Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 28

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.712 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Şubat 2006       Mesaj #271
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gül Kız
Genc adam, işe giderken hergün yolunun üzerindeki güllerle dolu bahceye bakmadan geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller içini neşeyle, sevinçle dolduruyordu. Günler geçtikce güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya başladı.Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu.
Sponsorlu Bağlantılar
Her geçisinde güllere ve pencerede belli belirsiz görünüp kaybolan genc kıza bakmadan edemiyordu.
Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı. Bahçenin önüne geldiginde yüreğinin titrediğini, içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin arkasında gördügü kız, bahçede gülleri suluyordu.
Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri kaçtı.
Genc kızın hayali gözlerinden kaybolmasın diye gayret eder gibi gözlerini sabit bir halde bir güle dikerek öylece kalakaldı.
Gördüğü güzelliğin etkisinde kalıiş, sevdalandığını düşünüyordu. Genc adam, artık hergün bir öncesine göre biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm umuduyla.
Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu. Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu.
Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi. Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün, daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genc adam gelmedi.
Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu. Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla geçtiklerini gördü genç kız.
Aklından geçen korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş müydü !..
Genç kız yine hergün tüllerin arkasına geçiyor, boş gözlerle dışarıya bakıyordu. Yüzü de, artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu. Genç adam bir gün yine geçti bahcenin önünden.
Bir aydır yattığı hastaneden sonunda çıkmışs, ilk iş olarakta güllü bahçenin önüne gelmişti.
Ama ümit içinde geldigi bahçenin önünde, gülen yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara perdelerle sımsıkı kapatılmıştı.
Genc adam yolda oynayan çocuklara sordu;
"Bu evde kimse yaşamıyor mu? "
Bir çocuk; "İhtiyar bir kadın yaşıyor." dedi.
Genç adam cevabını duymaktan korkarcasına, başka bir soru sordu;
" Burda yaşayan genç kız ne oldu?"
Çocuklardan biri atıldı; "O öldü." dedi,
genc adamın yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden başka bir çocuk atıldı;
"Verem olmuş, dün öldü."
Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyacanla annesiyle babasının yanına koştu, güller arasında, sallanan sandalyede oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı;
"Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !..
Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi, yıllardır görmedigi birine kavusuyormuş gibi mutlu bir gülümseyişti bu.
Fakat gözleri kapalıydı...

ozanyazar

CimbomLu_Dj_EseN - avatarı
CimbomLu_Dj_EseN
Ziyaretçi
19 Şubat 2006       Mesaj #272
CimbomLu_Dj_EseN - avatarı
Ziyaretçi
Nasıl Gençsin Sen?


Sponsorlu Bağlantılar
Uzayda mı yaşıyorsun kardeşim,kendini bu kadar soyutlamışsın her şeyden senin için için aşk meşk seks erkekler kızlar mı var yaşamda,başka şeylere ihtiyaç duymazmısın sen,nesin sen ya nesin,acıkmazmısın sen,çişin gelmez mi senin,tuvalet kağıdına ihtiyacın olmaz mı, kaç ağaçtan yapılır bilirmisin ,hastalanmaz mısın sen,senin anan bacın kardeşin eşin dostun yoldaşın yok mu yaaa…
Ne iş yaparsın sen,açlık bilirmisin sen yokluk yoksulluk,istediğini alamamak, yardım ettin mi kimselere ihtiyaçları vardır diye,paylaştın mı hiç birileri ile neyi olursa yaa….
kaldır bi kafanı şöyle.sen hiç savaştın mı savaşa gittin mi sen,öldün mü kardeşim hiç sen,korkuların da yoktur senin,utanman da yoktur,arlanmanda,yaşamın arka penceresinde ne işe yararsın ,ne haltsın,insanmısın sen,varsa yoksa sen sen sen…ne bencilsin sen .
Uzayda mı yaşıyorsun yoksa Amerika da mı,,,,marka peşinde koşarsın değil mi,kim senin umurun da?kime diyom .İnsan mısın sen…nasıl insan…duygu var mı sende duygu …ne duygusu seninkisi…elinde cep telefonu,vır vır konuş,çatır çatır mesaj,sen mi ödüyorsun parasını ya….sadece aşk meşk duygusu mu …onu bile hissedemezsin sen .
Sen hiç kitap ,gazete okumazmısın yada haber dinlemez misin yaşamak sadece senin uçkurun mu , yada sırf senin ihtiyaçların mı…uçaklar düşüyor,mayınlar patlıyor,insanlar ölüyor,sen neresindesin bunların ,sana dokunmuyor mu bunlar ,hayvanmısın kardeşim desem hayvana hakaret olur.

Sen hiç hastalanmazmısın,,,hasta hiç akraban yok mu senin,ölmeyecekmisin ,metal misin,metalin bile dayanma kırılma noktası var,sen nesin,yarının yok mu senin,ne beklersin sen,ya sen yalnız sevgilin terk edince mi ağlarsın ,yada seni üzünce mi ağlarsın ,başkalarının dertleri ilgilendirmez mi seni.sen hiç terledin mi, alınterinden bahsediyorum şapşalll… alın teri..emek ..iş …işsiz kaldın mı sen ?iş aradın mı günlerce ,evde yiyecek bekleyen,insanların yüzüne bakamadığın oldu mu hiç, arkadaşına iş aradın mı hiç….sen hep eğlenirmisin ,dans , mans,müzik, yeme içmeee….*** ye sen yaaaaa….taş yee yaaa…

Adama sorarlar ya sen hiç ölmeyecekmisin ,ya sen ne için yaşarsın,ya sen kimsin nerden geldin nerde yaşarsın,,,senın kafanda başka insanlar için bir planın var mı,sana verilenleri sen nasıl geri vereceksin onlara,ha vermek gibi derdin olmayabilir.....şiir var ya ..."seni ottan boktan ayıran şeyler"diye Can Yücel'in.....ne ayırır seni....sana başkaları nasıl bakar,kim niye saygı duyar....çocuk yaptın mı sen,işten atıldın mı,annen öldü mü senin?abin hapse düştü mü,taksim de mendil satanları,arka sokaklarda tiner çekenleri gördün mü hiç,üç kuruş için bedenlerini satmak zorunda kalanların farkındamısın,zevkten mi yaparlar bunlar hiç düşündün mü?hiç için başkaları için acıyor mu?acıyorsa elinden bir şey geliyor mu?ya sen niye okudun derler adama ,okudun ne oldun,ne öğrendin kime yaradı.....

Yaşamak nedir,mutluluk nedir,şiir nedir,şarkı nedir,aşk ne dir?ne anlam ifade eder,aslında saatlerce konuşabiliriz bu tür konuları,hayat kazançlar getirmeli en verimlisinde ister insan,ister para ,ister mutluluk ister keyif..ama bazen elinde olmayan nedenlerle yada dış güçlerin etkileri ile zorlaşabilir,kolay da olmamalı,ama umut hep olmalı...yaşam kaynağı hayat enerjisi hep olmalı…tutunacak dalımız,tahtadan atlarımız hep olmalı..
davranış bilimlerinde insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğu anlatılır....farzet ki iyi bir işin , iyi bir kazancın var,mutlu olmak için yeter mi?iyi bir evliliğin var,ama çocuğun spastik....hangi eş sana mutluluk verir,trafik kazası,hiç de istemeden,yada alkolik bir koca,yada har vurup harman savuran bir anne,sorumsuz duyarsız,yada okumayan çocuğun,mutlumusun,dünyayı dolaştın,ama yanındaki eş....seni hala anlamıyor yada,cinsel sorunları var,mutlu olamıyorsunuz,mutlumusun?Kendi işyerin var,müşterilerin battı,mutlumusun….devran ters dönebilir,

Henüz vakit varken,daha yolun başındayken
Her şeye hazırlıklı yakalanmak ,neye nasıl göğüs gerebileceğini bilmek,bir dahası yok bunun demek,affetmek,affedilmek,değer bilmek,kıymet bilmek,adil olmak,insancıl olmak,sevmek,tutulmak,çalışmak ,emek vermek hayata ,ve insanlara
Acı vermeden,incitmeden,kırmadan
tesadüf doğumun,mutlu yaşayanı olmak, en güzeli.



Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
19 Şubat 2006       Mesaj #273
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Sevgilerimle...


Düsundürecek bir olay...
Jack yavaslamadan once Takometreye bakti: Hiz limitinin 50 oldugu
yerde 73 ile gidiyordu ve son dort ay icerisinde dorduncu defa polis
tarafindan durduruluyordu. Bir insan nasil bu kadar sanssiz
olabilirdi?
Jack arabasini saga cekti. "Insallah su anda yanimizdan daha hizli
bir araba gecer" diye dusunuyordu.
Polis elinde kalin bir not defteri ile arabadan indi.
Bob? Bu Polis Kiliseden Bob degilmi?
Jack iyice arabasinin koltuguna sindi. Bu durum bir cezadan daha
kotuydu. Kiliseden tanidigi bir Polis, arkadas olduguna bakmaksizin
birini durduruyordu. Hemde hizli gidip, trafik kurallarini ihlal ettigi icin.
"Merhaba Bob. Birbirimizi yeniden boyle gormemiz cok ilginc"
"Merhaba Jack" Bob gulumsemiyordu.
"Beni, karimi ve cocuklarimi gormek icin eve giderken yakaladin"
''Evet oyle" Bob umursamaz gorunuyordu. !
;"Son gunler eve hep cok gec geldim. Cocuklarim beni uzun suredir
hic gormedi. Ayrica Diana bana bu aksam Patates ve biftek
yiyecegimizi soyledi. Ne demek istedigimi anliyormusun?"
"Evet ne demek istedigini anliyorum. Ayrica trafik kurallarini ihlal
ettiginide biliyorum." diye cevapladi Bob.
"Eyvah! Bu taktik fazla ise yaramayacak gibi. Taktik degistirmek
gerekli" diye dusundu Jack
"Beni kac ile giderken yakaladin?"
"Yetmis. Lutfen arabana girermisin?" dedi Bob.
"Ah Bob,bekle bir dakika lütfen. Seni gordugum anda Takometreye
baktim. Sadece 65 ile gidiyordum."
"Lutfen Jack, arabana gir" diye usteledi Bob.
Jack cani sikkin bir sekilde arabasina girdi, kapiyi carparak
kapatti. Bob not defterine bir seyler yaziyordu.
"Bob niye benim ehliyetimi ve araba ruhsatini istemiyorki" diye
dusundu Jack.
Ne olursa olsun, bundan sonra kilisede bu adamin yanina
oturmaktansa,birkac Pazar Jack kiliseye gitmeyecekti.
Bob kapiyi tiklatiyordu. Jack arabasinin penceresini 5 cm kadar
acti.
Bob Jack'a bir kagit verdi ve gitti.
"Ceza degil bu" diye kendi kendine soylendi Jack. Bir anda
sevinmisti. Bu bir yaziydi ve kagitta sunlar yaziyordu:
"Sevgili Jack, benim bir kizim vardi. Alti yasindayken cok hizli
araba kullanan biri tarafindan olduruldu. Bu kazadan dolayi, adam
cezalandirildi. 3 ay hapishane cezasiydi bu. Bu adam hapishaneden
cikinca kendi cocuklarina sarilip, opup, onlari tekrar koklayabildi.
Ama ben... Ben kizimi tekrar koklayabilip, opebilmek icin, cennete
gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adami affetmeye
calistim. Bin kerede basardigimi zannettim. Belki basarmisimdir, ama
hala kizimi dusunuyorum. Lutfen benim icin dua et ve dikkat et Jack,
tek bir oglum kaldi."
Jack 15 dakika kadar bir sure yerinden kipirdayamadi. Daha sonra
kendine gelip, yavas yavas evine gitti. Evine varinca, cocuklarina
ve karisina sikica sarildi.
Hayat cok degerli, surekli dikkat et. Dikkatli araba kullan ve
baskalarinin hakkina saygi goster. Hicbir zaman unutma, istedigin
kadar araba satin alabilirsin, ama insan hayatini...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Şubat 2006       Mesaj #274
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
unbenannt6hl

ÇİÇEĞİN SUYA AŞKI


Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.

İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.

Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.

İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...

Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.

Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.

Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.

Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...

Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.

Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...

Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."

Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.

Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2006       Mesaj #275
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevginin Gül Rengi

Ne zaman “bayram” dense
Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde
Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi
Bir yerde sevgiler ağlar benimle

Küçücük bir çocuktum o zamanlar. Yedi veya sekiz yaşlarında. Kokusuna doyamadığım, sıcaklığını doyasıya içime sindiremediğim annemi kaybetmiştim. Saçımı okşayacak bir anam yoktu artık. Ne de sırtımı örtecek şefkatli bir el. Amansız bir hastalık dediler adına, çocuk aklım ermedi. Çocuk aklım ermedi anayı yavrusundan ayıran, eti tırnağından söken, sevgileri linç eden, adına “ölüm” denen bu “göç” ü. Geceler benimle ağladı sessiz sessiz... Günler benimle... Sabahlar benimle...
Bulutlarda yüzü şekilleniyordu sanki anamın gökyüzünde, her özlediğimde baktığım. Yağmur yağmur iniyordu elleri yüzümü okşarcasına. Yağmurun elleri anam kadar sıcaktı... Bir okadar soğuktum ben, bir okadar ürkek, bir okadar masum ve korunmaya muhtaç. Hani yaprağı titrer ya bir çiçeğin; Bilmez niye... Titrer ya içi bir çocuğun, hüzün iner gözlerine ... Üzülür, üşür ve koynuna sokar ellerini ısınmak için. Bir avuç bulamadığından kendine...

Bulutlar ve ben hep aynı yerdeyiz hala. Özlemlerin vuslatında. Kimsesizliğin ayazında...
Bulutlarda bir resim.
Elimden tutuşunu hatırlıyorum bir gün babamın,”Hadi gel” deyişini.”Köye gidiyoruz, ninenler bizi bekliyor, seni oraya bırakacağım” Küçücük yüreğimden taşan acılarımla son bir kez daha bakıp odama selamlıyorum bulutları.
Yeşilin her tonu, göz alabildiğince, sözleşmişçesine, burada toplanmıştı sanki. Adını bilmediğim dünya kadar böcek ve kuş. Gökkuşaği bir halı gibi serilmişti çiçek çiçek... Toprağın sesi yükseliyordu çıplak ayaklarımın altında. Mutluydum...

Bulutlar ve ben hep aynı yerdeyiz hala...
Yaşamımı renklendiren analı kuzuyu orda tanıdım işte, adını Berfin koyduğum. Küçücüktü. Simsiyah gözleri, ağzı ve kulaklarıyla bir sevgi yumağıydı sanki. İçimdeki boşluğu dolduruvermişti bir anda. Hissetmiş miydi ne öksüzlüğümü? Ne zaman dalıp gitsem dünlere, bitiveriyordu yanı başımda türlü türlü oyunlarla. “Al bu kuzu senin olsun, istediğin gibi bak ona” dediler. Dünyalar benim olmuştu sanki. Bir kuzum vardı artık. Yalnız değildim. Ben, kuzum ve de anası...
Sonradan Serfin’ de katıldı aramıza. Serfin: evimizin haşarı bir o kadar da sevimli köpeği.
Artık, Serfin ve Berfin’in bakımları bana aitti. Bu sorumluluk altında her sabah erkenden kalkıyor ellerimle onları doyuruyordum. Ne güzeldi Berfin’in annesinin peşinden koşması! Annesiyle oyunlar oynaması ne güzeldi! Ama, ne yazık ki uzun sürmedi bu “analı kuzu” mutluluğu. Bir eve bir öksüz yetmezmiş gibi acı bir haber dağlayıverdi yeni baştan çocuk yüreğimi. Kuzucuğumun anası yediği bir ottan zehirlenerek ölmüştü.

Ölüm bir kez daha çöreklenmişti kapımıza.
Kuzucuğum öksüz kalmıştı. Daha bir sıkı sarıldım sanki bu olaydan sonra Berfin’e. Ona yalnızlığını unutturmam lazımdı. Öksüzlüğünü... Serfin olayların farkında gibiydi. Ya da bana öyle geliyordu. Ne zaman melemeye başlasa Berfin, hemen onun yanıbaşında bitiverip, bir şeyler yaparak onu neşelendiriyordu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Biz üçümüz üç dost, üç kardeş, üç sırdaş gibiydik. Biraz geç uyansam ikisi birden kapımda bitiveriyordu.

Yemyeşil kırlar bizimdi uçsuz bucaksız.
Bir de bulutlar vardı
Mavi bulutlar
Beyaz bulutlar
Bulutlarda şekiller vardı
Bulutlarda iki resim
Yağmur daha çok yağıyordu sanki
Bulutlar ve ben aynı yerdeyiz hala
Bulutlar kuzum köpeğim ve ben

Bir tatlı koşuşturmaca başladı günlerden bir gün evin içinde. Bir telaş. Çarşı pazar alışverişleri. “Hadi sana bayramlık alalım” dedi ninem. Hep beraber şehire gidip bir şeyler aldık. Çizgili beyaz gömleğim, mavi pantolonum ve yeni Trabzon derbey lastiklerim çok güzeldi. Gül rengi kırmızı kravat ve kurdele de isterim diye tutturdum. Berfin’e, Serfin’e ve bana. Kırmadılar. Aldılar. “Birazda kına alalım” dedi ninem. “Ellerimize yakarız. Berfin’i de kınalarız” Sevindim.
hayvan pazarı dedikleri yer çok kalabalıktı. Hiç bu kadar insanı bir arada görmemiştim. Meydanlar koyun, kuzu ve danalarla doluydu. Kınalanmıştı kimisi, kimisi renk renk boyanmıştı. Bir anlam veremedim. Çocuk yüreğimin coşkusuyla yarının heyecanı sarıvermişti içimi. Yarın bayramdı... Kurban bayramı...

Ne zaman “bayram” dense
Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde
Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi.
Bir yumruk tıkanır genzime, kelimeler titrer
Titrer yüreğim
Bir yerde sevgiler ağlar benimle.
Bulutlar ağlar

Kınalar yakıldı ellerime. Berfin’in başına kınalar yakıldı o gece. Anlayamadığım bir fısıltı vardı evin içinde. Sanki duymamı istemiyorlarmış gibi gizli gizli konuşmalar. Berfin ve Serfin çoktan uyumuştu. Ben de uyumalıyım. Yarının heyecanı daha şimdiden sarmıştı içimi. Ayakkabılarımı sildim, ninemin kınalı ellerimi bağladığı bezlerle, parlattım. Bir daha sildim. Şimdi daha parlak olmuştu. Elbisemi kapının arkasına astım. Gözümün önünde dursun diye. Uyandıkça bakarım. Kırmızı kravatım, iki tane de kırmızı kurdele duruyordu başucumda. Biri benim için, biri kuzucuğum, diğerini de köpeğimin boynuna bağlayacağım.

Kınalı ellerimin kokusu karıştı bahar kokulu odama. Gece bir başka güzeldi sanki. Perdemi araladım, bulutlar yıldızlara bırakmıştı gökyüzünü. Göz kırptı biri, diğeri yer değiştirdi... Kaydı gitti... Tutamadım..

Boğuk bir ulumayla uyandım. Köpeğim, kapımın önünde havlıyordu. Önce ellerimin bağını çözdüm kurumuş kınaları topladım. Kapıyı açar açmaz yatağıma atladı Serfin. Paçamı tutup bir yerlere götürmek istercesine gözlerimin içine baktı. Acı çektiği her halinden belliydi. Daha yataktan kalkmamıştım ki kuzucuğumun acı meleyişini duydum. Birden bahçeye attım kendimi. Kınalı kuzumun gözleri bağlıydı ve sürüklenircesine bir ağacın altına yatırılıyordu. Kocaman bir çukur açılmıştı yanı başında.
Hani titrer içi bir çocuğun, korkar, üşür, üzülür, ağlar ve koynuna sokar ya ellerini, tutacak el, sığınacak kucak bulamadığından kendine... Oradayım işte!

Ninemin sesi duyuldu. “Berfin’i kurban ediyoruz. Sana başka bir kuzu daha alırız sonra. Bugün kurban bayramı”
Toprak kaydı ayaklarımın altından
Bulutlar kaydı ayaklarımın altına
Sesler çığlıklara karıştı
Kızıla döndü yeşil
Ellerimdeki kına sızladı
Kapının arkasındaki gül rengi kravatım
Çaresizliğim büyüdü kocaman çocuk gözlerimde
Hiç bir şey yapamamanın acizliğiyle yandım
Gök yere indi gürültüsüyle
Şimşek şimşek
Yanağımdaki damla utandı
ışıldadı ıslak gözlerim, ve...

Başımı sokup yorganın altına
Yitip giden sevgilere ağladım...

Ne zaman “bayram” dense
Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde
Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi.
Bir yerde sevgiler ağlar benimle.
Bulutlar ağlar

Bulutlar ve ben hep ayni yerdeyiz hala
Bulutlarda üç resim
Haykırabilseydim nefreti
Haykırabilseydim sevgiyi
Anlatabilseydim dostluğu
Yapamadım.

Kara bir bulut gibi çöreklendi o bayram sabahı küçücük yüreğime.
Kimse anlamadı.
Kimseye anlatamadım .
Bayramları neden sevmediğimi...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2006       Mesaj #276
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Aşkımızı Öldürmeyelim

Geçen gün işten eve dönerken,genellikle kitap okuduğum halde o gün canım kitap okumak istemedi ve bende camdan dışarı bakmaya başladım,aslında gördüklerim hep aynıydı,tanıdık evler,tanıdık ağaçlar ve dükkanlar...sonra birden yoldan gecen araçların içine bakmaya başladım.Aslında onlarda tanıdıktı aracın içindeki insanlar genellikle yola bakıyorlardı ve birden bir şey fark ettim. Yanımdan geçen araçların içindeki insanların çoğu sadece dışarıya bakıyordu, şoför koltuğunda oturan adam sola bakarken yanındaki kadın da sağa bakıyordu, arka koltukta da, ya çocuk ya da eşyalar oluyordu ve bu insanların yaşları orta yaş civarıydı yani evliydiler ya da uzun süredir birlikteydiler, diğer taraftan birbirlerine bakarak ve konuşarak seyahat edenlerin ise ya flört eden ya da nişanlı belki de yeni evli çiftler olduğu anlaşılıyordu. İşte o an kafamda bir şimşek çaktı ve o günden sonra kitap okumayı bırakıp hep yolda yanımdan geçenlere bakarak tahmin etmeye çalıştım, kimler evli ya da uzun süreli beraberlik yaşıyor, kimler daha işin başında. Lütfen sizde yoldayken bir bakın, seyahat ederken önüne ya da camdan dışarı bakarak gidenlerin çoğu evli, ama konuşarak ve birbirlerine bakarak gidenlerin çoğu bekar ve işin daha çok başında. O zaman anladım ki, aşkı evlilik öldürmüyor aşkı uzun süreli beraberlikler ve yaşanan monoton heyecansız birliktelikler öldürüyor, işte o zaman kendi beraberliğime dışarıdan bakmaya çalıştım ve ne gördüm dersiniz. Hayatın akışına kapılmış, evden işe, işten eve koşuşturan, hayatında yeni hiç bir heyecanı olmayan ve çok uzun süredir gerçekten dolu dolu sohbet etmeyen, sadece çocuktan, işten ve sıkıntılardan konuşan, akşam yemekten sonra televizyon karşısına geçen ve kanepede (ayrı ayrı kanepelerde) uzanan bir çift gördüm. O gün kapıldığım dehşeti anlatmam oldukça güç, bize ne olmuştu, her şeyi unuttuğumuz, beraber olabilmek için bütün zorluklarına katlandığımız beraberliğimize ne olmuştu? Yaşadığımız heyecan nereye gitmişti? Nasıl bitmişti ve biz farkına varamamıştık? Sonra çevreme baktım ve diğer çiftlerinde bizim gibi olduğunu gördüm.İşin komik yanı insanlar bu hale gelirken, fark etmiyorlardı ve başkasının hayatının bu hale geldiğini anlattığınızda "vah vah" diyorlardı, oysa onlarda aynı durumdaydılar, sadece öyle bir şey yokmuş gibi davranıyorlardı. Herkes bir başkasının hayatına imrenir, İnternet te chatleşerek kaybettiği bu heyecanı bulmaya çalışır bir hale gelmişti. Birden eşimin de evdeyken çoğu zaman nete girdiğini fark ettim,ve gördüm ki ben onu ve aynı şekilde o beni sadece eşi olarak görmeye başlamıştı, işte o gün bu gidişe bir dur demeye karar verdim. Ama ne yapabilirdim, bununla ilgili dergilerde pek çok yazı olduğunu fark ettim, itiraf etmeliyim yapılan önerilerin pek çoğu uygulamada problem olan maddelerdi, ayrıca onları yaparsam başkasının elbisesini giymiş gibi olacaktım,ben kendi çözümlerimi bulmak istiyordum. Onlarında verdiği öğütleri baz alarak,oturdum ve kendimce bir acil durum planı çıkardım ve uygulamaya başladım. Öncelikle eşimle birlikte çocuğumuz olmadan baş başa yemeğe çıktık, itiraf ediyorum ilk denememiz biraz zor oldu, çünkü eskisi gibi konuşacak konu bolluğu yoktu, işten güçten ve çocuktan bahsetmemeye karar vermiştik, evde daha az tv seyretmeye onun yerine müzik eşliğinde sohbetler yapmaya başladık ve en önemlisi birbirimize karşı çok açık olduk, sohbetten sıkılan bunu diğerini kırmadan söylüyordu, aramızda zorlama olmamasına dikkat ettik. Baş başa sinemaya gittik ve bunu yıllar sonra yaptığımızı fark ettik, birbirimize telefondan mesajlar çektik, içimizden geldiği an ve geldiği gibi olmasına özen gösterdik ve birbirimiz için kendimize özen gösterdik, hafta sonları ben eşofmanlarımı üzerimden çıkardım, daha özenli giyindim, tıpkı flört ederken eşimin beni ziyarete geldiği günlerdeki gibi, eşimde hafta sonları tıraş oldu, daha özenli giyindi, deniz kıyısında hafta sonu yürüyüşleri yaptık,pamuk helva yedik ve sohbet ettik. Kısacası, eşimi sadece eşim olarak değil, sevdiğimiz insan olarak görmeyi ve onu yeniden sevmeyi öğrendim, bu gün ondan bir gün ayrı kalsam, eşimi yeniden özlüyorum, onunla küçük kaçamaklar yapmayı dört gözle bekliyorum ve artık eşim internette chat yapacaksa benimde yanında olmamı istiyor ve nete çok daha az giriyor .Bunları niye yazdığıma gelince, hiç bir şey için geç olmadığını düşünüyorum, birlikte olduğumuz kişinin değerini onu kaybetmeden fark etmeliyiz diye düşünüyorum ve kendimizi hayatın akışına kaptırıp sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.




Son düzenleyen Blue Blood; 22 Şubat 2006 13:51
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
22 Şubat 2006       Mesaj #277
kambis - avatarı
Ziyaretçi

Kanuni Sultan Süleyman'dan:

Süleymaniye Camiinin inşaası sırasında bir ermeni usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni usta, sultandan şikayetçi olur. Kadı, ikisini de huzuruna çağırır. Kanuni ve usta, kadının karşısında ayakta beklemektedirler. Karar açıklanır: "Kısas!" yani Kanuni de aynı şekilde cezalandırılacaktır. Ermeni usta, adalete hayret eder ve:
-"Madem dininiz bu kadar adil, hem davamdan vazgeçiyorum hem de müslüman oluyorum"

Davadan sonra Kanuni, kadıya:
-"Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm"

Kadı, oturduğu minderin altından bir hançer çıkarır ve :
-"Sultanım siz de eğer 'ben padişahım' diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım..."




Bir Derviş:

Garip dervişin biri büyük bir köşkün önünden geçerken evin 'av meraklısı ve zalim' olan beyi, yardımcıları ile ava gitmek için evden çıkıyorlardır. Dervişle selamlaşırlar. Aksilik bu ya o gün hiç birşey vuramadan dönerler. Bey çok sinirlidir:

-"Sabah ava giderken karşılaştığımız o dervişi bulun çabuk! Onun yüzünden işlerim ters gitti. Uğursuzu getirin bana!"
Yardımcıları hemen dervişi bulup beyin huzuruna çıkarırlar. Bey kükrer:

-"Bre uğursuz adam! Senin yüzünden elimiz boş geldik! Hiçbir şey vuramadık! Tiz vurun kellesini!"

Derviş, beye şöyle der:
-"Beyim sabah selamlaştık. Siz hiçbir şey vuramadınız. Ben ise kellemi kaybediyorum. Siz söyleyin, hangimiz daha uğursuzuz?"
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
22 Şubat 2006       Mesaj #278
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Yaşanmış bir olay:

1974'teki Kıbrıs çıkarmasına katılan bir asker anlatıyor:

"Çok şiddetli bir taarruz vardı. Mermiler kulağımızın dibinden geçiyordu. Siperde daha önce hiç görmediğim bir asker yanıma yaklaştı. Belli ki bizim birlikten değildi. Bir zarf çıkardı ve:
-"Memlekete dönünce bu zarfı, üzerindeki adrese bırakır mısın?"
-"İkimiz de döneriz inşallah" dedim.

Israrla kendisinin dönemeyeceğini, benim ise memleketime ve aileme kavuşacağımı söylüyordu. Biraz isteksiz de olsa zarfı aldım. Ancak o çatışma sırasında birbirimizi kaybettik. Taarruz bitip memlekete döndüğümden bir-iki yıl sonra eski eşyaları karıştırırken o zarfı buldum. Unuttuğum görevi, geç te olsa yerine getirmek için İstanbul'a gittim. Üzerindeki adres, Aksaray'da eski bir eve götürdü beni. Kapıyı yaşlı bir amca açtı.

-"Merhaba amca. Ben Kıbrıs'ta savaşan oğlunuzdan bir mektup getirdim. Belki kendisi de gelmiştir."
-"Bizim Kıbrıs'ta savaşan bir oğlumuz yoktu"

Beni içeri davet ettiler. Eşi, bir fotoğraf albümü ile geldi. Fotoğrafları gösterip:

-"Sana zarfı bu genç mi verdi?"
-"Evet. Çok iyi hatırlıyorum. Buydu." ve işte o an beni şok eden ve hala aklımı başımdan alan şu cevabı verdi:

-"Bu çocuk benim oğlumdu. Fakat onu 15 sene önce Kore harbinde şehit verdik..." "
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
22 Şubat 2006       Mesaj #279
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
allahnyarattmutlulukiimizde4vg
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
23 Şubat 2006       Mesaj #280
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
Kıza bir partide rastlamıştı.. Msn Happy
Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki...
Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti.
Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...


“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.

Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.

Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...Msn Cry (işte aşk bu )adsz2dc
Son düzenleyen The Unique; 23 Şubat 2006 02:23
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar