Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 77

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.744 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Mayıs 2006       Mesaj #761
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yağmur ve Özlem

Sponsorlu Bağlantılar

sıradan bir gündü ama ben bu günü sıradanlıktan kurtarmak istiyor,yağmurun yağması ve delice ıslanmak istiyordum.bu duygular içinde oturduğum yerden kalkarak pencereye doğru yaklaştım.camdan dışarı bakınca,yüzümde tatlı bir tebessüm oluşmuştu.havanın yavaş yavaş kapanmasından olsa gerek.bulutlar bu masum isteğimi duymuş olmalı,birer birer birleşiyorlardı.üstüme kalın bir şeyler almadan,hiç düşünmeden kendimi dışarı attım.başımı gökyüzüne kaldırarak yağmurun yağmasını bekliyordum.bu bekleyiş çok sürmedi ve yağmur toprakla buluşmuştu.bir çocuk gibi mutluydum.toprağın o büyüleyici kokusunu içime çekmek daha bir huzurlu ediyordu beni..Allah’ım bu ne anlatılmaz,tarifi olmayan bir duyguydu.iliklerime kadar ıslanmıştım..ya o yağmurun altında sigara içmek yok muydu !!her kes bir taraflara kaçışırken ben halen yağmurun altındaydım.insanların tuhaf ve bir o kadar şaşkın bakışlarına aldırmadan ıslanıyordum.
ama bir şeyler ek*****,bu eksiklik aklıma geldiğinde daha bir hüzünleniyordum.yağmur damlaları göz yaşlarımla karışarak kirli sakallarımdan aşağı doğru akıyordu...kimsecikler yanımda yoktu.. ne vazgeçilmezim ne de bir dostum vardı.oysa ne kadar isterdim yanımda olmalarını....
yağmur yavaş yavaş dinmeye başlıyordu.bir sigara daha yakarak,yağmurla beraber bende ağlamıştım bu ayrılığa...yağmur bunu hissetmiş olmalı ki bir den duru verdi..
bense yavaş adımlarla yol almaya başlamıştım,nereye gideceğimi bilmeden.belki yeni bir yağmurun yağacağı kente doğru....

İsmin gibi özledim seni..

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Mayıs 2006       Mesaj #762
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çok Karanlık

Sponsorlu Bağlantılar
Çok karanlık,çok çok korkunç. Gözlerinin mavisi bile belli değil. Güvenebileceğim kimse yok! Duygular da yok! Nefes de yok! Kapalı kapılar ardına hapsedilmiş düşüncelerle yaşıyorum yada yaşıyoruz yoksa yarışıyor muyuz?El yordamıyla etrafı yokluyorum,ama bulabildiğim tek şey soğuk duvarlar ve soğuk bedenler. Tek gördüğüm ise nefesimin dönüştüğü buhar ve çooook uzaklarda ruhumda yanan ateşin kıvılcımları..
Bana seslendiğini duyuyorum. Sanki çığlık atıyor,bir an önce bu aşk denilen zindandan çıkmak istediğimin farkında. Ölü bedenlere değmeden yürümeye çabalıyorum. Çok iğrenç bir koku var,kararmış ruhların duvarlardan akan şehvet adlı asitle tepkimeye girmesinden ortaya çıkan bu koku midemi bulandırıyor. Giysilerim kirli. Yüzümün halini merak ediyorum. Korkmuş,saç baş dağınık,yorgun. Belki de tüm insanlığı ben temsil ediyorum..
Birkaç adım ötede,onu buluyorum,gözleri fosforluymuş gibi mavi mavi ışıldıyor. Siyahlıkların krallığında,nefret denilen tahtında oturuyor. Taht gibi görünüyor,sanki çok yüksek. Daha da yaklaşınca kollarının bağlı olduğunu,bırakıp gidemediğini,yapabildiği tek şeyin şarkı söylemek olduğunu anlıyorum.. Yavaşça çözüyorum ipleri,onu tutup kaldırıyorum. Çaresiz bedeni bana dayanmasa yıkılıp kalacak. Hafif uzun dalgalı sacları ıslanmış,alnına yapışmış. Zorlukla nefes alıyor. Bir an gözlerini kaldırıp bana bakıyor,”Neden?” diyor. Aslında haklı,kendimi kurtaramazken neden tanımadığım,güçsüz bir adama yardım ediyorum? “Sadece yalnız kalma korkusundan” diyorum. Derin bir nefes alıyor,hiç
bir şey demiyor. Ölüp gidecek,korkuyorum....

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Mayıs 2006       Mesaj #763
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yalancı Aynalar


Çok tanınmış özel bir hastahanede sezaryen'le dünyaya açtı gözlerini. Doktorlar ameliyat masasının etrafında fır dönüyor, hemşireler adeta titriyorlardı. Dünyaya gelişi çok görkemliydi, bütün yüksek tirajlı gazetelerin ilan sayfalarında kaocaman kupürlerle; adeta dosta, düşmana, sevene, sevmeyene ilan edildi. Düşman çatlatıldı, dostlar sevindirildi...

O, olanların farkında değildi. Annesinin sıcacık kucağında mışıl-mışıl uyuyordu babasının bol yakıt harcayan, bol silindirli makam otomobilinin arka koltuğunda... Şoför her zamankinden çok daha dikkatli kullanıyordu aracı...Özel hemşiresi yanıbaşında, mimikleri sık sık değişiyor, sevinçten uçuyordu adeta, çünkü ona göre bu bebek rahatlık, para, huzur, daha daha çok şey demekti... Bakıcısı konvoyun ardından seyreden diğer araçtaydı ve o da; aynı mutluluğun mağrurluğu içindeydi... Babasının ağzı kulaklarına değecek gibi, gözleri çakmak çakmak parlıyor, içi içine sığmıyordu. Konvoy malikaneye ulaştı sonunda. Püfür püfür deniz yeli esiyor, deniz de sanki onların bu sevinçlerine katılırca usul, usul dalgalanıyordu... Yalı denize sıfır ve civardakilerden de oldukça büyüktü. Koskocaman bahçede bir anda insanlar biriktiler. Hareket arttıkça arttı. Dış kapıyı ardına kadar açan genç bahçivan; başıyla selam verip, esas duruşa geçti. Aşçılar ve diğer hizmet erbabı da bahçedeydiler o sıra...

Cins kurt köpekleri kulübelerinin dışına çıkmış, zincirlerini şıkırdata şıkırdata sağa sola koşuyor,dillerini sarkıtarak garip iniltiler çıkarıyorlardı. Vapur düdükleri yalnını duvarlarında bir başka yankılanıyor gibiyken, o, özel odasındaki kuştüyü yatağına yatırılmıtı artık...
Yıllar çabucak geçti sanki, emekledi, sonra yaşını doldurdu. Özel öğretmenler tutuldu, çünkü; küçük hanım dı o ve sanat öğrenmeliydi. Müzik, resim, bale derken, babası onun için tenis kortunu da yenilettirmişti. Spor yapacaktı küçük hanım, dinç, dinamik, zarif, güzel olmalıydı her zaman... Serpildi ve genç bir kız oldu. 20. doğum gününde babası ona, spor ve yeni bir otomobil almıştıı. Hız ve eğlence tutkunuydu da... Etrafında sürekli babasının kalantor dostlarının evlatları kur üstüne kur yaparak, sanki birbirleriyle yarışıyorlardı. Su gibi para harcar, kumarın en alasını oynardı daima... Gece küplerinde, barlarda eğlenir, başına buyruk davranır, dağıtırdı sık sık. Karakollara düşerdi sürekli, küfür ederdi çünkü insanlara. Küçümser, beğenmez, susmaz, uslanmazdı. Kıtalararası gezintilere çıkar, eğlenir, gezip tozar ve beş parasız olarak hep "babişko"suna dönerdi... Kadınların güzel olanlarını asla çekemez, erkeklerin yakışıklı olanlarını isterdi ama, kısa zamanda da terkederdi... Bir gün zil zurna olana dek, içti ha içti. Yalnız kalmak istediğini söyledi yanındakilere. Öyllede yaptı, yürüdü kalabalık bir caddede, insanlara dudak büktü, yüzlerini, giysilerini küçümsedi yürüdükçe. Yorulur gibi hissetti kendini ve bir aynacı mağazasının vitrinine yaslanıp soluklandı. Aynada kendini görmüştü, ama bu aynada bir eksiklik var galiba diye düşündü. Mağaza sahibinin gönderdiği genç işçi ona beğendiği bir ayna varsa girip içeride görebileceğini, ancak vitrine yaslanmamasını söyledi... Hışımla girdi içeri, aynaları teker teker yokladı, hep kendine baktı. Beğenmedi hiç birini de... Sordu kızgın kızgın, söyleyin dedi, benden güzeli var mı ha ? Cevap veremezdi aynalar ama, o, hep cevap bekledi ve asla da alamadı... Çıldırdı apansız, eline ne geçirdiyse aynalara savurdu, kırıp döktü, yaraladı kendini. Bağırdı avazı çıktığı kadar, bu aynalar, bu aynalar yalancıııııııııı. Kan revan içinde kalmış, gözlerini doğduğu hastanenin ameliyathanesinde bulmuştu ama, fazla sürmedi direnci, doğduğu yerde öldü...
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #764
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
aşkın dili - bir aşk öyküsü Aşkın Dili

Hep "aşkın dili olsa da konuşsa" deriz. İşte birgün aşk konuşmaya başlamış ve demiş ki :

- "Ey insanlık hep peşimden koştunuz, bana ulaşmaya çalıştınız. Aslında bana ulaştınız ama hiç farketmediniz. Benım için ağladınız zaman bile size hep yalan belki de şaka gibi geldim. Bana hep yakıştırmalar yaptınız. Size bir hikaye anlatayım.

Birgün küçük bir kedi kuyruğunu yakalamak için hep kendi etrafında dönüp duruyormuş ve büyük kedi dayanamayıp ne yapmaya çalışıyorsun diye sormuş. Yavru kedi de bana ancak kuyruğumu yakaladığım zaman mutluluğa ulaşacağımı söylediler. Ben de onun için uğraşıyorum diye cevap vermiş.

Büyük kedi gülmüş ve "ben de küçükken senin gibiydim. Hep kendi etrafımda döner, kuyruğumu yakalamaya çalışırdım ama birgün durdum ve düşündüm ve yürümeye karar verdim işte o zaman anladım ki zaten o benim peşimden geliyordu."

İşte şimdi anladınız mı? Aşk bir kedinin kuyruğudur ki ona ulaşmak için peşinden koşmanız gerekmez, o zaten her hareketinizde arkanızdan gelir.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #765
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yalanlar Söyle Bana


Epey olmuş, not etmişim bir yana... Yıllar önceden kalma bir konuşma. Ne kaldıysa aklımda yazmışım.

Diyor ki notlarım: Aslında bir "yalan" avutacaktı onu. Gerçek umurunda değildi. Kalbinin beklediği tek şey biraz avutulmaktı işte. Sevdiği, onu sevmiyorsa bile seviyorum desin istiyordu. Adam belli ki hiçbir zaman istediği gibi sevmeyecekti onu. Ansızın çalmayacaktı kapısı mesela. Bir sabah çalıştığı masaya bir buket çiçek bırakılmayacaktı. "Bu şarkıyı anımsıyor musun?" diye sormayacaktı telefonun diğer ucundan. Birlikte bir yemek pişirilmeyecekti asla ve domatesler doğranırken haberlere birlikte kederlenilmeyecekti. Şefkatle okşanmayacaktı ateşlenmiş alınlar. Aşk için ertelenmeyecekti hiçbir iş...

Ve... Terk edilmeyecekti hiçbir "alışkanlık"... Sıradışı olmayacaktı bu ilişki. Bütün bunları biliyordu ama birisi ona tersini söylesin istiyordu. Biri ona "özel" olduğunu, her şeyin düzeleceğini, bütün bunların geçici olduğunu söylesin istiyordu.

Sevilmemekten eskimiş kalbi bir yalanla tadilata girsin istiyordu. Razıydı, yeter ki biri kandırsaydı onu. İyi bir şey söylesin birileri, desin ki mesela "Aslında seviyor seni. Ama gösteremiyor sevgisini. Belli edemiyor işte. Öğrenmemiş nasıl sevilir bir insan? Hepsi böyle biliyorsun. Ama ben anladım, çok seviyor seni. Sen görmedin dün, arkan dönüktü ama öyle güzel baktı ki sana... Suskunluğu içine kapanıklığından, sevgisizliğinden değil inan bana."

Böyle desin istiyor birileri.

Kandırıyorum onu.

Duymak istediklerini söylüyorum.

Bir parça teselli bulsa da, o aslında sevdiğinin yalanlarını istiyor...

Eski notlarımı okurken bunu bir yana ayırıyorum. Düşünüyorum da, gittikçe büyüyor kandırılma isteğimiz galiba...

Gerçek olduğundan daha ağır geliyor çünkü artık. Daha dayanılmaz, daha kaldırılmaz oldu... İç karartan, umutsuzluğa alıştıran, bezdiren, hani olmasa daha iyi olur bir hale geldi. İşte bu yüzden artik kimin umurundaki gerçek?

Kimin umurunda yani dayanılmaz sesli bir adamın bir ses yarışmasında ön sıralara çıkması? Kimin umurunda, ciğeri var mı yok mu bilinmez insanların köşe başlarında yol tutması? Kimin umurunda gözümüze baka baka var olanı yok diye gösterenler? Kimin umurunda her akşam yok olanı varmış gibi anlatanlar?

Geçtiğimiz günlerde Pakize Suda "Genç kızlar kandırılmak istiyor" diye yazdı. Nicedir aklımdaydı aşk ve yalan yazmak. Tam da üstüne geldi Pako'nun yazısı.

Üstelik sadece genç kızlar değil kandırılmak isteyenler...

Sıraya girdik hepimiz... "Dertli gönlümüze bir yalan daha söyleyiniz, ömrümüz mutlulukla nihayet bulsun" diye beklemekteyiz.

Bal gibi fakındayız oysa. Yazının başında anlatılan sevdalı gibi... Olmayacak bir iş ama birisi "olur" desin diye bekliyoruz... Bir yalanla avunacak kalbimiz... Hepsi bu!
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #766
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızlığın Ta Kendisi


Sevdiklerinizden ayrılmak, bir insan için katlanılması en zor duygulardan biri. Giden için de ayrı bir duygu yasar, geride kalan ise onun bıraktıklarıyla zamanını geçirir. Sevmek kimi zaman dayanılması en güç zorluklardan biri herhalde. Ayrılık yüreğine demir atmışsa ve paslanmaya bırakılmışsa, unutulmuş bir mektup gibi sararmış ve katlanmış duyuları yaşıyorsan, işte o zaman yaşam uçurumun kenarında esen fırtınayla mücadele etmek kadar zordur. Bazen düşünürsün uçurumun en dip kösesinde kendini... Ne çıkacağını bilmeden.
Yüreğinin sızısı dinmeden, elin kanar, bacağın, yüzün... Ama aldırmazsın çünkü ayrılık acısı hepsini bastırmıştır ve dersin yine başaramadım.
Ayrılığı dindiremedim, o içimde yanan alev alev ışığı söndüremedim dersin kendi kendine ama kimseler duymaz seni... Çünkü ayrılığı yaşamış yalnızlığın en kuytu köşesinde ve çıkmaz bir sokağın baş harfini almışsındır, adın yalnızlığın ta kendisindir...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #767
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nereye baksam "gel beni bul" diye haykırıyor AŞK.
Takılıp gidiyorum ardından aşkın sesinin. Ulaşmaya çalışırken o sese,
yakalamaya çalışırken; tökezliyorum her defasında ona giden yolda
Düşüyorum...

Her düşüşten sonra, yamalı bir sevda daha bırakıyorum ardımda.

Ve anlıyorum her defasında neden hep kaçtığımı sevdalarımı yaşamaktan...

Ve anlıyorum her defasında neden hep yarım bıraktığımı aşklarımı..

Ve anlıyorum her defasında, kendime yasakladığım sevdalarım ve sevdayı
yaşamamışlıklarım, bitişleri görme cesareti yoksunluğundan başka birşey
değil...


"Sonsuz ve ölümsüz aşk yoktur"

Ama o ses...
Ahh o aşkın beni çağıran sesi yok mu?
Tıkayamıyorum kulaklarımı artık.
"Bulduğumda yaşayacağım bu sefer" kararlılığı ile koşuyorum hep.
Düşüyorum....

En ufak bir sendelemede hemen yeni bir arayışa itiliyor yüreğim, sonra bir
yeni arayışa daha, sonra bir yenisine daha.....
Bu öyle bir kısırdöngü ki, aynı anda çoğul sevdalar esiyor yüreğime;
eşzamanlı aşklar yaşıyorum..
Fırtınayı bekleyen ben, yetinmeye çalışıyorum rüzgârlarla..
Üselik çoğu rüzgâr bile değil ve aslında ben çoğunu en baştan anlıyorum,
kendimi kandırıyorum..
Ama gene de atıyorum aşkın ılık esen rüzgârlarına kendimi.
Sonu başından belli yarım yamalak sevdalar yaşıyorum.
Her yamalı aşktan sonra daha fazla artıyor açlığım, daha fazla artıyor kana
kana içme ihtiyacım..

Her biri için "acaba bu kez doğru kişi mi" diyerek eş zamanlı aşklar
yaşıyorum.
Ve ben, her defasında; daha da üşüyen bir yürekle başbaşa kalıyorum, daha da
yalnız bir yürekle..

Ahh!
Ama suç bende, salaklık bende..
Çok şey istiyorum ben!!!!
İnsan olmalı ruh ikizim olmalı, erkek olmadan önce...
Ruhumu soyabilmeli giysilerimden önce..
Zihinsel uyum "olmazsa olmaz" larımın başında geliyor..
Elleri bedenimden önce saçlarımda gezinebilmeli...
Ruhum ile sevişebilecek bir yüreğe sahip beden olmalı yatağımdaki..
Ve eğer mümkün ise..
Lütfen..
Birlikte uyuyup birlikte uyanabileceğim biri olsun bu sefer...

Görüyorsunuz ya; ne çok şey istiyorum. Üstelik bu kadar da değil, liste daha
uzuyor...

Tekrar aşkı yaşamayı yasaklasam kendime, eskisi gibi yarım bırakıp gitmeye
karar versem???...
mi acaba?

Ama hayır, ben artık gerekirse boğulmak istiyorum sevda denizinde.
Sonları da yaşamak istiyorum artık..

Şimdilerdekilerde değil ama, öncekiler, önceki sevdalarımda hep ışıl ışıl
gözler vardı...
sürekli düşünüldüğüm ve düşündüğüm, arandığım ve aradığım, çılgınca
özlediğim ve özlendiğim, bulutların üzerinde yaşıyormuşcasına yaşanan
sevdalardı benimkiler.
Hep öyle kalsınlar istediğim için yarım bırakıldılar zaten.
İstemedim o ışıl ışıl gözlerin donuklaşmasını..
İstemedim telefonumun nadiren çalmasını..
İstemedim paranoyalarımla başbaşa kalmayı..
Korktum hep bitişlerin acımasızlığından..

Sanırım aşk benden intikam alıyor.
Dolu dolu, dopdolu aşkları yaşamadım, yarım bıraktım.
"Madem öyle gel böye" diyor şimdi bana...
"Gel beni bul" diye haykırırken bir yandan, diğer yandan da "ohh canıma
değsin, sana sunduğum fırsatları geri teptin zamanında, kendi düşen ağlamaz"
diyor sanki..

Ey Aşk !
Af diliyorum senden işte...
Çıksana artık karşıma, savursana beni fırtınalarınla....
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #768
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızlık.. Yalnızlık..


Günümüz insanı büyük kalabalıklar içerisinde büyük yalnızlıkları en derin bir biçimde yaşıyor. Bu yalnızlıkla toplumuna da yabancılaşıyor, daha büyük yalnızlıklarla baş başa kalıyor. Yalnızlığı git gide büyüyor.Necip Fazıl, özellikle Kaldırımlar şiirinde insanı adeta kuşatan bu büyük yalnızlığı mısralara taşımış, adeta yalnızlığın acı destanını yazmıştır.İnsanın toplumsal bir varlık olduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Ne var ki insan, yaratılışının hilafına, kendi bencilliğini öne çıkararak toplumsal kimliğinden uzaklaşıyor, bunun farkında olsa da olmasa da…Kendini her şeyden daha önemli gören, nefsini, heva ve hevesini putlaştıran insan kendisine de yabancılaşıyor. Bir insan olduğunu unutuyor. Kendi bencilliğiyle herkesi kırıyor, herkese saldırıyor, doyumsuz ihtiyaçlarını tatmin adına büyük sıkıntılarla, streslerle boğuşuyor..İnsanî değerlere yabancılaşıyor, aslî varlığından uzaklaşıyor.

Kendine yabancılaşan, kimliğinden uzaklaşan insan , kendi toplumuna da yabancılaşıyor. Ardından toplumsal yalnızlığın dipsiz uçurumuna yuvarlanıyor. Toplumda yaşamasına rağmen toplumsallaşamıyor. Toplumun tedavi edilemeyen bir uru haline dönüşüyor. Sıkıntıları, problemleri büyütüyor.Günümüz insanının önemli bir kesimi, toplumsal sıkıntıların sebebini hep başkalarında arıyor. Hep başkalarını suçluyor. Kendisinden başka herkesi sorumlu tutuyor. Kendisinin de bir ölçüde toplumsal bir sorun olduğunu
unutuyor. Ardından şikâyet, tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük…

Düşünen insan, bu sıkıntıların kaynağının, insanın kendisine ve toplumuna yabancılaşmasında ve yalnızlaşmasında olduğunu bilir. O, düşüncesiyle kendini bilir, kendini tanır. Sorumluluk bilinciyle toplumsallaşmaya, sosyalleşmeye çalışır. İnsanî değerlere sığınır.

Kimi insanlarsa, problemi, sıkıntıyı yalnızca maddî nedenlere dayandırır. Madde hırsını adeta hayatın gayesi haline dönüştürür. Onun yaşamak için gerekli şartlardan biri olduğunu unutur, görmezlikten gelir.İnsan, maddîleştikçe, maddeyi öne çıkardıkça bencilleştiğini, bencilleştikçe de yalnızlaştığını niçin görmez! Madde hırsıyla acımasızlaştığının niçin farkına varmaz? Hayata yalnızca maddî açıdan bakanlara göre hayat; bir kavgadır. Bu kavgada acıma, yardımlaşma, insanlık adeta yoktur. Hırsların, hevaların tatmini adına ne yapılmak gerekiyorsa yapılmalıdır. Halbuki hayat, insanî değerlerle bir anlam taşır. Bir kavga olmaktan çıkar, iyiliğin, doğruluğun ve güzelliğin yaşandığı bir dünyaya dönüşür.

Günümüz ticarî hayatında görülen acımasız kavga; haksız kazanç, rüşvet, yolsuzluk, üçkağıtçılık gibi çarpık tercihlerle ne yazık ki sürüyor. Bu tablonun doğru tercihlerle, aslî yoluna çevrilmesi gerekiyor. Çünkü bu tablo, insanımızı bir yandan bencilleştirirken, bir yandan da onu acımasız bir biçimde canavarlaştırıyor.

Bu acı tabloyu, toplumsal hayatımızın pek çok kesiminde de görmek, hepimizi üzüyor. Çocuk, ana babaya, karı kocaya yabancılaşıyor. Aynı evde yaşayanların birbirlerinin hatırını sormaya vakitleri bile yok! Hırsların, heveslerin tatmini adına bir koşuşturmaca…Birlikte yaşarken dahi birbirlerine yabancı olma…Ne acı!
Toplumdaki bu tablo, bizleri umutsuzluğa düşürmemeli. Her derdin dermanı bir dermanı vardır. İçimizdeki insanî değerleri devreye ********uz an, acı tablo mutluluk tablosuna dönüşecek.

Bugün hayatlarını örnek almaya çalıştığımız insanlar bu değerleri yaşadıkları ve toplumlarında yaşattıkları için büyüdüler, örnek insanlar oldular. Yalnızca kendilerini düşünmediler bu insanlar. Kendilerine ve toplumlarına yabancılaşmadılar. Yaratılışlarındaki insanî değerleri toplumun her kesimine taşıdılar. Vakıflar kurdular, darülacezeler açtılar, yardımlaşma kurumları açtılar. Muhtaç insanlara hatta hayvanlara yüreklerini uzattılar. Sevgi köprüleri kurdular.Yardımlaştılar, birbirlerine güvendiler, yalnızca kendileri için yaşamayı değil, birlikte yaşamayı amaçladılar. Hayatı paylaştılar, mutlu oldular.

Selâmla birbirlerine yaklaştılar.Dostluk ve kardeşlik adımlarını selâmla attılar.Ruhlarını incelttiler. Kendileri için istediklerini diğer insanlar için de istediler. İnsan olmanın onurunu taşıdılar her zaman. Yalnızlıktan kurtuldular, bir ve beraber oldular.Tarihimiz, medeniyetimiz bu ve benzeri olaylarla, örneklerle dolu.Kişisel ya da toplumsal yalnızlığı alt etmek, hayatımızı mutluluğa çevirmek elimizde. Bu konuda hepimize düşen, kendimizden başlamak üzere toplumumuzu yalnızlıktan ve yabancılaşmaktan uzaklaştırmak. Yüreklerimizi sevgi hamuruyla yoğurmak. Hayatımızı anlamlı kılacak söz ve davranışlarla donatarak onu güzel insanlarla paylaşmak.

İnancımız, insanın toplumsallaşmasını sağlamaya çalışır. Cemaatle namaz kılınmasını tavsiye eder. Cuma, bayram namazlarıyla, bayramlaşmalarla, hasta ziyaretleriyle, selamlaşmayla, yardımlaşmayla, zekâtla, fitreyle, başkalarının da derdini ve sıkıntısını düşünme, onlara güler yüzlü davranma emriyle… insanı olgunlaştırmak, onları cennete lâyık kişilere dönüştürmek ister. Bir başka ifadeyle, onları yalnızlıktan ve yabancılaşmaktan kurtarmak ister.
Günümüzün yalnız insanı, yalnızlığının acısını, inancımızın değerleriyle giderecek, bir ve beraber olmanın mutluluğunu tadacaktır.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
26 Mayıs 2006       Mesaj #769
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar.
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler. Kız gülümsedi.
Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba. Bir defa daha gülümsedi. Manidar."anladım" der gibi bir gülümseyişti bu...
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için.
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu. Dahası. Ankara koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılışı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü. Karşısında, sözüm ona ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce.
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü. Kaptan "tabi" dedi. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız."

"mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı. "mutluluk işte bu!"

Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı. O ne heyecandı öyle. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. El sıkıştılar. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken “o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde. Ama uzatamıyordu işte elini. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki.
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. Kızın omzuna değil. Koltuğun üzerine. Sonra kız arkaya yaslandı. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı. "sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse. Yarın Adana’da da maçımız var. Gözlerimiz sizi arayacak."
Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. Cebinde onu otobüsle Adana’ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de adana kebap yedirecek kadar para vardı. Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah erkenden Adana’ya indi. Maç saatine kadar başıboş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii. İlk sette kız farkında bile değildi onun. Nerden olsundu ki. İkinci sette öbür tarafa gittiler. Döndüklerinde, güncü sette kız fark etti delikanlıyı. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki. Ankara’nın hele kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu.
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemişti ki. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte. Hepsi o. ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında.
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan. Kız, necip fazıl'ın dört satırını okurken.
"ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar...
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!"
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi gene. Kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa. Evet, çağırıyordu işte. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. "sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız. O da heyecanlıydı, belli. "bak iyi dinle. Dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."
"o zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni!" dedi, delikanlı ikiletmeden. Ayrıldı kızın yanından. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. Bir daha onu hiç görmeden.
Yıllarca sonra levent Yüksel’in söyleyeceği şarkıdaki sezen aksu'nun sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk "onurlu" olmalıydı. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi. Ama bekledi. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiğiydi. Bir ikinci dörtlük daha vardı orada. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı. Cebine koydu.
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı. Aylar, aylar geçti. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. "günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber. Artık hayatımda hiç kimse yok!"
"yaa" dedi delikanlı. "yaa" dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı: "yaaa!"
Cebindeki artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza. "sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün." dedi. "bu da sonu onun..."
Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken.
"geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!"
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı. O sevgilinin kendisi bile. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani? Ya da. Ya da. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp mü gitmişti acaba?
Delikanlı bu soruların cevabını bugün hala bilmiyor. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum. Çünkü o delikanlı, bendim!

Yazar: Hıncal Uluç
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
26 Mayıs 2006       Mesaj #770
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yaprak Dökümü


İçimde derin sessiz ve dipsiz bir kuyu var!... Gün geceye teslim olduğunda, Sere hüzün çöktüğünde , Mutluluk alıp başını gittiğinde Soruyorum kendime ''Hayattaki Değerin ne?'' diye

Kapanınca gözlerim yürüdüğüm yolun zorluğu ve Yalnızlığım geliyor aklıma!... Yalnızlık korkutuyor önce Sonra tenimi sonbaharın o ılık damlaları sarıyor. Her damla ayrı bir dost oluyor!... Yağmurla birlikte üşüyorum!...

Hayat bana benim ona verdiklerimi sunuyor şimdi bana ''bana değer veriyor'' Öyle olmasa yanımda olmazdı öyle olmasa bana gülümsediğini hissedemezdim!...

An geliyor öyle bir fırtına esiyor ki yüreğimde hayat bile dindiremiyor!... sonra o yaprak dökümü baş gösteriyor içimde Gönlüm yine Sonbaharını yaşıyor
Değer verdiğim yapraklar savrulup gidiyor bilinmezlikler denizine doğru...Artık içimdeki ağacın yaprakları yeşeremez çünkü orda artık Dipsiz bir kuyu var !...
Ben ise Başkalarının içlerindeki ağaçlardan dökülen sarı yaprağım...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar