
dinlediklerinden, onların sözlerinde gizli derin anlamları kaçırırlar.

Bizim eve, karıma elbiselerin, örtülerin, çarşafların
söküklerinin dikilmesinde yardım eden bir terzi kadın gelir.
Bu kadın bize geldiği zaman küçük oğlunu da beraberinde
getirir. İşte ben, kalıcı ve derin imanın anlamını bu küçük çocuktan
öğrendim. Onunla uzun zamandan beri arkadaş olduğumdan,
bizim eve geldiğinde biraz sohbet etmeyi ihmal etmem.

Geçenlerde bana yakında güzel bir futbol tuopu alacağını söyledi.
Onu tekrar görüşümde futbol topunu alıp almadığını sordum.
Çocuk cevap verdi: "Hayır efendim, annem şimdilik
topa ayıracak paramız olmadığını söyledi."

Onun bu sözleri, durumlarının yakında düzeleceğine dair
derin inancını gösteriyordu. Bilhassa, kullandığı 'şimdilik'
kelimesinde kuvetli bir güvenin izi seziliyordu.

Bu çocuğun söyledikleri beni uzun uzun düşündürdü. Onu
uzun bir süre görmedim. Günün birinde tekrar rastladım.
Çocuk, bahçede oturmuş, bir karınca yuvasını seyrediyordu.

Yavaşça yanına sokuldum.
Onu konuşturmak için babasından bahis açtım:
"Eve gidince yemekten sonra babanla oynayacak mısın?
Yoksa yemekten sonra hemen yatacak mısın?" diye sordum.
Çocuk ciddiyetle yüzüme baktı ve:
"Babam bir kaza geçirdiğinden hastanede. Şimdilik
babamla oynayamayacağım!" dedi.

Geçen gün yolum, oturdukları mahalleye düştü.
Çocuğu kaldırımda aceleyle yürürken gördüm. Üzerinde temiz
koyu renk bir elbise vardı. "Heyy" diye seslendim.
"Neden bayramlık elbiselerini giydin?
Herhalde hastaneye babanı görmeye gidiyorsun."
Çocuk gülümseyerek başını salladı. Bundan sonra
söylediği sözler, dünyayı içinde yaşamaya değer bir hale getiren,
ölümden sonraki hayata olan imanın bir insan için neler
yapabileceğini anlamama sebep olan sözlerdi.

Çocuğun soruma verdiği cevap şu olmuştu:
"Hayır efendim, hastaneye babamı görmeye gitmiyorum.
Babam geçen hafta öldüğünden, onu şimdilik göremeyeceğim."

John Golden
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Aralık 2005       Mesaj #97
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SEVİYORUM TANRIM !

İnanç Tarihi dersimin öğrencilerinden biriydi Tommy. Uzun saçlı, değişik
bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oydu. Tanrı'ya kayıtsız
şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana imalı, imalı;
-"Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun hocam? " dedi.
-"Hayır" dedim, yavaşça.
-"Yaaa" dedi. "Oysa senin, bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum
hocam..." Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
-"Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak bir gün,
eminim." Tommy, omuzunu silkip yürüdü... Mezuniyetten sonra izini
kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana...Ölümcül kansere
yakalanmıştı. Odama girdiğinde; zayıflamış, çökmüştü... Kemoterapi,
o uzun saçlarını dökmüştü... Ama gözleri halâ pırıl pırıldı...
-"Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi.
-"Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim.
-"Tabii" dedi, "Ne öğrenmek istiyorsun?"
-"Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?"
-"Daha kötüsü olabilirdi... 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınlarla
beraber olmak ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak, sanmak gibi..."
Sonra niye geldiğini anlattı... "Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup
bulamayacağımı sormuş; "hayır" yanıtını alınca şaşırmıştım. Sonra,
"ama o seni bulur" dedin... İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar
ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söylediklerinde;
Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden... Habis ur, diğer hayati
organlarıma yayılmaya başlayınca, sabahlara kadar dualar etmeye
başladım... Hiç birşey olmadı. Bir sabah uyandığımda; ilahi bir mesaj
alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim aniden.
Ömrümün geri kalan vaktini; Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi
şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım.
O zaman gene seni düşündüm... "En büyük mutsuzluk, sevgisiz bir hayat
sürmektir, bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine
"Seni seviyorum" diyemeden gitmektir" demiştin...
Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte...
En zorundan başladım... Babamdan..." Oğlu yanına geldiğinde;
babası, gazete okuyormuş.
-"Baba, seninle konuşmam lazım" demiş Tommy.
-"Peki, konuş oğlum"
-"Yani, çok önemli bir şey..."
Babası, gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı;
- "Neymiş o bakalım?"
-"Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim." Tommy,
gülümsedi, arkasını anlatırken... Babasının elinden yere düşmüş
gazete... Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış.
Tommy'ye sarılmış ve ağlamış... Sabaha kadar konuşmuşlar.
Babası, ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde...
"Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam
etti Tommy... "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana
söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar. Bütün bunları
yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece...
Ölümün gölgesi üzerime düşünce; kalbimi açıyordum,
bana, aslında çok daha yakın olması gereken insanlara..."
Nefes aldı Tommy..." Bir gün baktım, Tanrı, orada...
Hemen yanıbaşımda duruyor... Ona yalvardığım zaman,
bana gelmemişti. Onun kendi programı vardı, kendi bildiği gibi
yapıyordu. Gerçek olan şu ki, haklıydın...
Ben, onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelip, beni bulmuştu."
- "Tommy" dedim. "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm
insanlığa... Sen, Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun.
Onu, sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak
işe yaramaz... Ama hayatını sevgiye açarsan o, gelir seni bulur.
Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim; "Tommy, bana
bir iyilik yapar mısın, bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?"
Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün... Ölümle hayatı
sona ermemişti tabii... Şekil değiştirmiş, büyük bir
adım atmıştı sadece... İnanmaktan, görmeye geçmişti...
Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk.
-"Söz verdiğim derse gelemeyeceğim, halsiz ve bitkinim hocam" demişti..
-"Anlıyorum Tommy !"
-"Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam, sen anlatır mısın?
Herkese, bütün dünyaya, benim için anlatır mısın?"
-"Anlatırım Tommy" dedim. "Anlatırım, merak etme!"

İnsanlara; "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize
gerek yok, şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz...
Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin..

Hem, şimdi başlamazsanız,
belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Aralık 2005       Mesaj #98
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
OĞUL İLE BABASI


Oğlu ile babası sahile indiler:
Babacığım şu yerdeki şeyler neyin nesi?
-Çakıl taşı çocuğum.
Oğul kafasını sağa çevirdi:
Babacığım ya bunlar?
-Onlar da çakıl taşı evladım..
Sola çevirdi:
Ya bunlar babacığım?
-Hepsi çakıl taşı evladım...
Babacığım ne kadar da çok var bunlardan!
Evet evladım..
Peki babacığım bunlardan daha çok bir şey var mı dünyada?
Var evladım..
Nedir babacığım?

BABANIN GÜNAHLARI EVLADIM!

Babacığım, ya senin günahlarından daha çok bir şey var mı?
Var evladım..
Nedir babacığım?

ALLAH'IN (C.C.) RAHMETİ EVLADIM...

---------

Anne Kalbi Delikanlı, katı yürekli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti. Ancak kız, korkunç bir şart ileri sürerek:
- Senin sevgini ölçmek istiyorum, dedi. Bunun için de köpeğime yedirmek üzere bana annenin kalbini getireceksin.
Delikanlı, tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış ve uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup annesini öldürmeye karar vermişti. Annesi, belki de durumu farkettiği icin oğluna fazla direnmedi. Ve cocuk, annesini öldürerek kalbini bir mendile koydu.
Delikanlı , kızın isteğini yerine getirmiş olmanın heyecanıyla yolda koşarken, ayağı bir taşa takıldı. Kendisi bir tarafa, mendil icindeki kalp bir tarafa fırladı. Canının acısından, ağzından ister istemez "Ah anacığım!" sözleri döküldüğünde annesinin tozlara bulanan ve hala soğumamış olan kalbinden bir ses yükseldi:

- Canım yavrum, bir yerin acıdı mı?
Son düzenleyen NihLe; 22 Aralık 2005 12:30 Sebep: Lütfen Flood Yapmayınız..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Aralık 2005       Mesaj #99
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10059 isim


Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini
gerçekten çok seven bir bulutla yıldız vardı...
Bulut gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu
yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıydı...

Gökyüzündeki her varlık onların sevgisini kıskanırdı...
Tatlı bir kıskançlıktı onlarınkisi... Ama biri vardı ki;
bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyordu...
Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen...

Bulut biraz saftı, kimseyi kıramazdı...
Yıldızsa bulutu için elinden gelen her şeyi yapabilir,
herkese meydan okuyabilirdi... Zaten onun için
bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri vardı...
Bir derdi olduğunda gider periye anlatırdı...
Nereden bilebilirdi ki, perinin bir gün bunların hepsini
yıldızla bulutun ayrılmalari için kullanacağını?

Bir gün nazar değdi bulutla yıldıza...
Hiç yoktan bir sebepten tartıştılar.
Bulut, çekti gitti, hatalı olmasına rağmen.
Yıldızsa "Nasılsa bulutum beni seviyor,
dönecektir." diye düşündü... Fakat hiç bir şey
beklendiği gibi gitmedi... Bulut dönmedi.
Kim bilir, belki de cesaret edemedi dönmeye.
Tek bir gerçek vardı ki:
O da; ikisinin de çok üzgün olduklarıydı...

Gökyüzündeki iyilik melekleri bile ağladılar
onların durumlarına ama ne fayda...

Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlattı...
Periyse göstermelik bir hüzne büründü...
Eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca
kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde.
O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen
kullanacaktı kozlarını... Hem de büyük bir zevkle...

Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini
söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu büktü ama elinden
hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü...
Çünkü yıldız inatçıydı..
Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi.
Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp
ona olan sevgisini itiraf etti...
Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin,
yıldızının yerine geçmesine izin verdi...

Yıldız, günlerce bulutunun dönmesini,
ondan af dilemesini bekledi... Ama bulut gelmedi.
Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip,
konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı.

Bulut, dostu sandığı periyle birlikte ayda eleleydi...
Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza...
Çok üzüldü ve çaresiz, döndü arkasını gitti...
Yavaş yavaş sönmeye başladı...

O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu..
Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi.

Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü...
Ama kolay pes etmezdi.
Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi.

O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti
ve biraz daha ışık isteyecekti ondan. Çok geçmeden
daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti...
Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi...
Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza...

O gün bu gündür yıldız,
dünyaya güneşin sevgisini yansıtır....
Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya...
Bir de yüreğinde kopan fırtınaları...


Y. Bilinmiyor
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Aralık 2005       Mesaj #100
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Oduncu ile Seytan

Odunculukla hayatini kazanan bir zat vardi.
Allah'a karsi kulluk vazifesini yapar, kimsenin aksisine tatlisina karismazdi.

Bu zahit kisinin bulundugu köyün yakininda bir köy daha vardi, onlar da dagda kutsal diye kabul ettikleri bir agaca taparalar, ondan medet beklerlerdi.

Oduncu, bir gün:

"Sunlarin Allah diye taptiklari agaci kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parasi kazanirim;
hem de, bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmis olurum"
diye düsünerek Allah rizasi için agaci kesmeye karar verdi.

Daga dogru giderken karsisina acayip suratli pis bir adam çikarak nereye gittigini sordu.

Oduncu:

- Halkin Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri agaci kesmeye gidiyorum, dedi.

Adam, oduncuya :

- Ben seytanim...
O agaci kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, seytana çok kizmisti.

Öldürmek için hücum ederek yere yatirdi ve üzerine oturup hançerini bogazina dayadi.

Seytan zahide:

- Ey zahid, sen beni öldüremezsin.
Allah bana kiyamete kadar müsaade etmistir.
Fakat gel o agaci kesme, seninle anlasalim.
Ben sana her gün bir altin vereyim, sen de agaci kesmekten vazgeç.
Hem el agaca tapiyormus, günah isliyormus senin neyine gerek, altinini al isine bak, dedi.

Adam seytani birakmisti.
Seytan adama, aksam yatip sabahleyin yastiginin altina bakmasini söyledi ve anlasarak ayrildilar.

Adam agaci kesmekten vazgeçip, evine dönmüstü..
Aksam yatip sabahleyin yastiginin altina baktiginda altini gördü.
Memnun olmustu.
Ikinci gün oldu, fakat bu sefer seytan altini koymamisti.
Adam kizip baltasini aldigi gibi daga agaci kesmeye gitti.

Fakat yolda yine seytanla karsilasti.

Adam seytana iyice kizmisti.

Görünce :

-Seni sahtekar seni, kandirdin degil mi beni?..
diyerek üzerine hücum etti.

Fakat ilkinin aksine bu sefer seytan adami tuttugu gibi altina aldi.
Adam sasirmisti.
Bu nasil hâl der gibi seytanin yüzüne bakiyordu.
Seytan:

- Hayret ettin degilmi?
Niçin bana yenildiginin sebebini söyleyeyim:

Geçen sefer sen Allah rizasi için agaci kesmeye gidiyordun.
Seni degil ben, dünyadaki bütün seytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik.
Lakin simdi Allah rizasi için degil de, sana altini vermedigim için kizdigindan gidiyorsun.
Iste o yüzden bana maglup oldun ve
sana agaci kesmene müsaade etmeyecegim...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar