Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 181

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.140 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1801
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Adamın biri, bi cumartesi gecesi evine dönüyormuş. Birden 15-16 yaşlarında sevimli bi kızın yolun kenarında otostop yaptığını görmüş. Adamın da aynı yaşlarda iki kızı varmış. Hemen arabayı kızın yanına yanaştırmış, "Gece yarısı böyle ıssız bir yerde n’apıyosunuz Allah aşkına? Bu saatte otostop mu yapılır?" demiş. Kız, "Uzun hikaye. Rica etsem beni evime götürür müsünüz? Buraya çok yakın. Bu iyiliğinizi ömür boyu unutmam" diyerek arka koltuğa oturmuş. Kızın üzerinde cicili bicili, hoş bi elbise varmış. Evinin adresini vermiş. Gerçekten de yakınmış ev. Adam eve vardığında önünde durmuş, "İşte geldik küçük hanım" diyerek arka koltuğa dönmüş ama arkada hiç kimse yokmuş. Gözlerine inanamamış tabii. Hemen arabasından inip evin kapısını çalmış. Beyaz saçlı, çok yorgun görünen yaşlı bi kadın açmış kapıyı. Adam heyecanla, "Bana inanmayacaksınız ama yoldan küçük bi kız aldım. Bana buranın adresini verdi ama tam geldiğimizde..." Yaşlı kadın adamı susturmuş, "Biliyorum, biliyorum" demiş, "Sonra da ortadan kayboldu di’mi? Bu başımıza ilk defa gelmiyor. Her cumartesi akşamı aynı şey olur..." Meğer kız bir cumartesi gecesi diskodan dönerken trafik kazası geçirmiş ve oracıkta ölmüş. Şimdi her cumartesi gecesi kazada öldüğü yerden otostop yapıp evine gelmek istiyormuş ama bunu bugüne kadar başaramamış. Kadın bunları anlatırken adamın gözü piyanonun üzerindeki kızın fotoğrafına ilişmiş. Evet, kız aynı kızmış ve üzerinde de aynı elbise varmış.
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1802
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk, İçimizde Gizli Bir Geçit

Sponsorlu Bağlantılar
İçimizde sarhoş kalabalıklar dolaşırken, biz de bölünürdük
Hiç duyulmamış masallarla büyüdük, en çok geceleri sevdik
Kimi yitti, kimi bitti, düşe kalka, ağlaya güle bu güne geldik
Aşk, içimizde gizli bir geçitti, suskunluklardan kentler inşa ettik

Dinlediğin bütün hüzün şarkılarında buzul yalnızlığımızın erimelerini izleriz ayrı odalarda. Nar şırası güzelliğinin bin bir taneli açılımlarıyla gülüşlerin yuvarlanır içime, göktaşı gibi. Dağlarımdaki karlar ovaya iner, hüznümün en deli dalları yıldızlara değer. Denizlerime uğramaz, dalgaları atlatamayan gemiler. Aşk, her mevsimde çiçekli bir düş tarlasına dönüşür ansız, yeşil ormanlarımda.
Az sonra yokluğuna vuracağım kendimi. Dönüşü uzun diyarlardan sesini isteyeceğim. Az sonra bir başka kentin sokağında, bir başka evin odasında üşüyecek ellerin. Saçların Ekimin sarı yaprakları gibi rüzgârla savrulacak. Az sonra ben yine aynı kentte, yine yitik bir aşkla şiirler yazıp, aynı sevdanın şiirleriyle ısınacağım. Az sonra, senden gizlendiğim labirentlerden çıkıp, beni aradığın o uzak şehirlerde, seni kutsal bir aşkla sobeleyeceğim.
Yüreğimin duvarlarına çakılan her çivi sensiz taşıdığım gönül harcını döker durur, hasretinin yüreğimi yıprattığı takvim döngülerinde. Sol göğsümde taşıdığım nikotin tabakamın kirli yüzünde yıldız alacalı yüzünü düşler, imgelere sığmayan güzelliğinin söyleşilerinde bir köşeden yüreğini dinlerim. Aynı sığınaklarda daha aydınlık sevdalar beklerken, divane sarsılışlarda nabzımı sıkar gülüşlerin, suretini büyütür usul usul öpüşlerin ve birlikte sallandığımız şiirlerden örülü salıncaklarda, korkularımızı da sorgularız.
Sınırların zorlandığı, gümüş yüzlü aydınlıkların içimizdeki sahralarda kaybolduğu bu ıssız denizlerde, gürül gürül akan ırmaklarda acısı içinde yitik bir tarihin alyuvarlarını içeriz hüzün kadehimizden. Danslarımız tutkulu başlar, saatlere ilişince yüreğimiz ansızın kanar. Biliriz ki, aşkın kırağı iklimlerinde hep kırılmışlıkları onarmakla geçer ömrümüz. Pişmanlıklarımızın ve hoşçakallarımızın ezeli yalnızlığıyla, imgelerin esmer düşünüşlerine kapılırız. Tılsımımızı saklayan ören yerlerinde çiçekli düşlerle, aşkın tarlalarında kaybolmuş gençliğimizi ararız.
Tuhaf bir göz aldanmasının renkli bilyeleriyle en asi çılgınlığımızı deneriz hiç bıkmadan. Cehennemde elma bahçeleri kurarak, arkasında içimizi ısıtan özlemli resimlerin bulunduğu aynalarda saçlarımızı tararız. Fantezilerimiz, bir köşeye bıraktığımız ayrılıklarımız, sevişmesiz geçen günlerimizdir soyunup soyunup firari düşünüşlerle kaybettiklerimiz. Kasıklarımızda doyumsuz şıralar biriktikçe çıplak ayaklarımız üşür, kuştüyü bir yağmur düşüyle, peçesi ihanetlere açılan kefilsiz aşkların iklimlerinde kendimizle hüznü bölüşürüz.
Darmadağınık da olsak bu hüzün sağanaklarında, yine de sessizliğe dökülür şiirlerimiz. Kulağıma yabancı tüm masallarda bilirim ki, bütün aşkların serüveni kahramanlarını ayrılığa taşır. Her sevgilinin ateş dansı kendi tenini yakar, her sevgili bir gün madımak bir türkünün nakaratını diline dolar. Sevgi krallığının sınıflarında sözcükler arar hikayesini anlatacak, hiç bıkmadan yeni sevdalar tarar gönlünü avutacak. Delice akmış bir zamanın memesindedir, ancak doyumu asla hissetmez.
İçimizdeki bu gizli geçitlerde hüzün kıran bir yağmurun sesini dinleriz küflü sığınaklarda. Kıyılarımızı sevda dalgaları vurdukça, yaşadığımız şehrin arka sokaklarında yüreğimizin vuruşlarına sözümüz geçmez olur artık. Her şafakta talan olmuş bedenimize yeni urbalar biçeriz. Vapurlar geçer denizlerimizden, biz susarız. Kana doğrarız imgeleri, başsız, gövdesiz bir yılkı atı gibi yeni bozkırlar ararız.
Bir tutam yaşam şarkısı sürerek dudaklarına duyarlı bakışlar durağından masallara harekettir oysa ki, en onulmaz sevinç. Kıyısında çiçekler açan bu bataklıklardan kurutulmuş fosil deryasında mayamız sevgiyse, gülümsemeliyiz hayata. Her sabah yeni bir yüzle sevinç sağmalıyız hayatın memesinden. Umuda aşk mayalamak için buna mecburuz.
Biz helal bir sevdanın rotasında denizler aşarak okyanuslarımıza ulaştık. Kimselerin başaramadığı, hele ki sevgisizlerin asla barınmadığı bu sevgi sularına kurduk mabedimizi. Özlem dilimizdeki duaydı, karanlığımız aydınlığa ulaştıkça. Aşk gönlümüzdeki en kutsal vefaydı, yaşam çarkı çevrildikçe. Sabrımızın mezesiyle, aşkımızın içkisiyle kadeh kaldırıyoruz şimdi, yaşam denilen bu anlaşılmaz çelişkiye


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1803
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk, İçimizde Gizli Bir Geçit

İçimizde sarhoş kalabalıklar dolaşırken, biz de bölünürdük
Hiç duyulmamış masallarla büyüdük, en çok geceleri sevdik
Kimi yitti, kimi bitti, düşe kalka, ağlaya güle bu güne geldik
Aşk, içimizde gizli bir geçitti, suskunluklardan kentler inşa ettik

Dinlediğin bütün hüzün şarkılarında buzul yalnızlığımızın erimelerini izleriz ayrı odalarda. Nar şırası güzelliğinin bin bir taneli açılımlarıyla gülüşlerin yuvarlanır içime, göktaşı gibi. Dağlarımdaki karlar ovaya iner, hüznümün en deli dalları yıldızlara değer. Denizlerime uğramaz, dalgaları atlatamayan gemiler. Aşk, her mevsimde çiçekli bir düş tarlasına dönüşür ansız, yeşil ormanlarımda.
Az sonra yokluğuna vuracağım kendimi. Dönüşü uzun diyarlardan sesini isteyeceğim. Az sonra bir başka kentin sokağında, bir başka evin odasında üşüyecek ellerin. Saçların Ekimin sarı yaprakları gibi rüzgârla savrulacak. Az sonra ben yine aynı kentte, yine yitik bir aşkla şiirler yazıp, aynı sevdanın şiirleriyle ısınacağım. Az sonra, senden gizlendiğim labirentlerden çıkıp, beni aradığın o uzak şehirlerde, seni kutsal bir aşkla sobeleyeceğim.
Yüreğimin duvarlarına çakılan her çivi sensiz taşıdığım gönül harcını döker durur, hasretinin yüreğimi yıprattığı takvim döngülerinde. Sol göğsümde taşıdığım nikotin tabakamın kirli yüzünde yıldız alacalı yüzünü düşler, imgelere sığmayan güzelliğinin söyleşilerinde bir köşeden yüreğini dinlerim. Aynı sığınaklarda daha aydınlık sevdalar beklerken, divane sarsılışlarda nabzımı sıkar gülüşlerin, suretini büyütür usul usul öpüşlerin ve birlikte sallandığımız şiirlerden örülü salıncaklarda, korkularımızı da sorgularız.
Sınırların zorlandığı, gümüş yüzlü aydınlıkların içimizdeki sahralarda kaybolduğu bu ıssız denizlerde, gürül gürül akan ırmaklarda acısı içinde yitik bir tarihin alyuvarlarını içeriz hüzün kadehimizden. Danslarımız tutkulu başlar, saatlere ilişince yüreğimiz ansızın kanar. Biliriz ki, aşkın kırağı iklimlerinde hep kırılmışlıkları onarmakla geçer ömrümüz. Pişmanlıklarımızın ve hoşçakallarımızın ezeli yalnızlığıyla, imgelerin esmer düşünüşlerine kapılırız. Tılsımımızı saklayan ören yerlerinde çiçekli düşlerle, aşkın tarlalarında kaybolmuş gençliğimizi ararız.
Tuhaf bir göz aldanmasının renkli bilyeleriyle en asi çılgınlığımızı deneriz hiç bıkmadan. Cehennemde elma bahçeleri kurarak, arkasında içimizi ısıtan özlemli resimlerin bulunduğu aynalarda saçlarımızı tararız. Fantezilerimiz, bir köşeye bıraktığımız ayrılıklarımız, sevişmesiz geçen günlerimizdir soyunup soyunup firari düşünüşlerle kaybettiklerimiz. Kasıklarımızda doyumsuz şıralar biriktikçe çıplak ayaklarımız üşür, kuştüyü bir yağmur düşüyle, peçesi ihanetlere açılan kefilsiz aşkların iklimlerinde kendimizle hüznü bölüşürüz.
Darmadağınık da olsak bu hüzün sağanaklarında, yine de sessizliğe dökülür şiirlerimiz. Kulağıma yabancı tüm masallarda bilirim ki, bütün aşkların serüveni kahramanlarını ayrılığa taşır. Her sevgilinin ateş dansı kendi tenini yakar, her sevgili bir gün madımak bir türkünün nakaratını diline dolar. Sevgi krallığının sınıflarında sözcükler arar hikayesini anlatacak, hiç bıkmadan yeni sevdalar tarar gönlünü avutacak. Delice akmış bir zamanın memesindedir, ancak doyumu asla hissetmez.
İçimizdeki bu gizli geçitlerde hüzün kıran bir yağmurun sesini dinleriz küflü sığınaklarda. Kıyılarımızı sevda dalgaları vurdukça, yaşadığımız şehrin arka sokaklarında yüreğimizin vuruşlarına sözümüz geçmez olur artık. Her şafakta talan olmuş bedenimize yeni urbalar biçeriz. Vapurlar geçer denizlerimizden, biz susarız. Kana doğrarız imgeleri, başsız, gövdesiz bir yılkı atı gibi yeni bozkırlar ararız.
Bir tutam yaşam şarkısı sürerek dudaklarına duyarlı bakışlar durağından masallara harekettir oysa ki, en onulmaz sevinç. Kıyısında çiçekler açan bu bataklıklardan kurutulmuş fosil deryasında mayamız sevgiyse, gülümsemeliyiz hayata. Her sabah yeni bir yüzle sevinç sağmalıyız hayatın memesinden. Umuda aşk mayalamak için buna mecburuz.
Biz helal bir sevdanın rotasında denizler aşarak okyanuslarımıza ulaştık. Kimselerin başaramadığı, hele ki sevgisizlerin asla barınmadığı bu sevgi sularına kurduk mabedimizi. Özlem dilimizdeki duaydı, karanlığımız aydınlığa ulaştıkça. Aşk gönlümüzdeki en kutsal vefaydı, yaşam çarkı çevrildikçe. Sabrımızın mezesiyle, aşkımızın içkisiyle kadeh kaldırıyoruz şimdi, yaşam denilen bu anlaşılmaz çelişkiye

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1804
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk, İçimizde Gizli Bir Geçit

İçimizde sarhoş kalabalıklar dolaşırken, biz de bölünürdük
Hiç duyulmamış masallarla büyüdük, en çok geceleri sevdik
Kimi yitti, kimi bitti, düşe kalka, ağlaya güle bu güne geldik
Aşk, içimizde gizli bir geçitti, suskunluklardan kentler inşa ettik

Dinlediğin bütün hüzün şarkılarında buzul yalnızlığımızın erimelerini izleriz ayrı odalarda. Nar şırası güzelliğinin bin bir taneli açılımlarıyla gülüşlerin yuvarlanır içime, göktaşı gibi. Dağlarımdaki karlar ovaya iner, hüznümün en deli dalları yıldızlara değer. Denizlerime uğramaz, dalgaları atlatamayan gemiler. Aşk, her mevsimde çiçekli bir düş tarlasına dönüşür ansız, yeşil ormanlarımda.
Az sonra yokluğuna vuracağım kendimi. Dönüşü uzun diyarlardan sesini isteyeceğim. Az sonra bir başka kentin sokağında, bir başka evin odasında üşüyecek ellerin. Saçların Ekimin sarı yaprakları gibi rüzgârla savrulacak. Az sonra ben yine aynı kentte, yine yitik bir aşkla şiirler yazıp, aynı sevdanın şiirleriyle ısınacağım. Az sonra, senden gizlendiğim labirentlerden çıkıp, beni aradığın o uzak şehirlerde, seni kutsal bir aşkla sobeleyeceğim.
Yüreğimin duvarlarına çakılan her çivi sensiz taşıdığım gönül harcını döker durur, hasretinin yüreğimi yıprattığı takvim döngülerinde. Sol göğsümde taşıdığım nikotin tabakamın kirli yüzünde yıldız alacalı yüzünü düşler, imgelere sığmayan güzelliğinin söyleşilerinde bir köşeden yüreğini dinlerim. Aynı sığınaklarda daha aydınlık sevdalar beklerken, divane sarsılışlarda nabzımı sıkar gülüşlerin, suretini büyütür usul usul öpüşlerin ve birlikte sallandığımız şiirlerden örülü salıncaklarda, korkularımızı da sorgularız.
Sınırların zorlandığı, gümüş yüzlü aydınlıkların içimizdeki sahralarda kaybolduğu bu ıssız denizlerde, gürül gürül akan ırmaklarda acısı içinde yitik bir tarihin alyuvarlarını içeriz hüzün kadehimizden. Danslarımız tutkulu başlar, saatlere ilişince yüreğimiz ansızın kanar. Biliriz ki, aşkın kırağı iklimlerinde hep kırılmışlıkları onarmakla geçer ömrümüz. Pişmanlıklarımızın ve hoşçakallarımızın ezeli yalnızlığıyla, imgelerin esmer düşünüşlerine kapılırız. Tılsımımızı saklayan ören yerlerinde çiçekli düşlerle, aşkın tarlalarında kaybolmuş gençliğimizi ararız.
Tuhaf bir göz aldanmasının renkli bilyeleriyle en asi çılgınlığımızı deneriz hiç bıkmadan. Cehennemde elma bahçeleri kurarak, arkasında içimizi ısıtan özlemli resimlerin bulunduğu aynalarda saçlarımızı tararız. Fantezilerimiz, bir köşeye bıraktığımız ayrılıklarımız, sevişmesiz geçen günlerimizdir soyunup soyunup firari düşünüşlerle kaybettiklerimiz. Kasıklarımızda doyumsuz şıralar biriktikçe çıplak ayaklarımız üşür, kuştüyü bir yağmur düşüyle, peçesi ihanetlere açılan kefilsiz aşkların iklimlerinde kendimizle hüznü bölüşürüz.
Darmadağınık da olsak bu hüzün sağanaklarında, yine de sessizliğe dökülür şiirlerimiz. Kulağıma yabancı tüm masallarda bilirim ki, bütün aşkların serüveni kahramanlarını ayrılığa taşır. Her sevgilinin ateş dansı kendi tenini yakar, her sevgili bir gün madımak bir türkünün nakaratını diline dolar. Sevgi krallığının sınıflarında sözcükler arar hikayesini anlatacak, hiç bıkmadan yeni sevdalar tarar gönlünü avutacak. Delice akmış bir zamanın memesindedir, ancak doyumu asla hissetmez.
İçimizdeki bu gizli geçitlerde hüzün kıran bir yağmurun sesini dinleriz küflü sığınaklarda. Kıyılarımızı sevda dalgaları vurdukça, yaşadığımız şehrin arka sokaklarında yüreğimizin vuruşlarına sözümüz geçmez olur artık. Her şafakta talan olmuş bedenimize yeni urbalar biçeriz. Vapurlar geçer denizlerimizden, biz susarız. Kana doğrarız imgeleri, başsız, gövdesiz bir yılkı atı gibi yeni bozkırlar ararız.
Bir tutam yaşam şarkısı sürerek dudaklarına duyarlı bakışlar durağından masallara harekettir oysa ki, en onulmaz sevinç. Kıyısında çiçekler açan bu bataklıklardan kurutulmuş fosil deryasında mayamız sevgiyse, gülümsemeliyiz hayata. Her sabah yeni bir yüzle sevinç sağmalıyız hayatın memesinden. Umuda aşk mayalamak için buna mecburuz.
Biz helal bir sevdanın rotasında denizler aşarak okyanuslarımıza ulaştık. Kimselerin başaramadığı, hele ki sevgisizlerin asla barınmadığı bu sevgi sularına kurduk mabedimizi. Özlem dilimizdeki duaydı, karanlığımız aydınlığa ulaştıkça. Aşk gönlümüzdeki en kutsal vefaydı, yaşam çarkı çevrildikçe. Sabrımızın mezesiyle, aşkımızın içkisiyle kadeh kaldırıyoruz şimdi, yaşam denilen bu anlaşılmaz çelişkiye

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1805
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi

BİR MAKAS VE BİR KUTU İLAÇ

Bir makas ve bir kutu ilaç. Tercih sözkonusu olduğunda hiç düşünmemiştim hangisini seçeceğimi ama işte o an bir kutu ilaca baktım baktıkça kendimi değil geride bıraktıklarımı düşündüm. Ne yaparlardı tek tek bütün tanıdıklarımı düşündüm.
Ölüm haberimi aldıklarında ne yapacaklardı. Görmek isterdim kimin ne kadar üzüldüğünü ama şuna emindim ki üzülmeyen bir tek insan olmazdı tanıdıklarımın içinde belki tanımadığım insanlar bile yada beni tanımayanlar üzülürdü duyunca hikayemi.
Bu suçsuz insanın nasıl olurda kendi canına kıyacağını. Sonra gidip uyuyan kızımın o güzel masum yüzüne baktım.
Beni ne kadar çok sevdiğini söylediği sevgi sözcüklerini duydum kulaklarımda. Bensiz düşünemiyordu hayatı belki herkes gidebilirdi ama ben yani annesi olacaktı hep yanında. Kimse yoktu ben bunları düşünür savaşırken hayatta kalmakla gitmek arasında. Biri gelsin birşey söylesin gitme desinde işim dahada kolaylaşır diye düşündüm. Sonra tekrar kendi evim diyebileceğim ama evim olmayan evin mutfağına attım kendimi. Kardeşim arkadaşı ile gülüyor şakalaşıyordu sanki nereden çıktı bu ablamlar dercesine baktığını hatırladım bu akşamki yemekte gözlerimin içine. Bakmıştı ama tamam gidiyorum hayatından sen rahatını bozma diyemiyordum. Sırtımı dönüp o bakışı unutmak istercesine kızımı alıp kaçmıştım hemen odaya. Bir taraftan bulaşıkları yıkarsam belki fazla yorulmaz ve bize katlanabilir diye düşündüm. Ve kızımı uyutmaya karar verdim kendimle başbaşa kalabilmek için.

Çok üşüyordu minik yavrum yere serili yatakta yatarken başına pencereden gelen rüzgarı elimle ölçtüm birşeyler daha giydirip yeni aldığım hikaye kitabını okudum. Okuduğumu duymuyordum o anda kafamda bin tane düşünce savaşıyor ve kaybediyordu saniye farkla. Sonunda uyumuştu gözlerini kapattığı an başladı yaşlar süzülmeye yanaklarımdan. Kalkıp oturdum çünkü bende hastaydım ve nefes alamıyordum. Nefes alabilmek çok güzeldi ama değerini bilemiyordum. Bir süre ağladım düşüncelerime meze olsun diye.Bir hafta öncesine kadar bir odası kurulu düzeni ve çok sevdiiği arkadaşlarının olduğu bir okula gidiyordu kızım. Bir gün içerisinde değişmişti hem onun hem bizim hayatımız ama biz bile anlayamazken yaşadıklarımızı ona anlatamıyorduk. Artık kirasını bile ödeyemediğimiz evimizden eşyalarımızı alıp götürerek taşıdılar bizi kardeşimin evine. Gelmeyi düşünüp gelmemek çok daha rahatlatıcıydı oysa. Gidelim diyordum gidelim buralardan ama bir evimin olması sadece bana ait olması her zaman daha çekiciydi gözümde. Gitmemek için direndik birsüre sonra onlar geldi. Küçüklüğümün kötü adamları icra polis avukat üçlüsü.Alıp götürdüler ele dokunur ne varsa evimizden. Sanki kararın doğru taşınmalısın der gibiydiler, ne yaptıysak durduramadık bu talanı.
Eve geldiğimde eşim her yeri toplamış süslemişti. Kızımın evi görmesini istemedim, eşyaların yoklukları değil onun vereceği tepki korkutuyordu beni. Neyseki Kızım yoktu evde gittiğimde. Oh şükür dedim içimden görmemiş bize dokunan şeyler kimbilir onda ne yaralar açardı belkide onunda çocukluğundan hatırladığı bu kötü adamlarmı olurdu.

Eşim evi toplamış almayı unuttukları bir müzik çalarda hafiften bir müzik çalıyordu. Çoktandır sermediğim örtüleride sermişti sehpanın üzerine koltuklarımız ve sehpamız vardı hala onu güzelleştirmek istercesine. Aslında görmedi diye sevinmiştim ama kızımın evin o manzarasını gördüğünü ama sandığım kadar büyük bir tepki vermediğini öğrendim. Eve getirdim televizyon seyrettiği bakıcısını evinden. Eve girer girmez o akşam televizyonda oynayacak olan dizileri saymaya başladı sadece hızlı hızlı sevdiği programları sayıyor ve ağlıyordu. Onu yatıştırmak bir gün daha sabretmesini söylemeye çalışmak faydasızdı ama hala bizim ağlamadığımızı ve yalanda olsa gülücükler saçtığımızı görünce sustu. Ertesi günü televizyonumuzun geleceğini söylemiştik ona geleceğine inanmasakta. Gidecek bir yerimiz vardı oda ne zamandır gelmemizi isteyen kardeşimin eviydi. Sanki sevgi doluydu gelin abla beraber yaşayalım dediğinde ağzından çıkan kelimeler. Ama aslında kabus yeni başlıyordu. Aslında hayata sen öyle bakarsan kabus olurdu biliyorum ama artık yaşadıklarımın çok ağır gelmesi beni delirtecek güce ulaşması güzel görmemi engelliyordu hayatı. Ertesi günü bekledik ve eşyalarımızı hemen geri alamayacağımızı söylemeleri ile o akşam bir haftalık kıyafetlerimizide alarak uzaklaştık o evden sanki gecenin karanlığı herşeyi kapatıyor soğuğu ise içimize işliyordu. Otobüs beklerken yeni bir hayata başladığımı düşünüyor kızımın anlamsızca bakan gözlerine bakmamaya çalışıyordum.Zaten ağlayarak çıkmıştı o evden artık bir daha o eve gelmeyeceğini okulunu arkadaşlarını göremeyeceğini biliyordu sanki.

Çok yakında aylardır hazırlandığı 23 Nisan gösterileri yapılacaktı okulunda ve bu gösteri onun için çok önemliydi. Gösteriye katılacağını söyledik buna bizde inanmadan ve çok uzun bir bekleyişten sonra bizi kardeşimin evine götürecek otobüse bindik. Hiç konuşmak istemiyordum durakalmıştım. Oysaki en çok ben istemiştim kardeşimin evine gitmeyi neden mutlu değildim. Eve gittiğimizde kardeşim yeğenim ve bir arkadaşı yemek yiyorlardı. O zaman bu evdemi yaşayacaktım artık dedim içimden kendi evim gibi olmayacaktı hiçbir zaman ama kendi evimiz gibi hissetmek gerekiyordu huzurlu olmamız için.

Aradan bir hafta geçmişti kabus gibi bir hafta yeğenim ve kızım sürekli tartışıyor ve kardeşim ve eşim bu konuda hep kızımın üzerine geliyorlardı. Onu korumak bana aitti. Onu korumak kendimi yaşadıklarımı üzüntülerimi unutup sadece onu korumak. Bu annelik iç güdüsümüydü bilmiyorum ama o çok sevdiğim yeğenimi bir düşman gibi görüyordum kızımı üzdüğü için. O hafta sonu tekrar apar topar çıktığımız evimize gittik hala almamız gerekli şeyler vardı üstelik bir hafta sonra kalan eşyalarımızı bir depoya taşımak zorundaydık ve toparlanacak çok şey vardı. Hızla evi toplayıp sarmaladık ve yine kabus dolu bir hafta geçirmek üzere döndük kardeşimin evine.Kızımı çok seviyordu ne de olsa teyzesiydi ama oda annelik iç güdüsünden hep oğlunu haklı görüyor zaten babasız büyümesinden dolayı acıdığı yeğenimi o da kendince koruyordu.

O hafta Salı günü tatildi ve kızımın yirmiüç nisan gösterilerine katılmak gibi bir hayali vardı hala. Onu gösteriye götürmeye üşendiğimizden değilde gösteride giyeceği kıyafetleri alamadığımızdan götüremiyorduk. Ona havaların yağmurlu olduğunu ve gösterinin iptal edildiğini söyledik hiç tepki göstermedi yine korktuğum gibi olmamıştı ama benim kızım niye tepksizdi kendisi için çok önemli, şeyleri kaybettiğinde bile neden bu kadar tepkisizdi.Oda alışmışmıydı bu yokluğa bu anlamsızlığa bilmiyorum. Pazartesi günü yine çaresizliklik artık son safhasına varmış ve beni hiç istememem birinden borç istemeye kadar zorlamıştı. Herkez herşey beni o kadar incitiyor o kadar üzüyorduki bunun da üzmesi incitmesi hatta çok sevdiğim birini kaybedebileceğim düşüncesi bile beni engelleyemedi.
Ona bir faks çektim sadece yalvardım öl dese ölecektim geldese de gidecek o kadar bıkmıştım o kadar çaresizdim.Faksı çekerken avucumun içine gömmüştüm tırnaklarımı ruh gibiydim ayakta zor duruyor bir yere yaslanmak istiyordum. Çabucak kaçtım faksı çektikten sonra masamın bulunduğu odadan. Çünkü telefon çalsın beni arasın istemiyordum çünkü onunla konuşacak kadar cesaretli değildim. Kimseye yalvarmamıştım üstelik yalvardığım bu kişi başkası olsaydı belki bu kadar etkilenmezdim. Ağzımda iki kelime çıkıyordu sadece onu kaybettim kelimeleriydi. Sigaramı içerken sürekli bunu tekrarlıyor ve ağlıyordum.O anda yaşadığım o büyük acıyı ve sebebini kimseye anlatsamda anlayamaz. Ömrümden ömür silinmişti sanki ölmeyi tercih ederdim o kadar. Sonra toparlandığımı sanarak yerime gittim kardeşim onu aramış ve gelen haber olumsuzmuş.Yani bana borç falan veremezmiş çünkü onunda durumu da iyi değilmiş. Boşuna kendimi küçük düşürmüş yalvarmıştım. Peki şimdi ne yapacaktım. Onu arayamazdım artık konuşamazdım çare değil ölmek istiyordum.Kimseyle konuşmadım iş dışında ve akşam olunca yine bir ruhtan farksız olan bedenimi eve taşıdım. Bu yabancılığı bu umursamazlığı hiç bu kadar hissetmemiştim kardeşim yaşadıklarımı anlattığımda sanki hiç önemsemeden beni dinliyordu bana yabancı gibi bakıyordu çünkü onun hayatı ve heyecanları olduğu gibi kalmış kaldığı yerden devam ediyordu.

Kendimi oraya ait hissetmek için elimden geleni yapmıştım ama başaramadım o gece yanlış bir geceydi. Eşim yoktu çalışıyordu. Bir an önce ölmek tek düşündüğüm buydu saaatler geçtikçe buna daha çok yaklaşıyordum kızımı uyuttum evde sezsizlik hakimdi, kardeşim benim uyuduğumu sanıp arkadaşı ile bilgisayarda chat yapıyordu. Sanki son bakışını unuttuğumu düşünüyor oh be kendi evim kendi odam ve hayatımda bunların ne işi var der gibi salonun kapısını sıkı sıkıya kapattı. Bizi duymak görmek bile istemiyor böyle bir günde tüm olup biteni ona anlatmışken beni nasıl olurda yanlız bırakır diye düşünüyordum, kendimde değildim ve kızımı uyuttuktan sonra mutfağa gittim. Hem ağlıyor hem sigara içiyor hemde saçlarımla uynuyordum. Sanki o saçlar bana ağırlık veriyordu sanki onları kessem başımdaki bu ağırlık kaybolup gidecekti. Şimdi ilaçları içmenin tam zamanı diye düşündüm sigaramı bitirdim ve tekrar kızıma bakmaya gittim dönüşte de yatak odasında makası alıp tekrar mutfağa geldim, makasla ilaç kutusu yanyanaydı. Ölmek kafamdaki tek şeydi herşeyin sonunu ölümümden sonrasını düşündüm. Kızımı eşimi dostlarımı kendimi. Haketmediğim bir hayatı yaşıyordum hakketmediğim acılar çekip inciniyordum. Artık beni hayata ne bağlayacaktı ki. Saçlarımı avuçladım ve kestim umurumda değildi nasıl kestiğim çünkü ölecektim zaten. Kestikten sonra tekrar elimi saçlarıma götürdüm ve rahatladığımı hissettim. Sanki herşeye rağmen yaşamam gerekliydi. Kizım için yaşamam gerekliydi. İçimdeki his bana bunu söyledi. Hala umut vardı ve umutların sebeplerin en büyüğü kızımdı. Saçlarımı toplayıp çöp tormasına attım saklamadım çünkü birileri ben ölmeden onları görsün beni kurtarsın istiyordum keserkende birleri gelsin ne yapıyorsun desin diye bekledim. Kimse gelmedi makası aldığım yere bıraktım ve kızımın yanına başımda korkunç bir ağrı ile uzandım artık ağlamak istemiyordum çok yorgundum. Uyumak ve bir dahada uyanmamak hayalmiydi bilmiyorum ama bu halde uykuya daldım. Sabah kalktığımda olanları unutmuştum. O gün yirmiüç nisandı işe gitmeyecektim kızımla beraberdim.

Hala yaşıyordum ama saçlarım yoktu. Artık kimseye güzel görünmesemde olurdu. Nasıl yaşadığımı bilmeden yaşamaya devam edecektim. Sadece nefes alacak kadar kızımı sevecek kadardı yaşama sevincim. Bu kadar.

Yorgun Ve Savaşçı Bir Anneden
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1806
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
EY YAR

Sen bir çevir yüzünü bak neler yazacak güncemin önsözünde…
Kıyılarıma vurdun kimsesiz kimsesizliğimin.
Yakama yapışan afilli yalnızlıkların en parlak ışıklarını bu gece senin için yaktırdım,sensiz diyarımın uşaklarına.elpençe durdular hiç bir yana eğmeden başlarını.
Hep aynı oyunda yer almayı hazmedemeden akla ziyan yanlarla,yine benim boş günceme başıboş bakışlar savurdular.
En sevdiğim renk siyaha döndü ben daha kabul beyanlarımı sunamadan.
Baktığımla gördüğüm ayrı olabilirmi(ş) bu sonucu bulmalıyım eğik yaşam felsefelerinden.
Tam üzerindeymişim elvedaların,hoşçakalların,kendine iyi bakların…
Bakabilsem.
Serin serin esen ekim rüzgarları bu sefer daha mı çok canımı acıtıyor ?.
Yoksa,artık alıştığım değişmez rollerime kendi kendime yorumlar katarak acı derecesinin katmanlarınımı yokluyorum?.hangi basamakta üstüne basıp geçmişim,hangi duraktan vakitsizce ayrılmışım,hangi telefona yetişememişim.
Evet acıya kanıyorum.heybemi çevirsem gözler önüne onun adını çıkartınca bomboş bana kalan buz gibi sessizliklere ecel makamında göz kırpıyorum.
yeniden hoşgeldiniz hoş karşılanmayan ağır yanlarım…

Kulaklarıma soğuk hücrelerin volta sesleri doluyor.küçücük pencerelerden dışarıya bakmayı bilmem ki ben.büyüyemeyen azımsanacak kadar azkalmışlıklarımla,zaten kumdan olan kaleleri yıkmayı bilirim.
Onar(a)mamayı,boya(ya)mayı,kapat(a)mamayı bilirim.
Soğuk duvarlara yapışır bir el,geç kalmış mavi yolculukları umuda katar,arkasını yasladığı korkulu uykuları geçmiş bir hikayenin önsözü sayar.kanayan yaralarının kabuk bağlamış geçmiş beyanlarını saklamazken,her neşter izinin manası anlamlı değildir hikayesinde.
Bana yine ne mi kalır ?


Aramamak neden ommuşlukların sebeplerini.En çok da bu manasını bilmediğim yaşamda sebep sonuç bağlantısının arasında kal(ma)mak,sor(ma)mak,kanat(ma)mak geçmişi.
Adıma ne karalar çalındı haberim olmadan,köhne mezarlıklarda kurumuş ürkütücü yeşili unutulmuş dallar gibi suretim adına boyandı,savunması gereksiz görülerek gördüklerimin,en acı millerle dağlandı göreceklerine umutla bakan gözlerim.

Ama olmadı işte.
Bir ufak kıpırtı var sadece adını yazgıma ekleyeceğin günü bekleyen.Farkedilmeyen ve susturulmaya güç yetirilemeyen.Savruluşlarında beni de gelecek olanın varlığına inandırıp solmasına izin vermeyen duvar çiçeklerimin.

Kaygım yok zamana karşı,sadece durdurak bilmez bir telaşım var.Aynı denkleme eşdeğer değilmi ki anlamı.Her yeni telaşta kaybediyorum bilmediğim adını.Haykıracak gücüm var, bir eklesen adımın yanına resmini.Korkak değildim aslında oyunlarda kandırılmadan önce.yenilmeden diyecek gücüm bile yok çünkü hiç mağlup edilmeden hep kandırıldım adım oyunun en tenhalarında.Şimdi senin oyununda başı çekmek var listemde.Senden vurmak,seni kazanmak,sana yazılmak.
Kimsen çık gel soğuk yataklarından.Gözlerimin akı gölgelerle hemhal,aynı yola bakıp aynı türkülerle uyanmaktan yorgun.Yeni yeni notaları yazdır dilime,yeni yeni şiirleri koy kapımın önüne.
ama gel artık…

Düş bu bitmeyeni de olur,
kabuslara vurmayanı sonu,
ecel terlerini gecelerime salmayanı.
Olur de yalnızca kulağıma.Fısıltıların dünyamı inletir inan.Güncem baharlarla filizlenir.
Takvimler neye çalarsa çalsın,yollara salmam beşinci mevsime adını yazmadan seni.Yeter ki yollarıma gölgen düşsün…

Ey yar !…
Sen bir çevir yüzünü…

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1807
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
DOKTOR VE HASTASI
Kanser hastanesinde bashekimken Serap adinda genc bir hanim hastam vardi.
Bu hastam gögüs kanserine yakalanmis ve tedavi icin yurt disina gitmek
istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkani bulamamisti. Serap'i
özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altina aldim. Ve kisa bir süre sonra da
Allah'in izniyle iyilestigini gördüm. Ancak Serap'in da bütün diger kanserliler
gibi ilk 5 yillik süreyi cok dikkatli gecirmesi gerekiyordu.
Bir is kadini olan Serap, 4 yil kadar sonra 1 ihale icin izmir'e gitmek
istedi. Kis aylarinda oldugumuz icin uçakla gitmesi sartiya kabul ettim.
Maalesef bilet bulamamis ve benden habersiz bindigi otobüsun kaza gecirmesi
üzerine 6 saat kadar mahsur kalmis. Dönüsünden kisa bir süre sonra kanser,
kemik ve akcigerine yayildi. Serap bacak kemiklerindeki metasaz nedeniyle
yürüyemez hale gelirken, hastaligin akcigerdeki tezahuru sebebiyle de devamli
olarak oksijen cihazi kullaniyor ve söyledigi her kelimeden sonra
agzini o cihaza yapistirarak nefes almak zorunda kaliyordu. Evine gittigim
gün, yine güclükle konusarak:
- Doktor bey, dedi. Ben size...darginim.
- "Niçin?"diye sordum.
- "Siz...dindar...bir...insanmissiniz...nicin...bana...da,
Allah'i...ölümü... ahireti... anlatmiyorsunuz?"
Dini inançlarinin çok zayif oldugunu bildigim için bu teklifi karsisinda
oldukça sasirdim. O'nu üzmemeye çalisarak:
- "Doktora ulasmak kolaydir dedim. Parayi bastirdin mi istedigine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi icin gönülden istek duymalisin..."
Konusmaya mecali olmadigindan "ben o istegi duyuyorum" manasinda basini
salladi. Artik ümitsiz bir tibbi tedavinin yanisira, ebedi hayatin ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz baslamis ve son günlerini yasayan
Serap icin bu dersler "hizlandirilmali ögretime" dönmüstü. Anlattigim iman
hakikatlarini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.
Vefatina bir hafta kala:
- "Doktor bey, dedi. Ben...ölürken...ne...söyleme-liyim?"
- "Senin durumun cok özel" dedim. Kelime-i Sehadet sana uzun gelir.
O ani farkedince Muhammed (s.a.v) sana yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine basini salladi. Cok istirabi oldugu için
Serap'a sürekli morfin yapiyor ve O'nu uyutmaya calisiyorduk. Ben,
bir is seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüsümde annesi
telefon ederek:
- "Serap, bir haftadir morfin yaptirmiyor." Dedi."Sabahlara kadar
inliyor ve cok istirap çekiyor."
Hemen eve gittim ve igne yaptirmamasinin sebebini sordum. Aldigim cevabi
hala unutamiyor ve hatirladikça ürperiyorum.-"Ya morfinin tesiriyle ölüme
uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. Iste Serap, böyle
bir hanimdi. Bu arada benden istihareye yatmami ve eger bir kaç gün daha
ömrü varsa , son günü uyanik kalacak sekilde morfin yaptirilmasini rica
etti. Ben hiç adetim olmadigi halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye
yattim ve Serap'in acizligi hürmetine olacak ki Sali gününe kadar yasiyacagina
dair isaret sezdim.
Ertesi gun O'na:
- "Hiç korkma!" dedim. "Igneyi vurdurabilirsin."Ve Serap bir veda niteligi tasiyan
bu görüsmemizde son sorusunu da sordu:
- "Doktor bey...Azrail...bana...nasil...görü...ne-cek?"
- "Kizim," dedim. "O bir melek degil mi? Hic merak etme, sana yakisikli
bir prens gibi gelecektir."Sali günü Serap'in agirlastigi haberini alinca
hemen eve gittim. Ancak vefatina yetisememistim. Ailesi tam manasiyla
perisandi. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanim akrabasi
ayaktaydi ve beni görünce yanima gelerek:
- "Doktor bey, biliyor musunuz , bu evde biraz önce bir mucize yasandi!" dedi ve
devam etti:
- Serap, bir saat kadar once oksijen cihazini atti ve "yataktan kalkmasi imkansiz"
denmesine ragmen kalkarak abdest aldi, iki rekat namaz kildi. Bütün ev halki hayretten
donup kaldik. Ve kelime-i Sehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
- "Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediginden de güzelmis!!!"
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1808
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Siyahmartı
yok denizin üstünde dalgalı saçları simsiyah martılar geçiyor aşkların muğlak girdaplarında
sessiz yakarışların ahşap suratlı yeşil benekli gözlerinde buğulanıyor sen-siz...
dalgalarda yitirilen gölgesiz aşklar beliriyor beyaz şavkında deniz hiç görmedi böyle bir savaş et ve kan dolu sokakların
büyülü teninde...

gözyaşı güzel gözlerinden süzülüyor teninin kıvrımlarında saklı kalan yiten zaman boşluğa düşen insanlar gibi...

sokağın ortasında rüzgarın kollarında yükselen yapraklar
ve bir iki kağıt parçası sanki dans ediyorlar. insanlar beliriyorlar asık suratlı yorgun ve mutsuz insanlar...
ayaklarında yüzyıllık bir yorgunluk var sanki bıraksalar
kaldırımın soğuk suratına tutunacaksın uzanıp. içinde ne idüğü belirsiz bir rüzgar gözlerinden kaçmak ister gibi
dönüp duruyor içinde. deniz suskun rahibeler gibi derin düşüncelerin kirli odalarında...
yürümeye devam ediyorum
O´ nu bekletmek istemiyorum. saate bakıyorum sürekli olarak iskeleye yeni vardım. vapurun kalkmasına daha 5 dakika var.
bir sigara yakıyorum beklemenin sıkılgan fısıltılarından kurtulup yakamoz görünümlü öykülere yol alırken.
havada soğuk aşkların çürük gövdelerinden yayılan bir ko(r)ku. vapura binerken gözlerimde sabahın buharlı düşleri
ve bir sızı nedenini bilmediğim. vapurlar boğazın neşeli çocukları.
vapurda hep üst katta arkada gitmeyi sevmişimdir. yine aynı yere gidiyorum oturmaya.
karşımda saçlarını gün batımından çalmış bir kadın oturuyor. beyaz tenli gözleri küçük ve suratında çiller bulunuyor.
saçları rüzgarın dingin nefesinde adeta deniz gibi dalgalanıyor.
gözlerinde metal bir gökyüzü saklı yıkımlarla dolu bir yaşamdan arda kalan son (gökyüzü)...
zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. vapur beşiktaş iskelesine geldi. yaşlı ve yorgun merdivenlerin sırtında
inerken denizin saydam ezgilerini duyuyorum esrik an-ların zamansız tünellerinde.

gözlerimden serin yolculukların geceye bırakılan uykusuzluğu akıp gidiyor. bakışlarım bulanıklaşmaya başlıyor.
yelkenli bulutlar beliriyor güneşin kör edici bakışlarında.

vapurdan inip yürümeye başlıyorum. iskeleyi geçtikten sonra sola dönüp oradan iskelenin yanındaki parka giriyorum.
parkın ortasında tek tük ağaçlar ve dallarında sonbahar a meydan okuyan yapraklar. ağaçların altında
zamanın siyah beyaz odalarında gizlenen banklar. sabahın erken saatleri olduğu için park boş. sadece O var.

nihayet geldim. heyecandan kalbim uzak mevsimlerin boşluğuna saklanmak istiyor. karşısına geçip gözlerine
- ıssız şehirlerin haykıran tutkularına- bakıyorum ve aydınlanan gün gibi havadaki ışıltılara karışıp kayboluyorum.
iklimler dolusu sözcükler süzülüyor içime.

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1809
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Iki Arkadas
Iki tane çok iyi arkadas varmis. Bunlar üniversite yillarinda tanismislar. Okul bitince biri memleketine yani mardine gitmis, digeri isi Istanbul'da kalmis.
Istanbullu bir gün mardine gitmis arkadasini ziyaret etmek için. Arkadasinin evinde kalirken binada bir kiz görmüs. Arkadasina sormus ve o da onun komsunun kizi oldugunu söylemis. Istanbullu geri dönmek zorunda kalmis. Mardinli isi ayarlamis ve Istanbullu gelip o begendigi kizla evlenmis. Bir zaman sonra Mardinlinin isleri bozulmus. Tek çare, otobüse atlamis ve durumu çok iyi olan arkadasinin yanina gitmis. Sirketin kapisindan girmis ve dogruca sekretere çikmis. Adini vermis ve odaya girmek için hazirlanmis. Sekreter onu engellemis ve patronun böyle birini tanimadigini söylemis. Mardinli çikmis disari. Battigina mi yansin, arkadasindan yedigi kaziga mi yansin, dolanip durmus.
Yolda bir ihtiyar bunu durdurmus. Ne derdinin oldugunu sormus. Önce birsey söylememis ama sonra bütün olayi anlatmis. Yasli adam, "Ben yasliyim ve miras birakacak hiç kimsem yok. Senin istedigin parayi ben vereyim sana. Ama borç olarak degil. Sanki benim oglummussun gibi. Zaten hiç oglum olmadi" demis .Önce kabul etmemis mardinli, sonra israra dayanamamis. Memleketine dönmüs. Islerini düzeltmis ve ülkenin sayili zenginleri arasina katilmis.
Bir gün bir davete katilmak için Istanbula geçmis. Orada eski arkadasina rastlamis. Ne kadar kaçinsalar da bir araya gelmek zorunda kalmislar. Ve aralarinda söyle bir konusma geçmis:
-O gün zor durumdaydim. Yanina geldim. Ama beni taninamazliktan geldin. Niye?
-O gün benden çiktiktan sonra yasli bir adama rastladin degil mi?
-Evet. Sen nereden biliyorsun bunu?
-O benim babamdi. Senin geldigini duyunca durdum düsündüm. Eger sana borç verseydim. Ömür boyu karsimda boynu bükük kalacaktin. Bunun olmasini istemedim. Bu yüzden hemen pesinden babami gönderdim. Babamin sana verdigi para benim paramdi.
-Himmm. Senin karin var ya
-Evet
-Benim nisanlimdi...
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
2 Kasım 2006       Mesaj #1810
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
coc hik kon agac 1 1) Çok, ama çok eskiden , güzel bir yaz günü kadı efendinin kapısı vuruldu. Gelenler iki kişiydiler. Hallerinde telaş ve heyecan vardı. Yaşlıca olanı söze başladı...
coc hik kon agac 22)"- Ey kadı efendi, ey adalet dağıtmakla görevlendirilmiş hâkim! Lütfen beni dinleyiniz. Bir yıl kadar önce Hacca gitmeye niyetlendim. Yol hazırlıklarına başladım. Değeri yüksek, kıymetli bir yüzüğüm vardı. Yolda kaybolmasın diye getirip bu arkadaşa verdim...coc hik kon agac 3 3) Çünkü hem kapı komşumuzdu, hem de ona çok güveniyordum. "Al dedim, bu yüzük sende emanet olarak kalsın. Dönersem alırım." Sözü fazla uzatmaya gerek görmüyorum efendim..
coc hik kon agac 4 4) Üç gün önce memleketime döndüm. Yüzüğümü istediğimde "Ne yüzüğü, ben senden hiçbir şey almadım" diye inkar etti. "Şahidin yok, senedin yok..." diyor. Böyle müslümanlık olur mu kadı efendi..coc hik kon agac 55) Yalan yere yemin etmek, emanete hıyanetlikte bulunmak münafıklık değilse nedir?.."
Kadı efendi yaşlı adamın sözlerini dikkatle dinledikten sonra genç olana döndü:
"- Peki dedi, sen ne diyorsun bu iddiaya? Yüzüğü aldın mı gerçekten?" Genç adam şaşırmış gibi gözükerek:coc hik kon agac 6 6)- Ne diyeyim kadı efendi dedi. Yalan söylüyor. Maksadı sizi aldatmak. Ben yüzük filan almadım. İftiranın böylesi de görülmüş değil. Tek delili yok. Tek şahidi yok!"
Kadı efendi bir süre düşündükten sonra yaşlı
adama döndü. Zavallı neredeyse ağlayacak gibiydi..

coc hik kon agac 7 7) - Beni dinle dedi. Senin yüzük havaya gitti galiba. Şahidin ve delilin yok. Söyle bakalım yüzüğü nerede verdin?" Yaşlı adam: - Güneşli bir gündü diye şöze başladı. Yolun kenarında bir ağaç vardı. Çevremizde de kimseler yoktu. Orada vermiştim. Ne bileyim böyle inkar edeceğini." - Yaa, diye mırıldandı kadı. Öyleyse git ve o ağaçtan bana bir dal getir. Kim bilir, belki Allah o dalları konuşturur da kimin haklı kimin haksız olduğu ortaya çıkar. Sen gidip gelene kadar bu adam da yanımda beklesin..."
8) Yaşlı adam emri yerine getirmek için hemen
çıktı. Ne var ki aradan çok uzun bir zaman geçtiği halde dönmedi. Kadı efendi de, genç adam da beklemekten sıkıldılar. Sonunda kadı: coc hik kon agac 8
-Nerede bu adam diye mırıldandı..Gideli iki saat oldu ama hâlâ dönmedi?" Genç adam tedbirsiz davranıp söze karıştı:
"- Kanât taksa bile hemen dönemez efendim dedi. Çünkü o ağaç epeyce uzakta..." Kadı bunları duyunca öfkeyle ayağa fırlayıp bağırdı:

- İşte dedi, yalan söylediğin ve yüzüğü al-
dığın ortaya çıktı. Kurduğun tuzaklar boşa gitti.
Eğer yüzüğü almamış olsaydın, o ağacın ne kadar uzakta olduğunu da bilmezdin. Gördün değil mi, ağaçlar nasıl konuşuyormuş... Hiç duymadın mı sen, yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Hemen yüzüğü getirip teslim et..."




Son düzenleyen MARLON; 2 Kasım 2006 18:43 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar