Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 101

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 495.672 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Haziran 2006       Mesaj #1001
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevda Uğruna Ölüm

Sponsorlu Bağlantılar
Kadın yirmi yedi yaşındaydı... Yüreği, kar beyaz soğuklara terkedilmişAma inat bu ya hala sımsıcaktı. Düşünceleri kah hayatın gitgide Ağırlaşan gerçeklerinde kah aydınlık hayallerde dolaşıyordu nefes Nefese.

Elinde samur fırçası, geçmişi karalayıp bugünü Renklendiriyordu hiç durmadan. Renkler kıpır, kıpır, içindeki çocuk Haşarı mı haşarı...

Gözleri ise buğulu bakmaktaydı hüzünlere yenik...Hayatı sorgulamaktan çoktan caymıştı.Kıpır, kıpır dı İçi. Arayışları vardı kendisinden bile sakladığı. Bela da geliyorum demez ya... İşte böyle bir anda; ruhu, sanal dünyanın kapısındanSızıverir içeri sessiz ve habersiz. Hani şu Chat canavarı var ya buGünlerin belalısı. Orada kendisi gibi şaşkın yüreklerin arasında Buluverir kendini.Ve... Olanlar olur o zaman. Hiç beklenmeyen anda buzdaKayar gibi hop havada bulur duygularını darmadağınık. Sanki Başında deli rüzgarlar hiç esmiyormuş, Esenler de yetmiyormuş gibi.

Erkeğin yaşı otuz. Hırslı, kendinden emin. Kendisiyle Barışık ve yaşadığına memnun.

Kahkahası ekrandan yüreklere taşan, Mutlu ve duygu dolu bir bulut adam. Eşi ve çocuğu için yaşamaktaOlduğunu saklamadan kadını davet eder sanal dünyanın sanal aşk Oyununa. Kadın Acemidir. Belki genç adam da öyle. Oynadıkları oyunun Tehlikesinden habersiz bir masalı yaşamaya başlarlar.Ekranın karşısında nefeslerini tutup beklerler sevdalının Gelmesini.

Karşılaşmaları her defasında kahkahaları hatırlatırcasına Şen olur. Zamanın koordinatları buluşamadığında, birbirlerine teğet Geçtiklerinde, hüzün yayılır gecelere. Uyku tutmaz bekleyişlerde İkisini de. Sabah yeni umutlara gebe başlar. Ve ekranda doğarlar her buluşmayla yeniden.Duyguların en fırtınalısına yakalanırlar. Birbirlerini gerçekten merak ederler. Bulut adam kadının açlığından, üşümesindenBile sorumlu tutmaya başlar kendini. Kadınsa adamın yorgun hallerine dayanamaz.Elleri dokunmasa da ellerindedir artık. Birbirlerini el Üstünde tutarlar anlayacağınız.Günler, aylar geçer...Hayaller ekranlara sığmaz olur.Artık görmek isterler birbirlerini. Dokunmak Sarılmak isterler. Hatta çılgıncasına sevişmek...Kadın kıvranır onsuzluğun acılarında. Özlem şiddete dönüşür. Acıtır... İşkencelere yatırır kadını. Oyun değildir artık Bu. Aşk ekranda değil hayatın ta içinde yaşamaktadır.Bulut adam sorar durmadan ;-n olacak şimdi...Kadın, adam kadar cevapsız...Bilmiyorum der. Bilmiyorum.Artık sorgulamalar başlar duyguları...Bu nedir? Bunun adı ne. Kadın aşkı tanımlar ama çare değildir tanımlamak.Yaşananlardır gerçek olan. Hissedilenlerdir.Her sevdanın başını bir karabasan bekler ya...Beklemese Sevda denen şey olmaz zaten.İşte bu bir sevdadır ve başında karabasanlar.Kadın unuttuğu aşk gözyaşlarını hüzünlere, sancılara,Onulmaz ağrılara boyar, alaca bulaca.Artık her şeye gözlerindeki buğuların ardından bakmaktadır. Ve ekrana şunları; buzların arasından aldığı yüreğinin Kalemiyle yazar.

Yüreğini buzlara iade etmek üzere... Beni ignore et. Ne olur bunu yap. Bulut adam şaşkındır belki ama adı gibi bilir. Doğru olan budur. Düşünür bir süre.Susar ekran. Susar kadının yüreği...Ölüm Anıdır bu.Verilen son nefestir sanki.Sevdam hayır dese, sensiz yapamam dese diye bekler Nefes almak için. Bulut adamın suskunluğu bozduğu yerde ölecektir kadın.Bunu ikisi de bilirler.

Bir yazı belirir ekranda çaresizce okunannetten çıkıyorum o zaman, hoş çakal Mavi üzerine siyah yazılmış sözcükler kararlı ve kesindir... Titreyen ve cansızlaşan parmakları son bir kez tuşları Gezinir kadınınhoş çakal Düşer bulut adamın gülen yüzü ekrandan.VeKadın ölür...

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Haziran 2006       Mesaj #1002
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Demek Yalanmış

Sponsorlu Bağlantılar

Sen hiç hayal bahçesi duydun mu? İşte benim ruhum bitmeyen hayallerle dolu. Çoğu birbirine benzer ama hepsi farklıdır. Kahramanlar aynıdır her zaman. Ama sonu aynı değildir. Beni terk dene tek aynıydı terk ettikten. Sonra Değişti benimle beraber. Karanlık yollar başka insanlar karıştı araya. Biz yoktuk artık bu oyunda kukla gibi oynuyorduk sadece.... Yeşil çamdan kaçan kötü adamlar sardı dört bir etrafımızı durmaksızın. Sonra yollarda seni arıyorum sisli karanlık yollarda belki tanıdık suratlara rastlarım diye adını bilmediğim adamlar bana kucak açtılar rüyamdaki sevgilim de beni terk etti depresyondayım diyorum bir çare olması lazım aşk şarkıları dinliyorum belki o güzel sesini duyarım diye günlüğüme durmadan yazıyorum belki etkilenir gelirsin diye yağmurun düştüğü her damlaya bakıyorum sana gidecek bir ipucu bulurum diye kardan ismini yazıyorum duvarlara ben uyurken geldiğinde beni göresin diye moda olmuş televizyon dizilerinde seni arıyorum bulurum diye gazetelere bakıyorum aşk romanlarına bakıyorum bizim askımız yazılmış mı diye ayrılmadan önce son kez gittiğimiz parka ve kafe ye bakıyorum yoksun okula bakıyorum yoksun sonradan öğrendim ki nişanlanmışsın aşkımızın gücüne inanmıştım demek ki kocaman yalanmış tıpkı senin gibi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Haziran 2006       Mesaj #1003
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ben Ve Gecelerim Hep Seveceğiz Seni

Daha kaç geceler böyle sessiz, böyle sensiz yaşayacağım? Bilmiyor musun ki ey yar, beni ne çok mahvediyor uzaklığın, ne çok bölüyor kalbimi kalbin...

Bir gece daha başlıyor... Önümde upuzun yaşayacağım bir gecem, bir karanlığım daha var. Saatlere, saniyelere gireceğin; damarımdaki kanıma kadar işleyeceğin bir gecem daha başlıyor... Bir gecem, bir sevdam daha başlıyor ama yazık ki gözyaşları ma giren olmayacaksın yinede.

Beni artık acılarımla baş başa bıraktı ağlamalarım. Gözyaşlarım bile beni terketti.Sen geldiğinden, sen olduğundan beri tüm herşey beni terketti. Ben de tükettim onları zaten. Evet artık geceleri uyuyamıyorum. Karanlıklar başlar başlamaz başlıyor kalbimin aglamaları.Önceleri onları dinlemeye, onlara ses vermeye çalışıyordum. Farketmiyormuşum gibi davranıyordum. Sırf o
karanlık geceyle yüz yüze gelmemek için.

Biliyordum o yalnızlığı yaşamam gerekiyordu. Bir insan arıyordum yanımda, geceyi bana unutturacak.

Onun iyi, güzel ve çirkin olması da önem taşımıyordu. Yeter ki olsun yanımda. Olsun ki gece üzerime üzerime gelmesin. Yanımda birini görüp vazgeçsin benden.Veya yanımda birileri olsun da unutayım istiyordum SENİ. Biliyordum ki geceyle yüz yüze kaldığım zaman Sevda dışında bir şey olmayacaktım. Sonra, sonra bu dönem de kayboldu. Yalnızlığı arayan, yalnızlığa özlem duyan oldum.O karanlık gecelerin ıssızlığına gömülmekten kaçamaz oldum. Çünkü onlar da seni buluyordum. Çünkü bana gündüzlerin veremediğini veriyordu geceler SENİ...

Gündüzlerde yoktun, aydınlarda yanımda yürüyen değildin. Ama geceleri öyle miydi? Geceleri yüreğimde yürüyordun ve ben adımlarında yaşayandım. Artık uyuyamıyorum. Hem de hiç mi hiç Ne kadar çabalasam da olmuyor. Bir garip ağırlıkla kah seni bekleyerek kah gelmeyeceğinden emin olarak geçiriyordum saatleri.

Seni yaşıyordum. Gecelerde yüz yüze kalıyorduk seninle.Gece vefalı, fedakar bir anne gibi kucağına alıyor beni sabaha kadar götürüyordu. Zaman akıyormuydu, geçiyor muydu bilen değilim. Hiçbir zaman da bilen olmadım. Bu yaralarla, bu kanıma işleyen aşk yangınlarıyla sabaha nasıl kül olmadan varabiliyordum? Bilmiyorum gerçekten. Yanmaktan ateş olduğum bu gecelerde beni tüketmeyen neydi?Sevgin mi? Beni evirip çevirip kora getiren söndürmeyen neydi?Bağrımdaki yangından neden yok olmuyordum? Beni sabaha vardıran geceler miydi yoksa?

Geceler Benim gecelerim.... Senin gecelerin... Seni yaşadığım Geceler. Gönlümde bir derin yarasın sen! Bu gecelerde de çok şey istedim bir şeyler yapabilmeyi. Elime çoğu kez kalem kağıt alıp seni yazmayı istedim. Olmadı ama.Kalbim seninle öylesine doluydu ki her hareketim sönük kalıyordu. Ben çaresizliği kapılıp gidiyordum. Ne yaptığımı bilmiyordum. Saatlerce, saatlerce oturup seni düşünüyordum. Kalbimde bastırmaya çalıştığım duygularıma ilk olarak geceleri yaşama hakkı veriyordum. Herkesten gizlemeye çalıştığım o korları gecelere çıkartıyordum sanki. Gecelerden saklamıyordum hiçbirşeyi. Gecelerle paylaşıyordum, ve geceler sarıyordu beni. Beni alıp sensizliğin okyanusunda boğmuyordu. Beni sensizliğin zirvesinde, en uç noktasında aşkın sonsuzluğuna götürüyordu.

Artık bu geceleri sevmeye başlıyorum. Bana seni getiren geceler...Benim gecelerim onlar...Benim senlerim benim yalnızlıklarım, benim aşklarım diyebildiğim gecelerim.Evet artık uyuyamayan, ağlayamayan gözlerime ağlamıyorum. Gecelerimi de feda ediyorum sana. Gündüzlerde söyleyemediklerimi gecelerde haykırıyorum. Ve uçsuz bucaksız seviyorum seviyorum SEVİYORUM.

Artık uyuyamıyorum, evet. Uykular haram oldu bana senden sonra. Hem nasıl uyuyabilirim ki? Gözlerin var artık gecelerimde, senin gözlerin senin karanlık gözlerin.. Hiç görmediğim gözlerin.... Sanıyorum ki artık sana yalnız ben değil, geceler de vurgun! Beni böylesine koynuna alışı, karanlığında bunca aydınlatması neden? Evet sen öyle güzel, öyle güzelsin ki, geceler de seni sevdi.Öyle ki sana ihanet edip de seni yaşamıyormuşçasına uyumaya, gözlerimi yummaya çalıştığım zaman hemen giriveriyorlar içime ve seni getiriyorlar bana. Gözlerimi öyle bir açıyorlar ki bir dahasına kapayamıyorum bile...

Ve ağlayabilmeyi diliyorum bazı geceler. Bunu gecelerden sonsuza diliyorum. Ağlasam, doyasıya hıçkırırcasına ağlasam belki seni bir parçacık olsa unutur ve kendi içime gömülür birazcık gözlerimi yumabilirim diye düşünüyorum. Sabahları uykuda yakalayan olmaktan çıkıp, sabahları uykuda bulunan olmak istiyorum. Bunun için istiyorum ağlayabilmeyi. Sana olan özlemimi, içimde bir dağ kadar ululaşmış hasretini belki bir parça dindirebilirim diye düşünüyorum. Belki seni birazcık gömebilirim de yüreğime, rahatlarım diye umuyorum olmuyor.

Ağlamaya çalışıyorum, ağlamalarım bana isyanlar ediyor. Geceler bana bu isteğimi vermiyor. Ne zaman ağlasam yalnızca ve yalnızca bir iki gözyaşı olup kalıyorsun gözlerimlde. Gözlerimde donan birkaç damla yaş oluyorsun, o yaşları da sarıyor geceler. O yaşlarla birlikte alıyor yanına geceler beni... Geceler unutmamı istemiyor seni, geceler bana ihanet ediyor. Geceler senden yana sevdiğim, geceler seni yaşamamı istiyor. Sözümü dinlemiyor....

Güneşi özlediğim oluyor arada bir. Yeter diyorum bunca yıldızla arkadaş olduğum. Seni unutup da yıldızları gördüğüm anlar olursa tabii. Beni böyle gördükleri zaman anlamıyor insanlar. Nasıl böyle saatlerce kalabildiğimi sorup duruyorlar. Böyle tüm dünya uyku içindeyken benim nasıl karanlığın içinde bakışlarımı dayattığımın sırrını anlamıyorlar. Ve onlar bilmiyorlar ki içim bir kordur...Tüm dünya, tüm tabiat susmalarda ve uykulardadır belki ama benim yüreğimde gizlenmektedir tüm dünya... Ben içime tüm insanları,,, tüm milyarları almışım. Farkında değiller. Herkesi ve herşeyleri sığdırmışım içime. Bir sen sığmıyorsun, bir seni sığdıramıyorum kalbime, bilmiyorlar...Ve senin uzaklığın, ve senin gece kadar olan uzaklığın... Bana öyle uzak öyle yabancısın ki sevdiğim, seni senden istemeye korkuyorum. Geceleri bu yüzden seviyorum. Seni sevmeme engel olmuyor, seni bana getiriyor... ve seni gecenin karanlığında buluşumdandır seni gündüzleri istemeyişim. Evet sevdiğim bana her şeyden ve herkesten uzaksın. Herkesin yaşamına giriyor, her şeyi paylaşıyorsun insanlarla... Ama bana gelmiyorsun. Ama ama sitem bile etmiyorum... Sana söyleyecek söz bulamıyorum. Söyleyecek bir şeyler arasam ve bulsam biliyorum geceler alır onu elimden, dilimden de. Sana söyleyeceklerimin hesabını yapsam sabahlar buna izin vermez. Ve ben seni yaşıyorum. Olsa olsa sana BU SEVGİYİ YAŞA diyebilirim.Gel birlikte yaşayalım demeye dilim varmaz. Geceler bunu bırakmaz yanına. Kaybettiğim değilsin. Ben seni hiç yitirmedim. Çünkü içimde taşıdığımdın hep. Benden bir parça oldun sen. Ben kendimi yitirmediğim sürece sen de kaybolmayacaksın.

Evet, seni anlamakla, seni yaşamakla, seni sevmekle geçirdiğim bu gecelerde, sabahladığım bu gecelerde, benden çok uzaklarda bulunan sana uykularında bir rahatlık veriyorsa sevdam, ne mutlu bana. Gecelerim...Sarın yaralarımı geceler demiş bir şair.. Beni bu geceler mahvetti desem haksızlık mı ederim onlara. Beni sen mahvettim desem yalan olur bu. Ama beni bu geceler, geceleri de bana musallat eden sensin. Senin sevdanla başladı gecelere sevda yazmam. Sevda masalı okumam bundandı. Ben bu gecelerde tüm karanlıkları dağıtabilirim. Bana hüzünlerini, bana acılarını ver sevdiğim. Ver ki senin acılarını da ortak edeyim gecelerime. Ver ki gecelerle kavgalı olayım. Şimdi seni getirdikleri için onlara ses bile çıkarmıyorum. Sen yaşadığımsın, yaşatanımsın. Sevdamsın sen... Belki ben anlatamıyorum ama geceler bu sevdaya şahittir. Çünkü artık onlarda bu aşka ortak oldular. Belki benden bile çok seviyorlar seni. Ben seni hiç mi hiç gözlerimle bitirmek istemedim. Ve gecelerin içinde, gecelerle birlikte hep sevdim seni...VE HEP SEVECEĞİM...

Ne kadar birlikte olamayacağımızı bilsem de Ben ve Gecelerim Hep seveceğiz seni...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
21 Haziran 2006       Mesaj #1004
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
ŞAİRİN KAYBEDİŞİ

222 kez okundu
ŞAİRİN KAYBEDİŞİ

Felluce’de ABD ve israil askerlerinin katliamı devam ediyordu.Halkın kentten kaçmasına bile izin verilmiyordu.
Büyük bir sessizliğin yaşandığı Felluce’ye girerken, ABD askerlerinden er Henry endişe içindeydi. Daha kısa zaman önce öldürecekleri insanların yüzlerini görmeleri gerekmiyordu. Uçak ve helikopterlerden bombalar ve bilgisayar oyunu oynar gibi üstün uzun namlulu silahlarla öldürdükleri insanlara fazla aldırmıyorlardı. Oysa geçen hafta El Şuheda kentine bombardımandan bir süre sonra yaya girmişlerdi.Kendilerine El Şuheda’ya girmeleri ve hareket eden tüm canlıları acımadan öldürmeleri emredilmişti.Ölüleri de kanıt bırakmamak için ceset torbalarına koyup Fırat nehrine atmaları söylenmişti. “Kanıt bırakmamak” cümlesinin m******* bir süre sonra anlamışlardı; şişmiş, sararmış ama kokmayan cesetler kimyasal silah kullanıldığını gösteriyordu. Er Henry’nin şair yüreği bu manzaradan sonra isyan etmiş ama dili susmuştu. Askerliği uzamasın diye susmuştu.Ertesi gün Colan ve El Cübeyl kentlerinde de aynı katliamların yapıldığını, çoğunluğu kadın ve çocuk, binlerce insanın biyolojik silahlarla öldürüldüğünü öğrenince, “-Acaba yanlış tarafta mıyım !..” diye söylenerek, bir köşede oturup ağlamıştı. Şairdi özellikle çocuk cesetlerini görüp te zalimlerle aynı safta olmak ne kadar zordu. Bir an önce, bu kirli savaşın bitmesi ve evine dönmek için dua etmişti.

Şimdi de Felluce’ye giriyorlardı ve aynı manzarayla burada da karşılaşmaktan korkuyordu. İlk cesetlerle karşılaştığında bir şok yaşadı. Oysa herşeye alıştığını düşünüyor “-Artık şair yüreğim bile taşlaştı”,diyordu. Fakat kadınların,çocukların bazıları yanmış, bazıları erimiş cesetlerinin, buldozerlerle çukurlara atılması insanlığından utandırmıştı.
Burada ceset torbası kullanmıyorlardı; o kadar torba için vakit ve para ayırmak istememişlerdi anlaşılan. Büyük bir çukur açıp cesetleri iteklemek daha ucuza gelmişti, madem ki “insanlık” artık bir kriter değil.

Henry’nin akan gözyaşlarını kimse görmedi.Felluce’de ilerlediler.Şehrin merkezinden uzaklaştıkça, cesetler ve cesetleri yiyen köpek manzaraları azalmıştı. Fakat bu kez yaşayanların olma ihtimali artmıştı.
Henry bir kaç kez arkadaşlarının bazı evlere girdiğini rastgele ateş ettiğini, bazılarına ise sadece pencereden içeri bomba attıklarını gördü. Karşılık gelmemişti. Olaylar tekrarlandıkça bazı evlerden kısa süreli çığlıklar gelip kesilmeye başladı. Arkadaşları “teroristler geberdi” diyordu, fakat çığlıkların çoğu kadın ve çocuk sesiydi. Bu psikolojiyle arkadaşlarının kendisine de ateş edeceklerinden korkuyor susuyordu. Kendisini iki ateş arasında hissediyordu. Masumlara ateş eden arkadaşları da, herhangi bir evden fırlayıp ABD asker elbisesi yüzünden kendisine de ateş edebilecek halk da şu an tehlikeydi. Eli silahının tetiğine sıkıca sarıldı. “-Dikkat !.. ateş edin !.. “ bağrışmalarıyla hızla döndü, silahının tetiğine nasıl bastığını bile anlamadı, “-Medet !..,medet !.. “ diye bağırarak koşan çocuğun yere düşüşünü, bir film seyreder gibi gördü. Olduğu yerde öylece kaldı. Diğer askerlerden biri fazla yaklaşmadan çocuğa bir kaç kez daha ateş etti.
Henry artık rüyada gibiydi. Olayları dışardan seyrediyor gibiydi. Bir nehirin akışına kapılmış gidiyordu.Ölen çocukla ilgili ne konuştu, ne soru sordu., sadece silah elinde yürüdü.
Yazdığı bir şiir sürekli kafasında kendisine sesleniyordu.
“Bir çocuk öldürülürse,
yüreğinde yer aç huzursuzluklara.
Yaşabilir bir köşe aç ,
bir park ve salıncak olsun.
Gülüşlere hazırlansın için
buruk gülüşlere
Dudağının ucunda kan, sana bakan
kimsesiz çocuklara
hiç bir şey olmamış gibi
gülümse

Dünya’da yer kalmamış demektir
İnsan gibi insanlara
Ha bir çocuk ölmüş, ha dünya
Artık bakmasan da olur yarınlara”

Henry başka dünyalardayken, aniden ,kucağında çocuğuyla bir adam fırlayıp kaçmaya başladı. Fakat ilk ateşte ayağından vuruldu. Çocuğunu bırakmadan yerde kıvranan adamın silahsız olduğunu anladıklarında yaklaştılar, Henry’de adamın yanına varmıştı. Bir İsrail askeri silahını adamın kafasına dayadı, parmağını tetiğe götürürdü. Olayın dışındaymış gibi seyreden Henry, birden askerin niyetini anladı atıldı ve askeri yana itekledi. Kurşun toprağa gitmişti. Diğer askerler çevrelerini sardı. Diğer İsrail askerleri silahlarını Henry’ye çevirmişti. Henry’nin komutanı yüzbaşı Bill geldi;
-Noluyor, Iraklı bir terörist için mi tartışıyorsunuz. Öldürün gitsin.
Henry iyice adamın önüne siper oldu; O yaralı biri, üstelik silahsız.Öldüremezsiniz !..
Arkadaşları güldü; “-Binlerce cesetten sonra, hala vicdanın mı sızlıyor”
Komutan işin uzamasını istemedi;
-Tamam esir olarak tutun. henry, onun sorumluluğu sana ait. Silah görünmüyor ama üstünü mutlaka ara.
İsrailli askerlerden biri öne çıktı;
-Çocuğu biz alırız.
-Çocuğu mu , Niçin ?
Henry’nin saflığına komutanı güldü;
-Organları için...
Henry silahını daha da sıktı, öfkeyle söylendi;
-Hemen defolsunlar !..
Komutan İsrailli askere döndü;
-Uzatmayın, görüyorsunuz sinirleri bozulmuş....Üstelik daha bir çok müslüman çocuk bulabilirsiniz.
İsrailliler homurdanarak uzaklaştı.ABD’li askerler, esirin üstünü aradıktan sonra ellerini arkadan bağlayıp,başına çuval geçirdiler.
Henry yaralı Irak’lıyı ve çocuğunu bir kamyonetin arkasına bindirdi, kendisi de yanlarına geçti. Dilini anlamasa da, sesinin tonundan rahatlayacağını düşünerek elini hafifçe omzuna vurarak konuştu;
-Yaran ağır değilmiş.Kan durdu bile.Şu başındaki çuvalı da çıkarayım istersen.
Yaralı Iraklı , kurşun gibi gözlerini,Henry’nin gözlerine dikmişti.Hiç minnet duygusu yoktu bakışlarında.
Henry, korku dolu gözleri, yorgunluktan kapanmaya başlayan çocuğun başını okşadıktan sonra sırtını kamyonetin kenarına yasladı.Gözlerini gökyüzündeki yıldızlara dikti.
-Cesetlerin,kankokusunun ortasında, yıldızlara bakmak hiç de romantik olmuyormuş.
Ve... bir şiir mırıldanmaya başladı;
“ Sen !..
Duydun mu karanlığın esintisini
Dinle ! Gecenin içinden birşeyler geçiyor.
ay kırmızıdır şimdi
Ve darmadağınık.”
Yaralı Iraklı,Henry’nin şaşkın bakışlarına aldırmadan, epey düzgün bir İngilizce ile şiire devam etti;
“ Bulutlar bizi gözlüyor , yaslılar gibi
Şu tepemdeki dam çökerse
Sanki yağmalayacaklar herşeyi“
Henry sanattan anlayan bir dostunu görmüş gibi sevinçli devam etti;
“ Bir an,yalnızca bir an sürecek
Sonra... sonra... hiç
Hiç... “
Bir an sessizlikten sonra Henry;
-Şairini bilmiyordum,Iraklı bir şairin mi ?
Hayır, İranlı Furuğ’un “Al götür bizi rüzğar” şiiri.
-Demek İngilizce biliyorsun.Nerden Öğrendin.
-İngiltere’de okudum. Doktorum.
-Oooo... hem de doktor. Komutana söyleyim, senin için belki birşeyler yapar.
Esirin kaşları çatıldı;
-Ben katillerden bir şey istemem. Hiç bir şey söylemeyin.
Henry itiraz edecek gibi oldu, sonra suçlu suçlu sustu. Yine bir sessizlikten sonra;
-Ya eşin ?
-O da doktordu. Dün hastanede nöbetçiyken hastane bombalandı.Cesedini aramaya bile gidemedim.
Teselli etmek istedi;
-Savaşta oluyor böyle şeyler.
-Hangi savaş, bu bir katliam.
Sustular.Esir çocuğuna sıkıca sarıldı. Henry;
-Kaç yaşında ?
- 2 yaşında. Annesinin öldüğünü bilmiyor yavrum.
Henry yeni aklına gelmiş gibi endişeyle ;
-İsraillilerin konuştuklarını da anlamışsındır...
-Onlar yıllardır Filistinli çocukları,gençleri de organları için kaçırıyor. Çocuğumu onlara vermektense öldürmeyi seçerim.
Kamyonet askeri kampa girdi.Henry;
-Ben haberleşme kısmında görevliyim. Ben sorumlu olduğum için, başka bir emir gelene kadar benim yanımda kalacaksın. Gidelim, çocuğuna da yiyecek birşeyler bulayım.
*** *** ***
Haberleşme odasındaydılar.Henry çocuğa biraz yiyecek ve süt getirmişti.Esirin elinin çözülmesine izin verilmemişti. Henry esirin ismini öğrenmek istedi;
-Benim ismim Henry, ya senin ?
-Ali.
-Şiiri seviyorsun galiba. Biliyor musun, ben şairim.
-Ben de...
-Ciddi misin. Buna sevindim.Şiir okumamı ister misin?
-Biz en acı şiirleri okumuyoruz,yaşıyoruz artık.Öyle ki, , hani derler ya “Kelimeler yetmiyor, kelimeler tükendi”, işte bizim çektiklerimizi, acılarımızı tarife de kelimeler yetmiyor. Ne yazsam,ne okusam, ne dinlesem yaşadıklarımızı tarif edemez artık.
-Çok şey kaybettiniz ama güzel günler gelecektir.
-Evet, biz savaşı kaybettik, siz ise onurunuzu, insanlığınızı kaybettiniz.
Henry, bakışlarını kaçırdı. Haberleşmede görevli askerlerden biri nöbetçilere seslendi;
-Albay Smith’e haber verin, eşi arıyor.
Bir asker koşarak çıktı. Az sonra komutan Smith odaya girdi, uydu telefonunu aldı.
-Aloo... merhaba Mary...teşekkür ederim,sen nasılsın ? Oğlum nasıl? Uyuyor mu ?. Tamam uyanınca onu çok sevdiğimi söyle, ona en güzel oyuncakları alacağım. Bizi merak etmeyin, burdaki ilkel yaratıklara medeniyet getiriyoruz işte. Bak hele, burda o yaratıklardan bir tamne esir de varmış. Sesini duymak ister misin? Gerçi ne dediğini anlaman imkansız ama bir dinle de bak biz burda nelerle uğraşıyoruz.
Albay, telefonu esir Ali’ye tuttu. Ses çıkarması için bir de tekme attı.
-Konuş ta homurtunu Mary duysun !..
Ali, tekmeyi yiyince kendisine uzatılan telefona hızlıca konuştu;
-Burda bize katliam yapıyorlar.Kadınlara,çocuklara işkence yapıyorlar. Oğlunuzun yüzüne bakın, o bir katilin oğlu !...
Albay şaşkınlıktan uzun süre tuttuğu telefonu birden çekti.Ali bir askerin tekmesiyle sırtüstü yıkılırken.Albay, elini ahizeyi kapatarak bağırdı;
-Niye bu pisliğin İngilizce bildiğini söylemediniz.
Sonra telefona;
-Hah..hah...bizim çocuklardan biri şaka yaptı. Hayır, hayatım..hayır bu saçmalıklara inanma...kimyasal silah kullanıldığını mı okudun...yok öyle birşey...Hadi kapatıyorum by...
Albay telefonu kapatıp esirin yanına geldi.Henry, Ali’yi savunmak istedi,albay eliyle susturdu ve Ali’nin kucağındaki çocuğa baktıktan sonra;
-Demek senin de oğlun var.Onu bizim büyütmemizi ister misin ?
-Albayın öfkesinin yatıştığını zanneden Henry bir an sevindi ama Ali’nin cevabıyla yine korktu;
-Zalim olarak yaşamasındansa,mazlum olarak ölmesi iyidir.
Daha sözü yeni bitmişti ki,albay hızla tabancasını çekti çocuğa ateş eti.Henry ve Ali’nin çığlıkları biribirine karıştı. Fakat Ali’nin çığlığı uzun sürmedi, albay tek kurşunla onu susturdu.
Albay’ın önüne geçmek için atılan ama yetişemeyen Henry acı içinde inleyerek cesetlerin yanına çöktü. Albay ona bakarak;
-Şimdiye kadar alışmalıydın.Yarın bunlardan yüzlerce daha öldüreceğiz, öbürgün belki binlerce. İsrailli eğitmenlerin söylediğini unutma; “Bunlara silahınızı doğrultun ve insan olduklarını aklınızdan geçirmeyin.Sadece ateş edin, yoksa onlar sizi öldürür.”
Henry zorlukla konuştu;
-Saçmalık. İki masumu öldürdünüz.
Biz askeriz.Görevimiz de öldürmek. Öldüreceğiz, ve dönünce unutacağız.
Henry, çocuğun kanlı saçlarını okşadı.
-Unutabilecek miyiz? Çocukları sevebilecek miyiz? Saçlarını okşayabilecek miyiz?
Unutmak lazım azizim, unutmak
yaşamak için unutmak
elimizdeki kanları yıkamak
ve çiçek sulamak....

Yeni doğan gün bizim
Sustu tüm çığlıklar
Masumlar öldü, zalimler yaşayacak
Unutmak lazım azizim, unutmak
Henry, şaşkın bakışlara aldırmadan silahını çekti;
-Anladım ki, artık unutmak da mümkün değil, yaşamak da....
Bir silah sesi çınladı, Henry’nin eli çocuğun saçlarından yavaşça yere kaydı..

Ahmet Ünal ÇAM

ozanyazar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Haziran 2006       Mesaj #1005
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
oykukart5
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
22 Haziran 2006       Mesaj #1006
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

ADALET
İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkümleri serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.

Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:

- Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.

Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:

Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.

Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:

- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.

Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.

Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:

Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister;

- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.

Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:

- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar.

Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir.

Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul'a Hazreti Fatih'in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:

- Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler. (1)

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Haziran 2006       Mesaj #1007
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
cicek
cicek

cicek

cicek


resim




baslik




aracubukaracubuk
altresim

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden
büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle,
pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik
yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler
değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta
çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk
önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini
kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu
bir cilde sahipti. "Badem" dediği gözleri ise şaşıydı.
Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki, annesi
onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.
objeminik
Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete
dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne
bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen
düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı
konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü
ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven
annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye
karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu
söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları
bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla
baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu.
Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını
söyleyerek kızı ameliyat ettiler.
objeminik
Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten
korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye
yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında,
müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.
objeminik
Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki
bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan
burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve
yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:
"Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir
çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"
Yaşlı doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!."
diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri
taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini!."
objeminik
Cüneyd Suavi
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
22 Haziran 2006       Mesaj #1008
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi


Ahde Vefa

Hz.Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derlerki
-Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek:
-Söyledikleri doğrumu diye sorar.
Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer:
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,derki :
-Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret,dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin...
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
-Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı ifnaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettğiniz için Allah indin'de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin veriseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der.
Hz Ömer dayanamaz derki:
-Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der,
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki,
-Bu zat benim yerime kalır, o zat Hz peygamber (s.a.v) efendimizin en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelen Amr ibni Asr' dan başkası değildir. Hz Ömer Amr 'a dönerek
-Ey amr delikanlıyı duydun, der.
O yüce sahabi:
-Evet, ben kefili, der ve genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medinenin ileri gelenleri Hz Ömere çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr ibni Asr'a verilecek idamın yerine, maktülün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.
Hz Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki,
-Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim.
Hz Amr ibni Asr ise tam bir teslimiyet içerisinde derki,
-Biz de sözümüzün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.
Hz Ömer gence dönerek derki,
-Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin.
Genç vakurla başını kaldırır ve:
-Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der.
Hz Ömer başını bu defa çevirir ve Amr ibni Asr'a derki,
-Ey amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?
Amr ibni Asr :
-Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der.
Sıra gençlere gelir derlerki,
-Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer :
-Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz?
Gençlerin cevabı dehşetlidir :
- Merhametsiz insan kalmadı deneyesiniz diye.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Haziran 2006       Mesaj #1009
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SEVİYOR-SEVMİYOR...

Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya
başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını
bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip
doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
"Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten
hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını
seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı
güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok
sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret
edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,
incitmekten,
bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana
ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek
artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya
dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa
benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,
sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık
kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.
Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını,
daha fazla tutunamayacağını
fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin
acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,
sonra da dökülmeye başlamış.
Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar,
sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
23 Haziran 2006       Mesaj #1010
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Deniz Fenerinin Aşkı


Bir Denizfeneri.. Okyanusla sonsuza dek komşu. Okyanusun mu ona daha çok ihtiyacı var yoksa, denizfeneri mi okyanus için vazgeçilmez bir sevgili?

Gündüzleri, denizfeneri isyanlarda... Çünkü yanıbaşındaki biricik sevgilisi gözlerinin önünde güneşle ihtirasla sevişmekte. Hep gece olsun ister, sevgilisi ona kalsın, yalnız onda bulsun gecedeki renginin güzelliğini... Denizfeneri, küçücüktür okyanusa göre ama güneşin aşkından daha büyüktür aşkı okyanusa...

Geceleri ise denizfeneri, mutluluklar peşindedir, gecenin esrarengiz sessizliğinde. Her ışık turunda çıldırır denizfeneri zevkten, adeta danseder okyanusun en uzak noktalarına uzanarak. Daha gerçektir denizfeneri, gece sadece o ve okyanus vardır sınırlı görüş gizliliğinde.

Gündüzleri denizfeneri bir hiçtir bütün aldatmalara şahit olarak. Güneş ise gece olunca bu hissi göremez.. Gece, denizfeneri ile okyanusun aşkının dansedişine güneş şahitlik yapmaz..

Gün bitiminde ve başlangıcında teslim ederler sevgili okyanuslarını birbirlerine güneş ve denizfeneri.

Güneşin okyanusla arasına giren bir engel vardır kimi zaman, bu işkencedir güneşi küçülten. Bulutlardır, bu hain, gündüz aşkında güneşe okyanusu göstermeyen. Güneş ise tüm gücüyle savaşır okyanusa ulaşmak için. O kadar yaklaşır ki, bulutlara bulutlar, yoğunlaşır, yoğunlaşır ve gökyüzü ağlamaya başlar okyanus hasretinden hesapsızca titrer.

Okyanus bütün damlaları özlemle kucaklar, her damla onu güneşine daha çok yaklaştırmaktadır. Gökyüzü ağlar, ağlar ta ki son damlası bitene kadar. Okyanus damlalarla büyür büyür büyüklüğüne daha hacim katarak aşkının sevgi damlalarıyla. Bilmezdi okyanus, her yağmurla sevgisini ona iletmek isteyen bir güneşinin olduğunu. Her yağmur yağdığında okyanus kızar güneşine gündüz onu terkettiğini düşünür, hırçınlaşır, dalgalanır öfkesinden bilemez güneşinin ona ulaşmak için savaştığını.

İntikamını denizfenerinden alır okyanus, onun neden gündüz sevgilisi olmadığını defalarca kamçılayarak sorar denizfenerine. Dalgalarını büyütür, cevap alamayınca denizfenerinden.. Denizfeneri onu teselli edemez, çünkü o sadece gece vardır gerçek gecededir onun için. Ağlayamaz denizfeneri, ağlamayı deliler gibi istesede, gözyaşları yoktur, ulaşmak istesede ulaşamaz gündüz sevgilisine. Çaresizdir denizfeneri, sadece bir dilek geçirir içinden rüzgarâ yalvarır "bulutları kaçır buradan" diye,güneşin çıkması sevgilisine sevgi dolu ışıklarını göndermesini diler.

Okyanusunun mutluluğunu ister hesapsızca... Çünkü tek mutluluğu budur denizfenerinin. Ağlayamaz, gündüz ona ulaşamaz, konuşamaz hislerini okyanusuna. Her okyanusun sahilinde bir denizfeneri vardır. Her gece denizfenerleri gemilere okyanusa olan aşkını haykırırlar, ümitsizce, yarınlarını hiç düşlemeden...Ve her gece hikayelerini anlatmak için gemileri beklerler sonsuz gecelerde...



Son düzenleyen arwen; 23 Haziran 2006 20:03 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar