Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 87

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 496.986 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
5 Haziran 2006       Mesaj #861
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ağladığımda mendil, güldüğümde kahkaham, susadığımda su olmanı; uyuduğumda rüyalarıma girmeni, her sabah alnımdan öperek uyandırmanı istiyorum...

Sponsorlu Bağlantılar
Sen canımdan öte can, damarımda kanımdın. Sevmeye, okşamaya kıyamadığım, yıllarca yüreğimde saklayıp, kimselere anlatamadığımdın ...

Ne zaman gözlerine baksam, menekşe gözlerinden beyaz güvercinler uçardı mavilere, güller açardı yüzünde ne zaman ellerini tutsam... Hayat bir şiir kadar güzel ve içtendi dağların eteklerinde. Irmakların dilinde söylenen türküler gibiydi sevdamiz, güneş atarken karşı yamaçlara ve pınarlara gülerken kırmızı benekli çiçekler.

Bilki sensiz uzak bir dağbaşı ıssızlığıyım, yoksan ürpertilerde tiril tirildir yapraklarım, seni özlemenin korkunç girdabında ve yönünü yitirmiş göçmen bir bulut olur her gece uçurumlara ağlarım...

Hüzün kafesteki kuşlara benzer sevdiğim, sarı sarı yapraklara sonbaharda; tütünü bitmiş bir babanın acı gülüşüne benzer, yavrusundan ayrı düşmüş bir *****n gözyaşlarına.

Dün yine gökyüzünün masmavi görkemi ve hayalini çizdiğim beyaz bulutlarının altında seni bekledim. Uzaklarda gülümseyen gökkuşağının renkleri içinde aradım seni, yoktun. Yokluğun, bir canavarın dişlerinde yüreğimi kemirip durdu. Yokluğun cehennemim oldu, yokluğun zifiri karanlığım, yokluğun zindanım oldu. Belki bir köşeden çıkıp gelirsin diye bütün gün seni düşleyip, gözlerim ufukta, kucağım dolu sevgi, yüreğimde binbir umutla bekledim; baharlar yeşertip hayallerimde, ölesiye bir özlemle bekledim seni, gelmedin... Seni ne kadar özlediğimi bilmiyorsun. Bilsen; dağları, tepeleri aşar, denizleri, ovaları devirip gelirdin gülüm..

İçim özleminle dolup taşıyor, özleminle tutuşuyor gönül bahçemin çiçekleri. Yüreğimin bütün bentleri paramparça şimdi. Söz geçiremiyorum yüreğime artık. Düşlerime de sığmıyorsun, büyüyorsun günbegün yüreğimde..

Biz seninle bu dünyada hesapsız, çıkarsız, yalansız sevdik birbirimizi.. Yüreğimizin bembeyaz tuvaline maviyi fonlayarak ve aşkın kıpkızıl resmini çizerek aynalara; insanları, kuşları, dağları, çiçekleri, suları da öyle sevmiştik gülüm.

Biz seninle bütün engellere rağmen, bitmez tükenmez bir azimle sevginin doruğuna erişmek için tırmandık hayat yokuşunu. Ve bitip tükenmeyen bir aşkla sevdik yaşamı. Biz seninle uzak dağ başlarına yazdık umutlarımızı gülüm. Denizlere, dalgalara, fırtınalara, acılara, korkulara inat, uçurumlara yazdık sevdamızı. Biz seninle kanatları sevdalı iki güvercindik mavi göklerde. Kanat çırptıkça yükseldik, yükseldikçe sevdalara avcılar düştü peşimize.

Zamanın acımazsızlığına, aramızdaki mesafelere, etrafımızdaki çirkinliklere, günübirlik aşklara, saldırılara, satılık sevgilere rağmen; biz yine de yüreğimiz de hiç sönmeyen bir yangınla özledik birbirimizi, en kutsal aşkla sevdik, bekledik kirletmeden umutlarımızı

Senden ayrılalı günlerin, ayların, yılların nasıl geçtiğini bilemez, hesabını tutamaz oldum gülüm. Her seher uyanınca dağların esen rüzgarlarına açıyorum penceremi, o ölümüne özlediğim gül kokunu getirir diye. Bir nebze de olsa dindirir yada söndürür diye yüreğimdeki aşk ateşini... Şimdi her zamankinden daha çok çaresiz ve kimsesizim ve sana daha çok ihtiyacım var. Özlemin içerimde volkan, vucudum buzlar içindeymiş gibi titriyorum... Dışarda haziranın kırk derece sıcağı var ama ben kar altındaymışcasına üşüyorum. ..

Her gece menekşe rengi gözlerini demlerim hayalimde. İpek saçlarını, sevdalı gülüşlerini, inci dişlerini demlerim. Ne çok severdik yayla yollarında türküler söylemeyi gülüm; ellerimi avucunun içine alıp, başını göğsüme dayamayı. Şimdi her gece insana hayat veren ve yüreğime nakış nakış işledigim sevda sözlerin dolaşıyor kulaklarımda, paylaştığımız ümit dolu hayaller.

Yılmak yoktu bizim için bu yolda. Ağlamak, sızlamak, geriye dönmek hiç yoktu. Zordu, çetindi bizim sevdamız ama her şeye ve çekilen tüm acılara değerdi. Sabır diyordun. Sabrı da, ümit etmeyi de senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevmeyi, zorluklara karşı direnmeyi. Konuşurken insanın yüzüne dosdoğru, dürüst ve namuslu bakmayı, merhameti, acımayı, insan gibi düşünmeyi senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevdalara türkü yakmayı gülüm..

Şimdi Ren nehrinin kıyısında dalgın bakışlarla dalıp dalıp gidiyorum uzaklara. Gökyüzü masmavi ve saatler yorgun bir su gibi akıp gidiyor gözlerimde.. Ufka, gökmavisinin kızılla birleştiği o ince sıcak ve yumuşak çizgiye bakıyorum. Bir kuş gelip konuyor saçlarıma, yüreğimi ipekten kanatlarına sarıp sana gönderiyorum...

Saatler su gibi akıp gidiyor. Bir gemi yanaşıyor kıyıya, inen yolcuları izliyorum, sen yoksun. “ Kahretsin !”. diyorum.” Ne olur çıkıp gelse, sarılsa boynuma.” Bir gemi uzaklaşıyor limandan. Suların devinimleri akıyor gözlerimde, karışıp gidiyor uzaklara... Seninle suyu pırıl pırıl bir pınarın başında buluşmak, ellerini tutmak, yüreğinin sımsıcak yerinden, menekşe gözlerinden, narçiçeği dudaklarından öpmek, serin nefesini doyasıya içmek ve doyasıya içime çekmek geçiyor içimden... Sonra sarılıp, sımsıkı kucaklamak ve sevinçten havalara uçmak geçiyor ...

Seni düşünüyorum. Seni düşünmek gökyüzü olmak gibi bir şey bazen, ya da rotası belli olmayan bir gemiye binip, yeni iklimlere yelken açmak gibi. İnsan olmayan bir adada inip, Robinson gibi insansız bir yaşam kurmak istiyorum. Ve o adada bir ömür yalnız seni beklemek istiyorum...

Ağladığımda mendil, güldüğümde kahkaham, susadığımda su olmanı; uyuduğumda rüyalarıma girmeni, her sabah alnımdan öperek uyandırmanı istiyorum...

Upuzun köprüler kuruyorum içimdeki yolculuklara sana kavuşmak için, beyaz günlere uzanıp beyaz atlarla, sana getirsinler diye umutlarımı bulutlara yalvarıyorum.

Sevgiler büyütüyorum kır çiçeklerinden güneşin kanını emen. Umutlar yeşertiyorum bahar renginde al yeşil, dağlarda kar erirken ceylanlar emziriyorum, melekler uyandırırıyorum her tan ağardığında. Toplamak için bütün düş kırıklarını aynalardan, yıldızlarla selam yolluyorum sana. Ve her gece mavi bir kuş tutup avuçlarıma, dudaklarına gül ve rüzgar iliştirip sana yolluyorum gülüm

Her gece kuş olup sana doğru uçmak, ardında serin rüzgarlar bırakarak, dağlar, denizler, ormanlar aşıp, bir pınarın başında menekşe gözlerine konmak geçiyor içimden. Dalgın bakışlarından, sevdalı yüreğinden öpmek geçiyor. O an bütün ağaçlar diz çökmeli diyorum, özleminle kanayan yüreğime. Bütün yıldızlar göz kırpmalı mutluluklara. “Allahım bu kadar mutluluk çok.” deyip, ellerimi gökyüzüne kaldırıp ağlamalıyım. Gökler de ağlamalı benimle, bulutlar, ırmaklar, yıldızlar da ağlamalı...

Şunu bilmelisin ki, nerede olursam olayım, hangi iklimde kalırsam kalayım, vakti geldiğinde bir gün mutlaka, yüreğim alıp beni sana getirecektir. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum, sen de inan bütün kalbinle. Hiç bir yol bilmesem de, gelmeye kalmasa da mecalim, geleceğim inan... Bekle...

Bir gün gökyüzü gülünce ve geçince üşümesi kalbimin, bütün hasretleri yükleyip rüzgarın kanatlarına, yüreğimde taşıdığım sevda aleviyle, upuzun yollardan çıkıp geleceğim sana...

Bekle beni Peteğim sana geleceğim...

ramsstein - avatarı
ramsstein
Ziyaretçi
5 Haziran 2006       Mesaj #862
ramsstein - avatarı
Ziyaretçi
Zaman yine geceye, yokluğunun en ağır vurduğu saatlere doğru ilerliyor. Hayalin olanca netliğiyle sahnedeki yerini alıyor. Her zamanki gibi çok güzelsin. Başkalaşıyorum. Teslim oluyorum sana bir kez daha. Seçeneğim yok aslında; ama olsaydı, böyle bir kaçışı bir an için düşünmeyi bile sana ihanet sayardım.

Sponsorlu Bağlantılar
Seninleyim yine, sen oldum. Başkalaştıkça aslıma döndüm... Sana döndüm, kendim oldum.

Yokluğun en ileri boyutuyla tenime iyice sokuluyor, böyle bir yangında varlığını bütün güzelliğiyle duyumsuyorum. Her gece binlerce kez yinelenen bu sahnelerde yokluğun ne kadar yakıcıysa varlığın onunla yarışan bir serinlik oluyor yüzümde. Amansız bir çatışmanın ortasında nasıl korumasızım.

(Seninleyim ve korumasızım, yalnızım... Ne müthiş bir çelişkidir bu!)

Gözlerimi kapatıyorum. Artık susma vaktidir.

Bir yoksun, bir varsın; ama en çok yoksun. Başım dönüyor.

Sevgili(m) ! Ömrümün varı! Ey hayal!

Seni seviyorum.


MUTLULUK GÜZEL KOKAR

Dostum birden soruverdi:

- Bir insanın mutlu olduğu nasıl anlaşılır?

Şöyle düşünmüş olmalıyım:

Bilmem gözlerinin parlaklığından, neşesinden, belki yüzüne vuran iç aydınlığından.

Dostum hepsini Kabul eden ama yeterli bulmayan bir el işareti yaptı:

- Bunlar doğrudur. Mutluluk saklanamaz. Mutluluk insanın içinden sızar, bir yerlere girer, orayı değiştirir. Bir de kokusu vardır. Bilir misin? Mutluluk kokar.

- Mutluluğun kokusu mu? Doğrusu duymamıştım.

Dostum anlayışla baktı:

- Doğrudur, duymamışsındır. İnsanlar pek farketmezler. Oysa, her ruh halinin kendine özgü bir kokusu vardır. Eğer insanlar koku duygularını kaybetmeselerdi, bunları da bilirlerdi. Ama bir çok şey gibi bunu da kaybettiler.

- Yani, önceden biliyorlar mıydı?

- Elbette, biliyorlardı. Bak hayvanların birbirleriyle iletişim kurmalarında koku nasıl önemli bir rol oynar.

- Evet ama konuşamadıkları için. Dostum biraz sabırsız, sözümü kesti:

- İnsanlar konuştukları için artık kokuya gerek duymuyorlar değil mi? Şimdi sen bana insanların konuştuklarını mı söylüyorsun?

Artık yanıt vermiyordum. Dinlemeyi sürdürdüm. Dostum:

- Sen de biliyorsun ki insanlar gerçekte konuşmuyorlar. Konuşur gibi yapıyorlar. Öğrendikleri sözcükler var. Birbirlerine onları söylüyorlar. Gerçekte çok azı, çok az zaman için konuşuyor. Onlara da dikkat et, duygu sözcükleri yoktur. Birbirlerine söylemeleri gereken sözleri söylerler. Onun için de çoğunlukla birbirlerini dinlemezler. Gerçekte konuşmayan, gerçekte dinlemeyen insanlar iki önemli iletişim aracını da kaybettikleri için artık anlaşamıyorlar. Koku ve dokunma. İşte gerçek iletişimin iki yolu. İnsanlar ikisini de unuttu.

Onu biraz kışkırtmayı denedim.

- Şimdi insanların birbirlerini koklamalarını mı söylüyorsun?

Umutsuz ve kırgın bir bakışla baktı:

- Keşke ne dediğimi anlasalardı da söyleseydim. Koklamak, öyle incelikli bir duygudur ki, bugünün insanına öğretilmesi gerekir. Zavallı koku alma duygumuz. Öylesine kötü kokularla bozuldu ki, yeniden eğitilmesi gerekiyor. Biliyor musun, insanlar insan kokusunu bile alamıyor. Bir kadının kokusu. Bir erkeğin kokusu. Çocuğun kokusu. Yaşlı insanın kokusu. Umudun kokusu. Bezginliğin kokusu. Hayata kırılmanın kokusu. Mutluluğun kokusu. İnsanlar bütün bunları unuttular. Dokunma da öyle insanlar bunu da unuttu. Bir elin el üstüne konması. Bir omuzun omuza dayanması. Bir sırtın sırta dayanması. Ayakların birbirine sarılması. Bedensel dokunma. Unuttuğumuz ne çok şey var.

Günümüz insanını savunmak istedim:

- Ama sözcükler var, yazı var. Belki o yüzden unutmuşuzdur.

Dostum biraz dalgınlaştı:

- Evet yalanların aracı sözler, yalanların aracı yazılar. Bir türlü içimizden geleni söylemeyi, yazmayı bilemediğimiz için yalanlarımızın aracı olanlar. Beden yalan söylemez, dokunuşun yalan söylemez. Bunlar gerçekleri iletir. Sadece gerçekleri.

Son düzenleyen ramsstein; 5 Haziran 2006 17:00 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
5 Haziran 2006       Mesaj #863
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Sevda Uğruna Ölüm

Kadın yirmi yedi yaşında... Yüreği, kar beyaz soğuklara terkedilmiş
ama inat bu ya hala sımsıcak. Düşünceleri kah hayatın gitgide
ağırlaşan gerçeklerinde kah aydınlık hayallerde dolaşıyor nefes
nefese.. Elinde samur fırçası, geçmişi karalayıp bugünü
renklendiriyor hiç durmadan. Renkler kıpır,kıpır , içindeki çocuk
haşarı mı haşarı... Gözleri ise buğulu bakmakta hüzünlere yenik...
Hayatı sorgulamaktan çoktan caymış.

Omuzları bir küçük kız çocuğun
şımarıklığını sergilercesine “Bana ne” ifadesinde. Kıpır,kıpır ya
içi.. Arayışları var kendisinden bile sakladığı. Bela da geliyorum
demez ya... İşte böyle bir anda; ruhu, sanal dünyanın kapısından
sızıverir içeri sessiz, habersiz.. Hani şu chat canavarı var ya bu
günlerin belalısı. Orada kendisi gibi şaşkın yüreklerin arasında
buluverir kendini.
Ve... olanlar olur o zaman. Hiç beklenmeyen anda buzda
kayar gibi “Hooop” havada bulur duygularını darmadağınık. Sanki
başında deli rüzgarlar hiç esmiyormuş,

esenler de yetmiyormuş gibi.
Erkeğin yaşı otuz. Hırslı, kendinden emin. Kendisiyle
barışık ve yaşadığına memnun.

Kahkahası ekrandan yüreklere taşan,
mutlu ve duygu dolu bir bulut adam. Eşi ve çocuğu için yaşamakta
olduğunu saklamadan kadını davet eder sanal dünyanın sanal aşk
oyununa. Acemidir kadın. Belki genç adam da öyle.

Oynadıkları oyunun
tehlikesinden habersiz bir masalı yaşamaya başlarlar.
Ekranın karşısında nefeslerini tutup beklerler sevdalının
gelmesini.

Karşılaşmaları her defasında kahkahaları hatırlatırcasına
şen olur. Zamanın koordinatları buluşamadığında, birbirlerine teğet
geçtiklerinde, hüzün yayılır gecelere.

Uyku tutmaz bekleyişlerde
ikisini de. Sabah yeni umutlara gebe başlar. Ve ekranda doğarlar her buluşmayla yeniden..
Duyguların en fırtınalısına yakalanırlar.

Birbirlerini gerçekten merak ederler.
Bulut adam kadının açlığından, üşümesinden
bile sorumlu tutmaya başlar kendini.

Kadınsa adamın yorgun hallerine dayanamaz.
Elleri dokunmasa da ellerindedir artık. Birbirlerini el
üstünde tutarlar anlayacağınız.

Günler, aylar geçer...
Hayaller ekranlara sığmaz olur.
Artık görmek isterler birbirlerini. Dokunmak
sarılmak isterler. Hatta çılgıncasına sevişmek...
Kadın kıvranır onsuzluğun acılarında.. Özlem şiddete
dönüşür. Acıtır... İşkencelere yatırır kadını. Oyun değildir artık
bu. AŞK ekranda değil hayatın ta içinde yaşamaktadır.

Bulut adam sorar durmadan ;
-N’olacak şimdi...
Kadın, adam kadar cevapsız...
“Bilmiyorum” der.”Bilmiyorum”
Artık sorgulamalar başlar duyguları ...

”Bu nedir?...Bunun adı ne..?”
Kadın aşkı tanımlar ama çare değildir tanımlamak..
Yaşananlardır gerçek olan. Hissedilenlerdir.
Her sevdanın başını bir karabasan bekler ya...Beklemese
sevda denen şey olmaz zaten.
İşte bu bir sevdadır ve başında karabasanlar.
Kadın unuttuğu aşk gözyaşlarını hüzünlere, sancılara,
onulmaz ağrılara boyar, alaca bulaca.
Artık her şeye gözlerindeki buğuların ardından
bakmaktadır.
Ve ekrana şunları; buzların arasından aldığı yüreğinin
kalemiyle yazar. Yüreğini buzlara iade etmek üzere...
“Beni ignore et*.Ne olur bunu yap.”
Bulut adam şaşkındır belki ama adı gibi bilir. Doğru olan
budur. Düşünür bir süre.Susar ekran. Susar kadının yüreği...Ölüm
anıdır bu.Verilen son nefestir sanki..
“Sevdam HAYIR dese” “ Sensiz yapamam dese” diye bekler
nefes almak için.
Bulut adamın suskunluğu bozduğu yerde ölecektir kadın..
Bunu ikisi de bilirler.
Bir yazı belirir ekranda çaresizce okunan
“Netten çıkıyorum o zaman” “Hoşçakal”
Mavi üzerine siyah yazılmış sözcükler kararlı ve kesindir...
Titreyen ve cansızlaşan parmakları son bir kez tuşları
gezinir kadının
“Hoşçakal”
Düşer Bulut adamın gülen yüzü ekrandan.
Ve
KADIN ÖLÜR...
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
6 Haziran 2006       Mesaj #864
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
ANNENİN GÖZYAŞLARI
Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.

Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun ona “Anneciğim, annler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-ya gelmezse, ya izin alamadıysa.” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.

Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı.. Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu;” Bu telaşın niye?” diye ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.

Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de..” İçinde sıkıntı armaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh.. yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse..” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı., ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo..
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen.. bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah.. kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzüelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Haziran 2006       Mesaj #865
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yengeç



Hiç romantik değildi. Bu tanım ana karakterimiz Tarık’ı anlatmak için yeterli bir cümledir. Gerçektende öyleydi Tarık romantizmden hiç anlamazdı. Acayip bir özellikti bu. Özellikle de bir yengeç burcuna göre de bayağı değişik bir özellik. Yengeç burçları duygusal olurlar özellikle de romantik. Hafiften de erkekleri çapkın olurlar. Gelgelelim Tarık neredeyse yengeç burcunun tüm özelliklerini reddedercesine doğmuştu. her şeye itiraz eder gibi tüm yengeç özelliklerini reddetmişti. Reddedemediği tek özelliği ise içine kapanık olmasıydı. Çoğu duygusunu söyleyemezdi bu yüzden aslında bu yüzden romantik ve duygusal gözükemiyordu. İçini dışa vuramıyordu o yüzden toplumda çok kaba gözükebiliyordu. Sanki romantik olsa bir kızın yanında , onunla dalga geçilecekmiş gibi hissediyordu Halbuki ne duygulanırdı güneş batarken , ay ışığında denizi izlerken ya da yağmurda yürürken. İşte bu yüzden herkese kendini yanlış tanıtmıştı. Başında kullandığım ilk cümle yani “Hiç romantik değildi” Tarık!
’ı dışarıdan tanıyanlar içindi. İçten tanıyan birisi henüz çıkmamıştı maalesef.

Bir gün bir kız arkadaşıyla dolaşırken arkadaşı ona gecenin rengini ve yıldızları gösterip “Ayy hayatım baksana hele ne romantik di mi?” dediğinde verdiği cevap tam vahim bir cevaptı. “Hani neresi?” Tabi o kız arkadaşını bir daha görememişti o ayrı mesele. Halbuki o manzarada ne kadarda duygulanmıştı hatta öyle bir duygulanmıştı ki gözünden hafif bir damla gözyaşı bile dökülmüştü tabi ki o karanlıkta kız arkadaşı onu görememişti. Görseydi belki ne kadar çok şey değişirdi ama görmedi işte.

Birde bir gün başka bir kız ile çıkıyordu. Ne çokta seviyordu onu. En uzun süreli çıktığı kişiydi. Dile kolay bir sene. Aman ha bir sene de uzun mu demeyin. Bu süre Tarık için oldukça uzun bi süreydi , inanın bana gerçekten de uzun. Serpil’e olan hayranlığını çoğu defa saklamayı başarmıştı ama bazı zamanlar ufakta olsa belli etmişti. Serpil’de Tarık’ın içindeki yengeç burcunu görmüştü. Bekliyordu Serpil. Tarık bir gün gelecek tüm yengeçliğini Serpil’e belli edecekti. Güneş doğarken ya da yağmur yağarken olmadı bir sahilde. Serpil’de seviyordu onu ama içindeki yengeci dışındaki ayıyı değil. Bu yüzden elinden geleni yaptı onunla geçirilebilecek tüm romantik anları yaşattı fakat hiçbir olumlu sonuç alamadı sadece bir iki kısa süreli baygın bakışlar. Bir plan yaptı ve onu bara götürdü. Tarık hiç bara gitmemişti bu da yetmezmiş gibi içki de içmemişti. Serpil bundan faydalanacaktı. Serpil bir bira içerken Tarık bir adet kola içti. Müzik falan bayağı hoştu fakat Tarık’ta herhangi b!
ir ifade yoktu ot gibi bakıyordu resmen. Serpilde de bir sabır vardı ki bekledi en sonunda beklediği oldu Tarık tuvalete gitti. Bu Tarık’ta bir içince fazla geçmeden tuvalate giderdi. Sabır dediğime bakmayın yani o beş Dakka Serpil’e yıllar gibi gelmişti ama sadece beş dakikaydı. Serpil Tarık gidince kolasına bira karıştırdı böylece onu hafiften açmayı düşünüyordu böylece onun içindeki yengeci çıkartabilecekti. İnşallah anlamazdı bir şey. Tam transfer işlemi bitince Tarık geldi. Oturdu yerine ve başladı kolasına kaldığı yerden devam etmeye. İlk başlarda tadı garip falan dedi ama Serpilin de iknaları ile yarım bardak (Bira bardağı) biralı kolayı bitirdi. Hafiften sarhoş olmuştu. Serpil’in şansına dışarıda yağmur da yağıyordu. Onu zor bela ikna edip yağmurda yürümeye çıkarttı. Tarık’ı yağmurda yürütebilmek oldukça zor bir işti ve bunu başarmıştı. Umutlandı. Yürüdüler , yürüdüler… Hiç konuşmadılar 15 dakika sonra Tarık konuşmak için ağzını açtı Serpil hemen pür dikkat ona baktı!
. Esnedi sadece. Serpil deli olmuştu fakat Tarık şunu dedi “ Hemen eve gidelim bu salakça yağmur saçımın tüm jölesini bozdu” İnanamıyordu yahu hazırlayabileceği en iyi ortamı hazırlamıştı ama duyduğu ilk cümleler bunlardı. O gün kavga ettiler ve ayrıldılar uzun süre görüşmediler.


Tarık’ta bu olay çok büyük bir yara açtı. Birkaç ay kendine gelemedi kimseyle konuşmadı konuşamadı. Salak salak dolaştı durdu. Konuya bir çözüm aradı. Rahat rahat konuşabilme üzerine kendince araştırma yaptı. Çözümleri bulduğunda tekrar çevresiyle konuşmaya başladı. Allahtan kitap okuyordu çünkü içine kapanık birisine yardım edebilecek en iyi yardımcı kitaplardır. Kitaplar sayesinde başkalarıyla konuşurken neler yapması gerektiğini nasıl konuşması gerektiğini her şeyi öğrendi. Ondan sonra anladı ki kendisi hep yanlışmış. Artık içindeki yengeçi ortaya çıkartmanın zamanıydı. Bunu eski kız arkadaşları üzerinde denedi bir iki aksama dışında her şey iyi gitmişti yavaş yavaş bir yengeç oluyordu. Bu denemelerini sadece Serpil üzerinde yapmadı çünkü tüm denemeleri Serpil için yapıyordu. Onu tekrar elde edebilmek istiyordu . Onunla konuşabilmek , gözlerine bakabilmek , ellerini tutabilmek ve neyse fazla yazmayayım Msn Happy Hiçbir kızı onu sevdiği kadar sevememişti hiçbirinde ondaki bakışla!
r yoktu ondaki gözler ve saçlar yoktu. İşte bu üç nokta Tarık için en önemli üç noktaydı. Serpil’de hepsi vardı bunların. Serpil kesinlikle aradığı kızdı ve onu tekrar kazanabilmek istiyordu. Onu aramalıydı hem de hemen şimdi.

-Aloo
Offf onun sesini tekrar duyabilmek işte bu…
-Merhaba Serpil ben Tarık.
-…
-Konuşmayacak mısın benimle?
-…
-Biliyorum bana çok kızgınsın ama seninle görüşemediğimiz 6 ay boyunca mahvoldum öldüm öldüm dirildim. Lütfen bir şans tanı bana.
-Daha ne kadar şans tanımalıyım ki sana söyler misin? Sen bilmesen bile sana kaç tane şans tanıdım bekledim bir gün içindeki yengeç ortaya çıkar diye ama olmadı çıkmadı ortaya. Lütfen arama bir daha.
-Zaten 6 aydır aramıyordum ki ancak kendime gelebildim. Gözlerimde şişler ancak geçti.
-Ne şişi neden bahsediyorsun sen?
-Ağlamaktan gözlerimde çıkan şişler.
-Efendim?
-Doğru duydun o kadar ağladım ki sen gidince açıkçası terk edince beni her gece yıldızlara bakıp bakıp ağladım. Çünkü bizimkilerin yanında onların bildiği gibi gözüküyordum fakat çoğu zaman da dayanamıyordum bir iki damla gözyaşı yanağımdan süzülüyordu.
-Lütfen benle dalga geçme 6 ay sonra sadece benle dalga geçmek için mi aradın?
-Lütfen aşkım inan bana seni ne kadar sevdiğimi sana nasıl anlatabilirim.
-…
-Aşkım orada mısın?
-Lütfen duyduklarımın doğru olduklarını söyle sanki başkasıyla konuşuyormuşum gibi geliyor.
-Benim merak etme sadece içimdeki yengeç dışarı çıkmaya çalışıyor.
-Buna inanmam sen asla bir yengeç olamayacaksın.
-Seni seviyorum.
-Olamayacaksın!!!
-SENİ SEVİYORUM!!! Sana olan sevgimi sana nasıl anlatabilirim söyler misin?
-Bakışlarınla. Sadece bakışlarınla ve romantik olmalısın.
-Bunu sana ispatlayacağım.
-Bana ispatlaman için yanımda olman lazım ve ben yanında değilim ve olmak da istemiyorum.
-Lütfennn bbanna bbirr şşşaaans vverrrr. Msn Sad
-Sen ağlıyor musun ?
-Hhayır ggözzüme tozzz kaçtı.
-Pekala sana bir şans daha veriyorum ama unutma bu senin son şansın. Beni seviyorsan ispatla ve bir yengeç ol…
-Sen iste yeter ki.

Serpil onun gerçektende ağladığına inanmıştı. Hiçbir zaman onu ağlarken görmemişti ve de duymamıştı. Bu onun değiştiğine bir kanıttı ve onu tekrar görebilmeyi de çok istiyordu. Şansı bu yüzden vermişti. Aslında bu şansı kendisine vermişti. O günü bekledi.

O gün gelmişti ve Tarık o güne kadar nasıl sabrettiğini anlayamamıştı. O gün akşama kadar zor sabretti saat 6 da Serpille buluşacaktı. Ona hiç yaşamadığı kadar romantik bir akşam yaşatacaktı bunu biliyordu. Bir çiçek yaptırmalıydı öncelikle. Bir çiçekçiye gitti.

-Merhaba
-Merhaba buyrun.
Derken çiçekçi fazla ilgilenmedi Tarık’la sanki bir şeye sıkkınmış gibi ya da bu işi zorla yapıyormuş gibi bir hali vardı. Tarık bunu önemsemedi tek önemsediği çiçeklerdi düzgün bir çiçek götürmeliydi. Öyle güzel bir bukle yaptırmalıydı ki sevdiği ilk görüşte yumuşamalıydı. Zaten gerisini kendisi hallederdi.
-Tekrar merhaba efendim. Çiçek alacaktım da.
-Nasıl bir çiçek.
-Ne bileyim normalcana bir çiçek işte kız arkadaşımla buluşacağımda.
İşte burada bıkkın çiçekçinin gözleri açıldı ve Tarıkla daha bir ilgilenmeye başladı.
-Evladım sen kız arkadaşına çiçek alacağına emin misin?
-Tabi ki eminim erkek arkadaşıma alacak halim yok ya tövbe tövbe.
-Hehehe sen beni yanlış anladın evladım demek istediğim bir sevgiliye çiçek alacakken normalcana bir çiçek alınmaz..
-Anormal mi alayım?
-Gene yanlış anladın evladım. Sana demek istediğim tamamen göz alıcı ya da onu sevdiğine dair bir çiçek alman. Yani çiçeklere baktığında “Bu çocuk beni gerçektende seviyor” diyebilmeli.
-Eee.
-Hehehe eesi ona bir aşk çiçeği , bir sevgi çiçeği alman.
-Peki hangisini almalıyım.
-Tabi ki gül. Sevgiyi anlatmanın en kolay yoludur.
-Ama gül dikenlidir eline batıp’ta yaralamasın o güzelim ellerini?
-Ah evladım Ah…
-Niye ahladınız efendim?
-Sana ahladım. Ne demek dikeni batar? Bir laftır bilir misin?
-Düşünmem lazım.
-Düşün bakalım kolay bir laf. İpucu güllü bir şey.
-Hah buldum gülme komşuna gelir başına.
-Oha yani. Ne komşusu oğlum komşuna neden gülüyorsun komşuna. Ne yaptı zavallı adam sana.. Hay Allah beni de saçmalattın. O söz değil. İşte bu söz “Gülü seven dikenine katlanır” Anlayacağın her genç kız gülü sever yani dikeni dert etmez kokusu önemlidir güzelliği önemlidir , renkleri önemlidir.
-Anladııım.
-Anladıysan eğer artık sorun kalmadı. Dur hele sana şöyle güzel bir demet yapayım da sevdiğinin aklını başından al.
-Gerçekten alır mıyım?
-Şey bu işin çoğunu gül üstlenecek ama seninde çabalamaman lazım.
-Nasıl yani?
-Şöyle ki. Kızın karşısına çıkıpta “Al sana çiçek” deme. Her şeyin nizamı vardır. O sırada aklına gelen en güzel sözleri söyle. Ya da dur orada söyleme giderken düşün ancak aklına gelir.
-Ne yani sen şimdi bana salak mı demek istiyorsun? Hemen bulamaz mıyım yani ne diyeceğimi? E tabi paranı aldın benden geç dalganı.
-Evladım gene yanlış anladın bunlar önemli şeylerdir pat diye söylenmez. Tabi ki o sırada hemen bir şeyler bulabilirsin ama uzun sürede pek çok güzel söz bulabilirsin. İşte o sırada sevdiğine söyleyeceğin söz güzel sözlerin en güzeli olmalı.
-İşte şimdi anladım. Çok teşekkür ederim. İyi akşamlar. Kolay gelsin.
Tarık yola koyulup az bir şey uzaklaştığında çiçekçinin dudaklarından şu sözler döküldü.
-Asıl sana kolay gelsin.
Tarık Serpil’in yanına giderken aklından hep çiçekçinin dedikleri geçti. Karşılaştığında Serpil’e en güzel şekilde çiçekleri vermeliydi. Fakat ne söyleyeceğini bilemiyordu ve nasıl davranacağını da. Buluşma noktasına az kalmıştı uzaktan Serpil’i gördü hala ne diyeceği aklına gelmemişti. Yaklaştı yaklaştı ve…
-Merhaba Tarık.
-Merhaba…
-O ellerindeki de nedir. (Hafiften gülümsedi ve yanakları hafiften pembeleşti)
-Bunlar mı? Buraya gelirken bir çiçekçi gördüm ve de bu çiçekleri. O kadar güzellerdi ki aynı senin gibi. Senin gibi kokuyorlardı , senin gibi göz kamaştırıyorlardı senin gibi kalpleri fethediyorlardı , senin gibi gülüyorlardı adeta , senin gibi şirin ötesiydi hepsinden ötesi senin kadar güzellerdi. Tabi dediğim gibi senin kadardı senden fazla değildi. Ben de bunları görünce sana anlatsam da inanmayacağın için sana getirdim işte hepsi senin. Senin kadar değiller ama senin kadar olmalarını da istemezdim.
-Neden?
-Çünkü sen benim için teksin.

Tarık gerçek bir yengeçti artık.
YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
6 Haziran 2006       Mesaj #866
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
Çatlak Kova


Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine uzanan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece bir buçuk kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş:



- Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.

- Neden? diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?"

Kova cevap vermiş:

- Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim bu kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.

Sucu şöyle demiş:

- Patronun evine dönerken yolun üstündeki çiçekleri fark etmeni istiyorum.

Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş:

- Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçekler olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.


Hepimizin kendine özgü kusurları vardır. Hepimiz aslında çatlak kovalarız. Allah'ın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de gerçek güzelliklere sahip olabilirsiniz.

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Haziran 2006       Mesaj #867
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Cesaret Mi Basiret Mi?

ingilizler ve Fransızların Çanakkale’yi geçebilecekleri endişesine kapılan İttihat ve Terakki Hükümeti tedbir olarak padişah ve hükümeti Anadolu’ya taşımaya karar vermişti. Sultan Abdülhamid Han’ı da rica yoluyla ikna edip, Anadolu’ya götürmeye karar vermişlerdi. Bu gidiş hatırasını Ercümend Ekrem Bey şöyle anlatıyor:

- “Hepimiz Sultan Abdülhamid Han’ın huzuruna, elpençe, dizilmiştik. Tal’at Paşa, pek hürmetkar bir ifade ile önce vaziyeti anlattı ve sözü asıl ziyaretimizin sebebine getirdi. Hülasaten şöyle diyordu:

- “Acil bir tehlike arz etmemekle birlikte vaziyet çok ciddidir. Düşman deniz ve kara yolu ile Çanakkale’yi zorluyor. Şiddetli müdafaya rağmen Allah korusun boğazı geçecek olurlarsa padişah, hükümet ve hanedan-ı saltanat esarete düşecek. Elim bir musalehaya mecbur olmamak için gerek zat-ı şahane ve gerek meclis ve hükümet, Anadolu’ya geçip harbe orada devama karar vermiştir. Hatta zat-ı şahane için Konya’da Çelebi Efendi’nin konağı tahliye olunmuştur. Korkulan vaziyet Allah korusun vuku bulursa, zat-ı hümayunlarının hangi şehirde ikamet buyurmak isteyeceklerini birader-i şahaneleri tarafından öğrenmeye me’mur edildik. Emir ve iradelerinizi bekleriz” diyerek niyetimizi anlattı.

Sultan, Tal’at Paşa’yı sonuna kadar soğukkanlılıkla dinledi. Keskin bakışlarını hepimizin üzerinde ayrı ayrı gezdirdikten sonra dedi ki:

- “Şevketli biraderimin hakipay-ı şahanelerine sadakatimi arz ederim. Endişeleri tamamen boşunadır. Eğer dokunulmamış ise, ben Çanakkale’yi zamanında tahkim eylemiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi mümkün değildir. Boğaziçi de öyledir. Amma, farzedelim ki, böyle bir felaket meydana geldi ve başımıza konduğu takdirde Sultan’ın yapacağı şey, tacını, tahtını, tebaasını bırakıp zelil bir şekilde kaçmak değildir. Saltanat ve tahtının altında canını teslim etmesi icap eder. Büyük dedem Hz. Fatih, bu beldeyi küffar elinden fethettiği vakit Bizans İmparatoru Kostantin kaçmayıp, harp ede ede can vermek cesaretini göstermişti. Biz Fatih’in torunları, Kostantin’den aşağı kalamayız. Zat-ı şahaneye böylece arzediniz. Müsterih olsunlar ve Allah’ın takdirine boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince, ben artık bir yere gitmem. Yegane arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i saniyeden bu arzuma mani olunmamasını istirham ederim” dedi.

Ve geldiği gibi kısa temennalarla bizi selamlayarak salondan çıktı. Bizler de sarayın merdivenlerinden kös kös inip Dolmabahçe’ye doğru yola çıktık. Yolda derin düşüncelere dalmış olan Tal’at Paşa bir ara bize dönerek:

- Aldık mı payımızı! Dedi.
ramsstein - avatarı
ramsstein
Ziyaretçi
7 Haziran 2006       Mesaj #868
ramsstein - avatarı
Ziyaretçi
AYAZDA İKİ YÜREK



Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim.

Günlerdir doğru dürüst birşey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...

Kalktığımda mutfakta notunu gördüm: Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu...

Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum. Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...

Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü bir sürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu...

Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...

- Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.

- Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı.

- Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..

- Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.

- İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte...

- Şu an ne iş yapıyorsunuz?

- Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum. Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl?

- Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...

- Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?

- İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz...

- Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka bireyler yapmalıyım.

- Şu an neredesiniz?

- Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?

- Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor.

- Yalnız mısınız?

- Evet, yalnızım.

- Birlikte olduğunuz kimse yok mu?

- Neden sordunuz?

- Hiç işte, öylesine sordum.

- Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil.

- Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı

- Evet, var...

- Ne iş yapıyor?

- Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.

- Nerede yazıyor?

- Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?

- Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...

- Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.

- Hayatında başka biri olabilir mi?

- Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar.

- Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?

- Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.

- Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?

- Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...

- Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...

- Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?..

- Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi...

- Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...

- Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim.

- Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler...

- Aşk çok güzel bir şeydir, ama kısa ömürlüdür.

- Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var.

- O bunları biliyor mu?

- Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi...

- Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı. Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş... Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz...

- Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var...

- Nasıl bir şey?

- Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz.

- Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim..

- En çok nereye mesela?..

- Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi...

- İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüz yüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki...

- Farkında mısınız, sabah oluyor?..

- Evet, vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüz yüze görüşmek istiyor musunuz?

- İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl'e yola çıkmak istiyorum..

- Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz?

- Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o...

- Hazırım... Ben biraz deliyimdir. Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha...

- Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz...

- İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle...

- Peki sevgiliniz?..

- Nasıldı o dizeler: Can çekişen aşkları vurmalı, Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtuluş'un dizeleri yanılmıyorsam..

- Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...

- Nerede ve kaçta buluşuyoruz?

- Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00?de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?

- Onu arar, her şeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşça kalın...

Ve birkaç dakika sonra telefonum artarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi:

Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla.

Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama bir türlü çıkamadığımız o uzun yola...



Cezmi Ersöz
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Haziran 2006       Mesaj #869
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Vefasız'a


Geçirdiğimiz o kadar seneye bugün yazık oldu tüm hatıraları diri diri mezara gömdüm kefensiz senin bu kadar nankör olduğunu tahmin edememiştim demek bu kadar değersizim artık çok değil 1 sene öncesine kadar bugün yüzüme bakmadığın kaldırımda senin yanındaydım aslında bana bunu o mekanda yapmayacaktın seni ilk orada öpmüştüm bu her şeyi bitirdi senle ilgili lise defterimde seninle ilgili şiir yok artık sayfaları kopartıp attım çöpe belki benim gibi bir seven bulur Onu hak ettiği kıza armağan eder ama söylemeden edemeyeceğim kilo almışsın bunu sana kızdığım için değil zaten her şey ortada şimdi gördüklerim rüya demeliyim ama değil gerçek keşke şarhos olup bunlar yalan ayılsam yanımda da sen olsan ama yok böyle bir şans merhaba demen yeter di bana yine de canın sağ olsun ben ise dudağım arasına kilitlenmiş şarkıdayım gidelim buralardan dayanamıyorum senin bu vefasızlığına dayamıyorum ve gidiyorum vefasızların olmadığı yere belki hatanı anlar dönersin ama dönüp beni orada da mutsuz etme sen kal olduğun yerde ben başka bir şey istemiyorum...
ramsstein - avatarı
ramsstein
Ziyaretçi
7 Haziran 2006       Mesaj #870
ramsstein - avatarı
Ziyaretçi
SENİ SEVİYORDUM

Sana uzak kentlerden birinde
zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı aksam güneşi...
Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi
İnsan hergün anımsarmı aynı gözleri..?
siir10172 kalp
Seni seviyordum ve senin haberin yoktu.
siir10172 kalp
Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü
ve burnun herkesten başkaydı işte.
Güldüğün zaman yukarıya bakardın.
Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı, ne güzeldiler...
siir10172 kalp
Sen bilmiyordun, ben seni seviyordum.
siir10172 kalp
Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler.
Duvarlara, vitrin camlarına kaldırımlara çarpıyordu.
Geri dönüyordu çoğalarak.
Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi,
her şeyi erteleyişim oluyordun.
Kalp ağrısıoluyordun,
birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun.
Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk.
Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyor
ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk.
Cesurduk... Ufuk çizgisi maviydi,
gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller.
siir10172 kalp
Ben seni seviyordum, bilmiyordun.
siir10172 kalp
Sevinçlerim oluyordun arasıra, sen hiç bilmiyordun.
Sonra herhangi biri oldun.
Bütün sevinçlerim bittikten sonra
yağmurlar yağdı serin haziran akşamları...
Sonra bir gün uzaktan gördüm seni.
Saçların bana inat, başın her şeye meydan okuyarak.
İşte yine aynı...
Kalbimi acıttın. Her zamanki gibi.
Değiştik sanıyordum.
siir10172 kalp
Ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir
yada boşver bilme en iyisi.....

siir10172 kalp
İclal Aydın

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar