Bu makalede, çiftdeğerlilik konusunun bir yönü olan karşıaktarımda nefreti ele alacağım. İnanıyorum ki, psikotik birini analiz etmeye kalkışan analistin (araştırma analisti diyelim) görevi bu olguyla oldukça ağırlaşmakta ve analistin kendi nefreti tam olarak çözümlenmeden ve bilinç düzeyine gelmeden psikotik kişiyi analiz etmesi olanaksızlaşmaktadır. Bu, analistin kendisinin analizden geçmesi gerektiğini söylemekle aynı anlama gelmekle birlikte, bir psikotiğin analizinin, doğal olarak nevrotik birinin analiziyle karşılaştırıldığında daha bezdirici olduğunu da ortaya koymaktadır.
Psikanalitik tedavi bir yana, bir psikotiği idare etmek bile usandırıcıdır. Zaman zaman kolaycı elektrik şokları ve şiddetli lökotomiler (leucotomies) gibi psikiyatrideki modern yaklaşımlar konusunda ciddi eleştirel açıklamalarda bulundum (Winnicott, 1947, 1949). Bu eleştirileri yaptığım için de, öncelikle psikiyatristlerin ve özellikle de hemşirelerin görevlerinin ne kadar zorlu olduğunu kabul ettiğimi ifade etmek istiyorum. Ruh sağlığı bozuk hastaların, onlara bakan kişilerin üzerinde her zaman ağır duygusal yükleri vardır. Bu işe soyunmuş kişiler kötü bir şey yapsalar da affedilebilirler. Ancak bu, psikiyatristlerin ve nöro-cerrahların bilimsel kurallara uygun olduğu sürece ne yaparlarsa kabul görecekleri anlamına gelmez.
Bundan sonra söz edilecekler psikanaliz ile ilgili olsa da, konu, hastalarıyla hiçbir şekilde analitik bir ilişkiye girmeyen psikiyatristler de dahil olmak üzere, tüm psikiyatristler için değerlidir.
Genel psikiyatriste yardımcı olmak için, psikanalist, sadece hasta bireyin duygusal gelişiminin ilkel düzeyleri üzerinde değil, psikiyatristin işini yaparken yaşadığı duygusal yükün doğası üzerine de çalışmalıdır. Biz psikanalistlerin karşıaktarım dediği şey psikiyatristler tarafından da anlaşılmalıdır. Hastalarını ne kadar sevse de, onlardan nefret etmekten ve korkmaktan kaçınamaz ve bunu daha iyi bildiği takdirde, hastalarına karşı davranışları altındaki güdülenme daha az nefret ve korku olacaktır.
Karşıaktarım olgusu şöyle sınıflandırılabilir:
• Karşıaktarım duygularında anormallik, ilişkilerin ve özdeşimlerin analistin bastırması sonucu belirlenmesi. Buna yapılacak yorum, analistin daha fazla analize ihtiyacı olduğudur ve bu durum psikanalistlerden çok psikoterapistlerde daha sık görülür.
• Analistin kişisel deneyimleri ve kişisel gelişimlerine bağlı olarak özdeşleşmeleri ve eğilimleri, ki bunlar onun analitik çalışması için pozitif bir ortam sağlar ve çalışmasını nitelik açısından bir diğer analistten farklılaştırır.
• Bu ikisini gerçek nesnel karşıaktarımdan ayırt etmek istiyorum, analistin, nesnel gözleme dayanan, hastanın gerçek kişiliği ve davranışları karşısındaki sevgi ve nefret tepkisi.
Bir analist psikotik ya da antisosyal birini analiz edecek ise önerim, karşıaktarımının o denli farkında olmalıdır ki, hastaya gösterdiği nesnel tepkileri seçebilmeli ve bunlar üzerinde çalışabilmelidir. Bu tepkiler içinde nefret de vardır. Karşıaktarım olgusu (görüngüsü) bazen analizdeki en önemli şeylerden biridir.
Hastanın, analistinde sadece kendi yaşadığı duyguları fark edebileceğini öne sürmek istiyorum. Güdü açısından bakıldığında: obsesif hasta, analistinin işini anlamsız, obsesif bir biçimde yaptığını düşünme eğiliminde olacaktır. Ciddi duygudurum salınımı dışında, depresif olamayan, duygusal gelişiminde depresif pozisyona güvenle geçememiş, suçluluğu, sorun ya da sorumluluğu derinden yaşayamayan hipomanik hasta; analistinin, bizzat kendi suçluluk duygularını onarmaya çabaladığını göremez. Nevrotik bir hasta analistini kendisine karşı çiftdeğerli görür ve analistin sevgi ve nefretini yarılmış bir biçimde göstermesini bekler, ve eğer şanslıysa, başka biri analistin nefretini aldığı için sevgi ona kalır. O halde, psikotik de aynı kendisinde olduğu gibi analistinin de“sevgi-nefret çatışması” hissettiğine ve analistin de aynı ilkel ve tehlikeli sevgi nefret çatışması ilişkisini taşıdığına inanması gerekmez mi? Analist sevgi gösterdiğinde, aynı zamanda hastayı öldürecektir de.
Bu sevgi nefret çatışması, tipik olarak psikotiklerin analizinde ortaya çıkar ve analistin kaynaklarının da üstüne çıkarak (tüketerek) idare etme sorunlarının gündeme gelmesine neden olur. Bahsettiğim sevgi ve nefret çatışması, ilkel sevgi dürtüsünü karmaşıklaştıran saldırganlık unsurundan farklı bir şeydir ve hastanın öyküsünde ilk nesne bulma içgüdülerindeki çevresel bir eksikliğe işaret eder.
Eğer analist böyle ilkel duygular yüklenecekse, önceden uyarılmalı ve donatılmalıdır ki böyle bir duruma gelmeye tahammül edebilsin. Her şeyden önce içindeki nefret duygusunu inkar etmemelidir. O ortamda haklı olan nefret ayırt edilmeli ve ilerideki yorumlamalar için saklı tutulmalıdır.
Psikotik hastaların analisti olmak istiyorsak, kendimizdeki en ilkel şeylere ulaşmış olmalıyız, bu da yine psikanalitik çalışmanın bir çok çapraşık sorunun cevabının, analistin daha ileri düzeyde analizden geçmesi gerektiği gerçeğinin bir başka örneğidir. (Psikanalitik araştırma belki de her zaman analistin kendi analistinin onu getirdiği noktadan da ileri gitmesi için çalışmalara devam etme çabasıdır.)
Analistin temel görevi, hastanın tüm getirdikleri karşısında nesnelliğini korumasıdır, bunun özel durumlarından biri de, analistin hastasından nesnel bir biçimde nefret edebilme ihtiyacıdır.
Gündelik analitik çalışmalarımızda analistin nefretini haklı çıkaran bir çok durum yok mudur? Oldukça takıntılı bir hastam benim için yıllarca neredeyse tiksindiriciydi. Analiz süreci bir köşeyi dönüp hastam sevilebilen biri olana kadar da bu konuda kendimi kötü hissettim ve sonra bu sevimsizliğin bilinçdışında belirlenmiş aktif bir belirti olduğunu anladım. Hem benim hem de arkadaşlarının ondan iğrendiklerini, ancak bunu ona söyleyebilmemiz için de şimdiye kadar çok hasta olduğunu söylediğim gün benim için gerçekten muhteşem bir gündü (çok daha sonraları). Bu, onun gerçekliğe uyum göstermesi açısından olağanüstü bir gelişim olduğu için, onun için de çok önemli bir gündü.
Sıradan bir analizde analist kendi nefreti ile başa çıkmakta hiçbir zorluk çekmez. Bu nefret gizli kalır. Elbette önemli olan kendi analizi sayesinde geçmişe ve içsel çatışmalara yönelik bir dolu bilinçdışı nefretten özgürleşmiş olmasıdır. Nefretin dile dökülmediği ve hatta hissedilemediği başka nedenler de vardır:
Analiz, kendi suçluluk duygularımla en iyi başa çıkabileceğimi hissettiğim, kendimi yapıcı yolla ifade edebildiğim, kendi seçimim olan işim.
Bunun için para alıyorum, veya psikanaliz çevresinde bir yer kazanmak için eğitimden geçiyorum.
Bir şeyler keşfediyorum.
Gelişim gösteren hastayla özdeşleşerek anında ödüllendiriliyorum, hatta tedavi bittikten sonra bile daha büyük ödüller olduğunu görüyorum.
Üstelik bir analist olarak nefreti dile getirmemin yolları var. Nefret “süre”in sonu olduğu gerçeği ile ifade edilebilir.
Bunun ortada hiçbir sorun olmadığı, hatta hastanın gitmekten memnun olduğu durumlarda bile doğru olduğunu düşünüyorum. Çoğu analizde bunlar mutlak doğru olarak kabul edilir ve hemen hemen hiç söz edilmez ve analitik çalışma, hastanın bilinçdışı aktarımının aydınlanması için sözel yorumlamayla yapılır. Analist hastanın çocukluğundaki yardımcı figürlerden birinin rolünü alır. Analist, hasta daha bebekken işin en zor kısmını yapan kişilerin başarılarından fayda sağlar.
Bunlar çoğunlukla belirtileri nevrotik nitelikte olan hastalarla ilgili, sıradan analitik çalışmaların tanımlamasının bir parçasıdır.
Ancak psikotiklerin analizinde, analist oldukça farklı nitelikte ve derecede bir yük alır ve anlatmaya çalıştığım yük de işte tam budur.
Son zamanlarda birkaç gündür kötü iş çıkardığımı fark ettim. Her bir hastamda hatalar yaptım. Zorluk bendeydi ve kısmen kişisel olsa da, büyük çoğunluğu bir psikotik (araştırma) hastamda ulaştığım dönüm noktasıyla ilişkiliydi. Zorluk, bazen “iyileştirici” rüya diye anılan rüyamdan sonra netleşti. (Aklıma gelmişken, analizim sırasında ve sonrasındaki yıllarda uzun seriler halinde bu iyileştirici rüyalardan gördüm, benim durumumda hoşa gitmeseler de, her biri duygusal gelişimimde yeni bir düzeye geldiğimin habercisi olmuşlardır.)
Bu özel durumda, uyandığımda hatta uyanmadan bile rüyamın anlamının farkındaydım. Rüyanın iki bölümü vardı. İlkinde bir tiyatronun balkonunda, aşağıda yüksek mevkide oturan insanlara bakıyordum. Sanki kolumu kaybedecekmiş gibi şiddetli bir kaygı duydum. Bu benim Eyfel Kulesinde kolumu kenara koyarsam sanki kolum düşecekmiş gibi hissettiğim duyguyla bağlantılıydı. Bu, sıradan bir kastrasyon kaygısıydı.
Rüyanın ikinci bölümünde yüksek mevkide oturanların bir oyun izlediklerinin farkınaydım ve sahnede olan bitenle onlar aracılığıyla ilişki kurmuştum. Yeni bir kaygı gelişti. Bildiğim, vücudumun sağ tarafının hiç olmadığıydı. Bu bir kastrasyon rüyası değildi. Bu vücudun bir bölümünün olmadığı hissiydi.
Uyandığım sırada oldukça derin bir düzeyde o dönemdeki zorluğumun ne olduğunu fark etmiştim. Rüyanın ilk bölümü, nevrotik hastalarımın bilinçdışı fantezileri karşısında oluşabilecek sıradan kaygıları temsil diyordu. Eğer bu hastalara ilgi duyarsam elimi ya da parmaklarımı kaybetme tehlikesine girerdim. Bu tip kaygı benim için tanıdıktı ve göreceli olarak da tahammül edilebilirdi.
Ancak rüyanın ikinci kısmı psikotik hastamla olan ilişkimle ilgiydi. Bu hasta benden bedeniyle ilgili, hayali bile olsa, hiçbir ilişkim olmamasını istiyordu; kendine ait olarak bildiği bir bedeni yoktu ve varoluşunu sadece zihin olarak hissediyordu. Bedeni olduğunu iddia etmek ona işkence gibi geldiğinden, bedeni ile ilgili herhangi bir gönderme paranoid kaygılar doğuruyordu. Benden istediği sadece, onun zihnine konuşan bir zihin olmamdı. Rüyadan önceki gece zorlanmamın doruğundayken kendimi rahatsız hissettim ve benden istediğinin kılı kırk yarmaktan beter olduğunu dile getirdim. Bunun korkunç bir etkisi oldu ve hatamı gidermem haftaları aldı. Ancak önemli olan, kendi kaygımı anlamamdı ve bu da rüyamda yüksek mevkidekilerin seyrettiği oyunla ilişkiye girmeye çalıştığımda vücudumun sağ tarafının olmayışı ile temsil edilmekteydi. Vücudumun sağ tarafı bu hastayla ilişkiliydi ve onun vücutlarımız arasında hayali bir ilişkiyi bile tamamen inkar etmesi ihtiyacından etkilenmişti. Bu inkar, bende sıradan kastrasyon kaygısından çok daha tahammül edilemez olan bu psikotik tipteki kaygıyı yaratıyordu. Bu rüyanın başka şekillerde yorumları olsa da, bu rüyayı görmemin ve hatırlamamın sonucu bu analize devam edebildim ve hatta kökeni bu bedensiz hastayla etkileşimime dayanan reaktif kaygımdan dolayı verdiğim zararı da telafi edebildim.
Analist hastanın belki de uzunca bir süre ne yaptığını bilmesini beklemeden bu zorluğa katlanmaya hazır olmalıdır. Bunu yapabilmek için kendi korkusunun ve nefretinin kolaylıkla farkında olmalıdır. Analist küçük hatta daha dünyaya gelmemiş bir bebeğin annesi durumundadır. Zaman içinde hasta adına neler yaşadığını dile getirecek duruma gelmelidir. Ancak bazen analiz hiç bu kadar ileri gidemeyebilir. Hastanın geçmişinde üzerinde çalışılabilmek için pek az iyi deneyim olabilir. Ya analistin aktarımda kullanacağı erken çocukluk dönemine ait hiç tatminkar bir ilişki yoksa?
Aktarımda ortaya çıkacak tatminkar erken deneyimleri olan hastalarla; analistin hastanın hayatında belli çevresel esasları sağlayan ilk kişi olduğu, erken deneyimleri aşırı yetersiz ve çarpık olan hastalar arasında dünyalar kadar fark vardır. Bu son sözü edilen hastaların tedavisinde, ilk gruptaki hastaların tedavisindeki analitik teknikte mutlak kabul edilebilecek her şey hayati önem kazanır.
Bir meslektaşıma karanlıkta analiz yapıp yapmadığını sorduğumda bana: “Nereden çıktı bu? Hayır! Bizim işimiz alışılmış bir çevre yaratmak, karanlık sıradışı olur.” demişti. Sorum karşısında şaşırmıştı. Nevrotiklerin analizini yapma yönelimindeydi. Ancak bu alışılmış çevrenin sağlanması ve korunması psikotik hastalarda bazen yapılması gereken sözel yorumlardan da fazla önem taşır. Nevrotik için divan, sıcaklık ve rahatlık, annenin sevgisinin
sembolleridir , psikotik içinse bunlar analistin sevgisinin fiziksel ifadeleridir demek daha doğru olacaktır. Divan annenin kucağı ya da rahmi, sıcaklık da analistin bedenin gerçek sıcaklığıdır. Ve buna benzer.
Umarım ki konuyu ele alışımda bir ilerleyiş söz konusudur. Analistin nefreti genellikle gizlidir ve kolaylıkla gizli tutulur. Psikotiklerin analizinde analist nefretini gizli tutmakta daha büyük bir zorluk içindedir ve bunu yapabilmesinin tek yolu nefretinin tamamen farkında olmasıdır. Bazı analizlerin belli evrelerinde analistin nefretinin hasta tarafından da araştırıldığını eklemek isterim, o halde olması gereken nefretin nesnel olmasıdır. Eğer hasta nesnel ve haklı nefreti arıyorsa buna ulaşabilmelidir, aksi halde nesnel sevgiye de ulaşamayacağını hisseder.
Şimdi sanırım, dağılmış bir ailenin çocuğunun ya da ebeveynleri olmayan bir çocuğun durumundan söz etmek uygundur. Böyle bir çocuk zamanını bilinçdışında ailesini arayarak geçirecektir. Böyle bir çocuğu eve alıp, ona sevgi göstermek oldukça uygunsuzdur. Bir süre sonra benimsenen çocuk ümit besleyecek, bulduğu ortamı sınamaya çalışacak ve koruyucularının nesnel olarak nefret etme yeteneklerinin kanıtını bulmaya çalışacaktır. Görünen odur ki, ancak nefret edildiğini gördükten sonra sevildiğine inanmaya başlayabilecektir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 9 yaşındaki bir çocuk, Londra'dan bombalar nedeniyle değil de, okulu astığı için terkedilmiş çocukların barındığı yurda gönderilmişti. Yurtta kalırken onu tedavi etmek istemiştim ancak kazanan yine belirtisi oldu ve altı yaşında evden ilk kaçtığından beri hep yaptığı gibi buradan da kaçtı. Ancak onu gördüğüm tek bir seansta onunla iletişim kurmuş ve çizdiği bir resim üzerine, kaçarak bilinçdışında evinin içini ve annesini saldırıdan korumaya çalıştığını ve aynı zamanda da zulmedicilerle dolu iç dünyasından uzaklaşmaya çalıştığı yorumunu yaptım.
Evimin yakınlarındaki bir karakolda ortaya çıkınca çok şaşırmadım. Bu karakol, onu yakından tanımayan birkaç karakoldan birisiydi. Eşim oldukça cömert davranarak onu eve aldı ve cehenneme dönen üç ay boyunca evde tuttu. Genelde deli gibi dik dik bakan, hem çok sevimli hem de çıldırtıcı bir çocuktu. Neyse ki başımıza ne geleceğini biliyorduk. İlk aşamada her dışarı çıktığında biraz para vererek, onu tamamen özgür bıraktık. Yapması gereken tek şey bizi aramasıydı, biz de hangi karakoldaysa gider onu alırdık.
Kısa zamanda beklenen değişiklik gerçekleşti, kaçma belirtisi tersine döndü, çocuk içindeki saldırıyı dramatize etmeye başladı. Bu gerçekten de ikimiz için de tam zamanlı bir işti ve ben dışarı çıktığımda da en kötü perdeler sahneleniyordu.
Sanki çocuk analizdeymiş gibi gece gündüz her dakika yorum yapılmalıydı ve genelde kriz anında en iyi çözüm, doğru yorumu yapmaktı. Doğru bir yoruma her şeyden çok değer veriyordu.
Bu makalenin amacı için önemli olan şey, bu çocuğun kişiliğinin bende yol açtığı nefret ve benim bu nefretle ne yaptığımdır.
Ona vurdum mu? Cevabım hayır, hiç vurmadım. Ancak nefretimle ilgili her şeyi bilmesem ve bunu da ona söylemesem, ona vurmam gerekirdi. Kriz anında, öfke ya da suçlama olmaksızın onu kuvvetle tutar, hava nasıl olursa olsun ya da günün hangi saatinde olursa olsun kapının dışına koyardım. Dışarıdan çalabileceği farklı bir zil vardı ve o bu zile basınca içeri alınacağını ve ona olanlarla ilgili hiçbir şey söylenmeyeceğini biliyordu. Manik atağı geçer geçmez bu zile basardı.
Önemli olan, onu tam dışarı koyduğum sırada, olanlardan dolayı ondan nefret ettiğimi ona söylerdim. Bu kolaydı çünkü doğruydu.
Sanıyorum bu kelimeler onun gelişimi açısından önemliydi, ancak asıl önemli yanı, öfkeme yenilmeden, zaman zaman onu öldürmeye kalkmadan, kaçmasına müsaade etmeden duruma tahammül etmemi sağlamasıydı.
Bu çocuğun tüm hikayesi burada anlatmak mümkün değil. Islahevine girdi. Bizimle yaşadığı, oldukça derinden köklenmiş ilişkisi hayatındaki pek az stabil şeyden biri olarak kaldı. Günlük hayattan olan bu vaka, genel nefret başlığını tanımlamak için kullanılabilir, ancak bu örnek hastanın davranışlarıyla sulandırılmış bir başka durumdaki sadece haklılığı teslim edilmiş nefretten ayırd edilmelidir.
Nefret sorununun ve nefretin kökeninin tüm karmaşıklığına karşın, psikotik hastaların analisti açısından önemli olduğuna inandığım için, bir şeyi ayrı tutmak istiyorum. Annenin, bebeğin anneden nefret etmesinden ve bebeğin annesinin kendinden nefret ettiğini bilebilmesinden önce, bebeğinden nefret ettiğini ileri sürüyorum.
Bu fikri geliştirmeden önce Freud'tan alıntı yapmak istiyorum. Nefret hakkında bir çok orijinal ve aydınlatıcı şeyler söylediği “İçgüdüler ve Değişimleri” makalesinde (1915) Freud: “Bir içgüdünün doyum amaçlarına ulaşmak için ilgilendiği nesneyi “sevdiğini” hemen söyleyebiliriz, ancak bir içgüdünün nesneden “nefret” ettiğinden söz etmek bize tuhaf gelir. Böylece, içgüdülerin nesneleriyle ilişkisini tanımlamanın sevgi ve nefret tutumlarıyla yapılamayacağının, ancak bu tanımlamanın egonun bütün olarak nesnelerle ilişkisini açıklamak üzere saklı tutulacağının ayırdına varırız.” Bunun doğru ve önemli olduğunu hissediyorum. Bunun anlamı, bebeğin nefret edebilmesinden önce kişiliğinin bütünleşmesi gerektiği değil midir? Ne kadar erken bütünleşmeye ulaşılsa da –belki de en erken bütünleşme heyecan ve öfkenin doruğunda meydana gelmektedir- kuramsal olarak bebeğin can acıtmasının nefretten olmadığı daha da erken bir dönem vardır. Bu dönemi anlatmakta “merhametsiz sevgi” ifadesini kullandım. Bu kabul edilebilir mi? Bebek bütün bir kişi olarak hissetmeye başladıkça, nefret kelimesi de onun belli bir duygu grubunu tanımlamak için kullanılabilir.
Ancak anne en başından beri bebeğinden nefret eder. Sanıyorum Freud belli durumlarda annenin bebeğine sadece sevgi duyabileceğinin mümkün olduğunu düşünmüştü, fakat biz bundan şüphe duymalıyız. Annenin sevgisini biliyor, gerçekliğini ve gücünü anlıyoruz. Size annenin bebeğinden, hatta oğlundan, nefret etmesi için bazı nedenler ileri sürmeme izin verin:
Bebek, onun kendi (mental) ürünü değildir.
Bebek, çocuk oyunlarından biri değildir, babanın çocuğu, ağbinin çocuğu, vb. değildir.
Bebek, sihirli bir biçimde meydana gelmemiştir.
Bebek, hamilelikte ve doğumda bedeni için bir tehlikedir.
Bebek, özel hayatını engeller, kaygıyı kamçılar.
Anne az ya da çok kendi annesinin bir bebek talep ettiğini hisseder, bebek annesinin gönlünü almak için yapılmıştır.
Bebek, ,önceleri çiğneme eylemi olan memeyi emerken bile göğüs uçlarını acıtır.
Bebek merhametsizdir, ona bir pislik, parası ödenmeyen bir hizmetçi, bir esir gibi davranır.
Bebek kendinden şüphe duyana kadar, anne onu her ne pahasına olursa olsun, dışkısı ve her şeyiyle, sevmek zorundadır.
Annesinin canını acıtmaya çalışır, tamamen sevgiyle bile olsa zaman zaman onu ısırır.
Annesinden hayal kırıklığı uğradığını gösterir.
Heyecanlı sevgisi rüşvetçidir, istediğini aldıktan sonra onu bir portakal kabuğu gibi atar.
Bebek başlangıçta hükmetmeli, çatışmalardan korunmalı, hayat bebeğin hızında açılmalıdır, ki tüm bunlar annenin sürekli ve dikkatli çalışmasını gerektirir. Örneğin, onu kucağına aldığında fazla kaygılı olmamalıdır, vb.
Bebek başlangıçta hiçbir şekilde annesinin onun için ne yaptığını ya da ne gibi fedakarlıklarda bulunduğunu bilmez. Özellikle nefretini hesaba katamaz.
Şüphecidir, annesinin iyi besinini reddederek kendinden şüphe etmesini sağlar, ancak teyzesinden gayet güzel beslenir.
Annesiyle zorlu bir sabahtan sonra dışarı çıktığında “Ne de tatlı” diyen yabancı birine gülümser.
Anne başlangıçta yetersiz olursa, bunu sonsuza kadar ödeteceğini bilir.
Onu heyecanlandırır ancak engeller de, onu yememeli ya da onunla cinsel ilişki de kurmamalıdır.
Sanırım psikotiklerin analizinde ve hatta normal kişilerin analizinin dönüm noktalarında, analist kendini yeni doğmuş bir bebeğin annesi konumunda bulur. Hasta aşırı derecede gerilediğinde analistle özdeşleşemez ya da ancak bir fetusun ya da yeni doğan bebeğin annesinin halinden anlayabileceği kadar kıymet bilir.
Anne hiçbir şey yapmaksızın, bebeğin nefretine tahammül edebilmelidir. Nefretini ona ifade edemez. Bebeği tarafından incindiğinde, yapabileceklerinden korkarak, uygun biçimde nefret edemezse, mazoşizme geri çekilir, ki sanırım bu da yanlış bir kuram olan kadınlardaki doğal mazoşizm kuramına sebep olur. Anne adına en önemli şey, bebeği tarafından incinme ve ona bunu ödetmeden nefret edebilme yeteneği ile ileride elde edebileceği ya da hiç ulaşamayacağı ödülleri bekleme yeteneğine sahip olmasıdır. Belki de anneye yardımcı olan, bebeğin dinlemekten zevk aldığı, ancak anlamına varamadığı ninnilerdir?
“Rüzgar eser, beşik sallanır
Ağacın üstünde sallan bebeğim
Dal kırılır, beşik düşer
Yuvarlanıverir beşik, bebek ve her şey”
Bebekle oynayan anneyi (ya da babayı) düşünüyorum. Bebek, ebeveyninin belki de doğum sembolizasyonu ile ilgili olarak, kelimeleriyle nefreti ifade ettiğini bilmeden, oyundan zevk alır. Bu duygu yüklü bir şiir değildir. Duygusallık ebeveynler için işe yaramazdır, çünkü nefretin inkarını içerir ve annedeki duygusallık bebeğin bakış açısına göre de anlamsızdır.
Gelişmekte olan insan yavrusunun, duygusal bir ortamda, kendi nefretine tam anlamıyla tahammül edebilmesine kuşkuyla bakıyorum. Nefret edebilmek için nefrete vardır.
Eğer tüm bunlar kabul edilirse, geriye tartışılması gereken analistin hastasına olan nefretini yorumlaması sorusu kalır. Bu elbette çok tehlikeli bir konudur ve zamanlamasına çok dikkat etmek gerekir. Kanımca; analizin sonlarına doğru dahi bile olsa, analist hastasına, tedavinin başlarında daha henüz çok hastayken, hastası adına kabul edilemez olanı söylemeden analiz tamamlanmış olmaz. Bu yoruma değin, hasta bir dereceye kadar annesine ne borçlu olduğunu anlamayan bir bebek konumunda tutulmuştur.
Analist kendisini bebeğine adayan bir annenin tüm sabrını, tahammülünü ve güvenirliğini ortaya koymalıdır; hastanın arzularını ihtiyaçları olarak kabul etmeli, tam olarak orada olabilmek adına diğer ilgilerini bir kenara bırakmalı, düzenli ve nesnel olmalı ve verdiklerinin sadece hastanın ihtiyaçları olduğu için vermeyi istemelidir.
Hasta tarafından analistin bakış açısının (bilinçdışı olarak bile) takdir edilmediği uzun bir başlangıç dönemi olabilir. Teşekkür beklenememesinin sebebi, tam da analiz edilmekte olan, hastanın ilkel temelinde, analist ile özdeşleşme kapasitesinin olmamasıdır. Elbette hasta analistin nefretine, bizzat kendisinin ilkel sevme biçiminin yol açtığını bilmemektedir.
Analizde (araştırma analizinde) ya da daha psikotik tipteki hastanın sadece idare edilmesinde, analiste (psikiyatriste, hemşireye) büyük bir yük düşmektedir ve ağır ruh hastalarıyla çalışanlarda psikotik nitelikte kaygı ve nefretin nasıl oluştuğunu incelemek önemlidir. Ancak bu şekilde, hastanın ihtiyaçları yerine, terapistin ihtiyaçlarına uyan terapiden uzak durma umudu saklı tutulabilir.