Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 166

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.244 Cevap: 1.997
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1651
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
15125f4upwfgt0s

Sponsorlu Bağlantılar


Çok insanın hayal edemeyeceği kadar zengindi.Ülkenin en güzel şehirlerinin en güzide semtlerindeki dairelerinin sayısınıbile bilmiyordu.Ayrıca, iyi bir antika meraklısıydı. Elinde tuttuğu zengin koleksiyonun değeri de tahminleri zorluyordu.Çiftlikleri ve arabaları da vardı tabii. İşlettiği mağazalarda binlerceinsan çalışıyordu.Herkes, 'Keşke onun yerinde ben olsam!' diye düşünüyordu.Gelin görün ki o, bulunduğu yerden hiç memnun değildi. Her şeye sahip olduğu doğruydu.Ancak, içinde bir yerde derin bir boşluk, doyurulmaz bir açlıklakıvranıyordu.Kendisine 'Baba! ' diye sarılacak bir çocuğu yoktu.Yıllardır eşiyle birlikte bu yalnızlığı, bu eksikliği içten içe hissetmişlerdi.Ama umutla dua etmeye, sabırla beklemeye devam ediyorlardı.Eşi, aynı zamanda bir ressamdı.Kadın hayal ettiği bebekleri, çocukları büyük bir ustalıkla yağlı boyatablolara çiziyordu.Ancak resimleri hep kendine saklıyor, sergiliyordu. Resmini yaptığı bebekleri, çocukları kendi çocukları gibi seviyordu.Haliyle, çocuklarını parayla bir başkasına satmak aklının ucundan geçmezdi.Sonunda ihtiyarlık günleri gelip çattı. Artık çocuk sahibi olma hayalleri bitmişti.Fakat beklenmedik bir şey geldi başlarına. Ağır bir trafik kazasıgeçirdiler.Adam hafif yaralı olarak kurtuldu. Ancak karısı ciddi bir beyinhasarı ileyoğun bakımda yattı aylarca.Adam karısının sağğı için servetinin önemli bir kısmını harcadı. Derken, doktorlar karısının kısmen iyileştiğini söylediler.Kadın eve döndü.Ama artık eskisi gibi değildi.Adeta bir çocuk gibi yaşıyordu.Karısının gündelik işlerini yapabilmesi için bir bakıcı hanım çalışıyordu yanlarında.Kocasını savaşta kaybetmiş genç hanımı adam ve eşi evlatları gibi sevdiler.Eve biraz olsun çocuk cıvıltısı getiren iki küçük çocuğunu da torunlarıbildiler.Bu arada evin hanımı eskiden olduğu gibi resimler yapmaya çalıştı. Bekleneceği gibi tabloları eskisi kadar başarılı değildi.Yine de kadının eski günlerdeki gibi mutlu olmasına yardımcı oluyordu.Yıllar hızla aktı. Kadın bir gün beyin sorunları nedeniyle öldü.Adam, bakıcı hanım ve iki yetimini değerli hediyelerle evlerine gönderdi. Çok geçmeden adam da kalp krizi geçirerek hayata veda etti.Böylece hayalleri süsleyen o koca servet sahipsiz kaldı.İlk olarak paha biçilmez antikalar büyük bir müzayedede satışa sunuldu.İlk parça adamın eşinin beyin özürlüyken yaptığı bir tabloydu. Bir özürlünün umutlarını döktüğü, ruhunu ortaya koyduğu bu mütevazı tabloyakimse dönüp bakmadı bile.Herkes az sonra önlerine gelecek paha biçilmez antikaları bekliyordu.Satıcının 'Artıran var mı?' diye bağırışına salondan tek cevap gelmiyordu. Müzayede salonundaki sessizliği, müzayedeye ilk defa gelen bakıcı kadınınsesi bozdu.Annesi gibi sevdiği bir kadının çocukları gibi sevdiği tablosuna müzayedesalonunda pek alışık olunmayan bir teklifle müşteri oldu: 'Beş dolar!'diye bağırdı acemice.Daha fazlası yoktu cebinde. Umutla bir başkasının kendi teklifiniartırmasını bekledi.Sessizlik yine bozulmadı. Müzayede yöneticisinin'Satıyorum.Satı yorum..Saaaaat. ..tım.' demesiyle tablo sadece 5 dolara kadının oldu.Müzayede yöneticisi satılan tabloyu bir kenara koymak yerine çerçevenin arkayüzünü herkesin görebileceği biçimde yukarı kaldırdı.Tablonun arkasında katlanmış küçük bir kağıt parçası vardı. Yine herkesin gözleri önünde kağıdı aldı ve açtı.Özenli bir el yazısıyla yazılmış notlara göz gezdirdikten sonra kalabalığadöndü:'Bayanlar ve baylar; müzayede bitmiştir!' Sonra kağıt üzerindeki notuseslice okudu:'Kim eşimin bu mütevazı emeğine değer vererek bu tabloyu satın almışsa,eşime verdiğim değerden çok daha azını hak eden servetim de onundur.'***Ailemizde birbirimiz için yaptığımız her işin ardında böyle bir not olmalı mı dersiniz?'Karımın benim için yaptığı her şey benim değer verdiklerimden çok dahadeğerlidir' gibi.Kocamın benim için yaptıkları onun sahip olduklarından çok daha pahabiçilmezdir' gibi.Ve çocuklarımızın bizim için sevgiyle yaptıkları, kendi ruhlarını taşırıp da ortaya koydukları güzel şeylerin ardında yazılı bu notu okuyabiliyor muyuz?Dünya belki de bir açık artırma salonudur. Gördüğümüz her şeye birileri birpaha biçer.Sırf başkalarının biçtiği değerler üzerine yeni değerler eklemek için ömrümüzü bizim için en değerli olanları unutarak, hatta bazen kıraraktüketiyor olabiliriz.Sevimli bir çocuğun babası ve annesi olmanın değeri borsalarda ölçülemiyor.Fedakar ve sadık bir eşin bizim için yaptıklarını hiçbir insan kaynakları uzmanı hesaplayamıyor.Oysa, hepsi antika..Kimsenin görmediği, kimsenin fark etmediği kadar özel ve güzel değerler.'Müzayede' bitmeden birbirimize ziyadesiyle değer verelim.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1652
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
EYLÜL’E DÜŞEN BİR GÜL YA DA EYLÜLLEŞEN BİR ÖMÜR

Sponsorlu Bağlantılar

Hayâtımın kısır döngüleri,hangi müzmin yaranın kışrı idi;yaşamadan bilebilir miydim?..
Uzayda yankılanan sesim,muztar feryatlarımın aksi sadâsı ve sadrıma bir inşirâh niyetine tuttuğum uyku oruçları…
Sene-i devriyesi geçiyor acıların;ama geçiştirmiyorum içimdeki tortularını…Ağır ağır yudumladığım bu kekre lezzet,başımı öne eğdirse de;yazamayabilseydim,bunu yapabilirdim evet…Ama yine de,bu kekre lezzet;rûhuma bir tâltif gibi…Mahcup ve kırılgan akislerimi,aşkla tasfiye etmeli…

Vakt ikindidir,bir Eylül ikindisidir yani.Üşümelerimle büzüşüp,inzivâya geçmeye meyillenirken;Eylül’e gül düşmüştür!..Eylül,güle dönüşmüştür ve döndürmüştür kara sevdâları;aşkın lâhûtî semâlarında,derûnumuzdaki sancılara sertâc olmak için gelmiştir.
Bunca yıkıntı ve hâralarda harmanlanan küheylânların hazırlık aşaması gibi;rûhum,sığlığından çıkıp çığlığa dönüştüğü dem gelmiştir ve düşmüştür Eylül’e bir gül…Ömrümün düşüne düşsün diledim!..

Çiçeklerin şâhına yakışır zarâfetle ve şebnemlere şâyeste bir letâfetle konuktur gönül hâneme…Hırçınlığımı,çok sesliliğimi,yitik bilincimi ve tüm beşeriyetimin şaşan hâliyle kabullenir beni;gelir,oturur bağrımda…Kalemime mürekkep,yazıma ilhâm,yüreğime yâren gibi…
İptilâ sirâcında sarmalı yaraları…Yalımlarım yalınlaşmadan;kalp sadağımda biriktirmeli cümle cümleleri…
Hercümerçliğim,mesned bulsun sonbahârın araladığı sonsuzlukta…Aşk,ağırlanmaz ki;ağrısız ve azıksız bir sadırda…
Gazellerinden kapı araladı Dedem,giriftâr göz pınarlarıma…Dedem’in yaktığı türkülerde âhım kaldı;Dedem’den mîras,susamamaktı…Susamadım ve figânlarımın fersûdeliğinde susuzluğum arttı aşka…Arıtmalıydı gönlümdeki kesifliği ve uzaklarda değil,gönlümde idi arıtma tesisi de,bilemedim Dedeciğim…Bilemeyişlerimle bilendim ferdâlara…Şu iniltili ve titrek sesim,avaz avaz aksetti istikbâlin kayıtlarına!..

Eylülleşen ömrüme düşen gülü yitirmemek için;müptelâlığın kavislerinde akladım karalamalarımı…Çiziktirdiklerim,topu topu bir “âhh”;Dedem’in hâtırası…
Dağdağalı hayâtımın duldası ve giryân gönlümün payandası olsun diye,yirmi dokuz yaprağı olan bir gül düştü Eylül’e…Eylülleşen ömrüme…


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1653
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Biletsiz Yolculuk

Rüzgar hızla yüzüne vururken hissetti denizin koyu mavi yosun kokularını. Yağmursuz bir günde, rüzgarla tanışmış olmanın mutluluğuyla denize doğru yol alıyordu. Kendini bile vurduran kokuyu tüm ciğerlerine çekti. Bir nefes bile olsa, rüzgara aşık olacağını hiç tahmin etmezdi. Uçmanın bile tadı bir ayrıydı buruşturulmuş yaşamda..

Kollarını iki yana açtı. Son ayrılığında da açmıştı kollarını, son elveda hatırasına. Bir resim çekmiş ve asmıştı hatıraların en güzel duvarına. Yasaksız ve baskısız bir sevdanın ardından, aldatılmıştı en kötü şarkılarda. Bir kere bile olsa yanmıştı ya yüreği pulbiberin halt ettiği aşk acısıyla. Sonu ayrılık bile olsa gam yemezdi artık. Bir damla çıktı gözlerinden, alel acele yukarıya kaçtı..

Bacaklarını kapattı. Adı konulmamış hedefe daha hızlı ulaşmalıydı. Bir gülü dalından koparırken duyulan heyecan gibi olmalıydı. Hızlı ve ürkek.. Kar yağmamış sevdaya hediye edilen bir beyaz gülün dramı geldi gözlerinin önüne. Yaşamın neresinde olduğunu bilinmeyen bir yaşta, gökyüzünde batmalıydı son diken. Gül koparılacaksa eğer, bir damla kan feda edilmeliydi ki, borç bırakılmamalıydı alev kırmızısı yaşama..

Sırtını denize verdi. Gökyüzünü ilk defa böylesine güzel seyrediyordu. Dertlere ferman olmuş yıldızlara gülümsedi. Çoktan tükenmiş bir kalemle yazılmış yaşam kağıdının son satırlarındaydı. Sınavda olsa sıfır alırdı, çünkü kağıt bomboştu. Yarıda kalmış uykulara vurdu boğazın ışıklarını, sarı bir sancı vurmuştu gözlerine. Bir çocuk gibi hissetti yaşlanmış yüreğini, biri kalk parka gidelim dese, saatlerce sallanmalıydı semaya ulaşan yorgun salıncaklarda..

Gözlerini kapattı. Sadece iki kağıdın var olduğu bir mekan düşledi. Sonradan akla gelmemeliydi pişmanlıklar ve kanamamalıydı gözler sabaha kadar. Adresi belirsiz bir trene binmiş yaralı kalpleri, destursuz şimşeklerin korkutamadığı bir mekan. Korku olmamalıydı kimsede ve haykırmalıydı tüm cefakarlar pasaklı yaşama, kirletilmemeliydi artık yakınındaki karanlık martılar..

İçine çektiği nefesi bıraktı. Yalnız verilen bir nefesin, kötü kokmuş artıklarıydı saçılanlar. Tüm bu yıldızlara rağmen, bu kadar ağır mı olmalıydı yaşananlar ? Açık seçik paramparça olmuştu tüm evren. Satırlar bitti, imza çoktan atılmıştı boş yaşama kağıdına. Sınıfta kalmanın verdiği boynu bükükle verdi kendini kan kokmamış denize. Boğaz köprüsünden bedenini emanet etmişti boşluğa ve isyan bayrağını çoktan çekmişti, yüzyıllardır hicranını kaybetmiş yaşama..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1654
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
FİRARİ KELİMELER II Beklemek mi gitmek mi oldu adın, hiç bilmedim. Gittiğim zamanların bekleyeniydi yerin, geldiğim zamanların gideni. Kocaman uğultuların gözü yaşlı sessizliğiydi sende durmak, sana bakmak, ve belki her gelişte senden gitmek.

Deniz gözlü bir kız olurdu sende kent ve sen kente her düşüşünde, ben sana her dönüşümde isli hatıraları çalardı şarkılar; sen susar, ben susar biz ağlardık…
Katran karası acıların su üstüne düşmüş siluetiydi tenin ve sana yaslanmış bir hayatın ezim ezim ezilmesi olurdu kayganlığında gezinmek.

Bir valiz dolusu kimsesizliği sırtlanmaktı sana gelmek; kente bırakılan yalnızlıkları umuruna bile almadan… Yalnızlık basamak olurdu kimsesizliğime ve sen kimsesizliğim olurdun.

Gelmek alacanın beyaza döndüğü bir gülümseyiş, gitmek akşam kızıllığı kaplı bir ağlamaktı senin yüzünde ve sana her bakışta basamak basamak tırmanırdı gözyaşlarım yerçekimine inat gözlerimden gözlerine.
Sen belli belirsiz bir yeşile dalardın, ben içinin duman kokan pencerelerinden bitip tükenmek bilmeyen bir maviliğe… Sana bakmak denize bakmaktı ve gözlerimin sana her değişinde su yeşile çalar, zaman durur, an yosun kokardı.

Sesine de sessizliğine de yoldaş ederdin kıyına gelmiş çığlıkları. İnleyen her vapur düdüğü, yalnızlığına tecavüzdü. Sen kalabalıklaşır, ben yalnızlaşırdım.

Bazen bir kaçıştın sen. İçinin duvarlarına suçumu haykırdığım. Kaçandım.. Tanıktın.. İs rengi sesin ihbar ederdi beni, kimseler duymazdı…

…………

Şimdi Kadıköy’ün, içinde bin ağlamak gizli kahkaha taşan siluetinden bakıyorum küskün duvarlarına. Rengin solmuş, sesinde gün be gün artan katran karası…
Ve ne zaman sana baksam gözlerimden avuçlarıma kusuyorum geçmiş diye içime kilitlediklerimi. Siyah beyaz hayaletler dans ediyor hayat ayamda. Müzik kırgın, gitar ağlamaklı…

Nasıl bir senfoniydi yaşamak seni aşkın kimsesizliğinde. Can çekişen ruhlardan yapılma uğultuların ortasında kulağa fısıldanmış sevişmelerdi terimize bulaşan. Her dokunuşun içinde bin ah gizliydi dilimizden sakındığımız. Aynı söylemlerle açmışken kapılarımızı, ayrılığın pimi şimdi neden gözlerimde. Patlasa, tüm renkler dönecek ya kızıla. Oysa en çok yeşil yakışırdı hem sana, belki biraz da bana…

Bir şarkının dizelerinden asıyorum kendimi boşluğa. Ellerin yok. Sesin gömülmüş içine. Bağır şimdi. Bağır çağır… Sustur çığlıklarımı sana. Yan,yak.Bırakma öyle;öleyim gitmelerin ertesinde.
Bil sözlerin düştüğünden beri içime, an’ ın gerçekliğinde Hak’ tı her şey. Kelimelere asılı heceler tersine döndü, gizlendi isimler.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1655
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sakın Elimi Bırakma

Ilık rüzgarla gelen bir müzik sesiyle dalıverdim uzaklara; "Aşık olmak günahsa ben bir günahkarım, pişman değilim tanrım…" diyordu yumuşak bir ses… bir sızı saplandı ilk önce kalbime… sensizlik yüreğimi yakıyordu, sana hasrettim… sarı kurumuş yapraklar arasında yürürken rüzgarın yüzüme vurmasıyla kokunu duydum sanki… yalnızdım… mutsuzdum, sen yoktun… ebediyen gitmiştin… Şimdi yanımda olsaydın kollarınla beni sarar, yüzüme dağılan saçlarımı parmaklarınla düzeltirdin.. iki taraftan kulaklarımın arkasına sıkıştırır, "Böyle daha güzel aşkım"derdin… yüzüme düşen saçlarıma tuzlu gözyaşlarım karışıyor şimdi. "Sakın ha ağlama, seni birgün bile ağlarken görmek istemiyorum" derdin bana… şimdi bir yerlerden bakıyorsa gözlerin üzülüyorsundur… ama gözyaşlarıma söz geçiremiyorum sevgilim... Hani biz sonsuza kadar mutlu olacaktık? Hani birbirimizi terketmiyecektik? Neden beni tek başıma bırakıp gittin aşkım.? Kaza haberin geldiğinde inanamadım… evimizden nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum… hastanede seni öyle kanların içinde baygın bir şekilde görünce dünya başıma yıkıldı… elini tuttum ve sen gözlerini açtın "Sakın ha! Sakın elimi bırakma" dediğin zaman bile "Gözlerindeki ormanda yağmur yağmasın" dedin… yanaklarımdan süzülen sicim gibi yaşlar yüzüne döküldüğünün farkında bile değildim.. ameliyathanenin kapısına kadar elini hiç bırakmadım ve mecburen elini ayırdılar benden… saatlerce o odada kaldın… çıktığın zaman komadaydın… doktorlar ümitsizce gözlerime bakıyordu… seni odana götürdüler.. neydi, neden o makinaları vücuduna bağlamışlardı.? Sen yaşayacaktın.. beni bırakmayacaktın yemin etmiştin..yavaşça elimi elinin üzerine koydum.. hiç kıpırdamıyordun… günlerce başucunda bekledim… farkında bile değildin… hep uyuyordun… yanında seni beklerken; geçirdiğimiz günler bir film şeridi gibi gözlerimden geçti… beni kızdırmaların, sinirletmelerin ve ondan sonra gönlümü almak için bütün evi ben yokken çiçek bahçesine çevirmen… doğumgünlerimizde birbirimize aldığımız müzik kutuları… hani son doğumgününde sana mavi bir kazak almıştım da hemen giyip mankenlik yapmıştın ya ve ben seninle dalga geçmiştim sen de pastayı alıp yüzüme yapıştırmıştın ve sonra da bütün evi pastayla alt üst etmiştik… ne kadar deliymişiz, ne kadar aşıkmışız… mavi kazağını son gördüğümde kanlar içindeydi.. kaza günü onu giyiyormuşsun meğer… çok sinirlettin beni, nasıl çıkacak şimdi kazaktaki kan lekeleri? Olmadı şimdi, iyileşir iyileşmez kazağını sen yıkayacaksın.. onu sana ben aldım atmak olmaz ki… Hala uyanmadın… bir hafta geçti hiç bir kıpırtı yok…doktorların biri gidiyor biri geliyor.. söyledikleri hiçbirşeyi artık anlamıyorum.. bu arada o yağmurlu gün geldi aklıma.. bisikletlerle yarış yaptığımız o gün.. hani ani bir yağmur başlamıştı da eve zor yetişmiştik.. balkonda durup yağmuru izlerken bir gün bebeğimiz olursa ismini Yağmur koyalım demiştik… bizim yağmurumuz yaz yağmuru olsun demiştik… Ve bir gün daha geçti işte, yanında sen o yatakta hareketsiz yatarken bir gün daha geçti… elim elinde.. ve başım yatağın yanında, kendimden geçmişim.. ve aniden elin elimde kıpırdadı.. aniden kırmızı, şiş gözlerimi sana çevirdim… ve gözlerini açtın… o halinle bile gülümsüyordun bana… dudaklarına küçücük bir öpücük kondururken sessizce gözlerimden yine bilinçsizce tuzlu gözyaşlarım dudaklarına düştü… kızar gibi yine baktın bana… "Tamam" dedim "Ağlamıyacağım…" Gözlerime baktın buğulu… hiç beklemediğim bir anda dudakların kıpırdamaya başladı "Affet beni" dedin, "Birbirimizi terketmiyecektik, hala daha da seni terketmedim ama…." dedin ve gerisini duymak bile istemiyordum, parmaklarımla dudaklarını kapattım, "Konuşma, yorulma, sonra konuşuruz" dedim ama başınla "Şimdi" dercesine işaret ettin… "Şehre inmiştim, yıldönümümüz için beğendiğin tek taşlı pırlanta yüzüğü alacaktım, aldım da… yanında 25 tane gül vardı, arabanın torpido gözünde yüzüğün, koltukta da güllerin vardı" dedin… ve devam ettin "Hayatımda geçirdiğim en güzel yılları seninle paylaştım, gözlerim, kalbim hep yanında olacak, arabadan emanetlerini almayı unutma" dedin bana… gözlerimdeki yaşları artık durduramıyordum… "Bir dahaki sonbahara yürüdüğümüz yolda yanlız yürüyeceksin ve çok güçlü olacaksın, beni affet aşkım seni bensiz bırakıyorum, seni canımdan çok seviyorum, son bir öpücük ver bana" dedin ve bir elim elinde bir elimle alnını okşarken istediğini yaptım dudakların sıcaktı ve aniden makineden ince bir ses geldi, elin elimden kopuverdi…. Gözlerin yavaşca kapandı…. Doktorlar koşup geldiler… öylece orda kalıverdim hareketsiz kaldım, donmuştum, sen yoktun artık… doktorlar seni götürdüler… artık sen yoktun, yanlızdım.. Ve şimdi sensiz geçen ilk sonbahardayım… yürüdüğümüz yolda kurumuş yaprakların arasında tek başınayım. Arabadan bana getirdikleri emanetlerimin biri evde diğeri parmağımda… yüzüğünü yaşadığımı sürece parmağımdan, güllerini yatağımın yanından hiç ayırmayacağım… mavi kazağını yıkadım, temizledim… yastığının üzerinde duruyor.. Hazan mevisimi, hüzün mevsimi… aşk mevisimi.. ayrılık mevsimi… Kulağımda bana söylediğin şarkıyla yürüyorum tek başıma söz verdiğimiz gibi sarı yapraklı yolda....

"SANA RÜYA DIYEMEM, SENDEN UYANAMAM KI
NEREDE OLURSAN OL, SENINLEYIM BEN SANKI
BULUTLU GÜNEŞIMSIN, SEVGILIMSIN BENIMSIN
YAZ YAĞMURUM, KIŞ GÜLÜM, NEŞEMSIN KEDERIMSIN
SENINLE DOLU DÜNYAM, GÜNDÜZÜM GECEM SENSIN
ÖLSEMDE AYRILAMAM, BENLIĞIM RUHUM SENSIN..."

Biliyorum her an her saniye benimlesin, beni izliyorsun. Iyi ki şarkılar var ve şiirler. Sen sözünü tutmadın, beni bırakıp gittin. Belki birgün aşkım... Bu yağmurlar diner ve biz yine birlikte oluruz hiç ayrılmamacasına.

"HER YERDE HATIRAN VAR, HERŞEY SENINLE DOLU
HERŞEYDE SENIN IZIN, BU YOL AŞKININ YOLU
ALAMAZ BIN SEVGILI KALBIMDEKI YERINI
SANKI IÇIMDE AÇAR BU SARMAŞIK GÜLLERI.... "

Iyi ki şarkılar var...
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1656
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Adınız Azrail Soyadınız İnsan

Azrail ki; gecede soluk alır.İnsan ki;soluksuzluğun adını tanır.alt üst eden hallaç sevgiler karanlıkta doğar,aydınlıkta gömülür.soluk almaksa şayet,varsın azrail adım atsın.atsın ki kaldırımlarda izi kalan,kaldırımlarda düşe kalka yürüyen,caddelerde giz içinde dolaşan sahte sevgiler yok olsun.deniz köpüğü kadar beyaz olmak adına,kah kirleniriz,kah dalgaları kıyıya ulaştıramayız.lakin soluksuz olmak.daha da soluksuz günlere varmak adına.
Ki yarım kalmış,yarımını bulamamış,elmanın hesabını ademe ödettirmiş sevgilerin kahrını,yalanın sürgünlerde can çekişen yanlarını.bir çırpıda sevgimi var olan her şeye hibe ediyorum.
Şimdi gelin üzerime,salın korkularınızı,ihanetleri üşüştürün bedenime.haydi koyudan karanlıkları koynunuzda besleyin.isyan değildir geceye yazılan,kuytulardaki gizdir sadece.gizemin adını anlayarak yazılan kaderdir semada uçuşan.rüyaların ardı sıra gelen hayaldir adınız.yoksul zamanların gırdabındayım şimdi.yorgunluğunuzun tadında,efkarın ve huzurun dimağındayım.bu bir çelişkiyse şayet,insanoğlu da çelişkiler yığını üzerine kurulmuştu.sizler gibi.yani ben,ömrün son demi gibi
Azrailin yaşam tarzı,insanın adımları,in cin hesabı olan görüntüleri,paha biçen ömürleri,gözyaşlarını akıtmak adına,kimi zaman yalnız,kimi zaman kalabalıklar içinde terkedilmiş,ve yanılası günlerin karanlığında,ağlayarak umudu bulmak adına.haydi yok olun,haydi yaşayın.ya da giz denen evrende üşüyün daha da üşüyün. adınız azrail soyadınız insan olsun.VE BU ŞEHRİ TERKEDİN!!!

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1657
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kadın, akşam yemeği için masayı hazırlamak ve salata yapmak üzere mutfağa girerken elektrik düğmesine bastı. Işığın yanmasıyla sönmesi bir oldu. Birkaç kez bastı düğmeye, yok, yanmadı. “ Galiba ampul yandı ” diye düşündü. Hemen bir ampul bulup değiştirdi, yine yanmadı. Yapacak başka bir şeyi yoktu. Bu işlerde de o kadar beceriksizdi ki, öyle anlatılır gibi değil. Anahtar sıkışan bir kapı kilidini açmak, radyoda aradığı bir istasyonu bulmak, ocağın tüpünü değiştirmek onun için oldukça zordu. O nedenle şansını zorlamadı, yanmayan ampulle uğraşmaktan vazgeçti. Aspiratörün ışığını yaktı. Yarı aydınlık mutfakta çalışmaya başladı. Nasıl olsa az sonra eşi gelir ve gerekeni yapardı. Eşi, tüm onarım işlerinde çok iyiydi. Ancak birazcık ihmalkârdı ve de unutkan, hatta çok... “ O, bıçağa sap takıncaya kadar, hıyarın vakti geçer.” di.

Salatayı yaptı, yemek masasını hazırladı. Derken eşi geldi; yarı aydınlık mutfağa girince, mutfak lâmbasına baktı. Kadın :
-Ampul yanmıyor, dedi.
Eşi hemen bir sandalyeye tırmandı. Ampulü sıkıştırdı yanmadı, gevşetti yanmadı; çıkarıp tekrar taktı, yeniden bastı düğmeye, yok ...... Başka ampul denedi yine yanmadı. Kadına döndü:
-Ampul sağlam, duyu bozuk bunun. Neyse yarın bakarım, bu akşam böyle idare edelim. Birkaç dakikalık bir işi var, o kadar. Hele bir yarın olsun.

Yemeğe oturdular. Loş ışıkta yemeklerini yediler. Aspiratörden yansıyan ölü gözü gibi ışıkta, yemek tabaklarının üzerinde oynaşıp duran gölgelerin karanlığında lokmalarını bulup karınlarını doyurdular.

Ertesi gün erkek, akşamdan epey sonra geldi eve. Yemek için mutfağa girdiğinde, yanmayan ampülü görünce kadına baktı:
-Hay Allah ! Unuttum duy almayı. Zaten çok işim vardı. Neyse ! Yarın bakarım.
“ Bu yarınlar hiç bitmez ya, neyse! ” diye içinden söylendi kadın.
- Akşamları işten geç geliyorsun. Ben yarın bir elektrikçi çağırıp yaptırayım.
Erkek: - Yok yok! Yarın yaparım, iki dakikalık iş, ne olacak ki !
Yine yarı aydınlıkta yemeklerini yediler. Erkek için pek sorun yoktu zaten. Karanlık mutfakta sadece yemek yerken sıkıntı çekiyordu birazcık. Yani onbeş bilemediniz yirmi dakika. Bu kadar kısa sürede insan tilki derisine bile katlanır. Kadın masayı topluyor, kabı kacağı toparlıyor, yemek sonrası kahve yapıyor; böylece karanlık mutfağın sıkıntısı içini daraltıyordu. Olan kadına oluyordu yani.

Daha ertesi gün erkek yine geç geldi işten. Aslında yorgundu zavallı. Ama ihmalciliği ve unutkanlığı da su götürmez bir gerçekti. Bozuk duyu çoktan unutmuştu nasıl olsa. Mutfağa yöneldiğinde yanmayan ampul aklına geldi veya loş ışığı görünce hatırladı belki. Mahcup bir tavırla kadına döndü:
-Yine unuttum duy almayı......İşim de öyle çoktu ki ! Yarın bakarım.

Yanıtlamadı kadın. Bozulan eşyaların, âletlerin günlerce onarılmamasına alışıktı zaten. Su kaçıran musluklar, kapanmayan kapılar, vidaları gevşemiş veya düşmüş sandalyeler , çarpılmış dolap kapakları vs. hep erkeğin ilgisini bekliyordu. Erkek, tamirci çağırmaya gerek olmadığını, bunları onarmanın birkaç dakikalık bir iş olduğunu söylediği için , kadın tamirci de çağıramıyordu . Erkeğe dönüp:
-Ben yarın bir elektrikçi çağırayım, senin vaktin yok. Diye şansını bir kez daha denedi.
Erkek atıldı hemen:
-Yok yok ! Yarın erken çıkacağım işten, yeni bir duy alırım, gelince yaparım. Birkaç dakikalık iş nasıl olsa.

Dördüncü gün yine akşam oldu. Kadın karanlık mutfağa girdi. Aspiratörün yetersiz ışığında sabırla salatayı yaptı, yemek masasını hazırladı.....Mutfak öyle karınlıktı ki ! Korku filmi gibi...Hele yemek masası daha da karanlıktı. Masaya büyükçe bir mum koydu, yaktı. Hiç olmazsa aydınlık olsundu biraz. Mum birden aydınlattı masayı ve mutfağı. Kadının da içi aydınlandı mum ışığıyla. Gölgeler oynaşıyordu mutfağın duvarlarında.
-“ Ay ! Ne güzel ! Çok da romantik! ” dedi içinden.

Masaya kuru çiçeklerden oluşan bir arajman iliştirdi. Mum ışığı ve çiçeklerle güzel bir görüntü oluşmuştu. Sanki özel bir sofra hazırlıyor gibiydi. Her gün kullandığı su bardaklarını koymadı o akşam, başka bardaklar çıkardı. Daha güzel ve daha yeni.......Masaya şöyle bir baktı, çok hoş görünüyordu. ” İyi ki yanmıyor ampul.” Diye geçirdi içinden. Eşi neredeyse gelirdi artık. Böyle güzel bir masaya, üzerideki günlük giysilerle oturmak istemedi. Hemen yatak odasına indi. Üzerindekileri çıkardı, daha derli toplu bir şeyler geçirdi üzerine . Bir de saçlarına şekil verdi aceleyle. Aynaya baktı, solgundu yine. Ruju benek benek değdirdi yanaklarına, eliyle dağıttı, gözlerine kalem çekti. İyi ! Oldukça güzel görünüyordu. Beğendi aynadaki görüntüsünü. Telâşla yukarı çıktı, mutfağa girdi.

Derken erkek geldi. Her zamanki gibi hemen mutfağa yöneldi. Masadaki yanan mumu, ışıkta parlayan bardakları, çiçekleri görünce şaşırdı.Telâşlandı birden. Sözcükler arkaarkaya döküldü ağzından:
-Bugün özel bir gün mü? Bu masa ne böyle? Biz hangi aydaydık? Ayın kaçı bugün? Yoksa doğum günün mü bugün? Yine mi unuttum?
Kadın gülümseyerek:
-Yok canım ! Ne başka bir özel gün, ne doğum günüm......Duy bozuktu , ampul yanmıyordu ya, unuttun mu? O nedenle mum yaktım ve masaya her zamankinden birazcık daha özen gösterdim, hepsi bu.

Erkek kadına sevgiyle sarıldı, yanağına sıcak bir öpücük kondurdu:
- Kusura bakma, yine unuttum duy almayı. Yarın bakarım. Aslında iki dakikalık iş de, inan onu düşünecek zamanım yok, çoktan unuttum.

Gülümsedi kadın. Mum ışığıyla aydınlanan masaya oturdular. Bu değişik ortamda, her akşamkinden daha zevkli yemek yediler, güzel sohbetler ettiler. O akşam, yemek oldukça uzun sürdü. Hatta erkek, karnı doyar doymaz masadan kalkmadı her akşamki gibi. Kahvelerini yemek masasında içtiler. Eski günlere döndüler, anılarını tazelediler. Ne zamandır yapmamışlardı bunu.


( Aradan bir hafta geçti ve o duy hâlâ bozuk. Belki yarın onarılır. Ne olacak canım, nasıl olsa iki dakikalık iş. )


recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #1658
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Herşey 2 yıl önce babamın emekli olmasıyla başladı. Bu şehre taşınmak kabus gibiydi ama hayatıma o girince şehir cennete dönüştü. 1 Haziran 2003 te onun doğumgününde geldik buraya bu lanet şehre.

Herşey çok güzel başlamıştı. Çok güzel devam etti. Takii ailelerimizin duyması ve benım teyzemin yani onun yengesinin araya girmesiyle kabus dolu günler başladı. Herşeye karşı dimdik ayaktaydık. Ne teyzem ne ailelerimiz bizi yıldıramadı.

Kimseden saklamadık sevgimizi. Hiç inkar etmedik. Hep haykırdık. Kimseden korkmadan özgürce yaşadık duygularımızı. Aradan 1,5 yıl geçti. Ev sahibimizin oğlunun beni istemesiyle herşey dahada kötüye gitti. Teyzemin müdaheleleriyle canımdan ve aşkımdan bezdim.

Benim hayatıma karışmaya hiç hakkı yoktu. Ama teyzem hep bunun aksini yaptı. Attığım her adıma karıştı. Gideceğim heryere beni kendisi götürdü. Buna dayanamıyordum. Bir yandan da çevremin baskısı vardı.

Ev sahibimizin oğluyla evlenmem için herkes üzerime geldi. Zenginmiş... Ne işe yararki zenginliği? Bunalıma girdim teyzemin ve çevremin baskısından.

Ve sonunda annemin karşısına geçtim ve dedimki

- "Anne başkasını sevdiğimi biliyorsun. Eğer ev sahibinin oğluyla evlenirsem bu benim ölümüm olur. Gel inat etme beni sevdiğime ver. Mutsuz olmama engel olmalısın. Sen benım annemsin. Ben herşeye rağmen seni bırakıp gitmedim. Senin başın öne eğilmesin diye bütün baskılara rağmen onunla kaçıp gitmedim. Benim yerimde kim olsa annesinin düşeceği durumu düşünmeden çekip giderdi. Ben bunu yapmadım çünkü ben seni çok seviyorum. Ama onuda çok seviyorum. Gel inadı bırak razı ol onunla evlenmeme.

Sen evet dedikten sonra teyzem hiçbir şeye karışamaz. Buna müsade etmem. Sen evet de gerisini bana bırak."

Ama annem bunca çabama ve cesaretime rağmen razı olmadı.

- "ölürüm de seni ona vermem. Eğer onu tercih edersen cenazeme bile gelme." dedi bana.

Artık elim kolum bağlanmıştı. Yapacak iki şey kalmıştı bana. Ya evlenecektim ev sahibinin oğluyla ya da ölecektim.

Ama ölmemeliydim. Anneme kıyamazdım. O bana kıydı ama ben ona kıyamazdım. Ölemedim...

Çok istedim ama olmadı. Sonunda yoruldum ve ev sahibimizin oğluyla evlendim...

Hayatımın en büyük hatasıydı. Kimse inanmadı evlendiğime. Sevdiğimin yüzü yere eğildi. Hayat bitmişti ikimiz için. Onun yerinde olmayı hiç istemezdim. Hele kendi yerimde olmayı asla...

Evlendim ve tabiki mutsuzum ve ömrümün sonuna kadar bu değişmeyecek. Çünkü biliyorumki eşimden boşansam bile ne sevdiğim eskisi gibi nede ben eskisi gibi olamayız. Aramıza karlar yağdı, başka hayatların gölgesi düştü.

Şimdi 5 aylık evliyim. Ve 5 aydır her gece onun için dua ediyorum. Benim kadar sevebileceği biri olsun. Mutlu olsun... Benim çektiklerimi o çekmesin diye. Onu hala ilk günkü gibi seviyorum.

Allah tan tek dileğim kaldı; bir gün bende herkes gibi öleceğim. Mezar taşıma:

AŞKI UĞRUNA ÖLDÜ.TEK İSTEĞİ SEVDİĞİ ÖLDÜĞÜNDE KENDİ YANINA GÖMÜLMESİDİR... yazılsın.

Beni bu hale düşürenlere ibret olsun mezar taşıma yazılanlar...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Ekim 2006       Mesaj #1659
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İLK AŞK


Aylardan sonbaharın hüzün çiçeği kasımdı.Çiseleyen yağmur insanlara şemsilerini hızla açtırıyor,kimilerine ise evlerine doğru koşturmalarına sebep oluyordu.
Bense biraz yağmurun huzur veren damlarında ıslandıktan sonra,yıllar geçse bile karşıma çıktığında belleğime gem vuramadığım o eski internet kafeye sığınmıştım.Kurumuş,kendimi sanal dünyanın sıcak iklimine bırakmıştım ki karşımda bana bir şeyler soran dünyalar güzeli bir kız beni gerçeğe çekti.Öyle güzeldi ki internette işim olmamasına rağmen öylece monitörle bakışıyorduk.Gözlerim ekranda; aklım,yüreğim o güzel kızdaydı.
Beni mutlu eden olaysa güzel kızın melodisi sayesinde güzeller prensesinin numaramı almış olmasıydı.Zaten Allah'tan artık başka bir şey istemiyordum.Bütün yaptığım ve ömrüm boyunca yapacağım dualar sanki kabul olmuştu.
Coşarak yorgunluk bilmeden eve gelmiştim.Koşarak evde bıraktığım yarım kiloluk telefonuma gelen çağrıyı baktım ve prensesin numarasını kaydettim.
Daha önce hiç bir kız beni onun kadar heyecanlandırmamıştı.Kimsenin numarasını onun ki kadar severek kaydetmemiştim.Ama bu yüzden onu kaybetmekten çok korkuyordum.İlk defa aşık olmuştum ve ilk defa aşık olduğum kızı kaybetmek çok muhtemeldi.Hele bu kişi benim kadar beceriksiz biriyse.Ona olan sevgim onun benim olacağı anlamına gelmezdi.Ben sadece hayal kuruyordum.Onunla ilgili hiç bir şey bilmiyordum.Tek yaptığım hayal kurmaktı.Her dakika bu güzel kızı düşünmek,her işimde onu bulmaktı..
Neyse ki bütün beceriksizliğime rağmen hayallerime sığdıramadığım,hüzün kokulu güzel bakışlı bir kaç hafta sonra benim sevgilim olmuştu.İlk defa bir sevgili beni bekleyecekti.İlk defa bütün hayallerim gerçek olacaktı.
Bunları düşünerek okul çıkışında prensesin içinde olduğu kütüphaneye telaşlı,çekingen bir o kadar da mutluluktan uçan Bilal olarak yol alıyordum.Çünkü hayallerimdeki, orada beni bekliyordu.Çok kısa da olsa prensesle buluşacaktım.Başka hiç bir şey umurumda değildi.Benim varım yoğum oydu.Onun dışında hiç bir şey beni ilgilendirmezdi.
....günler gelip geçti.
Ben sevdim.Çok sevdim.Beceriksizdim,kültürsüzdüm.Bir kız nasıl mutlu edilir bilmiyordum.Ama sevdim.Hep mutlu etmeye çalıştım.O mutlu olunca mutlu oldum.Onun kederi benim kederim oldu.Onu üzdüğümde günlerce kendimi affetmedim.Bütün hatalarımda da onun sevgisi vardı.Belki bazen haklıydım ama aşkım için haksız oldum.Aşkım için savaştım.Çok gece bu savaş uğruna ağladım.O mu?Onunda hataları vardı elbet.Ama ne önemi vardı ki onun hatalarının?Ben göremiyordum ki zaten onun hatalarını.Kör olmuştum onun aşk denizinde.İlk gün son gün fark etmiyordu benim için...
Ya sonra?Sonrası yok işte.Anlamıştım boşaydı her şey.Boşaydı hayaller.Aşk yoktu.Emek yoktu yada anlamsızdı.Kim biliyordu ki çektiklerimi benden başka.Kim üzülüyordu ben üzülünce.Aşk yalandı.O zaten aşka çoktan elveda demişti.Ben,ben zaten yanlış zamanda gelmiştim.
Med cezirler bizim ayrılıp barışmalarımız kadar kısa sürede olmuyordu.Ne kadar güzel olursa olsun bu aşk artık aşk değildi.Yol ayrımına gelip gelip yolu uzatmak anlamsız beyhudeydi..
Ve bitti......
Geriye unutamadığım gülüşü,hiç bir zaman unutamayacağım bakışları kaldı.Onun sinirli hali,çok bilmişliği kaldı.Bıraktığı o ilk aşk kaldı.İlk aşk unutulur mu?Bütün her şeyiyle unutsan ilk duygu unutulur mu?
Ayrılık güzeldi.En doğrusuydu.Biliyorum asla mutlu olamazdık ayrılmasaydık.Ama hayatımdan güzel bakışlı çok bilmiş bir kız geçti.Acılar bıraktı,mutluluklar yaşattı.Her haliyle gönlüme girdi ilkleri yaşattı ve çıktı gitti.

Başlangıç:Yağmurlu bir sonbahar.Yine ramazan ayında.Gece aynı bu geceki gibi.Rüzgar aynı rüzgar

Bitiş:iki sene evvel.

SonuçMsn Surprised olmadan mutlu olabilirim eminim.Değerimi bilecek bir aşkım olacak bundan da eminim.Yeniden fazlasıyla sevebilirim,seveceğim.Zaten aşk menfaat için yapılmaz.Aşk sevmektir,karşılık beklemeden sebepsiz sevmek.Aşk budur.Ve bir gün aşık olacağım.Sevileceğim.Gelecek güzel olacak.Ama seni ve senin yaşattıklarını unutmayacağım.Geçmişimde yaşattığın her şey için teşekkürler...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Ekim 2006       Mesaj #1660
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Borcum vardi

Oldukça yaşlı bir adam ,kendisi gibi kamburalaşıp yere yanaşmış bir ağacın altında ağlıyordu. Biraz önce irikıyım bir genç yanına sokulmuş ve kendisinden içki parası istedikten sonra bir de tokat atmıştı. Yaşlı adamın yere yıkıldığını görenler, hemen yardımına koşup:

- Geçmiş olsun dede ,dediler. O serseri ne istedi ki senden?

Adamcağız bir şey olmamış gibi toparlanmaya çalışırken:

- Eski bir borcum vardı, onu istedi , dedi. Yapması gerekeni yaptı sadece...

Çevresindekiler, ihtiyar adamı yerden kaldırdıktan sonra eline bastonunu tutuşturup aceleyle işlerine koşuştular. Herkes ayrıldığında, hadiseyi başından beri görmüş olan bir delikanlı onun koluna girerek:

- Fazla hırpalandınız, dedi. Ağacın gölgesinde biraz oturalım mı?

Yaşlı adam yorgun bakışlarını yukarıya yöneltip :

-Benim bu ağacın altında dinlenmeye hakkım yok yavrum dedi. Ölünceye kadar da olmayacak.

Delikanlı, söylenenden bir şey anlamamıştı. Meraklı gözlerle kendisine bakarken, onun tekrar hıçkırıklara boğulduğunu farketti.

Yaşlı adam ,iniltiye benzeyen bir sesle:

- Elli yıl kadar önceydi,diye devam etti. Rahmetli babamı,sigara parası almak için bu ağacın altında azarlamıştım. Yani biraz önce evladımın beni dövdüğü yerde.

Delikanlı ne diyeceğini bilemedi ve şimdi biraz daha bitkin görünen ihtiyarın sakinleşmesini bekledikten sonra, onu arabayla evine bırakmayı teklif etti.

Adam, titrek adımlarla yoluna koyulurken:

- Evim oldukça uzaklarda yavrum. Ama ben yürüyerek gideceğim oraya. Babamın da onu azarladıktan sonra, üzüntüsünden yayan döndüğü gibi. Hem şehir dışındaki kabristana uğrayıp bir Yasin le öpeceğim ellerinden...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar