Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 78

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.101 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Mayıs 2006       Mesaj #771
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ince kalpli dondurmaci
Arkadaşım Gayle dört yıldan bu yana kansere karşı yaşam mücadelesi veriyordu.
Sponsorlu Bağlantılar

Diğer arkadaşlarımla birlikte onu ziyarete gittiğim bir gün çocukluk düşlerimizden söz ediyorduk. Gayle başını pencereye doğru çevirdi. Gözleri çok uzaklarda, sesi sitem dolu
“Ben, kumandalı, kırmızı bir oyuncak arabamın olmasını isterdim hep, ama doğum günümde ne istediğimi söylersem; dileğimin gerçekleşmeyeceği korkusuyla hiç kimseye söyleyememiştim bunu. Bu nedenle de asla radyolu, kırmızı bir oyuncak arabam olmadı.” dedi.

Gayle’i ziyaretimden bir kaç gün sonraydı. Çok sevdiğim dondurmayı almak için sırada beklerken birden dondurmacının vitrinindeki kırmızı oyuncak arabayı gördüm.

Yanına da bir not iliştirilmişti:
"Dondurmanızı alırken vereceğimiz kuponu doldurmayı unutmayın, belki de çekiliş sonunda bu kumandalı araba sizin olabilir."

Hemen Gayle’in sözleri geldi aklıma. Bir kaç hafta boyunca sürekli dondurma alıp, verdikleri kuponları doldurdum. Hiç bir çekilişte de kazanamadım. Bu kırmızı arabayı mutlaka Gayle’e almalıydım.

Dördüncü haftanın sonunda artık çekilişte kazanmaktan ümidimi yitirmiştim.

Dükkan sahibi ile konuşarak bana bu arabalardan bir tanesini satmalarını rica ettim.

Dükkan sahibi dört haftadır hergün dondurma alıp, kuponları doldurduktan sonra büyük bir heyecanla çekiliş sonuçlarına baktığımın gözünden kaçmadığını söyledi.

Ardından da gözlerimin içine bakarak:
"Söyler misiniz, neden bu kadar çok istiyorsunuz bu arabayı ?" diye sordu.

Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan ona arkadaşımdan söz ettim. Çok etkilenmişti.
"İstediğiniz oyuncak arabayı verdiğiniz adrese göndereceğim" dedi.
Yazdığım çeki masanın üstüne bırakarak , büyük bir mutlulukla evime geldim.

Ertesi günü Gayle’i ziyarete gittiğimde gözleri ışı ışıldı. Elindeki kırmızı oyuncak arabayı göstererek küçük bir çocuk heyecanıyla:
"Bak" dedi. "Bunca yıl bekledim ama nihayet dileğim gerçekleşti, hem de tam istediğim gibi !"
Ertesi günü postacı bir zarf uzattı elime. Açıp okumaya başladım:
"Sevgili Bonnie, annem ve babam da kanserdi ve ikisinide, altı ay gibi kısa bir sürede kaybettim. İkisi içinde çok çabaladım ama doğrusu dostlarımın sevgisi ve cömertliği olmasaydı hiç bir şey yapamazdım. Gerçek dostlarım olduğu için kendimi hep şanslı hissettim. Gayle’de senin gibi bir dostu olduğu için çok şanslı. En iyi dileklerimle. Norma"

Dondurma dükkanının sahibiydi mektubu yazan. Benim masasına bıraktığım çek de zarfın içindeydi.


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
26 Mayıs 2006       Mesaj #772
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yaralı Kalp

Sponsorlu Bağlantılar

Genç kız feci bir hastalığın pencçesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere, kalp nakli için ilan vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı... Genç kız ise hergün hastahane odasında biraz daha solmaktaydı. Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu... Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yinede engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına, fakir ama onu seven sevgilisi... Hergün aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu..."Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri, sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdiki... Ama olmamıştı işte, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş, onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi.. Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi... Ayrılıklarından bu yana 5 bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir, her günü hüsran...Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı... Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı, bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi... En çokta saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş, koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu. Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.. Belki sevdiği yanında olsa, kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki.. Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık... Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu.. Ufakta olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek istemiyordu... Oysa sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi...Kendi sevgi dolu kalbinin kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile, ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada.. Ama sevdiğinden bi hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti. Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belkide sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler içinde derinliğe daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı.. Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı... O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. 1 hafta sonra tekrar gözlerini açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki birşeyler ek*****... Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu.. Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu... Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlamış, ama ameliyat kolay değil, bir aydan geçer demişti doktor. Aylar geçmişti ama hala aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Hergün onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlarla.. En çokta kan kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi. Oda genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle... Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti. Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı. Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı. Yılar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği sevdiğinin kokusu vardı mektupta.. Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip oturdu yavaşça...Kağıdı açtı. Ve elleri titreyerek okumaya başladı. "Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe 2 sevginin sığmayacağını bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin dahada artıyordu.. Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden dahada hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Hergün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime, sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün herşeyi değiştirecek bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim... Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye.. Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık... Senden çok uzaklardayım belki, ama yinede seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hemde her gece... Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi bildiğimi sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi sevmemizin 6. senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarında sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak olur mu? Çünkü gözyaşlarımla, adını yazdım ona...Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde... Unutma, kırmızı gülüde unutma olur mu??... Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim... Sevgilin...."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #773
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
islamingencleri5fg5merosaninbryz

Bir zamanlar uzak diyarlarda küçük bir kasabada dürüst ve çalışkan bir genç yaşarmış.
Tüm gün ustasından öğrendiği gibi demir döver kasabanın tüm ihtiyaçlarını giderirmiş.
Sutean adındaki bu genç adam herkes tarafından sevilen sayılan biriymiş.

Bir gün dükkanına eski bir tencereyi tamir ettirmek isteyen hizmetçisi ile birlikte
Rosa adında çok çok güzel bir kız gelmiş..
Sutean görür görmez bu kıza aşık olmuş, ama kız ona fazla yüz vermemiş.
Tencereyi bırakıp dükkandan çıkmış.
Güzel kızın ayrılması ile birlikte sanki dükkandaki ateş sönmüş;
demirci Sutean'in kalbini buz gibi bir şey kaplamış.
Güzel kızın kalbini kazanabilmek için bir çare aramaya başlamış.
Ocağının başına oturmuş düşünürken bir parça demir almış
ve onu şekillendirmeye başlamış.
Çalıştıkça çalışmış ve ortaya çıkan şey şimdiye kadar yaptığı hiçbir şeye benzememiş.
Eşi benzeri görülmemiş bir çiçek yapmış demirden...
incecik yaprakları birbiri etrafında kapanan dünyanın en güzel çiçeğini...

Sabah tencereyi almaya sadece hizmetçi kız gelmiş.
Demirci Sutean üzülse de güzel kızı göremediği için
tüm umudunu çiçeğine yüklemiş
ve aşkının elçisi olarak göndermiş hizmetçiyle...
güzel kız çiçeği görünce büyülenmiş, kalbi yumuşamış
ve Sutean'in aşkına karşılık vermiş...
Sutean güzeller güzeli kız ile evlenmek için
kızın babasından izin almak üzere yaşadıkları şatoya gitmiş.

Güzel kızın babası bir büyücüymüş, ve kızının sıradan bir adama,
bir demirciye aşık olmasına çok öfkelenmiş.
Bu ilişkiye hemen bir son vermeye yemin etmiş.
Hemen orada Sutean'i öldürecek bir lanet okumaya başlamış ki,
kızı dizlerine kapanıp onu engellemiş.
bunun üzerine büyücü kurnazlığa başvurmuş;
Sutean eğer sabaha dek şatonun etrafını demir bir çit ile çevirirse
kızı ile evlenmesine izin verecek eğer başaramazsa
güneş doğarken Sutean taşa dönecekmiş.
Eğer korkuyorsa bir daha dönmemek üzere
şatoyu terk edebileceğini söylemiş demirciye...

Demirci korkup da sevdiğini terk edebilecek biri değilmiş.
Hemen işe başlamış, durup dinlenmeden çubuklar,
teller hazırlayıp onları diziyormuş.
Sabaha karşı büyücü demircinin çiti yetiştireceğini anlamış,
ve onu engellemek için aklına bir kurnazlık daha gelmiş...
kızının kılığına bürünmüş ve şarkı söylemeye başlamış.
Şarkı öyle derin öyle güzelmiş ki...
demirci çekicini bırakıp dinlemeye başlamış...
Büyücü güneş doğana dek söylemiş..

Güneş ışıkları penceresine vurduğunda güzel kız uyanmış,
hemen pencereye koşmuş; çitin yarısı duruyormuş...
demirciyi uyarıp güneş ışığından kaçırmak istemiş,
ama geç kalmış...

Gün ışığı üzerine değer değmez genç adam taşa dönüşmüş...
büyücü neredeyse mutluluktan uçmak üzereymiş.
Babasının oynadığı oyunu gören kız çok üzülmüş,
ve elinde demircinin hediyesi olan demir çiçek ile
taşa dönüşmüş olan sevgilisinin yanına koşmuş.
Ağlamış, ağlamış, ağlamış...
göz yaşları taşı eritememiş, ama demirden çiçeği canlandırmış.
Gözyaşları ile beslenen çiçek büyümüş, serpilmiş,
tüm şatonun etrafını çevrelemiş.
Demircinin tamamlayamadığı çiti çiçeği tamamlamış.
Bu güzel çiçeği görüp beğenenler alıp başka yerlere de ekmişler
ve böylece tüm dünyaya yayılmış.

Güzeller güzeli Rosa'nin (Gül) anısına
her yerde onun adı ile anılır olmuş.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #774
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bulamayacaksın Artık
Yağmalanmış bir şehir gibi sessizliğe bürünecek anıların...Karakışın koynunda kuruyacak baharın...İsminle başlayan tüm şiirlerim yanacak bir bir...Koynunda ihanetinin akrepleri kol gezecek...Ve sen uykularda kaçıncı rüyanı görürken ben toprakta çürürken yine sana ağlar olacağım....

Kanatları parçalanmış bir serce düşecek avuçlarına...Bensiz geçen günlerinde gözyaşların karışacak nehirlere....Gözyaşların bile fayda etmeyecek Cehennemin ateşine...Gece olup ıssızlığına büründüğünde beni arayacaksın....Tavan arasında sana gülümseyen yıldızları anlatan bu adamı arayacaksın...Duvarlara bakıp bakıp gözlerimi bulamayacaksın...Denizlerin dalga dalga acıyı taşıyacak sahillerine....

Ben senin uğruna canımı vermişken sen benim ismimi unutacaksın belki de....Sensiz yaşayamam derken bile bana inanmamıştın.Hangi yitik mevsimlerde acar artık baharların.....Hangi güneşte kurur ihanetinle dökülen gözyaşların.....Tüm şiirlerim yanacak ihanetinde...Beni düşünürken bir gece aklına düşecek sana yazdığım şiirlerin satırları.....Ağır gelecek yokluklumum.....Yıllanmış şaraplar kesmeyecek sarhoşluğunu.....Bir Maltepe paketi daha bitecek durgunluğunda....Arayacaksın beni sokak basında....Bulamayacaksın artık.....

Sorgusuz sualsiz beni sırtımdan bıçaklığın anlar gözlerine düşecek perde perde....Güneşli sabahlarda ihanetin gölgelerinde üşüyeceksin...Üşüyen ellerini ısıtacak bir el arayacaksın....Kaldırımlarda gezerken düştüğünde seni kaldıracak bir adam bulamayacaksın....Kursuna dizdiğin düşlerimi arayacaksın perdesiz anılarında....Baharın koynunda karakışı yaşayacaksın.....Günden güne bir tomurcuk gibi kuruyacaksın...Ve ağlarken gözyaşlarını silecek bu adamı arayacaksın...Ama bulamayacaksın artık....

Firari sevdalarda adın unutulacak.Martılara anlattığım gözlerin bir bir kaybolacak...Gökyüzünde gülüşlerini çizdiğim yıldızlar sönecek....İntihar kokan çiçeklerin eriyecek avuçlarında....Öldürdüğün bu adamın vicdanı çıkacak sokak başında.....Ve günden güne solarken yeniden yeşermek için bir dal arayacaksın...Ama bulamayacaksın artık...

Ben gözlerine ölmüşüm..Mezarıma adımı bile yazmadılar..Gelirde onu da silersin diye.

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #775
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
CENNET VE CEHENNEM
Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikteölmüşlerdi...
Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında
dolaşmaya
başladılar... Adam çok susamıştı... Biraz su bulabilmek
ümidiyle
yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir
manzaranın karşısında buldular..
Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir
bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın...
Adam köpeğiıle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:
"Affedersiniz... Burası neresi?''
Kadın ona gülümsedi:
"Burası Cennet, efendim". Adam bunun üzerine sevinçle
"Harika...!!!" dedi.
"Peki bana biraz su verebilir misiniz? Gerçekten çok
susadım"....
Kadın cevap verdi: "Tabi efendim, içeri girin... ıçeride
dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz....."
Böylece adam köpeğine döndü, "Hadi oğlum içeri giriyoruz"
diyerek kapıya yürüdü... ama kadın onu birden durdurdu:

"Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez... hayvanları
içeri almıyoruz..."
Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp
köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam tersi yönünde yürümeye
koyuldular....

Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir
yolda buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini
andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı...

Adam sordu:"Affedersiniz.... bana biraz su verebilir
misiniz??"
Dede "ıçeri gel" dedi... "kapıdan girdikten sonra sağ tarafta
bir çeşme var..."
Adam sordu: "Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir
mi?"
Dede " Tabii..." dedi. "çeşmenin yanında köpeğinin de su
içebileceği bir kase bulacaksın..."
Bunun üzerine adam kapıdan girdi... biraz yürüdükten sonra sağ
tarafta çeşmeyi buldu... Adam çeşmeden köpek de oracıktaki kaseden
doya doya içerek susuzluklarını giderdiler....
Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeıe sordu:
"Su için çok teşekkür ederim... Peki burası neresi..?"
Dede "Burası cennet" dedi. Bunu duyan adam şaşırdı:
"Ama nasıl olur...? az önce burası gibi kırık dökük olmayan
muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..."
Dede "şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?"
dedi...
" ama orası Cehennem.."
Adam iyice şaşırmıştı: "Peki ama orası sizin adınızı
kullanarak insanları kandırıyor diıe hiç kızmıyor musunuz..??"
Dede gülümsedi:
"Kızmıyoruz...çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını
yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar...."
Dostlarınızı yarı yolda Bırakmayın. Bir dostun derdine herkes
üzülebilir, bu çok kolaydır. Bir dostun başarısına
sevinebilmek ise
sağlam bir karakter gerektirir..

Hayata değer bir yaşam, sevmeye değer bir aşk, dostluğa değer
bir arkadaşlıktan asla vazgeçme.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #776
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bu Şehri Yok Edercesine


Hava öylesine kapalı ki, güneş öylesine yok ki, hani sıcacık bir gülümseme bütün bulutları dağıtacak ve bütün güneşleri doğurtacakmışçasına aylardır bekliyorum. Ama hala o yağmurlu kapalı Aralık ayında kaldım galiba. Aradan üç mevsim geçmesine rağmen ne bahar gelmek bildi ne de yaz. Zaman zaman güneş doğmuyor değil. Bulutların arasında şöyle bir kendini gösterip yine kayboluyor. Güneşi kaybettiğim ufukta bekleyip duruyorum. Anlamıyorum. Belki de başka ufuklarda beklemem gerekiyordu güneşin doğmasını. Ama en güzel güneş bu ufuktan doğmuştu. Onun için mevsimlerdir aynı yerde bekliyorum ama hayat bir taraftan acımasızca geçip gidiyor. İnsan hayatı helezonik bir şekilde akıp giderken, o helezonu kırmaya kalkarsa, işte o zaman helezon daire şeklini alıyor ve gittikçe daralan bir kısır döngü içinde boğulup duruyor. Belki de kader denen şey budur. Ya da belki de kadere karşı gelme denen şey budur. Hikaye. Herkes kaderini kendisi yaratıp bozuyor galiba. Zannederim en kötü hastaığın pençesinde boğuşup duruyorum. İşte hayat akıp geçiyor. Ve ben hiç mi hiç müdahale edemiyorum. Kendi hayatıma belki müdahale edebilirim ama kendi hayatımın dışında hiç kimsenin hayatına müdahale edemiyorum.

Buradan bakınca bu şehir ne kadar güzel görünüyor. Ama bu gözlerle bakınca her zaman içinde yaşanan hüzünleri, ayrılıkları, yaşanamamışlıkları görüyor insan. Şehir her ne kadar ışıl ışıl, cıvıl cıvıl da olsa yaşadığın günler bulutlarla kaplıysa hep yağmuru özlüyor ve bekliyorsun. Bulut var ya, nasıl olsa yağmur yağacak diye bekliyorsun. Ve nasıl olsa yağacak yamuru da sevmek zorunda insan. Aslında yağmur da güzeldir hani. İnsanı öyle bir ıslatır ki, ne üzerinde hüzün kalır ne sevda hepsini temizler geçer. Ama işte beklenen yağmur bir türlü gelmezse o hüzünler ve sevdalar insanın benliğine yapışıp kalır. Aslında sevdadan kurtulmaya çalışmak belki de hayattan kurtulmaya çalışmaktır. Ama küçük küçük mutluluklar yaşayan insanlar, büyük umutların peşinde koşan insanlardan belki de daha mutlu oluyorlar. Aşkı, sevdayı bir kişiye karşı yaşamak galiba en kötüsü ve en iyisi. İnsan birini seviyorsa, ister istemez zamanla karşılık bekliyor. Karşılık gelirse bir süre günlük güneşlik kıskanılası bir yaşam sürüyor. Ama karşılık gelmezse işte o zaman yaşanan her an boşa geçen zaman gibi algılanıyor. Yaşayan nefes alıp veren bütün canlılar için geçerli bu galiba. Sevgimizi verdiğimiz bütün canlılardan karşılık bekliyoruz. Evde beslediğimiz köpeğimiz bizi ısırmaya kalksa onu kapı dışarı ederiz. Kuşumuz sevgimize karşılık vermese “bana küstü” deriz.. Çiçeklerimiz bile solmaya başlasalar , sevgisiz kaldı garibanlar diye deliler gibi onlarla konuşmaya başlarız. Ama insana duyulan sevdanın güzelliği, karşılığını görürsen, sıcacık bir gülümseme ve en içten kelimelerle sevgiyi ifade etme, en güzeli de kim icat ettiyse sevgiliyi koklayarak, kokusunu ciğerlerine doldurarak sım sıkı sarılmak işte insana duyulan sevdayı farklı kılanlar.

Koca şehir İstanbul, ***** şehir, dost şehir, can şehir, düşman şehir. Seninle yaşayınca senden nefret ediyorum ama senden bir dakika uzaklaşsam seni deliler gibi özlüyorum. Sen çirkef sevgili, sen hırçın, sen yaramaz ve sen bekaretini yüzyıllar öncesinden kaybetmiş ve hala bakire masumiyetini kaybetmemiş güzel yüzlü, güzel ruhlu fettan sevgili. Hani köprüden boğazı geçmeye kalksam, saatlerimi, yaşanası saatlerimi sadece sana veriyorum ya kıskanç sevgilim. Ya da arabamı herhangi bir yere parkedemeyip, saatlerce park yeri aradıktan sonra tek bulduğum yere park ettiğimde ve beş dakika sonra arabamın bilmediğim bir yere çekildiğini öğrendiğimde senden nefret ediyorum çirkin sevgilim. Ve sırdaş sevgilim sende nice sevdalar yaşadım ki bunları senden başka hiç kimse bilmiyor ve asla öğrenemeyecek. Sende ayrılıklar yaşadım ki her biri ömre bedel yedi göğüslü, mavi gözlü ve binbir bacaklı sevgili. Sevdaları doğurdun ve sevdaları öldürdün tabiatın en bereketli bereket anası.

Hayat bazen insana çok kısa geliyor. Hani bir kelebeğin ömrü kadar, doğarsın seversin, sevdiğinle birlikte bir yaşam sürersin ve ölürsün. Kelebeklerin sevdaları nasıldır acaba ? Onu da İngiliz bilim adamları araştırsın ama ölümün geleceğini bilerek bir sevdaya girmek herhalde ölümüne sevmektir. Peki sevdanın da bir diyalektiği var mı acaba ? Yoksa sevdim dediğimiz çoğu şey sevdiğimizi zannettiğimiz şeylerden mi ibaret. Gerçek sevginin kıstasları nedir acaba ? Sevdiğin için ölmek mi? Sevdiğin için yaşamak mı? Ya da sevdiğinin mutlu olması yeterli mi ? Yoksa sevdiğim insan benimle mutlu olacaksa olsun yoksa mutsuz olsun düzeyinde bir sevda var mıdır ?

Bazen şeytan ne var ne yok hepisini bir kenara fırlat at ve çek git buralardan diyor. Hani şeytana uyan insanlar mutlu mudur ? Ne bileyim atla git bir kasabaya çiftçilik yap, balıkçılık yap. Küçük bir yaşantı kur ve küçük umutların peşinde sana verileni yaşa. Herhalde daha iyidir. Ama lanet olası düşünceler insanın kafasından silinmedikçe, istediğin kadar uzaklara git asla uzaklaşamıyorsun. Ve kaybettikçe ve kaybettiğini hissettikçe kazanmak için daha fazla çaba gösterip daha fazla kaybediyorsun. Galiba hayatı biraz da kendi akışına bırakmak. İşte o zaman da; zaman işlemeye devam ediyor ve geçen her saniye kaybedilmiş zaman gibi geliyor ve zamanı kaybetmemek için insan daha bir çaba gösteriyor. Ama bütün bu çabalamalar galiba belli bir süre sonra çırpınma halini alıyor. Ve görüntüde kaybetmiş, tekrar kazanmak için çırpınıp duran melankolik bir insan halini alıyor.

Küçük mutluluklar peşinde koşanların onları yakalaması daha kolaydır. Dolayısı ile onlar daha mutlu olurlar. İmkansızı isteyenler de galiba mutsuzluğa mahkumlar..

İşte yine bu şehirden nefret ediyorum. Bana yine ummadığım kırıklıkları yaşatıyor. Ama bir gün ölürsem bu şehirde ölmek isterim. Bilmiyorum. Belki de başka bir şehirde insan böylesine sevdalar yaşayamaz. Şehir sıcak, şehir soğuk, şehirde ölüm sessizliği ve düğün şenliği bir arada yaşanıyor. Şehirde bir dilim ekmek parası için dilenenler ve özel uçaklarla gezenler aynı havayı soluyor. Ve şehirde emek için savaşanlarla, emmek için savaşanlar benzer suları içiyor. Aynı martıları seyredip, aynı yerde üretilen rakıları içiyor. Sarıyer’de kiralık sandalda, mangalda balık-rakı keyfini değme yatlarda yaşayamazsın. Ondandır belki de filimlerin çoğunda, o şatafatlı yaşantıdan kaçan zenginler Kavaklar’da ya da Hisar’da balıkçılarla sıcacık muhabbetlerde rakılarını yudumlarlar. Ya yaşayacaksın İstanbul’u ya da uzaklaşacaksın. Kıyısından yaşamaya gelmez bu şehir. O zaman insanı sıkar, daraltır, üzerine üzerine gelir. Sana pas vermeyen ve seni kıskandırmak için onun bunun koynuna giren sevgili gibidir. Çıldırısın, doyasıya yaşamak için ama o ille de sana pas vermez. Gebersen pas vermez. Ama kolay kolay da çek git demez. Sana vücdunun en güzel kıvrımlarını açıp, en bakir köşelerini görmeni sağlar ama yine de pas vermez. İşte bu şehir sevdanın şehri.

Sevdası olmayan insanın, umudu da yoktur ve umudu olmayan insanın yaşantısı da yoktur çocuk. Umut her şey için umut vardır insanın yüreğinde bir yerlerde. Yarınları hayal edip olabilirliğini beklemek işte en güzel, en yaşanılası yaşam biçimidir.. Umut olmadan hiç bir şeyi yaşamak mümkün değil. Kaldı ki, umut olmadan sevda yaşamak da sevdanın kendi iç dinamiği içerisinde imkansız galiba. Önce sadece ve sadece karşılıksızca seviyorsun, sonra karşılık beklemeye başlıyorsun ve sonra da tamamıyla biribirinin olmayı umut ediyorsun. İşte sevdanın iç dinamiği ve diyalektik çözümü bu galiba. Umudun kırıldığı yerde hayat da kırılıyor, yürek de çocuk. Umutsuz yaşam, sadece nefes alıp vermektir. Dağlara çıkan eşkiyaların da umudu vardı, dağları delen sevdalıların da. Ve bir ideal uğruna hayatını hiçe sayanlar da umutlu ve mutluydular. Ağlarını, denizin cömert göbeğini örtercesine savuran balıkçılar da umut doluydular, toprağın yüreğini yırtarcasına yarıp tohumlarını bırakan çiftçiler de umut doluydular. Ve bir anneye dokuz ay o acılara katlanmasını sağlayan da umut galiba çocuk.

Şarkılarda, şiirlerde aşkı anlatan mevsim bahar derler ya nedenini asla bulamadım çocuk. Bahar, doğurgandır, ve aşkın sonu da doğurganlık olabilir mi ? Belki. Bahar uyanıştır. Sevda da insanın derin bir uykudan uyanması mıdır?. Belki. Bahar temizlik midir? Eski ne varsa yokolması, yerini yenilerin alması mıdır? Belki. Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var sevda denen şey kendi içinde biraz da yalnızlığı paylaşmaksa eğer, insan yağmuru beklerken kendini daha yalnız hisseder ve yağmur yağınca da yalnızlık doruğa ulaşır. İnsan üşüyünce sarılacak sıcacık bir çift göz ister. İşte bunun için sevdalar kışın yaşanmalı ama baharın o cıvıltılı günlerinde de uçmalı.

Beklenen yağmur nihayet yağdı. Sadece yağmur yağdı. Mevsimler boyu yağmura susamış topraklar gibi karşılamadık yağmuru. Yağmur her şeyi temizler diye bekledim ve temizledi de. Ama çocuk, yağmur yağarken ve ben yağmuru yaşarken bir an için düşünceler dahil her şeyi temizliyor ama yağmur geçmeye yüz tutunca ve bir de güneşle sarılınca, yani gökkuşağını yaşarken öldü sanılan duygular tekrar dirilip insanın tüm benliğini sarıyor. Şehir ıslanıyor, sen ıslanıyorsun, ben ıslanıyorum ve sadece; şehir, sen ve ben ıslandığımzla kalıyoruz. Ama galiba gökkuşağında yaşamak için iliklerine kadar ıslanmak gerekiyor. Çocuk, şimdilik şehrin kaldırımları, senin elerin ve benim gözlerim ıslak.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #777
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gitarcının askı..

Sabah erkenden gitarını alıp evden çıktı...posta kutusu boştu gene. Yoo, hayır. Beyaz birşeyler vardı. Kalbi hızla çarparken, kutuyu açıverdi.Elektrik faturası gelmişti...hem de herzamankinden "hoş" bir miktarda...Başka birşey olmadığını bildiği halde, gene kutunun içine bakti...Boş...Dışarısı, ne soğuk ne de sıcak...kapalı bir havaydı.Yağmur yağmaması için dua etti...şemsiye evde kalmıştı ne de olsa...Karşıya geçmek için trafik lambalarının yanında durdu...önünden son sürat geçen araba, bütün çamuru sıçrattı...en sevdiği siyah pardesüsü de batmıştı...karşıya geçti.Karnı açtı...Her pazar sabahı uğradığı cafe'ye gitti..."tadilat nedeniyle kapalıyız" yazısını okurken, gülümsedi...aklına mezar taşına yazılabilecek bir şey geldi "Tadilat nedeniyle oldu... açlıktan "... neyse dedi kendi kendine" o kadar da aç değildim"...sonra bi yerlerde yerim diye düşünerek yürümeye başladı. Derken yanından geçen bir grup çocuk, ona sertçe çarptı. Yere yığıldı. Karşısında, evin balkonunda oturan bir grup genç kız, gülüyorlardı...ona gülüyorlardı... Ayağa kalkarken, cebindeki bozuklukların düştüğünü farketti. Herbiri ayrı bir yöne yuvarlanıyor... çatlaklardan, deliklerden düşüp kayboluyordu.Parası da gitmişti.Bi gitarı, bi de canı vardı...Yemek yiyecek,eve gidecek parası kalmamıştı...yorgundu. Mektup yazmayan, arayıp sormayan, çok sevdiği o kızla bir zamanlar gittikleri parkı hatırladı...orada küçük çocuklar bileklik, kolye gibi hediyelik eşya satarlar...müzisyenler maharetlerini gösterir, para kazanır,kızlara hava atarlardı...Parktaki o eski nese kalmamıştı.Yolun kenarına geçti. Elindeki gitar çantasını yere koydu.

Gitarını çıkarıp, o "en" hüzünlü besteyi çaldı...sonra, o kıza bestelediği parçayı...ve bir başkasını...ve bir başkasını...çaldı...çaldı. Kulağına gelen takırtı sesleriyle kafasını kaldırdı. Gitar çantasına para dolmaya başlamıştı. Sonra, neşeli bir parça çaldı...para geldikçe,şarkılar daha bir hareketli, daha bir neşeli oluyordu...Güneş batmaya başladı... İleride zabıtalar göründü...daha fazla kalamazdı orada.Gitarı çantaya koydu ve kalktı...eve gidecek, yemek yiyecek parası vardı... belki kirayı hala veremeyecekti, bu ay...ama, hiç değilse düşürdüğünü karşılıyordu bu miktar...

Derken yağmur başladı...Eve daha çok var, diye geçirdi içinden. Ne zordu hayat!Yağmur altında yürümeyi severdi...ama yalnızken değil.Yalnızken,daha bi ağır yağıyordu sanki yağmur...Daha bir soğuk... Eve vardığında, kuşu öterek karşılamadı onu...sessizlik dolu ev, o an ürpertti...kafesin yanına gittiğinde, minik kuşu kafesin tabanında yatıyordu hiç kıpırdamadan...öylece..."ölüm" dedi..."sürprizleri seviyor" Islak giysilerini çıkardı...kuş gibi o da ölecekti, bu sefil hayatta.

Gitar çantasını açtı, kalan bozuklukları almak için. Arada beyaz bir kağıt gördü...Açar açmaz, yazı tanıdık geldi...o beyaz ellerin yazdığı notu okurken, önce heyecanlandı, sonra üzüldü...Notta: Demek hala bizim parçamızı çalıyorsun...ve yine çok hüzünlü bir şekilde. Beraber aldığımız kuşları hatırlıyor musun? Bendeki bu sabah öldü...ayrılığa dayanamadı herhalde...ama, biz insaniz, dayanabiliriz degilmi? Yarın gidiyorum bu şehirden...kendine iyi bak...hoşçakal! Anladı o an, işlediği hatayı...ne kadar da bencil olmuştu bugüne kadar. O bu şehirdeydi...ve hiç aramamıştı...o arar diye. Şimdi aynı şehirde bile olmayacaklardı. Gün batışını aynı anda izleyemeyecek, aynı ortamda aynı havayı solumayacaklardı...ama, o da affetmezdi ki...yoksa eder miydi?Dal rüzgarı affeder, ama kırılmıştır bir kere, diye geçirdi içinden...Kapı çaldı...ne de çok istedi o an için, kapıdakinin o olmasını...Bu nedenle açmadı kapıyı...o umudu taşımak istedi hep içinde...sonra uykuya daldı...uyanmamak üzere...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #778
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
DOKTOR VE HASTASI


Kanser hastanesinde bashekimken Serap adinda genc bir hanim hastam vardi.
Bu hastam gögüs kanserine yakalanmis ve tedavi icin yurt disina gitmek
istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkani bulamamisti. Serap'i
özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altina aldim. Ve kisa bir süre sonra da
Allah'in izniyle iyilestigini gördüm. Ancak Serap'in da bütün diger kanserliler
gibi ilk 5 yillik süreyi cok dikkatli gecirmesi gerekiyordu.
Bir is kadini olan Serap, 4 yil kadar sonra 1 ihale icin izmir'e gitmek
istedi. Kis aylarinda oldugumuz icin uçakla gitmesi sartiya kabul ettim.
Maalesef bilet bulamamis ve benden habersiz bindigi otobüsun kaza gecirmesi
üzerine 6 saat kadar mahsur kalmis. Dönüsünden kisa bir süre sonra kanser,
kemik ve akcigerine yayildi. Serap bacak kemiklerindeki metasaz nedeniyle
yürüyemez hale gelirken, hastaligin akcigerdeki tezahuru sebebiyle de devamli
olarak oksijen cihazi kullaniyor ve söyledigi her kelimeden sonra
agzini o cihaza yapistirarak nefes almak zorunda kaliyordu. Evine gittigim
gün, yine güclükle konusarak:
- Doktor bey, dedi. Ben size...darginim.
- "Niçin?"diye sordum.
- "Siz...dindar...bir...insanmissiniz...nicin...bana...da,
Allah'i...ölümü... ahireti... anlatmiyorsunuz?"
Dini inançlarinin çok zayif oldugunu bildigim için bu teklifi karsisinda
oldukça sasirdim. O'nu üzmemeye çalisarak:
- "Doktora ulasmak kolaydir dedim. Parayi bastirdin mi istedigine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi icin gönülden istek duymalisin..."
Konusmaya mecali olmadigindan "ben o istegi duyuyorum" manasinda basini
salladi. Artik ümitsiz bir tibbi tedavinin yanisira, ebedi hayatin ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz baslamis ve son günlerini yasayan
Serap icin bu dersler "hizlandirilmali ögretime" dönmüstü. Anlattigim iman
hakikatlarini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.
Vefatina bir hafta kala:
- "Doktor bey, dedi. Ben...ölürken...ne...söyleme-liyim?"
- "Senin durumun cok özel" dedim. Kelime-i Sehadet sana uzun gelir.
O ani farkedince Muhammed (s.a.v) sana yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine basini salladi. Cok istirabi oldugu için
Serap'a sürekli morfin yapiyor ve O'nu uyutmaya calisiyorduk. Ben,
bir is seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüsümde annesi
telefon ederek:
- "Serap, bir haftadir morfin yaptirmiyor." Dedi."Sabahlara kadar
inliyor ve cok istirap çekiyor."
Hemen eve gittim ve igne yaptirmamasinin sebebini sordum. Aldigim cevabi
hala unutamiyor ve hatirladikça ürperiyorum.-"Ya morfinin tesiriyle ölüme
uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. Iste Serap, böyle
bir hanimdi. Bu arada benden istihareye yatmami ve eger bir kaç gün daha
ömrü varsa , son günü uyanik kalacak sekilde morfin yaptirilmasini rica
etti. Ben hiç adetim olmadigi halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye
yattim ve Serap'in acizligi hürmetine olacak ki Sali gününe kadar yasiyacagina
dair isaret sezdim.
Ertesi gun O'na:
- "Hiç korkma!" dedim. "Igneyi vurdurabilirsin."Ve Serap bir veda niteligi tasiyan
bu görüsmemizde son sorusunu da sordu:
- "Doktor bey...Azrail...bana...nasil...görü...ne-cek?"
- "Kizim," dedim. "O bir melek degil mi? Hic merak etme, sana yakisikli
bir prens gibi gelecektir."Sali günü Serap'in agirlastigi haberini alinca
hemen eve gittim. Ancak vefatina yetisememistim. Ailesi tam manasiyla
perisandi. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanim akrabasi
ayaktaydi ve beni görünce yanima gelerek:
- "Doktor bey, biliyor musunuz , bu evde biraz önce bir mucize yasandi!" dedi ve
devam etti:
- Serap, bir saat kadar once oksijen cihazini atti ve "yataktan kalkmasi imkansiz"
denmesine ragmen kalkarak abdest aldi, iki rekat namaz kildi. Bütün ev halki hayretten
donup kaldik. Ve kelime-i Sehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
- "Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediginden de güzelmis!!!"
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #779
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Adam genç kadına seslendi:
- Bana gözyaşı borcun var!

Genç kadın sordu:
- Nasıl öderim?

Adam gözlerini kırptı;
- Haydi gülümse!

Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp, borcunu sildi.
Ve mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu.

Bir demet mor sümbül vardı kadının elinde.
İkisi de bahar kokuyordu...
Biri ilkbahar, diğeri güz.

Adam, seslendi yine;
- Bana mutluluk borcun var!

Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu:
-Nasıl ödeyebilirim?

Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!

Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca.
Adam, şefkatle saçlarını taramaya başladı kadının.
Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret hiç yaşanmamış baharlara benziyordu.
Çaresizliğini ördü sırasıra.
Sonra saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam.
Yetmedi, gizli düğüm attı... Ağladı.
Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu delice.
Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu.

Genç kadının gözlerinin içine baktı;
- Bana yürek borcun var!

Borcunun farkındaydı sanki genç kadın, şaşırmadı.
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?

Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!

Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın.
Elleri öyle sıcaktı ki, eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.
Genç kadın gitmek üzereydi.

Adam son kez seslendi;
- Bana can borcun var!

Kadın irkildi;
- Can mı?

Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet... Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!

Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsun?

Adam, biraz daha yaklaştı;
- Yum gözlerini!

Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini.
Adam da yumdu gözlerini, masumca bir öpücük kondurdu
kadının titreyen dudaklarına.

- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaslarını kadın...

Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi. Kekeledi;
- Hayat öpücüğüydü!

Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle...

Adam, şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?

Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü!

Kalan borçlarına karşılık, yürek dolusu çaresizlik
ve bir de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.


Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına.
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime, solmasınlar...

Genç kadın sümbülleri aldı:
- Merak etme, gün aşırı sularım çiçeklerini!

Adam sevindi:
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!

Kadın gözden kaybolurken haykırdı adam,
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!

Haykırışı yağmura karıştı.
Kadın, yağmuru hissetmeyen kalabalığa......
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #780
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Sevgi Kaşiklari

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece
sözünü edenlerle, onu
yaşayanlar arasinda ne fark vardir?"
"Bakin göstereyim" demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden
gönüle indirememiş
olanlari çaðirarak onlara bir sofra hazirlamiş. Hepsi
oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sicak çorbalar gelmiş ve
arkasindan da, derviş
kaşiklari denilen bir metre boyunda kaşiklar.
Ermiş "Bu kaşiklarin ucundan tutup şöyle yiyeceksiniz"
diye bir de
şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs
etmisler. Fakat o da
ne? Kaşiklar uzun geldiðinden bir türlü döküp
saçmadan
götüremiyorlar
aðizlarina. En sonunda bakmişlar beceremiyorlar,
öylece aç
kalkmişlar sofradan.
Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi
gerçekten bilenleri çaðiralim
yemeðe." Yüzleri aydinlik, gözleri sevgi ile
gülümseyen işikli insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince her
biri uzun boylu
kaşiðini çorbaya daldirip, sonra karşisindaki
kardeşine uzatarak içmisler
çorbalarini. Böylece her biri diðerini doyurmuş ve
şükrederek kalkmişlar
sofradan."Işte" demiş ermiş: "Kim ki hayat sofrasinda
yalniz kendini görür
ve
doymayi düşünürse o aç kalacaktir. Ve kim kardeşini
düşünür de
doyurursa o da kardeşi tarafindan doyurulacaktir.
Şüphesiz şunu da
unutmayin; hayat pazarinda alan deðil veren
kazançlidir herzaman..

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar