Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 52

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.252 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #511
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevmek ve Onu Yaşamak...`Seni seviyorum...`

Sponsorlu Bağlantılar
İki kelimeye sığdırılmaya çalışılan bir okyanus hissederim bu cümlede... `Seni seviyorum...` Söylemesi bir çok kişi için zor ama zor olduğu kadar da anlamlı...

Gelin görün ki çoğu zaman ağızdan kolay çıkıveren bu iki kelimenin içini gerektiği gibi dolduramıyoruz galiba... Ülkemizi seviyoruz, başka ülkelere öykünüyoruz; şehrimizi seviyoruz, kirletiyoruz; işimizi seviyoruz, ama geliştirmiyoruz, yaşamaktan vazgeçemiyoruz ama hakkını veremiyoruz ve en kötüsü belki de sevdiğimizi söylediğimiz insanlardan türlü endişeler ve türlü hayat gaileleri sebebiyle birlikte olamıyor, birisine `seni seviyorum` demenin gereğini yerine getiremiyoruz.

`Seviyorum demek çok kolay; hadi öl deyince ölen var mı?` demiş şair... Elbette kimsenin bir başkasının `yoluna ölmesi` kolay kolay beklenemez. Ama, sevgi, sadece ifadede kalırsa zaman içerisinde orada da fazla kalamaz. Kanatları kopartılmış bir kelebeğe benzer; onu uçurmanın tek yolu onu yaşamaktır.

Herşeyin olduğu gibi sevmenin de bir bedeli vardır ve olmalıdır da... Kolay ifade edilen derinlikler, yaşanılması göze alınmadığı zaman ifade eden kişinin dudaklarında sırıtır ve anlamını yitirir.

İnsanın savunduğu, inandığını söylediği şeyleri yaşayamaması, hakkını verememesi, onda bu değerlerin `yapıştırma bıyık` gibi durduğunu hissettirir. Eğreti ve gayet yapay... Yanısıra bu durum, `lafla peynir gemisini yürütemeyeceğimizi de` gösterir. Ağzımızdan çıkan her cümle, benliğimizden bir parça olduğu zaman anlamlı ve değerlidir.

Bütün bunlarla beraber,İnsanın sevdiğini söylediği şeylerden, kişilerden anlamsız kaçışları olur kimi zaman... Sevgi, korkularla beraber gelir ve korku, içimizde filizlenen şeyin büyüyüp gelişmesini engeller. Tıpkı, ayrık otları gibi... Bunlardan kurtulmazsak, sevgimiz yüreğimizde kök tutamaz, zamanla çürür, gider. Ayrıca bu çürüyüp yok oluş, sevgimizin yetişip kendisine verilmesini bekleyen sevdiğimizin içinde de türlü korkular yaratır. Tıpkı Sheakspeare üstadın dediği gibi:

Yağmuru seviyorum diyorsun,
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı seviyorum diyorsun,
Rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
İşte, bunun için korkuyorum; çünkü,
Beni de sevdiğini söylüyorsun...

Kâh farkında olarak, kâh olmadan verdiğimiz mücadelenin bir karşılığıdır sahip olduğumuz herşey... Hele sevgi... Emek verdikçe büyür, büyütür, insanı kâmil noktaya ulaştırır.

Ne mutlu sevene ve sevgisinin hakkını verebilene...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #512
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
ELVEDA

Sponsorlu Bağlantılar
Sabah uyandiginda midesinde bir yanma hissetti yanmanin nedeni aksam yedikleri degil uyanir uyanmaz bugün yapacaklarinin aklina gelmesiydi. Bugün 2 yildir götürmeye çalistigi bir birlikteligi bitirecekti aslinda bunda geç bile kalmisti. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsiz uyanis bitmeli... Içinde bir muhakeme baslamisti, kendi kendine söyleniyordu:

“Ona da haksizlik etmek istemiyorum belki hatali olan benim.... Bulunmaz Hint kumasi degilim ya, görünüs olarak himmm yakisikli çocuk denilecek biri hiç degilim.... Ama yaptim çok çalistim bitmesin diye kendimle mantigimla çok kavga ettim olmadi....” Genç adam bunlari düsünürken surati sekilden sekille giriyordu. Süratle giyinerek disari çikti, bugüne kadar hiç bekletmemisti onu simdide bekletmemeliydi. Istanbul soguk ve yagmurlu bir Nisan ayi yasiyordu.Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi bulutlar bizim yasayacaklarimizi biliyor onlar bile agliyor halimize.

Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadiköy iskelesine geldi her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmisti bulusma yerine. Birkaç dakikalik beklemeden sonra karsidan kiz arkadasinin geldigini gördü, simdi midesindeki agri daha da artmisti. Karsilama faslindan sonra Besiktas'a gitme karari aldilar, yolculuk sirasinda hiç konusmadilar; genç adam günesin yoklugunda grilesen denize bakiyordu. Genç kiz arkadasinin bu durgunluguna anlam verememisti, öyle ya nereden bilecekti bu gün ayrilik çanlarini çaldigini.

“Üsüdüm” dedi genç kiz, bu yolculuk boyunca edilen tek lafti. Besiktas'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kiz anlamisti kendisine bir sey söylenmek istendiginin... “Bana bir sey mi söylemek istiyorsun” dedi, genç adamin gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçirarak “evet” seklinde basini salladi.

Genç kiz daha da heyecanlanmisti. Biraz da sinirlenerek “söyle öyleyse ne diye bekliyorsun.”

Genç adam içini çektikten sonra “sence biz nereye kadar gidecegiz, daha dogrusu biz iyi bir ikiliyiz”

“Bunlari sorma geregini neden duydun.” dedi genç kiz.

Genç adam söze basladi: “bak canim bundan birkaç ay önce aksam saat 11:00 civariydi sanirim, hatirladin mi?

Genç kiz “evet hatirladim” dedi, ama genç adam genç kizin sözünü bitirmesini beklemeden “o aksam seni düsünüyordum diger aksamlarda oldugu gibi senin için bir siir yazmistim onu o an sana okumak istemistim, sana telefon açtigimda siirimi bile dinlemeden simdi sirasi mi canim ya senin de isin gücün yok mu demistin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düsen bir ***sör gibi olmustum sessiz kalip özür dileyerek telefonu kapatmistim. Daha sonra bu siiri benden hiç istememistin. Ve bunun gibi bir çok defa tartismamiz oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düstügümde arkadaslarimla birlikte sen de gelmis, Meral'in bana sen sanslisin Nalan sana bakar sözüne karsilik sinirli bir edayla “aaaa banane isim yok da sana bakacagim, annen baksin demistin bunu da hatirladin mi?”

Genç kiz tekrar “evet” dedikten sonra saskin saskin “evet ama bunlari neden hatirlatiyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kisiligim böyle, duygusalligi sevmiyorum . Ve hasta bakici gibi göründügümü de kimse söyleyemez.”

Genç adam güldü “Evet canim bak burda haklisin, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi tasidigin müddetçe hasta bakici hemsire falan olamazsin.”

Genç adam devam etti “bana simdiye kadar kaç kere sabahin erken saatlerinde güzel sözcüklerden olusan bir mesaj çektin, hiç hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusalligi sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanlari mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanlari mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanidigimdan beri her sabah aksam, gece yani seni andigim her saat tatli sözcük mesajim vardi senin için biliyor musun? seninle ben ak ile kara gibiyiz”

Genç kiz anlamisti, “yani ne istiyorsun benden sair olmami mi?”

Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdigin ayrilik kararinin ne kadar dogru oldugunu düsünüyordu.

“Hayir dedi sair olmani istemiyorum zaten olamazsin da; yalniz biz ayrilmaliyiz, ayrilirsak ikimiz içinde en hayirlisi bu olacak.”

Genç kiz sasirmisti, “Neden ama ben seni seviyorum, senin de beni sevdigini saniyordum.”

Genç adam iç çekerek “hayir canim sen esas beni sevdigini saniyorsun, eger beni sevseydin simdi burda baska seyler konusuyor olurduk.”

Genç kizin gözleri yasarmisti, Genç adam cebinden çikardigi mendili uzatti, genç kiz göz yaslarini silerek kesik bir sesle “Sen bilirsin, umarim beni baska biri için birakmiyorsundur.”

Genç adam “Nasil böyle bir seyi düsünürsün, senden baska olmadi ve uzun sürede olacagini sanmiyorum.” Genç adam ve genç kiz iki sevgili olarak oturduklari masada artik iki yabanci gibi duruyorlardi. Istanbul yagmurlarla yikanirken yagmura iki sevgilinin umutlari da karisiyordu.

Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kiz “kalkalim istersen” dedi.

Genç adam ben biraz daha burda kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kiz “tamam o zaman sana mutluluklar dilerim” diyerek elini uzatti. Genç kizin sesi ve eli titriyordu genç adam “arkadas olarak beraberiz ama sen istersen tabi” dedi. Genç kiz evet” anlaminda basini salladi ayrilirken son kez sarildilar birbirlerine.

Genç kiz uzaklasirken genç adam masada dondu kaldi vakit ögleni bulurken yagan yagmur yerini günese birakmisti, ama genç adam titriyordu onu titreten açan günese ragmen esen rüzgar miydi, yoksa kalbindeki ayrilik acisi miydi. Saatlerce dolasti devamli kendini sorguluyordu hatayi bastan yaptim diyordu, ama yasadigi güzel günlerde olmustu.”allahim” dedi “allahim güç ver bana”.

Dostlarini düsündü onlarin dediklerini düsündü. Arkadaslari sizler birbirine zit insanlarsiniz yol yakinken dönün bu yoldan dememis miydiler. Tabi ya dogru olani yapmisti. Saatler geçtiginde artik günes yerini yildizlara birakmisti, eve döndügünde yürümekten bitap duruma düsmüstü. Kendisini karsilayan annesine hiçbir sey söylemeden kendi odasina gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anilarin agirligi altinda eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkip ajansa gidecekti, bunun için uyumasi gerekiyordu.

Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayi basarmisti ve sabah 7'de saatin zirlamasiyla uyandi genç adam. Evden çikacagi zaman cep telefonuna bakti, mesaj ve 10 tane cevapsiz arama vardi. Genç adam yorgun oldugu için duymamisti telefonunun sesini. Cevapsiz arama ve mesaj canimcim'dan gelmisti canimcim onun Nalana taktigi isimdi, heyacanla mesaji açti mesajda sunlar yaziyordu.......

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”

evet, genç adam sasirmisti, mesajin gelis saatine bakti sabahin besini gösteriyordu güldü kahkahalar atarak güldü onu tanidigi ve arkadas oldugu günden beri ilk defa bir siir aliyordu ve ilk defa bu saatte araniyordu....

Heyecanla hizli arama yapti, çalan telefonu yabanci bir ses açti.

Genç adam “Nalan ile görüsebilirmiyim” dedi. Fakat karsidaki agliyordu, hiçkira hiçkira agliyordu; “Ben onun annesiyim yavrum, canim kizim bu sabah intihar etti. Gece odasinda birilerini arayip durdu, sabah odasinin isigini sönmemis görünce merak ederek odasina girdim, ama yavrum kendini asmisti.”

Genç adam beyninden vurulmusa döndü. Bir gün önceki mide agrisinin iki katini çekiyordu simdi. Oldugu yere yigilip kaldi.............

Birkaç ay sonra...

Iki doktor konusur. Doktorlardan biri digerine karsidaki hastanin durumunu soruyor ....

- haaa o mu, üç ay önce getirdiler elindeki cep telefonunu hiç birakmiyor, kendisi yüzünden bir genç kiz intihar etmis, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamli bir seyler yazip birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdigi numarayi aradim hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmis, ve gelen mesajlarda bir siir:

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölec
egim, ELVEDA BIRTANEM.......”

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #513
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Issız Bir SevdaEvlerinin yakınındaki alışveriş merkezinin kafeteryasında buluşmak üzere vermişti randevusunu… Hep öyle yapardı… Çünkü akülü tekerlekli sandalyesiyle rahatça girebildiği en yakın mekân orasıydı.
Çağın yeni ve göz kamaştıran icadı, internet vesile olmuştu tanışmalarına… Ama bu sefer daha ilk cümlede engelli olduğunu, tekerlekli sandalye kullandığını söylememişti. Bunu dürüstlük adına yapsa da toplumun genel öğretileri sebebi ile insanlar bunu doğru algılayamıyorlardı. Söylediğinde “sanal” ortamın dışında bile asla aşamadığı “arkadaşlık” eşiğine bile erişemeden başlamadan bitiyordu.
“Bu sefer de böyle yapayım, bakalım ne olacak” diyerek engeli dışında bütün detayları anlatmıştı ona… Anlattıkları dikkat çekmiş olacak ki, genç kız, “seni beğendim” demekten kendini alamamıştı.
İnternet ortamında günler hatta haftalar boyu süren muhabbetin ardından artık birbirlerini “gerçek” ortamda görmelerinin vakti gelmişti. Gerçi, kamerası vardı ikisinin de ve görüntülü ve sesli görüşebiliyorlardı ama bunun, içinde bulundukları “sanal” ortamı “gerçeğe” dönüştüremeyeceğini biliyorlardı.
***
Genç adam, her zaman yaptığı gibi on dakika erken geldi randevu yerine ve her zamanki gibi kafeterya girişinde “onu” gözleri kapıda, beklemeye başladı. İçinde her zamankinden farklı bir heyecan vardı. Çünkü ilk defa “engeli” araya girmeden konuştuğu bir genç kız, onu görecekti. Bu çok farklıydı; bunu o da biliyordu. Tepkisi ne olurdu, ne derdi, nasıl davranırdı?
Sorular yumak halinde zihninde dolaşırken, delikanlının “boncuk gözlü” adını taktığı genç kız, o incecik endamıyla kapıda görünüverdi. Onu tanımıştı… Arabası ile ona doğru hareket edip elini uzattı:
“-Merhaba; hoş geldin boncuk gözlü, ben Adil…”
Genç kız şaşkın, tereddüt etse de uzattı elini… O da Adil`i tanımıştı.
“Oturalım mı?” diyerek yol gösterdi Adil, hiçbir şey olmamış gibi… Onu ve gözlerindeki sıcak ama bir o kadar da şaşkın ifadeyi görünce heyecanı kaybolmuştu.
Sakince oturdular… Kısa bir sessizliğin ardından Adil konuşmaya başladı:
“-Bir açıklama yapmam gerektiğinin farkındayım ama önce birşeyler söyleyelim. Ne içersin Yeşim?”
Yeşim, yüzünde hala asılı duran şaşkın ve tereddütlü ifadeyle “çay” diyebildi.
Adil çayları söylerken, Yeşim aceleyle söze girmek istedi. Konuşurken dudaklarının titremesine mani olamıyordu:
“-Çok şaşırdım… Hem de çok… O benimle konuşan… Sözleriyle, şiirleriyle, davranışıyla, yaklaşımıyla, paylaşımıyla bana hayat veren… Hayata bu kadar bağlı, şair ruhlu, sevgi dolu adam… ”
Yeşim daha fazla devam edemedi. Titreyen dudakları ve nemlenen boncuk gözlerini, kafeteryanın penceresinden uzak ufuklara kaçırdı.
“-Evet, o benim… Hem de ta kendisiyim Yeşim… Şaşırmakta haklısın, ama yorum yapmadan önce beni dinlemeni isterim…“
Genç kız, boncuk gözlerini genç adama çevirerek “neden?” diye sorar gibi baktı. Yudumladığı çay, boğazında düğümleniyordu. Genç adam, sevgisiyle sonsuza akmak istediği yeşil gözlerin derinlerine, en derinlerine bakarak o sonsuzluktan derin bir nefes alıp konuşmaya başladı, zira bu, uzun bir konuşma olacaktı:
«-En başta söylemeliyim ki, engelimi sana bugüne kadar söylemememin sebebi, bunu hem önemsemeyişim, hem de senin önemsemeni istemeyişimdi. Kimbilir, belki bunu söylediğimde birçokları gibi daha o an benimle olan irtibatını kesecek, ya da buraya gelmeyecektin. Ya da gelsen bile “hoşlandığın bir erkek” ile değil, “egzantrik, ilginç bir tip” ile buluşmaya gelecektin. En kötüsü de bu ya… Bugüne kadar tanıdığın “hakiki Adil`i” asla göremeyecektin, görmek için çaban bile olmayacaktı. Ama şimdi, beni olması gerektiği gibi yani “önce bir insan, sonra bir erkek” olarak tanıyan güzel ve hoş bir insan var karşımda… Hatırlarsan, “bu kadar güzel şeyler söyleyip sonra beni bırakma, olur mu?” diye sormuştun bana; ben de sana “aynı şeyi, ben de senden istiyorum” demiştim. Ben seni geleceğime yazmayı arzu ediyorum Yeşim… Âşık mıyım; bilmiyorum… Çünkü ben beşeri anlamda aşkın, ani bir heyecan değil paylaştıkça oluşan, kopkoyu bir emek isteyen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Seninle birçok şeyi paylaşabileceğime inanmasam zaten burada olmazdım. Duygu olaraksa, hep seven bir Adil vardı hayatım boyunca… Seven ve sevmekten vazgeçmeyen… Lisedeyken “âşık olduğumu” hissederdim. Öyle biri yoktu, ama ben aşkı hissederdim içimde, aşkı yazardım. Bedene bürünmemiş bir aşktı benimkisi… Zamanı geldiğinde içimde gezinen ve beni mutlu ve verimli kılan bu ruhu, “eşim” olacak kadar beni sevebileceğine inandığım insana verecektim. İşin bu safhasında hep sarpa sardı bu gayretlerim… Ama dediğim gibi, herkes önce bu bedeni gördüğü için, o ruhu, o sevdayı göremediler. Bu yüzden, benim sevdam hep ıssızdı ve “ıssız” kaldı. »

***
Uzun uzun konuştu Adil… Yeşim, hiçbir kalıba sokamadığı bu insanı dinlerken içinde bulunduğu durumun karışıklığı ile baş etmeye çalışıyordu… Seviyorum deyip ansızın gidiverenleri hatırladı bir an…Çevresindeki bir alışverişten öte bir anlamı olmayan sahte birliktelikleri düşündü. Oldum olası sahte duygulardan kaçmıştı. Her şeye rağmen, ansızın kalbine düşüveren duyguların sahibinin tekerlekli sandalyedeki bedenine bakıp şaşırmaktan kendini alamıyordu. Bırakın bir engelliye aşık olmayı, o güne kadar hiç engelli tanıdığı, arkadaşı, hatta akrabası bile olmamıştı. Duygular doğru, fakat beden yanlıştı. Olamazdı, olmamalıydı. Ama olmuştu işte… O, karşısındaydı. İçi ürperiyordu. Dokunsalar ağlayacaktı sanki…
Adil, genç kızın ellerini tutmayı düşündü, ama yapamadı. Çünkü, yüreğini yüreğinde hissediyordu artık, onu ağlarken görmeye dayanamayacaktı.
Yeşim, kendini toparlamaya çalıştı:
“-Düşünmem gerek… Hem de çok çok düşünmem… Başka söyleyecek kelime bulamıyorum Adil… Ben seni arayacağım…”
Çaylarını içip kalktılar. Kafeteryanın kapısında vedalaşırken Yeşim, boncuk gözlerini kısarak, kaynağını yüreğinden alan bir tebessüm eşliğinde “kendine iyi bak Adil… Görüşmek üzere…” dedi.
Kafeteryadan çıkarlarken, genç kızın elinde, delikanlının hediye ettiği üzerinde “Issız Bir Sevda” yazan bir şiir kitabı vardı. Delikanlıysa yolun sonunda gözden kayboluncaya kadar, sevdasının sahibi olmasını istediği insanı takip etti.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #514
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ALİ VE AHMET ÇOK İYİ BİR ARKADAŞLARDIR.KÜÇÜKLÜĞÜNDEN BERİ YEDİKLERİ VE İÇTİKLERİ AYRI GİTMEZMİŞ HER GÜN BERABER LERMİŞ.ASKERE GİDERKEN AYRILMIŞ .ASKERDEN GELDİKTEN SONRA BERABER İŞ KURMAYA KARAR VERMİŞLER.
İŞİ KURDULAR VE AHMET EVLENMEYE KARARA VERDİ.BİR TANE KIZ BULDU.ALİ'DE DÜŞÜNMEYE BAŞLADI ÇÜNKÜ AHMET EVLENDİĞİ ZAMAN ESKİSİ KADAR BERABER OLAMAYACAKLARDI.VE ALİ DEDİ Kİ:
AHMET SENİN EVLENECEĞİN KIZLA BEN EVLENEBİLRMİYİM DEDİ
AHMETTE EVET EVLENEBİLİRSİN DEDİ
ALİ EVLENDİ
AHMETİN İŞİ BİR SÜRE SONTA İŞİ KÖTÜ GİTMEYE BAŞLADI.VE ALİNİ ANINA GİDEREK O BANA YARDIMCI OLUR DEDİ
VE ALİNİN YNINA GİTTİ
SEKRETERE BEN ALİNİ ARKADAŞIYIM GÖRÜŞEBİLİRMİYİM DEDİ
ALİ ÖYLE BİR İNSAN TANIMADIĞINI VE GÖRÜŞMEK İSTEMEDİĞİNİ BELİRTTİ.
AHMET AĞLAYARAK ÇIKTI ORDAN VE BANKTA OTURDU.OTRURKEN YAŞLI BİR AMCA GELDİ, YANINA EVLADIN NEDEN AĞLIOSUN DEDİ AHMETTE BAŞINA GELENLERİ ANLATTI YAŞLI AMCAYA VE AMCA DEDİKİ BENİM ŞİRKETLERİMİN BAŞINA GEÇERMİSİN DEDİ AHMETE AHMETTE YAŞADIKLARI AKLINA GELİNCE KABUL ETTİ
VE BİR SÜRE SONRA AHMETİN EVİNİ YAŞLI BİR TEYZE KAPIYI ÇALDI.OĞLUM HER İŞİ YAPARIM YETERKİ EKMEK PARASI VER AHMET YAŞADIKLARI AKLINA GELİNCE TEYZETİ EVİNE ALDI.VE TEYZE ONA BİR KIZ BULDU AHMETTE ONLA EVLENMEYE KARAR VERDİ.VE DAVETİYEYİ ALİYEDE GÖNDERDİ.
DÜÜN GÜNÜ ALİİ KAOIDAN GÖRÜNCE MİKROFUNU ALDI VE DEDİKİ:
KÜÇÜKLÜĞÜMDEN BERİ YEDİĞİM İÇTİĞİM AYRI GİTMEYEN
BERABER İŞ KURDUĞUMUZ
VE EVLENECEĞİM KIZLA O EVLENEN
GERÇEK BİR DOSTUM YOK DEDİ
VE ALİ MİKROFUNU ALARAK
KÜÇÜKLÜĞÜMDEN BERİ YEDİĞİM İÇTİĞİM AYRI GİTMEYEN
BERABER İŞ KURDUĞUMUZ
EVLİLİĞİ MAHVOLMASINDİYE EVLENECEĞİ KIZLA EVLENEN
AYAĞINA BABAMI GÖNDEREREK ŞİRKETİMİN BAŞINA GEÇİREN
AYAĞINA ANNEMİ GÖNDEREREK EV TEMİZLİĞİNİ YAPTIRAN
VE KIZKARDEŞİMLE EVLENDİREN
İŞTE GERÇEK DOST BENİM DEMİŞ
Son düzenleyen GusinapsE; 29 Nisan 2006 16:11
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #515
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Beş Kıtada Kollarıyla Koştu, Koştu
Adını pek az kişinin bileceği Dünya Şampiyonu Yavuz Şap, yurt içi ve yurt dışında katıldığı 82 yarışta, bir dünya maraton şampiyonluğu, 60 madalya kazanmış ve toplam 1362 km. koşmuştur ama… Bu yarışlarını o, bacaklarıyla değil, kollarıyla koşmuştur. Çünkü dört yaşında geçirdiği çocuk felci nedeniyle yürümeye veda eden Yavuz, tüm bu başarılarını, güçlü kollarıyla kullandığı bir çift koltuk değneği ile kazanmıştır.
Siz onun adını, geçen ay bu sayfalarda okumuş olabilirsiniz. Yavuz Şap, yaşam öyküsünü geçen sayımızda anlattığımız Neriman Hanım´ın gururla söz ettiği damadıdır. Engelliler Dünya Maraton Şampiyonudur, o.
Yavuz Şap, 1961 yılında Bursa´da beş çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ailesinden hiç kimse onun, dört yaşından sonra ayaklarını kullanamayacağını aklına bile getirmiyordu.
1965 yılında çocuk felcine yakalandığında ise, yaşamının bundan sonraki döneminde bir daha yürüyemeyeceğine, artık kendi de inanmaya başlamıştı.
Fiziksel engeline parasal zorluklar da eklenince Yavuz Şap, ilkokuldan sonra öğrenimine devam edemedi. Kendini spora yönlendirdi.
Onbeş yaşına geldiğinde, vücut geliştirme sporuna başladı. Kendi dünyası içinde uzun yıllar bu sporla “arkadaşlık” yaptı. 1985 yılında kız kardeşini ziyaret için İstanbul´a gelişi ise, ona tüm dünyanın kapılarını açan bir “başlama çizgisi” oldu.
Yavuz Şap, İstanbul´da eniştesinin önerisiyle Avrasya Halk Koşusu´na katıldı.
Beylerbeyi´nden Sultan Ahmet´e uzanan oniki kilometrelik yolu dört saatte tamamladı ve… Adına eklenen “Bizim Terry Fox” tanımlamasıyla, bir gün sonrasının gazetelerinde “Günün adamı” olarak yer aldı.
Terry Fox´dan söz ederken gözleri ışıldıyor Yavuz´un ve onu, henüz tanıma olanağı bulamamış
kişilere de tanıtmak istiyor:
“Kemik kanseri nedeniyle bacağının kesileceğini öğrendiğinde Terry Fox, onsekiz yaşında bir delikanlıydı” diyor. “1980 yılında, takma bacağı ile, Kanada´nın bir ucundan diğerine ´umut koşusu´ yaptı ve Kanser araştırmalarına destek için her Kanadalı´dan bir dolar bağış istedi. 143 gün boyunca her gün toplam bir maraton koşusuna eşit olan 42 km. koştu. Bir yıl sonra ise, kansere yenik düştü, öldü. Onun, kanserle savaş için başlattığı ´Terry Fox Koşusu´, o yıldan buyana şimdi her yıl, binlerce kişi tarafından sürdürülüyor.”
Yavuz ise, kansere karşı savaş açarak değil, “özürlü” sözcüğüne isyan ederek koşuyor Hong Kong´ tan New York´a, Kobe´den Hanoi´ye, California´dan Vancouver´e…
“Vazgeçmenin özürü yoktur yalnızca” diyerek başladı o “umut koşusuna”. Ve elinde ayyıldızlı bayrağıyla, sporcu kimliğine bir de barış ve spor elçisi kimliği ekleyerek, ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya koştu, umuduyla... Koltuk değneklerinin bir “özür” değil, “inanç ve başarı” simgesi olabileceğini gösterdi tüm dünyaya…
Tüm başarısının kaynağı olan inancıyla, tüm inancının hedefi olan başarısını iki sözcükten oluşan bir yaşam felsefesinde birleştirdi ve dünyaya şu sözü kanıtladı:
“İnanırsan, başarırsın.”
İlk koşuda katılım madalyası aldığı zaman çocuklar gibi sevinmişti Yavuz. İşte o anda “Ben bu işi, kesinlikle profesyonel olarak yapmalıyım” dedi ve kendi kendine karar değil, söz verdi. Günde 2-3 saat spor salonlarına giderek çalışmaya başladı. 1986 da Afrika´daki açlara yardım amacıyla yapılan, ikinci koşusunda bir rekor kıramasa da kendisini çevreleyen bir çemberi kırdı. İzleyenler arasında bulunan İsviçre Başkonsolosu Bay Deplazes, Yavuz´u bir aylığına İsviçre´deki Özürlü Sporcular Kursu´na davet etti. Yavuz Türkiye´den bu kursa katılan ilk engellidir. Bu kursta yaşamı boyunca unutamayacağı deneyimler kazandı. Kursa İsviçre´deki üniversitelerden engelli olmayan öğrenciler de geliyorlardı. Onların amacı ise, engellilerin yaşam sevinçlerini izleyip, yaşamın anlamını kavrayabilmekti.
Üç ayrı bölümde günlük eğitim planı yapılıyordu: Görme engelliler için, tekerlekli sandalyedekiler için ve koltuk değnekliler için. Plana göre fiziksel engeli olmayan öğrenci o sabah gözlerini bağlıyor, akşama dek bir görme engelli gibi yaşamını sürdürüyor, yaşadığı yeri, ormanı, çevresindeki herşeyi dokunarak tanımaya çalışıyordu. Bir başka sağlam öğrenci tüm gününü tekerlekli sandalyede geçiriyor, tüm gereksinmelerini tekerlekli sandalyede karşılıyordu. Yavuz, iki yıl boyunca katıldığı bu kurslarda disk, cirit, gülle, yüzme, koşu, voleybol, basketbol sporlarını uygulamalı olarak öğrendi.
1990 yılına dek Türkiye´de birçok koşuya katılan Yavuz artık çıraklık döneminden ustalığa geçme zamanı geldiğine inandı ve “Hocam olmasa bu konuma gelemezdim” diyerek kendisinden büyük bir sevgi ve saygıyla söz ettiği antrenörü Osman Atakan Tekin´e mektup yazdı. 1986´da İstanbul´da 7500 atletin katıldığı Mavi Haliç Yarı Maraton´u projesini hazırlayıp uygulayan, 1987´de Türkiye´nin Dünya Maraton Birliği´ne üye olmasını sağlayan Osman Atakan Tekin, Yavuz´un mektubunu “İstanbul´a geldiğinde bana bir uğrayıver” diye yanıtladı. Yavuz hemen soluğu İstanbul´da aldı. Osman Atakan Tekin´in desteğiyle ilk yurt dışı yarışı olan Viyana Maratonu´nda 15 km. koştu.
Viyana´yı NewYork, Melbourne, Sydney, Bern, Amsterdam, Jakarta, Bursa ve İstanbul´daki maratonları izledi. 1994 yılında Osman Atakan Tekin, Yavuz´un daha başarılı olması için maratonlarda onu bir kenarda beklemek yerine onunla birlikte koşmaya karar verdi. Böylece ellerinde Türk bayraklarıyla kıtadan kıtaya, rekordan rekora birlikte koştular.
Yavuz Şap, kendisini en çok etkileyen maratonun, 22 Aralık 1996´da Kamboçya´da koştuğu “Angkor Wat Maratonu” olduğunu söylüyor.
“1974-1979 döneminde ülkeyi kan gölüne çeviren Pol Pot rejimi ve mayınlar nedeniyle sakat kalan yüzbinlerce insana örnek olmak amacıyla Osman Atakan Tekin´le birlikte çağrıldığımız Kamboçya´da büyük bir sevgi ve ilgiyle karşılandık” diyor. Ve Kamboçya başbakanları Hun Sen ve Ung Huot ile çekilmiş resimlerini gösterirken “Yolunuz Kamboçya´ya düşerse başbakan´a ´Türkiye´den Yavuz´un selamını getirdim´ demeniz yeterlidir. Bizi o denli sevgiyle karşıladılar ki, eminim aynı dostluğu size de göstereceklerdir.”
Yavuz her altı ayda bir doktor kontrolünden geçiyor, gerekli tüm tetkikleri yaptırıyor. Bu maratonlara hazırlanmak için nerede, nasıl çalıştığı sorumu ise gülümseyerek yanıtlıyor “Fethiye Çalış Plajı´nda kumsalda ya da Kayaköy yolunda...”
Tüm bu koşularda en büyük sıkıntıyı sponsor bulmakta yaşamış Yavuz. “Çoğu kez tüm yazışmalar yapıldı, organizasyonlar sağlandı ama uçak biletini karşılayacak sponsor bulamadığımız için katılamadık koşulara” diyor.
Avusturya Hava Yolları 7-8 yıl boyunca ücretsiz taşımış Yavuz´u yurt dışı maratonlarına. THY, KLM ve başka hava yolları da zaman zaman aynı kolaylığı sağlamışlar. Yavuz´un pasaportunu elime alıp bakıyorum, mesleği bölümünde “Uluslararası özürlü maratoncu” yazıyor.
Yavuz´un en büyük düşlerinden biri, yurt dışındaki maratonlarda madalya alışını kendisi gibi engelli olan eşinin de izleyebilmesi. “Ama..” diyor “Ben bile maratonlara katılmak için sponsor bulmakta zorluk çekerken eşimin uçak biletini kim alır ki?”
Fethiye Postanesi´nde çalışan ve kendisi gibi engelli olan eşi Meral Şap´la, bir ortak dostları aracılığı ile tanıştığını söyleyen Yavuz “1996´dan buyana evliyiz Meral´le” diyor. “Birbirimizi tamamlıyoruz. Benim yapamadığımı o yapıyor, onun yapamadığını ben yapıyorum. Biz birbirimizle karşılaşmadan önce ikimiz de tek başımıza ayaklarımız üzerinde durmayı öğrenmiştik zaten. Koltuk değneklerimiz evliliğimiz için bir engel değil, aksine, bizi birbirimize daha çok yakınlaştıran bir köprü oldu.”
Eşi Meral Hanım´a gelince; dünyaya olumlu bakan, son derece hoşgörülü, kendisine özgüveni olan bir kişi. Onu geçen ay annesi Neriman Hanım´ın öyküsünden tanıyorsunuz zaten.
Meral Şap, ülkemizde koltuk değneği ile yaşamını sürdüren bir engelli olmayı şöyle anlatıyor:
“Sizin sosyal konumunuz, statünüz, giyiminiz herşey ikinci plan-da kalıyor bazen. İnsanlar sizi yalnızca acınacak bir çift koltuk değneği olarak görüyorlar. Bir gün, iş çıkışında arkadaşlarım ile dolaşırken sokakta yaşlı bir teyze zorla elime para sıkıştırmaya çalıştı. Arkadaşlarımın yüzü öfkeden kızardı, benim adıma utandılar, kızdılar. Ben ise gülümseyerek “Teyze sanırım bana yardımcı olmaya çalışıyorsun ama ben çalışıyorum ve kimsenin yardımına gereksinmem yok, sen bu parayı gerçekten gereksinmesi olanlara ver lütfen” dedim. Arkadaşlarım nasıl bu kadar hoşgörülü olabildiğimi, kendilerinin aynı konumda olsalar kesinlikle büyük bir tartışma yaşayacaklarını söylediler. Nasıl kızabilirdim ki kadına, o da kendisine öğretilen doğruyu yapıyordu ve kendince iyi niyetliydi. Ama artık engellilere acımak yerine yaşamlarını kolaylaştıracak çözümler üretmeye çalışmayı öğrenmeleri gerekiyor insanların.” Onun bu dileklerine biz de yürekten katılıyoruz.

Meral ve Yavuz Şap söyleşimizin sonunda “Bizim de bir mesajımız var Bütün Dünya okurlarına” dediler.
İşte söyledikleri:
“Biz yaşantımızı masanın üzerinde hep aynı yerde duran saksıdaki çiçek olarak geçirmek yerine yaşamın dolu dolu içinde yer almayı seçtik... Siz de yaşamı uzaktan izlemeyin, yaşamın içinde yer alın. Unutmayın ´Vazgeçmenin özürü yoktur, yalnızca´ ve kendinize sık sık o iki sihirli sözcüğü fısıldayın:
´İnanırsan, başarırsın.´•
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #516
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
YAŞADIĞINIZ HER GÜN ÖZELDİR !
Eniştem; kızkardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve
ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı. "Bu" dedi, "sıradan
bir çamaşır değil." Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı.
Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti .
Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi.

"Jan bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı. Nereden
baksan sekiz, dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi.
Özel bir gün için saklıyordu." Çamaşırı benden aldı ve
cenaze evine götürmek üzere ayırdığımız diğer giysilerle
birlikte yatağın üzerine koydu. Bırakırken eli bir an
yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gözünü hızla
kapattı ve bana döndü ve dedi ki : " Hiçbir şeyini özel
bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir."

Cenazeyi izleyen günlerde enişteme ve yeğenime
beklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken
tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri
hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden
California'ya dönerken uçakta yine bu sözleri düşündüm.
Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı
bütün şeyleri düşündüm. Hala eniştemin sözlerini
düşünüyorum ve hayatım değişti.

Artık daha çok okuyor, daha az toz alıyorum.
Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlere
aldırmadan. Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum ,
iş toplantılarında daha az. Mümkün olduğu kadar sık
"hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk
alınacak olaylar silsilesi olarak görülmesi" gerektiğini
hatırlatıyorum kendime. Her anın güzelliğini duyumsayarak
yaşamak istiyorum. Hiçbir şeyimi özel günler için saklamıyorum.

Kıymetli tabak çanağımı her "özel" olayda kullanıyorum.
Birkaç kilo vermek, tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk
açan çiçek gibi özel olaylarda.. En pahalı ceketimi canım
isterse süpermarkete giderken giyiyorum. Teorime göre eğer
zengin görünürsem, küçük bir torba erzak için o kadar parayı
daha rahat ödeyebilirim. Pahalı parfümü özel partiler
için saklamıyorum. Mağazalardaki tezgahların ve banka
memurlarının burunları da, en az parti parti gezen
arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır.

"Birgün" kelimesi dağarcığımdaki yerini kaybetti.
Bir şey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu
şimdi görmek , duymak ve yapmak istiyorum.

Hepimizin "Yaşayacağımıza garanti gözüyle baktığımız
yarını görmeyeceğini" bilseydi eğer kızkardeşim, neler
yapardı kimbilir ? Sanırım aile fertlerini veya yakın
arkadaşlarını arardı. Belki eski birkaç arkadaşını arayıp
aralarında geçen sürtüşmeler için özür dilerdi.

Belki bir lokantaya en sevdiği çin yemeğini ısmarlardı.
Bunların hepsi birer tahmin. Kardeşimin neler yapamadan
öldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ya ben ?..
Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeyler
olduğu için kızardım. Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım
için kızardım. "Bir gün ararım" dediğim dostları görmediğim
için kızardım. Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi
yeterince sık söylemediğim için kızardım. Artık hayatlarımıza
kahkaha ve renk katacak hiçbir şeyi yarına ertelememeye,
duygularımı dizginlememeye çalışıyorum.

Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün
"Özel bir gün" olduğunu söylüyorum. Her gün,
her dakika, her nefes gerçekten Allah'tan bize bir armağan.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #517
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölümüne Aşk
Esat sevdiği kızın evi önünden geçtiğinin sayısını bile bilmiyordu. Bildiği ise sevdiği kızın kendisiyle hiç ilgilenmediği idi. Nedense evinin önünden bu kadar çok geçtiği halde dikkatini çekmeyi başaramamıştı. Belli ki bu kızı elde etmenin tek yolu annesini devreye sokmaktı. Eğer annesi kızın ailesine görücü olarak giderse, kız kendisini ailesinden istetecek olan genci merak edecekti. Eğer kız umduğu gibi dikkatini üzerine yönlendirirse kendisiyle konuşmak için ne gerekiyorsa yapacaktı.
Annesi kıza görücü gittiğinde hiç iyi karşılanmadı. Haklılardı da. Zira Esat henüz bir iş güç sahibi olamamıştı. Yaşamını günlük işlerle sürdürüyordu. Günlük işlerde çalışmak da bir yuva için gereken parayı kazanmaya olanak vermiyordu. Ah şöyle devlet memurluğu gibi sürekli bir iş bulabilse ne iyi olurdu. İşte o zaman annesini yine kızın ailesine gönderirdi. Bu sefer görücü olarak değil de istemek üzere giderdi.
Sevim kendisine görücü gelen kadının evinin önünden onlarca kez geçen gencin annesi olduğunu öğrenmişti. Esat penceresinin önünden geçerken pencereden beline kadar sarktıktan sonra
Şişt bana bak dedi. Esat seslenenin sevdiği kız olduğunu görünce çıldıracak gibi oldu. Büyük bir sevinçle kıza baktı. Kıza ne söylemek gerektiğini bir türlü kavrayamadı. Kız,
Bana bak sümsük dedi. Sen kim oluyorsun da evimin önünden penceremize bakarak her gün onlarca kez geçiyorsun? Yeter be yolumuzu eskittin. Sen önce kendine iyi bir iş bul sonra kız peşine takıl. Öncelikle beni aklından çıkar. Dünyada evlenilecek tek erkek sen olsan bile sana dönüp bakmam. Bu sözleri söyledikten sonra pencereyi çarparak kapattı. Esat sanki beyninden vurulmuştu. Kızın davranışına karşı söyleyecek tek kelime bile aklına gelmiyordu. Gelse bile ne olacaktı? Kız zaten pencereyi kapatmıştı.
Kızın davranışı içinde çok kötü yer etmişti. Ah diyordu ah. Şöyle devlet memurluğu gibi itibarlı bir iş bulsa kendine. O kız nasıl da peşinden koşardı. Keşke arkası olan biri olsaydı. Kaç arkadaşı kendisi kadar eğitimi olmadığı halde arkaları sayesinde ne güzel işlere girmişlerdi. Yine de yılmaması gerekirdi. İş için gereken her kapıyı çalmalıydı.
İçine çöreklenen sıkıntıdan mıydı? Başında dayanılmaz bir ağrı oluştu. Çarşıya gidip bir eczaneden ağrı kesici almaya karar verdi. Çözemediği bir şey vardı. Bu kız varlıklı bir ailenin kızı değildi. Üstelik olağan üstü bir güzelliği de yoktu. Neyine güveniyordu da kendisini bu denli kötü horlamamıştı. Gerçi kendi ailesi de zengin değildi. Bu yüzden orta okuldan öteye okuyamamıştı. İşte burada şansızlığı gelip kapısına dayanıyordu. İlk okul mezunları bile devlet dairelerinde iş bulabildikleri halde kendisi iş bulamıyordu. Belki de yeteri kadar girişken değildi. Oysa girişken olmalıydı. Ağlamayan çocuğa meme verirler mi? Bundan böyle girişken olacaktı. İş için gereken her kapıyı çalacaktı. Kaç arkadaşı gazete ilanlarından iş bulup çalışmaya başlamıştı. Oysa kendisi bu güne kadar hiçbir gazetenin ilan sayfasına bakmaya bile gerek duymamıştı. Hele ilacını bir alsın. Gidip bir kahvehanede oturacak, hem ilacını içecek, hem de gazete ilanlarına göz atacaktı.
Eczaneye girip bir Panaljin aldıktan sonra her zaman takıldığı kahvehaneye gitti. Boşta olan gazeteleri toplayıp boş bir masaya oturdu. Garsona bir çay ve bir de su getirmesini söyledi. Panaljin kutusunu açıp iki hap çıkardı. Garsonun getirdiği suyla ikisini de içti. Çayını yudumlarken gazetelerin iş ilanlarını okumayı sürdürdü. İçtiği ilaç sanki ters etki yapmıştı. Başındaki ağrı sanki daha da şiddetlenmişti. Garsona bir su daha getirmesini söyledi. Garsonun getirdiği suyla iki hap daha içti. Nedense içtiği haplar ağrısını hiç etkilemiyordu. Bardakta kalan suyla iki hap daha içti. Tekrar ilan sayfalarını okumayı sürdürdü. Kendisine uygun bir iş bulamamıştı ama aynı ilanları tekrar tekrar okumayı sürdürdü. Belki bu tekrarlar başındaki ağrıyı unutmasını sağlardı. Başındaki ağrının geçeceği yoktu. Çivi çiviyi söker derler. En iyisi gidip az ötedeki meyhanede birkaç duble içmek olacak diye düşündü. Çayın parasını çay tabağının kenarına koyduktan sonra doğruca meyhaneye gitti. Garsona bir duble rakı ve çerez getirmesini söyledi. Acelesi varmış gibi duble rakıyı bir dikişte içti. Bir duble daha istedi. Duble rakısını içmeyi tamamlayamadı. Zira başı dönüyordu. Öyle bir dönüştü ki başındaki ağrıyı bile bastırmıştı. Oturduğu sandalyeden düşmemek için direndiyse de başaramadı.
Meyhaneci müşterisinin düştüğünü görünce elindeki işi bırakıp Esat’ın yanına gitti. Baygın olduğunu fark edince garsona,
Koş duraktan bir taksi çağır gel dedi. Az sonra gelen taksiye Esat’ı bindirdikten sonra garsona,
Bunu hastaneye bıraktıktan sonra dön gel dedi.
Esat kendini yavaş yavaş toparlamaya başlamıştı. Yabancısı olduğu bir yerde yattığını fark ettiğinden nerede olduğunu anlamaya çalıştı. İki yanında ve karşısında yatanlar vardı. Yatanlardan hastanede olduğunu anlamakta zorluk çekmedi. Peki nasıl olmuştu da buraya gelmişti. En son anımsadığı meyhanede içki içtiğiydi. Yanına gelen doktor,
Anlat bakalım Esat bey. Seni intihara kadar sürükleyen etken neydi? Bu genç yaşta şartlar ne olursa olsun intihar etmeye değer miydi? Konuşacak gücü olmamasına rağmen doktorun sorusunu yanıtlamaya çalıştı.
Ben intihar etmedim. Meyhanede yalnızca içki içiyordum.
Peki bu cebinden çıkan Panaljin ne? Hem Panaljin, hem de içki içeceksin. Bu intihar değil de ne? Kaç tane Panaljin içtin.
Bilmiyorum. Kutuyu yeni almıştım. Doktor kutuyu avucunun içine boşaltıp kalanları saydı.
Bu hesaba göre altı Panaljin içmişsin. Bak oğlum, daha çok gençsin. Ağrı kesici aldıktan sonra içki içmenin ne denli tehlikeli olduğunu öğrenmelisin. Eğer zamanında hastanemize getirilip mideni yıkamakta geç kalmış olsaydık şimdi hayatta olamazdın. Olsaydın bile belki de felç olarak yaşamının geri kalan bölümünü felçli olarak geçirirdin. Sakın bir daha böyle kötü bir yanlışlık yapma. Şunu kafana iyice yerleştir. Sıkıntıların ne olursa olsun seni yaşamından koparmamalı. Zira hayat dediğimiz şey acısıyla tatlısıyla yaşamaya değer. Kimlik bilgilerinden bekar olduğun anlaşılıyor. İleride bir yuva kurup çoluk çocuğa karışacaksın. Hayatın en güzel çağı o günlerden sonra başlayacaktır. Hiçbir şey seni yıldırmasın. Gün gelir tüm zorluklar aşılır. İçtiklerin yüzünden kendini çok yorgun hissedeceksin. Kendini iyi hissetmediğin sürece yataktan çıkma. Zaten seni üç gün müşahede altında tutacağız.
Ama doktor ben intihar etmedim
Söylediklerimi anlamadın galiba. Ha içkiyle ağrı kesici içip intihar etmişsin. Ha boynuna bir ip geçirip ölümü seçmişsin. İpte ölüm daha kolay. Hiç olmazsa ipten kurtarıldığında bu kadar ağır sarsılmazsın.
Anladım doktor bey. Bir daha ağrı kesici aldıktan sonra alkol almayacağım.
***
Ağlama sesiyle uyandı. Gözlerini açıp sesin geldiği tarafa baktı. Ağlayan annesiydi. Annesi gözlerini açtığını gördüğünde sevinçle oğlunun elini avucunun içine alıp sordu.
Neden yaptın oğlum bunu? Neden ölmek istedin. Buna neden o kız mı?. Söyle oğlum o kız mı? Eğer o kızsa değer mi be oğlum onun uğrunda ölmeye? Anneciğin sana ondan daha güzelini bulamayacağını mı zannediyorsun? Hele sen bir iyileş bak anneciğin sana nasıl bir kız bulacak?
Anne sen neler söylüyorsun? Benim intihar etmek istediğime nasıl inanıyorsun? Gerçi o kız konusunda üzülmedim değil ama, intihar etmeme neden olacak kadar üzülmedim. Boşuna ağlayıp göz yaşı dökme. Ağlayarak beni ne kadar üzdüğünün farkında mısın?. Hadi anneciğim sil artık göz yaşlarını. Hastaneden çıkar çıkmaz kendime iş arayacağım. İyi bir iş bulduktan sonra ne kızlar buluruz değil mi anne?
Elbette oğlum. Yeter ki sen iyileş.
Anneciğim inan bana hasta değilim. İntihar girişiminde de bulunmadım. Ağrı kesici aldıktan sonra içki içilmeyeceğini bilmediğimden başıma bu durum geldi. Hadi artık sen eve git. Babam iş dönüşü seni evde bulamazsa merak eder.
Biliyorum oğlum biliyorum. Ama seni de merak ediyorum.
Beni merak etme anne, ben çok iyiyim. Babama söyle beni merak etmesin. Hiçbir şeyim yok turp gibiyim. Annesi yanından ayrılırken mırıldanıyordu.
Gidinin delisi turp gibiyim diyorsun ama yattığın yatak ne öyleyse? Turp gibi olan adamın hastanede işi ne? Hele sen dur. Hastaneden çıkar çıkmaz seni baş göz edeceğim birini mutlaka bulacağım.
***
Hastaneden çıktıktan sonra uzun zaman evinden çıkmadı. Çıktığında önüne gelenin neden intihar ettin diye soracaklarını biliyordu. Kime meramını anlatabilecekti. Zira her kes onun intihar girişiminde bulunduğuna inanıyordu. Öyle de olsa önüne gelene hesap vermek zorunda mıydı?
Akşam can sıkıntısından patlayacak gibiydi. Sinemaya gitmeye karar verdi. Zira sinemalarda film içinde film oynardı. Kararan sahneler sevgilikler için en büyük öpüşme fırsatıydı. Film içinde film ise en çok localarda oynuyordu. Bu nedenle localara en yakın yerden biletini kestirdi. Biletindeki numaranın yazılı olduğu sandalyeyi bulup oturdu. Gözü localardaydı. Fazla incelemeye gerek yoktu. Zira sevgililerin bulunduğu localar hemen belli oluyordu. Film başlar başlamaz yanı başındaki locada bir hareketlilik oldu. Karanlığa rağmen sevgililerin öpüşmelerini net olmasa da görebiliyordu. İçi cız etti. Bir gün kendisinin de böyle öpebileceği bir sevgilisi ya da nişanlısı olacak mıydı? Önünde oturan kız da aynı şeyleri görmüş olacaktı ki o da film içindeki filmi izlemeye başlamıştı. Bu ara kız elini arkasına doğru götürdü. Esat önce ne olduğunu anlayamadı. Bu kız ikide bir elini böyle gereksiz yere niye arkasına uzatıyordu. İçinden eli tutmak geçti. Ya çok kötü tepki gösterirse hali ne olurdu? Elini tutmaya karar verdiğinde boğulacak gibi oldu. Heyecandan titremeyen yeri kalmamıştı. Derin bir nefes alarak heyecanını yatıştırmaya çalıştı. Kızın arkasına uzattığı ele hafifçe dokundu. Kız uzata bildiği kadar elini uzatıp avucunu açtı. Esat elini kızın avucuna koydu. Kız elini sımsıkı tuttu. Kıza bir şey söyleyebilme şansı yoktu. Zira sağı solu doluydu. Kızın elini okşamakla yetindi. Hafifçe öne kayarak kıza iyice yaklaştı. Antrakta kadar ellerini birbirlerinden ayırmadılar. Film başlayınca yine al ele tutuştular. Yanı başında oturan kadın olanları fark etmişti. Yanında oturan kız kardeşine,
Baksana bizim Esat’a ne haltlar karıştırıyor.
Ne haltı?
Baksana film içinde film oynatıyorlar. Esat komşusunun kız ile olan ilişkisini anladığını fark edince elini çekmek istedi ama çekemedi. Zira kız elini bırakmamakta ısrarlıydı.

***
Komşu kadın genç yaşta dul kalmış bir kadındı. Kardeşi de kendisiyle aynı kaderi paylaşmıştı. İçinde dayanılmaz bir arzu duymuştu. Ne zamandan beri bir erkekle beraber olmamıştı. İçinde alev alev yanan ateşi mutlaka söndürmeliydi. Bacağını Esat’ın bacağına dayayarak sürtmeye başladı. Esat delirecek gibiydi. Ne oluyordu bu gece böyle. Sinemaya sevişenleri seyretmek için gelmişti. Sinemada kendine bir sevgili bulacağı aklına bile gelmemişti. İyi ama hangisini tercih edecekti. Bacağına bacağını sürten kadın hakkında erkek delisi diye bazı söylentiler duymuştu. Gönül eğlendirmek için iyi bir fırsattı ama, kız ne olacaktı? Hangisini yeğlemek akıllıca olacaktı. İlişkisini kızla sürdürmeye karar vermişti ama kadından rahat yoktu. Filmin heyecanlı bir sahnesinde kız kendini filme iyice kaptırmasını fırsat bilerek kadının kulağına doğru eğilip,
Yarın sana geleceğim. Bu gece beni rahat bırak dedi. Kadın içindeki ateşi bu gece söndürtmekte kararlıydı. O da Esat’ın kulağına eğilerek fısıldadı.
Olmaz, bu gece mutlaka geleceksin dedi. Belli ki kadından kurtuluş yoktu.
Bu kızın nerede oturduğunu öğrenir öğrenmez geleceğim dedi.
Tamam bekleyeceğim. Mutlaka gel. Az sonra film bitince seyirciler dağılmaya başladı. Gözleri kızın üzerindeydi Kızın ailesi önde yürümeye başlayınca Esat’a doğru dönüp arkamdan gel diye işaret etti. Bunun üzerine kızı evine kadar takip etti. Kızın evi garaj yolundaydı. Bu kızı daha önce gördüğünü hiç anımsamıyordu. Kız mutlaka kendisini tanıyordu ki öyle bir davranışta bulundu diye düşündü. Kız evine girdikten sonra doğruca dul kadının evine gitti. Kadın kendisini pencerede bekliyordu. Kadın,
Kapı açık gel dedi. Esat böyle şeylere alışık değildi. Girmekle girmemek arasında tereddütteydi. Karasız adımlarla kapıya yöneldi. Kadın Esat’ın korkup gidebileceğini düşünerek koşarak kapıya gitti. Kapıyı ardına kadar açtıktan sonra,
Hadi ne duruyorsun? Gelsene dedi. Esat içindeki korkuyu yenmişti Hemen içeri girdi. Kapısı açık bırakılmış odaya girdiler.
Sen geleceksin diye çocuğumu teyzesine bıraktım. Fırsat bu fırsat. Sabaha kadar sevişiriz dedi. Esat,
Sabaha kadar kalamam. Annem merak eder aramaya çıkar. Bu nedenle işimizi çabuk bitirelim dedi. Kadın oda kapısını kapatıp soyunmaya başladı. Esat donup kalmıştı. Kadın,
Hadi ne duruyorsun soyunsana
Soyunmasam olmaz mı?
Soyunmaktan niye korkuyorsun. Ben dul bir kadınım. Kimseye vereceğim hesap yok. Hadi çekinme. Yoksa basılmaktan mı korkuyorsun? Diyerek yatağa uzandı. Esat’ın artık dayanacak gücü kalmamıştı. Hemen ******p kadının üzerine uzandı. Uzun sürdü sevişmeleri. Sevişmekten oldukça yorgun düşmüştü. Kalkıp gitmezse oracıkta uyuyuverecekti. Zaten kötü bir olay yaşamıştı. Eve dönmezse annesi aklına kim bilir ne kötülükler getirecekti. Kalkarken Zehra sordu.
Ne o doydun mu artık bana ki kalkıp gidiyorsun?
Yok be Zehra, sana doyulur mu?
Öyleyse niye giyiniyorsun?
Annem merak eder.
Amma da ana kuzusuymuşsun be. Sanki daha süt çocuğusun.
Süt çocuğu değilim ama yine de annem merak eder.
Oysa ben kalmanı ne kadar istiyorum. Bu gecenin hiç bitmemesi ne güzel olurdu. Ölümüne bir aşk yaşamak istiyorum seninle ama olmayacağını biliyorum. Zira ben dul bir kadınım. Üstelik bir de çocuğum var. Hangi anne oğlunun dul bir kadınla evlenmesini ister. Git ama ne olur bir gecelik bir macera olarak kalmasın bu sevişmemiz. İçinde her yangın oluşunda gel bana. Zira benim de içimde dayanılmaz bir ateş var. Seni seviyor muyum? Yoksa yalnızca senden hoşlanıyor muyum bilemiyorum. Sana ille de bana aşık ol, beni sev demiyorum. İkimiz de genciz. İkimiz de sevmeye ve sevilmeye, dahası sevişmeye muhtacız. Ne olur bu güzel gecemizi unutma. Her aklına estiğinde gel. Doyasıya sevişelim. Bu güzel anlar ancak gençlikte yaşanır. Gençliğin en güzel yanını heder etmeyelim. Esat kapıya yöneldiğinde Zehra bir kedi çevikliğiyle fırladı.Kollarını Esat’ın boynuna doladıktan sonra,
Ne o beni öpmeden mi gideceksin dedi? Uzun sürdü öpüşmeleri. Esat’ın içinde bir dürtü dön yatağa diyordu ama dönemezdi. Zira annesinin kendisini çok merak edeceğini biliyordu. Zehra sokak kapısına kadar gidip kapıyı açtıktan sonra sokağa göz attı. Görünürlerde kimse yoktu.
Çıkabilirsin dedi.
***
Geç yatmanın ve gecenin yorgunluğu yüzünden ancak öğlene doğru kalkabildi. Annesi ova işine gittiğinden evde yalnızdı. Bu nedenle çok rahattı. Ocağa su koyup ısıttıktan sonra banyoya girip yıkandı. Lokantaya gidip çorbasını içtikten sonra kahvehaneye gidip oturdu. Gazeteyi açıp ilan sayfalarını satır satır okudu. Yine kendine uygun bir iş yoktu. Aklına sinemadaki kız geldi. Gidip evinin etrafında bir dolaşsa mıydı? İyi de kıza ne diyecekti? Ben işsiz güçsüz biriyim. Ne olur beni böyle kabul et mi diyecekti. Eğer işsiz olduğunu öğrenirse aşık olduğu kızın yaptığı hareketin aynısını yapmayacak mıydı? Onuru bir daha kırılmayacak mıydı? Bunları düşünürken yanına bir arkadaşı gelip oturdu.
Ne haber Esat?
İyilik sağlık, senden ne haber?
İyi kötü yuvarlanıp gidiyoruz.
Ne içersin?
Çay içelim. Çaylar benden olacak. Duyduğuma göre iş arıyormuşsun?
Evet arıyorum.
Çaylar gelsin. İçtikten sonra seni bir yere göndereceğim.
Nereye göndereceksin?
Babam Devlet Su İşleri müdürüyle çok samimi. Geçenlerde babama kuruma işçi alacağım ama, aldığım işçi bizden olmalı. İyi eğitim gören bu memleketin çocuğu olan biri varsa bana gönder demiş. Babam arkadaşların arasında iş arayan var mı diye sordu? Aklıma sen geldin. Çayını içtikten sonra doğruca müdürün yanına git. Babamın gönderdiğini söyle. Hemen seni işe alacaklar dedi. Esat çayını içip hemen yola çıktı. DSİ fazla uzak değildi. Böyle bir fırsatı kaçırmamak için koşarcasına yürüyordu. Kapı sorumlusuna müdür beyi görmek istediğini söyledi. Görevli,
Müdürümü ne için görmek istiyorsun?
Beni Ahmet Ersin gönderdi. Müdür ile görüşmemi istedi. Görevli müdüre telefon açtı.
Müdürüm Ahmet Ersin’in gönderdiği bir genç sizinle görüşmek istiyor.
Tamam, gönder gelsin.
Müdürün odasına çekinerek girdi. Müdür,
Otur bakalım dedi. Esat gösterilen koltuğa yönelip saygılı bir şekilde oturdu. Müdür,
Ahmet Ersin’in nesi oluyorsun? Diye sordu.
Hiçbir şeyi olmuyorum efendim. Oğluyla samimi arkadaşız.
Ben sana işe başvuru forumlarını vereceğim. Onları dikkatlice doldurduktan sonra bana getir. Sakın geç kalma.
Emredersiniz efendim.
Forumu ve belgeleri eksiksiz getir ki seni hemen işe başlatabileyim.
Çok sağ olun müdür bey. Esat forumu koltuğunun altına sıkıştırarak müdürü eğilerek selamladıktan sonra çıktı. Kahvehaneye gidip forumu dikkatlice doldurduktan sonra muhtara gidip ikametgah belgesi ile nüfus suretini aldıktan sonra doğruca DSİ ye gitti. Müdürün odasına girip evraklarını tamamladığını söyledi. Müdür evrakları inceledikten sonra,
Aferin dedi. Her şeyi iyi hazırlamışsın. Al bunları karşıya müdür yardımcısına götür. Hemen işlemlerini tamamlasınlar. Müdürün uzattığı evrakları alıp karşıdaki Müdür Yardımcısı yazılı odaya gitti. Evrakları müdür yardımcısına verdi. Müdür yardımcısı evrakları dikkatle inceledikten sonra,
Her şey tamam dedi. Pazartesi gel ve işe başla dedi. Esat duyduklarına inanamıyordu. Gerçekten işe başlayacak mıydı? İşe başlamak bu kadar kolay mıydı? Teşekkür ederek müdür yardımcısının yanından ayrıldı.
***
Akşamı zor etti. Annesi eve döner dönmez bu güzel müjdeyi verecekti. Akşam annesi eve geldiğinde oğlunu evde gördüğünde çok şaşırmıştı.
Hayrola oğlum, sen bu saatlerde eve gelmezdin?
Sana çok güzel bir müjdem var anneciğim. Pazartesi günü DSİ de işe başlayacağım. Anne artık ben de bir devlet memuruyum. Raziye hanım oğlunun iş bulmasına, hem de devlet dairesinde bulmasına çok sevinmişti. Oğlunun boynuna sarılıp Allah’ım bana bu günleri gösterdiğin için sana minnettarım. Gözlerinden sevinç göz yaları akıyordu.
Çok sevindim oğlum çok. Hele işe bir başla sana istemek için görücülüğe gittiğim kızı bir daha isteyeceğim. Bakalım bu kez ne bahane bulacaklar.?
Hayır anne o kızı unut. O kız bana öyle hakaretler etti ki onun bir daha yüzünü bile görmek istemem.
Oğlum nikahta keramet vardır. Her şey zamanla unutulur.
Yok anne. Onun bana söylediği unutulacak gibi değil. Bunları konuşmanın zamanı değil be anne. Hele bir işe yerleşeyim. Birkaç sene para biriktireyim. O güne kadar kısmetimize kim bilir kim çıkar.
O kız benim de çok hoşuma gitmişti. Gelinim olsun diye az dualar etmemiştim.
O iş bitti anne. Biz geleceğe bakalım.
Tamam oğlum sen bilirsin. Baban gelsin. Bu güzel haberi babana da verelim. Ne kadar çok sevineceğini tahmin edemezsin.
Tahmin etmem mi anne? Kaç kez sana ne olacak bu çocuğun sonu dediğini duydum. Bu sözleri her duyduğumda kahroluyordum ama elimden bir şey gelmiyordu.
Her şeyi unut artık oğlum. Baban da haklıydı söylediklerinde. Hangi baba çocuğunun iyi bir iş sahibi iyi bir geleceği olmasını istemez? Bak baban da geldi. Esat hemen evden çıkarak babasına yardıma gitti.Eşeğin üzerindeki yükü boşaltmasına yardım etti. Yükü içeriye taşıdıktan sonra babasına,
Baba eşeği bana bırak. Ahıra getirip bağladıktan sonra yemini de veririm dedi. Babası oğlunun bu davranışına çok şaşırmıştı.
Ne oldu bu çocuğa diye söylenerek eve girdi.
Hanım ne oldu bizim oğlana böyle? Düne kadar ancak akşam yemeği vakti eve gelirdi. Elini işe sürmemek için tam yemek zamanını beklerdi.
Müjde beyim müjde. Oğlumuz iş buldu. Pazartesi günü DSİ de iş başı yapacak. Ne yapsın çocuk. İş bulamadın, bir baltaya sap olamadın diye çocuğun başını yiyordun. O da kurtuluşu evden uzaklaşmakta buluyordu. Bak morali düzelince nasıl yardımcı oluyor.
Desene iş bulduğu için böyle davranıyor. Ben de başına tuğla mı düştü diye düşünüyordum? Çok sevindim hanım. İnşallah hayırlı bir kısmeti de çıkar, dünya gözüyle mürüvvetini de görürüz.
İnşallah beyim
***
İş dönüşü yolunu uzatıp garaj yoluna saptı. Kaç gündür sinemadaki kızı görememişti. Birkaç kez evin önünden geçtiyse de kızı görememişti. Neden pencereye hiç çıkmıyor? O gece yaptıkları kendisi ile dalga geçmek için miydi? Eğer ciddi bir niyeti olsaydı caddeye bakan pencerenin arkasına oturur yolunu gözlerdi. Evin önüne geldiğinde kızın pencerenin arkasında oturduğunu fark ettiğinde sanki kalbi yerinden fırlayacaktı. Kız da kendisini fark etti. Hemen pencerenin camını açarak dışarıya sarktı. Biraz ilerledikten sonra geri döndü. Kızın önüne geldiğinde kıza,
Seni seviyorum dedi. Kız,
Ciddi misin? diye sorduğunda yanıt veremedi. Zira pencere ile arası bir hayli açılmıştı. Durup kızla konuşamazdı. Zira görenler kim bilir neler derlerdi. Belki de mahallenin delikanlılarından dayak bile yiyebilirdi. Bir süre gittikten sonra yine geri döndü. Kızın önüne geldiğinde kız,
Bu gece saat on ikide bekleyeceğim dedi. Heyecandan boğulacak gibiydi. Kıza yanıt bile veremedi. Başını evet anlamında sallamakla yetindi.
Akşam yemeğinden hemen sonra odasına çekilip uyumaya çalıştı. Zira on iki de buluşacağı kız ile neler olabileceğini bilmiyordu. Belki de sabahlayacaklardı. Bu nedenle iyi kötü biraz uyuması gerekiyordu ama uyuyamıyordu. Aklına çeşitli düşünceler geliyordu. Bu kız çok mu cesurdu? Bir yerde beni görüp aşık mı olmuştu? Yoksa en kötüsü önüne gelenle düşüp kalkan bir hoppa mıydı? Ya başımda kalmak için bir tuzak kurduysa ne olacaktı? Bu kızın evlilik için bir düşüncesi var mıydı? Yoksa birini bulup evleneyim de ne olursa olsun diyen bir macera sever miydi? Yoksa en iyisi bu randevuya gitmemek miydi? Bu düşünceler arasında saatin ne kadar hızlı ilerlediğini fark etmemişti. Saatin on bir buçuğa geldiğini fark ettiğinde hemen kalktı. Giyinip sokağa çıktı. Neyse ki anne ve babası derin bir uykudaydılar. Evden çıktığını duymuş olmaları olası değildi. Yirmi dakika sonra kızın evi önündeydi. Kız pencerenin camını açmış sokağı gözlüyordu. Geldiğini fark edince gel diye işaret etti. Yanına gitti. Kız,
Ne duruyorsun? Avlu kapısı açık. Etrafta kimse de yok. Hemen içeriye gir. Sokak kapısına yöneldi. Kapı aralıktı. İtip içeri girdi. Kız evin kapısını açıp dışarı çıktıktan sonra sessizce kapattı. Birbirlerine sarıldılar.
Sevgilim gelmeyeceksin diye çok korktum.
Gelmez olur muyum?
Gelmeseydin çok üzülürdüm. Dudaklarını kızın dudaklarına uzattı. Uzun uzun öpüştüler.
Sevgilim, sen beni tanımıyorsun ama ben seni çok iyi tanıyorum. Senin annenin görücü olarak gittiği kız var ya, Nazan. O benim arkadaşım. Seni ben çok beğendiğim halde o salak seni hiç beğenmiyordu. Hani deli atar akıllı kapar derler ya, ben de ne yapıp edip sana ulaşmayı kafama koymuştum. Sinemada bu nedenle sana elimi uzatmıştım. İnan bana senin haberin yok ama ben sana sırılsıklam aşık olmuştum. Adım ne diye sorsam adımı bilmeyeceğini biliyorum. Oysa ben senin adın adım gibi biliyorum. Esat. Doğru biliyorum değil mi?
Evet sevgilim doğru. İnan bana beni çok şaşırtın. Ben de sinemadaki el ele tutuşmamızdan beri seni aklımdan çıkaramadım. Kim diyordum bu kız. İnan bana benimle dalga geçtiğini bile düşünmüştüm.
Aşk olsun. Beni hoppa bir kız mı zannettin yoksa?
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Zira beni öylesine şaşırttın ki anlatması çok zor.
Bak sevgilim, seni ilk gördüğümden beri sana deldiler gibi aşığım. Hep içimde dayanılmaz bir korku yaşadı. Seni ya ellere kaptırırsam korkusu. Benimle evleneceksin değil mi?
Elbette ki evleneceğim. Evlenmeyi düşünmeseydim gecenin bu saatinde burada ne arardım.
Yarın beni istemeye anneni göndereceksin değil mi?
Yarın gönderemem. Ne olur acele etmeyelim. Bak ben halen senin adını öğrenmedim.
Sormadın ki söyleyeyim. Adım Emine.
Memnun oldum. Önce konuyu anneme açacağım. O da babama açacak. Görücülük için gereken hazırlıklar yapılacak, ondan sonra görücü olarak gelebilecekler. Neden acele etmememiz gerektiğini anlatmama yeter mi söylediklerim?
Uzun işler bunlar sevgilim. İstersen kaçır beni. Hemen içeri girip eşyalarımı alıp geleyim. El ele tutuşur gideriz.
Hayır yapamam bunu. Önce bu evlilik için annemi ve babamı ikna etmeliyim.
Süt kuzusu musun ki bu kadar annenden ve babandan korkuyorsun?
Hayır korkmuyorum. Ama onlara saygım var. Mutlaka seninle evlenmek için izin almalıyım.
Tamam sevgilim, senin istediğin gibi olsun diyerek kollarını Esat’ın boynuna doladı. Alev alev yanan dudaklarını uzattı. Uzun uzun öpüştüler.
Hadi sevgilim git artık. Babamın uyanma zamanı geliyor. Seni her gece bekleyeceğim. Evlilik için elini çabuk tut. Zira sensizliğe daha fazla dayanamayacağım.
Ben de sevgilim. Eve gidip yatağıma girdiğimde seni çok özleyeceğim. Yarın gece yine geleceğim.
***
Gece çok az uyuduğundan sarhoş gibiydi. Neyse ki işi ağır değildi. Mesai bitiminde hemen eve gidip gece yarısına kadar uyuduktan sonra sevgilisiyle buluşmaya gidecekti. Bu kızı çözmekte çok zorlanıyordu. Nasıl bir kızdı bu? Söyledikleri doğru muydu? İyi bir eş, iyi bir hayat arkadaşı olabilir miydi? Ya tüm davranışları yapmacıksa? Ya bir gün kendisini ayrı yolda bırakırsa? O artık bir devlet memuruydu. Elini sallasa ellisi, saçını sallasa tellisi dedikleri gibi belki de çok daha iyi birisini bulabilirdi. Ya gerçekten kendisine aşıksa? Peki ben ona aşık mıyım? Yoksa annemin görücülüğe gittiği kız yüzden bunalıma mı düştüm? Bu yüzden miydi bu kıza olan ilgisi. Dudak dudağa öpüştüğü anlar geldi aklına. İçinden ılık ılık bir şeyler aktı. Yoksa o da mı kıza aşık olmuştu. Fazla güzel olmasa da çok cana yakın bir kızdı. Ailesinin tek evladı olduğu için evleneceği kız evinin hem gelini, hem de kızı olacaktı. Çok güzel olup da kaprisli bir kızla evlenmektense böyle candan bir kızla evlenmeyi yeğlemesi hem kendisi hem de ailesi için çok iyi olurdu. Konuyu bu gece annesine açacaktı. Bekarlık dayanılacak gibi değildi. Üstelik ev de sorun değildi. İki odalı evin bir odasına şimdilik yerleşirlerdi. İleride geniş avlularında gönüllerine göre bir ev yaparlardı.
Akşam eve gittiğinde konuyu annesine açtı. Kızın daha önce görücülüğe gittiği kız ile yakın arkadaş olduğunu söylediğinde annesi,
O kızı ben tanıyorum. Hakkında da pek iyi şeyler söylemiyorlar. Eskiden Nazan’ların evinden çıkmazdı. Şimdilerde görünmemesinin nedeni bu olsa gerek. İyi düşün oğlum. Bana sorarsan bu kızdan sana iyi bir eş olmaz.
Ama anne biz birbirimizi seviyoruz.
Ne sevmesi be oğlum. Ne zaman tanıdın onu? Madem onu seviyordun beni Nazan’a neden görücü gönderdin?
Onu henüz tanımamıştım.
Bence iyi düşün oğlum. Zira benim gözüm o kızı pek tutmadı.
Tamam anne düşünürüm.
***
Gece yine on bir buçukta yola çıktı. Sevgilisi penceredeydi. Kapıyı işaret etti. Gidip kapıyı itip içeri girdi. Sarıldılar birbirlerine. Zaman akıp gidiyordu. Ayrılık vakti yine çok tez gelmişti.
Her gece buluşmaları sürüyordu ama uykusuz kalması yüzünden çok sarsılıyordu. Haftadan haftaya buluşma önerisini sevgilisi olumlu karşılamadı.
Ya her gece gelirsin, ya beni şimdi alır gidersin, ya da bu ilişkimiz bu gece sona erer dedi. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Annesi ve babası nasıl karşılarlardı? Ya biz bu kızı istemiyoruz diyerek kendisini evden atarlarsa ne olurdu? Henüz memuriyet hayatına atılmış biri, ailesinin desteği olmadan ev bark sahibi olabilir miydi? Bu işin içinden nasıl çıkacaktı?
Ben bu konuyu yine annemle konuşayım. Yarın akşam beni bekleme. Zira her gün yaptığımız bu buluşmalar beni çok yıprattı. İşimi kaybetmek istemem. Cumartesi gecesi yine geleceğim. O gece ne yapacağımıza karar veririz.
Peki demekten başka umarım yok. Yine birbirlerine sarılıp öpüştüler.
Eve gidip yatağa girdiğinde derin bir uykuya daldı. Yine her sabahki gibi annesi güçlükle uyandırdı.
Ne oluyor be oğlum sana? Her gece on bir buçukta çıkıyorsun. Sabahın üçünde geri dönüyorsun. Yoksa o kız ile mi buluşuyorsun?
Evet anne.
Ben sana o kızdan sana eş olmaz demedim mi be oğlum?
Dedin anne.
Peki neden her gece ona gidip kendini harap ediyorsun. Haline bak bir kere. İğne ipliğe dönmüşsün. Hasta olacağından çok korkuyorum.
Tamam anne. Artık bir daha gitmeyeceğim.
***
Cumartesi gecesini sanki iple çekiyordu. Gece on bir buçukta evinden çıkıp sevgilisinin evine doğru yürümeye başladı. Eve yaklaştıkça heyecanı artıyordu. Buluşmamıza bir hafta ara verdiğim için bana kızmış olabilir mi diye düşündü? Eğer kızdıysa ipleri koparmış olabilir miyiz? Evin önüne vardığında camın kapalı olduğunu gördü. Saatine baktı. Karanlıkta kaç olduğunu seçemedi. İlerideki sokak lambasının altına varınca yine saatine baktı. On ikiye beş vardı. Geri döndü. Ağır adımlarla yürüyerek evin önüne geldi. Cam yine açık değildi. Evin karşıcısındaki kaldırıma geçip bir sigara yaktı. Amacı sigara içmekten ziyade sevdiği kızın dikkatini çekmekti. Caddenin başından gelenler vardı. Aksi istikamete hızlı adımlarla yürüdü. Arada bir arkasına bakıyordu. Dörtlü yol kavşağında köşede bekledi. Gelenler geçip gidince geri döndü. Cam yine kapalıydı. Delirecek gibi oldu. İçini müthiş bir karamsarlık kapladı. Hastaneye kaldırıldığı anı anımsadı. Keşke dedi. Keşke o gün ölmüş olsaydım da bu acıyı bir daha yaşamasaydım. Gerçi ilk aşkı karşılıksız, belki de çocukça bir aşktı. Oysa bununla gecenin karanlığında, her an yakalanma korkusuyla olsa da ne güzel sevişmişlerdi. Sevgilisinin nemli dudakları sanki dudaklarının üzerinde geziyordu. İçinde dayanılmaz bir arzu vardı. Gidip kapısını çalmak ve ben geldim sevgilim demek istiyordu. Ya kapıyı babası açarsa? Ya da annesi açıp evimizi bastılar diye feryat ederse? İnsanlara güvenmek ne kadar doğru olabilirdi. Gecenin ikisine kadar cadde boyunda gitti geldi. Gitti geldi. Sonunda ümidini yitirip evine gitti. Yatağına girdiğinde göz yaşlarını tutamayıp için için ağlamaya başladı. Yaşamında bir eksiklik vardı ama neydi. Neden ilk aşkı gibi ikinci aşkı da hüsranla sonuçlanmıştı. Bu gidişle hayatını birleştirebileceği kızı bile belki de bulamayacaktı. Neyi ek*****. Memur olduğundan beri giyimine oldukça özen gösteriyordu. Bildiği kadarıyla aileler kızlarını bir memurla evlendirmeyi yeğliyorlardı. Yapacağı en akıllıca iş kızın ailesine annesini gönderip kızını istetmekti. Vermeyiz derlerse yaşamına yeni bir düzen verecekti.
***
Sabah geç kalktı. Annesi bu gün ova işine gitmemiş olacaktı ki mutfaktan sesler geliyordu. Kalkıp elini yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa gitti.
Anne ne yapıyorsun?
Sana kahvaltı hazırlıyorum. Hazırlandığında gelip seni uyandıracaktım.
Kahvaltıya ne gerek var anne. Dışarı çıktığımda bir simit alır yerdim.
Neden oğlum? Her sabah işe gittiğim için kahvaltını hazırlayamıyorum. Bırak da evde olduğum gün hazırlayayım.
Tamam anne. Nasıl istersen öyle olsun.
Anne senden bir şey isteyeceğim. Nazan’ın arkadaşı olan o kızı bana istemeye gider misiniz?
Aman oğlum sen yine aynı yerlerde mi dolanıyorsun? Sana o kız için iyi şeyler söylemiyorlar demedim mi? Bak artık iyi bir iş sahibisin. Bence Nazan için bir daha gitmeye değer.
Hayır anne. Onun bana yaptığı hakareti ömrüm boyu unutamam. Onu defterimden sildim. Sen de sil anne.
O olmazsa başka biri olsun. Komşularla görüşeyim. Elbette ki sana yar bize gelin olacak iyi bir aile kızı buluruz.
Hayır anne. Ben o kızda kararlıyım. Hatta ben onu kaçırıp getirecektim. Size saygısızlık olur diye kaçırmadım.
Desene be oğlum, ateş bacayı sarmış haberimiz yok. Bir de babanla konuşayım. Bakalım o ne diyecek?
Tamam anne. Sen nasıl uygun görüyorsan öyle olsun.
Kahvaltısını bitirdikten sonra çarşıya diye çıktı. Ayakları onu yine sevdiği kızın evine doğru sürüklüyordu. Evin önüne geldiğinde pencere açıktı. Adımlarını iyice yavaşlatıp içeriyi görmeye çalıştı. Emine pencereden dışarı bakıp kendisini gördüğünde pencereyi çarparak kapattı. Ne oluyordu böyle. Beni kaçır diye ısrar eden kız bu değil miydi? Annem ve babam bu kızı istemeye geldiklerinde ret yanıtı alırsa ailesinin onuru ile oynanmasına neden olmuş olmayacak mıydı? Yoksa bu kızı istetmekten vaz mı geçmeliydi? Caddenin sonuna kadar yürüdü. Dönüşünde adımlarını yine iyice yavaşlattı. Pencerenin hizasına geldiğinde pencere açıldı. Emine bir kibrit kutusunu önüne fırlatıp pencereyi kapattı. Kibrit kutusunu açıp içindeki kağıdı çıkarıp okudu. Mektupta şöyle yazıyordu. “ Beni kaçırmaya cesaret edemeyecek kadar korkaksın. Oysa evlilik cesaret gerektirir. Sende ne yazık ki bu cesareti göremiyorum. Madem beni kaçıracak cesaretin yok, aileni gönder istet. Ailenin gelip beni istemesini bir hafta bekleyeceğim. Gelmezlerse sen yoluna ben yoluma. İsteme cesareti gösteremezsen, evimin önünden sıkça geçerek beni bir daha rahatsız etme. Bu ne işti böyle. Bu nasıl bir kız böyle? Annem söylediklerinde haklı mı acaba? En iyisi önce hakkında bir araştırma yapmak en uygun olan şey olacaktı. İşi zamana bırakacaktı. Gerçekten kendisini seviyorsa bir hafta içinde istetmediği için ipleri koparmazdı. Eğer koparırsa demek ki sevgisi yalanmış demekten başka bir şey elinden gelmezdi.
***
Aradan on beş gün geçmişti. Ayakları her zaman sevgilisinin evine doğru sürüklese de ayaklarına direniyordu. Bu gün evin önünden geçmeye karar verdi. Birkaç kez geçti ama pencere açılmadı. İnat edip beklemeyi sürdürecekti. Eğer beni gerçekten seviyorsa sonunda dayanamayıp penceresini açacak, ya konuşacak ya da kibrit kutusu içinde yine mektup atacaktı.
Kendine verdiği on beş günlük süre dolmak üzereydi. Akşam eve gittiğinde annesi,
Olanları duydun mu oğlum dedi.
Neyi anne?
Hani sana aşık olduğunu söylediğin Nazan’lara gelen o sarı kız var ya ne yapmış biliyor musun?
Yok anne nereden bileceğim?
Sıkı dur. Sakın şaşırma. Sevdiği bir oğlan varmış. O oğlana kaçmış.
Ne zaman anne?
Dün kaçmış. Oğlanın annesi neden bu hoppa kızı alıp getirdin diye kıyameti koparmış ama yapabilecekleri bir şey kalmamış. Zira onlar işi geri dönülmesi mümkün olmayacak bir şekilde bitirmişler. Çaresiz nikah hazırlıklarına başlamışlar. Ben sana demedim mi oğlum o kızdan sana yar olmaz diye?
Haklısın anne, demiştin.
Sen en iyisi evlenme işini annene bırak. Biz nasıl olsa sana helal süt emmiş bir kız bulacağız.
Yok anne sakın bana kız mız aramayın. Zira karar verdim. Ben evlenmeyeceğim.
Çocuğun deliliğine bak. Evlenmeyip de ne yapacaksın?
En azından şimdilik anne. Hele biraz zaman geçsin. Biraz para biriktireyim. İleride evliliği düşünürüz.
Senin para biriktirmene gerek yok evladım. Biz yıllardan beri o mutlu günümüz için para biriktirdik durduk. Çok şükür düğününü de, evini de yapacak kadar paramız var.
Olsun anne. Biraz da benim katkımın olması fena mı olur?
Katkın iyi olur ama, evlenmeye karar vermen ve bizim sana bulacağımız kız ile evlenmen daha doğru olur.
Tamam anne. Bu olayın üzerinden biraz zaman geçsin. Tekrar konuşuruz.
***
Gece yatağa girdiğinde Emine sanki gelip kafasına çöreklendi. Nasıl da inanmıştı ona. Oysa anlaması gerekirdi. Zira hiçbir zaman tanışmak için ilk teşebbüs kızdan gelmezdi. İlk hamleyi daima erkek yapardı. Ne güzel de beni ve kim bilir benim gibi kaç kişiyi stepne olarak kullanmıştı. Neden onu düşünüyordu. Aslında böyle olmasına sevinmesi gerekmez miydi. Allah korusun. O bu karakteri ile onunla evlenmiş olsaydım belki de beni boynuzlatırdı. Bunun için yerinmem değil sevinmem gerekir diye düşündü. Böyle düşünmekle rahatlamıştı. Derin bir uykuya daldı.
***
Aradan aylar geçti. Annesi ne zaman evlilik sözü etse susturuyordu. Zamanı değil anne diyordu. Bir akşam annesi olanları duydun mu dedi?
Ne oldu ki?
Senin evlenmek istediğin emine var ya.
E ne olmuş ona.
Eşi eve zamansız döndüğünde Emine’yi eski sevgilisi ile yakalamış. İkisini de feci şekilde dövmüş. Sonra da götürüp karakola teslim etmiş. Genç adam olaydan çok etkilendim. Bir türlü hazmedemiyorum. Eğer intihar edersem hiç şaşmayın diyormuş
Hiç mi akıl yok onda? Ne güzel elini kana bulamadan götürüp adalete teslim etmiş.
Öyle deme be oğlum. Burası küçük yer. Herkes herkesi tanıyor. Kim bilir delikanlı nasıl alaylı bakışlarla karşılaşıyordur. Kolay mı o alaylı bakışlara dayanmak?
Allah sabır versin. Daha başka ne diyebiliriz ki?
Belde de yalnızca Recep’in karısı Emine’yi karısının eski sevgilisi Hüseyin ile nasıl yakalayıp karakola teslim ettiği konuşuluyordu. Kimi helal olsun Recep’e, elini kana bulamadan götürüp karakola teslim etti diyordu. Kimi ise o kadın zaten kızlığında da çok hoppaydı. Sevgililerinin sayısını belki de kendisi de bilmiyordu diyorlardı.
Olayın üzerinden bir hafta kadar geçmişti. Belde Recep’in intihar etmesini konuşuyor olmuştu. Yazık oldu gepgenç adama diyorlardı.
Recep intihar etmeden önce annesine bir mektup bırakmıştı. “ Anneciğim, ölümümün seni çok üzeceğini biliyorum. Ne yazık ki ölmekten başka hiçbir umarım kalmadı. Onun ihaneti yüzünden kimsenin yüzüne bakamaz olmuştum. Emine’yi çok, ama çok sevmiştim. Beni uyarmana rağmen seni dinlemedim ve Emine ile evlenerek hayatımın en büyük aptallığını yaptım. Onun bir gün bana ihanet edeceğini hiç düşünmemiştim. Zira onu taparcasına seviyordum. İşte beni bu ölümüne aşk yıktı bitirdi. Ben bu utançla yaşayamazdım anne. Ne olur beni anla anne. Seni çok ama çok seviyorum. Ahrette buluşmak üzere hoşça kal anne”
Yaşlı kadın Recep’in ölmeden önce yazdığı mektubu elinde sımsıkı tutuyordu. Göz yaşları içinde gelinine lanetler yağdırıyordu. Kaltak nasıl kıydın oğluma, nasıl kıydın. Ben bu acıya nasıl dayanırım diyordu. Kadının yaşlı bedeni bu acıya daha fazla dayanamadı. Eğilip oğlunun cansız bedenine sarılmak isterken kalbi durdu. Çok sevdiği oğlundan ölüm bile onu ayıramamıştı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #518
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bülbül Yalnız Gülü Sever

Bahçenin birinde bir kırmızı gül vardı. Ne var ki, eşsiz güzelliğine rağmen tomurcuk olduğu günden beri kendini sıradan bir `ot` sanıyordu. Gülün bu zannı, zaman içerisinde bir kabullenişe dönüşmüş, gül mevsimi gelip de bütün güzelliğiyle etrafa türlü renkler ve kokular saldığı günlerde bile devam etmişti.
Mevsimlerin güzü göstermesine yakın günlerde bahçeye bir bülbül girdi. Bülbül, adeta kabuğuna sığınmış bir inci tanesi gibi gül olduğunu unutup kendini saklamış gülü daha ilk gördüğünde yıllardır aradığı şeyi bulduğunu hissetti. Kalbi çarptı, içi titredi. Daha önce hiç öyle olmadığı için ruhuna işlenmiş aşkı ilk görüşte tanımıştı. Yıllardır aradığı işte oradaydı.
Tanışıp uzun uzun konuştular. İlk günlerde gül şaşkındı. “Gül olmadığım halde bu bülbülü neden sevdim?” diye geçiyordu içinden... Ama yanlış ta olsa yılların kabullenişini değiştiremiyordu. Herşeye rağmen içine “acaba ben gül müyüm?” sorusu da düşmüştü.
Çok geçmeden bülbül, aşkını haykırdı gülün güzel ve mahcup yüzüne bakarak... Gül, içinde ilk defa rastladığı ve anlam veremediği kıpırtıya rağmen bülbülün aşkına ve vuslat arzusuna çok şaşırmıştı. Öyle ya?... Güle aşkıyla meşhur bülbülün kendisi gibi bir `ot`la ne işi olabilirdi? Hayır, hayır... Bülbül yanılıyor olmalıydı. Kendisi gül olamazdı.
Bülbülse içinde yıllardır usul usul yanan ateşin sahibini bulmanın o engin coşkusuyla şakıyor, tekrar tekrar güle olan aşkını ve vuslat arzusunu haykırıyordu güle ve bütün dünyaya...
Gül, telaşa kapılmıştı. Gül olduğuna dair işaretler çoğalmıştı ama aniden ortaya çıkan bu durum kendisini tedirgin ediyordu. İçindeki türlü şüphelere rağmen:
“-Ben gül değil, sıradan bir otum, sense güle olan aşkını şiirlerle, şarkılarla ve nice efsanelerle anlatmakla meşhur bir bülbül... Beni nasıl seversin?” diye sesleniyordu sürekli bülbüle...
Bülbül, güle aşkla bakıp konuştu:

Yıllar yılı aşkını arayan bir bülbülüm,
Artık senle doldu bak gecelerim, gündüzüm.
Gülü sevmek için yaratılmış yüreğim,
Bir otu nasıl sever, söylesene ey gülüm!

***
Günler hızla geçiyordu. İlk günlerdeki gülün bülbüle olan ve tarifini yapamadığı ilgisi ve sevgisi, azalmak üzereydi. Gül için, kendisini sıradan bir ot olarak görmek kolay geliyordu belki de... Aşk, kişisel sorumluluk gerektiriyordu, bir ot olarak hissetmeden, düşünmeden kısaca bir armağan gibi sunulan hayatı gerektiği gibi yaşamadan geçirmek ve hatta belki de baştan savmak varken... Ama ya bir gülse ve bunun farkına ancak solduktan sonra varırsa yaşamadan, gül olmanın hakkını vermeden geçip giden günler, yüreğine bir hançer olup saplanmayacaklar mıydı? Yüreği, gel-gitler içinde yüzüyordu.
Bülbül, çaresizdi. Gülünün, içinde yanan ateşi paylaşmak yerine söndürmek için üzerine su dökme telaşı, onu yaralıyordu. Zira bu gayretin beyhude olduğunu, ateşi söndürmenin bülbülün bülbüllüğünü yok etmek demek olduğunu, gül, bilmiyordu.
Bülbül kararını vermişti. Her ne pahasına olursa olsun güle olan aşkını ve daha da önemlisi gülün, onun içini aşkla dolduran hakikî bir gül olduğunu ona ispat edecekti.

Aşkı bulunca söylemek yakışır.
Har daim güle gönül vermek yakışır.
Haydi uzat dikenini, işte burda yüreğim,
Bülbüle gülün aşkıyla ölmek yakışır.

diyerek kalbini gülünün dikenine batırdı ve oracıkta öldü. O an, gül, onu tekrar hayata döndürmek için uğraşsa da nafileydi, çünkü kendisinin bir gül olduğunu anlaması, çok sevdiği bülbülünün hayatına mal olmuştu.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
19 Nisan 2006       Mesaj #519
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
adsz6ay
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #520
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
ACELE KARAR VERMEYİN....
Çin düşünürü Lao Tzu'nun öyküsü........


Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama
Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı
varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin
tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

"Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan
dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,
at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak,
bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala
satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.
Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...

İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.
"Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.
Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...
Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının
kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu
oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz"
demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.
Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini
henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"

Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler
ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan
ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.
Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman
yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler.

"Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre
kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.
Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın"
demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme
hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.

"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.
Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba
ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde
gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu
ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan
bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler,
ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri
askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya
öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı
olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık
ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler,
belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının
kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş,
ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez.
Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda,
sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih,
hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."


hikaye10043 cbk

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

"Acele karar vermeyin.
Hayatın küçük bir dilimine bakıp
tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar; aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi,
dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl,
insanı daima karara zorlar.
Çünkü gelişme halinde olmak
tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.
Oysa gezi asla sona ermez.
Bir yol biterken yenisi başlar.
Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Bir hedefe ulaşırsınız ve
daha yüksek bir hedefin hemen
oracıkta olduğunu görürsünüz."

Lao Tzu

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar