Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 99

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 493.095 Cevap: 1.997
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #981
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Kan Lekesi

Sponsorlu Bağlantılar
Bu olay, Marmara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1993 yılında bitiren Dilek isimli bi kızın başından geçmiş. (Böyle anlatılıyor, soyadı yok) Dilek bir gün okuldan çıkmış, durakta minibüs bekliyomuş. Yalnız korkunç da yağmur yağıyormuş bu arada. Kızın önüne bir araba yanaşmış. İyi giyimli, temiz yüzlü bi genç, "Yanlış anlamayın nolur. Ben de yakın zamana kadar öğrenciydim. Islanmayın, gelin ben sizi uygun bir yere kadar bırakayım" demiş. Dilek kız, başta biraz tereddüt etmiş ama çocuğun iyiniyetine inanmış ve arabaya binmiş. Yolda sohbet filan etmişler. Hoşlanmışlar birbirlerinden. Çocuk, "Lütfen izin verin sizi evinize bırakayım. Bakın yağmur da iyice hızlandı" demiş, Dilek kabul etmiş taabi.

Sohbet iyice koyulaşmış. Kızın evine gelmişler, bu arada telefon değiş tokuşu yapmayı da ihmal etmemişler. Dilek çok etkilenmiş çocuktan. O hafta her telefon çaldığında yüreği hop etmiş, "Ay benimki mi arıyo?" diye telefona koşmuş. Ama arayan olmamış maalesef. Dilek yüzünü kızartıp çocuğu aramaya karar vermiş, "Belki numaramı kaybetmiştir, nolucak ki ben arasam" deyip kandırmış kendini. Telefonu ağlamaklı bi kadın sesi açmış. Meğer teyze, bizim çocuğun annesiymiş ve hıçkıra hıçkıra, oğlunun trafik kazasında öldüğünü söylemiş. Anlattıklarından Dilek anlamış ki, çocuk onu bıraktıktan 5 dakika sonra yapmış kazayı. "Keşke eve bıraktırmasaydım. Benim bunun sorumlusu" diyerek hemen kendini suçlamaya başlamış. Suçluluk duygusundan kurtulmak için teyzeden adresi almış, "En azından başsağlığına gideyim bari" diye düşünmüş. Ziyaret ağlamaklı ve de yaslı geçmiş. Ayrılma vakti geldiğinde iyice havaya giren kız, "Bana oğlunuzdan bi hatıra verir misiniz? Onu gerçekten çok sevmiştim" demiş. Bunun üzerine anne içeriye gitmiş, döndüğünde elinde çocuğun kaza günü üzerinde olan gömlek varmış. Üstelik de hala kanlar içindeymiş gömlek. Dilek çok kötü olmuş, gömleğin niye saklandığı ve niye ona verildiği anlamsızlığına rağmen yine de kadını kıramayıp almış kanlı gömleği. Ama eve gelir gelmez ilk işi gömleği yıkayıp, ütülemek olmuş. Bütün gece gömleğe baka baka, zır zır ağlamış. Sürekli de, "Onu ben öldürdüm, onu ben öldürdüm" diye tekrar ediyomuş kendi kendine. Artık ağlamaktan bitap düştüğünde gömleği yastığının altına koymuş ve yatmış. Sabah uyandığında kendini daha iyi hissediyomuş. Ama yastığı kaldırdığında bi de görmüş ki gömlek yine kanlar içinde. İnanamamış bu duruma. "Heralde dün o kafayla iyi yıkayamadım" diyerek yeniden yıkamış gömleği. Ama ertesi sabah da hiç bi değişiklik yokmuş gömlekte, yine kanlar içindeymiş. Bunun üzerine Dilek kız girdiği ruhsal çöküntünün de etkisiyle bir hocaya gitmeye karar vermiş. Çünkü başına gelen olayı mantıksal olarak bir türlü açıklayamıyormuş. Çevresinden edindiği bilgiyle değerli bir insan olan Rıza hocayı bulup olayı başından sonuna anlatmış. Rıza hoca uzun-uzun dualar okuduktan sonra Dilek e gömleği neyle yıkadığımı sormuş. Dilek te tam iki kez deterjanla yıkadığını, ilk başta gömleğin temizlendiğini fakat sabah tekrar kanlar içinde olduğunu ağlayarak anlatmış. Bunu duyan Rıza hocanın gözleri faltaşı gibi açılmış ve ellerini dileğin kafasına dokundurarak aynen şunları söylemiş... "A benim salak kızım, hiç normal deterjanla kan lekesi çıkar mı? Ace kullansana, hem renkli hem de renksiz çamaşırlarında!"
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #982
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İsimsiz Melek

Sponsorlu Bağlantılar
Gözlerini açmak için büyük mücadele etmesine rağmen henüz gözlerini açamıyordu. Nerede olduğunu ve kendini görmek istiyordu. Vücudu yeni şekillenmiş, artık bir bebeğe benzemeye başlamıştı. O dünyaya gelmeye hazırlanan, annesinin karnında mutlu mesut büyüyen bir cenindi. Kızdı ve isminin ne olacağını çok merak ediyordu. Arada bir ellerini hareket ettiriyor, bacaklarıyla neler yapabileceğini hesap etmeye çalışıyordu. En çok içinde bulunduğu yeri merak ediyordu. Kimi zaman sesler duyuyor, kulak kabartıp bu anlamadığı seslerin ne olduğunu dinliyordu. Acaba nasıl bir yerdeydi, ah gözlerini bir açabilseydi görebilecekti.

Yavaş yavaş sıkılmaya başlıyordu bulunduğu yerden. Henüz ismi koyulmamış minik kız bebeği bir an önce dışarı çıkmak istiyordu. O seslerin sahibini, annesini görmek istiyordu. Bazı zamanlar bulunduğu yerin üzerinde gezen birşey farkediyordu. Herhalde annesinin eli olmalıydı. Onu farkettiği anda heyecanlanıyor, henüz yeni çalışmaya başlayan kalbi küt küt atıyordu. Farklı birşeyler hissediyordu, sanki bir tutku, sanki değişik duyguların karışımı vardı annesinde.. Ah annesini bir görebilseydi..

Yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Anlaşılan artık zamanı gelmişti. Sonunda son zamanlarda oldukça fazla sıkıcı olan bu mekandan kurtuluyordu. Sonunda annesine kavuşabilecek, gözlerini açabilecek ve onu görebilecekti. Feryatlar eşliğinde bulunduğu yerden biraz daha ilerledi. Sert iki el onu bacaklarından tutup hızlıca çekti. Annesi öylesine bağırıyordu ki, kulakları acıdı. Ne olduğunu bile anlayamadan soğuk bir alana çıkmıştı. Sıkıcı yerde onu saran sıcak su bile yoktu. Sert eller hızla poposuna vurup, onu salladılar. Halen gözlerini açamamıştı, sadece bağıran annesini ve sert elli bir kadını hissedebiliyordu. Daha fazla dayanamayıp ağzını açarak oda " Anne ağlama.. Lütfen ağlama.. " diye bağırmaya başladı.

Üşümüş ve dinlenmiş bir halde kendine geldi. Kollarını ve ayaklarını oynatamıyordu. Anlayamadığı birşeye onu sımsıkı sarmışlardı. Aniden iki el bulunduğu yerden isimsiz miniği aldı ve kucağına yerleştirdi. Yüreği yine küt küt atmaya başlamıştı. Bir zamanlar sadece hissedebildiği o sevgi dolu, tutkulu eller onu alıp yumuşacık bir yere yerleştirmişti. Kendini alan kişinin annesi olduğunu çok iyi biliyordu. Annesini mutlaka görmeliydi.. Yavaşça gözkapaklarını kaldırmaya çalıştı. Koyu lacivert gözleri ufacık açılmıştı. Sislerin çekilmesinden sonra hayal meyal annesini gördü. Yaşlı gözlerle kendisine bakıyordu. "Acaba annem neden ağlıyor ?" diye düşündü. Herhalde kendisinin geldiğine çok sevinmiş olmalıydı. Soğuk nedeniyle annesinin göğüslerine başını yasladı. Annesinin kalbide tıpkı onunki gibi hızlı hızlı atıyordu. " Canım annem, biricik annem " diyerek tekrar bağırmaya başladı. Annesi yavaş ve şefkat dolu hareketlerle minik bebeğinin ağzına göğsünü verdi. Sonra uyumasını bekledi..

Sırtına giren buzdan bıçaklarla uyandı isimsiz minik bebek. Üşüyor ve titriyordu. Fakat hala annesinin kollarındaydı. Başını annesinin göğsüne iyice yasladı. Annesi bu soğukta nereye yürüyordu acaba ? Bir beşikte sallanırcasına, annesinin kucağında ilerlemeye devam etti. Çok uykusu vardı, eğer soğuk canını yakmasaydı bu şefkat dolu sıcak kollarda hemen uyuyabilirdi. Asla burdan ayrılmayacağım diye düşündü. O büyüyüp, abla oluncaya kadar hep annesinin kucağında kalacaktı. Böylesine sevgi dolu sıcacık yerden kim ayrılırdı ki.. Öylesine seviyordu ki annesini, konuşmayı öğrendiğinde ilk onun adını söyleyecekti. Şimdiye kadar görmediğine göre, galiba zaten babası yoktu, yada onu merak etmemişti. Hiç önemli değil diye düşündü, bu sıcak kucağa sahip, gözüyaşlı annesi onun için yeterdi..

Annesi durdu. İsimsiz bebek gözlerini açıp etrafa baktı. Ama heryer karanlık olduğundan hiç bir yeri göremedi. Neden durdu acaba annem diye düşünürken, yüzüne garip duygularla dansetmiş, ılık ve tuzlu bir damla düştü. Annesi, gözlerinden minik bebeğin yanağına damlalar damlatıyordu. Neler olduğunu anlayamıyordu, annesi neden ağlıyordu? Gözlerini kapattı. Göğsüne bir kağıt parçası sıkıştırıldı. Yanaklarında annesinin dudaklarını hissetti. Soğuktan çatlamış olmasına rağmen, tutku ve sevgi kokan dudaklar, isimsiz minik kızın yanaklarından yumuşakca öptü. Bu öpücüğü asla unutmayacaktı. Yaşadığı günlerde hissettiği en güzel duyguydu. İtinayla ve yavaşça yere bırakıldığını farkettti. " Hayır , hayır anne bırakma beni kucağından " diye haykırmaya başladı. Sıcacık ve sevgi dolu kucaktan, soğuk ve sert mermet bir zemine koyulmuştu. Hala haykırıyordu. Annesinin kucağından inmek istemiyordu, üstelik çok üşüyordu. Annesi arkasını döndü, bir kaç adım attı. " Anne, ne olur gitme, anneciğim lütfen beni bırakma! " diye son sesiyle tekrar haykırmaya başladı. Annesi durakladı. Geri döndü. İsimsiz bebek yavaşça sustu. Gelip tekrar kollarına almasını bekliyordu. Fakat annesi gelmedi, tekrar arkasına dönüp, feryatlar arasında hızlıca uzaklaşarak, gecenin, soğuğun ve merhametsizliğin karanlığında kayboldu..

Ne kadar ağlayıp haykırdığını bilmiyordu. Tek hissettiği soğuktu. İliklerine kadar üşüyor ve bir taraftanda belki gelir diye annesini çağırıyordu. Hareket etmeye çalıştı, belki kalkıp annesinin arkasından koşmalıydı. Fakat kollarını ve ayaklarını sıkıca bağlayan beyaz bezden dolayı hareket edemiyordu. Hareket etse bile koşmayı bilmiyordu ki.. Ama annesi için hemen öğrenebilirdi belki ? Soğuğun etkisiyle ayaklarını hissetmemeye başladı. Çırpınmaya çalışan kollarıda yavaş yavaş kayboluyordu. " Anneee.. " diye tekrar haykırdı. " Anneciğim neden beni bırakıp gittin, anneciğim yok oluyorum.. anneciğim lütfen gel beni al.. " haykırmaları boşunaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde haykırmalarına sadece sokak köpekleri yanıt veriyordu. Artık kollarınıda kaybetmişti. Ayaklarım, kollarım ve göğsüm neden kayboldu acaba diye düşündü. Annesizlikten olsa gerekti. Annesi onu bıraktığı için yavaş yavaş kayboluyordu. Yok olacağını, soğuk çenesine ilerleyince farketti. Artık hiç birşeyin anlamı kalmamıştı. Doğru düzgün düşünemiyordu bile. Neden buraya bırakılmış, neden terkedilmişti ? Henüz ismi bile koyulmadan, ne günah işlemişti ki ölüm cezasına çarptırılmıştı ?..

İsimsiz minik kız bebeğinin bırakıldığı cami avlusunda, sabah ezanları çınlamaya başladı. Bir bebeğin annesine " Geri dön anne " haykırmalarının, ınga sesine dönüştüğü yürek parçalayıcı serenat, Allahu Ekber seslerine karıştı. Martılar, sokak köpekleri, hiçbiri bu sahneye dayanamamış, son sesleriyle ağlıyorlardı. Minik bebek gözlerini kapattı. İki damla çıktı gözlerinden. Biri gözpınarının hemen yanında, diğeri ise yanağında donmuştu. Gözlerini son kez kapattı. Bir daha görmek istemiyordu. Ezanla beraber, miniğin seside kesildi. Bir mum alevi gibi yavaşça sönmüştü. O artık ruhları sıkan ve dünyanın sonunu hazırlayan siyah renkteki merhametsizliklere lanet eden, vicdansızlığa tutsak edilmiş bir melekti..

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #983
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Çalınan Gözyaşları


İçerden yine onu çağırıyordu babası. Çekinerek oturma odasına doğru ilerlerken içini o aynı korku bürümüştü. Yine dövecekti onu babası, ama o kötü bir şey yapmamıştı. Bütün gün odasında babasından saklanıyordu.

Kafasını oturma odasının kapısından içeri uzatıp, önce bir etrafı gözetledi. Babası koltuğa kurulmuş, elinde o Allah’ın belası tas vardı."Gelsene ulan buraya!" diye haykırdı babası onu kapıda görünce. Biliyordu, babası onu yine dövecek ve onu ağlatmaya çalışacaktı. Bir türlü anlamıyordu babasının gözyaşları ile ne yapacağını. Yanına gelmediğini gören babası biran yeninde fırlayıp, kulağından kapıp onu koltuğun oraya doğru sürüklemeye başladı.

"Eşşek sıpası, ben gel dediğimde geleceksin!"

Çocuğun gözleri dolu dolu olmuştu.

"Hergele, bir ***a yaramıyorsun, bu evde ancak yük oluyorsun" diye bağırmaya başladı babası ve ardından suratının ortasına bir şamar indiriverdi. Çocuk artık gözyaşlarını tutamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Babası hemen tası kapıp çenesinin altına tutmaya başladı.

"Tasın içine ağla ulan, boşa gitmesin gözyaşların" diye seslendi. Baktı çocuğun ağlaması kesildi, bir iki tekme ve birde kafasına bir yumruk geçirdi.

"Ağlasana len!" Çocuğun gözlerinden gözyaşları hemen boşalmaya başladı. Yanaklarından aşağıya akan gözyaşları tası doldurmaya başlamıştı.

"Tamam tamam, bu kadarı yeter. Hadi şimdi çek git de beni yalnız bırak."

Çocuk odasına koşarak kaçtı ve kendisini yatağın üstüne fırlatıp ağlamaya devam etti.

"Bak hanım! İnşallah senin arkadaş haklıdır. Birisinin gözyaşlarını içersen zengin olacaksın dedi, ama bir aydır hergün bu hergelenin gözyaşlarını içiyorum, elime para filan geçmedi," diye sızlandı adam, elindeki tası bir güzel içtikten sonra.

"Aaahh! Olur mu Bey? Kadın iki vakte kadar demişti, daha bol bol içmen gerek. Zaten bizim çocuğun bir işe yaradığı yok, bari zırlaması işe yarasın."

Bir ay daha hergün dövülerek ve ağlayarak geçirdi günlerini bizim çocuk, ama ne para geliyordu eve ne de huzur. Hergün babası onu dövüyor, söyleniyor sonra da toplamış olduğu gözyaşlarını içiyordu. Artık yavaş yavaş alışmaya ve aldırmamaya bu günlük olaydan. Gün geçtikçe daha az ağlıyordu ve odasına dönünce kendisini yatağa atacağına yarıda kalmış oyunlarına dönüyordu. "Ulan hergele! Gel bakalım buraya" diye yine çağırdı onu babası. Bu sefer içinde ne bir korku ne de bir düşünce vardı. Sallanarak gitti babasının yanına ve boş gözlerle gözlerinin içine bakarak durdu. Babası başladı bir sürü laf söylemeye. Çocuk hiç kıpırdamadan, ağlamadan durdu babasının karşısında. Ağlamadığını gören babası başladı tekme tokat girmeye çocuğa, ama nafile, çocuk ağlamıyordu. Daha da sinirlenen babası başladı onu bir güzel dövmeye, yüzünden kanlar akıyor ama bir damla gözyaşı yoktu. Artık ağlamasından ümidi kesen babası bütün sinirini onu döverek almaya koyuldu. Her zaman oturup onları seyreden annesi bile kalkıp ona vuruyordu.

"Ulan ***! Senin yüzünden zengin olamayacağız. Ağlasana be ağla!" diye haykırıyordu. En sonunda çocuk yediği dayaktan hareketsiz bir şekilde,her yanı kan içinde yere yığılıp kaldı. Kendisine geldiği zaman halasının evinde buldu kendisini. Halası gözleri yaşlı bir şekilde yaşlı bir şekilde ona bakıyor ve yaralarını tedavi etmeye çalışıyordu. Çocuk kıpırdayacak bir halde değildi ama hiç umursamıyordu.

Babası onun eve gelmesini istemiyordu artık. O da halasında kalmaktan çok memnundu. Günleri çok rahat geçiyor ve keyfi yerindeydi. Bir gün, halası eve geldiğinde onu çok telaşlı gördü. Sanki kötü bir şeyler olacakmış gibi gelmişti ona. Az sonra telefon çaldı, ama o konuşulanları duyamıyordu.

Bir baktı ki halası telefonu kapatınca ağlamaya başladı. Birden içini müthiş bir korku sardı, hemen koşup ön kapıyı iyice kilitledi. Bunu gören halası gözlerinde yaşlarla yanına koştu,

"Ne oldu yavrum? Neden kapıyı kilitledin?" diye korkuyla sordu.

"Ağlama Halacığım, yoksa babam gelir senin de gözyaşlarını çalar."
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #984
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
6 YIL SONRA MSNDE


16 yaş aşkı unutulmaz derler gerçektende öyle...birini 5 yıl sevdim çok fırsatım olmasına rağmen kimseyle birlikte olamadım sevgimden, bir yıl beraberdik ama ben beş yılımı feda ettim ona o bana beraberkende ayrıykende hiç bir zaman sevgi besleyemedi sonralarda biz ayrıldıktan sonra çok ciddi bi ilşkisi oldu olmasa kaç yazarki kızlarla her an görebiliodum onu çünkü çok gözde biriydi ama biri için sevdiğinin evlilik planı yapması sanırım çok daha ağır bişey o kazandı gitti üniversiteyi sonraki yılda ben gittim olanaksızlığı başardım ve unuttum yıllar sonra onun en yakın arkadaşıyla ablam nişanlandı ve biz bir araya geldik nişanda...ve benm bir ilşkim vardı o sırada nişandan sonra kulağıma gelen duyumlardan anlaşılan beşyıl beklenen gecikmiş bir sevgi zamansız gelen bir sevgi vardı ortada...ilşkisi bitmişti ve benim ona olan sevgimi başkasından göremeyeceğini anlamış üstelikte kendisindede duygusallık başlamışş...ama geçti artık çok geçççç işin şu kısmı daha ağır şimdi bir başkası için acı çekiorum beş yıl sonra onunda sevgisine karşılık vermemek için madem bayanı üzen erkek erkeği üzende bayansa biz demekki sadece kısır bi döngüden çıkamıoruz beş yılları aşamıoruz
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #985
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Çiçeğin Yağmura Aşkı


Erişilmez bir uçurumun kıyısında, senden başka kimsenin farkında olmadığı bembeyaz bir çiçektim ben. Sen ise, dört mevsim özlemini çektiğim yağmur. Üstüme yağışını severdim, yapraklarımdan aşağı akışını, her damlanı içime çekişimi severdim. Bedenimde seni hissedişimi. Her damlan alıp götürürdü beni adını bilmediğim, tanımadığım yerlere...

Sen yağınca susuzluğum dinerdi, biterdi kimsesizliğim, dağılırdı ürpertilerim. Serin bir meltem değip geçerdi yapraklarıma. Dünyalar benim olurdu, uçardım sevinçten. Günlerime, gecelerime; hiç kimsenin bilmediği, fark etmediği sıcak bir sevgi dolardı. Sıcak bir sevgi dolardı yüreğime. Her çocuğa gülümserdim; her kuşa, her kelebeğe, her arıya gülümserdim...

Erişilmez bir uçurum kıyısında rüzgarlara ağıt yakan, yalnız ve boynu bükük, bembeyaz bir çiçektim ben. Sen, bakışlarında sevdalar gizleyen, sevdalandığım, gözleri menekşe rengi küçücük bir kızdın.. Adına Seher demiştim, adına sevda, adına umut. Sevdam, umudum her şeyimdin. Günüm, günaydınım, günaydınlığım seninle başlardı. Tek sevenim, tek sevdiğimdin. Yağmurumdun sen; kurak günlere, ayaz gecelere inat. Hiç bitmeyen bir umut, özlem ve hazla beklerdim seni. Gelmediğin zaman boynumu büküp, kapar gözlerimi seni beklerdim. Özlemin umudum olurdu, umudum özlemin. Beklerdim, beklerdim bıkmadan, usanmadan...
Çünkü seni seçmiştim ben, sevdam, arkadaşım olarak. Sevdanı yüreğime nakış nakış işlemek için. İşlemeliydim ki, fırtınalar, boranlar içinde bile olsa kardelenler gibi açmasını öğrenmeliydim...

Umudumun bitip tükendiği anlar da oldu elbette zaman zaman. Seni beklerken, bekleyişin işkenceye dönüştüğü zamanlar da olurdu. Günlerin yıllara döndüğü zamanlar olurdu. Ama hiç şikayet etmedim, şikayet etmedi yüreğim. Çünkü seni delicesine seviyordum ve bu sevgimle mutluydum. Özlemine zor da olsa katlanıyordum bir umutla.

Sen beyaz bulutlarla gelirdin, bembeyaz gelinlikler içinde. Hayran hayran bakardım sana. Sen gelince ardından gökkuşağı gelirdi. Gökkuşağına dönüşürdün rengarenk. Her renginde umutlarım vardı, hayallerim vardı. Canlı, cansız tüm varlıklar kıskanırdı güzelliğini... Sen, hayatıma kattığım canım, gözbebeğimdin. Ben de senin cançiçeğindim. Gözlerime dolan bulut, üzerime yağan yağmurdun sen. Toprağa saçtığım umudumdun. Havaydın, hayattın, suydun, sevgime bandığım gülaydınlığımdın, günaydınımdın...

Yıllar sonra şimdi yine bekliyorum seni, bir umutla. Ama artık azalan hatta tükenen bir umutla... Ömrümün bütün dilimlerine kar yağıyor şimdi. Kar da beyaz ama ben yine de direniyorum. Çıkıp gelmeni, üzerime yağmanı bekliyorum. Bir zemheri mevsimiydi ayazda bırakıp gitmiştin hayallerimi. Bak yine zemheri. Dağlara kar yağıyor ama sen yoksun. Sen yoksun, acılara özlem yağıyor... Bak, kar yağıyor üstüme, iliklerime dek üşüyorum. Yine de yüreğimde ateşler yakıyorum. Dönersen ellerini ısıtırsın diye...

Unutmuşum, içimdeki umutların beyazlığını... Unutmuşum mavi, yeşil, al renkleri... Ne zaman bir yağmur sesi duysam, ne zaman bir su sesi, içimde sevgiler kanar, pınarlar kanar benimle. Sonra sen gelir dökülürsün içime, sen gelir dökülürsün gözlerime, kirpiklerim dökülür yollara. Gülaydınlığın doğar üstüme. İşte o zaman dağ dağ özlem kesilirim, bulut bulut, hüzün hüzün..

Gel... Gel ki, sarı papatyalar açsın, kır gülleri, kır menekşeleri, kırkkanatlılar açsın. Yol alsın umuda nazlı cerenler, ceylanlar, karda boranda yolunu yitirenler. Gel can gelsin solmuş anılara. Boşalsın sicim sicim gözyaşları, ırmak olsun susuz kalmışlara; kardeş olsun dostluklara, yüreğimdeki merhamete... Gel... Gel ki, sevginle anlam bulsun duygular, gözlerimden toprağa düşen damlalar....

Gelmeni istiyorum biten umutları, yiten sevdaları diriltmen için, solan yaprakları yeşertmen için.

Tüm ümitlerin tükendiği anda çıkıp gelmeni, üzerime yağmanı bekliyorum. Bu sitemdir sanma. Bil ki, gelmezsen solup gideceğim, bitip tükeneceğim. Bir daha bir daha hiç bir mevsim açmayacağım çiçeklerimi, gülümsemeyeceğim gül yüzlü çocuklara, gül desenli baharlara, kırlara, ceylanlara... Gel!...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #986
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
ACABA GİDER Mİ?


İLK OLARAK LİSEDE TANISMISLARDI O COCUK DAHA ONCE KİMSEYİ SEVMEMİŞ HATTA HAYATTA HİC BİRŞEYİ TAKMAYAN COK NESELİ BİRİSİYDİ TAAA Kİ O MELEĞİ GORUNCEYE KADAR.

İLK GUNDEN BERİ CARPILMISTI O GUZEL KIZA AMA Bİ TURLU SOYLEYEMİYORDU. SADECE ONUN YANINDA DOLASMAK BİRAZ DAHA YANINDA KALABİLMEK İCİN HERSEYİNİ VEREBİLECEK DURUMA GELMİŞTİ.

Bİ GUN COCUGUN EN İYİ ARKADASLARINDAN BİRİİİ SORDU."ONDAN HOSLANIYOR MUSUN?" COCUK ASLA CEVABINI VVERMİSTİ.NEDENİNİ ODA BİLMİYORDU AMA BELKİDE KİMSENİN BİLMESİNİ İSTEMİYORDU. SONRA BİRGUN SINIFTA DOGRULUK MU CESARET Mİ? OYNUNU OYNARKEN SORDULAR COCUGA "BU SINIFTA KİMİ SEVİYORSUN DİYE" COCUKTA CVP VERMİSTİ. KIZ İNANAMAMISTI. AMA COCUK MECBUR KALMISTI ACIKLAMAYA cunku oyundan once yemin edilmişti dogrular soylenecek diye! ama kız inanmamıstı askına gencin

COCUK NASIL İNANDIRACAGINI DUSUNURKEN BİRGUN DERSLERİN BİRİNDE HOCAYLA KUCUK BİR MUNAKASA YA GİRDİLER HOCA"SENİN BUTUN KİRLİ CAMASIRLARINI ORTAYA CIKARIRIM DİYE!" DELİKANLI HOCAYA SİZ CIKARMADAN BEN SOYLERİM DEMİŞŞŞTİ.. VE KALKIP SINIFTA HOCANIN ONUNDE KIZI SEVDİGİNİ SOYLEMİŞTİ. KIZ BU DURUMDAN PEK HOSNUT OLMAMISTI. AMA COCUK KENDİNE GORE DOGRU YAPMISTI AMA BİRİCİK MELEGİ BUNU DUSUNMUYORDU CUNKU ORDA SOYLEMEMESİ GEREKTİGİNİ SOYLUYORDU.GENC ASKINI KANITLAMISTI.KIZ İSE COCUGUN 8 SENELİK ARKADASINI SEVİYORDU. DELİKANLI BUNU OGRENİNCE ARKADASINA ONUNLA CIKMASINI SOYLEMİŞTİ. CUNKU KIZIN MUTLU OLMASI İCİN KENDİ CANINDAN BİLE VAZGECERDİ. VE BUNU KIZA ACIKLADIGINDA KIZ COK KIZMISTI ONA. VE ARKADASINI SEVMEDİGİNİ SOYLEMİŞTİ DELİKANLIYA. O AN DELİKANLI OYLE Bİ MUTLU OLMUSTU Kİ BİLEMESSİNİZ.


NE OLDUYSA Bİ KARNE GUNU OLDU.KIZ DELİKANLININ EN YAKIN ARKADASI İLE CIKMISTI. DELİKANLININ HAYATI KARARMISTI SANKİ ARTIK BUTUN DUNYA ONUN İCİN DARACIK BİR KUTU OLMUSTU. VE KENDİNİ KARANLIKLARA GOMDU AMA Bİ TURLU İCİNDEKİ ASKI SİLEMEDİ. BASKALARIYLA CIKMAK İSTEDİ OLMADI. 2 SENESİNDE AYRILMISTI COCUKTAN KIZ. DELİKANLI HALA ONU SEVİYORDU. AMA SADECE GOZLERİNDEKİ O GUZEL MANALİ BAKISLARLA YETİNMEK SORUNDA İDİ.

SİMDİ KIZ DELİKANLININ OLDUGU İLDEN GİDECEK... DELİKANLI COK SEVDİGİ UGRUNA HAYATINI FEDA EDEBİLECEGİ MELEGİNİ KAYBETMEK UZERE...OYLE SEVİYORKİ. HER GECE GÖZ YASLARIYLA UYUYUP KALKIYORDU. DELİLER GİBİ SEVİYORDU AMA SEVİLMİYORDU. VE KENDİNİ SADECE KARANLIK ODALARA SAKLAMISTI. ARTIK HAYALLERLE KENDİNİ AVUTUYORDU. AMA KIZ ONU SEVMİYORDU. DELİKANLI BASKASI İLE YAPAMIYORDU. SADECE GÖZU MELEGİNİ GORUYORDU.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #987
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10067
Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya

daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere,
kalp nakli için ilân vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...
Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı.
hikaye10067 kalp
Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...
Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yine de
engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına,
fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor,
anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu...
hikaye10067 kalp
"Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti
delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri,
sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte,
dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş,
onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi...
Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...
hikaye10067 kalp
Ayrılıklarından bu yana beş bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir,
her günü hüsran... Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini
kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı
bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı...
Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı,
bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini
seyrederdi... En çok da saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş,
koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu.
Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa,
kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda
değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki...
hikaye10067 kalp
Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa
yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık...
Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek
istemiyordu.. Ufak da olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek
istemiyordu... Sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi? Kendi, sevgi dolu kalbini kimseyle
paylaşmayı düşünmemişti bile ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini
silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir
ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha
ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada...
Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti.
hikaye10067 kalp
Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler
içinde daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü
bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı...
Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...
hikaye10067 kalp
O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve
görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözlerini
açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler ek*****...
hikaye10067 kalp
Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir
türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu...
Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.
Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu
uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu...
Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmıştı ama
ameliyatı kolay değildi, bir aya kalmadan geçer demişti doktor.
hikaye10067 kalp
Aylar geçmişti ama hâlâ aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün
onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlara.. En çok kan
kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi.
O da genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi
görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine
dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...
hikaye10067 kalp
Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti.
Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne
olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.
Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı
atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı.
Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği
sevdiğinin kokusu vardı mektupta... Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip
oturdu yavaşça... Kağıdı açtı ve elleri titreyerek okumaya başladı.
hikaye10067 kalp
"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını
bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her
günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu...

Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da
hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce
ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında
olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime,
sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek
bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim.
Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye...
Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık...

Senden çok uzaklardayım belki ama yine de seni görmek için uzaklardan
gelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken
yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi
bildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi
sevmemizin altıncı senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın da
sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak
olur mu? Çünkü göz yaşlarımla, adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir
sevgi var kalbinin içinde unutma. Kırmızı gülü de unutma olur mu?
Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim...
SEVGİLİN
hikaye10067 kalp
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #988
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İHANET


ben istanbulda oturuyorum benim bir arkadaşım vardı e tabi birazda güzeldi.Sevdiğim bi çocuk vardı ama meherse arkadaşıma çıkma teklifi etmiş oda kabul etmiş bundan tabi benim haberim yok neyse bunlar çıkmaya başlamışlar 16. gün olmuş ben daha yeni öğreniyorum çok kızdım ilkten arkadaşımda onu seviyordu bu çift taraflı bir aşktı benimse tek taraflıydı kabul ettim ve ondan vaz geçtim arkadaşımların tam 1 ayı olmuştu çıkalı ama daha sonra sebepsizce ayrıldılar arkadaşımın annesi duymuş çok kızmış hemde zaman geçti unuttular daha sonra bizim sınıfta bi çocuk vardı ne bileyim ona ilgi duydum çok yakışıklıydı oda arkadaşıma ilgi duyuyormuş neyse arkadaşım bunu anladı o çocuklada aram çok iyiydi sanki oda bana ilgi duyuyormuş gibi ama arkadaşıma ilgi duyuyormuş mehersem şimdi arkadaşım onu sevmiyor ama ona çok fazla aşırı derece ilgi duyuyor ama bu gerçek sevgi değil BUDA ARKADAŞIMIN BANA 2. İHANETİYDİ HERKES SEVİYOR DİYOR AMA O SEVMİYO
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #989
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Çığlık Çığlığa


VEFA..

Kimine göre bir semt adı, kimine göre bir lise adı, kime göre ünlü bir Boza markası...

Oysa bence vefa çok önemli bir olgudur, seni var edene, acılarına merdiven dayayanlara,

Dost elini tutanlara, düşecekken kaldırana gösterilecek ilgidir, sevgidir vefa....

Oysa şimdi bir bakıyorum da çevreme Balıkçısından, manavına, Bakkalından, Marketinlar zinciri patronuna,

Gazetecisinden, şairine, yazarına ve En ünlü sanatçısına kadar Vefayı bilen ve uygulayan neredeyse hiç yok, daha doğrusu bilen çok da uygulayan yok... Artık insanlık kimden ne koparırım dan başka bir şeyi düşünmüyor.

Baba oğula kazık atmak peşinde, Ağabey neredeyse öz kız kardeşine sarkacak...

Ortalık buram, buram hainlik kokuyor, buram buram sahtekarlık....

Öyleki sokakta terkedilmiş bir bebek görseniz, büyüyünce bana kazık atarmı diye düşünüp , vazgeçiyorsunuz onu sıcak bir yuvaya götürmekten. Çünkü artık bu dünyada Halk , Devletine, Devlet, Halk’ a kazık atıyor..

Vatandaş vergi kaçırıyor, Elektriği , suyu kaçak kullanıyor. Devlet 1 lirayı 3 lira alıyor.

SEVDA...

Çocukken anlatılan aşk hikayelerini heyecanla dinler, heyecanla okurdum.

Leyla – Mecnun , Kerem – Aslı ve daha niceleri....

Hayran olurdum onları dienler yada okurken, oysa şimdi aşklar gözlerde başlayıp, yatak ta bitiveriyor...

Ankarada oturan bir kız yada Erkek internetten sevgili arıyor ve pat başka şehirde 1 günlük yada gecelik o dev gibi aşkını yaşıyor... Adamın biri kalkıp ,Aşık olup çılgınlar gibi sevdiği eşini bir başkası ile paylaşabiliyor utanmadan, kıskanmadan...

Kadın kocasına doğum gününde Telekız armağan ediyor...

Ve birileri halen bu dünyada nüfus arttırmak adına ağır çalışmalar yapıyor...

Ben çocukken TRT de Nasrettin hocanın Seyahat Name adlı çizgi filmini, Barış abinin ADAM Olacak Çocuk’unu, Öztürk Serengilleri vs izlerdim. Şimdi birileri onlara nasıl adam öldürülür, nasıl tecavüz edilir, nasıl çıplak gezilir, nasıl şiirsiz –notasız şarkı söylenir, Arkadaşının sevgilisi nasıl ayartılır, Nasıl hakaret edilir onları öğretiyor.

Avaz Avaz Susmayın...

Açıkcası ben genç bir şair olarak bu gidişat dan hiç memnun değilim, ve benim gibi memnun olmayan çok az kişi tanıyorum.

Ve Öncelikle Okulları tektek gezerek devletten hiçbir kuruş almadan en azından çevre bilincini yaymaya çalışan Prof.Dr Orhan Kural’ı ayakta alkışlamak istiyorum...Ayrıca Televole Kültürüne karşı olduğunu avaz avaz haykıranlarında zamanla onların içine girdiğini görünce vay halimize diyorum....

Şimdilerde bizlerde Manço Animasyon Ekibi, Grup Gönül Ekspresi ve Gökhan Karaduman olarak okulları geziyor onlara şiir dinletileri- konserler veriyoruz.

Ama gel görki uçurumun kenarından ne kadar geri çekilebilir ve çekebiliriz onları göreceğiz...

Hani Gelin Sizde AVAZ AVAZ SUSMAYIN...

Barış Sevgi ve Aydınlık gelecekler Dileğiyle..
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #990
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
AĞLAYAN ELMA İLE GÜLEN ELMA

2074 kez okundu
AĞLAYAN ELMA İLE GÜLEN ELMA
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zamanda bir padişah ve üç de oğlu varmış. Bunlar ülkelerinde mutlu bir hayat sürerlermiş.
Küçük oğlan bir gün köşkünde otururken, sokaktaki çeşmeden su almak için bir kocakarının geldiğini görmüş. Oğlan ninenin testisine küçük bir taş atmış ve testiyi kırmış. Nine bir şey söylemeden evine dönmüş. Bir testi daha alıp gene çeşmeye gelmiş. Oğlan bu sefer de bir taş atıp testiyi kırmış. Nine sessizce evine geri dönmüş.

Ertesi gün testi elinde gene çeşmeye gelmiş. Oğlan, ninenin geldiğini yukarıdan görüp hemen eline bir taş daha almış. Uygun bir anda atıp gene testiyi kırmış.
Nine başını kaldırmış:
-Hey oğul, bir şeycikler demem.. Dilerim Mevla’dan, ağlayan elma ile gülen elmaya aşık olasın demiş, çekip gitmiş.

Oğlan da aradan birkaç gün geçince ninenin söylediğini kendine dert etmeye başlamış. Gerçekten ağlayan elma ile gülen almaya aşık olmuş. Günden güne sararıp solmaya başlamış.
Çok geçmeden padişah, oğlunun hastalandığını işitmiş. Hekimler bir türlü derdini anlayamamışlar. Günlerden bir gün kente bir hekim gelmiş. Bakması için saraya çağırmışlar. Hekim:
-Bunun hastalığı sevdadan başka bir şey değil demiş.
Oğlan da en sonunda ağlayan elma ile gülen elmaya aşık olduğunu babasına söylemiş.
Babası çok üzülmüş:
-Şimdi ne yapalım, oğlum? Biz onu nerede buluruz demiş
Oğlan:
-Ben gider onu bulurum.. Yeter ki siz izin verin diye cevap vermiş.
Padişah;
-Oğlum, bu hal ile nereye gideceksin? Onun kim olduğunu, nerede olduğunu bilmezsin. Vaz geç bu sevdadan. Dediyse de oğlan kanmamış.
-Mutlaka gidip bulacağım demiş.
Ağabeyleri de babalarına;
-Biz de onunla birlikte gideriz. Kardeşimizi yalnız bırakmaz, bu elmaları mutlaka buluruz demişler.
Bunlar yol hazırlığı yapmışlar. Üçü birlikte yola düşüp bilmedikleri ülkelere, kentlere doğru yürümeye başlamışlar.
Az gitmiş uz gitmişler; dere tepe düz gitmişler... En sonunda bir çeşme başına gelmişler.
Çeşmenin taşının üzerinde bir yazı görmüşler.
Taşta şunlar yızılıymış:
“Karşıdaki üç yolun birine giden gelir,
birine giden ya gelir ya gelmez, öbürüne giden hiç gelmez”
Büyük oğlan;
-Giden gelir yola ben gideyim demiş.
Ortanca oğlan da;
-Giden ya gelir ya gelmez yola da ben gideyim demiş.
Giden gelmez yola gitme de küçük oğlana kalmış.
Büyük oğlan;
-Gittiğimiz yerden hangimiz önce gelirse, ötekilerin gelip gelmediğini nereden bilsin? demiş
Küçük oğlan ileri atılmış:
-Parmaklarımızdaki yüzükleri çıkarıp şu taşın altına koyalım. Kim önce gelirse taşı kaldırsın yüzüğünü alsın. Sonra gelen de kimin dönüp dönmediğini bilsin.
Böyle yapmışlar. Her biri istediği yola gitmiş.
Büyük oğlan “giden gelir” yoluna çıkmış.
Az gitmiş, uz gitmiş; bilmediği bir ülkeye varmış. Orada, ‘Giren çıkandan bir şeyler öğrenirim’ umuduyla bir hamama girmiş. Hamamda tellak olarak çalışmaya başlamış.
Ortan oğlan “giden ya gelir ya gelmez” yoluna koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş... Günlerden bir gün bir ülkeye varmış. Orada bir kahveye girerek çalışmaya başlamış. Sonunda kahveci olup orada kalmış.
Küçük oğlan da “giden gelmez” yoluna düşmüş. O da az gitmiş, uz gitmiş. Çok uzun yollarda yürümüş. Otura kalka, gide gide bir gün bir çeşme başına gelmiş. Bakmış ki bir nine bu çeşmeden su dolduruyor. Oğlan yanına gitmiş...
—Nineciğim, beni bu akşam evinde konuk eder misin demiş.
Nine de;
—Ah oğul, benim bir evim var... Yattığım zaman ayaklarım dışarı çıkar. Ben kendim sığamıyorum, seni nerede konuk edeyim diye cevap vermiş.
Küçük oğlan yaşlı kadına bir avuç altın vermiş:
-Aman nine, ne olur bana yatacak bir yer bul deyince nine altınların hatırına;
-Gel oğul gel... Evim de var odam da.. Senden başka kimi konuk edeyim? Deyip, oğlanı evine götürmüş.
Evde biraz yemiş içmişler. Otururken oğlan sormuş:
-Aman nine, bir ağlayan elma ile gülen elma varmış... Nerededir onlar bilir misin?
Nine bunu duyar duymaz oğlana bir tokat vurmuş.
—Sus! Onların adını anmak yasaktır...
Bunun üzerine oğlan çıkarmış bir avuç altın daha vermiş. Nine sevinerek;
-Oğlum, yarın kalkarsın, şu karşıki dağa giderisin. Oraya bir çoban gelir. O çoban, ağlayan elma ile gülen elmanın olduğu sarayın çobanıdır. Onun gönlünün yapıp saraya girebilirsen elmaları orada bulursun. Ama elmaları aldıktan sonra doğruca benim yanıma gelesin demiş.
Oğlan da sabahleyin kalkmış. Kadının tarif ettiği dağa gitmiş. Bakmış ki orada bir çoban koyun otlatıyor. Gidip çobana selam vermiş... Oturup konuşmaya başlamışlar. Sonra oğlan ağlayan elma ile gülen elmayı çobana söylemiş.
Çoban da tıpkı yaşlı kadının yaptığı gibi bu sözü işittiği anda oğlana bir tokat vurmuş. Tokatı yiyen oğlanın aklı başından gitmiş.
—Aman çoban kardeş bana neden vurdun? Deyince çoban yeniden üstüne yürümüş.
—Sus daha konuşuyorsun, öyle mi? Diye bir tokat daha vurmuş.
—Onun lafı burada yasaktır, demiş.
Oğlan çobana yalvarmış yakarmış, bir avuç altın vermiş... Çoban altınları görünce yumuşamış.
Oğlana demiş ki:
-Ben şimdi bir koyun keserim. Onun derisini tulum çıkarırım. O tulumun içine girersin. Akşamüzeri ben koyunları sürüp saraya giderken sen de koyunların içinde saraya girersin. Çünkü saraya girerken koyunları sayarlar. Sen de koyun gibi yürüyüp kendini bildirmeyerek sürüyle birlikte içeri girersin. Geceleyin, herkes uyuyunca, en yukarı kata çıkar sessizce sağ taraftaki odaya girersin. Padişahın kızı yatakta yatar, elmaları da rafta durur. Onları, uyandırmadan alabilirsen alırsın... Eğer kız uyanırsa bağırır... Seni yakalarlarsa iş fena olur.
Çoban bunları söyledikten sonra kalkmış bir koyun kesmiş. Koyunun tulum gibi çıkardığı derisine oğlanı sokmuş. Koyunların içine katarak doğruca saraya gitmiş. Nöbetçiler koyunları saraydan içeri girerken saymışlar. Oğlan da sürüyle birlikte içeri girmiş.
Gece olmuş, herkes uyumuş. Saat dörde beşe gelirken oğlan tulumdan çıkmış. Yavaş yavaş en yukarı kata gidip çobanın söylediği odayı bulmuş. Açıp bakmış ki orta yerde bir yatak, içinde de ayın on dördü gibi güzel bir kız yatıyor... Oğlan ona bakarken, raf üzerinde bulunan elmaların biri kahkaha ile gülmeye diğeri de hüngür hüngür ağlamaya başlamışlar. Bunları işiten oğlan hemen kapıyı kapadığı gibi kaçmış, doğruca koyunların yanına gitmiş.
Elmaların gürültüsüne yatakta yatan kız uyanmış. Bakmış ki kimsecikler yok. Odanın dışına çıkmış, öteye bakmış, beriye bakmış... Kimseyi bulamayınca içeri girmiş:
-Sizi gidi yalancılar sizi... Beni aldattınız. Diyerek elmalara kızmış. Yeniden yatağa yatmış.
Aradan kısa bir süre geçince kız tekrar uyumuş. Oğlan da bir daha yukarı çıkmış.
Yavaş yavaş odanın kapısını açmış, içeri girmiş. Elmalara doğru bir iki adım atmış. Bu sırada yeniden elmaların biri gülmeye, biri ağlamaya başlamış. Oğlan korkusundan gene kaçmış. Kız uyanmış, bakmış ki kimsecikler yok...
—Hay gidi edepsizler hay. İkidir beni uykudan uyandırıyorsunuz. Gene bir şey yaparsanız sizi döverim, demiş ve yeniden yatmış.
Kız uyuyunca oğlan gene gelmiş, kapıyı açıp elmaların yanına yaklaşmış. Elini uzatıp raftan alayım derken elmalar gene gülüp ağlamaya başlamış ve oğlan gene korkup kaçmış. Kız uyanıp bakmış ki kimsecikler yok:
-Sizi gidi arsızlar sizi. Bu gece deli mi oldunuz? Üç keredir beni uykudan uyandırıyorsunuz. Bu nasıl iş? Deyip, bir tokat birine, bir tokat ta ötekine vurmuş. Sonra yeniden yatağına girip yatmış.
Aradan epeyce vakit geçmiş. Oğlan gene odaya girmiş ve rafa yaklaşmış. Elmanın birini eline almış... Bakmış ki ses yok... Öbürünü de alıp dışarı çıkarmış. Doğruca koyunların arasına gidip tulumun içine girmiş. Meğer elmalar kıza, kendilerine kızdığı için darılmışlar, bu yüzden ses çıkarmazlarmış.
Sabah olmuş... Çoban koyunları saraydan çıkarmış ve dağa doğru gitmiş.

Oğlan, saraydan uzaklaşınca kimsenin olmadığı bir yerde tulumdan çıkmış. Çobana bir avuç altın daha vermiş.
—Allaha ısmarladık, deyip doğru ninenin evine gelmiş. Nine oğlanı görünce hemen bir leğenin içine biraz su koymuş. Bir tavuk keserek kanını suya akıtmış. Suyun içine bir tahta koyup oğlanı tahtanın üstüne oturtmuş.
Kız sabah olup da uykudan uyanınca, aşağı bakmış, yukarı bakmış ki rafta elmalar yok.
—Eyvah! Bu gece elmalarım çalındı. Onlar beni üç kere uyandırdılar ama ben anlayamadım; meğerse hırsız gelmiş diye ağlamaya başlamış.
Padişah bunu duyunca sarayın kapılarını kapattırmış. Hatta şehrin etrafındaki kalenin kapılarını da kapatarak gireni çıkanı sıkı sıkı arattırmış.

Şehrin içini de aramışlar, bir türlü bulamamışlar. Falcılar fal bakmışlar. Sonunda görmüşler ki elmaları alan kanlı bir denizde gemiyle gidiyor.
—Padişahım, demişler;
-Bu adam çok uzaklara gitmiş. Bu kanlı deniz nerededir bilemeyiz...
Sonunda bu elmaları aramaktan vazgeçmişler artık. Kalenin kapıları eskiden olduğu gibi açılmış. Oğlan nineye biraz daha altın verdikten sonra
-Eyvallah deyip oradan çıkmış.
Geldiği yoldan dönmeye başlamış. Gide gide bir gün, ağabeyleriyle ayrıldığı çeşme başına gelmiş. Yüzüklerini koydukları taşı kaldırıp bakmış ki hiçbiri gelmemiş. Kendi yüzüğünü almış ve küçük ağabeyinin gittiği yola gitmiş.
Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş... Bir gün bilmediği bir ülkeye varmış. Yolunun üstündeki bir kahveye girmiş. Yorgunluk çıkarmak için kahve çubuk içmiş. Bakmış ki ağabeyi orada kahvecilik ediyor.
Yaklaşmış yanına, ama kahveci olan ağabeyi onu tanımamış. Bir ara oğlan ağabeyini yanına çağırmış. Söz arasında:
-Sen nerelisin? Filan derken, ağabeyi anlamış ki kendisiyle konuşan kardeşidir. Sonra birlikte kalkmışlar geri dönmek için yola koyulmuşlar. Şurası burası derken gene o çeşmeye gelmişler. Taşı kaldırıp bakmışlar ki, ağabeyleri gelmemiş. Ortanca oğlan da yüzüğünü almış. Ağabeylerini aramak amacıyla onun gittiği yola gitmişler.
—Kardeşim, bunlar biraz bizde dursun, sonra gene sana veririz, demişler.
O da;
-Pekiyi deyip vermiş.
Sonra bu iki ağabey birbirlerine;
-Biz bunu öldürelim; şu elmaların biri sende biri bende kalsın demişler.
Yol üzerinde bir kahveye rast gelmişler. O kahvenin bahçesinde biraz oturup yemek yiyelim demişler. Kahveciden bir hasır istemişler, kahveci de hemen getirmiş.
Bahçede ağzı açık bir kuyu varmış. Hasırı o kuyunun üstüne yaymışlar. Küçük oğlan kuyuyu görmemiş... Hasırın üstüne oturduğu gibi kendisini kuyunun dibinde bulmuş. Ağabeyleri biraz oturmuşlar. Yemek yiyip karınlarını doyurmuşlar. Kahve, tütün içmişler. Az sonra gene yola düşüp ülkelerine doğru gitmişler.
Kuyuda su olmadığı için, aşağıya düşen oğlan ölmemiş, ama bayılıp kalmış. Ağabeyleri ülkelerine varmışlar.
Babaları küçük kardeşlerinin nerede olduğunu sormuş. Onlar da;
-Biz gittik, ağlayan elma ile gülen elmayı bulup getirdik. O, bir giden gelmez yola gitmişti, bir daha gelmedi, demişler. Babaları da üzülmüş, ağlamışsa da;
-Elbet gelir diyerek kendini avutmuş.
Onlar babalarının yanında oturmada olsun, biraz sonra, kuyuya düşen oğlanın aklı başına gelmiş. Kuyunun içinde yukarıya doğru bağırmaya başlamış.
O sırada kahveci bahçede gezerken bir de bakmış ki kuyudan bir ses geliyor. En sonra kuyuya bir adam sarkıtmışlar ve oğlanı çıkarmışlar.
—Sen buraya nasıl düştün diye sorunca oğlan da başına gelenleri bir bir anlatmış. Sonra kalkıp kendi ülkesine gitmiş. Ama babasının sarayına gitmemiş. Başına bir işkembe geçirmiş ve keloğlan kılığına girerek bir kalaycı dükkânına girmiş. Orada çırak olarak çalışmaya başlamış.
Gel zaman git zaman, herkes kendi hayatını yaşamaya devam etmiş... Ama ağlayan elma ile gülen elmanın sahibi olan kız çok büyük üzüntü içindeymiş. Kızın padişah babası bin taneli bir tespih yaptırmış ve adamlarına vermiş.
—Bu tespihi alın, ülke ülke gezin. Kim başına geleni anlatarak bu tespihi bitirinceye kadar çekebilirse bu elmaları o almıştır... Onu tutup bana getirin, demiş.
Adamlar tespihi almışlar. Çeşitli ülkelere gitmişler. Gezmişler, dolaşmışlar ama kimse o tespihi çekememiş. En sonunda bu elmaları çalan oğlanın ülkesine gelmişler. Tam o kalaycının önünden geçerlerken, oğlan ustasına;
-Usta, ben başıma gelenleri anlatırken bu tespihi çekerim, demiş.
Ustası adamlara haber vermiş. Onlar da tespihi getirmişler:
-Haydi bakalım, hem anlat hem de çek demişler.
Oğlan o zaman;
-Ben bunu çekerim ama buranın padişahının yanında çekerim demiş.
Oradan oğlanı alıp padişahın yanına getirmişler. Olan biteni padişaha anlatmışlar.
Oğlan oturmuş, başına gelenleri bir bir anlatmış. Bu arada tespihi çekmeye de başlamış. Tam kardeşlerinin onu kuyuya attıklarını söylediği sırada tespih bitmiş.
Padişah da bu oğlanın kendi küçük oğlu olduğunu anlayıp, hemen kalkmış onun boynuna sarılmış.
—Vah oğulcuğum, senin başına bunca işler gelmiş de benim haberim olmamış diyerek ağlamaya başlamış.
Adamlar oğlanı alıp öteki padişaha götürmek istemişler. Ama önce elmaları alan iki büyük oğlanın cellât elinde cezaları verilmiş. Sonra da küçük oğlanı elmalarla beraber öteki padişahın ülkesine göndermişler.
Az gitmişler, uz gitmişler... Gide gide bir gün gene, elmaların çalındığı ülkeye ulaşıp, bu oğlanı padişahın yanına götürmüşler. Padişah oğlanı görür görmez ona kanı kaynamış. O tespihi bir de kendi önünde çekmesini istemiş.
Oğlan gene tespihi alıp başına gelenleri baştan sona kadar anlatmış ve tespihi de çekmiş.
Padişah;
-Oğlum, sen bu elmaları âşık olduğun için çaldın.
Ama benim kızım da bunlara âşıktır. Gel, kızımı sana vereyim, ikiniz de bu elmalardan ayrılmayın demiş.
Oğlan da:
-Baş üstüne deyip padişahın söylediğini kabul etmiş.
Küçük oğlanla kız evlenmişler. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar