Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 176

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.482 Cevap: 1.997
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1751
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
''SON YAPRAK''

Sponsorlu Bağlantılar
Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse
tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur
bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı.
Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.
Günlerden bir gün kız arkadaşlardan biri zatürree hastalığına yakalandı.
Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken
o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu...
Geriye doğru sayıyordu; "Oniki" dedi, biraz sonra da "onbir"; arkasindan
"on", sonra "dokuz"; daha sonra, hemen birbiri ardina "sekiz" ve "yedi".
Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?
Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki
tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş,
yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.
Dönüp arkadaışna "Neyin var?" diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde" altı" dedi.
"Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce neredeyse yüz tane vardı.
Saymaktan başıma ağrı giriyordu. Ama şimdi kolaylaştı.
İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi."
"Beş tane ne?" diye sordu arkadaşı. "Yapraklar, asmanın yaprakları.
Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu."
Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü.
Fakat o: "İşte bir tanesi daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum.
Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü
görmek istiyorum.. Ondan sonra ben de gidecegim." diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt katta ki yaşlı ressama
ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı adama.
Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen
arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş
gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle esen
rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hâlâ yerinde duruyordu.
Sapına yakın tarafları hâlâ koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi
tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak,
yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu.

"Bu sonuncusu" dedi hasta kız."Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm.
Rüzgârı duydum. Bugün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim."
Ağır ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma
yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyorlardı.
Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır
aydınlanmaz, genç kız hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı
hâlâ yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun yaprağı seyretti. Sonra
arkadaşına seslendi. "Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan
olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.
Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz bana çorba verebilirsin." dedi.
Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi alt kattaki bir hastaya
bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.
Yaşlı adamcağız çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama
daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor dedi.

Ertesi gün doktor : "Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız." dedi.
O gün öğleden sonra arkadaşı artık iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki
yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.
Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken
bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir
haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti
kimse. Sonra, hâlâ yanık duran bir gemici feneri, yerinden sürüklene
sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine
karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça
bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman
bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı adam,
son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmış...

kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1752
kambis - avatarı
Ziyaretçi
BIRAKIP DA GİDENE...
Burnu bir karış havada, gözü yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde. Hele hele benim aşkımı yerden yere vurup, nasıl kırmıştı kalbimi zalim. Dudaklarından dökülen acı sözleri; öyle ki, bugün bile unutamadım.
Sponsorlu Bağlantılar
Ne tebessümdü o, zehirden beter. Her olayda içim paramparça, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu. Yorgun düşerdim onsuz geçen, onunla dolu, koyu siyah gecelerden. Pişmanlıktan kendime lanetler eder, sevgimi söylediğim günü düşündükçe, kaleme sarılıp yazardım ona nefretin aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı.
Derdim ki; alın yazımdı, onbeşimin çocuksu aşkıydı. Nasıl da gülerdi canı istedi mi... En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir, ardından bir uçurumun kenarına yapayalnız bırakır giderdi.
Ben çaresiz, ben yorgun, ben bıkkın bu sevdadan. Ah bilirdi o insafsız,
diri diri yanardım o böyle yaptıkça... Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda;
onda ne bulduğumu bugün bile bilemem. Ama o günlerde hayatımın amacı,
varolma gibi gelirdi bana. Çocukluk mu, yoksa gençliğimin safça tutkusu muydu bu ölesiye bağlanış, içten içe kopan fırtınalar, bu delice yakarış? Kim bilir, belki de sevilmeye muhtaç bir kalbin bitmek bilmeyen kaprisi... Ondan hiçbir şey istememiştim.
Sadece sevgi... Evet, şimdi yıllar sonra ben, onu düşünüyorum ilk defa
kucağımda resimler, hatıralarla.
Hava yine soğuk, yine kasvetli gözleri gözlerimde yine sevgi, derin yüreğimde. Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım, ağladım saatlerce.
Bu onun "ölüm yıldönümü"dür. 17'sinde toprakla kucaklaşan, o zalimin hikayesidir anlatılan.
Bir melodidir kırık, umutsuz... Doldururken sensizlik o an odayı gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı. Bir feryat yankılanmıştı acı dolu tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda.
Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu. Benim kadar çaresizdi her köşe.
Kendi kendime konuşarak yaklaştım sırasına;
"Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin. Dileğince nefret et, alay et duygularımla. Kızmam sana Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka.
Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun. Her şeyini özledim... Allahım son defa göreyim yeter bana"
Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü ta ki, ölümün o sinsi kokusunu içimde duyana kadar. Hıçkıra hıçkıra ağladım, sıraya kazıdığın ismini öptüm.
Sonra, ona ait bir şeyler bulmak için aradım her köşeyi... Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa, rengi solmuş. Yazı, onun yazısı. Bir mektuptu, özenilerek yazılmış, belki de çok emek verilmiş her satırına... Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi.
Korkakça, kaybolmasından korkarak, acıyla okudum her cümleyi kalbimde büyüyen bir özlemle... Hele hele o ilk satırı... Öyle ki, bugün bile unutamam, okudukça ağlarım.
"İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş bir tanem, AFFET BENİ!!!..."
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1753
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
''BİTMEYEN AŞK''

Genç adam ellerinde bir buket çicek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde yine her zamanki çiceklerden vardı.
Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller... Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemliside özlem ve hasret kokuyordu güller... Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz'' bakın ben ne kadar mutluyum " dedi. Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi yine böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç birşey kaybetmemişti...
Onları hiç birşey ayıramazdı... Ne hasret, ne ayrılık,nede ölüm... Genc adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine gec kalmıştı, 1 dakika gec kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Oysa o her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü... Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denize dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdigi kıza olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu...Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip 2 tane yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari, onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Herşey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki ? İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardi...Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı. Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu...
Tekrar saatine baktı genç adam.Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hemde çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte hergün burada buluşmak icin sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı ? O zaman neden gelmemişti yine ??... Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır..olamazdı. Sevdiğine bişey olamazdı. Onsuz hayat yasanmazdı ki... O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya basladı bakışlardan. Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 2,5 sene oldu dedi. 2,5 senedir hergün sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı...
Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu... Genç adam ayağa kalktı.
Sevdigiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Ekim 2006       Mesaj #1754
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez, umulmadık anda birden bire boşanmaz insanın tepesinden. Azar azar gelir. İnsanın hayata ve çevresine karşı davranışları getirir mutluluğu, azar azar, birike birike. Gerçek mutluluk böyle doğar.”
(Toprak Ana / Cengiz Aytmatov)

......"Hayatının sürekli tekrar ettiğini düşün. Şu an yaptığın şey seni mutlu etmiyorsa bir dahaki sefere tekrarladığında yine mutlu olamayacaksın. Bunun için eğer mutlu bir hayat geçirmek istiyorsan seni mutlu eden, iyi hissetmeni sağlayan şeyleri yapmalısın."
(Nietsche Ağladığında / Irwin Yalom)


Yalnızdı, yalnızlığın yorgunluğundaydı. Dudaklarındaki gülümsemenin sahteliğini anlmak için psikolog olmaya gerek yoktu. Gönül gözü bakmak anlamak için yeterliydi.

Aslında o da farkındaydı oynadığı rolün. "Neşeli, mutlu, yeterli, güvenli", ama sıkılmıştı da bu oyundan. Oyunun hep aynı perdesini tekrarlayan oyuncu gibiydi. Bir türlü diğer sahneye geçemiyor, gerçekleri seyirciye gösteremiyordu sanki.

Sahneye her yeni oyuncu katılışında, gözlerinde bir an ışık parlıyor, "tamam bu işte, şimdi her şey değişecek" duygusu uyanıyor, sonra hayal kırıklığı ile omuzları çöküyordu. Sorun para ya da iş değildi ki, "geçer gider, çalışır çözerim" desin.

Saygı ya da sevgi de değildi. İstediğince olmasa da, dilediğince yaşayamayacağını kabul ederek, tattığı sevgilerle yetinmeyi çoktan öğrenmişti. Hissettiği yalnızlığın ve karmaşanın bir ucunun buna dayandığını bilmekle beraber, bu karmaşanın bundan daha öte anlamları olduğunu da seziyordu.

"Hayatın anlamını" düşünüyordu o. "Niye yaşıyorum?" sorusunun karşılığı yoktu zihninde. Yoo, öyle intihar fikri falan yoktu. Sadece varlığının amacını, var oluşunun anlamını sorguluyordu. Anlayamadığı, kavrayamadığı bir süreçti işte bu.

Kimi zaman, sıradan sıkıntıların ya da hoşlukların arasında kaynayıp gitse de bu soru, hiç kaybolmuyordu. Bazen, sevgiliyle paylaşımlarında veya güzel bir filmde ya da kayalıklardan denizin kokusunu ciğerlerine çektiğinde, "hayat bu işte" diye sevindiği oluyordu, ama kısa bir zaman sonra soru yeniden başlıyordu.

Anlamak için, kitaplar okuyordu. Öğrendiklerini zihninde süzüyor, konuşabildiği birkaç insanla tartışıyor, bir sonuca ulaşmaya çalışıyordu. Bir işi ve sevdiklerinin olmasının, zar zor elde ettiklerinin ötesinde bir anlamı olmalıydı hayatın, hayatının. Hayır bunlar olamazdı sorunun karşılığı. Daha derin bir anlamı olmalıydı insan olmanın. Peki, bir gün, hem de ne zaman olacağını bilmediği bir gün sona erecek yaşamını, bu sorunun karşılığını arayarak mı geçirecekti? Hayır, böyle yaşamak istemiyordu.

"Doğduk işte, ölünceye dek ne yapsak kardır" da uygun değildi zihin yapısına. Sanki sorun yokmuş gibi de davranamazdı, var olanı nasıl yok saysındı ki?

Sorulara boğulduğu bir gece kitapları karıştırırken, o herkesin her zaman dilinde olan bir şiir ile buluştu yeniden.

“Yaşamak şakaya gelmez
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden
Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.”

Düşündü, cevap buydu.

Ne yaşıyorsan, farkında olarak yaşamak. Soluk aldığında havanın bedenindeki yolculuğunu hissetmek, laf olsun diye değil kocaman öpmek uzanan yanağı, en kötü anda şükredebilmek yaşadığına. Bencillikten uzaklaşıp, bireyselliğini yaşarken diğerlerinin de farkında olmak. Paylaştıkça çoğalacağını hissetmek ve daha çok insanı içeren hedefler koyabilmek.

Karşına her an yeni bir şeyin çıkacağını bilmek, bir kamyonun her an çarpabileceğini düşünmek örneğin. Taş da çıkabilir açılan kapıdan, balonlar da ama ne çıkarsa çıksın, ansızın geleni güzellikle karşılamak. En kötünün bile iyiye dönüşeceğini kavramak, yeterince çabalandığında.

Umut etmek, umudu büyütmek ve yaşarken yaşatmak, fakat sadece umut edilenin gerçekleşmesini beklemek de değil. Var olan her neyse, onu yaşamak olabildiğince..
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
26 Ekim 2006       Mesaj #1755
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Ya gerçek sandığınız şey koca bir yalansa ...

Aşk bazen şaşırtır...

Yatakta uzanmış boş gözlerle tavanı seyrediyordu Nuray.Saçı başı darmadağın, ağlamaktan gözkapaklarışişmiş bir halde saatlerdir yatıyordu.Neredeyse öğlen olmuştu,ama yataktan çıkacak gücü bir türlü bulamıyordu kendisinde.Şu son birkaç gündür hayatının en kötü dönemini yaşıyordu.Tüm bu yaşadıklarının bir kâbustan ibaret olmasını diliyordu.Bir sabah uyansa ve’’Yaşasın!Sadece bir rüyaymış diyebilseydi keşke.Her şey eskisi gibi olabilseydi.Neler vermezdi ki!Ama ne yazık ki, yaşadıkları gerçekti.İçini acıtan, onu darmadağın eden bir gerçek!

Yemeden içmeden kesiliyor
Kaç gündür ağzına doğru dürüst bir lokma bir şey koymamıştı.Lokmalar boğazından geçmiyor, canı hiçbir şey istemiyordu. Sadece kahve ve sigarayla besleniyordu.Yataktan doğruldu, midesinin kazınmasına aldırmadan bir sigara daha yaktı.Elleri öyle titriyordu ki, çakmağı zar zor çakabilmişti.İçinden’’Güçlü olmam gerek, böyle bırakmamalıyım kendimi’’diye söyleniyor ama bir türlü toparlanamıyordu.Aklını yitiren insanları anlayabiliyordu şimdi.Ne kadar güçlü ve dirençli olursa olsun, insan hayatta beklenmedik bir şokla karşılaşınca ve üstesinden gelemeyince, akıl sağlığını yitirebiliyordu demek ki.

On yıl önce büyük bir aşkla bağlanıp evlendiği ve hala deliler gibi sevdiği adam; kocası onu aldatıyordu işte.Oysa ne kadar da mutlu bir evliliği olduğunu düşünürdü hep.Serdar gibi bir adamla evlendiği için şanslı bulurdu kendini. Sadece kendisi değil, çevresindeki herkes böyle düşünüyordu üstelik. Bir çok arkadaşı çoktan boşanmışlardı. Diğerleri de sırf çocukları için ya da güvence adına evliliklerini sürdürüyorlardı.Ama onların evliliği çok farklıydı. Sadece karı koca değil iki iyi arkadaştılar. Birlikte hep dışarı çıkarlar ya da evde arkadaşlarını ağırlarlardı. Çok sayıda ortak zevkleri, ortak dünyaları vardı kocasıyla. Sevişmeleri de tıpkı ilk günkü gibiydi. İstekli, aşk dolu, tutkulu... Her şey çok güzeldi o güne kadar.

Çocuksuz da mutluydular
Tek eksikleri çocuktu belki. Çocukları olmamıştı. Ama bu durumdan ikisininde şikâyeti yoktu.Hatta bu durum sanki onları birbirlerine bağlamış, evliliklerini pekiştirmiş gibiydi.

Evet ilk zamanlar Nuray bunu dert ediyordu kendisine. Anne olamadığı için kendini biraz suçlu, biraz eksik hissettiği oluyordu.Ama zamanla alışmıştı her şeye. Hatta çocuksuzluğun avantajlı yanlarını öne çıkarıp mutlu olmanın yolunu bile bulmuştu.

Kendisine ve kocasına daha fazla vakit ayırabiliyordu böylece. Serdar’a gelince, o hiç önemsemiyordu bu durumu.Hatta çocukları pek sevdiği de söylenemezdi.Çocuklu arkadaşlarının evlerine geldiğinde, bu durumdan pek hoşlanmadığını hemen belli ediyordu.Şimdiye kadar çocuk özlemi duyduğunu hiç hissetmemişti kocasının. Ama şimdi... Acaba aldatmasının ardında bir çocuk özlemi mi yatıyordu?

Aşkın gözü kör mü?
Öyle büyük bir aşkla bağlıydı ki kocasına Nuray, onun da kendisine aşık olduğunu, asla başka bir kadına bakmayacağını sanıyordu.Hani şu ünlü televizyon yıldızı, karısını aldatıp, başka bir kadınla basıldığında nasıl da tepki göstermişti Serdar.Olayı televizyonda seyrederken öfkelenmiş, söylenerek başka bir kanala geçmişti.Onun bu davranışı pek hoşuna gitmiş, bir kez daha gurur duymuştu kocasıyla.Ama şimdi ‘’Ah ne kadar safmışım, ne kadar aptalmışım!’’diye dövünüyordu.Demek bunların hepsi göz boyamaymış. Ama nasıl bilebilirdi ki!..

İnsan içine çıkamıyordu
Çalan telefonun sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı Nuray.Arayan en yakın arkadaşı Serap’tı:’’Kaç gündür nerelerdesin canım?Sürekli arıyorum, cevap veren yok.Biz hemen her gün konuşurduk, görüşürdük seninle. Ne oldu, bir yerlere mi gittin?’’

‘’Hayır Serap, evdeydim. Birkaç gündür kendimi iyi hissetmiyorum. Önemli bir şey değil, geçer.’’
Serap ısrar ediyordu:
‘’Sesin çok kötü geliyor senin. Kötü bir şey mi oldu yoksa?Haydi hemen atla gel, çay içer, konuşuruz.Bak çok sevdiğin kurabiyelerden de yaptım.Ya da istersen ben sana geleyim.’’Teşekkürler Serap’çığım. Ama gerçekten biraz dinlenmek istiyorum. Seni sonra ararım, söz!’’Zar zor ikna edebilmişti Serap’ı.’’Ah, canım arkadaşım’’diye düşündü,’’nasılda sever beni!’’Ama şu anda dışarıya çıkacak, insanlarla konuşacak durumda değildi.Bu perişan halini kimselerin görmesini istemiyordu, en yakın arkadaşının bile.Sadece yalnız kalmak ve düşünmek istiyordu.Ne yapacağına nasıl davranacağına karar vermesi gerekiyordu bir an önce.O kadar çok acı çekiyordu ki!..

Sanki evlendiği adam değildi
Akşam eşi işten geldiğinde mutsuzluğunu, üzüntüsünü ona belli etmemeye çalıştı.Ama anlamaması imkânsızdı Serdar’ın, karısını öyle iyi tanıyordu ki. Ondaki ufacık bir duygu değişimini bile her zaman şıp diye anlardı.Öyle duyarsız bir adam değildi kocası.Ama şu an hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu.Hiçbir şey sormuyor, Nuray’ın halini görmezden geliyordu. Daha bu sabah işe giderken nasıl da neşeyle ıslık çalarak tıraş olmuştu öyle. Hayır, bu duyarsız adam kocası olamazdı!

Gerçeklerden korkuyordu
Gerçekleri bir an önce öğrenmek için sabırsızlanıyor, ama bir türlü kendini toparlayıp bu konu hakkında konuşacak gücü bulamıyordu kendinde. Söze nasıl başlayacaktı, ne diyecekti? ‘’Kim o kadın?’’diye mi soracaktı. Yada ’’Kaç yaşında? Benden güzel mi?’’ diye mi? Aslında biraz da alacağı cevaptan korkuyordu galiba. Serdar her şeyi reddederse aptal yerine konulduğunu düşünür ve çok üzülürdü. İçini bit kurt gibi kemirmeye devam ederdi duyduğu şüphe. Ama ya itiraf ederse... İşte o zaman kocasını tamamen kaybettiği anlamına gelirdi bu.Aşkı ve gururu arasında bir tercih yapmak zorunda kalırdı. Serdar’ı hala deliler gibi sevsede gururuna çok düşkündü Nuray.

Bir ipucu arıyor
Dayanılmaz bir şüphe, tüm benliğini yiyip bitiriyordu. Tuhaf şeyler yapmaya başlamıştı son günlerde.Çamaşır sepetindeki kocasına ait çamaşırları tek tek kontrol ediyor, bir ruj izi, bir saç teli, parfüm kokusu arıyordu dedektif gibi. Hiçbir iz yoktu görünürde. Eğer elle tutulur bir kanıtı olursa daha rahat konuşacağını düşünüyordu kocasıyla. Ama peki o gizli telefon konuşmaları; hemen okunup silinen mesajlar... Tüm bunlar yetmezmiş gibi dün gayet soğukkanlı bir şekilde ‘’Küçük bir valiz hazırlar mısın bana hayatım, Hafta sonu iş için Ankara’ya gitmem gerekiyor da. Akşam eve uğrayıp yemek yer, sonra da otobüsle yola çıkarım’’demişti. Ne diyeceğini şaşırmış gözyaşlarını gizleye gizleye hazırlamıştı valizi.

Kâbusun başladığı gün
Kocasının değişimini ilk fark ettiği o anı düşündü. Sabah işe gitmek için hazırlanıyordu Serdar yatak odasında. Aniden bir şey sormak için odaya girdiğinde kocasının kısık sesle telefonla konuştuğunu, o içeriye girince de’’Tamam ben seni ararım sonra’’ deyip hemen telefonu kapattığını fark etmişti. Dayanamayıp kahvaltı sofrasında o telefon konuşamsını sormuştu Serdar’a: ’’Kiminle konuşuyordun az önce?’’ Serdar gözlerini kaçırarak cevap vermişti: ’’Hiç... İşten bir arkadaşımla.’’ ’’Madem iş arkadaşındı, ben odaya girince neden hemen kapattın telefonu?’’ Serdar bu kez sesini yükselterek cevaplamıştı sorusunu: ’’Çünkü konuşmamız bitmişti Nuray. Niye beni sorguya çekiyorsun sabah sabah!’’ İşte ilk kez o zaman hissetmişti kocasının hayatında başka bir kadın olduğunu. Ondan sonra da bu gizemli, fısır fısır konuşmalar sürmüştü.Üstelik evlilik yıldönümlerine sadece bir gün kalmıştı.

Bir plan hazırlıyor
Bütün gece bir sağa bir sola döndü, bir türlü uyuyamadı. Hep kocasının yüzü geliyordu gözünün önüne; ‘’Bu hafta sonu iş için Ankara’ya gidiyorum’’ diyen yüzü. Nereye götürüyordu acaba o kadını? Baş başa bir hafta sonu geçireceklerdi demek. Sonunda karar verdi; nereye gittiklerinin öğrenmenin bir yolunu bulmuştu. Sabah Serdar’ın iş yerini arayıp küçük bir oyun oynayacaktı. Hayatında ilk kez, istemeye istemeye de olsa yalan söyleyecekti. Gerçekleri öğrenmek için buna mecburdu.

Şüpheleri netleşiyor
Kocası evden çıkar çıkmaz eşinin iş yerini aradı. Sekreterle sesini değiştirerek konuşmaya başladı.’’İyi günler! Ben Serdar Bey’in en çok alışveriş yaptığı mağazadan arıyorum. Serdar Bey sabah bize uğramıştı da, galiba otobüs biletini unutmuş burada. Bu akşam Ankarayagidiyor sanırım.’’ ’’Biraz bekler misiniz lütfen bir bakayım.’’ Bir çekmecenin açılıp kjapandığını duydu Nuray telefonda beklerken. O birkaç dakikalık bekleyiş, saatler gibi gelmişti ona. Sonunda sekreterin sesini duydu:’’Bir yanlışlık var galiba hanımefendi. Serdar Bey’in otobüs biletleri elimde şu an. Ankara değil, iki kişilik Antalya’ya gidiş dönüş bileti. Bu akşam yedi otobüsüne.Benden bileti iyi saklamamı istemişti.’’ ’’Çok özür dilerim. Sanırım bu başka Serdar Bey, afedersiniz.’’İşte o anda kulaklerı uğuldamaya, başı dönmeye başladı Nuray’ın. Koltuğa yığıldı.

Her şeyi göze almıştı
Demak Antalya’ya gidiyorlardı. Balayına gittikleri yerdi Antalya.Demek o kadını da oraya götürüyordu kocası. Allah bilir birlikte kaldıkları otele gidiyorlardı. Bu kadarı da fazlaydı artık. Nuray kararını verdi, akşam eşi eve geldiğinde onunla açık açık konuşacaktı.

Kocası çok öfkelenebilir, bağırıp çağırarak ona hakaret edebilirdi. Gerçeği inkar edebilirdi. Ya da her şeyi itiraf ederdi, ki en kötüsü de buydu galiba. O zaman onu tamamen kaybetmiş olacaktı.Hatta bavulunu bile hazırlamıştı Nuray. Eğer çok kötü kavga ederlerse bavulunu alıp annesinin evine gidecekti. On yıldır ilk defa evlilik yıldönümlerini kutlamayacaklardı. Bu günü hayatı boyunca unutmayacaktı. Bundan daha kötü bir evlilik yıldönümü hediyesi olamazdı herhalde...

Şaşırtan hediye
Ağlamamak için söz verdi kendine. Eğer ağlarsa, kocasının karşısında zavallı duruma düşer ve her şey mahvolurdu. Kocasının kendine acımasını asla istemiyordu çünkü. Dimdik duracak ve gözlerinin içine bakarak konuşacaktı onunla. Öyle bir konuşma yapacaktı ki vicdan azabından kahrolacaktı Serdar.

Kapı çalınca Nuray beklemekten ve stresten perişan durumdaydı. Kapıyı açtı, ama hiç kimse yoktu. Sadece, yerde kır çiçeklerinden yapılmış harika bir sepet duruyordu. Sepeti alıp koltuğa oturdu. Bir kart iliştirilmişti çiçeğe. Elleri titreyerek, heyecanla okudu: ‘’Evlilik yıl dönümümüz kutlu olsun hayatım. Unutacağımı mı sandın yoksa? Seni otobüs garajının oradaki kafede bekliyorum. Konuşmak istediğim önemli bir konu var.Saat 6’da orada olursan sevinirim.’’

Önemli buluşma
Ne demek oluyordu şimdi bu? Neden kocası her şeyi itiraf etmek için böyle dolambaçlı bir yol seçmişti ki; neden eve gelip her şeyi anlatmıyordu da, onu dışarı çağırıyordu. Bütün şüpheleri haklıydı işte. Her şey bitmişti artık! Gözyaşlarını sildi, kendine hızla çekidüzen verdi. Onun karşısına bakımsız ve perişan halde çıkmak istemiyordu. Yolda giderken karar verdi, onu sakin sakin dinleyecek sonra da suratına bir tokat atarak çekip gidecekti.

Kafeye vardığında Serdar cam kenarına oturmuş, kahvesini yudumluyordu. Öyle üzüntülü bir hali yoltu, tam aksi neşeliydi. ‘’Geldim işte’’ dedi Nuray ’’hadi ne konuşacaksan konuş.’’
’’Tamam hayatım ama sen biraz geç kaldın. Çok az vaktimiz kaldı, birazdan otobüs kalkacak. İstersen yolda konuşuruz.’’
’’Yolda mı?’’
’’Evet, birlikte Antalya’ya gidiyoruz bu akşam. Sana sürpriz yaptım! Nasıl ama, hiç tahmin etmedin değil mi?’’
’’Hayır!’’ dedi Nuray ağlayarak, ’’Gerçekten tahmin etmedim. Bu akşam böyle bir mutluluk yaşayacağımı hiç sanmıyordum!’’
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ekim 2006       Mesaj #1756
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YAŞAMAK GÜZELDiR

Çok tatlı bir sese sahip olan bir kız tarafından, “Buyurun!” denilerek eve alındım. Eve alınmamın üzerinden yirmi dakika geçmesine rağmen hayretim bir türlü geçmedi. Evin içerisinde, şu anda çok zarif, güzel ve fidan boylu, yaşı henüz yirmiye basmış, uzun saçlarını omuzlarından aşağıya dalga dalga sarkıtmış kız ile benden başka kimsecikler yoktu.

Beni hayretler içine düşüren durumlardan birisi de; evin içerisinin de derli toplu olarak bu kız kadar güzel olmasıydı... Her şey yerli yerindeydi. Koltuklar, koltukların üzerinde ince iğne işleriyle işlenmiş süslü ve sıcak beyaz renkli kumaşlar, televizyonun üzerindeki örtü, dolaplardaki biblolar, tabaklar, fincanlar, aralarındaki fotoğraflar, üçgen bir vaziyette sarkan danteller, kısacası hepsi güzeldi, muazzamdı ve ince bir zevkin ürünü olduğu her hallerinden belliydi.

Böyle zevkli bir evin bu tarzda süslenmesini çok iyi bilenler; elbette bu evin genç kızınada mükemmel bir terbiye vermişlerdir diye aklımdan geçirdim. Fakat, bu genç kız, bu kadar zaman zarfında; karşımda inci dişlerini göstererek tebessüm ediyordu. Sanki ayın ondördü yüzüne inmiş olan bu güzel kızın, gülümseyen gözlerle devamlı bana bakması yüzünden, bir nevi rahatsız oluyordum. Başka tarafa hiç bakmıyordu. Bundan dolayı vücudumu ağır ağır ter basmaktaydı.

“Beni buraya niçin yolladın?” diye okul arkadaşım Sinan’a içten sitem ediyordum. Dortmund ile Düsseldorf arası pek fazla uzak değildi. Istese bir akşam trene biner, ailesini ziyaret edip işini gördükten sonra, aynı gece Dortmund’a dönebilirdi.

“Benim yarın çok önemli bir sınavım var. Ne olursun şu paketi Köln’e giderken bir zahmet Düsseldorf’ta bizim eve uğrayıp annemlere veriver. Bunu yaparsan çok memnun olurum!” dedi. Bizde de arkadaş sevgisi var: Hatırını kıramadık.

Aynı fakültede üç senedir beraber okuyoruz. Gerçi o bizden bir yıl sonra geldi. Aynı öğrenci yurdunda kaldığımız için samimi bir arkadaşlığımız oluştu. Yemeklerimizi beraber yapıp, beş kişilik arkadaş topluluğu ile güle oynaya birlikte yiyoruz. Sinan’ı üç senedir tanımama rağmen; annesi ve babasından başka ailesinin diğer fertlerinden hiç bahsetmemişti. Halbuki ben, ona bütün aile üyelerimin bazısını bizzat, bazısının da fotoğraflarını göstererek tanıtmıştım.

İnce uzun ve bakımlı parmaklarını koltuğun kenarına tempo tutarak vuran genç kız;

“Size çay veya kahve, ne ikram edebilirim?” diye tatlı bir lisan ile sordu.

Hava çok sıcaktı. Sıcak bir şeyler içmek arzu etmedim. Bir müddet sessiz kaldım.

“Soğuk bir şeyler veya bir bardak su yeterli” diye cevap verdim. Hemen yerinden sıçrar gibi doğruldu.

“Olur mu öyle şey? Sinan ayranı çok sever. Size de ayran ikram edebilir miyim?” dedi.

O hâlâ benim yüzüme bakıyordu. Inci dişleriyle pembe dudakları insanın içine sıcaklık veriyordu.

“Sevinirim” dedim.

Bu duruma çok sevinen, adını dahi bilmediğim genç kız, koltuklara dokuna dokuna mutfağa doğru gitti.

Odada hakim olan sessizlik, eşyalar ve tablolar ile beni kuşattı. Şöminenin yanındaki duvarda asılı duran ve bir dere kenarında balık tutmakta olan mutlu bir çifti tasvir eden bu tablo beni gerçekten etkiledi. Adeta ufuk çizgisinde yer ile gök birleşmiş bir vaziyette yapılmıştı. Tam ufuktaki yerle göğün birbiri içinde eridiği yere bakarken birden aklıma “Acaba annemler beni yine Köln’e niçin çağırdılar?” diye bir soru takıldı. Babamla annem yine akıllarında, “Mutlaka bir evlilik senaryosu” hazırlamışlardır diye bir fikre ulaştım. Onlar ne derse desin şu anda evlenmeyi düşünmediğimi ve böyle bir teklifi geri çevireceğime dair kendimi yönlendirdim. Henüz ortada bir işim dahi yoktu: Tahsilimin bitmesine daha üç sömestre vardı...

O güzel kız, birden elindeki ayran tepsisi ile tekrar odaya girdi. Çok dikkatli olarak tepsiyi tutuyordu. Ayran bardaklarını da yarısına kadar doldurmuştu. Kızın her adımında yarısına kadar dolu ayran bardaklarındaki ayranlar adeta dalga dalga dans ediyordu. İlk defa “Bu kız ayranı dökecek her halde!” diye korkmaya başladım... Kesik kesik adımlarla yürüyen bir robot gibi gelerek ayran tepsisini masaya koydu. Zarif parmaklarıyla bir gül demetini tutar gibi ayran bardağını tuttu. Adeta olduğum yere yaklaşıp, nefesinin gül kokusunu hissettirerek;
“Buyurun efendim!” dedi.

Gözlerinin içine bakarak ayran bardağını onun elinden aldım. O güzel bahar renkli gözleri beni etkilemişti. O da kendi ayran bardağını alıp, tekrar yerine oturdu. Ayranı çok hoş yaptığını ifade edip, içten teşekkür ettim. Çok sevindi. Bardağımdaki ayranı bitirince haber verirsem; tekrar ikram edebileceğini söyledi. Şaşırdım. Benim şaşkınlığım sürerken o, Sinan’ı sordu. Sinan’dan bahsettim.

“Yarın çok zor bir sınavı var” diye söyleyince;

“Inşaallah başarır. Allah zihin açıklığı versin!” diye dua etti.

Sözü döndürüp dolaştırıp şiire, musikiye getirdi. Şiir benim en büyük tutkumdu. Bu dalda bir kaç ödülüm bile vardı. Hayret, bu güzel kız, benim Sinan’a verdiğim şiirlerimden birini ezberlemiş. O kadar latif ve duygu yüklü olarak okudu ki, şaşırıp kaldım. Ne yalan söyleyeyim gül renkli dudaklar arasından enfes bir şekilde vurgulanarak okunan ve her kelimenin manası tam verilen bu okuma tarzı; beni öyle etkiledi ki, bu durumu kelimeler ile anlatamam. O güzel dudaklar arasında inci dişlerini göstererek, al yanaklarına, gamzelerine bahar mevsimi kondurarak, okuduğu şiirin şairi benim diye hem duygulandım, hem de gururlandım.

“Nasıl? Beğendiniz mi efendim?” dedi.

Sanki hayal dünyasından birisine dalmış, uçan atım ile perilerin bulunduğu çoban çeşmesine doğru yol alıyordum.

“Ne yalan söyleyeyim: O kadar şirin, o kadar güzel ve enfes okudunuz ki, çok etkilendim” diye cevap verdim. Birden yerinden fırladı. Bu sefer başka bir tarafa gitti. Bir müddet sonra elinde bir müzik aleti çantası ile içeriye girdi. Tekrar yerine oturdu. Müzik aleti çantasını narin parmaklarıyla açtı. Bir keman çıkardı.

“Izin verirseniz, sizin bu şiirinizi şöyle bestelemiştim. Onu size dinletmek istiyorum. Dinlemek ister misiniz?” dedi.

Aman Allah’ım bu kız o kadar güzeldi... Ve devamlı daha da güzelleşiyordu. Ellediği, dokunduğu her şey güzelleşiyor, hassaslaşıp duygu yüklü oluyordu. Fakat, o ayran getirişi de aklımdan çıkmıyordu.

Kemanın narin yayını gerilmiş tellere sürmeye başladı. O alımlı çenesi kemanın üzerindeydi. Dalgalı saçlarından bir buket kemanın üzerine bir kaç tel bırakmıştı. Sol elinin zarif parmaklarıyla kemanın tellerine dokundu. Bir taksim yaptı. Sonra da tatlı ve içten bir melodiye girerek; benim şiirin ilk dörtlüğünü çok duygulu bir tarzda seslendirdi. Artık mekân boyutlarından çıkıp, perilerle buluştuğumuz pınar başındaydık. Zaman da sadece bizim için çalışıyordu. Bütün periler bu güzel kıza benziyordu. Köşede keman çalan kızda, benimle dans eden, biz dans ederken ellerindeki gül ve karanfilleri bizim başımıza saçanlarda bu kızın benzeriydi. Bir ara kendimi cennette zannettim.

Birden “Çaaat!” diye kapı açıldı. O çoban çeşmesindeki periler bir bir uçup gittiler. O güzelim dünya, kendisini yine odanın loşluğuna bıraktı. Kapıyı gürültüyle açıp gelen Sinan’ın annesiydi. Beni görünce;

“Maşaallah maşaallah! Benim oğlum gelmiş!” diye göre basa aldı.

Ona böyle keman çalarken yakalandığımız için utandım. Sinan’ın verdiği paketi uzattım. Selamlarını ve mesajını söyledim. Çok sevinen Sinan’ın annesi, paketi açtı. Üstünde bir yazı vardı. Okuma yazması pek iyi olmadığı için paketi bana uzattı. Ben de kızı göstererek: “Niçin ona okutmuyorsun?” der gibi bir işaret yaptım. Sinan’ın annesi;

“Gamze’nin gözleri görmüyor. Lütfen sen okur musun?” der demez hem utandım, hem de çok şaşırdım.

Paketi çaresizce alıp, üstündeki Sinan’ın yazmış olduğu; “Benim periler kadar güzel, melekler kadar iyi kalpli kardeşim Gamze’nin doğum gününü candan kutlar, hayat boyu mutluluk ve sağlık dolu günler dilerim.” yazısını okudum.

Gamze çok duygulanmıştı. Paketi açılmış olan elleri arasına koydum. Onu sıcacık alıp, göğsüne bastırdı. Çok sevindi... böyle duygu dolu, hayata sevecen bakan, kültürlü, sevimli bir güzel kızla karşılaştığım için ben de çok mutluydum. Fakat, onun göremeyişi ve onun en mutlu gününden habersiz oluşum da beni kahretmişti. Onun doğum gününü toka ederek tebrik ettim. Elinden, o duygu dolu parmaklarından bana, tam yüreğime sevgi seli akıyordu.

Hemen müsaade alıp, oradan ayrıldım. Düsseldorf’u pek iyi tanımıyordum. Sokaklarda hızlı adımlarla yol aldım. Sadece bir çiçekçi arıyordum. Iki sokak ileride bir çiçekçiye rastladım. Kırmızı beyaz güllerden çok güzel bir demet yaptırdım. Aynı aceleci adımlarla Sinangilin evine döndüm. Kalbim çok hızlı çarpıyordu; bir ara adeta duracak gibi oldu. Kapının zilini çaldım. Kapıyı yine Gamze açtı. Elimdeki gül demetini ona sundum. Çok sevindi.

“Teşekkür ederim” dedi. Ardındanda “Tekrar geleceğinizi biliyordum” diye ilave etti.

“Nereden biliyordunuz?” diye gayri ihtiyari sordum.

Gülümseyerek;
“Gönlümün sesi bana öyle söyledi...” dedi.

Sevindim. Sinan’ın annesi de yanımıza gelip, kalmamı söyledi. Fakat, gitmem gerekiyordu.

“Bir başaka zaman” deyip oradan ayrıldım. Çok güzel bir tren yolculuğu yaptım. Trende kimi görsem; onda, Gamze’den bir parça benzerlik görüyordum. Artık benim için hayat bir mana kazanmıştı... her şeye rağmen yaşamak güzeldi.
Ressam Halil GÜLEL
Düsseldorf / 06.05.2000


feather
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
26 Ekim 2006       Mesaj #1757
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Anlık yaşıyoruz anlık. Kısa mutluluklarla yelken açıyoruz geleceğimize. Aslında karamsarız biraz. İyi giden herşeyin arkasında ya kötülük ararız ya da mutlu olmaktan korkarız aptalca. Karşımızdakine kendimizden daha çok değer veririz. Eksilerimizi hiçe sayar artılarımızla savaşırız zaman zaman. Sevgimi yüce bir idol gibi görmekten asla vazgeçemeyiz. Yamuk yumuk çizgileri düz görmekten ya da ıslatan yağmuru sevmekten zevk alırız. Ama neden?
Sevgimi göstermek için karşımızdakine kul köle olmak, onun için dünyaları yıkmak, atmak, kırmak, dökmek, ölmek...Aklımızla kalbimizi aynı çizgide tutmak ne kadar zor. Kendi gölgenle savaşmak gibi birşey. Bir yanda hayat ve mutluluğu veren yüreğin diğer yanda hayatı ve mutluluğun anlamını öğreten aklın,mantığın! Zor hayat, zor insan...
Nedir ki mutluluk?
Bir geceliğine ihtirassız zevk almak mı? Karanlığını saklayıp aydın olmaya calışmak mı? Sınırsız paranı anlamsız ve amaçsız harcamak mı? Ya da yarını endişe etmeden bugününü atlatmak mı? Daldan dala konup neyin ne olduğunu anlamdan toprak olup uçmak mı?
Sevdiğini söyleyemeden ya da severken kaybolup gitmekten ne kadar zevk alıyoruz değil mi? İstemediğimiz ortamlarda sevimli durmaya çalışmak, kulaktan dolma insanlara itibar ve saygı bağlamak, hayatının yüzde doksanını ailenden cok, calışarak geçirmek? "Herşeye rağmen hayat güzel" diyerek kabullenme politikasında ilerlemek.
Yoksa herşey doyumsuzluk mu? Olanı saymadan yaratmaya çalışmak, yaratılanı unutup yeni bir sayfa açmak. Belki binlerce kere yapmısızdır bunu. Aynaya bakmadan insanları yargılamak. Önyargımıza hakim olamamak. Kapatmışız kendimizi yenilikçi olmaya. Her ne kadar hepimiz herşeyin güzel gittiğini düşünsekte aslında hepimizde bir eksiklik var. Mutlaka olacak diyenleri duyar gibiyim. Amacım hayatın kötü olduğunu kanıtlamak değil, insanlarımızı mutsuzluk için kimi zaman kendisine, çoğu zaman karşısındakine elinden geleni yapmasıdır. Bunları engellemek için ne yapmamız geretiğini bulmaktır. Bulamayacağımıza ne kadar emin olsakta..
Peki nedir ki mutluluk?
Yalnızlığını sıradanlaştırmamak mı? Her gecenin ardında mutlaka seni yaşlandıracak ve sana yeni bir umut katacak olan günün geleceğini bilmek mi? Duygularını saklamaktan vazgeçip özgür ve hür olmak mı? Suskun fikirlerini açıkca konuşturmak mı? Gerektiği zaman arsız ve zamansız çekip gitmek mi? Kendinden üstün olanın yine kendin olduğunu nihayet anlamak mı? Kim bilebilir ki "ZaMaN" amcanın yarın bizi hangi maceralarda oynatacağını?

Hayat güzel. Onu tadınla yaşamak çok daha güzel. Bilirim ki hayat insana çok şey kazandırıyor. Tabi bir o kadar almak karşılığında...
FLaMiNGo - avatarı
FLaMiNGo
Ziyaretçi
26 Ekim 2006       Mesaj #1758
FLaMiNGo - avatarı
Ziyaretçi
GERÇEK DOSTLUK

Savaşın en kanlı günlerinden biri.Asker,en iyi arkadaşının az ileride kanlar

içerisinde yere yığıldığını gördü.İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde

tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.Asker teğmene koştu ve:

-Teğmenim.Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilirmiyim?..

Delirdinmi? der gibi baktı teğmen...

-Gitmeye değermi?..Arkadaşın delik deşik olmuş.Büyük olasılıkla ölmüştür

bile...Kendi hayatınıda tehlikeye atma sakın..

Asker ısrar etti ve teğmen ''Peki'' dedi.''Git o zaman..''.İnanılması güç bir

mucize.Asker o korkunç ateş yağmuru altında,arkadaşına ulaştı.Onu sırtına

aldı ve koşa koşa döndü.Birlikte siperin içine yuvarlandılar.Teğmen,kanlar

içerisindeki askeri muayene etti.Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü:

-Sana değmez,hayatını tehlikeye atmana değmez,demiştim.Bu zaten ölmüş...

-Değdi teğmenim,dedi asker..

-Nasıl değdi?dedi teğmen.Bu adam zaten ölmüş görmüyormusun?...

-Gene de değdi komutanım.Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı...

Onun son sözlerini duymak,dünyaya bedeldi benim için...Ve arkadaşının son

sözlerini hıçkırarak tekrarladı:

-Geleceğini biliyordum..demişti arkadaşı..

''GELECEĞİNİ BİLİYORDUM''
FLaMiNGo - avatarı
FLaMiNGo
Ziyaretçi
26 Ekim 2006       Mesaj #1759
FLaMiNGo - avatarı
Ziyaretçi
KALBİME İYİ BAK...

Genç kiz feci bir hastaligin penceçsinde kivraniyordu.
Yarali kalbi artik bu dünyaya daha fazla dayanamamaya baslamisti.
Çok zengin olan ailesim tüm gazetelere, kalp nakli için ilan vermislerdi...
Canini feda edecek birini ariyorlardi...
Genç kiz ise hergün hastahane odasinda biraz daha solmaktaydi.
Yine yalnizdi odasinda, gözü yasli, boynu bükük ölümü bekliyordu...
Gözlerini kapadi, bu küçük odada gözyasi dökmekten bikmisti...
Yinede engel olamadi pinar gibi çaglayan gözyaslarina.
Sevdigi geldi aklina, fakir ama onu seven sevgilisi...
Hergün ayni seyleri düsünüyor, anilari bir film seridi gibi gözünün önünden geçiyordu... "
Param yok ama sana verebilecegim sevgi dolu bir kalbim var" demisti delikanli...
Genç kizda zaten baska birsey istemiyordu...
Sevgiye muhtaçbiri, sevdiginin sevgisinden baska ne isteyebilirdi ki...
Ama olmamisti iste, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasina,
o lanet olasica para girmeyi bilmis, onlari ayirmisti...
Iste paranin geçmedigi zamanlara gelmislerdi..
Ne önemi vardi artik ? Su son günlerinde, sevdigi yaninda olsa yeterdi...
Ayriliklarindan bu yana 5 bitmeyen, çile dolu yil geçmisti...
Her günü zehir, her günü hüsran...
Ama genç kiz hep sevgisini yüreginde tasimis, kalbini kimseyle paylasmamisti.
Sevdigini düsündü iste o an.. Acaba o neler yapmisti bu kadar sene boyunca..
Kimbilir kiminle evlenmis, çoluk çocuga karismisti...
Gözlerinden bir damla yas daha damladi kurumus, bitmis ellerine.
Ellerine bakti, bir zamanlar ellerinin, elerini tuttugunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi...
En çokta saçlarinin dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdigi öpmüs, koklamisti onlari.
Her bir tanesi koptugunda, kalbine bir ok daha saplaniyordu.
Kalbi yine sizlamaya baslamisti..
Belki sevdigi yaninda olsa, kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yasama...
Zaten artik ölüm umrunda degildi genç kizin. Sevdiginden ayri yasamanin ölümden ne farki vardi ki..
Tekrar o geldi aklina... Keske keske yanimda olsa dedi.
Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artik...
Gözleri pinar gibi çaglamaya basladi. Sevdigini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu..
Ufakta olsa ondan bi hatirasini almadan bu dünyadan göçmek istemiyordu...
Oysa sevdigi, kimbilir kiminle beraberdi...
Kendi sevgi dolu kalbinin kimseyle paylasmayi düsünmemisti bile, ama acaba o paylasmis miydi ?
Onun sevgisini silmis atmis miydi acaba kalbinden ?
Içi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir agirlik çöktü. Onu düsündükçe her dakikasinin
zehir olmasi artik çok daha agir geliyordu genç kiza...
Ölmek istedi, artik yasamak istemiyordu bu dünyada..
Ama sevdiginden bi hatira almadan ölmeyecegine and içmisti.
Tekrar gözlerini açti. Kimbilir belkide sevdigi onu unutmustu..
Bu düsünceler içinde derinlige daldi... Birden babasi girdi odaya,
kizina kalp nakli için bir gönüllü bulduklarini müjdeleyecekti.
Fakat genç kiz çoktan uykuya dalmisti..
Bir melegi andiran masum yüzü, sevdiginin özleminden sirilsiklamdi...
O gece biri gözlerini dünyaya kapadi, genç kiz ameliyata alindi.
Tekleyen ve görevini yerine getirmeyen kalbi degistirilmisti.
1 hafta sonra tekrar gözlerini açti dünyaya genç kiz.
Ama dünya daha farkli geldi ona. Sanki birseyler eksikti...
Aradan aylar geçmis genç kiz artik iyice iyilesmisti.
Ama içindeki buruklugu bir türlü atamiyordu.
Sevdigi aklina gelince kalbi eskisinden daha çok sizliyordu..
Bir kere, bir kere görebilsem diye mirildandi...
Kalbi yine sizlamaya baslamisti.
Yeni kalbi onu iyilestirmisti ama nedense her gece aniden hizlaniyor,
onu uykusundan uyandiriyor ve sanki yerinden çikacakmis gibi atmaya basliyordu...
Genç kiz bir anlam veremedigi bu durumu doktora anlamis, ama ameliyat kolay degil,
bir aydan geçer demisti doktor. Aylar geçmisti ama hala ayniydi durum.
Çiçeklerinin yanina gitti. Hergün onlarla saatlerce dertlesiyor, zaman zaman agliyordu onlarla..
En çokta kan kirmizisi gülünü seviyordu. Çünkü kirmizi gülün onun için yeri apayri idi.
Oda genç kizla beraber gülüyor, onunla beraber agliyordu.
Onu sevdigi gibi görüyordu genç kiz. Ve gülünü sevdigini ilk gördügünde ona hediye edecegine
dair yemin etmisti. Baska türlü paylasamazdi gülünü kimseyle...
Kapi çaldi aniden. Kapiyi açti ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilisti.
Yavasça egilip zarfi yerden aldi. Birden kalbi deli gibi atmaya basladi.
Ne oldugunu anlayamiyordu. Zarfin üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardi. Zarfi açti,
içinden beyaz bir kagida yazilmis bir mektup çikti.
Kalbi daha hizli atmaya basladi. Onun kokusu vardi kagitta. Evet, onun kokusu vardi.
Yilar yili özlemini çektigi, yaninda olabilmek için canini bile verebilecegi sevdiginin kokusu vardi mektupta..
Basi dönmeye basladi. Koltuguna geçip oturdu yavasça.. .Kagidi açti.
Ve elleri titreyerek okumaya basladi.

" Sevgilim, senden ayrildiktan sonra, bir kalbe 2 sevginin sigmayacagini bildigimden dolayi,
ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim...
Her günüm digerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin dahada artiyordu..
Sana kitaplari dolduracak kadar siirler yazdim. Her biri digerinden dahada hüzünlüydü.
Yazdim, okudum, agladim... Hergün yazdim, her gün okudum, senelerce agladim...
Her gece seni düsündüm sabahlara kadar, her gece senin yaninda olmayi istedim.
Ve her gece sensizlige lanet ettim, uykulari haram ettim kendime,
sensiz olmanin acisini gözlerimden çikardim...
Ve bir gün herseyi degistirecek bir firsat çikti önüme.
Bunu firsati degerlendirmeyip, kendime haksizlik edemezdim... Ve degerlendirdim...
Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye.. Ama tam tersi oldu.
Seni daha çok özlüyorum artik... Senden çok uzaklardayim belki,
ama yinede seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hemde her gece...
Seni seviyor, seyrediyor ve egilip sen uyurken yanagina bir öpücük konduruyorum..
Bazen gözlerini açip bakiyorsun, geldigimi bildigimi saniyorum ama yine o tatli uykuna geri dönüyorsun.
Yarin birbirimizi sevmemizin 6. senesi...
Hep ben geldim simdiye kadar senin yanina, yarinda sen gel olur mu sevgilim..
Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettigim, kalbime iyi bak olur mu ?
Çünkü gözyaslarimla, adini yazdim ona...
Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde...
Unutma, kirmizi gülüde unutma olur mu ??...
Seni Seviyorum, Yanima Gelinceye Kadarda Sevecegim...

Sevgilin....
cHiLeK - avatarı
cHiLeK
Ziyaretçi
26 Ekim 2006       Mesaj #1760
cHiLeK - avatarı
Ziyaretçi
Hiç inanmamıştım aşkım, hem de hiçbir zaman inanmamıştım. Beni kendime düşman edip kalbimin bir yarsını söküp alıp gideceğine... Benden başka herkes biliyordu oysa, senin günün birinde beni yarı yolda bırakıp gideceğini. Şu kahrolası dünyada bir ben vardım zaten sana inanan, güvenen, seven ve her zaman her şartta destek olan. Ama sen sana inanmayanları haklı çıkardın ve beni terk ettin.

Seninle birlikte kurduğum dünyayı yerle bir edip gitmene ne sebep oldu bilmiyorum. Ben yalnızca sana aşık değildim sen benim en iyi dostumdun. Neler yapacaksam danışırdık birbirimize, hayatımızı paylaşırdık. Ağlamaktan korkmazdım. Biliyordum ki ağladığımda sen yanımda olup göz yaşlarımı silerdin. Artık ağlamıyorum bile. Seninle ilgili her hatıra acıtıyor yüreğimi. Gecen gün markette senin o çok sevdiğin acı biberlerden alacaktım . birden aklıma geldin ve ben boğulacağımı sandım. Tıkandım. Nefes alamadım. Ağlayamadım. Patates böreği yemiyorum. Ebru Gündeş’i dinlemiyorum. Bütün resimlerimizi kaldırdım. Kimsenin senin hakkında konuşmasına izin vermiyorum. Ve günde bir paket sigara içiyorum. Hayatta en nefret ettiğin şeyi yapıyorum yani. Artık uzun yıllar yaşamanın pek anlamı yok öyle değil mi?Ne için yaşayacağım ki!

Seninle birlikte hayallerimi de kaybettim ben.Tek katlı bahçeli ve bahçesinde köpekleri olan bir evim olmayacak artık. Domates, biber, sebze yetiştirmeyi de öğrenemeyeceğim. salonumuzun tavanını balıkçı ağıyla süsleyemeyeceğiz.Sana sürpriz yapacaktım,yatak odamızın duvarlarını sana yazdığım aşk mektuplarıyla ve en güzel fotoğraflarımızla süsleyecektim. Bütün hayallerime evime çocuklarımıza, mutlu geleceğimize emin olduğum geleceğimize veda etmek kolay mı olacak sanıyorsun. Seni aramıyorum diye, bu kez peşinden gelmedim diye unuttuğumu zannetme. Her zamankinden daha çok seviyorum seni. Şu an şu saniye uğrunda ölebilecek kadar çok seviyorum. Öfkem de aşkımda dinmek bilmiyor.

Senden sonra ben nasıl yaşarım bilmiyorum, ama senin hep mutlu olmanı isterim. Birlikte geçirdiğimiz yıllar içinde seninle yaşadığım her an özeldi, her anı doyasıya yaşadım. Beni çok mutlu ettin. Zaman içinde kızgınlığım geçince seni hep o güzel günlerimizdeki hatıralarla anacağım. Yıllar sonra ben eğer aklına gelirsem bil ki pencerenin önünde en sevdiğin şarkıyı mırıldanıyorumdur yıldızlara “Dün akşam yine benim yollarıma bakmışsın...”



Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar