Arama

Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri - Sayfa 7

Güncelleme: 3 Kasım 2010 Gösterim: 111.696 Cevap: 82
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #61
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
UÇAK TEKNOLOJİSİ
15cSüleyman için de, fırtına biçiminde esen… rüzgara (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz herşeyi bilenleriz. (Enbiya Suresi, 81)
Sponsorlu Bağlantılar

Yukarıdaki ayetten anlaşıldığı üzere Allah, rüzgarı, Hz. Süleyman'ın emrine vermiş ve çeşitli işlerinde bir araç olarak kullanmasına imkan sağlamıştır. Bu ayetle, Hz. Süleyman döneminde olduğu gibi, gelecekte de rüzgar enerjisinin, teknolojide kullanılacağına işaret ediliyor olması muhtemeldir.

Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)... (Sebe Suresi, 12)

Yukarıdaki ayette yer alan "… sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)…" ifadesi ile de Hz. Süleyman'ın çeşitli bölgeler arasında hızlı bir şekilde hareket ettiğine dikkat çekiliyor olabilir. Hz. Süleyman, kendi döneminde, günümüzdeki uçak teknolojisine benzer bir teknolojiyi kullanıp, rüzgarla hareket eden vasıtalar meydana getirmiş ve bunlar aracılığıyla birbirine uzak mesafeleri kısa sürede almış olabilir. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Dolayısıyla yukarıdaki ayetlerle, günümüzdeki yüksek uçak teknolojisine dikkat çekiliyor olması muhtemeldir.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #62
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Son iki yıldan beri, bana, Kur'an'daki 19 rakamının merkezî bir vazife gördüğünü ifade eden küçük-büyük bir çok broşür ve risale gönderildi. (Bu broşürlere göre) Kur'an'daki çeşitli kelimeler (in harfleri) bilgisayar vasıtasıyla toplanarak ve çarpılarak, bütün bu kelimelerin 19 sayısı etrafında döndüğü ve bu sayının Kur'an'ın matematiksel temeli olduğu ispatlanmıştır. (Onlara göre) Bu matematiksel temel, Yüce Kur'an'ın bir mucizesi, bir delili veya onun ilahî orijinli olduğunun bir ispatıdır. Aynı zamanda, bu konuda ABD’ da bilgisayar yardımıyla bir araştırma yapılıp oradan da her yere yayıldığı ortaya çıkmıştır. (Yine onlara göre) Kur'an'ın bu mucizesi ancak son bir kaç yılda bilinmeye başlanmıştır. Bundan önce ise kimse tarafından bilinmiyordu.
Sponsorlu Bağlantılar


Bu araştırma şu teze dayanmaktadır: Yüce Allah Kitabının 30. sûresi olan Müddessir'de 19 tane meleğin cehennemde vazifeli olduğuna işaret etmiştir. Besmelenin harflerinin sayısı 19'dur. Daha sonra çeşitli kelimelerin harf sayılarını veya onların 19 ile çarpımlarını vererek şu imaj ortaya konmuştur. Yüce Kur'an 19 sayısı etrafında merkezîleşen bir matematiksel sistem üzerine dayanmaktadır.


Bu bağlamda, ben, yanımda mevcut olan büyük-küçük broşür ve risalelerden uzun zaman harcayarak geniş bir inceleme yaptım ve sonunda aklımda iki soru belirdi: Birinci olarak, Kur'an'da 1, 2, 3, 4, 5,6,7,8,9, 10, 11, 12, 19,20,30,40, 100, 1000 gibi daha başka bir çok sayı ve rakamlar da vardır. Hakka sûresi 17. ayette arşı taşıyan meleklerin sayısı 8 olarak verilmiştir. Öyleyse Kur'an'ın matematiksel temelini ispat etmek için neden yalnız 19 rakamı ileri sürülmektedir? Bazıları için 19 rakamının kutsallık anlamına gelip gelmediğini incelemek gerekir. İkinci olarak, bu fikri ABD’den aşıran insanlar kimlerdir? Bu problemi aklî ve pratik bakış açısından incelemeden önce, bu iki soruyu cevaplamak daha yerinde olacaktır.


Rakamların, dünyanın değişik mitolojilerinde büyük önemi vardır. Günümüzde bile Chearoetc'in eserleri, rakam bilimi (Numerology)'in etkilerini anlatır. Suriye ve İskenderiye'den yayılmış olan İslam öncesi bu putperestvari hurafeler, İslam toplumuna da yavaş yavaş girmiştir. Hatta o dereceye kadar ki, 786 (ebced hesabı olarak) sayısı yazıda besmelenin harfleri yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bu hurafeler yavaş yavaş ve tedricen öyle derin kök salmışlardır ki, bütün süre ve ayetlerin rakamları (bu esasa göre) hazırlanmıştır, bugün bile bu rakamlar muskalarda kullanılmaktadır.


19 sayısı en büyük birim olan 9 ile, en küçük birim olan 1 sayısından mürekkep bir sayıdır. Bazı insanlar bu sayılara bir çok mucize atfederler, gerçi Müslümanlar bunu asla kabul etmezler, fakat bir gurup cahil kitle, bazı (sözde) müslüman kurnaz kişiler tarafından tuzağa düşürülüyor, hatta bugün bile çoğu insan buna inanıyor.


Bugün, Kur'an metinlerindeki 19 sayısına atfedilen önem, Bahaîlerin misyonervarî gayretlerinin bir ürünüdür. ABD’de yaşayan yüz binlerce Bahaî vardır. Onların inançlarına göre 19 sayısı, evrenin ve onun bütün sistemlerinin merkezî çekirdeğini oluşturur. Onlar Kur'an hakkında matematiksel bir hile üreterek Müslümanları etkilemek istiyorlar.


Bu konu, dünyanın en önde gelen dillerinde yayımlanmaya 19 sayısının üstünlüğüne olan inanç, aşağıdaki gibi tesis edilmeye devam ediyor: Bahaî dininin kurucusu Ali Muhammed Bab, 1819'da Şiraz'da bir şia ailesi içerisinde doğmuştu. O, 1850'de bir isyanda asılmıştı. Onun yolunda olanlar o ölünce üç mezhebe ayrıldılar: 1. Bab'ı doğrudan takip edenler, 2. Bahalîler denilen Bahaullah Mirza Hüseyin Ali Nuri'yi takip edenler, 3. Onun büyük kardeşi Yahya Nuri Ezelî'yi (ki ona Ezelî denir) takip edenler.


Ali Muhammed Bab, Kur'an'a rakip olarak EL-BEYAN adlı bir eser yazmıştır. Bahaullah da EL-AKDES adlı bir kitap telif etmiştir. Bu kitap Bahaîler tarafından Kur'an gibi ilahî bir kitap olarak (Divine Book) kabul edilir. Bahaîlerin inancına göre, Ali Muhammed Bab, insan şekline bürünmüş bir ilahtır (God İncarnated). Onun doğum yılının 1819 olduğu söylenir. Bu tarihin rakamları toplanırsa 19 elde edilir: 9 + 1 + 8 + 1 = 19. Bu inançtan sonra, bütün evrenin matematiksel temeli 19 olarak kabul edilir. Bahaîlerin dini takvimlerinde herbiri 19 günden ibaret olan 19 ay vardır, 19 x 19 = 361'dir. Şemsî yılın kalan dört günü çalınmış günler (cribben days) olarak deklare edilir. Böylece 365 gün tamamlanır.


Ezelî mezhebi, Yahya Nur Ezeilî'nin erken ölümünden dolayı muvaffak olamadı. Fakat Bahaî dini çok iyi muvaffak oldu. Bahaullah, sonra Abdülbaha, daha sonra Abbas Efendi, en sonra da Şevki birbiri peşine Mehdî ve Mülhem oldular. Bugün İsrail hükümeti onları himaye etmektedir. İşgal altındaki Filistin'in Akka şehri de onların merkezidir. Onlar misyonerlik merkezlerini Bahaî Okulu (Bahai Hail) denebilecek bir isim altında tesis etmişlerdir, propagandalarını da gizlice yürütürler. Onların Agra ve Delhi'de merkezleri vardır. Karaçi'de Business Recorder, Road'da bir Bahaî okulu vardır.


Bütün duvarlarda 19 sayısı yazılmıştır. Onlar yazılarına 19 sayısı ile başlarlar ve bütün oturma yerlerine (bank vs.) görünür bir şekilde 19 sayısı yazılmıştır.


Geride geçen ifade ve analizlerden iki sorumuza da cevap bulabiliriz: Niçin 19 rakamı seçilmiştir ve bu kampanyayı icra edenler kimlerdir? Bu sorunun pratik içerikleri göz önüne alınırsa, o zaman bu konuyu uzun uzadıya yazmaya gerek yoktur. Dikkatlice düşünülürse, sorunun arkasındaki gizli oyun gün yüzüne çıkacaktır.


Herhangi bir kitapta herhangi bir rakam, herhangi bir kelime ve herhangi bir bölüm normal olarak ele alınmışsa, bu onun ilahî orijinli olduğunu göstermez. Eğer pirincin rengi beyaz ise, bu, yeryüzünün tuzlu olduğuna delil teşkil etmez. Bir kimse normal olarak, bu ölçüyü kim koymuştur ve bu iddia ile delil arasındaki mantıkî ilişki nedir? diye sorabilir.


Besmelenin harfleri özel bir hatta göre 19'dur. Diğer hat şekline göre ise 21'dir. Besmeledeki isim kelimesinin "elif'i yazılmamıştır. Rahman kelimesi ise (fa'lan kalıbında) sa'dan, gufran ve hayran kelimeleri gibi, uzun ünlü (sesli) ile yazılmıştır (elifi yazılmamıştır.) İlk vahiy olan İkra bismi rabbike ayetinde ise isim kelimesinin (elif)i yazılmıştır. Yine sebbih isme rabbike ayetinde elif yazılmıştır. Bütün bu yerlerde elif yazılmıştır.


Kur'an Allah tarafından yazılı olarak vahy edilmemiştir. Bundan dolayı onun hattından bir dedüksiyon (tümdengelim) doğru olmayabilir. Bakara ve A'raf sûresinde geçen bestaten kelimesinde "sin" harfi Adnan kabilelerine mensup olanların seslerini ayırt etmek için araya sıkıştırılmıştır. Aksi takdirde Arap dilinde hiçbir şekilde be-sa-te (şad ile) köküne rastlanmaz. O zaman bu tür dedüksiyonlar yalnızca cehalet ve ahmaklığa işaret eder.


Aynı şekilde toplama, çıkarma, çarpma ve bölme yoluyla sadece Kur'an'da değil, insanlar tarafından yazılan eserlerde de bir çok sayısal tuhaflıklar yaratılabilir. Mesela "ha mîm"in (ebced) numarası 48'dir. Bu rakam Hakka sûresinde geçen 8 sayısına bölünecek olursa, 6 rakamı elde edilir. "Elif lam mîm" de ilk altı süre içerisinde gelmektedir. Yine Kur'an'da 29 süre mukattaa (sessiz) denilen 14 harfle başlamaktadır ve bunlar 14 gruptur: 14x14 = 196. Elde edilen bu rakam Ashabı Kehf'in sayısı olan 7 rakamına bölünecek olursa, ayın kaşaneleri (Mansion) olan 28 sayısı elde edilir.


Bu tarzda, bir kimse, istediği gibi, herhangi bir kitaptan sayısal gariplikler çıkarabilir. Yanlış anlama ve yanlış kavrama o kadar büyüktür ki, bu tür matematiksel ve sayısal özellikler, Kur'an'ın ilahî orijinli olduğu delilini ispat etmek için hayli ileri gidebilmiştir. İnsanlar, tabiatı icabı, acayipliklere ve tuhaf şeylere çok düşkündür. Bundan dolayı eğitilmiş ve oldukça akıllı insanlar (bile), kelime ve sayıların hokkabazlığı ile cezb edilmiş ve çoğu defa yanlış yönlendirilmişlerdir. Kudreti sonsuz olan Allah, bize bu gibi hurafelerden kurtulmada yardım etsin ve Bahaîler tarafından kurulan tuzaktan kurtarsın.


"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah'a Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile (iman nuru veya Kur'an ile) desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi) dir. Muhakkak başarıya ulaşacak (felah bulacak) olanlar, Allah'ın hizbidir" (Mücadele, 58/22).


Mevlana Abdulkuddus-Çev: Erdoğan Baş- Altınoluk Dergisi-Eylül-1996- sayı:127


virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #63
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Kur’an lâfzının anlamı

Kur’an kelimesi, en tercih edilen görüşe göre, “karae” fiilinden mastar olup okumak demektir. Kıyame sûresinin on yedinci ve on sekizinci âyetlerinde bu mana söz konusudur. Kur’an kelimesi, okunan, tilâvet edilen anlamına da gelir. İslâm’ın zuhuru ile bu kelime Allah’ın kitabının özel adı haline gelmiştir.

Allah (celle celâluhû), insanlığa gönderdiği bu son kitabını, değişik isimlerle de adlandırmıştır. Kur’an”dan sonra bunların en meşhuru, el-Kitab kelimesidir. Diğer meşhur olan isimleri arasında el-Furkan (gerçeği, yanlış ve bâtıldan ayırt eden) ve et-Tenzil (kısım kısım indirilen vahiy) gibi isimlerini zikredebiliriz. Bunların dışında ez-Zikr, en-Nûr, eş-Şifa gibi Kur’an’dan alınan ve sayıları bazı âlimlerce elli beşe hatta doksana çıkarılan isimleri de vardır ki, bunların çoğunluğu isim olmayıp, onun özelliklerini belirten vasıflarıdır.

Kur’an’ın farklı açılardan tarifi

Kur’an-ı Kerim’in farklı açılardan tarifleri yapılmıştır. Bunlardan birkaçını burada ifade edebiliriz:

Kur’an Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e vahiy yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılmış, tevatürle nakledilmiş, tilâvetiyle ibadet edilen ilâhî kelâmdır.

Kur’an, milâdî 610-632 tarihleri arasındaki yirmi üç yıllık risalet devresinde Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) çeşitli vesilelerle Allah tarafından gönderilmiş vahiylerin bütünüdür.(1)

Kur’an, beşerin ruh ve cismaniyetini birlikte nazar-ı itibara alarak, yüksekler yükseğinden nüzûl ile insanlık ufkunda doğmuş en mükemmel mesajlar ve ilâhî kanunlar bütünüdür.

Kur’an, bütün mevcudatın Sahib’i unvanıyla Allah’ın ezelî kelâmı ve fermanıdır.

Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi olması itibarıyla Allah’ın kullarına tenezzül buyurduğu eşsiz bir iltifat ve ihsanıdır.

Kur’an, ebedî ve değişmeyen ilâhî prensipleriyle, topyekûn beşer mutluluğunun ve o mutluluğa ulaştıran en kestirme, en aydınlık yolun göstericisi olarak, eşi, benzeri olmayan ilâhî bir hitaptır.

Kur’an, varlığın tercümesi; hâdiselerin tercümanı; makro ve mikro âlemlerin müfessiri; bu dünyada âlem-i gaybın lisanı; insanoğluna ilâhî iltifatların senedi; İslâmiyet’in özü, esası, nur ve ziyası; uhrevî âlemlerin haritası ve ona inananların vesile-i saadeti olduğu gibi aynı zamanda açık-kapalı, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak bir dua mecmuasıdır.(2)

DİPNOTLAR

1-Zerkanî, Menâhilu’l-İrfan, 1/18.

2- M. Fethullah Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket, s. 134-135; Fatiha Üzerine Mülahazalar, s. 23.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #64
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YAĞMURUN OLUŞUMU

Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı. Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı. Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar.
Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlarda ise, tam da bu süreçlerden söz edilmektedir. Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir:
Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler. (Rum Suresi, 48)
Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim:
1. EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..."
Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.
2. EVRE: "... böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..."
Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gökyüzü bulutlarla kaplanır.
okyanus
Yandaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir. Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır. Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır. Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir.
3. EVRE: "... nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün."
Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar, buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar.
Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir. Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır.
Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir:
bulutlar
Msn Angel Ayrı ayrı küçük bulut parçaları (kümülonimbüs bulutları) (B) Küçük bulutlar biraraya geldiğinde oluşan daha büyük bulutun içindeki yukarı çekilmeler artar, böylece bulutlar yukarıya doğru yığılır.
Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir. (Nur Suresi, 43)
Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir. Yağmur bulutlarından biri olan kümülonimbüs türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir:
bulutkumesi

Yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılan bulutlar dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine doğru ulaşırlar. Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlaları büyümeye başlar. Ağırlaşan su damlaları buluttan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlar. İşte bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43. ayetinde 14 asır önce: "... sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün..." ifadesi ile bildirilmiştir.
1. AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir yani sürülürler.
2. AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (kümülonimbüs) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluştururlar. 58
3. AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar. Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür. Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur. Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur. Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur. İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar.
Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlarlar. 59
Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir. Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #65
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tarihi Hadiseler: Kur'an-ı Kerim, tarihte cereyan eden bazı hadiseleri beyan ederek de geleceğe ışık tutmakta, insanlığın ilim yoluyla elde edilebildiği tekniklere işaret etmektedir. Bu hadiselerden bir kısmı, peygamberlerin mazhar olduğu mucizeler nevindendir. Bir kısmı ise, bu gruba girmez. Bir iki misal verelim:

kus ucak1- Fil suresi'nde, Mekke'yi işgal ederek Kabe'yi yıkma niyetiyle gelmiş olan Habeşistan ordusunun, kuşların attığı "siccil" (denen pişmiş çamur parçaları) ile bozguna uğratıldığı anlatılır. Burada, havadan atılma kaydıyla, bir kuşun taşıyabileceği büyüklükte parçacıklarla, bir ordunun bozguna uğratılabileceği gösterilmiş olmaktadır. Uçaklardan atılan çeşitli silahlardan başka, bir nevi kuş sayılabilecek, istenen yükseklikte patlatılan top ve füze mermileri bu hadiseyi tatbikata koymuştur.

2- Bedir Harbi'nde, Hz. Peygamber'in (Aleyhisselam) mazhar olduğu bir mucize, yukarıda temas edilenden daha ileri durumu bildiriyor. Tefsir ve siyer kitaplarının açıkladığı üzere, Hz. Peygamber'in (Aleyhisselam) yerden alarak fırlattığı bir avuç toprak ve kumdan, düşmanların her birisinin gözüne bir miktar isabet ederek bozguna uğramalarına sebeb olur. Ayet-i kerime bu olaya: "Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da (ey Resulüm) sen atmadın, ancak Allah attı" (Enfal, 17) diyerek temas eder.

Atılan merminin, hedefe takip ederek yakalaması, zamanımızda oldukça gelişmiş bir tekniktir. Ancak bu, şimdilik büyük ve bilhassa havai hedeflerle sınırlıdır. Ayet-i kerime, zamanla, insan gibi küçük hedefleri bulup yakalayan mermilerin geliştirilebileceğine, hatta bunun insan eliyle de atılabileceğine işaret etmektedir. Nötron bombası buna bir örnek sayılabilir.

uzayC - Mucizeler: Kur'an-ı Kerim'de zikredilen mucizeler de insanların ulaşacakları bir kısım fenlere işaret ederler. Mi'rac mucizesi bunlardan biridir. Hz. Peygamber (Aleyhisselam), mirac mucizesiyle ruh ve ceset olarak semaya çıkmıştır (İsra 1; Necm 7-18), Bilhassa hadislerde gelen tamamlayıcı açıklamalara göre, semaya çıkış, ata benzeyen son derece süratli yol alan ve Burak denen bir binek vasıtasıyla olmuştur. Burak'ın sürati ile alakalı tasvir, çok dikkat çekicidir: Hadis, Burak'ın gözünün idrak ettiği, ulaştığı son noktaya ön ayağını bastığını ifade etmektedir.

Bu mucize, sema yolunun insanlara açık olduğuna işaret etmekten başka, bu yolculukta, fezanın uçsuz bucaksız genişliğine uygun şekilde ulaşılacak süratin büyüklüğüne de dikkat çeker.

Hz. Musa'nın asasıyla ilgili mucize de günümüzle ilgilidir. Çeşitli harika işler gören bu asanın bir mucizesi, Hz. Musa'nın, kasten vurması ile yerden su fışkırtmasıdır. Hem de 12 gözlü bir su (Bakara 60). Şimdi çok derinlere inebilen artezyen kuyuları ile çöllerde bile su fışkırtma işi, adi işler sırasına girmiştir. Kaldı ki, yerden sadece su değil, petrol ve tabii gaz da fışkırtılmaktadır. Ayette 12 çeşme söz konusu olduğuna göre, gelecekte başka nimetlerin fışkırtılması da mümkündür.

Nitekim bir hadiste Resulullah (Aleyhisselam): "Rızık kapısı Arş-ı Ala'dan ta yerin derinliklerine kadar açıktır. Allah her kulunu himmet ve gayreti derecesinde rızıklandırır" buyurur.

Hz. İbrahim'in mazhar olduğu bir mucize bize ateşe dayanıklı maddeleri haber verir. Bilindiği üzere, puta tapan cemiyete boyun eğmeyen Hz İbrahim, kavminin tapmakta olduğu putları kırar. Bu davranışı ateşe atılarak yakılmak cezasına sebep olur. Ateşe atıldığı zaman Hz. İbrahim Allah'a sığınır. Cenab-ı Hak ateşe şu emri verir: "Ey ateş İbrahim için soğuk ve selametli ol" (Enbiya, 69). Ateş Hz. İbrahim'i yakmaz.

Bu mucize, ateşte yanmayan bir maddenin varlığını haber verir. Nitekim insanlık çoktandır amyantı bulmuş ve daha da geliştirerek, çok hızlı şekilde atmosfere giriş yapması sebebiyle son derece ısınan feza gemilerini yanmaktan koruyacak maddelere ulaşmıştır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kur'an-ı Kerim'de istikbalde ulaşılacak bilgi ve fenlerle ilgili ayetler çoktur. Bu çeşit ayetler, sadece eski peygamberlerin mucizeleri veya tarihi hadiselerin hikayeleri vesilesiyle varid olmamıştır. İnsan ve kainatın yaratılışını ve tabiatta cereyan eden (kevni) hadiseleri konu edinen ayetlerden, insanı tefekküre, ibrete teşvik eden ayetlere varıncaya kadar Kur'an'ın pek çok mevzu hakkındaki ayetlerinde bir kısım ilmi, fenni hakikatler mevcuttur. Her ilme mensup ihtisas sahipleri bunlardan kendi sahasına girenleri zamanı geldikçe bulup çıkarabileceklerdir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Nisan 2006       Mesaj #66
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İsra Suresi'nin 88. ayetinde, Kuran'ın ilahi özelliğine dikkat çekilirken şöyle bildirilmiştir:

"De ki: Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kuran'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler." (İsra Suresi, 88)

Kuran'ın Allah sözü olduğunun, insanlar tarafından bir benzerinin asla getirilemeyeceğinin pek çok delili vardır. Bu delillerden biri de Kuran ayetlerinin, içinde bulunduğumuz evrende her ayrıntısıyla var olmasıdır. "Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun" (Fussilet Suresi, 53) ayetiyle insanlara Kuran'da verilen tüm bilgilerin dış dünyada karşılığını bulacağı haber verilmiştir.

Kuran'ın dış dünyada ortaya çıkan ayetlerinin bir kısmı da, "bilimsel" özellik taşımaktadır ve bu ayetler asırlar sonra bilim yardımıyla bulunan gerçeklerin bir kısmını önceden haber vermiştir. Çünkü "onlar hala Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı." (Nisa Suresi, 82) ayeti sırrınca, kuşkusuz Kuran'ın haberleri ile dış dünya arasında tam bir uyum söz konusudur.

venüsün_kızı - avatarı
venüsün_kızı
Ziyaretçi
27 Nisan 2006       Mesaj #67
venüsün_kızı - avatarı
Ziyaretçi
matematik
KURAN'DA 19 MUCİZESİ
Kuran'ın matematiksel mucizelerinin bir başka yönü ise 19 sayısının, ayetlerin içine şifresel bir biçimde yerleştirilmiş olmasıdır. Kuran'da "Onun üzerinde ondokuz vardır." (Müddessir Suresi, 30) ayeti ile dikkat çekilen bu sayı, Kuran'ın birçok yerinde şifrelenmiştir. Bunun örneklerinden bir kısmını şöyle sayabiliriz:
baklava1Besmele 19 harftir.
bm
be
1.harf
EL F COP1
8.harf
 LAM COP1
15.harf
 S N COP1
2.harf
 LAM COP1
9.harf
 RA COPY1
16.harf
 M M  COP1
3.harf
 RA COPY1
10.harf
 HAE COP1
17.harf
EL F COP1
4.harf
 HAE COP1
11.harf
  YE COP1
18.harf
 LAM COP1
5.harf
 M M  COP1
12.harf
 M M  COP1
19.harf
 LAM COP1
6.harf
 NUN COP1
13.harf
HEYUVARL1
7.harf
EL F COP1
14.harf
baklava1Kuran 114 (19 x 6) sureden oluşur.
baklava1İlk vahyolan sure (96. sure) sondan 19. suredir.
baklava1Kuran'ın ilk vahyedilen ayetleri 96. surenin ilk 5 ayetidir ve bu ayetlerin toplam kelime sayısı 19'dur.
96 1 5 C1 96 4 13C1 96 1 3 C1 Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 5. kelime 4. kelime 3. kelime 2. kelime 1. kelime .Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 9. kelime 8. kelime 7. kelime 6. kelime .Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 96 3 11a 96311VAV1 Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 12. kelime 11. kelime 10. kelime 96 4 15C1 96 5 16C1 96 4 13C1 ..15. kelime 14. kelime 13. kelime .96 5 19C1 96 5 18C1 Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 96 5 16C1 19. kelime 18. kelime 17. kelime 16. kelime
Görüldüğü gibi ilk 5 ayet toplam 19 kelimeden oluşmaktadır. Arada geçen "VAV" harftir, kelime değildir. "BE1" harfleri de aynı şekilde sayıma dahil edilmemiştir.
baklava1Vahyedilen ilk sure (Alak Suresi) 19 ayete sahiptir ve 285 (19 x 15) harf içerir.
baklava1Son vahyedilen sure olan Nasr, toplam 19 kelimeden oluşur.
110NASR11 110NASR22 110NASR122 110NASR133 110NASR155 5. kelime 4. kelime 3. kelime 2. kelime 1. kelime 110NASR200 110NASR299 110NASR288 110NASR277 110NASR266 10. kelime 9. kelime 8. kelime 7. kelime 6. kelime 110NASR1212110NASR22 12. kelime 11. kelime 110NASR31 110NASR322 110NASR33 110NASR34 16. kelime 15. kelime 14. kelime 13. kelime 110NASR35 110NASR36 110NASR37 19. kelime 18. kelime 17. kelime
Ayrıca Nasr Suresi'nin Allah'ın yardımından söz eden ilk ayeti de 19 harftir.
110NASR14
EL F COP1 1. harf Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 8. harf EL F COP1 15. harf Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 2. harf  RA COPY1 9. harf  LAM COP1 16. harf EL F COP1 3. harf EL F COP1 10. harf Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 17. harf Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 4. harf EL F COP1 11. harf Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 18. harf EL F COP1 5. harf  LAM COP1 12. harf  HAE COP1 19. harf Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 6. harf HEYUVARL1 13. harf  NUN COP1 7. harf Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 14. harf

baklava1Kuran'da 114 (19 x 6) besmele bulunur. Bu sayı da 19'un 6 katıdır.
baklava1Kuran'da 113 sure besmele ile başlar. Başında besmele bulunmayan tek sure, 9 numaralı Tevbe Suresi'dir. Kuran'da sadece Neml Suresi'nde iki besmele bulunmaktadır. Bu besmelelerden biri surenin başında diğeri ise 30. ayette yer alır. Besmele ile başlamayan Tevbe Suresi'nden itibaren saymaya başlanıldığında Neml Suresi'nin 19. sırada yer aldığı görülecektir.
sureno3
19 sure sonra gelen 27 numaralı Neml Suresi'nin hem başında, hem de 30. ayetinde besmele vardır. Böylece 27. surede iki besmele bulunur. Besmeleleri 114'e tamamlayan 27. surenin 30. ayetidir. Ayrıca sure ve ayet numaralarını yani 27 ve 30'u topladığımızda 57 (19 x 3) sayısını buluruz.
Tevbe Suresi'nden (9) Neml Suresi'ne (27) kadar olan sure numaralarının toplamı;
(9+10+11+12+13+14+15+16+17+18+19+20+21+22+23+24+25+26+27=) 342'dir. Bu da 19'un 18 katıdır.
baklava119 ve 19'un katı olan ayetlerde geçen Allah kelimelerinin toplamı 133 (19 x 7) katıdır.
baklava1Bir anlamına gelen "vahid" (i harfi okunurken ekleniyor) kelimesinin ebced değeri 19'dur. Kuran'da bu kelime, bir çeşit yemek, bir kapı vs. gibi farklı kelimeler için kullanılmıştır. "Bir Allah" olarak kullanımı ise 19 keredir.
(Arapçası
harekesiz olarak
gösterilmiştir)

"Vahd"
kelimesinin harfleri

Harflerin Sayısal
Değerleri

VAV1
EL F COP2
HAE
dal1
V
A
H
D
6
1
8
4
Kelimenin Toplam
Ebced Değeri
19
baklava119 kere vahd kelimesinin geçtiği ayetlerin sure ve ayet numaralarının toplamı: 361 (19 x 19)'dir.
baklava1"Yalnızca Allah'a ibadet edin" ifadesinin Arapçası "Vahdahu" 7:70, 39:45, 40:12, 40:84 ve 60:4 numaralı ayetlerde geçer. Bu sayılar tekrarsız olarak toplandığında 361 (19 x 19) sayısını elde ederiz.
baklava1İlk başlangıç harflerinden (Elif, Lam, Mim; Bakara Suresi, 1. ayet) son başlangıç harflerine (Nun; Kalem Suresi, 1. ayet) kadar olan ayet sayısı 5.263 (19 x 277)'tür.
baklava1Başlangıç harflerinin bulunduğu ilk sure ile başlangıç harflerinin bulunduğu son sure arasında, başlangıç harflerinin bulunmadığı 38 (19 x 2) sure vardır.
baklava1"Rahman" kelimesi ise Kuran'da 57 (19 x 3) defa geçmektedir.
baklava1Kuran'da bahsi geçen 30 farklı rakam vardır.
1
7
19
70
1.000
2
8
20
80
2.000
3
9
30
99
3.000
4
10
40
100
5.000
5
11
50
200
50.000
6
12
60
300
100.000
Kuran'da geçen tüm bu sayıları (tekrarlar dikkate alınmadan) topladığımızda çıkan sayı 162.146'dır. Bu da 19'un 8.534 katıdır:
1+2+3+4+5+6+7+8+9+10+11+12+19+20+30+40+50+60+70+80+99+100+200+
300+1.000+ 2.000+3.000+5.000+50.000+100.000=162.146 (19 x 8.534)
baklava1Bu 30 farklı sayıya ek olarak Kuran'da 8 tane kesirli sayıdan bahsedilir. Bunlar 1/10, 1/8, 1/6, 1/5, 1/4, 1/3, 1/2, 2/3'tür. Böylece Kuran 38 (19 x 2) farklı sayı içerir.
baklava1Kuran'ın en başından itibaren 19 ayete sahip ilk suresi İnfitar Suresi'dir. Bu surenin diğer bir özelliği son kelimesinin Allah olmasıdır. Bu aynı zamanda Rabbimiz'in "Allah" olarak zikredilen, Kuran'daki sondan 19. ismidir.
baklava1Kaf harfi ile başlayan 50. surede 57 (19 x 3) adet Kaf harfi vardır. Başında Kaf harfi bulunan 42. surede yine 57 (19x3) adet Kaf harfi bulunur. 50. surenin 45 ayeti vardır. Bunları toplarsak sonuç 95 (19 x 5)'tir. 42. surenin 53 ayeti vardır. Bunları toplarsak 42+53 yine 95 (19 x 5)'tir.
50. Sure

57 (19x3) Kaf harfi
42. Sure

57 (19x3) Kaf harfi
50. Surede
45 ayet
50+45=95 (19x5)
42. Surede
53 ayet
42+53=95 (19x5)
baklava1Kaf Suresi'nin ilk ayetinde Kuran için kullanılan Mecid kelimesinin ebced değeri 57 (19 x 3)'dir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi sure içindeki Kaf harflerinin toplamı da 57'dir.
baklava1Kaf Suresi'ndeki Kaf harflerinin geçtiği ayetlerin numarasını topladığımızda 19'un 42 katı olan 798 sayısını elde ederiz. 42 sayısı ise başlangıç harfleri arasında Kaf olan diğer bir surenin numarasıdır.
baklava1Nun harfi sadece 68. surenin başında bulunur. Bu suredeki Nun harflerinin toplam sayısı 133 (19 x 7)'tür.
baklava1Sure numaraları 19'un katı olan surelerin ayet sayılarını (besmele dahil) topladığımızda:

SURE NO
AYET SAYISI
19x1
19. Sure
99
19x2
38. Sure
89
19x3
57. Sure
30
19x4
76. Sure
32
19x5
95. Sure
9
19x6
114. Sure
7
TOPLAM

=266 (19x4)
baklava1Ya, Sin harfleri Yasin Suresi'nin başında bulunmaktadırlar. Sin harfi Yasin Suresi'nde 48 defa geçmekte iken Ya harfi 237 defa geçmektedir. Bu iki harfin toplamı 285 (19 x 15)'tir.
baklava1Yalnızca tek bir sure -7. sure- "Elif, Lam, Mim, Sad" başlangıç harfleriyle başlamaktadır. Elif harfi bu surede 2.529 defa, Lam harfi 1.530 defa, Mim harfi 1.164 defa ve Sad harfi 97 defa geçmektedir. Bu şekilde 4 harfin bu surede toplam olarak geçtiği yer 2.529 + 1.530 + 1.164 + 97 = 5.320 (19 x 280)'dir.
baklava1Elif, Lam, Mim harfleri Arapçada en sık kullanılan harflerdir. Bu harfler birarada 6 surenin -2, 3, 29, 30, 31 ve 32- başında yer almaktadırlar ve bu 3 harf, 6 surenin her birinde toplam 19'un katı olarak geçmektedir. Sırasıyla [9.899 (19 x 521), 5.662 (19x298), 1.672 (19 x 88), 1.254 (19 x 66), 817 (19 x 43)]. Bu üç harfin 6 surede toplam olarak geçtiği yer 19.874 (19 x 1.046)'tür.
baklava1Elif, Lam, Ra başlangıç harfleri 10, 11, 12, 14 ve 15. surelerde bulunmaktadır. Bu harflerin bu surelerde toplam olarak geçtiği yer 2.489 (19 x 131), 2.489 (19x131), 2.375 (19 x 125), 1.197 (19 x 63) ve 912 (19 x 48)'dir.
baklava1Elif, Lam, Mim, Ra başlangıç harflerinin toplam olarak geçme sıklığı 1.482 (19 x 78)'dir. Elif harfi 605 defa, Lam harfi 480 defa, Mim harfi 260 defa ve Ra harfi 137 defa geçmektedir.
baklava1Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad başlangıç harfleri tek bir surede -19. sure- geçmektedir. Kaf harfi bu surede 137 defa, Ha harfi 175 defa, Ya harfi 343 defa, Ayn harfi 117 defa ve Sad harfi 26 defa geçmektedir. 5 harfin toplam olarak geçtiği yerlerin sayısı 137 + 175 + 343 + 117 + 26 = 798 (19 x 42)
Bu konudaki diğer tespitler ise şöyledir:
Tüm Kuran'da;
- Etiu (itaat ediniz) kelimesi 19 kere,
- Abd (kul), abid (kulluk eden kişi) ve ibadet kelimeleri ise toplam 152 (8 x 19) kere geçmektedir.
baklava1Aşağıda örnek olarak verilen Allah'ın isimlerinden bazılarının sayısal ebced değeri de 19'un katlarıdır.
- Vahid (Tek) 19 (19 x 1)
- Cami (Toplayan) 114 (19 x 6)

OLAĞANÜSTÜ BİR SAYI: 19
baklava1Ondokuz, 9 ve 10 sayılarının ilk kuvvetlerinin toplamıdır. 9 ve 10 sayılarının ikinci kuvvetleri arasındaki fark da 19 sayısını verir.
101
102
10+9
100 - 81
19
19
baklava1Güneş, Ay ve Dünya her 19 yılda bir aynı göreceli pozisyonda sıralanırlar.242
Halley kuyruklu yıldızı her 76 (19 x 4) yılda bir Güneş Sistemi'nin içinden geçer.243

19 sayısının Paskal üçgenindeki yeri
baklava1Paskal üçgeninde ilk 19 rakamın toplamı 38(2x19)'dir.
ucgen
Şekil 1: İlk 19 rakam
Paskal üçgeni matematiğin cebir ve olasılık hesaplarında kullanılan aritmetik bir üçgendir.
baklava1Paskal üçgenindeki ilk 19 sayının toplamı, 57(3x19)'dir.
ucgen1
Şekil 2: İlk 19 sayı
baklava1Sonuç:
İlk 19 rakamın toplamı 19'un katıdır.
İlk 19 sayının toplamı 19'un katıdır.
Kuran ayetlerinin indiriliş sırasına göre, 19 şifresinin Paskal üçgeni ile bağlantısı
baklava1İlk vahiy olan 96. sure sondan 19. suredir. 19 ayetten oluşur ve bu surede toplam 285 (19 x 15) harf vardır. Vahyin ilk 5 ayetinde ise 76 (19 x 4) kelime bulunmaktadır.
baklava1İkinci olarak vahyedilen 68. surede vahyolunan ilk ayetler 38 (19 x 2) kelimeden oluşmaktadır.
baklava1Üçüncü vahiy olan 73. sure, 57 (19 x 3) kelimeden oluşmaktadır.
kuran
O (Kuran), alemleri için yalnızca bir zikir (öğüt ve hatırlatma) dir. Gerçekten onun haberini bir zaman sonra öğreneceksiniz.
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
28 Nisan 2006       Mesaj #68
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
İNSANIN DOĞUMU


Kuran'da insanlar iman etmeye çağrılırken oldukça farklı konulardan bahsedilir. Allah, kimi zaman gökleri, kimi zaman yeryüzünü, bazen hayvanları ve bitkileri insana delil olarak gösterir. Yine birçok ayette insanın bizzat kendi yaratılışına dönüp bakması öğütlenir. İnsanın nasıl yeryüzüne geldiği, hangi aşamalardan geçtiği ve temel maddesinin ne olduğu sık sık hatırlatılır. Örneğin aşağıdaki ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:


Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)


İnsanın yaratılışındaki mucizevi yönler, daha pek çok ayette vurgulanır. Ancak bu vurgular arasında öyle bilgiler vardır ki, bunlar 7. yüzyılda yaşayan insanların asla bilemeyeceği detaylardır. İşte bunlardan bazıları:

1) İnsan, meni sıvısının tamamından değil, aksine çok küçük bir parçasından (spermadan) yaratılır.
2) Bebeğin cinsiyetini erkek belirler.
3) İnsan embriyosu ana rahmine adeta bir sülük gibi yapışır.
4) İnsan ana rahminde üç karanlık bölge içinde gelişir.
Yukarıda sıraladığımız bilgiler Kuran'ın indirildiği dönemde, bilinmesi mümkün olmayan ve gözlemlenemeyecek detaylardır. Bunların keşfedilmesi, ancak 20. yüzyıl teknolojisinin kullanılmasıyla mümkün olmuştur.
Şimdi bu bilgileri sırasıyla inceleyelim.




Meniden Bir Damla
61a

Üstteki resimde rahme dökülen meni görülmektedir. Erkekten atılan 250 milyon kadar spermden çok az bir miktarı yumurtaya ulaşmayı başarır. Yumurtayı dölleyecek olansa, sağ kalmayı başaran 1000 kadar spermden sadece bir tanesidir. İnsanın bütün meniden değil, meninin içindeki çok küçük bir parçadan oluştuğu, Kuran'daki "akıtılan meniden bir damla su" tanımlaması ile haber verilmiştir.



Spermler yumurtaya ulaşana kadar annenin vücudunda bir yolculuk geçirirler. Bu yolculukta 250 milyon spermden ancak bin kadarı yumurtaya ulaşmayı başarır. Beş dakika sonra sona erecek yarışın sonunda, yarım tuz tanesi büyüklüğündeki yumurta, spermlerden yalnızca birini kabul eder. Yani insanın özü, meninin tamamı değil, ondan küçük bir parçadır. Kuran'da bu gerçek Kıyamet Suresi'ndeki ayetlerde şöyle açıklanmıştır:

İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? (Kıyamet Suresi, 36-37)


Dikkat edilirse Kuran'da, insanın meninin tamamından değil, onun içinden alınan küçük bir parçadan oluştuğu haber verilmektedir. Bu ayetteki özel vurgunun, ancak modern bilim tarafından keşfedilen bir gerçeği açıklaması ise, Kuran'ın Allah sözü olduğunun delilidir.

Menideki Karışım Meni olarak adlandırılan ve spermleri taşıyan besleyici sıvı, sadece spermlerden oluşmaz. Aksine meni, birbirinden farklı sıvıların karışımından oluşur. Bu sıvıların, spermin gerek duyduğu enerjiyi karşılayacak olan şekeri bulundurmak, baz özelliğiyle ana rahminin girişindeki asitleri nötralize etmek, spermin hareket edeceği kaygan ortamı sağlamak gibi görevleri vardır.


Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri
Kuran'da erkeklik ve dişiliğin, "rahme dökülen meniden" yaratıldığı bildirilmiştir. Oysa yakın zamana kadar cinsiyetin anne hücreleri tarafından belirlendiği sanılıyordu. Kuran'da verilen bu bilgiyi bilim 20. yüzyılda keşfetmiştir. Kuran'da insanın yaratılışı ile ilgili olarak buna benzer pek çok detay asırlar öncesinden haber verilmiştir.

Kuran'da meniden söz edilirken, modern bilimin ortaya çıkardığı bu gerçeğe de işaret edilmekte ve meni "karmakarışık" bir sıvı olarak tarif edilmektedir:

Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2)


Başka ayetlerde ise yine meninin karışım olduğuna işaret edilir, insanın ise bu karışımın "özünden" yaratıldığı vurgulanır:

Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun ****** bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır. (Secde Suresi, 7-8)


Burada "öz" diye çevrilen Arapça "sulale" kelimesi, öz ya da bir şeyin en iyi kısmı demektir. Hangi şekilde alınırsa alınsın "bir bütünün bir kısmı" anlamına gelir. Bu durum, Kuran'ın, insanın yaratılışını en ince detayına kadar bilen Allah'ın sözü olduğunu açıkça göstermektedir.


Bebeğin Cinsiyeti

Yakın bir zamana kadar insanlar, bebeğin cinsiyetinin anne hücreleri tarafından belirlendiğini sanıyorlardı. Ya da en azından, anne ve babadan gelen hücrelerin birlikte cinsiyet belirledikleri zannediliyordu. Ancak Kuran'da bu konuda farklı bir bilgi verilmiş ve erkeklik ve dişiliğin, "rahime dökülen meniden" yaratıldığı bildirilmiştir:


Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman. (Necm Suresi, 45-46)

Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Kıyamet Suresi, 37-39)


51a 52a
X kromozomu dişilik, Y kromozomu ise erkeklik özelliklerini taşır. Anne yumurtasında yalnızca dişi cinsiyeti belirleyen X kromozomu bulunur. Babadan gelen menide ise hem X hem de Y kromozomu taşıyan spermler bulunur. Dolayısıyla bebeğin cinsiyeti annenin yumurtasını dölleyen spermin X ya da Y kromozomu taşımasına bağlıdır. Yani ayette belirtildiği gibi bebeğin cinsiyetini belirleyen etken, babadan gelen menidir. Kuran'ın indirildiği asırda kesinlikle bilinemeyecek olan bu bilgi, Kuran'ın Allah sözü olduğunu kanıtlayan delillerden biridir.



Kuran'da verilen bu bilginin doğruluğu, genetik ve mikrobiyoloji bilimlerinin gelişmesiyle birlikte bilimsel olarak da ispatlandı. Cinsiyetin tümüyle erkekten gelen sperm hücreleri tarafından belirlendiği, kadının ise bu işte hiçbir rolünün olmadığı anlaşıldı.

Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri

Cinsiyet belirlenmesindeki etken, kromozomlardır. İnsan yapısını belirleyen 46 kromozomdan iki tanesi cinsiyet kromozomu olarak adlandırılır. Bu iki kromozom erkekte XY, kadında ise XX olarak tanımlanır. Bunun sebebi söz konusu kromozomların bu harflere benzemesidir. Y kromozomu erkeklik, X kromozomu ise kadınlık genlerini taşır.

Bir insanın oluşması, erkek ve kadında çiftler halinde yer alan bu kromozomların birer tanesinin birleşmesi ile başlar. Kadında yumurtlama sırasında ikiye ayrılan eşey hücresinin her iki parçası da X kromozomu taşır. Oysa erkekte ikiye ayrılan eşey hücresi, X ve Y kromozomları içeren iki farklı sperm meydana getirir. Kadında bulunan X kromozomu, eğer erkekteki X kromozomunu içeren spermle birleşirse doğacak bebek kız olacaktır. Eğer Y kromozomu içeren spermle birleşirse, bu kez doğacak çocuk erkek olur.

Yani doğacak çocuğun cinsiyeti, erkekteki kromozomlardan hangisinin kadının yumurtasıyla birleşeceğine bağlıdır.

Kuşkusuz genetik bilimi ortaya çıkıncaya dek, yani 20. yüzyıla kadar bunların hiçbiri bilinmiyordu. Aksine pek çok kültürde, doğacak çocuğun cinsiyetinin kadın bedeni tarafından belirlendiği inancı yaygındı. Hatta bu nedenle kız çocuk doğuran kadınlar kınanırdı.

Oysa Kuran'da, insanlara genlerin keşfinden 14 yüzyıl önce bu batıl inanışı reddeden bir bilgi verilmiş, cinsiyetin kökeninin kadın değil, erkekten gelen meni olduğu bildirilmiştir.

6b
Anne karnındaki bebek, gelişiminin ilk aşamasında annesinin kanından beslenebilmek için rahim duvarına yapışıp tutunan bir zigot halindedir. Yukarıdaki resimde bir et parçası görünümünde olan zigot görülmektedir. Modern embriyolojinin tespit ettiği bu oluşum, Kuran'da "asılıp tutunan" anlamına gelen, deriye yapışıp kan emen sülükler için de kullanılan "alak" kelimesiyle 14 yüzyıl önceden mucizevi bir biçimde bildirilmiştir.


Rahme Asılıp Tutunan "Alak" Kuran'ın insanın oluşumu hakkında verdiği bilgileri incelemeye devam ettiğimizde, yine çok önemli bazı bilimsel mucizelerle karşılaşırız.

Erkekten gelen sperm ve kadındaki yumurta birleştiğinde, doğacak bebeğin ilk özü de oluşmuş olur. Biyolojide "zigot" olarak tanımlanan bu tek hücre, hiç zaman yitirmeden bölünerek çoğalacak ve giderek küçük bir "et parçası" haline gelecektir.

Ancak zigot bu büyümesini boşlukta gerçekleştirmez. Rahim duvarına asılıp tutunur. Sahip olduğu uzantılar sayesinde toprağa yerleşen kökler gibi, buraya yapışır. Bu bağ sayesinde de, gelişimi için ihtiyaç duyduğu maddeleri annenin vücudundan emebilir. 50
İşte burada çok önemli bir Kuran mucizesi ortaya çıkmaktadır. Allah Kuran'da, anne rahmine tutunarak gelişmeye başlayan zigottan söz ederken, "alak" kelimesini kullanmaktadır:

Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir "alak"tan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. (Alak Suresi, 1-3)

"Alak" kelimesinin Arapçadaki anlamı ise, "bir yere asılıp tutunan şey" demektir. Hatta kelime asıl olarak deriye yapışarak oradan kan emen sülükler için kullanılır.

Kuşkusuz, anne karnında gelişmekte olan zigotu bu özelliğiyle tarif eden bir kelime kullanılması, Kuran'ın alemlerin Rabbi olan Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha ispatlamaktadır.



Kemiklerin Kasla Sarılması



58a

Anne karnında gelişimini tamamlayan bebeğin kemikleri tam olarak Kuran'da haber verildiği gibi belli bir dönem sonra kaslarla sarılmaktadır.




Kuran ayetlerinde haber verilen bir diğer önemli bilgi ise, insanın anne rahmindeki oluşum aşamalarıdır. Ayetlerde, anne karnında önce kemiklerin oluştuğu, daha sonra ise kasların ortaya çıkarak bu kemikleri sardığı şöyle haber verilmektedir:


Sonra o su damlasını bir alak (hücre topluluğu) olarak yarattık; ardından o alak'ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 14)

Anne karnındaki gelişimi inceleyen bilim dalı embriyolojidir. Ve embriyoloji alanında, yakın zamana kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya çıkarak geliştikleri sanılmıştır. Ancak gelişen teknoloji sayesinde yapılan daha ileri mikroskobik incelemeler, Kuran'da bildirilenlerin eksiksiz bir şekilde doğru olduğunu ortaya koymuştur.

Bu mikroskobik incelemeler göstermektedir ki, anne karnında, tam ayetlerde tarif edildiği gibi bir gelişme gerçekleşir. Önce embriyodaki kıkırdak doku kemikleşir. Daha sonra ise kas hücreleri kemiklerin etrafındaki dokudan seçilerek biraraya gelir ve bu kemikleri sarar.
Bu durum, Developing Human (Gelişen İnsan) adlı bilimsel bir yayında şöyle tarif edilmektedir:

6. haftada kıkırdaklaşmanın devamı olarak ilk kemikleşme köprücük kemiğinde ortaya çıkar. 7. hafta sonunda uzun kemiklerde de kemikleşme başlamıştır. Kemikler oluşmaya devam ederken kas hücreleri kemiği çevreleyen dokudan seçilerek kas kitlesini meydana getirirler. Kas dokusu bu şekilde kemiğin etrafında ön ve arka kas gruplarına ayrışır. 51
Kısacası insanın Kuran'da tarif edilen oluşum aşamaları, modern embriyolojinin bulgularıyla tam bir uyum içindedir.


Kur'an'ın Bilimsel Mucizeleri 20a


İnsanın anne karnındaki gelişiminin pek çok aşaması Kuran'da haber verilmiştir. Müminun Suresi'nin 14. ayetinde bildirildiği gibi anne karnındaki embriyonun ilk aşama olarak kıkırdak dokusu kemikleşir. Ve daha sonra bu kemikler kas hücreleri tarafından sarılmaya başlanır. Allah bu gelişimi Kuran'da, "... daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik..." ifadesiyle en açık şekilde tarif etmiştir.




Bebeğin Rahimdeki Üç Karanlık Evresi

Kuran'da insanın anne karnında üç aşamalı bir yaratılışla yaratıldığı bildirilmektedir:


... Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz? (Zümer Suresi, 6)

Yukarıdaki ayette Türkçeye "üç karanlık içinde" olarak çevrilmiş olan Arapça "fi zulumatin selasin" ifadesi embriyonun gelişimi sırasında bulunduğu üç karanlık bölgeye işaret etmektedir. Bu bölgeler sırasıyla:

a) Batın karanlığı


b) Rahim karanlığı
c) Döl yatağı karanlığıdır.

Görüldüğü gibi bugün modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin yukarıdaki ayette bildirildiği şekilde, üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Ayrıca embriyoloji alanındaki gelişmeler bu bölgelerin de üçer katmandan oluştuğunu göstermiştir.

Batın duvarı üç tabakadan oluşur: Dış kas plakaları, iç kas plakaları, çapraz kaslar. 52
Benzer bir şekilde rahim duvarı da üç katmandan oluşur: Epimetrium, miyometrium ve endometrium. 53
Aynı şekilde embriyoyu saran kese de üç katmandan oluşur: Amniyon (rahimde fetusu saran en iç zar- amnion), koryon (orta amniyon zarı- chorion) ve desidüa (dış amniyon zarı- decidua). 54
Ayrıca ayette, insanın anne karnında, birinden diğerine farklılaşan üç ayrı evrede meydana geldiğine işaret edilmektedir.

Gerçekten de bugün modern biyoloji, bebeğin anne karnındaki embriyolojik gelişiminin üç farklı devrede gerçekleştiğini de ortaya koymuştur. Bugün tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan bütün embriyoloji kitaplarında bu konu en temel bilgiler arasında yer alır. Örneğin, embriyoloji hakkında temel başvuru kitaplarından biri olan Basic Human Embryology (Temel İnsan Embriyolojisi) isimli kaynakta bu gerçek şöyle ifade edilmektedir:

Rahimdeki hayat 3 EVREDEN oluşur; preembriyonik (ilk 2,5 hafta), embriyonik (8. haftanın sonuna kadar) ve fetal (8. haftadan doğuma kadar). 55


2b

Zümer Suresi'nin 6. ayetinde insanın anne karnında, birinden diğerine farklılaşan üç ayrı bölgede meydana geldiğine işaret edilmektedir. Gerçekten de bugün modern embriyoloji bilimi, bebeğin anne karnındaki embriyolojik gelişiminin üç farklı bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur.



2c 2d

Bu evreler bebeğin farklı gelişim aşamalarını içerir. Bu üç gelişim safhasının belli başlı özellikleri kısaca şöyledir:

- Preembriyonik evre: Bu ilk evrede zigot bölünerek çoğalır, bir hücre kitlesi haline geldikten sonra kendini rahim duvarına gömer. Hücreler çoğalmaya devam ederken 3 tabaka halinde organize olurlar.

- Embriyonik evre: İkinci evre toplam 5,5 hafta sürer ve bu süre boyunca canlı "embriyo" olarak adlandırılır. Bu evrede hücre tabakalarından bedenin temel organ ve sistemleri ortaya çıkar.

15b

- Fetal evre:
Bu döneme girildiğinde, embriyo artık "fetus" olarak adlandırılır. Bu dönem gebeliğin 8. haftasından itibaren başlar ve doğuma kadar sürer. Bir önceki dönemden ayırt edici özelliği fetusun yüzü, elleri ve ayaklarıyla belirgin, insan dış görünümüne sahip bir canlı olmasıdır.
Dönemin başında 3 cm boyunda olmasına rağmen tüm organları ortaya çıkmıştır. Bu dönem 30 hafta kadar sürer ve gelişme doğum haftasına kadar devam eder.

Anne rahmindeki gelişim ile ilgili bu bilgiler, ancak modern teknolojik aletlerle yapılan gözlemler sayesinde elde edilmiştir. Ancak görüldüğü gibi bu bilgilere de, diğer pek çok bilimsel gerçek gibi, mucizevi bir biçimde Kuran ayetlerinde dikkat çekilmiştir. İnsanlığın tıbbi konularda hiçbir detaylı bilgiye sahip olmadığı bir dönemde, Kuran'da bu derece ayrıntılı ve doğru bilgiler verilmiş olması, elbette Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun açık bir delilidir.


ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Mayıs 2006       Mesaj #69
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Psikiyatri son zamanların yıldızı yükselen bilim dalı.


Birçok insan, insanı ve hayatı psikiyatrinin veri ve kavramlarını esas alarak değerlendirmeye çalışıyor.


Bu nereye kadar doğru?


SORU: Freud’un görüşleri ile İslam alimlerinin nefis kavramı hakkındaki açıklamalarını bir arada değerlendirdiniz mi? Arada bir uyum yok mu sizce? Meselâ Freud’un ‘id-ego-süperego’ üçlemesi, bizim ‘nefis-benlik-vicdan’ tariflerimize benzemiyor mu? Freud’un tespitlerini İslâmî kavramlarla bağdaştıramaz mıyız?


Cevap: Freud’un bazı görüşleri, İslamî kavramlara da kısmen uyabilir. Meselâ, bahsettiğiniz ‘id-ego-süperego’ üçlemesinin ‘nefis-benlik-vicdan’ üçlemesine hayli benzediği açıktır. O da kendince gerçeği bulmaya çalışan, hayli de zeki bir insandı ve bazı doğrulara yakınlaşmıştı. Zaten, “Her fırka-i dalalette bir dane-i hakikat bulunur.” Yani, her yanlış fikrin tamamen yanlış olması gerekmez.

Ancak Freud, birçok yerde büyük, hatta komik hatalar da yapmıştır. Bu, bugün bilimsel olarak, hatta taraftarlarınca dahi kabul edilmektedir. Meselâ o, süperego’nun sadece bilinç düzeyinde olduğunu; bilinçaltının ise tamamen id denilen dürtülerden oluştuğunu iddia eder. Oysa meselâ suçluluk duygusu hem (onun tabiriyle) süperego’ya aittir, hem de bilinçaltı bir süreçtir.

Veya onun neredeyse yok saydığı, görmezden geldiği ölüm gerçeğini, yok olmaktan korkmayı, bugünkü psikiyatri bilimi en temel bir problem olarak görür. “İnsan, öleceğini bile bile yaşayan tek canlıdır ve bu, insan için en önemli stres kaynağıdır” denilir. Oysa Freud’un âleminde ölüm gerçeği yok gibidir. Bin dereden su getirir de, ölüm vadisine uğramaz. Freud’un, annesinin ölümünden sonra depresyona giren bir çocukla ilgili meşhur bir analizi vardır: “Anne objesini, ölümünden sonra içselleştirmiş; ama ona karşı olan ambivalan duygularından dolayı, süperego anksiyetesi yaşayıp depresyona girmiş, falan filan...”

Bu yorum, günümüzde psikiyatri çevrelerinde neredeyse gülerek karşılanmakta ve “Onca ince mekanizmayı görüp de apaçık ve dehşetli ölüm gerçeğinin bu depresyondaki rolünü görmemek nasıl bir analizdir?” denilmektedir.

İslâmî tarife hiç uymayan bir diğer nokta olarak, onun süperego tanımı, aile ve toplum baskısı ve tepkileri sonrası gelişen, yani kökü dışarıda bir kavramdır. Doğuştan gelen fıtrî bir temeli yoktur. Oysa bizim vicdan dediğimiz his, insanın doğuştan sahip olduğu bir ‘fıtrat-ı zişuur’dur. Sadece yapılması, yapılmaması gereken şeyleri değil, bazı hakikatleri de fısıldayan bir histir.

Freud’un bunlar gibi birçok açık hatası, bugün psikiyatri ile uğraşanların malumudur. O yüzden, onun psikiyatri âleminde bile artık tam kabul görmeyen fikirlerini esas gibi kabul edip, İslâmî terimleri onlarla tefsir etmek çok yanlış olur.
Aslında belirtmem lazım ki, sizin gibi soru soranlar da olmasa, Freud’un adını unutacağım neredeyse. Zira bugünkü psikiyatri dünyasında Freud’un görüşleri pek kabul görmemekte ve onu onaylayanlar bile fikirlerini ancak hayli değiştirerek kabul etmektedirler.


Soru: Bilim âleminde Freud artık terk ediliyor ve doğruya yaklaşma var yani?

Cevap: Doğruya yaklaşma tabirini ihtiyatlı kullanmak lazım. Zira, en azından psikiyatride hâlâ hakim olan meyil, dine soğuk bakan anlayıştır. Hatta, ölüm konusunda Freud’u eleştiren Yalom dahi ateisttir. Ölümün önemini kabul eder ama, çözümü yine dinin dışında aramaya çalışır.

Zaten, esas önemli olan nokta şu: Kur’ân ile materyalist bilim arasındaki asıl fark, tesbit ve isimlendirmeden de önce, bakış açısıdır. Kur’ân herşeye Allah hesabına bakar, inançsız bilim ise bizzat kendisi hesabına. Meselâ, bir yazıya, harflerin şekilleri, büyüklükleri, renkleri gibi özellikleri için, yani bizzat o yazının kendisi için bakmak başkadır; yazının ifade ettiği mânâ için bakmak bambaşkadır. İşte bu temel bakış açısı noktasından, dini dışlayan bilim ile, Kur’ân’ın tarzı arasında dağlar kadar fark vardır. Materyalist bilim herşeyi (ve tabiî insanı da) kendisi için var olan, bizzat kendisini gösteren ve kendisine hizmet eden varlıklar olarak görürken, Kur’ân herşeyi Yaratıcısına nisbetle ve yaratılış hikmetine göre ele alır.

O yüzden, sadece Freud ve takipçileri değil, genel olarak ‘modern’ psikiyatristler, ego’yu (benliği) bizzat kendisi için var olan ve kendi çıkarlarını korumaya çalışan bir kişilik elemanı olarak tarif ederken; İslâmî açıdan benlik, elindeki kabiliyetleri Allah’ı tanıyabilmek için kullanan, kendisi adına var olmayı değil, Yaratıcısını bulmayı hedeflemiş (ya da öyle kullanılması gereken) bir araçtır. Yine materyalist psikiyatri, malum üçlemede önceliği id (yani nefis)’e verir, “Esas amaç, usulünce de olsa, id’in tatmin edilmesi, deşarj olmasıdır; ana hedef zevktir” der. Oysa Kur’ân, esas olarak vicdanın hakim olması, nefsin ise terbiye edilmesi gerektiğini ifade eder ve esas amacı Allah’ın rızası olarak gösterir. Burada nefis sadece bir itici güç, bir binektir. Dizginlenmesi ve yönlendirilmesi gereken bir binek.

Zaten Yaratıcı unutulsa ya da düşünülmezse, ona yönelik manevî yönler de anlaşılmaz, görülmez. Oysa insan, Kur’ân’ın ifadesiyle, ancak ve ancak Allah’a kul olmak, O’nu tanımak ve O’na ibadet etmek için yaratılmıştır. Bu şu demektir:

İnsana verilen tüm kabiliyetler de (akıl, vicdan, benlik, nefis, hayal vs.) ancak Allah’ı tanımaya, ona yönelmeye vesile olmak için verilmişlerdir. Bu ilişkiyi yok farz edince o kabiliyetleri hakkıyla anlamak (ve tabiî, tatmin etmek de) mümkün değildir. Allah’ın, Kendisine kul olsun diye, Kendi isimlerinin aynası olsun diye, ona verilmiş küçücük ölçücüklerle Rabbini bulsun diye yarattığı insanı, Allah’ı düşünmeden nasıl doğru tanıyabilir ve tarif edebiliriz ki?

Meselâ bir otomobil düşünün. O otomobili, yapımcı firmayı, üretim amacını, kullanım kılavuzunu bilerek incelemek ve kullanmak başkadır; ne işe yaradığını (hatta taşıt olduğunu bile) bilmeden değerlendirmek bambaşkadır. Bir adam düşünün ki, o otomobilin bir hedefe gitmek için yapılmış bir ulaştırma aracı olduğunu dahi bilmiyor (ya da kabul etmiyor). Ona bir araba verdiniz. Eğer kullanma kılavuzunu okumazsa, açıklamaları da dinlemezse, o arabayı küçük bir ev, lüks bir baraka gibi düşünecektir muhtemelen:

“Koltukları da rahatmış, iyi uyunur. Aydınlatma da var. Şu dışarıdaki lambalar da süs ve eğlence için olmalı. Ama nedense tuvalet koymamışlar? Bu büyük simit gibi şeyi de, kitap okurken rahle gibi kullanabilirim. Ama yok, pek işe yaramıyor; sökeyim bari, kalabalık etmesin. Şu üzerinde rakamlar olan kol da anlamsız, onu da atalım. Motoru da sanırım kalorifer için koymuşlar. Ama bu kadar büyük bir motor, kalorifer için fazla değil mi? Yine de iyi ısıtıyor. Aslında bu şey, bir ev olarak çok uygun sayılmaz ama, ne yapalım, idare edeceğiz.”

Aynen onun gibi, insanı da ‘bu dünyaya bir imtihan için gönderilmiş ve Yaratıcısını tanıyıp O’na kulluk edecek kabiliyetlerle donatılmış ve böylece O’nun rızasını ve sonsuz bir cenneti kazanmaya aday bir kul’ olarak değil de; ‘tesadüfen dünyaya gelmiş, çok yetenekli ama kısacık ömürlü bir konuşan hayvan’ nazarıyla görenler, insandaki muazzam his ve kabiliyetleri böyle basit, hatta komik bir nazarla değerlendirir, büyük hatalara düşerler.

İlk başta bahsedilen bazı benzer tesbitler konusuna bir de şu açıdan bakabiliriz: Bizim ‘nefis, vicdan, benlik’ üçlememiz asırlardan beri vardır ve haktır da. Hak olduğunu, Freud’un bile bu tariflere yakınlaşması ile de görüyoruz zaten. Onların tam doğruyu bulup bulmaması, kendi sorunlarıdır. Ne zaman ki Kur’ân’ın tesbitlerine yaklaşırlar, o zaman doğruyu bulmuş olurlar. Ve o zaman da biz onların hesabına seviniriz, Kur’ân hesabına değil. Zira Kur’ân’ın bilimin onayına ihtiyacı yoktur. Bilim düşünsün.

Zaten her atılan taşın peşine koşmak, her kabul gören teoriyi Kur’ân’a uydurmaya çalışmak, habire minder dışına çıkmaya yol açar. Böyle yapan ve orta yol bulmaya çalışanların, bir süre sonra maalesef saf değiştirdikleri de çok görülmüştür.

Soru: Fikirlerinize katılmakla birlikte, Freud ve benzeri ilim adamlarına yönelik tarzınızın biraz küçümseyici olduğunu düşünüyorum.


Cevap: Eğer denilirse ki: “Siz necisiniz ki bu meşhurlara karşı meydana çıkıyorsunuz? Siz sinek gibi olup da, kartalların uçmalarına nasıl karışıyorsunuz?” Biz de deriz ki: “Kur’ân gibi bir üstadımız varken, yolunu şaşırmış felsefenin ve pusulasız aklın talebeleri olan o kartallara, hakikat noktasında, sinek kanadı kadar da kıymet vermeye mecbur değiliz. Biz onlardan ne kadar aşağı isek, onların üstadı dahi, bizim üstadımızdan bin defa daha aşağıdır. Evet, büyük bir padişahın emrindeki küçük bir asker, küçük bir şahın büyük bir komutanından daha güçlüdür.”

Bizler kendi nefsimiz itibarıyla ne kadar aciz, cahil ve eksik olsak da, Allah’ın kelamı olan Kur’ân elimizde varken, dinsiz felsefeyi, materyalist bilimi beş paraya almayız. Onlarla ortak noktada buluşmak ve onların da onayını almak için eğilip bükülmek değil, her bir Kur’ân hükmünün, bilimin eli yetişmediği muazzam hakikatleri içerdiğini ilan ve isbat ederiz.

Bu yüzden de bazı Müslümanların, günümüzde inkârcılığın neredeyse temellerini oluşturan Freud’cu düşünce gibi fikirleri—gösteriş, reklam ve yaygaralarına kanıp—kesin gerçekler zannedip Kur’ân ile uyuşturmaya çalışmalarına karşı çıkıyoruz.
Kur’ân’ın onların onayına ihtiyacı yok. Ve Allah’ın safında olan tek bir kişi bile, çoğunluktur. Meşruiyet, onaylanma derdini onlar düşünsün.

Nitekim Kur’ân’daki “Onlardan yüz çevir; Allah sana yeter!” hitabına mahzar olan Resûlullah’ın (a.s.m.) tarzı da böyle idi. O, iddialarını biraz yumuşatmasını, biraz alttan almasını, hiç olmazsa bazı önemli putlara saygı göstermesini rica edenlere, gelen vahye tebliğ edip, malum cevabı vermişti: “Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız bile...” Ve yine, Kâfirûn sûresindeki “Leküm dîniküm veliyedîn” (Sizin dininiz size, benim dinim bana) âyetinin mânâsı da buna yakındır: “Ey kâfirler! İnançlarımız ve bakış açılarımız arasında dağlar kadar fark var. Doldurup orta noktayı bulamayız. Siz kendi yolunuza, biz kendi yolumuza.”

Zaten bilirsiniz ki, aslî hak kitap olan İncil’in zamanla tahrif edilmesi de kısmen bu sebeple olmuştur. Zamanlarında akıl ve bilim kılıfındaki her iddiayı kesin gerçek kabul eden bazı ruhbanlar, İncil’deki ifadeleri onlara uydurmak için habire değiştirmiş, bozmuş, sonunda çoğu yeri gerçekten akıl ve bilim dışı olan bugünkü ifadeler ortaya çıkmıştır.



Soru: Peki, bugüne kadar niçin dünya çapında bir psikoloji veya psikiyatri uzmanı yetiştirmedik? Nerede yanlış yapıyoruz?


Cevap: Son dönemlerde Müslümanlar olarak özgün fikirler üretemeyişimiz ve İslâm âleminin bilimsel olarak geri kalmışlığı maalesef bir gerçektir. Ancak, “Pas tutmuş, kirlenmiş bile olsa bir altın, parlak ve boyanmış bile olsa bir tenekeden kıymetlidir.” Birkaç asırlık bir durgunluk dönemi yaşadı diye, ondört asrı aydınlatan “İslâm’da bir hakikatsizlik mi var?” vehmine düşmek, anlamsız olur.
Kaldı ki, zaten bizim geri kalmışlığımız, Kur’ân’a bağlı olmamız sebebiyle değil, tersine Kur’ân’dan kopmamız sebebiyle olmuştur. Buradan çıkış yolu da, Bati felsefesinin kokuşmuş ve haktan sapmış prensiplerini İslâm’a yamamak değil, doğrudan doğruya Kur’ân’dan ilham alıp, iman esaslarının gözlüğü ile insana, kâinata, ilimlere bakmak ve taze bir sentez yapmaktır. Ancak o zaman orijinal çalışmalar üretip bilimsel ve maddî yönden de ileri gidebiliriz.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
2 Mayıs 2006       Mesaj #70
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
DEMİRDEKİ SIR
demirkulce Demir külçesi


Demir, Kuran'da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kuran'ın "Hadid", yani "Demir" adlı Suresi'nde şöyle buyrulur:
... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25)

Demir dünya üzerinde üçüncü en yaygın elementtir ve yer kabuğunun yüzde beşini oluşturur. Demir elementi, Dünya'da bu kadar fazla miktarda bulunmasına karşın, demirin oluşumu Dünya dışında gerçekleşmiştir. Modern astronomik bulgular, Dünya'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.41
Kuran'da bu bilimsel gerçek mucizevi bir şekilde bildirilmektedir.
Hadid Suresi'nin 25. ayetinde, demir için kullanılan "enzelna" yani "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, yağmur ve güneş ışınları için kullanılan "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin yukarıda ifade ettiğimiz bu önemli bilimsel gerçeğe işaret ettiği görülmektedir. Sadece Dünya'daki değil, tüm Güneş Sistemi'ndeki demir, dış uzaydan elde edilmiştir. Çünkü Güneş'in sıcaklığı demir elementinin meydana gelmesi için yeterli değildir. Güneş'in 6000 0C'lık bir yüzey ısısı ve 20 milyon 0C'lik bir çekirdek ısısı vardır. Demir ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda, birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir. Nova veya Süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Demirin uzaya dağılması işte bu patlamalar sonucunda mümkün olur.42

Bilimsel bir kaynakta bu konu ile ilgili olarak şu bilgiler yer almaktadır:
Daha yaşlı Süpernova olaylarını gösteren deliller de vardır: Deniz tabanında biriken demir-60 yaklaşık 5 milyon yıl önce Güneş'ten 90 ışık yılı uzaklıkta meydana gelen bir Süpernova patlamasının delili olarak yorumlanmıştır. Süpernova patlamasında oluşan demir-60, 1.5 milyon yıl yarılanma ömrü olan radyoaktif bir izotoptur. Dünya'nın yer altı katmanlarında bulunan demir-60 izotopu, yakın uzayda bulunan elementlerin nükleosentez geçirip, önce Dünya atmosferine oradan da yer altı katmanlarına saplanması sonucu oluşmuştur.43

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi demir madeni Dünya'da oluşmamış, Süpernovalardan taşınarak, aynı ayette bildirildiği şekilde "indirilmiştir". Bu bilginin Kuran'ın indirilmiş olduğu 7. yüzyılda bilimsel olarak tespit edilemeyeceği ise açıktır. Ancak bu gerçek, herşeyi sonsuz bilgisiyle kuşatan Allah'ın sözü olan Kuran'da yer almaktadır.

Günümüz astronomi bilgileri bize diğer elementlerin de Dünya'nın dışında oluştuğunu göstermektedir. Ayetteki "demiri de indirdik" ifadesinde geçen "de" vurgusu bu gerçeğe dikkat çekiyor olabilir. Ancak ayette, demire özellikle dikkat çekilmesi ise, 20. yüzyılın sonlarında elde edilen bilgiler dikkate alındığında son derece düşündürücüdür. Ünlü mikrobiyolog Micheal Denton, Nature's Destiny (Doğa'nın Kaderi) adlı kitabında demirin önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:
Tüm metaller içinde demirden daha çok hayati önem taşıyanı yoktur. Bir yıldızın çekirdeğinde demirin birikmesi süpernova patlamasını tetikler ve böylece hayat için gerekli olan atomların tüm evrene yayılmasına imkan verir. Demir atomlarının Dünya'nın ilk aşamalarında çekirdekte oluşturduğu yerçekimiyle üretilen ısı, Dünya'nın başlangıçtaki kimyasal farklılıklarına neden olmuş ve atmosferin oluşumu ile sonuçta hidrosferin meydana gelmesini sağlamıştır. Dünya'nın merkezinde bulunan erimiş demir, dev bir mıknatıs görevi yapar ve dünyanın manyetik alanını oluşturur. Bu alan sayesinde Dünya'nın yüzeyini yüksek enerjili yıkıcı kozmik radyasyondan koruyan Van Allen radyasyon kuşakları oluşur ve hayati önem taşıyan ozon tabakasını kozmik ışın yıkımından korur.
Demir atomu olmaksızın evrende karbona bağlı yaşam olması mümkün olmazdı; süpernovalar olmaz, Dünya'nın ilk dönemlerinde ısınması gerçekleşmez, atmosfer ya da hidrosfer olmazdı. Koruyucu manyetik alan olmaz, Van Allen radyasyon kuşakları oluşmaz, ozon tabakası olmaz, (insan kanında) hemoglobini meydana getirecek hiçbir metal bulunmaz, oksijenin reaktifliğini yatıştıracak metal oluşmaz ve oksidasyona dayanan bir metabolizma meydana gelmezdi.

Hayat ve demir ile kanın kırmızı rengiyle uzaktaki bir yıldızın ölümü arasındaki bu gizemli ve yakın ilişki sadece metallerin biyoloji açısından önemli olduğunu göstermekle kalmaz, aynı zamanda evrenin biyolojik yönden önemini vurgular.44

demir

El-Hadid Suresi Kuran'ın 57. suresidir, El-Hadid kelimesinin Arapça'daki sayısal değeri ise 57'dir. Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır. Yandaki periyodik cetvelde de görüldüğü gibi 26 sayısı demirin atom numarasıdır. Üstün kudret sahibi olan Allah, Hadid Suresi'nde indirdiği ayetle hem demirin nasıl oluştuğuna dikkat çekmekte hem de ayetin içerdiği matematiksel şifreler ile bilimsel bir mucizeyi bize göstermektedir.

Demir atomunun önemi, bu açıklamalarla rahatlıkla anlaşılmaktadır. Kuran'da özellikle demire dikkat çekilmesi de bu madenin önemini vurgulamaktadır. Peygamberimiz (sav) döneminde demir kullanılıyor ve çeşitli aletler imal ediliyordu; ancak demirin insan hayatındaki önemi hakkındaki bilgiler çok yetersizdi. Dünyanın çekirdeğinde demir bulunduğu, insanın kanında demir olduğu ve demirin canlılık için hayati önemi, 20. yüzyıla kadar henüz bilinmeyen gerçeklerdi. Tüm bunların yanı sıra Kuran'da demirin önemine dikkat çeken bir sır daha vardır.
İçinde demirden bahsedilen Hadid Suresi'nin 25. ayeti iki matematiksel şifre içermektedir:
"El-Hadid", Kuran'ın 57. suresidir. "El-hadid" kelimesinin Arapçadaki sayısal değeri, yani ebcedi hesaplandığında karşımıza çıkan rakam da aynıdır: "57". (Ebced hesapları ile ilgili bilgi için bkz. Kuran'da Ebced Hesabı bölümü)
Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır. 26 sayısı ise demirin atom numarasıdır.
Öte yandan 2004 yılında gerçekleştirilen bir kanser tedavisinde demir oksit tanecikleri kullanıldı ve olumlu gelişmeler kaydedildi. Almanya'daki dünyaca ünlü Charite Hastanesi'nde doktor Andreas Jordan başkanlığındaki ekip, kanser hastalığının tedavisi için geliştirdiği yeni bir yöntemle -manyetik likid hipertermia (yüksek ısılı manyetik sıvı)- kanser hücrelerini yok etmeyi başardı. Hastanede ilk kez 26 yaşındaki Nikolaus H. adlı bir öğrenciye uygulanan bu yöntem sonucunda, bu kişide üç aydır yeni kanser hücrelerine rastlanılmadı.

Kullanılan bu tedavi şekli özetle şu şekildedir:
1- İçinde demir oksit tanecikleri bulunan sıvı, özel bir şırıngayla tümörün içine gönderiliyor. Bu tanecikler, tümör hücrelerine dağılıyor. Bu sıvının 1cm3'ünde demir oksitten oluşan ve alyuvarlardan 1.000 kat daha küçük milyonlarca parçacık bulunmakta ve bunlar kolaylıkla kan damarlarında dolaşabilmektedir.45
2- Hasta, daha sonra güçlü manyetik etkisi olan bir aletin altına yatırılıyor.
3- Dışarıdan uygulanan bu manyetik akım, tümörün içindeki demir taneciklerini hareketlendirmeye başlıyor. Bu esnada demir oksit tanecikleri içeren tümördeki ısı artı 45 0C'ye kadar çıkıyor.
4- Sıcağa karşı kendini koruyamayan kanser hücreleri birkaç dakika içinde zayıflatılıyor ya da yok ediliyor. Daha sonra yapılan kemoterapiyle tümör tamamen kaybolabiliyor.46

Bu tedavide sadece kanserli hücreler, demir oksit parçacıkları içerdikleri için, sağlıklı hücreler manyetik akımdan olumsuz etkilenmemektedir. Bu yöntemin yaygınlaştırılması, ölümcül olabilen bu hastalığın tedavisi açısından çok büyük bir gelişmedir. Kanser gibi yaygın bir hastalığın tedavisinde, Kuran'daki ifadeyle "insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demir"in kullanılması son derece dikkat çekicidir. (Hadid Suresi, 25) Nitekim Kuran'da bu ayetle demirin insan sağlığı açısından bu yöndeki faydalarına da işaret ediliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ

yagmurKuran'da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. Zuhruf Suresi'nde şöyle buyrulur:
Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanına hayat) yaydı'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız. (Zuhruf Suresi, 11)
Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez.
Eğer bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.

yagmur2

Her yıl gökyüzüne buharlaşan ve tekrar yeryüzüne yağmur olarak düşen su miktarı "sabit"tir: 16 milyon ton. Bu sabit miktar Kuran'da "belli bir miktar su"yun gökten indirilmesi olarak haber verilmektedir. Ekolojik dengenin ve dolayısıyla hayatın devamlılığının sağlanmasında bu miktarın sabit olmasının önemi son derece büyüktür.


yagmur3
Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur. Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz.
Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir. Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 4.5 mm olana kadar devam etmekteydi. Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m'yi geçmemektedir.57 Bunun sebebi damlaların düşerken aldıkları şekildir. Yağmur damlalarının bu özel şekli, atmosferin sürtünme etkisini artırır ve damlaların belli bir hız limitini aşmalarını önler.
Görüldüğü gibi Kuran'da, yağmurun indirilişi ile ilgili, 1400 sene önce bilinmesi mümkün olmayan hassas bir ayara dikkat çekilmektedir
Son düzenleyen KafKasKarTaLi; 2 Mayıs 2006 17:16 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi

Benzer Konular

14 Nisan 2017 / asla_asla_deme Akademik
25 Mayıs 2012 / virtuecat Hz. Muhammed
27 Mayıs 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış
5 Temmuz 2012 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
3 Eylül 2013 / Şeb-i Yelda Müslümanlık/İslamiyet