Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 30

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.316 Cevap: 1.997
Moonay - avatarı
Moonay
Ziyaretçi
25 Şubat 2006       Mesaj #291
Moonay - avatarı
Ziyaretçi
Minik bir hikaye,

Sponsorlu Bağlantılar
Bir universite profesoru ogrencilerine su soruyu sorar;
-'Var olan herseyi Tanrimi yaratti?'
Cesur bir ogrenci ayaga kalkar ve yanitlar.
-'Evet herseyi Tanri yaratti!'
Profesor sorusunu yineler ve ogrenci yine 'evet efendim' diye yanitlar.
Profesor devam eder;
-'Eger herseyi yaratan Tanri ise ve seytan var olduguna gore seytani da Tanri yaratmis olur ve calismalarimizda uyguladigimiz 'Kesinlestirme' prensibine gore de Tanri seytandir.
Ogrenci boyle bir onerme karsisinda sasirir ve yerine oturur.Profesor ise ogrencilerine bir kez daha Tanri'nin
icindeki kaderin bir efsane oldugunu kanitlamaktan oturu oldukca mutludur.
Bu arada bir ogrenci ayaga kalkar ve
-Bir soru sorabilirmiyim profesor? der.Profesor de sorabilecegini soyler. Ogrenci ;
'Soguk varmidir? diye sorar. Profesor;
-'Nasil bir soru bu boyle,tabiki vardir ' diye yanitlar. 'Sen hic soguktan usumedinmi?' Ogrenci ;
-'Aslinda, fizik yasalarina gore soguk yoktur. Yasamda / realitede biz sogugu sicakligin yoklugu olarak dusunuruz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir sekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler.Ornegin,Absolute 0 (-460
derece F) sicakligin kesin yoklugudur (hic olmadigi seviyedir).Tum maddelerin bu seviyede reaksiyon verme ozellikleri bozulur ve degisir.Soguk yoktur,o yalnizca sicakligin yoklugunda duyumsadiklarimizi tarif etmek icin
yarattigimiz bir kelimedir' der ve devam eder,
- Profesor, karanlik varmidir? profesor ;
-'Tabiki vardir'. Ogrenci yanitlar,
-'Korkarim gene yaniliyorsunuz efendim.Cunku,Karanlik ta
yoktur.Yasamda/realitede karanlik isigin yoklugudur.Biz Isik uzerinde calisabiliriz ama karanligi calisamayiz. Gercekte,biz Newton'un prizmasini kullanarak beyaz isigi kirar ve renklerin cesitli dalga uzunluklari uzerinde
calisabiliriz.Ama karanligi olcemeyiz.Bir basit isik isini karanlik bir mekani aydinlatarak karanligi kirmis olur yani karanligi gecersiz kilar. Siz belli bir mekanin/uzayin ne kadar karanlik oldugundan nasil emin olursunuz?
Isigin miktarini olcersiniz! Bu dogrudur degil mi? Karanlik insanlik tarafindan , isigin olmadigi yer / mekan icin kullanilan bir kelimedir.'
Son olarak ogrenci profesore gene sorar;
-'Efendim seytan varmidir? Bu kez profesor pek emin olamamakla birlikte yanitlar;
-'Tabiki, acikladigim gibi, biz onu her gun ,her yerde onu
goruruz.Seytan/kotuluk bir kisinin baska bir kisiye her gun sergiledigi insaniyetsizliginin bir ornegidir.O , dunyadaki islenmis tum suclarda,siddette yer alir.Bunlarin tumu seytanin kendisinden baska bir sey de degildir.' der.
Ogrenci devam eder;
-'Seytan yoktur efendim.Yani o kendi basina yoktur. Seytan basit olarak Tanrinin yoklugudur.O aynen karanlik ve sogukta oldugu gibi insanin tanrinin yoklugunu tarif etmek uzere yarattigi bir kelimeden ibarettir.Tanri seytani yaratmadi. Seytan/kotuluk insanin tanrisal sevgiyi yureginde duyumsamadigi zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur.O aynen sicakligin
olmadigi yere gelen soguk ya da isigin olmadigi yere gelen karanlik gibidir.'
Profesor yerine oturur.
Genc ogrencinin adi ALBERT EİNSTEİN'dir

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2006       Mesaj #292
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
60 YIL SÜREN BİR AŞK HİKAYESİ
Buz gibi bir günde hızlı hızlı yürürken, birden ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm...
Sponsorlu Bağlantılar
Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. Üç dolar çıktı.. Bir de buruşmuş, sararmış, eskimiş mektup...
Belli ki yıllardır, o cüzdanın içinde duruyordu. Zarf öylesine harap olmuştu ki. Sadece tepedeki "İade" adresi okunabiliyordu. Mektuba bir göz attım. Bir ipucu bulma ümidi ile.. Birden tarihi gördüm.. 1924... Mektup nerdeyse 60 yıl önce yazılmış. El yazısı belli, bir kadına ait.. Sol köşeye bir çiçek resmi çizilmiş.
"Sevgili Michael" diye başlıyor mektup... ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor..
- "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..
İçimden bir ses "Bul" dedi bana.. "Mektubun sahibini bul.." Milyonla Michael var. Hangi birini bulacaksın ki.. Ama tepedeki "İade" adresi ipucu olabilir. Telefon İstihbarati aradım. Anlattım...
- "Bu adrese bağlı bir telefon varsa, bana verebilir misiniz" diye.. Sustu.. Gidip müdürüne sordu...
- "Var ama, size vermem yasak.. Ama sizin adınıza bu numarayı arar, sorarım. İsterlerse size bağlarım.. Lütfen bekleyin.."
Bekledim.. İki üç dakika sonra kızın sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim.."
Karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyor musunuz ? " diye sordum.
- "Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık." dedi.
- "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
- "Hannah annesini bir huzurevine yatıracakti. Oradan takip ederseniz,belki adresi bulursunuz.."
Ve huzurevinin adını verdiler.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş... Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki oradan bilirlermiş...
- "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..
Bir kadın "Şimdi Hannah'ın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim... Bingo..
Ses "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi..
Gecenin saat onu, ama hemen yola çıktım, Hannah'ı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama..
Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve :
"Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.."
Derin bir nefes daha..
- "Michael Goldstein harika bir insandı. Eger bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.."
Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."
İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "..Ve hiç evlenmedim... Michael gibi birisini bulamadım ki.."
Hannah'a teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız :
- "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size?" dedi..
- "Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..Cüzdanı elimde sallayarak..
O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı..
- "Hey baksana.. Bu Bay Michael'in cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda.."
Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre.. Michael yatmamıştı.. Okuma odasında kitap okuyordu.. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.. Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle :
- "Evet bu benim cüzdanım" dedi...
- "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım.. Size teşekkür borçluyum.."
- "Hiçbirsey borçlu değilsiniz" dedim..
- "Ama özür dilerim.. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum..."
- "Mektubu mu okudun?.."
- "Sadece okumakla kalmadım.. Hannah'ı da buldum.."
- "Buldun mu?.. Nerde?.. İyi mi?.. Hala eskisi gibi güzel mi.. Söyle, lütfen söyle.."
- "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça..
- "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım.." Elime sımsıkı sarıldı..
- "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
- "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."
Asansörle üçüncü kata indik... Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu... Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu...
- "Hannah" dedi.. "Bu bayı tanıyor musun?.."
Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
- "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
- "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."
- "Michael" diye yutkundu : Hannah.. "İnanmıyorum.. Bu sensin.. Benim Michael'im.."
Michael Hannah'a doğru yürüdü yavaşça.. Sarıldılar. Hemşire hıçkırıklar içinde koridora attı kendini...
- "İşte Tanrının sevgisi de bu" dedim.. "Olacaksa.. Olur.."
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?..
Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı... Huzurevi onlara, bir minik daire tahsis etti...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Şubat 2006       Mesaj #293
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dur Gitme!

Hey yeşil gözlü, bir saniye bekler misin?

Lütfen dur. Sana bir şey sormak istiyorum. Adın nedir söyle bana?

Sen o musun? O ne deme. Gerçek sevgilim misin?

Dur sıkılma, bekle bir dakika. Seninle tanışmak istiyorum. Gerçekten sen o'sundur, ben de senin gerçek sevgilinimdir. Haklısın yabancıyız ikimizde. Güven bir kerecik bana. Boşuna yıllar kaybetmeyelim. Belki sen benim tekrar karşılaşacağım belki de yıllar sonra görebileceğim gerçek aşkımsındır. Şu hayattan ikimizde ne istiyoruz ki. Sevmek, sevilmek.

Bak abartmıyorum, niye yıllarımızı kaybedelim yeşil gözlüm. Gel bak ne de güzel olacak yarınlarımız. Sevgi bahçesinin o mor sümbüllü yollarında sevişe sevişe koşacağız. Elma ağacındaki salıncakta seni sallıyor olacağım. Senden ruhumun bitmez tükenmez ıstırabını söndürmen için yardım diliyorum. Bak yarınlarımız ne de güzel, mutlu olacak. Bana güven, bari bir kerecik güven.

Haklısın dedim ya, beni tanımıyorsun, ben de seni ilk defa görüyorum. Lakin ben seni bekledim, her vakit aradım. Bu kadar çabalamışken bu yolun ortasında vazgeçmek yakışmaz bana.

Ben her zaman senin hayalini kurdum, seni hep yakınımda hissettim. O yeşil gözlerinin derinlerinde kaç defa boğuldum, boğuldum dirildim. Sence hiç mi hakkım yok aşka, sevmeye ve de sevilmeye.

Lütfen dur gitme. Sarıl bana yeşil gözlüm.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #294
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
.: Sevginin Gücü :.

Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin, çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı ormanlardan birinde güzel bir göl vardı. Suyu berrak mı berrak, serin mi serin... Gölün kıyısında hayat bulmuş boynu bükük papatya, yanıbaşında o eşsiz büyülü suyun içinde açmış olan, en az kendi kadar yalnız görünen nilüfer çiçeğine sevdalanmıştı. Onun görkemli görüntüsünü, saf, masum, asaletli halini hayranlıkla seyrediyordu her gün.



Nilüfer çiçeği de kayıtsız değildi sevgili papatyasına karşın. Birbirlerine sevgiyle bakıyorlar, şarkılar söylüyorlardı birlikte. Yalnızlıklarını unutuyorlardı şu koskoca orman içinde...


Tanrım, diyordu papatya içinden kimi kez. Bu güzelliğin yanında benim yerim nedir ki? O suyun içinde yaşar bense toprakta... Elimi uzatsam tutamam bile onu... Oysa öylesine istiyorum ki onun yanında olmayı...


- Ey güzel çiçeğim, ey benim nilüferim seviyorum seni... Lâkin öylesine çaresizim ki... Sana nasıl ulaşacağımı bile bilmiyorum... Evet, orada olduğunu bilmek, sesini duymak, güzelliğini görmek bile yetiyor bana ama istiyorum ki elini tutayım, güzelliğine dokunayım. Gel gör ki ben bir papatyayım, sen ise bir nilüfer... Ayrı dünyalarda yaşayan iki ayrı çiçek...

Nilüfer, karşılıksız bırakmadı papatyanın sözlerini:
- Papatyaların en tatlısı, kemandan çıkan müzik aynı ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır. Sen başkasın, ben başkayım, sen ordasın, ben buradayım diye yerinme. Gönül sesine kulak ver yalnız... Bir şeyi istiyorsan yürekten iste....Sevgi, aşk, ne büründüğün kıyafeti, ne makamı, ne mesafeleri ne de başka bir şeyi dinler... Onun fermanı okunmaya başladı mı her şey susar.
Her şey çaresiz kalır... Sevgi söz konusu olduğunda kişi kendi dışındaki güçlerin insafına kalmaz. Çünkü; kendisi de güçlü bir varlık haline gelir. Ruhunun derinliklerinden gelen bu ezgi güçlenmeye başladıkça kayıtsız kalamaz buna tüm evren... Sen ki benim güzelliğime, aşkınla güzellik katmakta, yalnızlığımı örtbas etmektesin. Benim ve kendinin varolduğumu ispatlamaktasın dünyaya.

Şimdi kapat gözlerini sımsıkı...
Sıyrıl tüm düşüncelerinden...
Yalnızca ama yalnızca beni düşle...
Yanımda olduğunu, gölün sularında
elimi tuttuğunu hayal et... İste beni...
Göreceksin ki sevginin aşamayacağı engel yoktur!

Papatya, nilüferin dediğini yaptı. Yalnızca ama
yalnızca onun hayalini doldurdu tüm benliğine.
Kendini güzeller güzeli çiçeğinin
yanında farzetti. İstedi... İstedi...

- Aç gözlerini!, dedi nilüfer.
Papatya şaşkınlık içindeydi gözlerini açtığında.
Sevgili çiçeğinin yanında,
gölün suları içinde bir nilüfer çiçeğiydi artık o da...

Sevmek...
İstemek...
Hayal etmek...
İnanmak...

Olmayacak şey yoktur!
Eğer ki; bu duygulara sahipseniz...


Son düzenleyen Blue Blood; 26 Şubat 2006 00:45
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #295
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HER UMUT GERÇEKLEŞECEK BİR DÜŞ BULUR..


Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de

güçlükle...

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:

- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"

Çocuk, ona dönerek:

- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik".

- "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı."

Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi."

Çocuğun kafası iyice karışmıştı.Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"

- "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:

- "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi,

"Almam mümkün değil ki!"

- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."

Çocuk biraz düşünüp:

- "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"

- "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım."

Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.

- "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."



- "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"

Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek

- "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."

- "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"

- "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya.

Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!"

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.

Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!

demişti."

* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,

* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,

* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur

* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #296
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşkımın Tarifi




Sana nasıl anlatsam bilmiyorum. Ama bildiğim tek ama tek şey seni delicesine çok sevdiğim. Seninle öyle bütünleştim ki ayrılmak değil kopamıyorum senden. Ne seni bırakabiliyorum; ne de kendimi hiçe sayıyorum. Bunların ikisini de yapamıyorum. Çünkü artık düşünemiyorum. Kafama, benliğime o kadar yerleşmişsin ki; seni oradan çıkartmak olanaksız. Belki kendimi küçük düşürüyorum ama sevgide küçük düşme söz konusu olsa bile seve seve senin için her adımı atarım. Seni o kadar çok sevdim ki artık aşkım senden bile öte. Seni sevdiğimi dağlara, taşlara kısacası her yere; bütün kainata haykırmak istiyorum Seni Seviyorum!!



Bu kelime topluluklarını defalarca senin için ama yalnız senin için tekrarlayabilirim. Biliyor musun; seni sevdiğimden beri artık çevremdeki her şey gözüme daha güzel daha hoş ve de daha ümit verici gelmeye başladı çünkü onlar bana seni hatırlatıyor...


Dağlar gibi sende içimde çok büyük tutunulması zor bir yerdesin. Tepeler gibi sende içimde ulaşılması zorsun. Zirveye sadece bir kişi çıkar senin yaşamında; işte o da ben olmak istiyorum zirvede tek ben; BEN VE SEN...

Su gibi berraksın ama içimdekileri de alıp götürüyorsun,yol gibi senin de sonun yok; yani seni sevmenin sonu yok... Bu böyle nereye kadar sürer bilemem tabi. Bunu ben belirleyemem; ama şunu bil ki seninle ölüme bile varım..!

Sensiz geçen bir gün değil bir salise bile düşünemez oldum. Sen benim; benliğim, varlığım, hayatım, geleceğim, çılgınlığım, sevincim, mükemmelim, sevdiceğim kısacası her şeyim her şeyimsin...

Sensiz bir hayatın oksijensiz yaşamdan farkı yoktur. Aldığım nefes içtiğim su yürüdüğüm yol her şeyde sen ve senden izler var.

Seni seviyorum ,Seni seviyorum,Seni seviyorum,Seni seviyorum,Seni seviyorum...
zır delime
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #297
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SENSİZ YAŞANAN SEVDA

Gece, ışıl ışıldı gökyüzü. Önce her yıldıza senin adını verdim, yetmedi. Hiç biri senin gözlerin gibi değildi. Ben yalnız senin gözlerini yıldız bildim. Herkes altında sarhoş olacağı yıldızı ararken, ben senin gözlerinde bitirdim içki kadehlerini. Her şey siyah beyazken, ben mavi bir düşte gizlendim Konuk oldum uykularına, gördüğün her rüyanın içindeydim.

Gördüğün denizmiydi ben o denizin martısıydım.Bir ormanda mı yürüyordun, en ulu ağacıydım. Sen bir dağın tepesinde görürken kendini , ben doruklarında beyazlığıydım. Sonsuz hasret ateşiydim ben her gece kapında yanan. Sen bile söndüremezsin beni. Çünkü hasretin sen varken bile dinmeyenindendi. Kolaydı sevmeler ben imkansızı seçdim. Ne kadar yakınsam o kadar uzaktın bana. Elimi uzatsam tutabilirdim ama bir o kadarda ulaşılmazdın. Kaçanlardan değildim ben, kaçmadım.

Ne zaman vazgeçmeye kalsam yüreğim o kocaman haliyle dikildi karşıma. Ben yüreğimin sesini dinledim. Ve yüreğim aslında sendin. Her sözcüğü denedim aslında seni anlatmak için. Her sözcüğün üzerinde durup bin kere düşündüm. Ya onlar anlatamadı seni ya sen onlara yetmedin. Sözcükler yetmedi ya, renklere sarıldım bende. Bir tek mavi anlattı seni. Maviye yakışan yalnız sendin. Ne kendimi sakladım ne de sözlerimi. Duygularım içtendi. Seni kendimi seve rgibi sevdim. Tutkuyla bağlıydım sana ama sevdam senin tutsağın değildi. Ben özgürlüğüme düşkündüm ve özgürlüğümde sendin.

Dinle ey yar, sana bağımlı olmadan büyüttüm ben bu sevdayı içimde. Sen olsanda büyümeye devam edecek olmasanda. Sevmişim bir kere seni kurtuluşun yok sevgimden. Seni özlemeyi en çok ben bilirim. Hiç yakınmadım seni özlemekten. Üsteklik kavuşamama ihtimali işlenmemiş soğuk bir taş gibi önümde dikilip dururken. Sana dokunamamak yüreğimi böyle acıtırken. Bil ki ben yüreğimi kanatan bu acıya inat dokunmadan tenine saatlerçe sevişebilirim seninle...



Her şey çok kolay oldu
Ne sızlandım ne de ağladım
Ani bir ölüm yada bir kalp krizi gibi kolay
Bütün şehir üstüme gelicek
Dünyam yıkılacak sanırdım ama olmadı bitti işte
Bir süre gelen gidenler oldu
Beni anlamaya çalıştılar bir işe yaramadı
Sıkıcı ve kasvetliydim
Bazen bütün gün yorganı başımdan aşığı çekim uyudum
Bazende ucuz filmler seyrettim
Günler böyle geçip gitti
Şimdi iyiyim
Sen utanç gecelerinde ben burda
Hepsi bu kadar sonrası yok
Unuttum gitti geberik, unuttum gitti, unuttum gitti
Ben akşamları sevmem, akşamlar sorun yaratır
Ben konuşmayı da sevem, gidişler hep o gidiştir
Senin geçtiğin yollardan yalnızlık çıkar gelir
Ve böyle akşamlarda içim biraz daha erir
Ben seni sevmedim, ben seni sevmedim
Ben yalan söyledim, çok sevdim
Bırak seveyim rahat edeyim
Ne sızlandım ne ağladım
Sana yalan söylemişler
Sende mutlu sayılmazsın
Başka bir sebep göster
Sen beni yanlış anladın
Kimler gelir kimler geçer
Bende bir melek değilim
Bu gün canım sevişmek ister
Ben bişey demedim, ben bişey demedim
Ben öyle demedim, çoook sevdim


zır delime

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #298
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
aj 1 saatiniz kalsa..(gercektir!)
Acil servisteydim. Meslege yeni baslamanin heyecan ve zevkini yasiyor, 'doktor bey' hitabina alismaya çalisiyordum. Her büyük hastahanenin acil servisinde oldugu gibi, burada da nöbet hareketli geçiyordu. Tecrübeli uzman hekimlerin yaninda, bana pek sorumluluk düsmüyordu. Ben sadece olup bitenleri dikkatlice izleyerek tecrübe kazanmaya çalisiyordum.
Saat gecenin bir buçuguydu. Iki bayan, kollarindan tuttuklari, 16-17 yaslarinda, esmer, topluca bir delikanliyi hastahaneye getiriyordu. Delikanlinin babasi oldugu anlasilan bir bey arkalarindan soluk soluga geliyor, bir yandan da söyle sesleniyordu:
-Kurtarin yavrumu, kurtarin çocugumu!
Nöbetçi doktor, gecenin yorgunluguyla gömüldügü koltugundan dogruldu. Bu arada hemsireler yeni gelenleri karsiliyordu. Ben doktorun yaninda ayakta bekliyordum. Adam konusmaya devam ediyordu:
-Doktor bey, oglum intihar niyetiyle ilâç içmis. Annesi fark edince, hemen getirdik.
-Aldigi ilâçlar yaninizda mi?
Adam, ceketinin ceplerinden hap kutularini çikarip doktora gösterdi.
-Su haptan on bes-yirmi tane, sundan on kadar, sundan da üç-bes tane içmis.
-Ne zaman içtigini biliyor musunuz?
-Iki saat kadar olmus.
Doktor hap kutularini uzun uzun inceledikten sonra, bir delikanliya, bir de kutulara bakti. Ardindan kafasini saga sola sallayip yüzünü burusturarak:
-Himm! Yazik, çok yazik!
Aile endise ve merak içinde, doktorun bir seyler söylemesini bekliyor, ama doktordan ses çikmiyordu. Bense, gencin midesini yikayacagimizi düsünüyordum. Kisa süren bir sessizlik, babanin sorusuyla bozuldu:
-Ne yapacagiz doktor bey?
Doktorun yüzü gerginlesti. Bakislarini ümitsizce kaldirdi. Dudaklarini isirdi. Basini çaresizce saga sola salladi. Elleriyle de çaresizlik isareti yapti. Agzindan dökülen son sözler, hasta ve yakinlari için kursun gibiydi.
-Üzgünüm! Yapilacak bir sey yok. Hem bu ilâçlar... Üstelik de geç kalmissiniz.
Ben göz ucuyla aileye baktim. Hepsinin gözleri fal tasi gibi açilmis, beti benzi atmisti. Delikanlinin yüzü korkuyla gerilmisti. Annesi ve kiz kardesinin destegiyle ayakta zor duran delikanli, birden dogrulup pür dikkat doktora bakti. Doktorun ifadelerindeki kesinligi ve yüzündeki ciddiyeti görünce sarsildi. Dizlerinin bagi çözülmüsçesine kendini yere birakti. Aile fertlerinin ayakta duracak mecalleri kalmamis olacak ki, her biri bir kenara çöktü. Baba ve anne, bir seyler mirildaniyorlardi. Uzun süren bir suskunluk ve saskinliktan sonra:
-Ne olacak doktor bey? Hiçbir sey yapamaz misiniz?
-Artik çok geç. Bu durumda maalesef bir sey yapamayiz. Yapsak da yarari olmaz. Herhalde bir saate kadar hastayi kaybederiz. Gene de hastayi müsahede altina alalim.
Ben de en az aile kadar sasirmistim. Delikanlinin yüzüne bakiyordum. Ölüm endisesi ve ümitsizlik, iliklerine kadar islemis gibiydi. Kendimce neler hissettigini düsündüm. Ölüme bu kadar yaklasmak, gerçekten zor bir durum olmaliydi. Hem, insan bir saat sonra ölecegini bilse neler düsünür, neler hisseder, neler yapardi? Aslinda her birimizin, ölüme bir saat yaklasacagi an gelmeyecek miydi? Hayatin karmasa ve med-cezirleri arasinda, ölüm gerçegini nasil da atliyor veya kendimize uzak görüyorduk. Simdi bu delikanli, geçmisini, arkadaslarini, ailesini düsünüyor olmaliydi. Veya ölümden sonraki hayati; yani bir saat sonrasini... Belki de arkasindan neler düsünülecegini, konusulacagini... Halbuki ne kadar çok plâni vardi. Simdi ise, o plânlari düsünmek bir yana, son saatini nasil geçirecegine dair dogru düsünme melekesini bile kaybetmis gibiydi.
Diger taraftan, hayat devam ediyordu. Içeride yatmakta olan bir hastanin yakinlari doktora bir seyler sorarken, sedye ile bir hasta daha getiriliyordu. O ara baska bir doktor kapidan içeri giriyordu. Biliyorum, sohbet için geliyor. Az ötede, hemsirelerin küçük teybinden, bir arabesk parça yükseliyor: Batsin bu dünya! 'Hayatla ölümün iç içeligi galiba bu.' diyorum kendi kendime.
Baba toparlandi. Yalvaran bir eda ile sorusunu tekrarladi:
-Hiçbir sey yapamaz misiniz doktor bey? Hiç mi ümit yok?
Içeri yeni giren doktor, kas-göz isaretiyle ne oldugunu sordu. Doktor ayaga kalkip kesin bir ifade ile cevap verdi:
-Intihar girisimi doktor bey. Geç kalmislar maalesef. Durum da ciddi. Yapilacak bir sey kalmamis. Sonra raporunu tanzim ederiz.
Söylenenleri dikkatle dinleyen delikanliyi ölüm gerçegi ile yüzlesmek ürkütmüstü. Pismanlik duygusu içerisinde ve titrek bir sesle doktora; 'Kurtulmak için ne yapmak gerekiyorsa yapmaya hazirim. Ne olur doktor! Beni kurtarin, ölmek istemiyorum!" dedi. Doktor orali bile olmadi. Ölüme bu kadar yakin bir kimseyi daha önce hiç görmemistim. Üstelik çok da gençti. Hayalen morga gidip, gencin otopsisini düsünüyorum. Demek, karsimda duran bu diri beden birazdan ölecek, otopsi için açilacak ve biz bir rapor tanzim edip birakacagiz! Hayat ve ölüm... Yasamak ve ölmek... Genç olmak, yasli olmak, hayati anlamak, ölümü benimsemek... Hayati ölüme bir girizgah olarak degerlendirebilmek... Ölüme her an hazir olmak... Veya kendini hazir hissetmek... Kisacasi ölümü kusanmak... Hayata ve ölüme anlam kazandirmak... Bir sürü düsünce beynime dolusuyor.
Doktor oradan uzaklasti. Ben de pesinden gittim. Biraz acemilik kokan bir tavirla sordum:
-Doktor bey! Serumla bol mayi verip, bir yandan da idrar söktürücülerle kanini temizleyemez miydik?
Doktor dönüp, gözlerimin içine bakti:
-Kardesim görüyorsun, burada ayakta zor duran yaslilar bile biraz daha hayatta kalmak için mücadele ederken, bu delikanli daha on yedi yasinda ve intihara kalkisiyor. Ölmek istiyorsa, neden ona mâni olalim? Biraz istegi ile bas basa kalsin bakalim. Ölüm ne imis, hayat ne imis düsünsün! Yasamanin degerini, ailesine ne kadar aci çektirdigini fark etsin! Dahasi Allah'i hatirlasin; kul olmayi... Ölümü ve sonrasini da tabii ki...
Arkasindan, beni bir kez daha sasirtan bir kahkaha atip söyle dedi:
-Yoksa, sende mi inandin ölecegine?
-Ne yani, delikanli ölmeyecek mi?
Gülerek, ilaç kutularini gösterdi. Elindekiler, vitamin hapi, öksürük kesici ve balgam sökücülerdi.

*) Yasanmis bir hâdisedir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #299
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İki Sigara,bir Ayrılık


Neden konuşmuyorsun? ”

Kız adamın yüzüne baktı. Cevap vermedi soruya, onun yerine çantasından mavi sigara paketini çıkardı ve beyaz çakmağını. Sinirli bir tavırla bir sigara yaktı, bir nefes aldı.

“ Neden konuşmuyorsun? ”

Hızla bir nefes daha aldı sigaradan, pastanenin beyaz plastik küllüğüne koydu sonra sigarayı. Direk bakmadı suratına adamın bu kez, kah uzaklara kah masanın üstüne, ellerine bakarak ve gözlerini kesinlikle ondan kaçırarak konuşmaya başladı:

“ Ne konuşmamı bekliyorsun ki? ” Sesi gergindi, gözlerinde her an düşmeye hazır gözyaşları... “ Her şey ortada. Ben...” Yine durakladı. Derin bir nefes aldı. “ Ben birini seviyorum, olan bu. Sen de gördün onu, sevilmeyecek biri mi? Yo, hayır. Sevilmeyecek biri olduğunu söyleyemezsin. O çok hoş, çok neşeli... Hem sen neden böyle yapıyorsun, anlamıyorum. Kaç yıl oldu biz tanışalı? Üç? Beş? Neden bu tavır? Hem neden buradayız biz? “

Yeniden sustu. Bu arada gözlerini adama dikmişti. Hüzünlü bakışları vardı adamın. “ Tuhaf, ” dedi kendi kendine “ Hiç böyle görmemiştim onu. ” Sesi her zamanki gibi etkileyiciydi adamın. Tane tane, tok sesiyle konuşmaya başladı:

“ Senin için bir önemi yok muydu? Konuştuk, dertleştik... Hem ben senin beni sevdiğini sanıyordum. Sense koluna bir adamı takmış,,,” Sinirlenmiş, bağıra bağıra konuşmaya başlamıştı. Kızdan tepki gelmeyince biraz sustu, sonra sakin bir sesle devam etti: “ Konuşulduk bir şey yok, evet. Ama öyle sanıyordum. Hayır, sanmıyordum. Emindim bunun böyle olduğuna. Bakamıyorsun bile suratıma. Utanmak değil de ne bu? İhanetin getirdiği mahcupluk... Sen de farkındasın bunun. O gün de gözümün içine baktın bir şey yapmamam için. Şimdi bana her şeyi yeni duyuyormuş, yeni anlıyormuş gibi davranma.”

Konuşurken yine bağırmaya başladığından boğazı kurumuştu. Cam sürahiden musluk suyu olduğunu bildiği halde bir bardağa su boşalttı. İki yudum aldı. Kız hala sessiz. O günü düşünüyor, belli. O gün bir arabadan inmişti kız, kırmızı bir araba yeni alınmış belli. Hoş görünüyordu her zamanki gibi. O da ne? Bir de adam inmişti arabadan, arkadaş, akraba? Adam elini tutmuştu kızın, el ele, gülüşerek gelmişlerdi masaya. Adam uzun boylu, iri yarı,,, Kız küçük, küçücük onun yanında, çocuk. Şakağında aklar var adamın, gözleri çapkın mavi. Nefret etti ondan önce, kızı kandırdığını düşündü, elini tutmasından, konuşmasından, pek beyaz dişlerini göstere göstere gülümsemesinden... Kız da bi hoş bakınca adamdan ona yöneldi nefreti. Beyaz büyük bir zarfta pek süslü olduğunu tahmin ettiği davetiyeleri dağıtmaya başlayınca şaşkınlaştı. Yavaşça masadakilere zarfları dağıtışını izledi kızın, küçük beyaz elleriyle bir zarfı da ona uzattığını gördü. Elini uzatmadı, kız gözlerinin içine baktı bir müddet, masaya koydu zarfı yavaşça. Sonra kız ağlamaya başladı, yavaşça, biraz gözyaşı döktü, kara gözleri kocaman oldu. Herkes “ mutluluktan ” dedi. Adam gülümsedi, adam herkese yemek ısmarladı, adam kızın elini sıkı sıkı tuttu, adam kızı alıp kırmızı arabayla gitti...

Kız bir sigara daha yaktı, iki nefes aldı bu sefer. Yeniden beyaz küllüğe koydu sigarayı, diğeri kül olmuştu çoktan. Sol eliyle adamın sağ elini kavradı, adamın hüzünlü gözleri parladı o vakit ama kız çekti elini. Sigaradan bir nefes daha çekti.

“ Bir işaretin için ne kadar bekledim, biliyor musun? Hep konuşmalarında, bakışlarında bir şey aradım. Beni sevdiğine dair küçük bir işaret, beni istediğine dair... Telefonun başında durup beni aramanı bekledim, şimdi arayacak beni sevdiğini söyleyecek, diyordum kendi kendime... Umutsuz bir durum, değil mi? Sen hep imalı şeyler söyledin, bazen... Bazen öyle şeyler söyledin ki sanki beni kırdığının farkında değildin. O kadar umursamaz duruyordun ki...Kız arkadaşlarını anlattın bana, iyi olduğum zamanlar kıskandırmak için yaptığını düşündüm. Öyle ya beni seviyorsun ya... ”

Sesi titriyordu, boğazına bir şeyler düğümlenmiş, ha ağladı ha ağlayacak... Bir nefes daha aldı sigaradan, adama döndü.

“ Sen ne yaptın peki? Hiçbir şey... Hiçbir şey belli etmedin. Arkadaş toplantılarında soğuk davrandın, sanki benimle hiç konuşmuyormuşsun gibi hatta beni ilk kez orada görüyormuşsun gibi... Şimdi kalkmış “ seni seviyorum “ diyorsun. Yanımda bir adam gördün, davetiyeler... aklın başına şimdi mi geldi? ” İyice sinirlenmiş, bağırarak konuşmaya başlamıştı: “ Konuşulduk bir şey yok , diyorsun. Hayır,konuşulduk çok şey var. Bir sürü söz, bir sürü anı... Benim garanti olduğumu sandın, olay bu. Hep öyle duracağımı, bir köşede seni bekleyeceğimi, her aradığında hoş sohbetler edeceğimi, hep sana güler yüz göstereceğimi... Hem sana mahcup falan değilim ben. Utanmıyorum da. O gün konuşsaydın belki değişirdi bir şeyler... Sen yine susmayı tercih ettin, benim anlamamı... Neden herkesin ortasında “ Seni seviyorum” demedin. Yine bir köşeye çektin beni, hep olduğu gibi. Yine saklanıyorsun, yine her şeyin gizli. Ne bekliyorsun, anlamıyorum. Ne yapayım? Onu bırakıp sana mı koşayım, yıllar sonra iki laf ettin diye... Sen yine imalı laflar et, ben bekleyeyim; öyle mi? Ya da keyfince yaz, gez, konuş... O beni sevdiğini söylüyor herkese, beni koruyor, beni kırmıyor. “

Sustu kız, gözyaşlarıyla ıslanmıştı yüzü, kızarmış. Adam kafasını önüne eğmişti, hiçbir şey söylemedi. Kız çantasını aldı eline, ayağa kalktı. Sakin bir sesle “ Düğüne gel, olur mu? “ dedi ve arkasına bakmadan onlara şaşkın şaşkın bakan kırmızı ceketli garsonun yanından geçerek merdivenlerden indi...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Şubat 2006       Mesaj #300
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
New York’ta yaşayan bir öğretmen lise son sınıftaki öğrencilerinin diğer insanlardan farklı özelliklerini vurgulayarak onları onurlandırmaya karar vermişti. California Del Mar’dan Helice Bridges tarafından getirilmiş süreci kullanarak her öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı. İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra herbirine üzerinde altın harflerle “Siz çok önemlisiniz!” yazılı birer mavi kurdela verdi. Daha sonra, kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her öğrencisine üçer tane daha kurdela verip onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tesbit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.

Çoçuklardan biri gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan, yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdelayı iliştirmişti.

Ardından iki tane daha kurdela verdi ve “Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdela verin. Böylece onlar da bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin!” diye rica etti.

O gün üst yönetici, suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronunun odasına girdi ve “iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü” onu taktir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdelayı yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu.

Şaşkına dönen patron, “Tabii ki!” şeklinde cevap verdi. Yönetici de mavi kurdelayı patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi. Ekstra kurdeleyı verirken de, “Bana bir iyilik yapar mısınız? Siz de bu kurdelayı onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz? Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece bunun insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş...” dedi.

O gece patron evine geldiğinde on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. “Bugün inanılmaz bir şey oldu” dedi. “Ofisteydim. Üsy düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip “İş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için göğsüme bu kurdelayı iliştirdi. Hayal etmeye çalış... Benim bir dahi olduğumu düşünüyor. ‘Siz çok önemlisiniz!’ yazılı bu kurdelayı tam göğsümün üstüne taktı. Bana ekstra bir kurdela verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken bu mavi kurdelayla kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin. Ben seni onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince ve odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum. Halbuki bu gece bir şekilde buraya oturup sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun. Seni seviyorum!” diye devam etti.

Şaşkına dönen çocuk ağlamaya başlamıştı. Bütün vücudu titriyordu. Başını kaldırdı, gözleri yaş içinde olarak babasına baktı ve “Yarın intihar edecektim baba!” dedi. “Ben senin beni hiç sevmediğini, beni hiç önemsemediğini düşünüyordum. Ama artık herşey çok farklı. Baba sen şu an oğlunun hayatını kurtardın!”

Sizin de sevginizi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu sakın unutmayın.



Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar