Arama

Sonsuz Aşk - Sayfa 74

Güncelleme: 26 Ekim 2014 Gösterim: 555.145 Cevap: 2.787
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #731
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Ağlama belalım
Ağıtlar yakma
Sponsorlu Bağlantılar
Yürek paralayıp
Can parçalama
Umutları tavana asıp
Kadere çatma
Yaşadıklarını kırıp
Olanları ziyan sayma
Sevgiyi bırakıp
Acılara sarılma
Aşkı unutup
Dertlere dalma
Anıları silip
Yarınları sorgulama
Kalan hatıraları yıkıp
Geleceğe volta sallama
Kaçıp gidemezsin
Gelmeyi denememişsin
Olmuyor deyip vazgeçemezsin
Bir daha baştan istemelisin
Ağlamayı ağıtı ahı unutup
Tekrar sevmelisin
İsyan bayrağını yakıp
Başka beyaz güller derlemelisin

Murat İnce
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #732
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
sevemedi istanbul bizi
SENİNLE HİÇ İSTANBUL'DA OLAMADIK
Sponsorlu Bağlantılar
GÖREMEDİ İSTANBUL İKİMİZİ
NE EMİRGAN'DA BİR SEMAVER TÜKETEBİLDİK
NE AŞİYAN'DA HÜZÜN..

BİR TEPEDEN SEYRETMEK İÇİN BU GÜZELİM KENTİ
NE ÇAMLICA KISMET OLDU NE PİYER LOTİ...
HİÇ BİR VAPUR TAŞIMADI BİZİ MARMARA'DA
BİR GÜVERTEDE SENİ
LİSELİ AŞIKLAR GİBİ DAKİKALARCA ÖPEMEDİM
ELLERİNİ AVUÇLARIMDA TUTUP DA İÇİMİ DÖKEMEDİM
ŞÖYLE BİR ELİNİ ATIP DA OMZUMA
KOLUM BELİNDE
YÜRÜYEMEDİM SENİNLE BEYOĞLU'NDA
BİR SİNEMA YA DA TİYATRO KOLTUĞUNDA
PARMAK UÇLARIMA DEĞMEDİ DUDAKLARIN..
PASAJDA ARJANTİNLERİ ÇEKİP
NEVİZADE'DE BİR İKİ TEK ATAMADIK
DOYULMAZ UYKULARA BİR TÜRLÜ YATAMADIK

SENİNLE İSTANBUL'DA OLAMADIK
DUYAMADI İSTANBUL SESİMİZİ
SAHAFLARDA YORULUP DA KİTAPLARA BAKMAKTAN
ÇINARALTI'NDA MOLA VEREMEDİK
KARIŞIP ÇILGIN KALABALIĞINA KAPALI ÇARŞININ
TADINA VARAMADIK BİR ÖĞLEN RAKISININ
YA DA SULTANAHMETTE BİR MÜZEYİ GEZİP
DOSTLARA UĞRAYAMADIK
GÜLHANEDEN UZANIP SARAYBURNU'NA
DÜŞÜNEMEDİK İNTİHARI ENİNE BOYUNA...

NE LALELİ'DEN GEÇEBİLDİK SEVGİLİM
NE KENDİMİZDEN
BİR ÇALGILI KUMKAPI MEYHANESİNDE..
AĞLAYAMADIM DOYASIYA SIMSICAK GÖĞSÜNDE
ESKİ İSTANBUL'DA GEZDİREMEDİM SENi
YEMİŞ'TE ASMAALTI'NDA..
NE KALDIRIMLARIMI GÖRDÜN NE ÇAYBAHÇELERİMİ
NE ÇOCUKLUĞUMU BİLDİN
NE GENÇLİĞİMİ.
SENİNLE HİÇ İSTANBUL'DA OLAMADIK
SARAMADI İSTANBUL HİÇ BİZİ.

ÇILGIN GİBİ DOLANAMADIK OTOBÜSLERDE
TRENLERE BİNEMEDİK
BIRAK BÜTÜNÜN BU KOCA KENTİN
SADECE BİR TEK SEMTİN BİLE İÇİNDE OLAMADIK..
İSTANBUL HİÇ DOYAMADI BİZE BİTANEM
BİZ O'NA DOYAMADIK
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #733
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Gün bir ucuna konsa
Sen Bir ucuna dünyanın
İçinde çığlığı duyar gibiyim,
Aşk evreni sarmış...
İki Uçtadır.

Uç ki,
Ak bir kavak yaprağı,
olur bedeninde
Titrer konar dalına gözlerin
Rengini bulduğu demdir,
Ol vakit sevda,
İki Gözdedir...

Özdedir,
Şimdi, kavuran ateş dağları
Delen Ferhat özdedir.
Görse Şirin bir yürek
Bin yürek dağlar,
Uçar, her dem,
Merhem...
Bir çift sözdedir.


Selim Tunçbilek
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #734
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Öldüm ve Öldün!!

Güneşi tutardım parmak uçlarımda, yanmadan
Gölgeleri aydınlatırdım, karanlıklarımda
O kadar güçlüydüm ki, yenilmez ordular gibi
Söylenmezdi hiç bir nasihat, bir musibete düştüm
Hiç ölmezdim gibi gelmişti ama ben de vuruldum
Ve öldüm.

Dağları taşırdım omuzlarımda, titremezdi ayaklarım
Ne deprem olurdu bende, ne de hiç bir felaket
Öyle fikirlere dolanırsın ki, sarsılmaz sanırsın kendini
Köklü bir ağaç gibi sapasağlam ayakta ölürüm derdim
Hiç düşmez sanırdım kendimi, bir yüreğin salıncağındaydım
Ve düştüm.

Vuruldum bir anda, kanlar içinde kaldı ruhum
Binlerce orduyla savaştığım bu mahşerde
Dünyalara karşı alamadılar inandığım değerleri
Can pazarında değerime satmadılar beni
Binlerce darbeyle ölmem gerekirdi, olmadı
Ve sadece sevgilinin sözleri öldürebildi beni
Uyurken başucunda, bir masalımız vardı bitmeyecek gibi
Ve bitti.

Ne zaman değer vermediysem birine dost oldu ardımdan
Ve ne zaman sevdiysem birini, hep öldürdü beni
Vuruldum yine işte, akıllanmadım geçmiş ölümlerimden
Akıllandım sanmıştım oysa, düşmanın darbesi öldürmedi beni
Duyun dostlar, sevdiğim vurdu beni ve kanlar içinde bıraktı
Ölümümü beklemeden, hiç tanışmadığımız günlere döndü
Ve öldüm.

Ölümümün ardından ağıdımı kendim yaktım
Kendim ağladım arş-ı alâya figanımı yolladım
Dirilmez dediğim ruhumun ardından, dua okurken
Küllerimden doğdum yeniden, sevgiliye inatla
Ölümü görmeden gitmişti oysa, bil bunu sevgili
Ben doğdum.

Üç gün sürdü ölümüm, üç gün cesettim sadece
Üç gün ağladım kendime, üç gün, gün boyu öldüm
Hasret kaldığım yüzü de, gözü de, teni de sildim
Ne senden bana sen kaldı sevgili, ne de ben
Bitmişliğim vardı, kabirsiz cesettim sadece
Bugün güneşin doğuşunu seyre daldım
Güneş gibi doğdum sevgili
Ve sen öldün.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #735
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Değiştir yıldızların yerini
ayın yerini

Korkma güneşten
aç gözlerini

Bir su damlası ol
saçıl maviye
gökkuşağına boya renklerini

Uç bir kuş kanadında
rüzgara karşı
takıl bulutların peşine

Fırtına ol, meltem ol
danset başaklarla
nedensiz aşık ol delicesine

Yağmur ol,
düş sevdiklerinin üstüne
Azgın bir nehir ol
ak akabildiğin yere

Durma öyle

karış toprağa çoğal
sevda ol,aşk ol
aç çiçeklerini
aşk dolu yüreklere

Seni sevdiğini düşün
herkesin

Çekinme
kandır kendini
sevginin olduğu yerdesin

Sil at
hayatından mutsuzluk veren
herşeyi

Birgün
anlıyacaksın nasıl olsa
vakit dolduğunda

Sevmek yanlışsa
doğruyu yapmak
kimin umurunda..

öner kaçıran
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Aralık 2006       Mesaj #736
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUK KALP AŞKA BÜYÜR


Ellerini ceplerine götürdü. Tuzlu çekirdek çıkardı bir avuç. Parmaklarının arasından düşenlere aldırmadan, beyaz bir güvercin tutar gibi gururla baktı yüzüne. Al der gibi. Aşk bu muydu? Sevdiğine bir avuç çekirdek vermek miydi? Vermeyi istemek miydi? Ne olursa olsun... Başkaları nasıl yaparsa yapsın aşkın felsefesini, onun şimdi yaşadığı zevki kimse tarif edemezdi. Onüç yıldır hiç böyle olmamıştı. İçi başkaydı. Ürperiyordu çoğu defa. Nefes alışlarındaki ritimsizliği fark ediyordu. Kalbinin atışlarını sanki bütün şehir duyuyor gibi geliyordu ona. Varsın duysundu bütün şehir ne çıkar ki...

İçine kapanıktı. Çok fazla arkadaşı da yoktu. Ama seviliyordu yine de herkes tarafından. Sessizliği, suskunluğu rahatsız etmiyordu kimseyi. Babasının bahçelerine diktiği kayısı ağacını çok seviyordu. Her gün dibine oturup ağacın, o gün hangi ders varsa okulda, o dersin defterinin ortasına, sonuna, neresi olursa oraya bir şeyler karalıyordu, yazıyordu. Yazmayı seviyordu. Annesi onun bu yalnızlığına alışmıştı. Eğer bahçedeyse bilirdi ki yine hayal âlemine dalıyor. Ve onu hiç rahatsız etmezdi.
Mahalleden arkadaşlarının yanına gittiğinde çok çabuk sıkılır, hemen kaçmanın yollarını arardı. Çünkü onun, kayısı ağacına anlatacağı bir sürü şeyi birikirdi. Anlatmasa ölürdü...

Çekirdeği uzattı avuncuna Ayla’nın. Sanki Ayla çekirdeği alırsa onun terli ellerinden, ona âşık demek olacaktı bu. Bir çeşit kumar gibiydi. Sanki çekirdeği alsa Ayla, ben de bu anı bekliyorum diyecekti. Sanki çekirdeği alsa varsın dünya olmayıversindi. Ya almasa... İşte o zaman felaketti. Aşkına karşılık vermiyor demekti. Seni sevmiyorum, sevemem demekti. Yani o terli çekirdeği almasa dünya o zaman yok oluversindi.

Bu kadar uzun olur muydu böyle bir sahne. Bir ömür gibi geldi bu an ona. Koşarak bakkala gitmiş, bakkaldan aldığı bir bardak çekirdeği cebine doldurmuş ve yine koşarak bahçeye gelmiş, Ayla’yı beklemişti. Ayla bahçeye gelecekti, kayısı ağacının dibine oturacaktı. Öyle sözleşmişlerdi.

Cemal, ne kadar mutlusundur şimdi. Öyle değil mi? Şimdi dünyan iki kişilik... Üçüncüye yer yok bilirim. Boyun mu uzadı nedir... Yoksa yarısı aşk mı gördüklerimin? Saçlarını taramamışsın. Uykusuz da görünüyorsun. Umarım iyisindir.

Ayla, sessizce, usulca uzattı elini. Cemal, avucunun arasından dökülenlere aldırmayarak çekirdeği döktü avucuna Ayla’nın. Kalbini boşalttı avucuna. Aşkını, uykusuzluğunu, umudunu ve umutsuzluğunu boşalttı. Aşk buydu işte. Aşk, bir avuç çekirdeği paylaşmaktı sevdiğinle. Öylece bakakaldı Ayla’ya. Ah Ayla bi de sen kendini görebilsen “ben” gözüyle.

Oturdular kayısı ağacının dibine. Ayla sanki eve geç kalmış ve gizlice odasına sekerek giren genç kız bedeniyle çekirdeği dişlerinin arasına götürürken, Cemal, eline aldığı dal parçasıyla toprağı eşeliyordu. Sanki Ayla kalkıp giderse, bir daha dönmemecesine giderse eşelediği toprağa girip bir daha uyanmayacaktı Cemal. Sanki Ayla kalırsa köklerini salıp Cemal’in yanında, o toprağa umut ekecekti.

Konuşmadan dakikalarca kaldılar öyle. Aşkın büyüsünü bozmak istemiyordu Cemal. Konuşursa aşk sözcüklerin arasında kaybolacaktı. Konuşursa camdan bir peri kızı olan aşk tuzla buz olacaktı. Aşk kalabalığa gelmez, kalabalığı sevmezdi.

Vanilya kokusunu içine çekti Cemal. Ne kadar çok severdi. Ayla’nın boynundan esen vanilya kokusu. Bütün iç organlarının hareketlendiği aşikârdı. Toprak kokusuna karışan vanilya kokusu. Bu kokuyu tanıyordu Cemal. Ne zaman sokaktan geçse ve bu koku varsa, mutlaka bilirdi ki Ayla geçmiş bu yeryüzünden. Yine annesinin parfümüyle yıkamış bedenini. Olduğundan daha olgunlaştırıyordu bu koku onu. Ve sanki bir işaretti bu. Ayla kaybolsa Cemal bu kokuyu takip ederek bulacaktı onu. Gizli bir oyun gibi olduğunu düşündü Cemal. Aradan yıllar geçse de bu kokuya koşacaktı. Kaç gece bu kokuya uyanmıştı kim bilir... Sanki onüç yıldır bu kokuyu arıyor gibiydi...

Göğsünün çatalının terlediğini hissetti Ayla. Onüç yıllık bir göğüs terler miydi? Terlerdi elbette... Aşk toprağa düşmüş bir çekirdek tanesiyse terlerdi. Şimdi ter taneleri yemyeşil bir yaprağa tutunmuş bir çiy tanesi gibi duruyordu üzerinde. Vücudunun sıcaklığı nasıl da arttı öyle. Yanıyordu bedeni. Ve sebebini biliyordu bu yanmanın. Sevişmek neydi biliyordu. Öpüşmek neydi, görmüştü çoğu defa televizyonda. Aşk neydi biliyordu... Öpüşmenin verdiği mutluluğu soramasa da annesine ya da babasına biliyordu ki; aşk ağızdan ağza akan nefeste gizliydi. Şimdi Cemal yanındaydı ve dokunmak için o kadar istekliydi ki ona. Dokunsa Cemal yok olmazdı değil mi? Çekirdeği dudaklarının arasına götürüp aşkın sesini çıkarmaya devam etti... Sevişmek çekirdeğin dişlerde çıkardığı sesti. O ses aşk doğuruyordu şimdi. Ve aşk ayrılığın simetriğiydi.

“Ne zaman gidiyorsunuz?”
Bir çırpıda çıktı ağzından Cemal’in. Kayısı ağacının dallarına konan kuşlarının aniden kanat çırpıp uzaklaşmasıyla ağaçtan, ürperdiler. Oysa o ana kadar fark etmemişlerdi kuşları. İkisi de başlarını kaldırıp gökyüzünü seyre daldılar. Kuşlar nasıl telaşla uçuşuyorlardı. Nereye gidiyorlar acaba diye meraklandılar. Nereye gidebilirler ki...

Ayla nereye gidebilir ki... Cemal kalbini bağlamamış mıydı Ayla’nın ayak bileğine... Nereye giderse gitsin kalbini de sürüklemeyecek miydi? Ve gideceği mesafe ne kadar uzarsa kalbi o derece parçalanmayacak mıydı? Hunharca öldürülen bir bedenin kentin sokaklarında saatlerce gezdirilmesi ve o bedenin paramparça olması gibi bir şey miydi kalbin durumu. Kalp neden hep ayrı düşerdi beyinden...

“Bilmiyorum”...
Uzun bir tünelden, karanlık bir tünelden çıkan tren gibi çıktı bu sözcük Ayla’nın ağzından. Bilmiyordu ne zaman gideceklerini. Ama gideceklerini biliyordu. Cemal’e bir daha bu kadar yakın olamayacağını, onun kokusunu hissedemeyeceğini, Cemal, her evlerinin önünden geçtiğinde kalbinin nasıl kıskaca alındığı anı bir daha yaşayamayacağını biliyordu. Ve belki de ilk defa niye bu kadar yavaş büyüyoruz diye sitem etti. Kendi kararlarını kendisi verebilecekken, başkasına bağlı olmanın acısını ilk defa bu kadar derinden hissetti. Göğsünün teri kurumasa ne güzel olurdu...

Neydi kendisini Cemal’e iten şey. Bakıldığında sıradan biriydi Cemal. O halde sıradan bir varlığı kutsallaştıran şey neydi... Yalnız olması mıydı, yalnızlığını paylaşmaması mıydı, gizemli dünyası mıydı, ya da hepsi miydi? Cemal, çocuk kalbim “sen” doğurdu... Ve kalbimde büyüyorsun durmadan.

Çekirdeği yemiyordu artık. Avucunun içinde sıkı sıkı tutmuş bırakmıyordu. Sanki bıraksa cemal düşecekti avucunun uçurumundan. Ve başını çevirip Cemal’e baktı. Cemal gözleriyle bir ayrılık çiziyordu toprağın karnına. Cemal gözyaşı çiziyordu kentin en aşk yerine. Cemal huzursuzdu şimdi. Kuşlar da uçmuştu sevdanın çağla dalından. Geriye yarım iki beden kalmıştı. Ama o iki beden de bir bütün olamayacağını biliyordu.

“Seni seviyorum”...
Çıktı sözcükler gün yüzüne. Nasıl çıktığının ne önemi var ki... Cemal söyledi de bu cümleyi, rahatladı mı sanki... Daha bir keder, daha bir karmaşa...

“Seni seviyorum”...
Yorgun indi sözcükler dalından. Nasıl indiğinin ne önemi var ki... Ayla söyledi de bu cümleyi, rahatladı mı sanki... Belirsizliğe giden bir arabanın arkasından düşen, kanayan iki çocuk gibi... Daha bir keder, daha bir karmaşa...

Cemal dokundu Ayla’nın çocuk parmaklarına. Ayla dokundu Cemal’in çocuk bedenine. Sihirli bir kapının “kapan susam kapan” komutuyla kapanması gibi kenetlendi parmakları birbirine. An akmasa, gün devretmese bütün yüküyle görevini başka bir güne. Hep onüçte kalsalar, hep kayısı ağacının dibinde...

Hava kararmaya başladı. Ne kadar çabuk geçti zaman. An! Dur An! Saçların Ayla, gittiğin gün intiharım olsun benim. Dola boynuma. “sen” öleyim. Gitme desem, kal desem... Diyemem ki...

Ah Cemal! Gitmem gerekiyor. Sensiz bir beden, içi boş bir çuval gibi duracak bende. Ve en aciz rüzgârda bile savrulacak oradan oraya. Kalbimi resmetme gözlerinle. Acına dayanamam. Gitmem gerekiyor. Hava karardı...

Şimdi bütün öyküler çıkmazda artık. Bütün romanlar kendini asıyor izbe odalarda. Şimdi bütün şiirler sözcüklere boğuyor aşkın alfabesini. Şimdi ayrılık oturuyor sevdanın terkisine…

Büyüyorlardı. Bunu ikisi de fark etti. Büyümeye direnmek neyi değiştirirdi ki. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ayla gidecekti, Cemal gidenin arkasından bakacaktı. Bakmak bir şeyi değiştirmeyecekti.

Ayla doğruldu yerinden. Cemal oturduğu yerde kaldı. Ağlıyordu şimdi. İçine akıttığı okyanusun sesini bir tek kendisi duyuyordu. Boğulsam keşke o okyanusta. Adım anılmasa hiçbir yerde, eğer anılmayacaksa seninle birlikte. Gözlerim görmese hiçbir şeyi, eğer görmeyecekse yüzünün aydınlığını. Kalbim olmasa, eğer olmayacaksa kalbinin kılcalında.

Gözyaşlarını içmek isterim senin Cemal. Kana kana içmek isterim ki “sen” yeşereyim. Gittiğim her şehre adını yazayım. Bastığım bütün topraklarda ayak izlerine eş tutayım gölgemi. Gözlerimi sana vereyim, olmayacaksan zifiri yalnızlığımda yanımda. Kalbimi boş bir kuyuya atayım, sensiz nefes almaz ki…

Akşamın karanlığı şimdi ikisinin de üzerinde. Tanrım vanilya kokusunun kaybolmasına izin verme. Tanrım çocuk yüreğime ateş düşürme… Tanrı, üzmez kullarını ya, üzülüyorum tanrım.

Akşamın sessizliğine karıştı Ayla. Yok artık, olmayacak bir daha. Cemal neylesin şimdi kayısı ağacının dallarını. Neylesin toprağa gömdüğü şiirleri. Neylesin defter arkalarına çizdiği bir çift gözü. Ayla gidiyor. Dur diyemiyor Cemal. Büyüse ne çıkar ki bundan… Ölse, tek kişilik ölemez ki…

Ağırlaştı Cemal. Tonlarca ağırlık var sanki üzerinde. Ayla, cehennemimde beni sensiz bıraktın. Şimdi bütün oyunlardan yenik ayrılıyorum. Saklambaçlardan çıkmıyorum. Uçurum kenarlarına kuruyorum kartondan evimi. Penceremin nereye açılacağını umursamıyorum. Bütün bilyeleri kurşun gibi böğrüme atıyorum. Ben bu oyunlardan hezimete uğramış asker bedeniyle ayrılıyorum. Yoksun Ayla…

İki gün sonra öğrendi Cemal Ayla’nın gittiğini. Anlamıştı aslında, vanilya kokusunun yok olmasından. Ama bir türlü kendine gerçeği kabul ettiremiyordu. Anlatsa birilerine “çocuksun sen, çabuk unutursun. Daha neler göreceksin” masallarını dinlemekten korkuyordu. Ama anlatmak istiyordu bu çocuk kalbin nasıl büyük bir aşkla bağlandığını… Kayısı ağacının gizemini… Toprağa gizlenmiş bir sevdanın nasıl da boy verdiğini anlatmak istiyordu. Sussa patlardı kelimeler bütün organlarında…

Sustu Cemal. Ne kadar sustu. Ne zaman konuştu bilinmez kuşkusuz.

Sustu Ayla, sebepsiz. Ne kadar sustu, onu bir tek Cemal bilir kuşkusuz
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Aralık 2006       Mesaj #737
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Son defa
Sevmek istedim

Kahretsin ki

İlk defa öğrendim
Aşık olmayı

şimdi
ne sevgi istiyorum
ne de başka aşk

dilim susmayı
sen de
beklemeyi öğren yüreğim
a

..k
...ı
....m

.......s
.........a
...........b
.............r
..............e
................t



arzu altınçiçek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Aralık 2006       Mesaj #738
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşkta Yarın Yoktur Sevgili
Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur...Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında. Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya... İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır...Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...Birazdan sabah olacak...Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...

Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...
Aşkta yarın yoktur sevgili...
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
18 Aralık 2006       Mesaj #739
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım

Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle


Ahmet Telli
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Aralık 2006       Mesaj #740
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ha Ben Senim Ha Sen Ben

Say ha sen'im, ha sen ben’im, ha hasen’im, ha kimsem
Sevenim’çün sevenimden gayri olmadı kimsem
Dost tutmadım dost-u mutlak; sevda-yi Hak’tan gayri
O sevda ki; Alem sığdı, yetim kalmadı kimsem

Selçuk Bekar

Benzer Konular

6 Kasım 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
11 Mart 2012 / Mira Edebiyat
 Sonsuz
14 Şubat 2013 / buz perisi Matematik