Arama

Sonsuz Aşk - Sayfa 169

Güncelleme: 26 Ekim 2014 Gösterim: 555.266 Cevap: 2.787
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
22 Temmuz 2007       Mesaj #1681
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
Sensiz Aşk Sonsuz Aşk
Değil senin için yaşamak ölmek,
Sponsorlu Bağlantılar
sen alın yazımsın hep sonsuza dek,
sen eski bir ruyam hatırımda kalan,
uykuya daldığım görsem görmesem.

Açık ver gözlerinle hiç aldatmadan,
gizli kalan saklıdır ebedi aşktan,
göstersin bakışların hiç anlatmadan,
susdukca çığlık olsun aşk isyanından.

Süstür elem keder ayrılığımıza,
mabedmi aşkımıza şu yalan dünya,
küstür baharları küstür yazları,
zamanmı doğurdu böyle aşkları,
böyle bir aşkı.
Ertugrul Ergenay

Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1682
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
İhtiyar Adam Ve Yaşlı Karısı

Sponsorlu Bağlantılar
İhtiyar adam ker*** damın içinde gezinip durdu. Duvardaki eşinin resimlerine takılıp kaldı gözleri bir süre, derin bir iç çekti…

”Hey gidi Ferhat Ali heyy! Hey gidi günler! Nerede o daldan dala atlayan gençlik yılları, tuttuğunu koparan, o mutlu baharlar, mutlu yazlar, nerede etrafında fır dönenler? Şimdi şu evde tek başına, kimsiz, kimsesiz. Sesine ses veren yok. Ölsen kim duyar?”
Aynaya baktı bir süre, avurtları çökmüş, alnında derin çizgiler. Saçı, sakalı uzamış, yüzü kırış kırıştı. Gözlerinde derin ve korkunç bir hüzün vardı.
Yaşadığı mutlu günleri düşündü Ferhat Ali. Eşi Gülizar geldi gözlerinin önüne. Yüzünde acı bir ifade belirdi. Göz çukurlarından yanaklarına doğru damla damla yaşlar süzüldü biribiri ardına …

Bir ömür bütün güzellikleri birlikte soluklamışlardı, birlikte göğüs germişlerdi zorluklara. Üzüldüklerinde beraber ağlamışlardı, sevindiklerinde beraber gülmüşlerdi.
Çocukları olmamıştı ama bütün dedikodu ve beraberliklerini bozmak isteyenlere inat daha çok perçinlemişlerdi sevgilerini. Neler yaşamamışlardı ki hayatta, bu yalan dünyada neler görmemişlerdi ki.

Ayırmaya kalktıklarında kimse onların yüreğini yakan tertemiz sevdalarını düşünmemişti. Oysa onların sevdaları her şeyin üstünde, evlilikten de öteydi. Söz vermişlerdi sevdalarına, daha önemlisi biribirilerine.

Gülizar’sız hayat yoktu ihtiyar adam için, onsuz yaşayamazdı, bu Gülizar için de öyleydi. Sevgilerini içlerine gömüp biribirini bırakamazlardı. Aldırış etmemişti kimsenin sözüne ihtiyar adam, ayrılmamıştı Gülizar’ından. Çünkü yaşarsa onun için yaşayacaktı, sevdası için yaşayacaktı. "Çocuğu olmuyorsa salt Gülizar mı suçluydu belki kabahat kendisindeydi de."

Her defasında İsraf ettikleri, kaybettikleri güzellikler karşısında birbirilerinin gücüne inanarak, sarsılmaz sevgilerinin sağlamlığına dayanarak üstesinden gelip sürdürmüşlerdi hayatını.

En zor koşullarda bile sevgiyi, mutluluğu kazanma ve perçinleme yolunda hep aynı rüyayı görmüşlerdi, hep aynı sızıları duymuşlardı yüreklerinde, aynı pişmanlıkları yaşamışlardı.
Bedenleriyle değil, yürekleriyle aynı yolu yürümüşlerdi. Hiç ihanet etmemişlerdi yüreklerine... Hiç ihanet etmemişlerdi sevgilerine...

...
- İki ihtiyar yalnız kalınca tek bir şey söylemeden biribirine bakakaldılar:
Yüreği kan ağlıyordu ihtiyar adamın. Yaşlı kadın gözleri açık hiç kıpırdamadan yatağına büzülmüş yatıyordu. İhtiyar adam bu ölümüne sevdiği kadının yanına uzandı. Yaşlı kadın boynunu uzatıp yüzünü okşayan eline değdirdi. “Zavallı hayat arkadaşım benim artık ikimizde de iş kalmamış” deyip derin bir iç geçirdi ihtiyar adam...

İhtiyar adam hayat arkadaşını bekleyen büyük acıyı düşünüyordu... Şimdiden bu acıyı yüreğinin taa derinlerinde duyuyordu. Perişan durumuna, yaşlılığına, çektiği acıya yanıyor, elinden bir şey gelmediği için de kahroluyordu. İlk kez yüreği bu kadar sancıyordu.... İlk kez bu kadar çaresiz hissediyordu kendini. Doktorların bir kaç aylık ömrü kalmış demelerine karşın, inanmak istemiyordu bi-türlü bu sonuca. Ölüneceksede beraber öleceklerdi...

Dışarda durmadan şimşekler çakıyordu, sessizliği bozan bu gürültüyü duymuyorlardı bile. Anılarına gömülmüşlerdi her ikisi de. Gözlerini alabildiğine uzanan karşı dağlara dikmişlerdi. Sönmeye yüz tutmuş anılar uyanıyordu her ikisinin belleğinde, çok gerilerde kalmış mutluluk günleri canlanıyordu.

Dalgınlığı dağılmıştı yaşlı kadının, ince bir hüzün soluk yanağından bükülüp dudağının kıvrımına iniyordu. Yüzünün inceliğini, solukluğunu okşadı, elmacık kemiğindeki soluk çillerini öptü ihtiyar adam. Yaşlı kadının gözlerinden iki damla yaş süzüldü. “Öyle yalnız ve çaresiziz ki Ferhat Ali, bizden başka kimse yok içimizde biliyor musun” dedi yaşlı kadın..

Ortalık kararmıştı. Günün, en bahtiyar insanlarını bile az çok gamlandıran bir saatti. Yıllarca her şeyini paylaştığı ve kalbinden bir parça demek olan bir insanı ölüme terketmek kolay değildi.

Bütün soruları yanıtsız bırakıyordu ihtiyar adam, ağzını bıçak açmıyordu. Zar zor elindeki bastona yaslanarak kalktı yerinden, iki bardak çay doldurup geri geldi . Yaşlı kadın bir kaç adım ötede kıpırtısız yatıyordu, eski bir yatağın içinde kıvrılmış olarak küçücük bedeniyle...

İhtiyar adam geçmişteki bütün bu güzelliklerin kıymetini ise Gülizar’ın hasta düştüğünde daha iyi fark etmişti. O ulaşılmaz temiz sevgileriydi ki; gönülleri arasında yıkılmaz köprüler kurmuş. Gözlerine fer, gönüllerine ve ruhlarına aydınlık katmıştı, kapılar açmıştı mutluluklarına.

Hayat yolunda yalpaladıkları, sarsıldıkları olmamış mıydı? Olmuştu. Çok defa uçurumun kenarından dönmüşlerdi ama bütün bu engeller ve zorluklar vız gelmişti sevgilerinin gücüne.

Ama şimdi öylemiydi, zaman rüzgâr olmuş, yaprak gibi savuracaktı onları. Güçleri yetmiyordu, her birini bir yana düşürecek, ayıracaktı biribirinden.

-Yaşlı kadın her gün biraz daha hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Seven kalbi belliki artık bu hastalığa daha fazla dayanamayacaktı. Ker*** evinin o küçük odasında hergün biraz daha solmaktaydı. Gözü yaşlı, boynu bükük bir şekilde ölümü bekliyordu...

Gözlerini kapadı yaşlı kadın, bu küçük odada yalnız kaldığında gözyaşı dökmekten bıkmıştı...
Yinede engel olamıyordu pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. İhtiyar adamı düşündü ne yapacaktı zavallı yapayalnız bu dünyada, hastalanınca kim bir sıcak çorba verecekti. Yaşlı kadın kendi ölümünden çok kocası evin deliğinde yapayalnız ve kimsesiz kalacağına içi yanıyordu.

"Bu dağ başında yapayalnız, kimsesiz yaşlı bir ihtiyar, tek başına nasıl yaşardı? Kim ekmeğini, aşını pişirir." Bunu düşünmek bile içini burkuyordu.Yaşlı kadın hep bunları düşünüyordu.
Kocası evden çıktığı zaman hep aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu...

“Eskiden köy ne kadar kalabalık, ne kadar canlıydı, yaz akşamları, harman günleri, hele güz ayları düğün düğün üstüne olurdu. Kış ayları her akşam bir yerde toplanıp köy yaşlılarınca hikayeler, masallar anlatılırdı. Şimdi köy ıpıssız, bizim gibi bir kaç yaşlı kimsesizden başka kimsecikler kalmadı. Kimileri büyük şehirlere, kimileri avrupa’lara gidip yerleşti. Buraları terk edenler, bir gün geri dönüp gelirler mi bilmem?

-İhtiyar adam, usulca yaşlı kadının başına dokunup bir öpücük kondurdu alnına: “Gülizar kadınım uyan ben geldim” Değirmende sıra beklemekten eve geç kalmıştı.
Yaşlı kadın, hafifçe silkinerek gözlerini açtı, yerinde doğrulmaya çalıştı ama doğrulamadı.
Elinin tersiyle ağzını kapayıp esneyerek: “Ben de seni beklerken uyuya kalmışım. Bu gün bana bir hal oldu. Durduğum yerde dalıp dalıp gidiyorum”.

Yaşlı kadın, başını yastığa dayayıp, karşısında ayakta duran ihtiyar adama dalgın dalgın gülümsüyordu. Eliyle yanında yer göstererek: “Otursana canımın direği” dedi.
Karısının biraz daha iyi olduğunu görünce İhtiyar adamın yüzündeki yorgunluk, endişe ve gerginlik geçti. Ama yaşlı kadının yanaklarında ağır bir hastalığın zehrinden yeni uyanmış insanlara mahsus bir solukluk dalgalanıyordu.

İhtiyar adam, belini tutarak bastonuna dayanıp oturdu yatağın bir ucuna.
Yaşlı kadının içine bir şeyler doğmuştu sanki. “Bu beraber son gecemiz belki. Belki de son gülüşümüz, son bakışımız, son el ele tutuşumuz. Sıkı tut ellerimi bırakma Ferhat Ali.” Yıllar yılı birlikte sevindiği, kahır çektiği, kahır çektirdiği eşinin sıkıca tuttu elini İhtiyar adam... Parmaklarının arasında hafifce okşadı güçsüz ellerini.
“Ne kadar acı çekip, ne kadar çabuk yaşlanıyoruz, ne kadar az yaşıyoruz değil mi Ferhat Ali?.
Çekip giderken kime ve nereye bırakacağız anılarımızı, sığar mı bu daracık yere?” diyordu.

Dalıp gitmişti yine ihtiyar adam. Kar altında bir dağ köyü gibiydi şimdi anıları, tavana asılıp kalmıştı gözleri. Gözlerini kapattı, duman duman hüzün çöktü üzerine.
Şimdi anlıyordu ki bir kurşun kalem, bir de silgi gerekliydi yazıp yazıp silmek için kanayan yerlerini, bu kısacık ömründe. Yıllarca yazdığı şiirleri Gülizar özenlice saklamıştı. Yine de arada sırada bir şeyler karalamayı severdi.

Geç saatlerde yaşlı kadının rengi sapsarı kesilmişti. Göz kapaklarını zar zor açıyordu, tekrar elini uzattarak bir şeyler söylemek istedi yaşlı kadın ama söyleyemedi, dili ağırlaşmıştı... Dudakları titredi, gözleri doldu, içten bir bakış attı eşine. Salt acıydı bakışları, konuşmak istedi konuşamadı.

O cıvıl cıvıl hep yaşama sevinci dolu, her şeye rağmen kendisini teselli etmeye çalışan Gülizar’ı bumuydu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu ihtiyar adam. Eli ihtiyar adamın elinde öylece uykuya dalmıştı yaşlı kadın.

Sabah bir telaşla uyandı ihtiyar adam, yaşlı kadının nefesini dinledi. Yüreğinden bir şeyler koptu. O kocaman dev gibi adam küçük çocuklar gibi sarsıla sarsıla ağladı. Yorgun… Örselenmiş, ama içi Gülizar’ın sevgisiyle dolu yüreği paramparçaydı şimdi…

“Vay benim kara yazgım vay!... Ne olacak şimdi benim halim! Bu daracık yerde tek başıma ne yaparım, kiminle bölüşürüm anılarımı... Kiminle bölüşürüm acılarımı... Bırakıp gitme beni. Vay benim başıma... Vay ki, vayyy...‘’

........
-Arada günler geçmiş, dalıp gitmişti harman yerinde ihtiyar adam. O arada bir sivrisineğin eline sokmasıyla kendine geldi. Düşüncelerinden sıyrıldı. “Sızlanmayı bırakıp işe bakmalı gayrı, şimdi iş zamanı...” “Çalışmasam bu değirmen dönmeyecek, hem hazır para çabuk suyunu çeker. Zor günlerde elinin altında biraz para olmalı ki, Hasta olursan ilâç, kefen paran olsun hiç değilse, ele güne karşı rezil olmayasın.” Deyip kendi kendine konuştu.

İhtiyar adam derin bir yalnızlık duygusuna kapıldı. Taşlı yolda ayaklarını sürükleyerek dağ yoluna doğru yöneldi. Tasalı bir yürek ve karmakarışık düşüncelerle koca bir dünyada yapayalnızdı artık.

Sevmişti Gülizar’ını, hiç kimsenin anlayamayacağı, sevemeyeceği , hiç düşünmeden uğruna canını verebileceği kadar çok. Uykularını paylaşmışlardı geceler boyu, uykusuzluklarını.

Askere gittiğinde hep Gülizar’ını düşlemişti, ışıl ışıl gözlerini nereye gitse, ne yapsa hep yanında taşımıştı. O dünyalara sığmayacak aşklarını küçücük yüreklerine sığdırmışlardı. Hep bir gün kavuşacağı günün hayaliyle avutmuştu kendini. Ayrı geçen her gününü yaşanmamış sayardı.

Gökyüzü zifiri karanlıkken , zorlu bir dünyada bile onlar hep el ele sevdanın, sevincin içineydi. Hep birlikte olmaktı temennileri, düşleri. Beraber yaşayıp beraber ölmekti.
Hep pembe düşlerle yaşamışlardı, içinde sevginin, saygının bolca olduğu, içinde sadece ikisinin bulunduğu, sakin, sade, gösterişten uzak bir dünyaları vardı.

Bu kısacık ömürlerinde en güzel geceleri,günleri en güzel sevinçleri paylaşmışlardı.
Sevmeyi, özveriyi ondan öğrenmişti ihtiyar adam. Yüzü gülerken, içinde mutlu olabileceğini öğretmişti ona. Yaşamanın onunla güzel olduğunu göstermişti. Şimdi onsuz yaşamanın ne kadar mutsuz ve anlamsız olduğunu düşünüyordu ihtiyar adam.

“Hep birlikte olmalıydık biz”, diyordu “öyle güzeldi hayat. Söz vermiştik birbirimize , sözümüzü tutamayacağımızı bile bile. Feleğe söz geçiremedik, her inlediğinde yüreğim hançerlendi benim. Çiçeğimdi o , incinirse boynu bükülür diye dokunmaya dahi kıyamazken, o amansız hastalık halden hale sokmuştu onu.”

İşte hayat nasıl onları bir araya getirdiyse, öylece ayırmıştı yollarını. Günler günleri kovalamıştı, aylar ayları, yıllar yılları. Ve hasreti her gün biraz daha derinleşmişti. “Acıdır, sonsuza dek koptuğunu anlamak; ama dayanmak gerek, ayağını toprağa basmak gerek yine de”diyordu ihtiyar adam...

İhtiyar adamın gözleri yaşarmıştı. Günün ışıkları sakalında takılıp bir kaç damla gözyaşını ışıldatmıştı. İhtiyar adam başını kaldırıp güneşin doğuşuna baktı bir süre. Uzakta bir kuş sürüsünün havalanışını gördü. “Uçun” diye geçirdi aklından, gidin dilediğiniz yere. .. Kanatlarınız yoruluncaya dek uçun!...

Can sıkıntılarını yüreğine doldurduğu acılı günleri yaşıyordu ihtiyar adam. Akşam olurken simsiyah kederler çöküyordu üstüne. İçinde biriktirdiği mutlu yıllardan teselli arıyordu.

Sağ eliyle yanaklarını ıslatan yaşlarını silip oturduğu yerden ayağa kalkarak bastonunun da yardımıyla ağır aksak yürümeye koyulmuştu… Her ne kadar ağlamamaya çalışsa da, ağlamaktan kan çanağına dönmüştü gözleri. Yüreğini paylaştığı, bir ömür beraber yaşadığı Gülizar’ı yoktu artık…

Yürürken Gülizar’ı düşünüyordu hep ve ihtiyar adam zaman zaman, kendini o mutlu günlerde buluyor, içinde hiç bir acı ve ümitsizlik hissetmiyordu sanki...

Ağlıyor ve arkasına bakmadan yürüyordu… Evine mi? Köyüne mi? Hayır...
Gidiyordu işte gözyaşlarını geride bırakarak.... Darmadağın olan yüreğini vurup sırtına gidiyordu. Ama nereye gittiğini ne kendisi ne bir başkası biliyordu...

Derin bir göğüs geçirdi; dönüp son kez evine baktı ve dönmemek üzere yürüdü Munzur’a doğru. ..
Ardında sevdiği kadını ve binlerce hatırasını bırakarak…

GÜLSEN AY..

My Love For You - avatarı
My Love For You
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1683
My Love For You - avatarı
Ziyaretçi
sonsuz aşkım



sonsuz askim senin gozlerin yeter bir bakis bir gulusunle bu dunya diz coker
seninle biz ayri dunyalardan olsak bile bulusuruz

inci inci gozlerin var bakar bana yesili var seni birgun gormesem deli olurum
sana hala cok ihtiyacam var ..... sonsuz askim....

sonsuz askim seni her halimle seviyorum seveceyim unutma ben her zaman
seninleyim seninle biz ayri dunyalardan olsak bile bulusuruz

inci inci gozlerin var bakar bana yesili var seni birgun gormesem deli olurum
sana hala cok ihtiyacım var

inci inci gozlerin var bakar bana yesili var seni birgun gormesem deli olurum
sana hala cok ihtiyacım var ....sonsuz askim...

sen atesteysen ben kordayim sen dardaysan ben zordayim
birgun bu dunyadan kocup gidersen inci gozlum bilki ben senden once ordayim
sonsuz askimm
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1684
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
sonsuz bir sevgi için açtım ellerimi sana
yağmur ol yağ avuçlarıma içeyim seni kana kana
yaşam kaynağım ol mutluluk ver bu cana
sonra al bu can senin olsun

isterse gÜneş doğmasın karanlıklar içinde kalayım
yeterki elimi uzattığımda saçlarına dokunayım
karanlıklar içinden gözlerinin ışığıyla kurtulayım
sonra seninle bu hayatı paylaşayım

sevilen sen olunca aşk gÜzel
aşkımın ateşini hissetince bÜtÜn dertler biter
dudağındaki bir tebessÜm dÜnyalara bedel
sonra diye birşey kalmaz herşey aşkımla biter BETÜL DEMİR..
Mikropçuk_11 - avatarı
Mikropçuk_11
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1685
Mikropçuk_11 - avatarı
Ziyaretçi
Aranan Aşk

bir benmiydim aşık olan sayfalarına
şiir yazan kalem misali
uğuldayan ağaçlarda duyumsuyorum
yaprak yaprak seni
yoksa ay ışığı gacelerde resmini
gördüğüm serin sulerda senmiydin
çölde yalnız kalan dudaklarına
serin sulardan içireceğim
ısıtacaksın ellerinle gözlerimi
koklatacağım şiirlermi avuçlarımda
birer birer açacağım
gönül sayfalarını
kilim gibi dokuyacağım aşkımı
desen desen motif motif rengarenk
işleyeceğm kalbine

Behzat Mansuroğlu
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1686
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Sonsuz Aşk

Kavşaktan dönüp otobana girmişti.Vites değiştirip gaza bastı tekrar.Artık kendini tamamen kaybetmişti.Ruhu bedeninden ayrılmak ister gibi çırpınıyordu.Gözünün önünde tek bir görüntü,kulaklarında yankılanan seslerle sabitlenmiş bakışları,o gidiyordu.Gidiyordu işte tıpkı kendisinden istendiği gibi.Yaşama dair her şey silinmişti artık.Nefes aldıgını bile hissetmekte zorlanıyordu.Gözleri doluyor ama bir türlü akmıyordu gözyaşları.Sanki gözyaşları bir yerlerde kilitlenmiş kalmıştı ve kalbine hançerler saplanırken o aglayamıyordu bile.Bu nasıl dayanılmaz bir acıydı.

Virajlı yola girdiğini gösteren tabelanın yanından geçti.Hız ibresi bile onun duygu seline kapılmış,kontrolden çıkmıştı tıpkı ruhu gibi.Boyut değiştirmiş ,tanımlayamadıgı bir virdaba girmiş gibiydi.Zaman,mekan,kimlik kavramlarını yitirmiş sadece gidiyordu.Gözlerini kapattı.Gözyaşlarının akmasına öyle ihtiyacı vardı ki o an.Yaşların yanaklarına süzülmesini ister gibi yutkundu.Sag elini karnındaki bebeginin üstüne koydu.Öylece kalmak istedi bir an,bebegine sarılır gibi.

Kullanmakta oldugu araba durdu aniden.Arabasının direksiyonunda oldugunu tam da bu sırada fark edebilmişti.Ama çok emindi,firene basmamıştı ki.Bir şaşkınlık halinde gözlerini açtı.Otobanın ortasında durmuştu gerçekten.Camın kenarındaki silueti fark etti ardından.Gözlerine inanamıyordu.Sevdiği adam arabanın yanında dikilmiş,el kol hareketleriyle kapıyı açmasını işaret ediyordu.Bebeğinin yanından alıp elini,bugulanmış gözlerini sildi.O şaşkınlık ve heyecanla eli ayagına dolaşmıştı.Sevdiği adama ulaşmak ister gibi kapıya dogru egildi.Kapıyı açmaya zorladı.Sıkışmıştı.Açılmıyordu.Böylesi bir anda tam da sırasıydı.Zorladı arabanın kapısını bir süre.Uzun bir ugraştan sonra nihayet kapıyı açtı.

“Sen…” diyebildi ardından,gözlerinde kayboldugu erkeğin bakışlarıyla karşılaştıgında.

“Sen…Burada..Ama…” kekeleyebilmişti sadece,bir araya getiremediği kelimeleriyle.

“Evet,bebeğim”dedi sevdiği adam.

“Bebeğim” derken öyle içten,öyle sıcak söylemişti ki sanki vucüdu buz kesmiş ve tek kelimeyle eriyip,ruhu sevdiği adamın ayaklarına serilivermişti.

“Senden özür dilemeye geldim,bitanem.”
“Lütfen,affet beni…”

Bu bir rüya olmalıydı.Yok,yok,hayır…Asla rüya olmamalıydı. “Nolur ,tüm bunlar gerçek olsun” diye geçirdi içinden.

Ama daha dakikalar önce,o sözleri haykıran adam…Şimdi…Sahi ne kadar olmuştu yanından ayrılalı,zaman kavramı karışmıştı.Nerden çıkıp gelmişti?Nasıl bulmuştu onu?Sorular bulandı zihninde.

“Ne önemi var” dedi kendi kendine.Seviyordu işte!Gelmişti.Ona gelmişti.Tuhaf bir heyecana kapıldı.Sevinmeli miydi her şeyi unutup?

“Ama..Sen bebegimin,bebeğimizin senden olduguna bile inanmayıp benden gitmemi istemiştin,hayatından çıkmamı istemiştin.Sensin gerçekten bu ,değil mi?Gerçeksin sen, değil mi?” dedi ardından gözyaşları içinde.

Elini gözlerine götürdü sevdiği adam tüm içtenliğiyle.

“Özür dilerim, her şeyim.Özür dilerim, ay yüzlüm.Ben tam bir eşeğim hem de tam manasıyla.Nolur affet beni” dedi sevdiği adam, titreyen sesiyle.

Duyduklarına inanamıyordu.Peki neden dakikalar önce o sözleri söylemişti?Üstelik kendisine inanmamıştı.Halbuki onu, kalbini söküp avuçlarına bırakacak kadar çok sevdiğini bilmiyor muydu?Hayatındaki ilk erkekti ve son erkek olması için Kuran’a el bastırıp yemin ettirmemiş miydi?O hiç kıyamadıgı sevdiğini nasıl basit bir kız,basit bir kadın gibi aşagılayabilmişti?Ya da nasıl bir başkasına dokunabilecegini,dokunmaktan öte birlikte olabilecegini aklına getirmişti.Nasıl yapabilirdi ki böyle bir şeyi,ruhunu ona kenetlemişken?Onsuz bir hayatı aklına bile getirmeye deli gibi korkarken nasıl ihanet edebilirdi,tenine sinmiş kokusuna.

Gözyaşlarına boguldu tekrar.

“Neden yaptın,her şeyim.Neden…Seni çılgınlar gibi severken sana ihanet edebilecegimi nasıl düşündün?” .Hıçkırıklarına boguluyordu sesi.

“Bilmiyorum,bitanem” diye kekeledi adam. “İnan bilmiyorum.Sana kendimi nasıl affettirebilecegimi de bilmiyorum.Sadece seni çok seviyorum”.Gözleri dolu dolu olmuştu erkeğinin,başını önüne egerken pişmanlık okunan yüzünde.

Gözlerindeki bir damla yaşa nasıl kıyardı ki?Vucüdü titremeye başlamıştı.Ölümle yaşam arasında bir yere kilitlenmiş hissetti ruhunu.Uzanıp gözyaşlarını silmek istedi sevdiği adamın.Başaramadı.Kolunu kaldıramayacak kadar bitkin kalmıştı bedeni.

“Lütfen sarıl bana” dedi.
“Lütfen…”.

Gözyaşlarına hakim olamıyordu artık.Kalp atışlarının yavaşladıgını hissediyordu sanki.Gözkapakları kapanmak için direniyordu.

Sevdiği adam kollarının arasına aldı onu. “Gidiyoruz” dedi ardından.
“Nereye?...” diyebildi,kısılmaya başlayan sesiyle.

“Hiç bırakmayacagım artık seni,bitanem.Sana yaptıgım hatayı telafi edecegim ve seni sonsuza dek sevmek için yaşayacagım bu dünyayı.Senin için.Bebebgim için.Bebegimiz için…”

Karnında sevdiği adamın bebeğini taşıyordu gerçekten.Sevdiğinden bir parça onunla nefes alıyordu.Kanındaydı tamamen sevdiği.
“Duyuyor musun, bebeğim” dedi.
“Baban artık bize döndü.İkimizi de seviyor.Artık hiç gitmeyecek.Aile olacagız üçümüz.Baban yanımızda.”

Ruhundan bedenine bir huzur yayılmaya başlamıştı.Kanının damarlarına aktıgını hissedebiliyordu artık.Güçülükle gülümsedi.Yorgun gözlerinde ufak bir tebessüm belirdi.Tüm gücüyle sarılmayı denedi sevdiğine ama hala çok güçsüzdü.

“Her şey düzelecek,bitanem.” dedi erkeği daha güçlü bir sesle. “Şimdi gidiyoruz sonsuzum.Sonsuz mutlulugumuza gidiyoruz.Hep seninle olacagım yere sonsuzlugumuza gidiyoruz.”

Yaşadıgı tüm kötü anları unutmuş,sevdiğinin sıcaklıgına bırakmıştı artık kendini.Öyle huzur dolmuştu ki bedeni.Peri masalında gibi hissetti kendini.Güvendeydi artık ve kapattı gözlerini,yaşanabilecek en harika huzurla.Bebeğine sarılmak ister gibi elini karnına götürdü ardından.Bir ıslaklık degdi parmak uçlarına.Telaşla açtı gözlerini.

Sevdiği adam nerdeydi?Bu insanlar kimdi?

“Kalp atışları hızlandı” dedi hemşire.
“Gözlerini açtı” dedi bir başkası ve ona dönerek “Sakin olun hanfendi” dedi.

Nasıl sakin olabilirdi ki?Noldugunu anlamaya çalışan bir telaş ve endişeyle zar zor başını kaldırıp parmak uçlarına baktı.Kan..Hayır,kan..Gözlerinden yaşlar boşlamaya başlamıştı.

“Bebeğim..” diyebildi gözyaşlarına bogulan hıçkırıkları arasında. “Bebeğim..”.Sevdiği erkegin tek parçası.

“Çok kan kaybediyor” diyen bir başka ses yankılandı odada.

Artık anlamsızlaşmıştı dünyası.Ya az önce yaşadıkları.Gerçek değil miydi?Sevdiği adam yoktu işte yanında.Hepsini kendi mi uydurmuştu?Hepsi bir hayalden ibaretti demek ki.Sevdiği adam ona inanmamıştı.Dünyasından çıkarıp atmıştı gerçek olan buydu.Gitmesini istemişti,hayatından çıkıp gitmesini.

Odada yankılanan insan sesleri arasında onun kulaklarında sadece sevdiği erkeğin sesi “ artık seni istemiyorum.Nerden bileyim bebeğin benden oldugunu.Sevmiyorum artık seni.Sevgim bitti,tükendi..” diyordu sürekli.

Artık bebeği yoktu.Kendi eliyle öldürmüştü,vucudundaki sevdiğin erkeğin parçası.Böyle bir acıya katlanılabilir miydi?Düşünenemeye başladı zihni.Odadaki sesler,zihnindekiler silinmeye başlamıştı.Herşey bulanıklaşmıştı.Gitgide siliniyordu hayatı.Karanlık çökmeye başlamıştı sanki,sonu görünmeyen bir karanlık.

Odada tam bir telaş havası hakimdi.

“Kaybediyoruz..”
“Şok..Şok uygulayın”
“…………..”
Tüm sesler durakladı bir an.Sessizlik sardı odayı.
“Kalp atışları durdu,Vural Bey.”
“Üzgünüm,kaybettik” dedi Vural Bey. “Çok genç bir bayandı,gerçekten çok üzgünüm” diye ekledi ardından Vural Bey,alnındaki teri önlüğüyle silerek,kaybedilmiş bir mücadelenin yenikliğiyle.

Artık gitmişti sonsuz aşkına,sonsuz aşkının bir bar ortamında kahkahalar boguldugu bir sırada.Sessizce gitmişti,erkegine son bir kez daha dokunamadan,bebeginin ilk aglamasını duyamadan.
O sonsuz bir rüyaya daldı o gece,hiç uyanmamak üzere,çok sevdiği erkek için.Sevdiği erkekse umarsızca başka bir tende,uykuya büründü.

Ve o gitti tıpkı gitmesi istendiği gibi…
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1687
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Eğer ;



O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...


sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,


ve O, her durduğunuz yerde duruyor,

her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,

hüzünlendikçe ağlıyorsa...

dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu

bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...

hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,

O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...

her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...

her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...

bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez

özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,

iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...

iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın

O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...

özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...

hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,

vuslat sehere denkse...

gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;

bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...

uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...

dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,

bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,

sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

...o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can Dündar
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1688
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
sonsuz bir sevgi için açtım ellerimi sana
yağmur ol yağ avuçlarıma içeyim seni kana kana
yaşam kaynağım ol mutluluk ver bu cana
sonra al bu can senin olsun

isterse gÜneş doğmasın karanlıklar içinde kalayım
yeterki elimi uzattığımda saçlarına dokunayım
karanlıklar içinden gözlerinin ışığıyla kurtulayım
sonra seninle bu hayatı paylaşayım

sevilen sen olunca aşk gÜzel
aşkımın ateşini hissetince bÜtÜn dertler biter
dudağındaki bir tebessÜm dÜnyalara bedel
sonra diye birşey kalmaz herşey aşkımla biter SEPAP TOKGÖZ..
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #1689
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?


Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.


Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.


Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...


Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.


Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.


Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.


Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.


Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

Nereden bileceksin?

Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.


Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.


Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..


Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

Can YÜCEL
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
23 Temmuz 2007       Mesaj #1690
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Ararsın bir sonsuz aşkı
Ya Mecnun’da ya Leyla’da
Ya Şirin’de ya Ferhat’ta
O aşk yüce Mevlâ’da…

Kalabalıklar arasında tenhada,
Ağaçlarda, rûzgârda,
Bir çocuğun bakışında,
O aşk Yüce Mevlâ’da…

Bir kuşun kanadında,
Bir arının balında,
Bir çiçeğin kokusunda;
O aşk Yüce Mevlâ’da…

Uzaklarda arama,
O senin şah damarında,
Yüreğinde, canında,
O aşk Yüce Mevlâ’da…


Yaradılanı sevdik,
O aşkın hatırına,
İnadına sevda dedik
Sonsuz bir aşk uğruna...

CANAN İNCE..

Benzer Konular

6 Kasım 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
11 Mart 2012 / Mira Edebiyat
 Sonsuz
14 Şubat 2013 / buz perisi Matematik