Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 191

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.051 Cevap: 1.997
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
12 Kasım 2006       Mesaj #1901
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
.....zaman okadar hızlı ki,akşam düşündügünüzü yarın düşünemiyorsunuz.belkide böyle yaşanmalı....
bugece havada tek bir bulut yok.yıldızlar olabilecekleri kadar yalın vede sade görünüyor.evimde herzamanki gibi sessis...benim bir şey söylememi bekler gibi..
Sponsorlu Bağlantılar
sokatta kendi halinde...terkedilmiş gibi duruyor,birkaç kediden başka ev sahibligi yapan yok gibi..karşımda bir tekstil fabrisının gürütüsü olmasa, yeryüzü nefes bile almıyor.fabrikanın camlarında perde olmaması büyük şans,içindeki kızların hepsi en dogal haliyle duruyor;ama onlar seni fark etmiyor bile..gözümün gördügü her yerde kızlar,sanki kızların yönetiminde bir ülke gibi...orada köle olmaya razıyım...
evet.. benim,rüyalarımın kadını en üst katta,kırmızılar içinde gezip duruyor.benim ise bir boga gibi başımı döndürüyor..okadar alımlı ki,pencernın parmaklıklarını ellerimle un ufak edecegim ve ışıgın hızıyla yanına koşaçagım.
nedesense en sagdaki odaya süretli girip çıkıyor,sanki beni fark ettide kendini sergiler gibi..bir oraya bir buraya ceylan gibi sekiyor.
.....ahhhh, yıldızlar,kimbilir kaç aşka şahit oldunuz,kimbilir kaç aşık sırlarını paylaştı sizlerle,kimbilır kaç sevgilinin aşklarını seyretiniz bütün açıklıgıyla...hüzünleri,neşeleri oldunuz hiç bir karşılık beklemeden.aşklar degiştı belki ama sis sadakatinizden,heycanınızdan,sabrınızdan hiç birşey kaybetmediniz.şairlere ilhamizi cömertçe verdiniz,bizler ise bunlarla büyüdük...
aşk kavramı sizlerle özdeşleşti kafamızda.
havadaki düman kokusu bile gecenin esrarını dagıtamıyor.yinede derin bir nefes almaktan vazgeçmiyoruz,parçalansada cigerlerimiz...biz aşıgız,vede herşey güzüldir gözümüzde,sevgilimizin görüntüsünde,kokusunda....
her yer bir örtüyle kaplı gibi..ö kadar mühteşem,bir kızın utangaçlıgı gibi korkak, kaçamak bakışlarla seyretmesi,sizi çeken ise güzelli degil bu halidir.gözlerini bile kırkmazsın,içindeki en inanılmaz vede önüne geçilmez arzunun sardıgını hisedersin o an....kendini zorlama,artık esirisin, en zalim sahibin, o ne derse yapacaksın artık....taki.......
zaman ne kadarda çabuk geçmiş..saatte gece yarısına gelmiş..fabrikanın bitiş düdügü sardı heryanı ama bir ninni gibi gelir uyuyan çocukara...emek vardır bunda,insanlar zaman kavramını unutarak yaşlandıkları yerdir burası vede hayatları boyunca en güzel şarkıdır bu,kulaklarını cınlatan..bir dilim ekmek dışında hiç birşey almaz bunun yerini....işte bizler çalışmanın yorgunlugu ile dünyaya geldik,haklarımız ise bu yoklukta degerini yitirdi..bizlerin beşigini sallayan sessiz gecelerdi,anne sevgisi tatmadık,anne özlemi kadar..yinede saklayamayız bunları çünkü yüzümüzden okununur en akıcı şiir gibi,hiç kimsenin gözlerine bakmasak bile,bir ölünün çıglıgıyla dagılır kulaklara ama insanlar neden duymazlar hala bu feryadı.....İŞÇİLERE SAHİP ÇİKIN...
fabrikada boşalmız olmalı..gözlerim kırmızı badili kızı arıyor....oda ne...o hale en üst katta..onu hala burda tütan ne olabilir.şimdi en sagdaki odaya girdi.ellerindeki dosyayı bir kösşye bıraktı.sanki karşısındaki hayalet görmüş gibi titriyor.gitmek istiyor gibi ama ayakları,onlar ihanet ediyor ona...o ise bir melek saflıgıyla masum duyuyor,baştan ayaga edep var duruşunda ama bir tiksindi yüzündeki...
bir anda bir el omuzundaki....bütün tüyleri dimdik;ama çaresiz...daha sonra bir nefes dolaşan boynunda,zehrini bırakan yılan gibi...iki kolu yanda,gözler,beyni,duyguları ise kapalı,bir ceset kadar duyarsız etrafa..ardından etrafını saran bir çift kol ve de bütün vucudunu gezen eller..bu eller ki,en acımasız hayvanın pençeleri kadar korku salan ama yayrusunu okşayan bir anne kadar duyarlı..
elbiselerini çıkarışı var,ürkek bir köpek yavrusu,çıkardıktan sonra ise bir dişiden daha dişi...bembeyaz teni,insanı çeken bir kor ama insan girmek için can atıyor böyle bir mezara..
dudaklarında bir dudak insanı kıskandıran,yerinde olmak istedigin olüm mahkümü ama ne çare o artık anlamını yitıren herşey..bütün vucudunu titreten bir hareket belinden aşyagıda..ve yavaşca koyboluş gözlerden....ne çareki sanki gözlerin onün teninde,kopmayan bir parca..şimdi kulaklarımda önce bir derin nefes,daha sonra inilti yüregin en derinlerinden gelen,anlaşılmayan kelimeler onları takip eden vede nefeslerin şarkısı karanlıgı yaran mum ışıgı gibi...
ben dünyadan soyuklsanmış bir ruhum artık...gözlerim bir an yıldızlarda,nekadarda parlak, bakılmayacak kadarda utangaç:....yok yok bu bir kırgınlık,yada bir ihanet sevgilere...
.....yeniden onu gördüm,yine üzerinde kırmızı badisi vardı ama artık kan gibiydi bir şehitin üstünde,gözleri ise hala yerde,yer bile bakmaya dayanamayaçak bir halde...eller yine boynunda,arasinda ise bir parlaklık göz alıcı...evet aşkın bedeli,elmaslarla kaplı bır kolye...ama yüregi bunu taşıyabilir mi ki...alnındakı yazıyı sile bilirmi ki,artık bütün güzellikler savruldu gitti rüzgarda ,artık genzimi yakmaya başladi duman kokusu,gözlerim ise sadece beton yıgınları görmeye başladı,birde kana bulanmış bir kolye....uykudan uyandım mı ne..
pencere mi kapattım.uykuya dalmakta zorlandım ama gözlerimi açtıgımda güneşi gördüm..yeniden dogmama yeti..hemen dişarı attım kendi mi..bekleyen biri var beni..bana her şeyı sevdiren güzel bir kız...parkta olmalı...
evet tam karşımda,ona yaklaşıyorum.bu ılk buluşmamız,artık yeni bir sayfa açaçagım..gülüşü,ama kırgın gibi..geç kalmama kızmış olabilir.artık tam karşisındayım.gözlerinde,burnunda,dudaklarında,boy nunda....boynunda...boynunda...
tanıdık bir parlaklık....ben ölüyorüm.canım gidiyor...o ise bana bakarak,tek kelime söylüyor..
KOLYEM GÜZEL Mİ?ne acı,başlamadan biten bir aşk...allahtan yıldızlar şahit degil.....

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Kasım 2006       Mesaj #1902
Misafir - avatarı
Ziyaretçi


Sponsorlu Bağlantılar
Otogar yalnızlıkları...
Bekleyişler...Otogar yalnızlıkları..bekleyenler ve beklenenler..
dünyanın en sırlı insanlarıdır otogar insanları..
öyküleri oldukça zengindir onların..
Bir nesli ötekiyle buluşturan görünmez köprüler vardır orda ve bir neslin ötekinin izini kaybettiği derin bir uçurum; orda..
İnsanlar sigaralarını en derin oorda çekerler içlerine..
orada yalnızlıklar,orada saf tutmuş özlemler elele halay çekerler..
duruşlarında efsunlu bir dünyanın bakışlarını barındıran gizem dolu kadınlar ve öyküsü arabesk kayıp insanlar....
Ne zaman uzun yolculukların çağrısına kulak versem,bir kaç saat evvelden giderim otogara..ve her otogara gidende yeniden aşık olurum ben..uzun yol arefelerinde..tarifsiz bir heyecan çarptırır kalbimi..o gizemli,o efsunlu,hiç konuşmayan ama sürekli içlerinde sözcükten vagonlar taşıyan otogar kadınlarına aşık olurum ben..gözleri uzaklara ayarlıdır,onların..
bişeyler fısıldarlar hep,kendilerinden başka hiçkimsenin duymayacağı kısık bir sesle..
işte bakın bu o..
Biletini çıkarıyor cebinden aradabir..
baktığı;otobüsteki koltuk numarası mı yoksa gideceği şehrin adımı,bilinmez ama benim bildiğim şey o kadın birazdan kendini kuşatıp durmakta olan sınırların ötesinde,bu sıkışıp kaldığı havasız ve umutsuz şehrin ötesinde bir dünyanın adıdır o bilette baktığı ad,kurduğu düş,gördüğü hülya..o bilet sanki onu birazdan umutların yeni heyecanların kıyılarına taşıyacaktır..işte çalıştırıyor kaptan büyük bir homurtuyla bu koca mekanik balinayı..birbir sarılıyorlar birbirine eşler dostlar hısım akraba..ve işte kervancının sesi..-haydi! kalmasın noktanokta yolcusu..nasıl davetkar bir isim bu şehrin ismi..oysa kim gitmek istemez ki o adı ...... olan düşşehre..içimden dur demek geçiyor..dur kervancı senin gideceğin o ülkeye gidecek binlerce insan biliyorum ben.hatta gönüllü olarak senin firmanın elçisi olabilirim..yeryüzündeki tüm şehirleri dolaşıp sana hiç tanımadığım binlerce yolcu ,yüzlerce elçi bulabilirim..ama buna yetmezki sabahları şehirlere homurdayarak giren mekanik balinalarındaki koltuklar, düzenlenecek yüzlerce sefer...yetmez be kervancı..
sonra adını bilmediğim o efsunlu kadın;sigarasından son bir yudum daha çekiyor içine ve üflüyor..üflerken gözgöze geliyoruz..utanıp önüme bakyorum..gülümsesem sapık sanacak,gidip ona merhaba desem ya da el sallasam..yo olmaz..otobüs hareket ediyorken koşup ardından :-durun bende geliyorum- diyerek koşup bağırsam..binsem otobüse ve otursam karşı koltuğuna o efsunlu kadının..
--hey bayan desem biliyor musunuz az evvel siz sigara içip uzaklara dalarken size gizlice bakıp aşık oldum ben..ve bırakıp tüm tasarlanmış yolculuklarımı,yolumu bekleyen dostlukları,ugruna hayatımı verdiğim ideaları..size geldim sizinle olmaya..sizinle yaşamaya,ağlamaya sizinle gülmeye ve ölmeye..beraberce..---
yüzüme bakacak o efsunlu kadın.ya ümraniye sapığı sanacak yada çıldırmışın biri..
adımın hiçbir önemi yok bu mevzubahiste..yalnızca bir yolcuydum bir şehirden ötekine..bir düşün ötesine..
ne geldiğim şehirde elsalayan biri ne de gideceğim şehirde kollarını açmış beni özlemle kucaklayacak hiçkimse..birazdan bende gidecektim bu şehirden..ve bir daha rastlamayacaktım peronda önümden geçen kimi küpeli kimi pearcing li kimi cüppeli,.kimi marksist,kimi budist,kimi müslüman,kimi hiçe tapan bu otogar insanlarına..bu bekleyişten bana kalan;o efsunlu kadının sigara içerken uzaklara bakan gözleri ve bir peron duvarına yapıştırılmış yaşlı başı bağlı bir kadının resmi..va altında yazılı şu satır..
---Fatma DURAN -72 yaşında hafızsını yitirmiş bu kadın annemdir..Onu bir gören veye rastlıyan olursa şu aşağıda yazılı telefona bildirmesini minnetle istirham ederim---

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Kasım 2006       Mesaj #1903
arwen - avatarı
Ziyaretçi
ÖYLE SEVİYORUM KİKarşımdasın. Elimi uzatıp dokunabiliyorum sana. Ne büyük mutluluk bu... Gördüğüm en güzel şeysin. Senden öte tanımladığım başka hiçbir şey yok. Her şey senin adınla anılıyor benim dünyamda. Bütün çiçekler sen, bütün yıldızlar sen... Bir sanat eserisin, bakmaya doyamadığım. Tanrının bana armağanısın, ve artıyor her geçen gün sana hayranlığım. Yüzünde kuşlar, gözlerinde hayatın ta kendisi var. Öyle gerçeksin ki...
Gözümü açıyorum sen, kapıyorum sen... Hiç bitmeyen serüven... Günümün en keyifli anı, uykumun en tatlı rüyası... Seni soluyorum, havadasın. Seni kokluyorum, doğadasın. Hele şimdi sonbaharsın. Ya da sonsuz bahar. Seni yaşıyorum, canımdasın. Canımsın... Sarılsam sana, bin yıl geçse, bir an bile ayrılmasak... Ten tene, yürek yüreğe sonsuz baharın en aşk dolu iki yaprağı olsak... Ağaç ağaç gezip, yeşersek, açsak. Yere düşsek, kalksak... Seni bilsem, bir tek seni. Seni görsem, bir tek seni... Sesin sarhoş etse beni... Öyle içimdesin ki...
Bir saniye iste benden sensiz geçirdiğim, veremem. Sensiz geçecekse geçmesin zaman, istemem. Seninle yeniden doğdum, yeniden doğuşun kanıtıyım ben. Senden önce geçen zamanı, sana ulaşmak için yürüyerek geçirmişim, kimmişim bilememişim. Şimdi başımı çevirip geriye bakmıyorum bile. O yol yüründü ve bitti, artık seninle yürünecek bambaşka bir yol var önümde. Yorgunluk nedir bilmeyeceğim, hiç şikayet etmeyeceğim ve bir tek adımda bile tökezlemeyeceğim uzun, aşk dolu bir yol... Öyle aklımdasın ki...
Ah, sensiz kalmıyor muyum bazen yıkasım geliyor gördüğüm bütün duvarları. Ardında seni bulurum sanıyorum. Ne ayrı koyduysa bizi, zaman ya da yollar, bir kalemde silesim geliyor. Sana dokunmamı engelleyen ne varsa, bir kadehi yere çarpıp tuzla buz eder gibi parçalamak istiyorum. İsyanım taşıyor, kendi öfkemden korkuyorum. Ve kavuşmak... Bunu düşünmek içimde kırılmış bütün aynaları tamir ediyor. Mavi bir yağmur başlıyor, ıslanıyorum. Maviye boyanıyorum. Öyle özlüyorum ki...
Sen ol, hep ol, benimle ol, bende ol... Sendeyim ben, yüreğimi koydum yüreğinin üzerine. Aşk bu, başka isim arama. Hem de en koyu, en deli, en tutkulu... Öğreneceğim çok şey var sana dair. Bilmediğim çok şey var. Ama bir şeyi öyle iyi biliyorum ki... Seni öyle çok seviyorum ki...


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Kasım 2006       Mesaj #1904
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
02:50
Tam karşıda koca bir ağaç var. Ne ağacı olduğunu bilmiyorum, merak da etmiyorum doğrusu. Muhtemelen dedemden bile yaşlı ama heyecanını yitirmemiş bir çocuk gibi bıkmadan yapraklarını değiştirip duruyor yıllardır. Ne zaman kesilip kapladığı alana beş katlı bir apartman dikilecek sorusunun cevabını ise çok merak ediyorum gerçekten. Ağacın, ağaçlığının beni ilgilendiren kısmı bu sadece. Çünkü oturduğum yerden baktığımda, boktan bir insan suratı görmeye tercih ederim onu.
Halının üzerinde bağdaş kurup oturarak plastik arabalarıyla oynayan tatlı çocuk benim oğlum. Adı Viktor. Oldukça fazla oyuncağı var. Aslında oyuncak dememeli bunlara çünkü hepsi araç, polis arabası, yarış arabası, ambulans, kamyon gibi. Araçlarının hepsi pilli ve ışıklı. Onları birbiriyle çarpıştırıyor hızla ve paramparça ediyor. Çok seviniyor oyuncaklarını kırdığında. Ben de pek üzülüyor değilim doğrusu. Plastik araçlar ucuz.

Karşısına iç çamaşırlarıyla uzanmış, onu seyreden yaşlı adam da babam. Benden daha esmer teni. Birçok insandan daha esmer üstelik. Sebebini bilmiyorum ama zenci olmadığını biliyorum. Bu bilgi yeterli benim için. Torununu çok sever, çiçekleri de. Evde hep iç çamaşırlarıyla dolaşır. Çiçekleri ben de severim, henüz torunum yok. Üstelik iç çamaşırlarımla dolaşmam evde.

Televizyonun yanındaki tekli koltukta, dedemin kucağında oturuyorum. Kızılderili oyuncaklarım yerde duruyor ama canım oynamak istemiyor. Bir tanesinin mızrağı kırıldı, yapıştırdım ama olmadı. Kovboy ona vurduğu zaman kırılıyor hemen yine.

Oturduğumuz koltuğun hemen yanı başındaki sehpanın üzerinde sigaram ve dedemin kollarından kurtulabildiğim anlarda yudumladığım biram var. Babamın kayınpederi oluyor dedem. Çok sert, ciddi bir adam. Çatık kaşları, kalın bıyıkları var. Sigara ve içki kullanmaz. Kullananlardan nefret eder. İyi ki görmüyor benim içtiğimi. Görse ne yapardı bilmiyorum, çünkü onu hiç görmedim, tanımıyorum.

Dedemin güçlü kollarının arasından sıyrılıp mutfağa doğru gidiyorum. Viktor onunla oyun oynadığımı sanıp peşimden koşuyor kahkaha atarak. Aynı boylardayız oğlumla. Annemle babaannem mutfaktalar. Annem akşam yemeği hazırlıklarını yapıyor, babaannem de yardım ediyor ona. Viktor paçalarıma yapışmış, beni yakaladığını sanıyor. Ter içinde kalmış, yüzü kıpkırmızı. Buzdolabının kapağını açıp bir kutu bira daha kapmaya çalışıyorum ben. Viktor’u paçalarımdan itip kutuyu kapıyorum ama anneme yakalanıyorum. Kucağına alıp öpüyor etli yanaklarımı ve yüzünü buruşturuyor, hemen sonra “Yine ıslatmışsın altını” diyerek yatak odasına götürüyor beni. Yatağın üzerine yatırıp bezimi değiştiriyor.

Altım kuru, odaya dönüyorum tekrar. Bira kutusunu sehpanın üzerine koyup dedemin kucağına yerleşiyorum. Viktor yere oturup oyununa dalıyor yine. Bir ara babam elini usulca götürüp yanağını okşuyor oğlumun, Viktor irkiliyor, korkuyla bana bakıyor:

- Ne oldu oğlum?
- Hiç.

Babamla gülümsüyoruz birbirimize.

“Harçlığın var mı bakalım?” diye fısıldıyor dedem kulağıma. Ona hiç param olmadığını, çok kötü durumda olduğumu ve bana yardım edecek kimsem olmadığını söylüyorum. Gülümsüyor dedem. Bir eliyle saçlarımı okşarken diğerini cebine sokuyor ve çıkarttığı bozuklukları avucuma sıkıştırıyor. Çok seviniyorum, hemen kucağından kalkıp Viktor’un kumbarasına atıyorum paraları ve babamın karşısına dikiliyorum ardından:

- Baba! Hatırlıyor musun okulda arkadaşlarımın yanında utanmayayım diye bana verdiğin son kuruşlarını? Yaşlanınca sana ben bakacaktım. Neden söylemedin yaşlanmadan ölüp beni kandıracağını?

Babam gülümsüyor, yattığı yerden elini uzatıyor yanağıma doğru, saatini görüyorum, yüzüğünü görüyorum. Ona yardımcı olmak istiyorum; kokusunu duymak, sıcaklığını hissetmek istiyorum. Yüzümü ona doğru yaklaştırmaya çalışıyorum ama yapamıyorum. Tam bu sırada kapı çalınıyor.

Saat yedi. Gelen dayım olmalı. Diğer odada bir hareket başlıyor, teyzem makyaj malzemelerini ve okuduğu aşk romanını saklıyor olmalı, annem de üstünü başını düzeltiyor ve açıyorlar kapıyı. Dayımın sesini duyan evin kedisi de fırlıyor yattığı sobanın yanından koridora doğru. Anneannem kalkıyor uyukladığı koltuktan ve kucaklıyor dayımı yarı uykulu bir halde ama mutlu. İş kıyafetini çıkartıp temiz iç çamaşırları giydiriyor. Ben babamın yanına uzanırken, dayım da dedemin kucağına oturuyor.

Duvarlara bakıyorum, resimlere bakıyorum, saate bakıyorum. Atsız’ın ota-boka şiiri geliyor aklıma, Pelin bir sahil kenarında şarkı söylüyor. Kedi kıvrılıyor yine sobanın kenarına. Annem masayı hazırlıyor, bir sürü tabak koyuyor. Beyaz, porselen tabaklar. Dışarısı da beyaz, karlar içinde.

Fotoğraf makinesini alıyorum elime.

Yengem dayımın yanına oturuyor, yüzü gülüyor her zamanki gibi. Babamla annem de tamam.

- Biraz yaklaşın lütfen!

Topraklar kımıldıyor, herkes koşturuyor kareye girmek için.

Kapı açık
Gelen gelene
Bir curcuna, bir kıyamet.

Çekiyorum resmi.

Saat 02.50
Evdeyim.
Kalabalığım yine...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #1905
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Çoğu zaman pek çok şeyi çocuklardan öğreniriz.

Bir sure önce, bir arkadaşım, 3 yasındaki kızını, bir rulo altın renkli kaplama kağıdını ziyan ettiği için cezalandırmıştı. Durumları iyi değildi ve kızının kağıtları, ağacın altına koyacağı bir kutuyu süslemeye harcaması onu çok sinirlendirmişti.

Buna rağmen, küçük kız, ertesi sabah hediyeyi babasına getirdi ve "Bu senin için babacığım" dedi. Arkadaşım, gösterdiği tepki için kendini suçlu hissetti, ama kutunun bos olduğunu görünce için için sinirlenmekten de kendini alamadı.

Kızına bağırdı:
"Birine bir hediye verdiğin zaman içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?"

Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle dedi:
"Ama babacığım, kutu bos değil ki. Ben kutunun içine öpücüklerimi üflemiştim. Hepsi senin için babacığım."

Babanın içi paramparça olmuştu. Kızını kucakladı ve onu affetmesi için yalvardı.

Arkadaşım bu altın renkli kutuyu yatağının bas ucunda yıllarca sakladığını anlattı bana. Ne zaman cesaretini kaybetse, kutunun içinden hayali bir öpücük çıkarıyor ve onu oraya koyan çocuğunun sevgisini hatırlıyordu.

Gerçek anlamda bakmak gerekirse, her birimiz arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından bize sunulan karşılıksız sevgi ve öpücüklerle dolu altın renkli kutulara sahibiz. Dünyada sahip olabileceğimiz daha değerli bir şey olamaz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #1906
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Güneşi görmek istiyordum.Güneşli havalar bende hep umut yaratmıştır. Oysa bugün bulutların arasına girip çıkıyordu.Loşluk ve aydınlık.. Tıpkı ruh halim gibi.. Arabanın penceresinden gökyüzünde arıyorum onu.. Hadi diyorum: aydınlat şu düşüncelerimi. “Bırak peşimizi” diye sesleniyorum, yağmur yüklü bulutlara.. Eşim gülümsüyor “Yine gerçeğin dışındasın, galiba” diyor. Elleri öyle güçlü kavramış ki direksiyonu. Oysa O’ da, o kadar güçlü değil bu gün , gözlerinden belli.. Yumuşacık bakıyor; davranışlarıyla tezat bir şekilde..
Yol öyle uzun ki, müziğin notaları ve düşlerime yenik düşüyorum. Ani bir fren sesi , sarsıntıyla gözlerimi açıyorum. Yeni bir şehre giriyoruz. Trafik yoğun, insanlar gergin, gökyüzü yine asmış suratını.. Yağmur damlaları sileceklerin kollarında .. Bir sağa , bir sola savruluyorlar. Şemsiyelerin altında insanlar: gülümseyen, şaşkın bakan, tartışan, koşuşan… “Lanet sürücüler” diyen eşimin sesiyle irkiliyorum. Asfaltın üzerinde bir köpek boylu boyunca uzanmış , kanıyla karışık yağmur suyu başının yanından kaldırımın kenarına süzülüyor. Akan kan ve ölüm tüm canlılar için aynı.. Ansızın geliyor, seni en güzel anlarında yakalıyor. Hiç beklemediğin bir anda karşılaştığın sürpriz bir misafir gibi kapıyı açmak istemesende karşında beliriyor. Seni çılgınca seven bir sevgilinmişcesine kollarına alıp sarıveriyor. Ne kadar çırpınsanda O kollardan kurtulamıyorsun. Öldüresiye sıkıyor ve nefes alamaz hale geliyorsun.
Ankara’nın oldum olası soğuk bulduğum caddelerinden geçip , eski bir dostumuzun kapısını çalıyoruz. “İşte başlıyoruz” diyorum. Kapıda bizi gülümseyen iki yüz karşılıyor. Kucaklaşmalar, öpüşmeler, sıcaklık ve DOSTLUK…
Geçmişe gidiş, yaşananlar, paylaşılanlar, yitirilen arkadaşlar ve gelecek? Sorular gelmeye başladığında kalbimin sıkışmaya başladığını hissediyorum. Birden kapının aralığından merakla bakan bir çift göz beni kurtarıyor. “Gel, bakalım” “Sen kimsin?”
Diye konudan kaçıyorum. Kucaklıyorum. Minik bir kedi bu.. Başını göğsüme koyup, mırıldanmaya başlıyor. Başını okşadıkça , rahatlıyor, uykuya dalıyor. Kendimi evimde hissediyorum o anda.. Bu rahatlamaya ihtiyacım vardı; teşekkür ederim diyorum; kucağımdaki minicik canlıya, iyi ki buradasın…. O ise kalp sesimi dinleyerek, belki de kendi cinsinin kokusunu bulduğu beni hiç anlamadan yalnızca sevgimi hissediyor….
Yabancı bir yatakta sabaha karşı uyanıyorum.Sevdiğimin yüzüne gölgeler düşmüş, alnının kırışıklıklarına sanırım bir tane daha ekleniyor. Sayıyorum üçtü,dört tane olmuş. İşte kaşlarının arasında da bir tane var.Bu son günlerde eklendi…
Perdeyi aralayıp İzmir'in yaşlı binalarının üzerinde yine yağmur, yine bulutlar…
Bu gün de GÜNEŞ yok diyorum. “UMUT” diyorum. Çık artık bulutların arasından…

feather
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #1907
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Uzaklardan bir yerlerden büyüdüğü kente gelen yaşlı adam, bastonuna dayanıp yanındakilere” hani bir bahçe vardı. İçinden ince bir ırmak akardı. Ben o bahçede bülbül seslerini dinlerdim. Çınar-kavak ağaçlarının kokusunu unutamam. O bahçede renk renk güller, çiçekler açardı. Aşk türküleri mırıldanıp o bahçede gezerdim. Beni o bahçeye götürün” dedi.
Yanındakiler bakıştılar.
Boyunlarını büküp, yaşlı adama yanıt verdiler:
“O bahçenin içindeyiz. Tam burası.”
Yaşlı adam çevresine baktı. Altı-yedi katlı apartmanların arasındaydı. Balkonlara ipler çekip, çamaşırlar asmışlardı. Çocuklar apartmanların arasındaki tozlu yerde bağırışarak top oynuyorlardı.
Dar kaldırımlar araba dolu, kapıların önünde naylon leğenler, eski ayakkabılar.
Hava da pis bir koku var.
O bahçe burasıydı.
Yaşlı adam çevresine hüzünle baktı, yanaklarındaki yaşları eli ile silerek “Beni götürün” dedi.

Çevre günlerini salonlarda kutlayanlar niçin kaldırıp başınızı bakmıyorsunuz.
Ormanları yaktılar.
Ne ırmaklar artık yeşil, ne deniz mavi.
Sulak alanları kuruttular, çulluklar gelmiyor. Yeşil tarlalara fabrikalar kurdular .Birer cennet köşesini andıran koylardaki ağaçları kesip kooperatif evleri ile doldurdular.
Son vaşağı da avcılar vurdu.
Beton salonlarda konuşa konuşa neyi çözeceksiniz?...
Başınızı kaldırıp bakın.
Ne Marmaris in tablo tablo ormanları var, ne Toros Dağları nın yaban keçileri, ne Ege nin zeytinlikleri, ne Marmara nın mavisi kaldı, ne ırmakların yeşili, ne Bursa nın şeftali bahçesi…
Köylüler önümüzdeki günlerde anızları yine yakmaya başlayacaklar. Trol gemileri balık yuvalarını yok ettiler-edecekler.
Göçmen kuşlar gelemdi.
Ve mevsimler değişiverdi. Yamaçlardan çamurlu sesler geliyor. Çocuklar astım hastası.
Baharlar, yazlar, kışlar yok oldu.
İstanbul’un boğaza nazır tepelerini tıraşlayıp milyarlık villalarla süsleyen seçkin müteahhitlerimiz ne yaptıklarının farkında değillerdir umarım. Çünkü, tüm bunları farkında olmadan yapıyorlarsa hepimize çok yazık. Devamı ne olacak düşünmek bile istemiyorum.
Bir gün çevrenize bakıp ”Beni götürün “dediğinizde, gidecek yeriniz olmayacak.
Başınızı kaldırıp bakın.
Neyi kutluyorsunuz.
Doğa kendisiyle dalga geçilemeyeceğini zamanı geldiğinde tüm bu yapılanlara ağır bir karşılık vererek tekrar öğretecektir….
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #1908
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Genç kız yine acılar içinde odasında yatıyordu. Henuz hayatının baharında ölümle yüz yüzeydi. Babası onu kurtarmak için gazetelere ilan vermiş, para teklif etmişti. Ama onun kalbinin teklemesi değil, kalbinin içindeki sızı ilgilendiriyordu. Sevdiği aklına geldi bir damla yaş daha döküldü gözlerinden. Ayrıldıklarından beri tam beş çile dolu yıl geçmişti. Aslında sevgilerinin arasına o kahrolası para girmişti. Hatırlıyorduda sevdiği ona birkeresinde:Ben zengin değilim belki ama seni seven bir kalbim var. Sana sadece onu verebilirim, demişti.Zaten sevgiye muhtaç birisi başka ne isteyebilirdiki. Kendisini sevmesi yeterdi.O en çok Saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş koklamıştı saçlarını. Her dökülen saç yüreğine bir hançer olup saplanıyordu. Şimdi tek isteği sevdiğinin son anlarında yanında olmasıydı. Ne olurdu onu birkez daha görebilse, onu birkez daha koklayabilse.Bu düşünceler arasında uykuya daldı. Babası heyecanlı bir şekilde kızının odasına girdi. " Müjde kızım,kalp bulundu " dediğinde kızının bir peri güzellliğinde, sevdiğinin özleminden ıslanmış yüzüne baktı ve çıktı odadan...Genç kız, bir hafta sonra kendine geldiğinde sanki başka bir dünyadaydı. İçinde acaip bir his vardı. Sanki bu dünya ona çok farklı gelmişti. Aklına yine sevdiği geldi. Kalbi eskisinden daha hızlı atmaya başladı. Kalbi değişmişti ama sevdiğini eskisinden daha çok sever olmuştu.Bir gece ansızın uyandı uykusundan kalbi çok hızlı atıyordu. Bu durum sürekli böyle devam etti.Doktora gitti, durumunu anlattı. doktor:Bir aya kalmaz geçer, demişti.Ama aradan aylar geçmesine rağmen durum aynıydı.Birgün bahçeye çıktı Çiçekleri seviyordu. Kırmızı güllerin yanına gitti. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. En çok kırmızı gülleri severdi. Çünkü sevdiği ona benzediğini söylerdi hep. Birden kapı çaldı. Kapıyı açtı kimse yoktu. Yere baktı bir mektup vardı ve onaydı. Mektubu açtı ve kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu onun kokusuydu. Koltuğuna zarzor oturabildi. Zarfın içinden mektubu titreyen ellerle çıkardı ve okumaya başladı..
" Sevdiğim, bugün sevdamızın altıncı yılı. Seni hep sevdim. Seninle ayrılmak zorunda kaldığımızdan beri, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden ne birini sevdim ne de evlendim. Her günüm çile ve azapla geçti. Hergün sana şiirler yazdım, hergün şiirlerimi okudum ve hergün ağladım. Tam beş yıl boyunca hergün yazdım, okudum, ağladım. Birgün önüme bir fırsat çıktı. Bu fırsatı reddedip kendime daha fazla haksızlık edemezdim. Belki seni unuturum diye senden çok uzaklara gittim. Ama şimdi seni daha çok özlüyorum. Her gece yanına geliyorum o masum yüzünü okşuyor yanaklarına öpücükler konduruyorum, sen uyanıyorsun benim geldiğimi anladığını sanıyorum ama sen o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Sevdiğim hep ben geldim senin yanına artık sen gel olurmu. Kırmızı güllerimize iyi bak. Ve artık unutma içinde seni senden daha çok seven bir kalbin var artık. Ona iyi bak olurmu. Kırmızı güllere ve kalbimize iyi bak. Seni yanıma gelene kadar bekleyeceğim sevdiğim Hoşçakal..."
tuOneLa - avatarı
tuOneLa
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #1909
tuOneLa - avatarı
Ziyaretçi
Mavi Sular
Havada artık öğlenin yakıcı güneşi kalmamıştı.Havadaki büyük alev topu artık yavaş yavaş dünyanın diğer ucuna doğru yol alırken Mert'in bulunduğu kocaman su kütlesini yavaş yavaş karanlığa gömüyordu.Akşam vakti değildi ama saat öğle vaktini geçmişti. Sabahlar ve öğlenler Mert'e o kadar uzun gelmezdi.Sabah yatağından kalkar, kahvltısını yapar ve işine giderdi.Bir gazeteciydi Mert.Çok popüler olmayan bir gazetedeki ufak bir köşede yazardı.Hergün Bu köşeye hayatını sığdıracak kadar güzel yazılar yazar ancak gazete çok satmadığı için bu güzel yazıları çok az kişi okuyabiliyordu.Her yazısında hayattan, hayatın içinden ve okuyucuyu zayıf noktasından vuracak yazılar yazıyordu. Mert ''sanki herşey bitti'' diye düşündü.Etrafına bakındı.Her taraf ufuk çizgisi.Başka hiçbirşey yok.Elinde olan şeyler bir mayo, küreksiz küçük bir kayık ve yaklaşık 3 saat önce yaşadığı kötü bir anıdan kalma şarjöründe 3 mermi eksik olan bir silahtan ibaretti.Bir okyanusun açıklarındaydı Mert.Kaybolmuştu.Şimdilik tek istediği şey bir kara parçasıydı.Ama ileride daha büyük sorunlarıda olacaktı.Yemeksizlik ve susuzluk gibiydi.Altında tonlarca su kütlesi bulunmasına rağmen Mert onları içemezdi.Bir damlası bile işe yaramazdı.Çünkü tuzluydu. Mert küçük kayığında düşünmeye başladı.Karaya dönmek istiyordu.Dönse bile kim onu isteyecekti ki? kimse onu sevmiyordu.Geri dönebilse bile polis onu cinayetten hapse atacaktı.Birden İpek aklına geldi.Ona havada ateş ederken güzel yüzünde anlık bir sönme olmuştu.Keşke bunu yapmasaydı, keşke ona değilde arkadaki demir duvara ateş etseydi.Şimdi kim bilir ne haldeydiler.Peki bulunduğu duruma nasıl gelmişti Mert? Mükemmel bir oyuna kanmıştı ama ne yapabilirdi ki.En iyisi tüm olayı baştan düşünmekti.Belki hikayedeki bir ayrıntı onu bulunduğu durumdan kurtarabilirdi.Mert kollarıyla kayığı hareket ettirmeye çalışırken bir yandanda düşünmeye çalıştı.Gitmeye çalıştığı yerin karaya yakın olmasını diliyordu. Herşey kendini yalnız hissetmeye başlamasıyla olmuştu.''Ne yani sana bir kızmı ayarlamamı istiyorsun?'' dedi Ahmet.''Tamam ayarlarım tabiiki sen benim en iyi dostumsun''. Ahmet Mert'in dünyadaki en iyi arkadaşıydı.Daha doğrusu tek arkadaşı.Diğerleri öylesine konuştuğu sıradan kişilerdi.Ahmetle ilkokulda tanışmışlardı.Tesadüf aynı ortaokula, liseye ve üniversiteye gitmişlerdi.Bir tek askerliklerini farklı yapmışlardı.Şimdide aynı gazetede çalışıyırlardı. Mert o gün sadece bir arkadaşla yetinmenin iyi olmayacağını anlamış ve kendine bir eş bulma ihtiyacı duymuştu.Bunuda tek bir kişi yapabilirdi; Ahmet.Mert'in aksine Ahmet'in çok girişken bir yapısı bir sürü arkadaşı ve kızları tavlamak için milyonlarca taktiği vardı ancak Mert'in neden çok pasif ve arkadaşsız olduğunu anlayamıyordu.O gün Mert kendisinden ona bir kız ayarlamasını istediğinde bunu seve seve yapacağını ve ona en kralını getireceğini söyledi.Bunu yaptıda.Aynı günün akşamı lüks bir resturantta bir yemek ayarlamıştı.Yemeğe Mert Ahmet ve ayarlayacağı kız gelecekti.Ahmet Mert'e tüm gününü kızın yanında takınacağı tavırları, söyleyeceği lafları öğretmekle geçirmişti.Ve sonunda Mert'de güzel, kibar bir beyfendi olmuştu.Hep beraber resturanta gittiklerinde kız onları masada bekliyordu.Ahmet hemen Mert'in kulağına geç kaldığı için özür dilemesini ve selam vererek yavaşça yerine oturmasını fısıldamıştı. Yemek çok güzel geçti ve sonunda Mert'in istediği olmuştu.Bir kız arkadaşı olmuştu.Yemekten sonra Ahmet'i evine yollayıp resturantın ön bahçesinde birkaç güzel dakika bile geçirmişlerdi.Gece olup Mert kızı evinin önüne getirdiğinde ise birşeyin eksikliğini farketmişti.Kızın ismini sormamıştı.Hemen bu eksiğini telafi etti ve bu güzel varlığın ismini öğrendi.İsmi İpek'ti. İpek onu yarında bir buluşma yapmak için ikna etmişti.Ertesi gün kahvaltıyı beraber yaptılar, sonraki günün gecesi diskoya gittiler.Mert artık İpek'e iyice bağlanmıştı.İpek'te onu pek bırakacak gibi gözükmüyordu. Mert uzaktaki ufuk çizgisinden geçen küçücük bir karaltı gördü.Bir gemiydi bu.Ama çok uzaktaydı.Ne kadar çırpınsada o gemiye erişmek bir insanın yapabileceği iş değildi.Keşke ulaşabilsem diye düşündü.Yeniden kayığına sırtüstü yatıp kollarını çalıştırmaya devam etti.Tabi kafasını çalıştırmayada. Mert o günlerde hayatının en güzel ve mutlu anlarını yaşıyordu.İpek'i her an görebilmek ve ona dokunabilmek istiyordu.Tam altı ay boyunca hergün ama hergün beraber vakit geçirdiler.Hatta bazı günler Mert İpek'i evine çağırıp yattıkları zaman bile olmuştu.Mert'in gazetedeki yazıları artık bin kat daha güzel ve insana umut vericiydi.Sonunda Mert İpek'e evlenme teklifi etmişti.Ancak herşey burada şüphe uyandırıyordu işte.İpek ona neşeyle evet diyeceği yerde bunu biraz daha düşünmek istediğini ve daha erken olduğunu söylemişti.Aslında bu normal birşeydi.Çiftlerden biri diğerini iyice tanımadan evlenmek istememesi anormal değildi ama İpek hiçte öyle bir kadına benzemiyordu.Tam tersi Mert'e kendisi bile evlenme teklifi edecek biriydi.Hatta ona hayatında gördüğü en saf, dürüst, iyi, ve yakışıklı olduğunu onlarca kez söylemişti. İpek Mert'in evlenme teklifini biraz daha düşünmeye bağlamakla kalmayıp o günden sonra ona daha soğuk davranmaya başlamıştı.Daha az buluşuyorlar ve Mert'i hiç aramıyordu.Hep Mert İpek'i arıyordu.Mert'in aradıkları çoğu zaman kısa sürüyor hatta Mert İpek'i aradığında sık sık telefonun meşgul olduğunu görüyordu.Bu işte bir iş vardı.Ya Mert İpek'i eskisi kadar mutlu edemiyordu, ya da İpek'i Mert'ten daha çok etkileyen biri çıkmıştı.Yani Mert aldatılıyor olabilirdi. Bunun üzerine Mert İpek'le konuşmayı düşündü.Ancak bunu yaptığında İpek sert bir tepki gösterip kavgacı bir hava oluşturmuştu.Herşey bir anda neden böyle olmuştu? Neden mutluluk sürekli olmuyordu. Mert kafasını etrafta birşeyler varmı diye bir bakmak için yeniden kaldırdı.Kolları çok yorulmuştu.Biraz dinlenmek için doğruldu ve kayığın üstünde oturmaya başladı.Deniz alışılmadık bir şekilde sakindi.Ama Mert üşümeye başlamıştı.Artık yavaş yavaş hava kararıyordu.''Keşke İpek'le hiç tanışmasaydım'' diye düşündü.Ama bu düşünce sanki ona meydan okuyormuş gibi bir anda önünde gördüğü bir yüzgeçle irkildi.Köpek balığı.Nadirde olsa Mert'in bulunduğu sularda köpekbalığı bulunuyordu.Buraya kadardı.İşte Mert'in sonu gelmişti.Köpekbalığı Mert'i görmüştü ve yüzgeci suyun üzerinde ona doğru geliyordu.''Lanet olası şey gelde beni ye hadi! '' diye bağırdı.Sakin olmaya çalışıyordu.Bu en fazla bir dakika sürebilirdi.Dakikanın sonunda Mert çoktan ölmüş olacaktı.Sadece birkaç saniye canı yanacaktı o kadar.Küçükken ikinci kattan düştüğündede çok canı yanmıştı.Bir anlık dikkatsizlik sonucu ayağı kaymış ve kafa üstü toprağa düşmüştü.Sonraki üç ayını hastanede geçirmişti.Bu da böyle birşeydi herhalde hatta daha iyisiydi.Hastanede iğne olmayacak kolu, bacağı sarılmayacaktı.Sakince köpek balığının gelmesini bekliyordu. Mert bir anda kayığın ön tarafında duran silahı gördü.Üç saat önce yaşadığı kötü anının bir parçası olan silahı başka bir anıda da kullanabilirdi.Tek hareketle kayığın tabanından silahı aldı ama köpekbalığı çoktan oraya gelmişti bile.Mert bir anda kocaman dişler gördü ve üzernde bulunduğu kayık bir anda ortadan ikiye ayrıldı.Mert soğuk suların içine düşmüştü.Üşümesini dikkate bile almadan elindeki tabancayla köpekbalığına ateş etti.Hayvan tek mermiyle ölmemişti.Mert ateş etmeye devam etti.İkinci, üçüncü ve dördüncü mermilerle ancan etkisiz kalan balık okyanusun derinliklerine doğru batmaya başlamıştı.Mert şimdide kayıksız kalmıştı.Silahı mavi suların derinliklerine atarken çaresiz yoluna yüzerek devam edeceğini düşünmeden edemiyordu.İşte bu noktadaki şansı yüzmeyi çok iyi bilmesiydi.Rekoru yirmi sekiz saat boyunca hiç durmadan hızlı bir şekilde yüzmesiydi.Suyun üzerinde dinlenmeyide çok iyi biliyordu Mert.Ama bunlarla kayıktan daha az idare edebileceğinide biliyordu.Bilmediği şey ise ölümünün başka bir köpekbalığındanmı yoksa boğularakmı olacağıydı. Artık İpek'in bu soğuk tavırlarından iyice bıkmış olan Mert'in aklında bir tek plan vardı.İpek'i takip etmek. Not: Hikaye 3 bölümden oluşuyor.Bu 1. bölümüydü Mert'in daha yaşayacak olduğu ve yaşadığı çok şeyi var ayrıca yorumlarınızı bekliyorum diğer bölümlerin daha güzel olması için sizin eleştirilerinize ihtiyacım var.


Bir Kızın Hayatı

Bir zamanlar ülkenin birinde ailesiyle birlikte mutlu bir şekilde yaşayan bir kız varmış. Bu kız başka bir şehire taşınacakları için çok mutsuzmuş. Kızın adı Burçak'mış. Neyse gel zaman git zaman bu kız yeni okuluna başlamış. Okulunda büyük bir başarı göstermiş. Arkadaşları bu kızı çok kıskanıyor ve sürekli onu dışlıyorlarmış. Oturdukları evden ve mahalleden annesi ve babası memnun değilmiş. Bu yüzden bir ev bulup taşınmışlar. Burada kızda anneside babasıda çok mutluymuş. Zaman geçmiş, okullar açılmış, kız yeni okuluna başlamış. İlk dönem bir tane arkadaşı varmış. Diğer kızlar onun yanına gelmiyorlarmış. Tabi buradaki başarısıda arkadaşlarını kıskandırmış. Derken yarı yıl bitmiş. İkinci dönem buraçağa pas vermeyen kızlar burçakla çok iyi anlaşmaya başlamış. Burçak sınıfa geldiği günden beri beğendiği bir çocuk varmış. Adı murat'mış. Fakat o burçağa hiç pas vermiyormuş.Okuldaki erkeklerin çoğu burçağın peşinde koşarken murat ona hiç pas vermiyormuş ve burçağın gözüde murattan başkasını görmüyormuş. Gruplara ayrıldıklarında onun kendi grubunda olması için dua edermiş burçak. Neyse ikinci dönemin başlarında murat bu kıza aşık olmuş. Burçakta onu seviyor, fakat onun kendisine yaptıkları aklına gelince geri ondan soğuyormuş.Burçak muratı kendi peşinde koşturuyormuş.Bir gün murat burçakla fazla ilgilenmemeye başlamış daha sonra olaylar düzelmiş ve mutluluklarına devam etmişler.....
Son düzenleyen tuOneLa; 13 Kasım 2006 14:28 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #1910
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Askerlik

Yıl 1984...16 aralık;günlerden pazar.ilk gün ışıklarıyla birlikte Tuzla
Piyade Okulu’nun nizamiyesinden içeri girerken yen,yepyeni bir yaşam
kesitinin kokusunu duyar gibiyiz.herkesin üzerinde bir suskunluk,bir
ürkeklik;herkesin kafasında bir soru : yarın neler olacak?

Hepimizi bir alanda topluyorlar sonra.sıra sıra diziliyoruz.kimisi
saçlarını bir numara kestirmiş,kimi de olduğu gibi:saçlı,sakallı ve
bıyıklı.oldukça ilginç bir görüntü.
Sonra seçmeler başlıyor.1.bölük,2.bölük.....sekize kadar sürüyor.sayılıyor
ve ayrılıyoruz.sayılıyoruz ve kopuyoruz.
Giyinmeye götürülüyoruz ardından bir telaş,bir acemilik sürüp
gidiyor.giyinmenin bu kadar zor olabileceğini ilk defa düşünüyor ve
görüyoruz belki de.ne kadar çok düğme var bu elbiselerde Allah’ım,bu
botlarda ne uzun ipler var.yaşamın bu bilmem kaçıncı değişiminde giyinme
değişimini de mi görecektik.

Ve Tuzla’daki ilk gecemiz bir çok “ilk”lerden çok daha farklı geçiyor.en
çok sevgi,en çok hasret,en çok düş o geceye özgü sanki.
Geceler o kadar hızlı geçiyor ki hayret.sabah uyanıp yatağını bozuk para
zıplayacak şekilde toplayıp,düzeltip dolabına giyinmeye koşan herkesin
dilinde aynı esprili söz : akşam olsa da yatsak.

Günler uzun..upuzun.rüzgar,yağmur,soğuk ve kar.soba ,oda,ev offf.ve sıcacık
bir çay...ooofff....of.
İstirahatlar bir sigara içimi.bir derin nefes ve Fatoş...bir derin nefes
daha..Neriman.ve hüzün ve duman;yükselen...yükseldikçe kaybolan... Neriman
gibi.

Ne olurdu ha..ne olurdu iki satır yazsan.

Bir düdük sesi.izmariti parçalamak gerekiyor.temiz olmalı her yer.elimde
parça parça bölüyorum filtresini sigaranın.sonra ayağımın altında
eziyorum,düşlerimle birlikte.
İlk yirmi gün içinde,bol bol selam veriyoruz.ismimizi tekrarlayıp
duruyoruz.marş söylüyor ve yürümeyi öğreniyoruz ikinci kez.sürünüyoruz ha
babam,alçak sürünme ,yüksek sürünme.savaş filan çıkmasa da yaşantımızda
gerekebilir.

“bir ilkbahar sabahı”şarkısı yok daha o günlerde.bir ilkbahar sabahı da yok
zaten.bir kış sabahı var.105 kış sabahı var.kar,yağmur ve soğuk var.ve
hepsine inat biz bağırıyoruz :

“şimdi bir büyük kışla içinde askerim
en güzel gönül tahtında kurulu yerim
burada mertçe si öğretilir ölmenin
erkekçe si dövüşmenin
silahıyla gerdek olup sevişmenin
adına askerlik denir
vatan borcudur ödenir “

ve ödüyoruz.yaşamanın mertçe sini ne zaman öğreneceğimizi bilmeden
ödüyoruz.karıyla,yağmuruyla,soğuğuyla...hüznü ve coşkusuyla.en güzel
dostlukları,paylaşımları,yardımlaşmaları yaratıp bin üç yüz kişi..üç yüz
bin üç yüz kişi...üç milyon üç yüz kişi “askerlik” yapıyoruz.


aradan üç uzun hafta geçiyor.bir cuma günü törenle ant içiyoruz.o gün aynı
zamanda hep imrendiğimiz; subay kıyafetlerine benzeyen harici
elbiselerimizi giydiğimiz ilk gün oluyor.sanki daha çocuğuz ve babamızın
almış olduğu bayramlıklarımızı giymişiz.

Evlerimize dağılıyoruz öğleden sonra.herkeste büyük bir sevinç ve büyük bir
hava.sanki sokakta herkes bize bakıyor.adım atışımız bile değişmiş
sanki.daha güçlü ve daha sert basıyoruz yere.adımlarımızı hep önümüzdekinin
adımlarına uydurmaya çalışıyoruz.
Gözlerimiz fıldır...fıldır.biz mi değiştik yoksa dışarısı mı?Dışarıda
insanlar var mıydı üç hafta önce.
Yollar,trenler,otobüsler,taksiler.işten dönenler,koşuşturanlar.
İşte iki sevgili el ele yürüyor.başörtülü bir kadın,iki adım önünde yürüyen
adam da herhalde kocası.ama adımları ritmik ve uyumlu değil.

Vay be!Bu ne kalabalık böyle.nereye gidiyor?Nereden dönüyor bu
insanlar.sonra güzel kızlar... Üç haftadır nerelerdeydiniz?Biz neredeydik?
Ve ben neredeydim?

6338 yaka numaralı tuzla piyade okulu 2.yedek subay taburu,6.Yedek Subay
Bölüğü’nde yedek subay öğrencisi olan ben Dursun Yüksek.

Yaşadığımız şu dünyada ayda yılda bir tanıştığımız mutlu günler
gibi,nadiren gelen mektupların içinden kağıt yarine bir dost çıkacağını
sanan zavallı ben.

Ne kadar acıdır ki,dostların birer.. Birer yitişi askerliğin başlangıcıyla
aynı günlere rastlıyor.önce mektuplar yerini kartlara bırakıyor;sonra onlar
da kesiliyor.eskiden olduğu gibi ben de üstünde durmuyorum çok.insan her
şeye alışıyor.yani askerlik yaparken sadece askerlik öğrenmemiş
oluyoruz.bunlar da askerliğin parantez ve tırnak içleri olsun ne yapalım.

Pembe düşler,pembe hayaller,öğrencilikte kalıp,bitiyor besbelli.yüreğimize
ve usumuza vurup duran dost elleri ve gökyüzünden lapa.. Lapa düşen beyaz
gerçek var şimdi.
Sayılı günler çabuk geçiyor.kura çekimi ve İstanbul Çekme köy kışlasına
geliş,ve geçen aylar.bu güne geldik işte.

6 şubat 1986 Ömerli Kışlası.

Geçen günler benden çok şey aldığı gibi çok şey de verdi.19 gün sonra
askerlik bitecek ve yeniden sivil yaşantıma döneceğim.

Her zaman olduğu gibi geçmiş kısa bir rüya,gelecek kocaman bir gerçek
olacak.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar