Arama

Dua Ufku - Sayfa 13

Güncelleme: 21 Aralık 2017 Gösterim: 162.820 Cevap: 212
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Haziran 2006       Mesaj #121
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kursu

Sponsorlu Bağlantılar


Dua, aciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun, tazarru ve alçak gönüllülük içinde, Cenab-ı Hakk’a yönelip, hâlini O’na arz etmesi ve istediklerini O’ndan dilemesidir.

Bu aynı zamanda kulun Rabb’ine karşı iman ve itimadının bir gereğidir. Ancak kulun, duasında neleri, nasıl isteyeceği de duanın kabulü adına önemlidir. Dua esnasında dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır:
1- Günah olmayan bir şeyi istemenin bir mahzuru yoktur. Ancak dua ederken Allah’ın yasakladığı şeyleri istemek yanlıştır. Mesela, “Faiz muamelem iyi işlesin. Rüşvetten iyi kazanayım. Çok zengin olayım ve bu şekilde insanlar üzerinde bir hâkimiyet kurayım...” şeklinde dualar etmeyi Allah yasaklamıştır.
2- Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) dua ederken gulüvden men etmiştir. Gulüv, bir şeyde aşırı gitmek demektir. İnsanın, daha kısa ve öz ifadelerle halini Allah’a arz edip, bir şeyler istemesi mümkünken, uzun sözlerle gulüv yaparak dua etmesi makbul değildir. Burada hemen şunu ifade edelim ki, Allah’a yapılan uzun münacâtlar bunun dışındadır. Çünkü bunlar, birer istek değildir.
3- Cenab-ı Hakk’tan dua maksatlı isteklerde bulunurken detaylara girmekten kaçınmak gerekir. Mesela bir insanın “Ya Rabbi! Beni cennete koy. Cennette beni koyacağın köşkün döşemeleri kavârîr, inci ve lü’lüden olsun. Köşkün direkleri altından, sütunları gümüşten olsun. Hurilerden bazıları sarı, bazıları da esmer olsun...” türünden isteklerde bulunması gereksizdir. 4- Ashab-ı kiramdan Ubâde ibn Sâmit’in yukarıdakine benzer ifadelerle dua eden oğluna yaptığı “Oğlum, ben Rasûlullah’tan duada ifrattan sakındıran sözler duydum.” ikazı da bu şekilde anlaşılmalıdır. O ifratı (aşırılığı) meselenin keyfiyetiyle alâkalı detaylarla uğraşma şeklinde anlıyor. Yoksa, Cenâb-ı Hak “Ey iman edenler, Allah’ı çok anın, çok yâd edin.” (Ahzab Sûresi, 33/41) derken, bir insan sabahtan akşama kadar durmadan “Sübhanallâhi ve bihamdihî sübhânallahi’lazîm” dese yine duanın hakkını eda etmiş olamaz. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu duanın sabah akşam yüzer defa söylenmesini tavsiye ediyor. Ümmü Seleme validemiz de taşları veya fasulye tanelerini yanına koyuyor ve onlarla sayarak her gün yüz defa bu duayı okuyor...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Haziran 2006       Mesaj #122
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÖK KAPILARINI TİTRETEN DUA;

Sponsorlu Bağlantılar
Asrı Saadette ticaretle uğraşan bir tacir mümin vardı. Bu tacir ticaretinde helal haramı gözetir. Allah ve Resulü için bu ticareti yapar, herkesin hakkına riayet ederdi. Ticaretini Şam ile Medine arasında gerçekleştirir çoğunlukla da ticaret kervanları ile hareket etmez, tek başına yolculuk yapmayı severdi.

Bir alacağını almış, satacağını da satmış ve Şam’dan Medine ye doğru hareket etmişti. Epeyce yol almıştı ki, baştan aşağı silahlı bir eşkıya ile karşılaştı. Eşkıya bu mümin taciri tehdit etti;

"Mallarını şuraya indir, develerini de şu ağaca bağla.”
Mümin tacir:


“Mallarım senin olsun, beni bırak gideyim.

Eşkıya;

"Bugüne kadar soyup da öldürmediğim kimse yok Senin hem mallarını alacağım, hem de canını.”

“Madem beni öldürmeye kararlısın, senden son bir talebim var"

“Söyle talebini”
“Ben Müslüman'ım abdest alıp, iki rekât namaz kılayım ondan sonra beni öldür."


Eşkıya izin verir. Tacir önce abdestini alır, sonra da İki rekât namaz kılar ve ellerini Rabbine açar:

‘Ya Vedud! Ya Vedud! Ya Ze’l-arşi’l-mecîd! Ya Mübdi, Ya Mu’id! Ya Fe’aalün lima yürid! Eselüke bi-nuri vechike’l-lezi mele’e erkane arşike ve es’elüke bi-kudretike’l-leti kadderte biha halkake ve bi rahmetike-lleti vesiat külle şeyin. La ilahe illa ente. Ya Muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni!

Mümin tacirin duası bitmişti ki, çok garip bir hadise meydana gelir. Birden beyaz bir at üstünde yeşil elbiseli, elinde de harbe olan bir süvari peyda oldu. Eşkıya şaşırmış, ne yapacağını bilemez bir durumda idi. Eşkıya, taciri ve malları unuttu, ortaya çıkan bu süvariye saldırdı. Süvari bir darbe ile eşkıyayı yere düşürdü.

Süvari tacire dönerek: “Öldür bu eşkıyayı" dedi.

"Ben hayatımda kimseyi öldürmedim, insan öldürmeyi hoş görmem. Beni bağışla.”dedi.

Sonra süvari eşkıyayı bir darbe ile öldürdü.

Tacir sordu: “Sen kimsin?"

“Ben üçüncü kat gökte duran bir meleğim. Bu adamı öldürmeyi Allah Teala bana nasip etti. Sen namazından sonra ellerini kaldırıp duaya başladığında, gök kapılarının çalındığını duyduk, öyle şiddetle çalınıyordu ki. Mühim bir hadisenin olduğunu anladık. İkinci defa dua ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa dua ettiğinde, Allah Teala, Cebrail Aleyhisselam’ı görevlendirdi.



Cebrail Aleyhisselam şöyle dedi:

‘Dua eden falan mümini kim kurtaracak” Ben talep ettim de görevlendirdiler. Ey Allah Teala’nın mümin kulu! İyi bil ki! Senin yaptığın bu duayı kim yaparsa Allah Teala onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder.”

Bu hadiseden sonra mümin tacir yola koyulur ve Medine’ye varır. Soluğu Kâinatın Efendisi Sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda alır ve başından geçen hadiseyi anlatır. Taciri dinleyen Kâinatın Efendisi Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

"Muhakkak ki, Allah Teala sana esma-i hüsnayı telkin etmiş. 0 isimlerle Allah Teala’ya dua edilirse, istenen verilir.”

Ametaleinstein - avatarı
Ametaleinstein
Ziyaretçi
12 Haziran 2006       Mesaj #123
Ametaleinstein - avatarı
Ziyaretçi
ESMA'ÜL-HÜSNA

"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"


ALLAH
(Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan zatın özel ve en kapsamlı adı)


RAHMÂN
(Bağışlayan, esirgeyen)


RAHÎM
(Bağışlayan, esirgeyen)


MELİK
(Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


KUDDÛS
(Her eksiklikten münezzeh)


SELÂM
(Esenlik veren)


MÜ'MİN
(Güven veren, vaadine güvenilen)


MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)


AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)


CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, yaratılmışların halini iyileştiren)


MÜTEKEBBİR
(Azamet ve yüceliğini izhar eden))


HÂLİK
(Takdirine uygun bir şekilde yaratan)


BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)


MUSAVVİR
(Şekil ve özellik veren)


GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)


KAHHÂR
(Yenilmeyen, yegane galip)


VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)


REZZÂK
((Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)


FETTÂH
(İyilik kapılarını açan, hakemlik yapan)


ALÎM
(Hakkıyla bilen)


KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)


BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)


HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)


RÂFİ'
(Yücelten, izzet ve şeref veren)


MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)


MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)


SEMİ'
(İşiten)


BASÎR
(Gören)


HAKEM
(Son hükmü veren)


ADL
(Mutlak adalet sahibi, aşırılığa meyletmeyen)


LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan)


HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)


HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)


AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)


GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)


ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)


ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın)


KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)


HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)


MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


HASÎB
(Kullarına yeten, onları hesaba çeken)


CELÎL
(Azamet sahibi)


KERÎM
(Fazilet türlerinin hepsine sahip)


RAKÎB
(Gözetleyip kontrol eden)


MÜCÎB
(Dileklere karşılık veren)


VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)


HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan)


VEDÛD
(Çok seven, çok sevilen)


MECÎD
(Şanlı, şerefli)


BÂİS
(Ölümden sonra dirilten)


ŞEHÎD
(Her şeyi gözlemiş olarak bilen)


HAK
(Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


VEKÎL
(Güvenilip dayanılan)


KAVÎ
(Her şeye gücü yeten, kudretli)


METÎN
(Her şeye gücü yeten, kudretli)


VELÎ
(Yardımcı ve dost)


HAMÎD
(Övülmeye layık)


MUHSÎ
(Her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen)


MÜBDİ'
(İlkin yaratan)


MUÎD
(Tekrar yaratan)


MUHYÎ
(Can veren)


MÜMÎT
(Öldüren)


HAY
(Ebedi hayatta diri)


KAYYÛM
(Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kainatı idare eden)


VÂCİD
(Dilediğini dilediği zaman bulan bir müstağni)


MÂCİD
(Şanlı, şerefli)


VÂHİD
(Bölünüp parçalara ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması anlamında tek)


SAMED
(Arzu ve ihtiyaçları sebebiyle herkesin yöneldiği ulular ulusu bir müstağni)


KÂDİR
(Her şeye gücü yeten, kudretli)


MUKTEDİR
(Her şeye gücü yeten, kudretli)


MUKADDİM
(Öne alan)


MUAHHİR
(Geriye bırakan)


EVVEL
(Varlığının başlangıcı olmayan)


ÂHİR
(Varlığının sonu olmayan)


ZÂHİR
(Varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilin bulunması açısından aşikar)


BÂTIN
(Zatının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli)


VÂLÎ
(Kainata hakim olup onu yöneten)


MÜTEÂLÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın)


BER
(İyilik eden, vaadini yerine getiren)


TEVVÂB
(Kullarını tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


MÜNTAKIM
(Suçluları cezalandıran)


AFÜV
(Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden)


RAÛF
(Şefkatli)


MÂLİKÜ'L-MÜLK
(Mülkün sahibi)


ZÜ'L-CELÂLİ ve'l-İKRAM
(Azamet ve kerem sahibi)


MUKSİT
(Adaletle hükmeden)


CÂMİ'
(Toplayıp düzenleyen, kıyamet günü hesaba çekmek için mahlukatı toplayan)


GANÎ
(Her şeyden müstağni, kendi dışında her şey O'na muhtaç)


MUĞNÎ
(Zenginlik verip tatmin eden)


MÂNİ'
(Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere engel olan)


DÂR
(Zarar veren)


NÂFİ'
(Fayda veren)


NÛR
(Nurlandıran, nur kaynağı)




HÂDÎ
(Yol gösteren, murada erdiren)


BEDÎ'
(Eşi ve örneği olmayan, sanatkarane yaratan)


BÂKÎ
(Varlığının sonu olmayan)


VÂRİS
(Varlığının sonu olmayan)


REŞÎD
(Bütün işleri isabetli ve hedefine ulaşıcı, irşad edici)


SABÛR
(Çok sabırlı)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Haziran 2006       Mesaj #124
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Muhterem hocam, elbette peygamberler seçilmiş insanlardır ve elbette bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.), hem peygamberlerin ve hem de insanların en büyüğü, kıymetlisi ve Yaratan'a sevgili olandır. Ben sevgi duyan, hatta aşırı sevgi duyan insanın şirk derecesinde söz söylemelerini gündeme getirmekle birlikte, meşruiyeti açısından da bir cevap istiyorum. Meselâ, birçok yerde, ezan okunurken insanlar; "Aziz Allah, şefaat Ya Resulallah" derler. Bunu -çok büyük bölümü bir alışkanlık olarak söylese de- sanki Hıristiyanların Hz. İsa inancına benzer bir edâ ile, sanki Hz. Muhammed yaşıyor, sanki ondan dilek dilenir ve sanki o da dileyenlerin dileklerine cevap verebilir gibi düşünce ve inançla dualaştırmak doğru mudur? Cenab-ı Allah'tan gayrisinden istekte bulunmak şirk değil midir?.. Açıklarsanız, size daha çok dua etme fırsatı verirsiniz bizlere. Selâm, sevgi ve dualarımızla. (Arif BİLGİN/Elbistan)

Aslında çok önemli ve gerçekten hassas bir konuyu gündeme getiriyorsunuz. Bu açıdan konuyu, şefaat ve tevessül (vesile) kavramları çerçevesinde genişçe ele almak gerekir.



Ama bugünkü yazıda sorunuzla sınırlı kalarak, şefaat duası ve şirk konusunu ele alacağım. Fırsat düştüğünde, inşallah diğer boyutları da ele alırım. Sorunuz ve güzel değerlendirmeniz için, size gerçekten çok teşekkür ediyorum. Şefaat, "aracılık", "aracılık etmek", "yardım etmek", "yardım istemek", "başkası adına yardım talebinde bulunmak" ve "öncülük/rehberlik etmek" gibi anlamlara gelir. Şefaat edene "şâfi/şefî(şefaatçi), şefaat edilene "meşfû" (şefaat edilen/istenen) denir.
Allah'ın şefî oluşu

Şefaat, bütünüyle Allah'a aittir. (Zümer, 39/44) Nefis için Allah'tan başka şefaatçı yoktur. (En'âm, 6/70) Zaten şefaat eden/şefaatçı anlamındaki "Şefî", Allah'ın güzel isimlerinden (esmây-ı hüsnâ) biridir: "Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur'an'la öğüt ver. Yoksa ona Allah'tan başka, ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçı. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir." (En'âm, 6/70. Ayrıca bk. En'âm, 6/51; Secde, 32/4)

Müşriklerin (puta tapanların) yaptığı gibi, Yüce Allah'tan başkası şefaatçı edinilemez. (Zümer, 39/43) Nitekim onlar, putları şefaatçı tanımışlardır. (Yunus, 10/18) Fakat bu putlar, onlara asla şefaat edemeyecektir. (En'âm, 6/94; A'râf, 7/53; Şuara, 26/90-1; Rûm, 30/12-13; Yâsîn, 36/23; Zuhruf, 43/86) Zaten kendileri de bunu itiraf edeceklerdir. (Şuara, 26/100)

Bunun yanı sıra, mü'minler bedel, dostluk ve şefaat bulunmayan gün gelmeden Allah yolunda harcamaya (infak) çağırılmakta (Bakara, 2/254), zâlimlerin ve inkârcıların şefaatçısının olmayacağı (A'râf, 7/53; Gâfir, 40/18), kâfirlere şefaatçıların yarar sağlamayacağı (Müddessir, 74/48) belirtilmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de şefaat, daha çok âhiretle ilgili olarak ele alınır. Mahşer günü, hiçbir şefaatın insana yarar sağlamayacağı bir gündür. (Bakara, 2/48, 123, 254; Secde, 32/4; Müddessir, 74/48) Şefaat izni

Bu şefaat anlayışının doğal uzantısı ve Allah'ın rahmetinin bir belirişi olarak dünyada veya âhirette şefaat izni de, tamamen Allah'ın elindedir. "Katında izni olandan başka kim şefaat edebilir?" (Bakara, 2/255. Ayrıca bk. Yunus, 10/3; Zümer, 39/43-44; Tâhâ, 20/109; Meryem, 19/87) Melekler bile, Allah'ın izni olmadan şefaat edemezler. (Enbiya, 21/27-28) Onlar, ancak Allah'ın rızasına ulaşmışlara şefaat edecektir. (Enbiya, 21/28)

Yarınki yazıda şefaat izni verilenleri, peygamberimizin şefaatını ve şefaat duasının özelliklerini ele alalım. Peygamberimiz'in şefaatı 2 Dünkü yazıda değerli okuyucumuz Arif Bilgin'in ezan sırasındaki şefaat duasıyla ilgili sorusu üzerine, şefaat kavramını, Allah'ın şefî (şefaatçı) oluşunu ve şefaat izni konularını ele almıştık. Bugün ise, Peygamberimiz'in şefaat yetkisini ve şefaat duasını ele alıyoruz.

Bizzat Yüce Allah, mahşer gününde takva sahiplerine şefaat (En'âm, 6/51) ve yardım edecektir (Duhân, 44/41-42) Ayrıca Allah, kendi katından ahid (söz) almışlara (Meryem, 19/87), bilerek hakka şahitlik edenlere (Zuhruf, 43/86), izin verdiği, dilediği ve sözünden râzı olduğu kimselere (Tâhâ, 20/109; Secde, 34/23; Necm, 53/26) şefaat izni verdiğini belirtmektedir.

Hz.Peygamber (s.a.) bu sayılan niteliklere en başta sahip olan seçkin bir Allah elçisidir. Ayrıca Hz.Peygamber (s.a.) şefaat edecekler arasında, peygamberleri, âlimleri ve şehitleri de saymıştır. (İbn Mâce, zühd, 37) Peygamberimiz'in şefaatı

Peygamberimiz'in, âhirette hesabın başlaması için Allah'a yalvarması, şefaat-i uzmâ (büyük şefaat) adını alır. (Bu şefaatın nasıl olacağı, uzun bir hadiste anlatılır. Bk. Buharî, enbiyâ, 3, 9, tefsîr, 17/5; Müslim, iman, 327, 328; Tirmizî, kıyamet, 10) İsrâ, 17/79 (ayrıca Kasas, 28/88) âyetinde geçen "makâm-ı mahmûd" (övgün makam, şefaat makamı), Hz.Peygamber (s.a.) tarafından işte bu şefaat-i uzmâ yetkisi olarak açıklanmıştır. (Buharî, zekât, 52; Tirmizî, tefsîr, 17/7)

Hz.Peygamber (s.a.), ümmeti için şefaat etmeye izinlidir. Mü'minlerin günahlarının bağışlanması için, dünyada dua ettiği gibi, âhirette de dua edecektir. (Müslim, iman, 346, cenâiz, 102-3, no:974) Nitekim mü'minlere çok düşkün olan Sevgili Peygamberimiz, şöyle buyuruyor: "Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Diğer peygamberler, o duayı yapmakta acele ettiler. Ben ise, bu duamı, kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım. Ona, ümmetimden şirk koşmayanlar kavuşacaklardır." (Buharî, da'avât, 1; Müslim, iman,86, 334) Buna göre, şefaatı hak etmek için, mü'min olmak ve şirk koşmamak gerekiyor. Yine Hz.Peygamber (s.a.) şöyle buyuruyor: "Şefaatım, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir." (Ebu Davud, sünnet, 21, no: 4739; Tirmizî, kıyamet, 11; İbn Mâce, zühd, 37, no: 4310) Bu hadisi, yanlış bir şekilde büyük günahı teşvik anlamında değil, affedilme ümidi anlamında değerlendirmek gerekir. Hz.Peygamber (s.a.) imanla ölmüş herkese şefaat edecektir, cennete doğrudan gidecek mü'minleri cennete götürdükten sonra, kalbinde enaz iman olanlara bile cehennemden çıkmaları için şefaat edecektir: "Kıyamet günü olduğunda, ben şefaat edeceğim. 'Yarabbi, gönlünde hardal tanesi kadar imanı olanları, cennete koy' diye dua edeceğim. Bunlar, cennete girecektir. Sonra da 'Rabbim, hardal tanesinden az imanı olanları da cennete koy' diye yalvarırım." (Buharî, tevhîd, 36, iman, 15; Müslim, iman, 322, 326, 327) Şefaat duası ve şirk

Baştan beri özellikle belirtilen âyetlerde şefaat konusu, dikkat çektiği üzere, tevhîdin ortaya konması ve şirkin reddi bağlamında ele alınmaktadır. Bunun bir anlamı, şefaat ile şirk arasında ince bir çizginin olduğunu hatırlatmaktır. Öyleyse, bu açıklamalar ışığında Peygamberimiz'in şefaatına erişmek için dua edebiliriz. Ama bu şefaat duasının kabulü ve şefaat izni, yalnızca Allah'ın iznine ve kabulüne bağlıdır. Peygamberimiz bile olsa, Yüce Allah izin vermediği sürece hiç kimse hiçbir şefaat yapamaz. Her türlü yardım dileği ve bu çerçevede şefaat, yalnızca Allah'tan ve Allah'ın kabulüyle beklenir. Ezan okunurken yapılan şefaat duası da, bu kapsamdadır ve zaten Peygamber'e bağlılık göstermek ve bunun sonucunda mahşer gününde şefaat ummak üzere yapılır. Şefaat beklentisi ve güvencesiyle değil, Hz.Peygamber'in (s.a.) örnekliğini yaşayarak ve uygulayarak şefaatına lâyık olmaya çalışmak gerekir. Yüce Allah, hepimizi Peygamberimiz'in şefaatına kavuştursun.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Haziran 2006       Mesaj #125
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
إ ِلٰهِي إِنْ كَانَ قَلَّ زَادِي فِي الْمَسِيرِ فَلَقَدْ حَسُنَ ظَنِّي بِالتَّوَكُّلِ عَلَيْكَ، وَإِنْ كَانَ جُرْمِي قَدْ أَخَافَنِي مِنْ عُقُوبَتِكَ فَإِنَّ رَجَائِي قَدْ أَشْعَرَنِي بِالْأَمْنِ مِنْ نِقْمَتِكَ، وَإِنْ كَانَ ذَنْبِي قَدْ عَرَّضَنِي لِعِقَابِكَ فَقَدْ أٰذَنَنِي حُسْنُ يَقِينِي بِثَوَابِكَ، وَإِنْ كَانَ أَنَامَتْنِي الْغَفْلَةُ عَنِ الْاِسْتِعْدَادِ لِلِقَائِكَ فَلَقَدْ نَبَّهَتْنِي الْمَعْرِفَةُ بِكَرَمِكَ وَأٰلاَئِكَ، وَإِنْ أَوْحَشَ مَا بَيْنِي وَبَيْنَكَ فَرْطُ الْعِصْيَانِ وَالطُّغْيَانِ فَقَدْ أٰنَسَنِي بُشْرَى الْغُفْرَانِ وَالرِّضْوَانِ، أَسْأَلُكَ بِسُبُحَاتِ وَجْهِكَ وَأَنْوَارِ قُدْسِكَ، وَأَبْتَهِلُ إِلَيْكَ بِعَوَاطِفِ رَحْمَتِكَ وَلَطَائِفِ رَأْفَتِكَ أَنْ تُحَقِّقَ ظَنِّي فِيمَا أُؤَمِّلُهُ مِنْ جَزِيلِ إِكْرَامِكَ وَجَمِيلِ إِنْعَامِكَ فِي الْقُرْبَى مِنْكَ وَالزُّلْفَى لَدَيْكَ، وَهَا أَنَا ذَا مُتَعَرِّضٌ لِنَفَحَاتِ رَوْحِكَ وَعَطْفِكَ، وَمُنْتَجِعٌ غَيْثَ جُودِكَ وَلُطْفِكَ، فَارٌّ مِنْ سَخَطِكَ إِلَى رِضَاكَ، هَارِبٌ مِنْكَ إِلَيْكَ، رَاجٍ أَحْسَنَ مَا لَدَيْكَ، مُعَوِّلٌ عَلَى مَوَاهِبِكَ، مُفْتَقِرٌ إِلَى رِعَايَتِكَ *
إِلٰهِي مَا بَدَأْتَ بِهِ مِنْ فَضْلِكَ فَتَمِّمْهُ، وَمَا وَهَبْتَ لِي مِنْ كَرَمِكَ فَلاَ تَسْلُبْهُ، وَمَا سَتَرْتَ عَلَيَّ بِحِلْمِكَ فَلاَ تَهْتِكْهُ، وَمَا عَلِمْتَهُ مِنْ قَبِيحٍ عَلَيَّ فَاغْفِرْهُ * إِلٰهِي اسْتَشْفَعْتُ بِكَ إِلَيْكَ، وَاسْتَجَرْتُ بِكَ مِنْكَ، أَتَيْتُكَ طَامِعًا فِي إِحْسَانِكَ، رَاغِبًا فِي امْتِنَانِكَ، مُسْتَسْقِيًا وَابِلَ طَوْلِكَ، مُسْتَمْطِراً غَمَامَ فَضْلِكَ، طَالِباً مَرْضَاتَكَ، مُرِيدًا وَجْهَكَ، طَارِقًا بَابَكَ، قَاصِدًا جَنَابَكَ، وَارِدًا شَرِيعَةَ رِفْدِكَ، مُلْتَمِسًا سَنِيَّ الْخَيْرَاتِ مِنْ عِنْدِكَ، وَافِدًا إِلَى جَمَالِكَ، مُسْتَكِيناً لِعَظَمَتِكَ وَجَلاَلِكَ، فَافْعَلْ بِي مَا أَنْتَ أَهْلُهُ مِنَ الْمَغْفِرَةِ وَالرَّحْمَةِ، وَلاَ تَفْعَلْ بِي مَا أَنَا أَهْلُهُ مِنَ الْعَذَابِ وَالنِّقْمَةِ، بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ *

* * *

Allahım! Yol azığım az fakat Sana olan tevekkülüm çoktur. Cürmümün büyüklüğünü düşününce azabının korkusundan tir tir titriyorum ama reca duygusu ufkumu sarınca içime emn ü eman doluyor. Günah(lar)ım beni cezaya müstehak hale getirse de, affına olan itimadım kulağıma hep mükafaatının büyüklüğünü fısıldıyor. Gaflet, huzuruna varacağım gün için kayda değer bir hazırlık yapmama müsaade etmemiş olsa da, kereminin genişliğini ve sürpriz lütuflarını düşününce gözlerim ümitle parlıyor. Bin bir isyana, tuğyana dalmış olmam içime vahşet salsa da, gufranını ve rızanı bir armağan paketi halinde önüme koyuvereceğini düşünüyorum ve işte o zaman gönlüm üns esintileriyle coşuyor.
Rabbim! Zat'ından gelecek ziya tufanlarına, nur hüzmelerine, rahmet ve re'fet esintilerine itimad ediyor; bol ikramlarından, birbirinden güzel nimetlerinden istifade edebileceğim istikametindeki beklentilerimi gerçekleştirmeni ve beni de bir kurb/yakınlık eri olma pâyesiyle şereflendirmeni diliyorum.
Ya Rab! İşte huzurundayım ve kendimi Sen'in rahmet ve şefkat esintilerine salıyorum.. cömertliğinin ve lütuflarının enginliğine iltica ediyorum.. gazabından kaçıyor, hoşnutluğuna sığınıyorum; Sen'den yine Sana iltica ediyorum. Beni en güzel şekilde ödüllendireceğin hususundaki ümidim de tam, mevhîbelerine olan itimadım da tamdır. Görüp gözetmene ne kadar muhtaç olduğumu Sen daha iyi bilirsin, Rabbim!
Ey fazlı, keremi, hilmi ve affı bizim hayallerimize bile sığmayacak kadar engin olan Yüce Sultanım! Ne olur, tattırmakla yüzümüzü güldürdüğün nimetlerinin tamamına erdir.. gedâna bir kere keremkâne davrandıktan sonra artık keremini kesme.. hilminle muamele edip örttüğün günahlarımın üzerindeki örtüyü de bir daha kaldırma!
İlâhî! Dileklerimin yüce dergahında kabulü için yine Sen'in şefaatine dehâlet ediyor, azabından korunmak için Sen'in merhametine sığınıyorum. İhsanlarına karşı çok arzuluyum; nimetlerine nihayetsiz rağbetim var; lütuf sağanaklarınla sırılsıklam hâle geleceğim, inayet bulutlarınla gölgeleneceğim ânı gözlüyorum; kapını çalarak, dergahına teveccüh ederek, lütf u inayetine sığınarak, yüce katından bahşedeceğin en câzip lütufları avlamaya çalışarak, cemâline koşarak, azametin ve celâlin karşısında el-pençe divan durarak Sen'i, Sen'in rızanı talep ediyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım! Bahtına düştüm, ne olur, bana istihkakım olan azap edilmek ve mahrumiyete maruz bırakılmakla değil, Sen'in şânın olan mağfiret ve rahmetle muâmelede bulun! Amin!..

* * *

إِلٰهِي أَذْهَلَنِي عَنْ إِقَامَةِ شُكْرِكَ تَتَابُعُ طَوْلِكَ، وَأَعْجَزَنِي عَنْ إِحْصَاءِ ثَنَائِكَ فَيْضُ فَضْلِكَ، وَشَغَلَنِي عَنْ ذِكْرِ مَحَامِدِكَ تَرَادُفُ عَوَائِدِكَ، وَأَعْيَانِي عَنْ نَشْرِ شُكْرِ عَوَارِفِكَ تَوَالِي أَيَادِيكَ، وَهٰذَا مُقَامُ مَنِ اعْتَرَفَ بِسُبُوغِ النَّعْمَاءِ وَقَابَلَهَا بِالتَّقْصِيرِ، وَشَهِدَ عَلَى نَفْسِهِ بِالْإِهْمَالِ وَالتَّضْيِيعِ، وَأَنْتَ الرَّؤُوفُ الرَّحِيمُ الْبَرُّ الْكَرِيمُ، اَلَّذِي لاَ يُخَيِّبُ قَاصِدِيهِ وَلاَ يَطْرُدُ عَنْ فِنَائِهِ أٰمِلِيهِ، بِسَاحَتِكَ تَحُطُّ رِحَالُ الرَّاجِينَ، وَبِعَرْصَتِكَ تَقِفُ أٰمَالُ الْمُسْتَرْفِدِينَ، فَلاَ تُقَابِلْ أٰمَالَنَا بِالتَّخْيِيبِ وَالْإِيَاسِ، وَلاَ تُلْبِسْنَا سِرْبَالَ الْقُنُوطِ وَالْإِبْلاَسِ ‏*‏
إِلٰهِي تَصَاغَرَ عِنْدَ تَعَاظُمِ أٰلاَئِكَ شُكْرِي، وَتَضَاءَلَ فِي جَنْبِ إِكْرَامِكَ إِيَّايَ ثَنَائِي وَنَشْرِي، حَلَّلَتْنِي نِعَمُكَ مِنْ أَنْوَارِ الْإِيمَانِ حُلَلًا، وَضَرَبَتْ عَلَيَّ لَطَائِفُ بِرِّكَ مِنَ الْعِزِّ إِكْلِيلًا، وَقَلَّدَتْنِي مِنَنُكَ قَلاَئِدَ لاَ تُحَلُّ، وَطَوَّقَتْنِي أَطْوَاقًا لاَ تُفَلُّ، فَأٰلاَؤُكَ جَمَّةٌ ضَعُفَ لِسَانِي عَنْ إِحْصَائِهَا، كَثِيرَةٌ قَصُرَ فَهْمِي عَنْ إِدْرَاكِهَا فَضْلًا عَنِ اسْتِقْصَائِهَا، فَكَيْفَ بِتَحْصِيلِ الشُّكْرِ، وَشُكْرِي إِيَّاكَ يَفْتَقِرُ إِلَى شُكْرٍ، فَكُلَّمَا قُلْتُ (لَكَ الْحَمْدُ) وَجَبَ عَلَيَّ لِذٰلِكَ أَنْ أَقُولَ (لَكَ الْحَمْدُ) ‏*‏
إِلٰهِي فَكَمَا غَدَّيْتَنَا بِلُطْفِكَ وَرَبَّيْتَنَا بِصُنْعِكَ فَتَمِّمْ عَلَيْنَا سَوَابِغَ النِّعَمِ، وَادْفَعْ عَنَّا مَكَارِهَ النِّقَمِ، وَأٰتِنَا مِنْ حُظُوظِ الدَّارَيْنِ أَرْفَعَهَا وَأَجْمَلَهَا وَأَجَلَّهَا عَاجِلًا وَأٰجِلًا، وَلَكَ عَلَى حُسْنِ بَلاَئِكَ وَسُبُوغِ نَعْمَائِكَ حَمْداً يُوَافِقُ رِضَاكَ، ويَمْتَرِي الْعَظِيمَ مِنْ بِرِّكَ وَنَدَاكَ، يَا عَظِيمُ يَا كَرِيمُ، بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏*‏

* * *

Allahım! Peşi peşine gelen lütuflarına nasıl şükredebileceğim hususunda bütün bütün şaşkına döndüm. (Sana sonsuz defa hamd ü senâlar olsun!) Fazlın coşup coşup gelince Seni senâ etmekte bütün bütün âciz düştüm. Haddimin fevkınde o kadar çok nimetle serfiraz kıldın ki, nasıl hamdedeceğimi bilemez oldum. İnayetinle art arda öyle tecellîlerde bulundun ki, onlara şükürle mukâbele hususunda da hepten tâkatsiz kaldım.
Rabbim! İşte bunlar, Senin bir çağlayan gibi akıp akıp gelen nimetlerine karşı taksîratını, ihmalini, kadr ü kıymet bilmeyişini itiraf eden çaresiz bir mücrimin itiraflarıdır. Sana gelince Rabbim, Sen Raûf ü Rahîm, Berr ü Kerîm'sin. Kendine yönelenleri haybete uğratmaz, avluna sığınanları da kovup uzaklaştırmazsın. Bir dileği olanların kervanları hep Senin kapında dururlar.. yardıma ihtiyacı bulunanlar Sen'in dergahında konaklarlar. Ne olur Allah'ım, bizi arzu ettiğimiz hususlarda haybet ve inkisara uğratma; ümitsizliğe düşürme!
Ey bütün mevcûdâtın yaratanı ve yaşatanı olan Ulu Sultanım! Sen'in nimetlerinin büyüklüğü yanında benim şükrüm pek küçük; ikramlarına karşı ettiğim senâ da çok cılız kaldı. Üzerimdeki iman urbası da, başımdaki izzet tâcı da, boynumda hep kalacak Sana ait gerdanlık da, kolye de hep Sen'in ihsan ve lütuflarının eseridir. Evet ya Rabbi! İhsanların o kadar hadsiz ki, onları saymaktan âcizim; değil tek tek saymak hepsini birden idrake bile güç yetiremiyorum. Senin şükrüne nasıl tâkat getirebilirim ki ben; Sana şükretmenin bile bir şükür borcu oluyor: Ne zaman ‘leke'l-hamd/hamd Sana' desem, onun için de ayrıca bir ‘hamdolsun' demem vacip oluyor.
Allah'ım! Biz yoktuk, kerem kılıp bizi Sen var ettin ve bugüne getirdin. Sen'den üzerimizdeki nimetlerini tamama erdirmeni, nikmetinden, azabından, gazabından da emin kılmanı diliyoruz. Bu muhtaç kapıkullarını iki cihan saadetinin en en âlâsı ve en güzeli ile sevindir. Altından kalkamayacağımız ağır imtihanlara tâbî tutmadığın için ve üzerimizden sağanak sağanak yağdırdığın nimetlerin için Sana sonsuz hamd ediyor ve hamdimizin rızana muvâfık, lütuflarının azametine de lâyık olacağını ümid ediyoruz, ey merhametine hudut olmayan, yüce ve kerîm Rabbimiz!
* * *

إِلٰهِي أَلْهِمْنَا طَاعَتَكَ، وَجَنِّبْنَا مَعَاصِيَكَ، وَيَسِّرْ لَنَا بُلُوغَ مَا نَتَمَنَّى مِنِ ابْتِغَاءِ رِضْوَانِكَ، وَأَحْلِلْنَا بُحْبُوحَةَ جِنَانِكَ، وَاقْشَعْ عَنْ بَصَائِرِنَا سَحَابَ الْاِرْتِيَابِ، وَاكْشِفْ عَنْ قُلُوبِنَا أَغْشِيَةَ الْمِرْيَةِ وَالْحِجَابِ، وَأَزْهِقِ الْبَاطِلَ عَنْ ضَمَائِرِنَا، وَأَثْبِتِ الْحَقَّ فِي سَرَائِرِنَا، فَإِنَّ الشُّكُوكَ وَالظُّنُونَ لَوَاقِحُ الْفِتَنِ، وَمُكَدِّرَةٌ لِصَفْوِ الْمَنَائِحِ وَالْمِنَنِ ‏*‏ اَللّٰهُمَّ احْمِلْنَا فِي سُفُنِ نَجَاتِكَ، وَمَتِّعْنَا بِلَذِيذِ مُنَاجَاتِكَ، وَأَوْرِدْنَا حِيَاضَ حُبِّكَ، وَأَذِقْنَا حَلاَوَةَ وُدِّكَ وَقُرْبِكَ، وَاجْعَلْ جِهَادَنَا فِيكَ، وَهَمَّنَا فِي طَاعَتِكَ، وَأَخْلِصْ نِيَّاتِنَا فِي مُعَامَلَتِكَ، فَإِنَّا بِكَ وَلَكَ، وَلاَ وَسِيلَةَ لَنَا إِلاَ بِكَ إِلَيْكَ ‏*‏
إِلٰهِي اجْعَلْنِي مِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ، وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ الْأَبْرَارِ، اَلسَّابِقِينَ إِلَى الْمَكْرُمَاتِ، اَلْمُسَارِعِينَ إِلَى الْخَيْرَاتِ، اَلْعَامِلِينَ لِلْبَاقِيَاتِ الصَّالِحَاتِ، اَلسَّاعِينَ إِلَى رَفِيعِ الدَّرَجَاتِ، إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَبِالْإِجَابَةِ جَدِيرٌ، بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏*‏

* * *

Allahım! Sana, lâyık olduğun sûrette ibadet ü taatta bulunabilmemiz için bize yol göster.. masiyet mahallerine düşmemize de müsaade etme ve bizi öyle yerlerden fersah fersah uzak tut.. rızana, hoşnutluğuna ulaşmamıza engel olan şeyleri yolumuzdan kaldır.. işin nihayetinde de bizi Cennetlerinin en güzel köşeleriyle sevindir! Rabbimiz! Şek ve şüpheler durmadan fitneleri körüklüyor, Sen'in dupduru ve tertemiz lütuflarının saffetini bulandırmaya çalışıyorlar. Sen basiretlerimizin üzerindeki şek ve şüphe bulutlarını kaldır.. kalblerimizi kaplayan perdeleri aç.. vicdanlarımızdaki bâtıl izlerini bile sök at ve içimize bütünüyle hak ve hakikat duygusunu perçinle!.
Yüce Allahımız! Bizleri, necat ve felah limanına yanaşan geminin yolcularından eyle.. gönüllerimize, Sana dua dua yalvarmanın lezzetini duyur.. muhabbet havuzlarından da doyasıya içmeyi lutfet.. Sen'i sevmenin ve Sana kurbiyetin halâvetiyle sinelerimizi doldur.. üzerimizden inayetini esirgeme; esirgeme ki, gayretlerimiz sırf rızan için, himmetimiz de yalnız Sana hizmet yolunda olsun. Niyetlerimizde ihlaslı ve samimi olmayı müyesser eyle! Ya Rab! Biz Sen'inle varız ve Sen'in için varız. Sana ulaşabilmek için de yine Sen'den başka bir vesilemiz yoktur.
Ya Rabbenâ ve ya İlahenâ! Bizleri de, Yüce Kitab'ında zikrettiğin ‘mustafeyne'l-ahyâr'/seçkin ve hayırlı kullarından eyle.. bizi destekle ki, yolumuz hep salâha, sâlihâta, iyiliğe kilitlenmiş kullarının yolu olsun.. hep asil davranışların peşinde koşalım.. her zaman hayır istikametinde yarışalım.. ömrümüz fanîyât ü zâilât peşinde değil derecelerimizin yükselmesine vesile olacak bâkiyât ü sâlihât arkasında geçsin.
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz! Sen her şeye kâdirsin; bizim dualarımıza icabette bulunmak da Sana asla zor gelmez. Ne olur ya Rab, niyazımızı kabul buyur ve bizi haybet, hüsran ve inkisâr-ı hayâle uğratma!

* * *

سُبْحَانَكَ مَا أَضْيَقَ الطُّرُقَ عَلَى مَنْ لَمْ تَكُنْ دَلِيلَهُ، وَمَا أَوْضَحَ الْحَقَّ عِنْدَ مَنْ هَدَيْتَهُ سَبِيلَكَ ‏*‏ إِلٰهِي فَأَسْأَلُكَ سُبُلَ الْوُصُولِ إِلَيْكَ، وَيَسِّرْ لَنَا فِي أَقْرَبِ الطُّرُقِ لِلْوُفُودِ عَلَيْكَ، قَرِّبْ عَلَيْنَا الْبَعِيدَ، وَسَهِّلْ عَلَيْنَا الْعَسِيرَ الشَّدِيدَ، وَأَلْحِقْنَا بِعِبَادِكَ الَّذِينَ هُمْ بِالْبِدَارِ إِلَيْكَ يُسَارِعُونَ، وَبَابَكَ عَلَى الدَّوَامِ يَطْرُقُونَ، وَإِيَّاكَ فِي اللَّيْلِ يَعْبُدُونَ، وَهُمْ مِنْ هَيْبَتِكَ مُشْفِقُونَ، اَلَّذِينَ صَفَّيْتَ لَهُمُ الْمَشَارِبَ، وَبَلَّغْتَهُمُ الرَّغَائِبَ، وَأَنْجَحْتَ لَهُمُ الْمَطَالِبَ، وَقَضَيْتَ لَهُمْ مِنْ فَضْلِكَ الْمَأٰرِبَ، وَمَلَأْتَ لَهُمْ مِنْ حُبِّكَ، وَرَوَيْتَهُمْ مِنْ صَافِي شُرْبِكَ، فَبِكَ إِلَى لَذِيذِ مُنَاجَاتِكَ وَصَلُوا، وَمِنْكَ أَقْصَى مَقَاصِدِهِمْ حَصَّلُوا، فَيَا مَنْ مَنَّ عَلَى الْمُقْبِلِينَ عَلَيْهِ، وَبِالْعَطْفِ عَلَيْهِمْ عَائِدٌ مُتَفَضِّلٌ، وَبِالْغَافِلِينَ عَنْ ذِكْرِهِ رَحِيمٌ رَؤُوفٌ، وَبِجَذْبِهِ إِلَى بَابِهِ وَدُودٌ عَطُوفٌ، أَسْأَلُكَ أَنْ تَجْعَلَنِي مِنْ أَوْفَرِهِمْ مِنْكَ حَظّاً، وَأَعْلاَهُمْ مِنْكَ مَنْزِلًا، وَأَجْزَلِهِمْ مِنْ وُدِّكَ قَسِيماً، وَأَفْضَلِهِمْ فِي مَعْرِفَتِكَ نَصِيباً، فَقَدِ انْقَطَعَتْ إِلَيْكَ هِمَّتِي، وَانْصَرَفَتْ نَحْوَكَ رَغْبَتِي، فَأَنْتَ لاَ غَيْرُ مُرَادِي، وَلِقَاؤُكَ قُرَّةُ عَيْنِي، وَإِلَيْكَ شَوْقِي، وَفِي مَحَبَّتِكَ وَلَهِي، وَإِلَى هَوَاكَ صَبَابَتِي، وَرِضَاكَ بُغْيَتِي وَحَاجَتِي، وَجِوَارُكَ طَلَبِي، وَقُرْبُكَ غَايَةُ سُؤْلِي، وَفِي مُنَاجَاتِكَ أُنْسِي وَرَاحَتِي، وَعِنْدَكَ دَوَاءُ طَلَبِي، وَبَرْدُ لَوْعَتِي، وَكَشْفُ كُرْبَتِي، فَكُنْ أَنِيسَ وَحْشَتِي، وَمُقِيلَ عَثْرَتِي، وَغَافِرَ زَلَّتِي، وَقَابِلَ تَوْبَتِي، وَمُجِيبَ دَعْوَتِي، وَوَلِيَّ عِصْمَتِي، وَمُغْنِيَ فَاقَتِي، وَلاَ تَقْطَعْنِي عَنْكَ وَلاَ تُبَعِّدْنِي مِنْكَ، يَا صَاحِبَ نَعِيمِي وَجَنَّتِي، ويَا دُنْيَايَ وَأٰخِرَتِي ‏*‏

* * *

Bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve topyekün kemâl vasıflarıyla mevsuf yüce Rabbimiz! Senin yol göstericiliğine sığınmayan gafil kimselerin düşe kalka yürüdükleri yollar ne kadar dar, dosdoğru yola hidayet buyurduğun bahtiyar insanların salına salına yürüdükleri yollar ise ne kadar açık ve ne kadar geniştir. Ya Rab! Sen'den bizi Sana ulaştıracak yollara, o yollar içinde de en kestirme olanına hidayet etmeni, uzakları yakın hale getirmeni, zorları da kolaylaştırmanı diliyoruz. Bizi de hep hoşnutluğun istikametinde koşturup duran.. ülfet ve ünsiyete mağlup olmayıp daima Senin kapının tokmağına dokunan.. gecelerin karanlığını ibadet ü tâatla aydınlığa çeviren.. Sen'in mehabetin karşısında yüreği her zaman kıpır kıpır olan.. beslenme kaynaklarını dupduru kıldığın, arzu ettikleri şeyleri is'af buyurduğun.. talep ettikleri payelere ulaştırdığın.. fazlınla ihtiyaçlarını giderdiğin.. sevginle gönüllerini doldurduğun ve yüce katından mâ-i zülâllerle doyurduğun kullarından eyle! O kullar ki, Sen'in inayetinle münâcatın lezzetine ermiş ve gözlerini diktikleri zirvelere doğru yürümeye muvaffak olmuşlardır.
Ey Kendisine teveccüh edenleri yalnız bırakmayıp fazlıyla sevindiren; zikrinden gafil bulunanlara rahmet ve re'fetle muamelede bulunan, Vedûd ve Atûf isimleriyle da kullarını cezbeden Allah'ım! Beni de nezdindeki lütuflardan en çok hissesi olan, yüce katında yüksek payelere ulaşmış, sadrı sinesi Sen'in muhabbet ve marifetinle meşbû bahtiyar kullardan eylemeni diliyorum! Rabbim! Himmetimi hizmetine, rağbetimi de Sana hasrettim. Yegane muradım Sen'sin; başkası değil. Gözlerim sadece Sana mülâkî olduğum gün aydın olacaktır. Aşkım da şevkim de, içimdeki hararet de sadece Sanadır ve yalnız Sen'in içindir. İhtiyacım da, muradım da Sen'in rıza ve rıdvanındır. Talebim komşuluğuna ermektir. Gayem yakınlığına mazhar olmaktır. Kalbim sadece Senin kapında gedâlık yapmak ve yalvarıp yakarmakla ünse erer ve rahat eder. Dertlerimin dermanı da, yanan sineme serinlik verecek ilaç da yine Sen'dedir. Tasalarımı giderip, sıkıntılarımı izale edecek biri varsa, o da yine Sen'sin!
Rabbim! Enîsim ol.. vahşetimi gider.. sürçmelerimi, tökezlemelerimi görmezden gel.. hatalarımı setret.. tevbemi kabul buyur.. dualarımı geri çevirme.. hiçbir elin ulaşamayacağı sıyanet fanusun içine al ve fakr u zarûretimi, havl ve kuvvetinle zenginleştir.. ümidimin sönüp gitmesine müsaade etme.. uzaklığın yakıp kavuran rüzgarlarına da terketme; ey Cennetlerin Sahibi, dünya ve ahiret her şeyim olan Rabbim!

* * *

إِلٰهِي مَنْ ذَا الَّذِي ذَاقَ حَلاَوَةَ مَحَبَّتِكَ فَرَامَ مِنْكَ بَدَلًا، وَمَنْ ذَا الَّذِي أَنِسَ بِقُرْبِكَ فَابْتَغَى عَنْكَ حِوَلًا ‏*‏ إِلٰهِي فَاجْعَلْنَا مِمَّنِ اصْطَفَيْتَهُ لِقُرْبِكَ وَوِلاَيَتِكَ، وَأَخْلَصْتَهُ لِوُدِّكَ وَمَحَبَّتِكَ، وَشَوَّقْتَهُ إِلَى لِقَائِكَ، وَأَرْضَيْتَهُ بِقَضَائِكَ، وَحَبَوْتَهُ بِرِضَاكَ، وَأَعَذْتَهُ مِنْ هَجْرِكَ وَقِلاَكَ، وَبَوَّأْتَهُ مَقْعَدَ الصِّدْقِ فِي جِوَارِكَ، وَخَصَّصْتَهُ بِمَعْرِفَتِكَ لِعِبَادِكَ، وَهَيَّمْتَ قَلْبَهُ لِإِرَادَتِكَ، وَأَخْلَيْتَ وَجْهَهُ لَكَ، وَأَفْرَغْتَ فُؤَادَهُ لِحُبِّكَ، وَرَغَّبْتَهُ فِيمَا عِنْدَكَ، وَأَلْهَمْتَهُ ذِكْرَكَ، وَأَوْزَعْتَهُ شُكْرَكَ، وَشَغَّلْتَهُ بِطَاعَتِكَ، وَصَيَّرْتَهُ مِنْ صَالِحِي بَرِيَّتِكَ، وَاخْتَرْتَهُ لِمُنَاجَاتِكَ، وَقَطَّعْتَ عَنْهُ كُلَّ شَيْءٍ يَقْطَعُهُ عَنْكَ ‏*‏
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مِمَّنْ دَأْبُهُمُ الْاِرْتِيَاحُ إِلَيْكَ وَالْحَنِينُ، وَدَهْرُهُمُ الزَّفْرَةُ وَالْأَنِينُ، جِبَاهُهُمْ سَاجِدَةٌ لِعَظَمَتِكَ، وَعُيُونُهُمْ سَاهِرَةٌ فِي خِدْمَتِكَ، وَدُمُوعُهُمْ سَائِلَةٌ مِنْ خَشْيَتِكَ، وَقُلُوبُهُمْ مُعَلَّقَةٌ بِمَحَبَّتِكَ، وَأَفْئِدَتُهُمْ مُنْخَلِعَةٌ مِنْ مَهَابَتِكَ، يَا مَنْ أَنْوَارُ قُدْسِهِ لِأَبْصَارِ مُحِبِّيهِ رَائِقَةٌ، وَسُبُحَاتُ وَجْهِهِ لِقُلُوبِ عَارِفِيهِ شَائِقَةٌ، يَا مُنَى قُلُوبِ الْمُشْتَاقِينَ، ويَا غَايَةَ أٰمَالِ الْمُحِبِّينَ، أَسْأَلُكَ حُبَّكَ وَحُبَّ مَنْ يُحِبُّكَ وَحُبَّ كُلِّ عَمَلٍ يوُصِلُنِي إِلَى قُرْبِكَ، وَأَنْ تَجْعَلَهُ أَحَبَّ إِلَيَّ مِمَّا سِوَاكَ، وَأَنْ تَجْعَلَ حُبِّي إِيَّاكَ قَائِدًا إِلَى رِضْوَانِكَ وَشَوْقِي إِلَيْكَ زَائِدًا عَنْ عِصْيَانِكَ، وَانْظُرْ بِعَيْنِ الْوُدِّ وَالْعَطْفِ إِلَيَّ وَلاَ تَصْرِفْ عَنِّي وَجْهَكَ، وَاجْعَلْنِي مِنْ أَهْلِ الْإِسْعَادِ وَالْحَظْوَةِ عِنْدَكَ، يَا مُجِيبُ، يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏*
* * *
Allah'ım! Sen'in muhabbetinin halâvetini, lezzetini tattıktan sonra daha kim başka arayışlara girer ve bir kere yakınlığının ünsüne erdikten sonra kim yüzünü başka şeylere çevirir!? Ya Rab! Bizleri de kurbiyetin ve dostluğun için seçtiğin.. gönüllerine sevgini yerleştirmekle şereflendirdiğin.. içlerine bir kor gibi Sana kavuşma iştiyakını attığın.. kazana rıza ufkunu gösterdiğin.. hoşnutluğunla mükafaatlandırdığın.. terkedilmişliğe bırakmadığın.. sadakat tahtına oturttuğun.. marifetinle donattığın.. kalblerini aşkınla yakıp tutuşturduğun.. bakışlarını mâsivadan tecrit edip bütün bütün Kendine yönelttiğin.. gönüllerini muhabbetinle doldurduğun.. nezdindeki güzelliklere karşı içlerinde rağbet uyandırdığın.. lisanlarını ve gönüllerini tesbîh ü zikirle zinetlendirdiğin.. hamd ü şükür yoluna sevkettiğin.. her an ibadet ü tâatla meşgul ettiğin.. salih amellere muvaffak kılmak suretiyle iyiler zümresine ilhak eylediğin.. vicdanlarına münacaatının hazzını duyurduğun ve adanmış insanlar haline getirdin makbul kullarından eyle!.
Rabbimiz! Yüce huzurunda tekrar tekrar yalvarıyor ve dualarımıza icabette bulunmanı istirham ediyoruz. Ne olur, bizleri de üzülmesi de sevinmesi de, neş'esi de inlemesi de Sen'in için (lillah, lieclillah, livechillah) olan.. azamet-i ilahiye karşısında alınları hep secdede.. hizmet-i imaniye ve Kur'aniye yolunda emre âmâde bulunan.. haşyetten gözyaşları ceyhun olmuş.. kalbleri muhabbet-i ilahiye ile dolmuş.. yürekleri ilahî heybet karşısında hep tir tir titreyen bahtiyarlar zümresine ilhak eyle!
Ey mukaddes envârını sevenlerinin gözlerine sürme yapan, Zâtî nurlarını marifet erbabının dupduru gönüllerine akıtan, müştak gönüllerin yegane arzusu ve muhabbet erlerinin en birinci ve asıl gayesi olan Rabbimiz! Sen'den, Sen'in sevgini, Sen'i sevenlerin sevgisini istiyor ve Sana kurbiyete vesile olabilecek bütün amelleri bize sevdirmeni diliyoruz. Bizi de kurb kahramanlarından eyle! Öyle aşkın bir sevgiyle içimizi donat ki, gönül pencerelerimizi Sen'in rızandan başka her şeye kapatalım ve öyle bir şevk ü iştiyakla ruhlarımızı doyur ki, Sen'in hoşnut olmadığın hiçbir şeye tenezzül etmeyelim. Bize de nazar-ı muhabbet ve nazar-ı merhametle bak.. bizden yüz çevirme ve bizi mesut ve bahtiyar insanlardan eyle, ey dualarımızı her zaman kabulle karşılayan Merhametliler Merhametlisi Rabbimiz!..

* * *
إِلٰهِي لَيْسَ لِي وَسِيلَةٌ إِلَيْكَ إِلاَ عَوَاطِفُ رَأْفَتِكَ، وَلاَ لِي ذَرِيعَةٌ لَدَيْكَ إِلاَ عَوَاطِفُ رَحْمَتِكَ وَشَفَاعَةُ نَبِيِّكَ، نَبِيِّ الرَّحْمَةِ وَمُنْقِذِ الْأُمَّةِ مِنَ النِّقْمَةِ، فَاجْعَلْهُمَا لِي سَبَباً إِلَى نَيْلِ غُفْرَانِكَ، وَصَيِّرْهُمَا لِي وُصْلَةً إِلَى الْفَوْزِ بِرِضْوَانِكَ، وَقَدْ حَلَّ رَجَائِي بِحَرَمِ كَرَمِكَ، وَحَطَّ طَمَعِي بِفِنَاءِ جُودِكَ، فَحَقِقْ فِيكَ أَمَلِي، وَاخْتِمْ بِالْخَيْرِ عَمَلِي، وَاجْعَلْنِي مِنْ صَفْوَتِكَ الَّذِينَ أَحْلَلْتَهُمْ بُحْبُوحَةَ جَنَّتِكَ، وَبَوَّأْتَهُمْ دَارَ كَرَامَتِكَ، وَأَوْرَثْتَهُمْ مَنَازِلَ الصِّدْقِ فِي جِوَارِكَ، يَا مَنْ لاَ يَفِدُ الْوَافِدُونَ عَلَى أَكْرَمَ مِنْهُ، وَلاَ يَجِدُ الْقَاصِدُونَ أَرْحَمَ مِنْهُ، يَا خَيْرَ مَنْ خَلاَ بِهِ وَحِيدٌ، وَيَا أَعْطَفَ مَنْ أٰوَى إِلَيْهِ طَرِيدٌ، إِلَى سَعَةِ عَفْوِكَ مَدَدْتُ يَدِي، وَبِذَيْلِ كَرَمِكَ أَعْلَقْتُ كَفِّي، فَلاَ تُوَلِّنِي بِالْحِرْمَانِ، وَلاَ تَبْتَلِنِي بِالْخَيْبَةِ وَالْخُسْرَانِ، يَا سَمِيعَ الدُّعَاءِ ‏*‏

* * *

Allah'ım! Seni yüce şânına lâyık olarak bilebilmem için yine Sen'in re'fet, rahmet ve ümmetini azaba terketmeyecek olan rahmet nebîsi Habîbin'in şefaatine muhtacım; başka hiçbir vesilem ve tutunacak hiçbir dalım yoktur. Sen'den bu vesileleri, bağışlanmam ve rızana ermem için bir yol yapmanı dileniyorum. Ümitlerim Sen'in keremine tutundu; arzularım da yine Sen'in cömertliğine sığındılar. Rabbim! Bu arzularımı gerçekleştireceğini ümid ediyorum. Beni hep salih amellerde istihdam eyle ve işlerimin sonunu daima hayırlı kıl.. beni Cennetinin en güzel yerlerine yerleştireceğin, orada da sürpriz lütuflarınla sevindirip dostluğunla şereflendireceğin seçkin insanlardan eyle! Ey kereminden öte kerem, merhametinden öte merhamet olmayan.. ey yalnız kalmışların en güzel enîsi.. ey kovulmuşların en lütufkâr sığınağı! Ellerimi affın için kaldırıyor, avucumu da keremine açıyorum. Ne olur, ey dualarımı işiten Rabbim, beni mahrumiyetle geri çevirme ve haybet ve hüsrana maruz kalmakla imtihan etme!

* * *
* Bu dualar el-Kulûbü'd-Dâria'nın 631-637. sayfalarında yer almaktadır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Haziran 2006       Mesaj #126
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Duaların hepsini toplayan dua



Sahabelerden Ebû Umame el Bahilî(ra) anlatıyor: Resul-ü Ekrem(asm) Efendimiz, her vesile ile dua ederdi. Biz bunlardan bir kısmını ezberlerdik, bir kısmını ise ezberleyemezdik. Bir gün; Ya Resulallah(asm) siz çok dua ediyorsunuz. Bunlar aklımızda kalmıyor" dedik. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem(asm) "Size bu duaların hepsini toplayan bir dua öğ­reteyim mi?" dedi ve bize bu duayı tavsiye etti:



"ilahî, ben, Peygamberin Muhammed'in(asm) Senden istediği bütün hayırlı şeyleri Senden isterim. O'nun(asm) Sana sığındığı bütün kötü işlerden de Sana sığınırım. Yardım ancak Senden beklenir ve dünya ve ahirette istenilecek şeye ulaştıracak Sensin. Hâkîmâne tasarruf da ve kamil kuvvet de ancak Allah iledir. Kuvvet ve kudret ancak Allah'ın ina­yeti iledir."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #127
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
إِلٰهِي كَسْرِي لاَ يَجْبُرُهُ إِلاَ لُطْفُكَ وَحَنَانُكَ، وَفَقْرِي لاَ يُغْنِيهِ إِلاَ عَطْفُكَ وَإِحْسَانُكَ، وَرَوْعَتِي لاَ يُسْكِنُهَا إِلاَ أَمَانُكَ، وَذِلَّتِي لاَ يُعِزُّهَا إِلاَ سُلْطَانُكَ، وَأُمْنِيَّتِي لاَ يُبَلِّغُنِيهَا إِلاَ فَضْلُكَ، وَخَلَّتِي لاَ يَسُدُّهَا إِلاَ طَوْلُكَ، وَحَاجَتِي إِلَيْكَ لاَ يَقْضِيهَا غَيْرُكَ، وَكَرْبِي لاَ يُفْرِجُهُ سِوَى رَحْمَتِكَ، وَضَرِّي لاَ يَكْشِفُهُ غَيْرُ رَأْفَتِكَ، وَغُلَّتِي لاَ يُطْفِئُهَا إِلاَ لِقَاؤُكَ، وَشَوْقِي إِلَيْكَ لاَ يُسَلِّيهَا إِلاَ مُنَاجَاتُكَ، وَقَرَارِي لاَ يَقِرُّ دُونَ دُنُوِّي مِنْكَ، وَلَهْفَتِي لاَ يَرُدُّهَا إِلاَ رَوْحُكَ، وَسُقْمِي لاَ يَشْفِيهِ إِلاَ جَلاَلُكَ، وَغَمِّي لاَ يُزِيلُهُ إِلاَ قُرْبُكَ، وَجُرْحِي لاَ يُبْرِئُهُ إِلاَ صَفْحُكَ، وَرَيْنُ قَلْبِي لاَ يَجْلُوهُ إِلاَ عَفْوُكَ، وَوَسْوَاسُ صَدْرِي لاَ يُزِيحُهُ إِلاَ أَمْرُكَ، فَيَا مُنْتَهَى أَمَلِ الْأٰمِلِينَ، وَيَا غَايَةَ سُؤْلِ السَّائِلِينَ، وَيَا أَقْصَى طِلْبَةِ الطَّالِبِينَ، وَيَا أَعْلَى رَغْبَةِ الرَّاغِبِينَ، وَيَا وَلِيَّ الصَّالِحِينَ، وَيَا أَمَانَ الْخَائِفِينَ، وَيَا مُجِيبَ الْمُضْطَرِّينَ، وَيَا ذُخْرَ الْمُعْدِمِينَ، وَيَا كَنْزَ الْبَائِسِينَ، وَيَا غِيَاثَ الْمُسْتَغِيثِينَ، وَيَا قَاضِيَ حَوَائِجِ الْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ، وَيَا أَكْرَمَ الْأَكْرَمِينَ، وَيَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ، لَكَ تَخَضُّعِي وَسُؤْلِي، وَإِلَيْكَ تَضَرُّعِي وَابْتِهَالِي، أَسْأَلُكَ أَنْ تُنِيلَنِي رَوْحَ رِضْوَانِكَ وَتُدِيمَ عَلَيَّ نِعَمَ امْتِنَانِكَ، وَهَا أَنَا بِبَابِ كَرَمِكَ وَاقِفٌ، وَلِنَفَحَاتِ بِرِّكَ مُتَعَرِّضٌ، وَبِحَبْلِكَ الشَّدِيدِ مُعْتَصِمٌ، وَبِعُرْوَتِكَ الْوُثْقَى مُتَمَسِّكٌ ‏ ‎‎ * ‎‎ إِلٰهِي ارْحَمْ عَبْدَكَ الذَّلِيلَ، ذَا اللِّسَانِ الْكَلِيلِ، وَالْعَمَلِ الْقَلِيلِ، وَامْنُنْ عَلَيْهِ بِطَوْلِكَ الْجَزِيلِ، وَاكْنُفْهُ تَحْتَ ظِلِّكَ الظَّلِيلِ، يَا كَرِيمُ يَا جَمِيلُ، يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏ ‎‎ * ‎‎
‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎
Allah'ım! Kırıklarımı sadece Sen'in lütfun ve rahmetin sarıp sarmalayabilir. Beni fakirlikten kurtaracak bir şey varsa o da Sen'in keremin ve ihsanındır. Korkularım ancak Sen'den gelecek emn ü emanla kaybolup giderler. Beni zilletten kurtarıp azîz kılacak yegane güç de Sen'in saltanatındır. Umduklarıma bir tek Sen'in fazlınla nâil olabilir, taleplerimi de yalnızca Sen'in ucu bucağı olmayan hazinelerinden karşılayabilirim. Allah'ım! İhtiyaçlarımı giderebilecek Sen'den başka bir güç ve kuvvet sahibi yoktur. Sıkıntılarımı yalnız Sen'in rahmetin, zaruretlerimi de bir tek Sen'in re'fetin izale edebilir. Susuzluğumu ve içimdeki yangını ancak Sana mülâkî olmakla söndürebilir, aşk u şevkime teselliyi de yalnızca Sana münacaatta bulabilirim. Sen'in maiyyetine ermeden karardâde olabilmem mümkün değildir. Tasalarımı ve içimdeki harareti Sen'in rahmet ve şefkatinden başka izale edebilecek bir ilaç da bilmiyorum. Hastalıklarıma yalnız Sen'in rahmet tecellilerinde şifa bulabilir, gamımı, kederimi bir tek Sen'in kurbiyetinle giderebilirim. Yaralarımı da sadece Sen'in afv u safhın tedavi edebilir. Kalbimin üzerine bir tortu gibi çöken kesîf örtüleri Sen'in bağışlamanla kaldırabilir, sadrıma çöreklenen vesveseleri de yine Sen'in inayetinle defedebilirim.
Ey rahmetine ve merhametine nâil olup rıza ve rıdvanına ehil hale gelmek, kullarının en nihaî emeli, isteği, talebi, arzusu olan Sultanlar Sultanı Allah'ım! Ey salih kulların dostu.. korkuya kapılanların emn ü emânı.. zaruret içinde kıvranan gönüllerin ızdırarına icabette bulunan.. fakirliğe müptela olmuşları görüp gözeten.. dertlilerin dertlerine nezdinden dermanlar gönderen.. inayetiyle, yardım talebinde bulunanların imdadına koşan.. fakirlerin ve düşkünlerin ihtiyaçlarını gideren.. keremi bütün keremleri aşkın, merhameti de bütün merhamet hislerinin ötesinde ve hepsinin kaynağı olan Yüce Rabbim! Huzurunda boyun büküyor ve hâcâtımı Sana arz ediyorum. Tazarrum da, niyazım da başkasına/başkalarına değil yalnız ve yalnız Sanadır. Gönlümü rıdvanının serinliğiyle ferahlatmanı ve nimetlerini kesintisiz olarak devam ettirmeni istirham ediyorum. İşte huzurundayım.. kerem kapının önünde durdum.. nezd-i ulûhiyetinden geleceğini ümid ettiğim iyilik ve cömertlik esintilerine kendimi saldım.. Kitabın gibi sapasağlam bir ipe tutundum.. Dinin gibi asla zarar verilemeyecek bir kulpa sımsıkı sarıldım.
Ameli yok denecek kadar az, iki kelimeyi bir araya getirmeye bile tâkat getiremeyecek kadar da âciz bu abd-i zelîle, bu zavallı kuluna merhamet et! Bol nimetlerinden onu da nasiplendir.. –hiçbir gölgenin kalmadığı o günde- onu da Kendi gölgene al, ey Kerîm, Cemîl, ve Erhamürrâhimîn olan Allah'ım!
‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎
إِلٰهِي قَصَّرَتِ الْأَلْسُنُ عَنْ بُلُوغِ ثَنَائِكَ كَمَا يَلِيقُ بِجَلاَلِكَ، وَعَجَزَتِ الْعُقُولُ عَنْ إِدْرَاكِ كُنْهِ جَمَالِكَ، وَانْحَسَرَتِ الْأَبْصَارُ دُونَ النَّظَرِ إِلَى سُبُحَاتِ وَجْهِكَ، وَلَمْ تَجْعَلْ لِلْخَلْقِ طَرِيقاً إِلَى مَعْرِفَتِكَ إِلاَ بِالْعَجْزِ عَنْ مَعْرِفَتِكَ ‏ ‎‎ * ‎‎
إِلٰهِي فَاجْعَلْنَا مِنَ الَّذِينَ تَرَسَّخَتْ أَشْجَارُ الشَّوْقِ إِلَيْكَ فِي حَدَائِقِ صُدُورِهِمْ، وَأَخَذَتْ لَوْعَةُ مَحَبَّتِكَ بِمَجَامِعِ قُلُوبِهِمْ، فَهُمْ فِي أَوْكَارِ الْأَفْكَارِ يَمْرَعُونَ، وَفِي رِيَاضِ الْقُرْبِ وَالْمُكَاشَفَةِ يَرْتَعُونَ، وَمِنْ حِيَاضِ الْمَحَبَّةِ بِكَأْسِ الْمُلاَطَفَةِ يَكْرَعُونَ، وَشَرَائِعِ الْمُصَافَاةِ يَرِدُونَ، قَدْ كُشِفَ الْغِطَاءُ عَنْ أَبْصَارِهِمْ، وَانْجَلَتْ ظُلْمَةُ الرَّيْبِ عَنْ عَقَائِدِهِمْ وَضَمَائِرِهِمْ، وَانْتَفَتْ مُخَالَجَةُ الشَّكِّ عَنْ قُلُوبِهِمْ وَسَرَائِرِهِمْ، وَانْشَرَحَتْ بِتَحْقِيقِ الْمَعْرِفَةِ صُدُورُهُمْ، وَعَلَتْ لِسَبْقِ السَّعَادَةِ فِي الزِّيَادَةِ هِمَمُهُمْ، وَعَذُبَ فِي مَعِينِ الْمُعَامَلَةِ شُرْبُهُمْ، وَطَابَ فِي مَجْلِسِ الْأُنْسِ سِرُّهُمْ، وَأَمِنَ فِي مَوْطِنِ الْمَخَافَةِ سِرْبُهُمْ، وَاطْمَأَنَّتْ بِالرُّجُوعِ إِلَى رَبِّ الْأَرْبَابِ أَنْفُسُهُمْ، وَتَيَقَّنَتْ بِالْفَوْزِ وَالْفَلاَحِ أَرْوَاحُهُمْ، وَرَبِحَتْ فِي بَيْعِ الدُّنْيَا بِالْأٰخِرَةِ تِجَارَتُهُمْ ‏ ‎‎ * ‎‎
إِلٰهِي مَا أَلَذَّ خَوَاطِرَ الْإِلْهَامِ بِذِكْرِكَ عَلَى الْقُلُوبِ، وَمَا أَحْلَى الْمَسِيرَ إِلَيْكَ بِالْأَوْهَامِ فِي مَسَالِكِ الْغُيُوبِ، وَمَا أَطْيَبَ طَعْمَ حُبِّكَ، وَمَا أَعْذَبَ شُرْبَ قُرْبِكَ، فَأَعِذْنَا مِنْ طَرْدِكَ وَإِبْعَادِكَ، وَاجْعَلْنَا مِنْ أَخَصِّ عَارِفِيكَ، وَأَصْلَحِ عِبَادِكَ، وَأَصْدَقِ طَائِعِيكَ، وَأَخْلَصِ عِبَادِكَ، يَا عَظِيمُ يَا جَلِيلُ يَا كَرِيمُ يَا مُنِيلُ، بِرَحْمَتِكَ وَمَنِّكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏ ‎‎ * ‎‎

‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ *
Ulu Allahımız! Lisanlar, celâline yaraşır şekilde Sen'i senâ etme hususunda tâkatsiz kaldılar. Akıllar, cemâlinin künhünü idrake kalkıştı fakat aciz düştüler. Gözler de aynı âkıbetle karşı karşıya kaldı ve Sen'in sübuhât-ı vechini müşahedeye güç yetiremediler. Hiç kimse Sen'i bilmeye, marifetine ermeye tam muktedir olamadı ve bilme peşinde olanlar bu husustaki acziyetlerini en büyük idrak bildiler.
Yücelerden Yüce Rabbimiz! Bizleri sadr u sinelerinde şevk ü heyecanın kök saldığı.. muhabbet hislerinin bir karasevda halinde kalblerinin bütününü sardığı.. tefekkürün kollarında derinleştikçe derinleşmiş.. kurbiyet payesiyle şereflendirilmiş.. mükâşefenin omuzlarında ilahî sırlara uyanmış.. muhabbet havuzundan kana kana içmiş.. öz'lerinde, saflığa, duruluğa ermiş.. gözlerindeki perde kalkmış.. imanın hazzını vicdanlarında tam hissetmiş.. bütün şek ve şüphelerden kurtulmuş.. gönülleri, Sen'i bilip bulmanın inşirahıyla dolup taşmış.. himmetlerini coşturmuş.. eksiksiz huzuru ve tastamam saadeti elde etmiş.. Hakk'ın muâmelesi gibi bir âb-ı hayat kaynağından kevserler içmiş.. iç'leri üns esintileriyle ayrı bir güzelliğe ulaşmış.. her türlü korkudan, endişeden emin kılınmış.. Rabb'e rücû ve teveccühle gönülleri itmi'nana ermiş.. ruhları yakîn zirvelerinde felâhı bulmuş ve dünya-âhiret pazarında, dünyayı verip âhireti almak sûretiyle pek kârlı bir ticarete muvaffak olmuş bahtiyar kullarından eyle!.
Rahmet ve Şefkat Sultanı Mevlâmız! Sen'in, zikrinle meşbû gönüllere saldığın ilhamlar ne kadar lezzetli, Gaybu'l-Guyûb olan Zât'ın istikametindeki nâmütenâhî seyr u sülûk (yolculuk) ne kadar tatlı, muhabbetinin tadı ne kadar hoş, kurbiyetinin gönüllere akıttığı esintiler de ne kadar zevklidir! Ne olur, bize, huzurdan kovulup uzaklaştırılmanın azabını tattırma ve bizi marifet erbabı has kullarının zümresine ilhak eyle!
İhsanına, rahmet ve merhametine sığınarak bunları Sen'den dileniyoruz, dualarımızı kabul buyur, ey azamet ve ululuk tahtının Sultanı ve ey lütf u keremiyle sevdiklerini umduklarına nâil eyleyen Merhametliler Merhametlisi Rabbimiz!
‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎

إِلٰهِي لَوْلاَ الْوَاجِبُ مِنْ قَبُولِ أَمْرِكَ لَنَزَّهْتُكَ مِنْ ذِكْرِي إِيَّاكَ، عَلَى أَنَّ ذِكْرِي لَكَ بِقَدْرِي لاَ بِقَدْرِكَ، وَمَا عَسَى أَنْ يَبْلُغَ مِقْدَارِي حَتَّى أُجْعَلَ مَحَلًّا لِتَقْدِيسِكَ، وَمِنْ أَعْظَمِ النِّعَمِ عَلَيْنَا جَرَيَانُ ذِكْرِكَ عَلَى أَلْسِنَتِنَا، وَإِذْنُكَ لَنَا بِدُعَائِكَ وَتَنْزِيهِكَ وَتَسْبِيحِكَ، فَأَلْهِمْنَا ذِكْرَكَ فِي الْخَلاَ وَالْمَلاَ، وَاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ، وَالْإِعْلاَنِ وَالْإِسْرَارِ، وَفِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ، وَاسْتَعْمِلْنَا بِالْعَمَلِ الزَّكِيِّ، وَالسَّعْيِ الْمَرْضِيِّ، وَجَاوِزْنَا بِالْمِيزَانِ الْوَفِيِّ ‏ ‎ * ‎ ‏
إِلٰهِي بِكَ هَامَتِ الْقُلُوبُ الْوَالِهَةُ، وَعَلَى مَعْرِفَتِكَ جُمِعَتِ الْقُلُوبُ الْمُتَبَايِنَةُ، فَلاَ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ إِلاَ بِذِكْرِكَ، وَلاَ تَسْكُنُ النُّفُوسُ إِلاَ عِنْدَ لِقَاكَ، أَنْتَ الْمُسَبَّحُ فِي كُلِّ مَكَانٍ، وَالْمَعْبُودُ فِي كُلِّ زَمَانٍ، وَالْمَوْجُودُ فِي كُلِّ أَوَانٍ، وَالْمَدْعُوُّ فِي كُلِّ لِسَانٍ، وَالْمُعَظَّمُ فِي كُلِّ جَنَانٍ، وَأَسْتَغْفِرُكَ مِنْ كُلِّ لَذَّةٍ بِغَيْرِ ذِكْرِكَ، وَمِنْ كُلِّ رَاحَةٍ بِغَيْرِ أُنْسِكَ، وَمِنْ كُلِّ سُرُورٍ بِغَيْرِ قُرْبِكَ، وَمِنْ كُلِّ شُغْلٍ بِغَيْرِ طَاعَتِكَ ‏ ‎ * ‎ ‏
إِلٰهِي أَنْتَ قُلْتَ وَقَوْلُكَ الْحَقُّ ﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ أٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَثِيراً ‏ ‎ * ‎ ‏ وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا﴾، وَقُلْتَ وَقَوْلُكَ الْحَقُّ ﴿فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ﴾، فَأَمَرْتَنَا بِذِكْرِكَ وَوَعَدْتَنَا عَلَيْهِ أَنْ تَذْكُرَنَا تَشْرِيفًا لَنَا وَتَفْخِيماً وَإِعْظَاماً، وَهَا نَحْنُ ذَاكِرُونَ كَمَا أَمَرْتَنَا فَأَنْجِزْ لَنَا مَا وَعَدْتَنَا، يَا أَذْكَرَ الذَّاكِرِينَ وَيَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏ ‎ * ‎ ‏
‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎
Allah'ım! Bir vecîbe olarak omuzlarıma yüklemeseydin, ben katiyen Sen'in zikrine teşebbüs edemezdim. Sen'i şânına layık şekilde zikretmeye güç yetiremeyeceğime göre nasıl teşebbüs edebilirdim ki! Ben nerede, Sen'i takdîs edecek biri olmak nerede!? Sen'in üzerimizdeki en büyük nimetlerinden biri hiç şüphesiz Yüce Zât'ını zikrini lisanlarımıza akıtman ve Sen'i tenzîh ü tesbîh edip, huzurunda dua dua yalvarmamıza müsaade etmiş olmandır. –Sana bin kere, yüzbin kere, milyonlar kere şükürler olsun!- Rabbimiz, üzerimizdeki nimetini tamamla ve bize tenhada veya bir toplulukta, gece-gündüz, açık ve gizli, rahatlıkta-zorlukta hep Sen'in yâdınla oturup kalkmayı nasip et.. bizi hep dupduru, katışıksız amellerde kullan.. hata, kusur ve günahlarımızı da ince hesaba tabî tutma ve ne kadar varsa hepsini mağfiret buyur!
Allah'ım! Selim kalbler hep Sen'in sevdana tutulmuşlar, farklı farklı gönüller sadece Sen'in marifetin etrafında biraraya gelmişlerdir. Kalbler sadece Sen'i anmakla itmi'nan bulur, his ve heyecanlar da yalnızca Sana vâsıl olunca sükuna ererler. Her yerde sayısız lisanlarla tesbîh edilen Sen; bütün zamanlarda kendisine yönelinip ibadet ü tâatta bulunulan Sen; varlığına bir başlangıç ve son olmayıp her zaman varolan Mevcûd-u Ezelî Sen; çeşit çeşit dillerle kendisine dua dua yalvarılan Sen; bütün kalblerin tâzimle yâd ettiği de yine Sen'sin. Rabbim! Bu zamana gelene kadar zikrinden başka neyi lezzet zannetmişsem; ünsünden hariç hangi şeyde rahat bulduğumu düşünmüşsem, yakınlığının dışında neleri sürûr vesilesi addetmişsem ve Sana tâattan başka ne tür şeylerle meşgul olmuşsam, onların hepsinden dolayı tevbe ediyor, bağışlanma diliyorum.
Ya Rabbelâlemîn! Sen, Kur'an-ı Mübînin'de, “Ey iman edenler! Rabbinizi çok çok zikredin!”, “O'nu sabah-akşam hep tesbîhlerle anın!”, “Siz kendi idrak ve gücünüz ölçüsünde Beni anın ki, daralıp sıkıştığınızda Ben de sizi anayım!” buyuruyorsun. Sen'in bütün beyanların haktır ve biz hepsine “Âmennâ ve saddeknâ!” diyoruz. Bize zikrinden uzak kalmamamızı emrediyor ve ona karşılık şânına yaraşır bir şekilde bizi anmakla şereflendireceğini vaadediyorsun. Ey Zikredenlerin en Güzeli ve Merhametlilerin en Merhametlisi Rabbimiz! Biz Sen'i emrine muvafık bir tarzda zikretmeye gayret ettik ve etmeye de devam edeceğiz. Sen de, ne olur, va'd-i sübhânîni yerine getir ve sürûra susamış bu kapıkullarının gönüllerine bir nebze olsun ferahlık sal!
‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎
اَللّٰهُمَّ يَا مَلاَذَ اللاَئِذِينَ، وَيَا مَعَاذَ الْعَائِذِينَ، وَيَا مُنْجِيَ الْهَالِكِينَ، وَيَا عَاصِمَ الْبَائِسِينَ، وَيَا أَرْحَمَ الْمَسَاكِينِ، وَيَا مُجِيبَ الْمُضْطَرِّينَ، وَيَا كَنْزَ الْمُفْتَقِرِينَ، وَيَا جَابِرَ الْمُنْكَسِرِينَ، وَيَا مَأْوَى الْمُنْقَطِعِينَ، وَيَا نَاصِرَ الْمُسْتَضْعَفِينَ، وَيَا مُجِيرَ الْخَائِفِينَ، ويَا مُغِيثَ الْمَكْرُوبِينَ، وَيَا حِصْنَ اللاَجِئِينَ، إِنْ لَمْ أَعُذْ بِعِزِّكَ فَبِمَنْ أَعُوذُ، وَإِنْ لَمْ أَلُذْ بِقُدْرَتِكَ فَبِمَنْ أَلُوذُ، وَقَدْ أَلْجَأَتْنِي الذُّنُوبُ إِلَى التَّشَبُّثِ بِأَذْيَالِ عَفْوِكَ، وَأَحْوَجَتْنِي الْخَطَايَا إِلَى اسْتِفْتَاحِ أَبْوَابِ صَفْحِكَ، وَدَعَتْنِي الْإِسَاءَةُ إِلَى الْإِنَاخَةِ بِفِنَاءِ عِزِّكَ، وَحَمَلَتْنِي الْمَخَافَةُ مِنْ نِقْمَتِكَ عَلَى التَّمَسُّكِ بِعُرْوَةِ عَطْفِكَ، وَمَا حَقُّ مَنِ اعْتَصَمَ بِحَبْلِكَ أَنْ يُخْذَلَ، وَلاَ يَلِيقُ بِمَنِ اسْتَجَارَ بِعِزِّكَ أَنْ يُسْلَمَ أَوْ يُهْمَلَ ‏ ‎ * ‎ ‏
إِلٰهِي فَلاَ تُخْلِنَا مِنْ حِمَايَتِكَ وَلاَ تُعْرِنَا مِنْ رِعَايَتِكَ، وَرُدَّنَا عَنْ مَوَارِدِ الْهَلَكَةِ فَإِنَّا بِعَيْنِكَ وَفِي كَنَفِكَ، وَأَسْأَلُكَ أَنْ تَجْعَلَ عَلَيْنَا وَاقِيَةً تُنْجِينَا مِنَ الْهَلَكَاتِ وَتُجَنِّبُنَا مِنَ الْأٰفَات، وَتَكُفُّنَا مِنْ دَوَاهِي الْمُصِيبَاتِ، وَأَنْ تُنْزِلَ عَلَيْنَا مِنْ سَكِينَتِكَ، وَأَنْ تُغْشِيَ وُجُوهَنَا بِأَنْوَارِ مَحَبَّتِكَ، وَأَنْ تُؤْوِيَنَا إِلَى شَدِيدِ رُكْنِكَ، وَأَنْ تَحْوِيَنَا فِي أَكْنَافِ عِصْمَتِكَ، بِرَأْفَتِكَ وَرَحْمَتِكَ، يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏ ‎ * ‎ ‏
‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎
Ey Kendisine iltica talebinde bulunanların koruyucusu ve himaye isteyenlerin hâmîsi! Ey helâke sürüklenenleri helâk olmaktan kurtaran.. muhtaç ve acınacak durumlara maruz kalanları koruyup kollayan.. düşkünlere her zaman merhamet nazarıyla bakan.. ızdırar içinde iki büklüm olanların gönüllerinden kopup gelen münacaatlarına cevap veren.. fakirleri iğnâ eden.. kırık kalbleri tamir eden, sarıp sarmalayan.. ümitsizliğe dûçar olanlara ümit kaynağı olan.. nusretiyle, gadr ve zulme uğramış mazlumların imdadına koşan.. korkuyla yaşayanların endişelerini izale buyuran.. tasası olanların kederlerini berteraf eden ve rahmet, re'fet ve şefkatine dehâlet edenleri görüp gözeten, muhafazası altına alan Yüce Rabbim!
Benim gibi bir çaresiz için Sen'in güç, kuvvet ve kereminden başka hangi şey bir sığınak olabilir!? Sen'in kudretinin himayesine girmezsem, beni başka kim koruyabilir!? Sen'in affın olmazsa, işlediğim onca günahın vebâlinden nasıl sıyrılabilir, Sen nazar-ı müsamaha ile bakmazsan, hatalarımın boynuma taktığı kementlerden nasıl kurtulabilirim!? Sen inayetinle imdadıma yetişmeden işlediğim kötülüklerin elemli akıbetinden kurtulmam mümkün olamaz. Yüce Mevlâm! Azabından şefkatine sığınıyorum; Sen, rahmet kapına dokunanlara kayıp yaşatmaz, onları hizlâna uğratmazsın. Yüce dergahına sığınanlara azap etmez, onları terkedilmişlik ızdırabıyla da karşı karşıya bırakmazsın.
Ey Rab! Rahmetinin vesâyetine sığınıyor, lûtfundan sürpriz ihsanlar bekliyoruz. Hem fakir, hem muhtaç, hem gidecek başka kapıları olmayan, “ hem âsî, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsî', hem müsinn, hem şakî” olan, fakat gelip dergahına sığınan bu kaçkınları himayenden ve riayetinden mahrum bırakma! Sen'in sıyanetine dehalet ediyoruz; helâkimize sebebiyet verebilecek tehlikeli zeminlerden, kalb ve ruh hayatımız adına âfet sayılabilecek tavır ve davranışlardan bizi uzak tut.. dehrin musîbetlerine karşı muînimiz ol.. onlarla olan çetin imtihanlarda kaybetmemize müsaade etme.. üzerimize sağanak sağanak sekîne indir.. düşüp kaymadan, yalpa yapmadan, yan çizmeden, dünya ve ukba hayatımız adına aldanma sebebi olabilecek her türlü yanlışlıklardan bizleri koru, ey rahmet, re'fet ve merhamet sultanı olan Rabbimiz!
‎ * ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎
إِلٰهِي أَسْكَنْتَنَا دَاراً حَفَرَتْ لَنَا حُفَرَ مَكْرِهَا، وَعَلَّقَتْنَا بِأَيْدِي الْمُنَايَا فِي حَبَائِلِ غَدْرِهَا، فَإِلَيْكَ نَلْتَجِي مِنْ مَكَائِدِ خُدَعِهَا، وَبِكَ نَعْتَصِمُ مِنَ الْاِغْتِرَارِ بِزَخَارِفِ زِينَتِهَا، فَإِنَّهَا الْمُهْلِكَةُ طُلاَّبَهَا، اَلْمُتْلِفَةُ حُلاَّلَهَا، اَلْمَحْشُوَّةُ بِالْأٰفَاتِ، اَلْمَشْحُونَةُ بِالنَّكَبَاتِ ‎ * ‎ إِلٰهِي فَزَهِّدْنَا فِيهَا وَسَلِّمْنَا مِنْهَا بِتَوْفِيقِكَ وَعِصْمَتِكَ، وَانْزِعْ عَنَّا جَلاَبِيبَ مُخَالَفَتِكَ، وَتَوَلَّ أُمُورَنَا بِحُسْنِ كِفَايَتِكَ، وَأَوْفِرْ مَزِيدَنَا مِنْ سَعَةِ رَحْمَتِكَ، وَأَجْمِلْ صِلَتَنَا مِنْ فَيْضِ مَوَاهِبِكَ، وَاغْرِسْ فِي أَفْئِدَتِنَا أَشْجَارَ مَحَبَّتِكَ، وَأَتْمِمْ لَنَا أَنْوَارَ مَعْرِفَتِكَ، وَارْزُقْنَا حَلاَوَةَ عَفْوِكَ وَلَذَّةَ مَغْفِرَتِكَ، وَأَقْرِرْ أَعْيُنَنَا يَوْمَ لِقَائِكَ، وَأَخْرِجْ حُبَّ الدُّنْيَا مِنْ قُلُوبِنَا كَمَا فَعَلْتَ بِالصَّالِحِينَ مِنْ صَفْوَتِكَ وَالْأَبْرَارِ مِنْ خَاصَّتِكَ، بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ، وَيَا أَكْرَمَ الْأَكْرَمِينَ ‎ * ‎
وَصَلَّى اللّٰه عَلَى نَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَأٰلِهِ أَجْمَعِينَ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ الْمَعْصُومِينَ وَصَحْبِهِ الرَّاشِدِينَ، وَسَلَّمْ تَسْلِيماً ‎ * ‎
* ‎ ‎ * ‎ ‎ * ‎
Bizi yoktan varedip varlığından haberdâr kılan Yüce Allahımız! Ahirete uzanan yolda nasibimize şu dağdağalı dünya hayatı düştü; bizi sayılamayacak kadar tuzaklarla çepeçevre kuşatan aldatıcı bir dünya. Öyle gaddar, mekkâr bir dünya ki, bitip tükenme bilmeyecek heva ve heveslerle elimi kolumuzu bağladı. Rabbimiz! Dünyanın hile ve hud'alarından Sana iltica ediyor, câzibedar güzelliklerine gönül kaptırıp aldananlardan olmaktan da yine Sana sığınıyoruz. Rabbim, Sen daha iyi bilirsin ki, o zâlim dünya, tâliplerini helâke sürükler; sevdalılarını telef eder; binbir afet ve felaketle yüzyüze getirir. O halde tevfîkini bize yâr et, sıyanetini esirgeme; esirgeme de, içimizi dünyanın mülevves yüzüne karşı istiğna hisleriyle doldur.. muvakkat dünya hayatının ruhu ve kalbi öldüren tuzaklarına düşmekten koru.. dünyaya dalıp da Senin emirlerine muhalefet etmekten muhafaza buyur.. işlerimizi de Sana havale ediyoruz, ne olur, onları en hayırlı şekilde tamamla.. rahmetinden hissemizi artırdıkça artır.. coşup coşup taşan mevhibe sağanaklarını –her ne kadar layık olmasak da– bizim gönüllerimize de akıt.. sevgini sinelerimize tastamam yerleştir.. marifetinin nurlarıyla kalbimizi ihya buyur.. affının halâvetini, marifetinin de lezzetini vicdanlarımıza duyur.. Sana mülâki olacağımız günün ışığıyla gözlerimizi aydınlat ve saf, duru ve has kulların olan ebrar ve salihlerin kalblerinden dünya sevgisini çıkardığın gibi bizim kalblerimizden de çıkar, ey rahmetine ve keremine nihayet olmayan Rahman ü Rahîm!
Ey hususi donanımlarla yarattığı bir kısım müstesna insanlarla beşeriyeti karanlıklardan aydınlığa çıkaran rahmeti sonsuz Rabbimiz! Niyazımızın nihayetinde sevgili habibin Hazreti Muhammed Mustafa'ya, tertemiz, pırıl pırıl, masum aile efradına, her biri bir hidayet rehberi olan yol arkadaşlarına, zerrât-ı kâinat adedince salât ve selam ediyor; başta Efendiler Efendisi olmak üzere, onların yüzü suyu hürmetine dileklerimizi kabul buyurmanı diliyor ve dileniyoruz. Bahtına düştük, lütfen ve keremen, bizi ümit beslediğimiz hususlarda haybet ve hüsrana uğratma! Amin!..
* Bu dualar el-Kulûbü'd-Dâria'nın 637-642. sayfalarında geçmektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Haziran 2006       Mesaj #128
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Allah Resûlü'nün Duâ İklimi

Duâ, bir ibadettir,496 duâ kulluğun özüdür,497 duâ Rabbe dönüş ve yönelişin adıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duâdan bahsetmemek mümkün değildir. Zaten, Allah (cc) da
“Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var!” (Furkan, 25/77)


buyurmuyor mu? ve
“Duâ edin kabul edeyim”(Mü’min, 40/60)

diyen de bizzat kendisi değil mi?
Duâ, Allah (cc)’la kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, kulun düşüncesinin Rabbe takdim edilmesi şeklidir duâ. Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak’tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ. O, helezonlar hâlinde kuldan Rabbe yücelen tatlı bir nağmedir ta arşa kadar...
Günümüzde, sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülen duâ, ger-çekte hayatın ve hayat ötesinin en büyük lâzımıdır. Hayatı, duâsız düşünmek mümkün değildir. Yaşadığımız hayat, baş-tan sona kadar duâdan ibarettir. Duâ, Rıza-i İlâhî’nin şifresi ve cennet yurdunun da anahtarıdır. Yine duâ, “abd”den Rabbe yükselen kulluk nişanı, Rab’den “abd”e inen rahmet simgesidir498. Daha doğrusu o, Allah (cc)’la kul arasında o-lan münasebetin tam odak noktasıdır.

Allah Resûlü'nün Duâ İklimi

Duâ, bir ibadettir,496 duâ kulluğun özüdür,497 duâ Rabbe dönüş ve yönelişin adıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duâdan bahsetmemek mümkün değildir. Zaten, Allah (cc) da
“Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var!” (Furkan, 25/77)


buyurmuyor mu? ve
“Duâ edin kabul edeyim”(Mü’min, 40/60)

diyen de bizzat kendisi değil mi?
Duâ, Allah (cc)’la kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, kulun düşüncesinin Rabbe takdim edilmesi şeklidir duâ. Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak’tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ. O, helezonlar hâlinde kuldan Rabbe yücelen tatlı bir nağmedir ta arşa kadar...
Günümüzde, sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülen duâ, ger-çekte hayatın ve hayat ötesinin en büyük lâzımıdır. Hayatı, duâsız düşünmek mümkün değildir. Yaşadığımız hayat, baş-tan sona kadar duâdan ibarettir. Duâ, Rıza-i İlâhî’nin şifresi ve cennet yurdunun da anahtarıdır. Yine duâ, “abd”den Rabbe yükselen kulluk nişanı, Rab’den “abd”e inen rahmet simgesidir498. Daha doğrusu o, Allah (cc)’la kul arasında o-lan münasebetin tam odak noktasıdır. Duâ, bir cihetten ibadet, bir başka cihetten imkân âlemi ile lâhût âlemini birleş-tiren ulvî bir miraçtır. İnsanı merdiven merdiven Hakk’a yücelten mukaddes bir miraç..!
Rahmet elinin üzerimizde dolaşması, duâ sayesindedir. Duâ, aynı zamanda gazabın da paratoneridir. Evet, hakkımızda rahmeti ve rızayı celp, gazap ve öfkeyi def edecek olan müessir bir ubudiyettir duâ. Çok defa beşer imkânının tükendiği noktada duâ şuuru keşke tâ baştan olsa! başlar. Haddizatında, ona başlangıç ve bitiş noktası tesbit etmek, ya yoktur veya imkansızdır. Çünkü, duâdan müstağni olacak bir ânı yoktur insanın. O hâlde kul, kendisinden tecellileriyle bir ân dûr olmayacağı Rabb’ine, duâdan da bir ân dûr olmaması lâzımdır. Zira, Rabbin kapısına duâ ile varılır, o kapıda duâ ile konuşurlar ve rahmeti hakkımızda sağnak sağnak celbeden de duadır.
Bize bakan yönüyle duâ, istemektir. Biz maddî mânevî ihtiyaçlarımızı isteriz Rabb’imizden. Ne var ki, çok defa istediğimiz şeyi de, isteme şeklini de bilemeyiz, bilemeyiz de istemede bile sû-i edebde bulunuruz Zât-ı Zülcelâl’e karşı. İstenilen şeyleri, Mutlak İrade sahibinin iradesi istikametinde görmek istemeyip, kendi arzumuz istikametinde diler dururuz. Bundan dolayı da her istediğimizin âcilen yerine getirilmesini, yerine getirilmeyen arzularımızın da reddedildiğini düşünerek me’yûs oluruz. Daha açık bir ifade ile, mutlak iradeyi, her zaman kendi cüz’î irademizin peyki olarak görmek isteriz. Bütün bunlar, duâ âdap ve terminolojisine zıt olan şeylerdir. Bu niyetle yapılan duâlar, Allah (cc)’la kul arasında râbıta olmaktan çok uzaktır. Onun âdap ve erkanına riayet ise, icabete vesile olacak şartlardan birisi, belki de en birincisidir.

Duâ, bazan ciddî bir istek ve iştiyak halinde sırf bir mülahaza olarak kalpten yükselir. Bu durumda kul, hiçbir şey söylemez. Belki dudakları bile kıpırdamaz; ama, O Allâmü’l-Guyûb’un, hâline nigahbân olduğunu bilerek, tam bir tevekkül içinde bulunmaya çalışır ve bulacağını bulur. Tıpkı Hz. İbrahim Aleyhisselâm’ın ateşe atıldığı andaki durumu gibi. Bütün imkânların kesildiği ve sebeplerin sükût ettiği bu noktada:
“Ey ateş! İbrahim üzerine soğuk ve selâmet ol (İbrahim’i yakma)” (Enbiyâ, 21/69

) ilâhî fermanı ona hiç umulmadık şekilde medet kaynağı olmuştur.

Kalpteki duyguların, lisan yoluyla Rabbe ulaştırılması; bu da duânın ikinci bir şeklidir. Burada kul, sadece hâlini arzeder, fakat isteğini dile getirmez. Bazen de, hem halini arz eder hem de isteğini dile getirir. Kur’ân, peygamber duâlarından her ikisini de misâl olarak seçmiştir ki, birinciye Hz. Eyyûb Aleyhisselâm’ın:
“Ya Rabbî! Zarar bana dokundu ve Sen Erhamü’r-Râhîminsin” (Enbiyâ, 21/83)


duâsıyla, Hz. Yûnus Aleyhisselâm’ın:
“Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Hakikat ben haksızlık edenlerden oldum” (Enbiyâ, 21/87)


duâsı gibi.. ikinci duruma da Hz. Zekeriyâ Aleyhisselâm’dan misâl verilmiştir ki, O da, Rabb’ine:
“Ey Rabbim! Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Muhakkak ki Sen duâları işiticisin” (Âl-i İmran, 3/38)

diyerek duâda bulunmuştu.
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in, duâ mevzûu üzerinde ısrarla durması ve yapılacak duâları Efendimiz’e bizzat ta’lim buyurması, mes’elenin ehemmiyetini göstermesi bakımından çok önemlidir. Böyle olmasaydı, Kur’ân-ı Kerîm, yüzlerce âyet-i kerime ile, duâ mes’elesi üzerinde ısrarla durur muydu? Bunun dışında, Efendimiz’den rivayet edilen, yüzlerce, hatta binlerce hadîs-i şerif de duânın ehemmiyeti hakkında hem tahşidat yapıyor, hem de hayatın her faslında, yapılması gereken duâları bu ümmete ta’lim buyuruyor. O halde insan, duygu ve düşüncelerini birer istek halinde takdim ederken, bunu en iyi şekilde ifade etmek ve az sözle çok mânâ dile getirmek ister ki, bu hususta da ona en büyük yardımcı da başta Kur’ân-ı Kerîm, ikinci derecede de Hadîs-i Şeriflerde öğretilen duâlardır.
Öyledir, çünkü, bize istemeyi veren Zât, o duâlarda nasıl isteyeceğimizi de öğretmektedir. Kendisine en güzel ve en müessir duâlar öğretilen de, hiç şüphesiz Allah Resûlü’dür. Zira, duâ ile kapısı çalınan Zât’ı en iyi bilip tanıyan O’dur.

O, bir istikamet insanıdır. Zâten kulluk da istikamet demektir. Cenâb-ı Hakk:
“Bana kulluk edin. Müstakim yol budur” (Yâsin, 36/61)

derken bu hakikata işaret buyurmaktadır. Allah Resûlü’nün bütün hareketlerinde, bir ölçü ve denge vardır. O, cihanı fethedecek orduları şuraya-buraya sevkederken, bir karıncayı dahi incitmeme prensibini de her zaman korumuştur. Hep sebeplere tevessül etmiştir; ama duâyı da hiçbir zaman ihmal etmemiştir.
Gece-gündüz münacaat ve inleme içinde geçen bir ömür görmek isteyen, Resûlullah’ın hayatına baksın! Baksın ve insanlık, duânın ne demek olduğunu, duâ etmenin âdâbını ve duânın, insana maddî-manevî kazandırdıklarını görsün, görsün ve ibret alsın.
Yüzlerce insan, Efendimiz’in duâlarını bir araya getirip, duâ mecmuaları te’lif etmişlerdir. Cenâb-ı Hakk, böyle bir lütfu, şu satırların yazarından da esirgemedi.. zaten o esirgemez! “Mecmuatü’l-Ed’iyyeti’l-Me’sûre” adı altında, Efendimiz’in duâları bir araya getirildi. Mümkün mertebe, bu eser ebat olarak küçük tutulmaya çalışıldı. Bu mini esere bakanlar dahi göreceklerdir ki, duâda dahi Allah Resûlü’ne ulaşmak mümkün değildir. Sanki O, hayatının her ânını duâ ile geçirmiş gibidir. Bir insan, başka hiçbir iş yapmasa ve sadece duâ etse, onun bir ömrü dolduran duâsı, ancak Allah Resûlü’nden mervî duâlar kadar olabilir...
Allah Resûlü, duâlarını hayatının içine paylaştırmış ve hep bu nurdan kristaller üzerinde yürümüştür. Duâ, O’nun dudaklarından eksik olmayan virdi, gönlünde tütüp duran âh u efganıydı. O, bir an dahi duâsız olmamış, dudaklarını ıs-latan bu kevser dolu kadeh, hiçbir zaman elinden düşmemişti. Aksiyon adamıydı, muhakeme insanıydı; fakat ibadet ve duâda da eşimenendi yoktu.
Sahâbe de bir ibadet topluluğuydu. Ancak O’nunla yürümeye kalktıkları zaman dökülüp kalırlardı. O dökülüp kalanlara kıtmirin ruhu feda olsun O ise yorulma nedir bilmeden hep yürürdü. Çünkü Allah (cc), O’nu hep ileriye doğru yürüsün ve hep önde bulunsun diye yaratmıştı. Mi’rac’da Cibrîl bile O’nunla yürümeye kalkmış da, nihayet bir noktadan sonra onun da dermanı kesilmişti.. kesilmişti de “Yürü ya Resûlallah! Top senin çevgân senin” demişti.. evet O adetâ meleklerle maraton yapan bir insandı.
O, ibâdet şuurunun ve duâ burcunun en zirvesindeydi. Allah (cc)’ın büyüklük ve azametini en yüksek ufuklardan seyrediyor, varidatla dolup taşıyor ve doyma bilmeyen ma’sûm bir hırsla: diyor ve Rabb’ini tam bilememekten o bilememe gerçek bilmektir- ki, Hz.Ebu Bekir (ra) : “Anlamaktan aciz olduğunu anlamak, işte hakiki idrak budur.” Dert yanıyor.. ve “hel min mezid” diyordu kendi kudsî ufkuna göre..

1. Duâlarından Bir Demet

O’nun bütün duâlarını, burada ele alıp inceleyecek değiliz. Zaten biz bu mevzuya da sadece Allah Resûlü’nün duâdaki büyüklüğüne bir işaret olsun diye temas ettik. Şimdi O’nun binlerce duâsından birkaç nümûne zikredip bu mevzûyu noktalamak istiyorum.

a. Uykudan Önce
Uyku ölümün küçük kardeşidir499. İnsan uykuya girerken bu şuur içinde girmelidir. Zira bu göz kapayış, onun için dünyaya ait bir son da olabilir. Öyle ise gafletle değil de yatağa uyanık ve dikkatli girmelidir.
Allah Resûlü yatağa girmeden evvel şunları okurdu: Bakara sûresinin başı ve son üç âyeti500. Âyet’el-Kürsî,501 Yâsîn sûresi,502 Secde sûresi,503 Mülk sûresi,504 sonra üçer defa olmak üzere İhlas ve Muavvizeteyn sûrelerini ve bir defa da Kâfirûn sûresini okur;505 sonra da ellerini birleştirerek avucuna üfürür ve ellerini vücudunun ulaşabildiği her noktaya sürerdi506. Daha sonra da birçok duâ okurdu ki, zikri uzun süreceğinden biz bunları yukarıda ismini verdiğimiz esere ve daha başka duâ mecmualarına havale ediyoruz. İsteyen, o duâların neler olduğunu oralardan bulup öğrenebilir ve hayatlarını o dualarla nurlandırırlar.

b. Yatağa Girdiğinde
Yatağına girdiği zaman 33 defa Sübhanallah, 33 Elhamdülillah ve 33 (Bir rivayette 34) Allahuekber der ardından da birçok duâ okurlardı507. Bu duâlardan birisi de şudur: “Allahım kendimi Sana teslim ediyor, yüzümü Sana çeviriyor ve işlerimi Sana havale ediyorum. Hem korkarak hem de ümit ederek sırtımı Sana dayıyorum. Senden ancak yine Sana sığınılır, başka sığınak yoktur. Allahım indirdiğin Kitab’a ve gönderdiğin Nebî’ye îmân ettim. (Peygamberin kendi peygamberliğini tasdik etmesi şarttır.) Allahım kullarını dirilteceğin o gün, beni azabından koru. Ben, ancak Senin adınla ölür yine Senin adınla dirilirim.”508 Sağ elini başının altına koyar, dizlerini hafif kıvırır ve sağ tarafına doğru yatardı509. Bu kalkmak için bir yatmaydı. Zira O, hep gece kalkmanın heyecanını yaşardı.

c. Teheccüde Kalktığında

Teheccüd namazı için kalkışını da şu duâ ile süslerdi: “Allahım Sana hamd-olsun. Sen semâları, yeri ve içindekileri ayakta tutan ‘Kayyûm’sun. Sana hamdolsun. Sen semâların, yerin ve içindekilerin hakiki sahibi olan Melik’sin. Ve Sana hamdolsun, Sen semâların, yerin ve içindekilerin Nûrusun.”510
Gecenin yarısında bu duânın okunması çok mânidardır. Semâ bütün ihtişam ve görkemiyle gecede gözükür. Yıldızlar ışıl ışıl göz kırpar ve oralardan insanın gönlüne neler neler akar gelir. Yeryüzü de aynı âhenge dilbestedir. Ve işte ihtişam, debdebe ve ahenk içinde, gökyüzünü ve yeryüzünü ayakta tutan Allah (cc)’a, bu duâda hamdedilmektedir.
“Kayyûm” çoklarına göre, İsm-i A’zam’dandır. Efendimiz Cenâb-ı Hakk’a hamdederken, çok defa bu ismin cilve ve tecellilerini şefaatçı yaparak hamdetmektedir.
Mülk de Milk de Allah (cc)’ındır. Öyle ise Melik de Mâlik de yalnız O’dur.
O’ndaki şu ahd ü peymanâ, şu sadakata bakın ki, iki-üç saat evvel ahd ü peymanını yeniledi, uykuya girdi. Kalkarken de ilk iş olarak yine ahd ü peymanını yeniliyor. Çünkü uykuda gezip dolaştığı âlemlerden, şehadet âlemine yeni dönmüştür ahd ü peymanın da yenilenmesi gerekir.
Ardından da aynı duâyı şu şekilde devam ettirir: “Sana hamdolsun, Sen Hakk’sın. Va’din haktır. Sana kavuşmak haktır. Senin sözün haktır. Cennet de, cehennem de haktır. Nebîler ve Hz. Muhammed Aleyhisselâm haktır. Kıyamet günü de haktır.
Allahım Sana teslim oldum. Sana îman ettim. Tevekkülüm Sana’dır ve bütünüyle Sana yöneldim. Yalnız Sen’in inâyetinle mücâdele ettim, yalnız Sen’in hakemliğine başvurdum. Sen benim geçmiş ve gelecek hatalarımı bağışla. (Gelecekte bana günah işletme ve benim için günah kapılarını kapat). Gizli işlediklerimi de açık işlediklerimi de affet. Ve bunlardan da öte Sen’in benden çok daha iyi bildiğin günahlarımı da bağışla. (Çünkü ben kalbimden geçeni bilebilirim; fakat sır, hafî ve ahfamdan geçenleri bilemeyebilirim. Eğer ben bilmeden bu duygularımda bir kopukluk oldu ise, Sen ondan dolayı da beni affet). Öne geçiren de geride bırakan da Sensin. Senden başka İlâh yoktur. Havl ve kuvvet sadece Allah’ındır.”511
“Hakk” deyince “mutlak zikir, kemâline masruftur” gerçeğine binaen akla ilk gelen Allah (cc)’tır. Ve Efendimiz, Hakk olan Allah (cc)’tan gelen her şeyin, hak olduğunu, bu duâsında gürül gürül dile getirmektedir.
Yatmadan evvel teslimiyetini Cenâb-ı Hakk’a arzetmişti, daha uykudan kalkar kalkmaz yine teslimiyetini arz ve îmanını ilân ediyor.. ediyor ve bir yeni hayata böyle bir îman ile böyle derin bir teslimiyet şuûruyla başlıyor. Ve, bu duâsını O, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” diyerek bitiriyor. Zira insan, Cenâb-ı Hakk’ın güç ve kuvvetine dehâlet etmezse, omuzuna yüklenen ağır yüklerin altından kalkamaz; îman, tevekkül, teslimiyet, hep Allah (cc)’ın dilemesiyle olur. O dilemedikçe ve yardımcı olmadıkça, kim O’nu bulup, O’na vasıl olabilir ki? Öyleyse herkes, kendi seviyesi ölçüsünde, Allah (cc)’ın havl ve kuvvetine sığınmak zorundadır.
Efendimiz, bu duygu ve düşünce içinde, işte böyle manevî bir atmosfer meydana getirdikten sonra, namaza duruyor ve gecenin siyah zülüfleri, O’nun gözyaşıyla ıslanıyordu.
O, bilhassa tek başına kıldığı nâfile namazlarda, duâyı çok yapıyor ve namazı da uzattıkça uzatıyordu512. Namaza durunca Fâtiha’dan önce şu duâyı okuyor.. zaman zaman daha başka ilavelerde de bulunuyordu: “Allahım Sen’in ihsân ettiğine mâni olacak yoktur. Sen’in mâni olduğuna da lütfedecek yoktur. Sen’in verdiğin hükmü ne geri çevirebilecek ne de değiştirebilecek yoktur. Sana karşı, hiçbir şeref sahibine şerefi fayda vermez.”513
Bu duânın arkasından ilâveten bazen şunları okurdu: “Allahım benimle günahlarımın arasını, doğu ile batının arasını ayırdığın gibi ayır.”“Allahım beyaz elbisenin kirlerden temizlendiği gibi Sen de beni günahlardan temizle.”514
Bunlardan sonra da “Sübhâneke”yi okur ve bunca tesbih ve takdisten sonradır ki, Fâtiha’ya geçerdi. Gerçi daha Allah Resûlü’nün, bu arada okuduğu birçok duâlar vardır ama, biz, yine okuyucumuzu, duâ macmualarını tetkike havale ediyor ve bu kadarla yetiniyoruz.

d. Sabah Kalkınca

O’nun sabah olunca dudakları şu duâ ile ıslanırdı: “Allahım ben, şunu ikrar ederek sabahladım; Seni, arşının hamelelerini, meleklerini ve bütün mahlûkâtı şahid tutuyorum ki, Sen kendisinden başka ilâh olmayan Allah’sın ve Muhammed Aleyhisselâm Senin kulun ve resûlündür.”515
Şahid tutuyor ve onları konuşturuyorum. Ağaçların hemhemesini, yaprakların demdemesini, suların şırıltı, şakırtı ve çağlamasını, kendi şehadetime katıyor, senfoniden yükselen bir ses gibi gürül gürül bütün bunları sana takdim ediyorum.
Efendimiz’in bu takdimi, şuûr ve idrakinin vüs’ati, derinliği ve hakla olan münâsebeti ölçüsündedir. Aynı cümleleri söylemiş olsa da bir başkası aynı keyfiyeti aynı derinliği yakalayamaz.
Efendimiz, bütün varlığı, husûsiyle Allah (cc)’a en yakın melekleri ve varlığa nezaret eden sekene-i semavatı kendisine şahid tutmakta.. ve Cenâb-ı Hakk’a takdim edeceği hamdini, onların soluklarına katıp öyle takdim etmektedir. Biz, Efendimizin duâsına, meleklerin soluklarıyla girmesinden şunu anlıyor ve şunu hissediyoruz ki, büyüklerin kapıları çalınırken, evvela tokmağa dokunacak bir el aranmalıdır.. O’nun içindir ki, büyük feraset adamı Hz. Ömer (ra), Medine’de kıtlık olunca, Hz. Abbas (ra)’ı elinden tutup bir tepeye çıkarmış ve o elleri havaya kaldırarak duâ etmişti.. Duâsında da şöyle yalvarmıştı: “Allahım şu Sana kalkan eller, Senin Habibinin amcasının elleridir. Bu el hürmetine yağmur ver!” Ve daha el aşağıya inmeden şakır şakır yağmur inmeye başlamıştı.516 Bu bir Ömer (ra) ferasetidir ve dersini, Efendimiz’in duâsına ve yakarışlarına meleklerin soluklarını katmasından almıştır.
Asrımızın Büyük Çilekeşi de aynı şuûrla şöyle duâ eder:
“Allahım, günahlar dilimi tuttu, ma’siyetimin çokluğu beni hacil etti. Ve ben, Senin rahmet kapını, Şeyh Abdülkâdir Hazretleri’nin sesi ve soluğu ile çalıyorum..”517
Allah Resûlü’nün sabah yaptığı duâlar arasında şu da vardır: “Ey semâvât ve yeri yaratan, gayb ve şehâdet âlemini bilen, celâl ve ikram sahibi Allahım. Sana şu dünya hayatında bağlılığımı ilân ediyor ve Sen’i buna şahit tutuyorum, Sen şahit olarak yetersin.”518
Bu duâda “Fatır” isminin kullanılması mânidardır. Çünkü aynı kelimenin müradifi olan: gibi kelimeler de vardır. “Fatır” denmekle şu ma’nâlar kasdolunmuştur:“Gökleri ve yeri fıtrata göre yaratan, onları fıtrat kanunlarına açık hâle getiren Sensin. Bu fıtrat kanunları içinde, tıbbın, fiziğin, kimyanın, astrofiziğin, astronominin, hep kendilerine göre kanunları vardır. Sanki her sabah bu kanunlar yenileniyor ve varlığa açık hale geliyorlar. Bunlara, bu düzeni ve bu temiz çehreyi veren Sensin!”

e. Akşam Olduğunda

Güneş doğarken, sabahın ilk vakitlerini bu ve benzeri yüzlerce duâ ile süsleyen Allah Resûlü, güneş batarken ve ortalığa karanlık çökerken de şu duâyı okur.. okur da, âdetâ bu dualar O’nun gündüzünün, gecesinin güneşi olurdu. Efendimiz’in geceleri de, gündüzleri kadar aydındı. Duâlar, O’nun gecesinin semâsında âdetâ nurlu kandillerdi. Ve O, bu kandilleri yakmayı hiç mi hiç ihmal etmezdi: “Allahım, Sen’den başka ilâh olmadığına birliğine ve şerîkîn olmadığına ve Hz. Muhammed (sav)’in Sen’in kulun ve Rasûlün olduğuna, Sen’i, hamele-i arşını, meleklerini ve bütün mahlûkâtını şahit tutarak ak-şamladım.”519
O’nun namazının her rüknü, Arşa yükselen nûrânî bir merdiven gibidir. Onun basamakları da duâdan inşa edilmiştir.
Namaza hazırlık safhasında teşekkül eden nûrânî atmosferin de, namaz içindeki nûrâniyetle sıkı bir münasebeti vardır.
O, helaya girerken duâ ederek girer, çıkarken duâ ederek çıkar. Abdeste başlarken yaptığı bir duâ, uzuvlarını yıkarken de yaptığı ayrı duâlar vardır. Abdest almayı tamamladığında, yine ayrı duâlar okur. Ezandan sonra okuduğu bir duâ vardır. Namaza başlayacağı sırada da ayrı bir duâ, mescide giderken, içeriye girerken, mescidden çıkarken hep okuduğu duâlar vardı.
Namaza durunca, hemen iftitah tekbirinden sonra duâ okur. Rükûsunda, secdesinde, kıyamında, iki secde arasında, oturduğunda, selâm verdikten sonra ayrı ayrı duâları vardı ve Allah Resûlü, elden geldiğince bu duâların hiçbirini ihmal etmezdi...

f. Namazın İçinde

İftitah tekbirinden sonra: “Ben yüzümü yeri ve gökleri yaratan Zât’a, O’ndan başka her şeye sırt dönerek ve O’na teslim olarak çevirdim. Ben, asla müşriklerden değilim. Muhakkak ki, benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hep Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc) içindir. O’nun şeriki yoktur. Ben bununla emrolundum. Ve ben müslümanlardanım. Allahım Sen Melîksin. Senden başka ilah yoktur. Sen, benim Rabbimsin, ben de Senin kulunum. Ben nefsime zulmettim. Günahlarımı itiraf ediyorum. Sen, benim bütün günahlarımı affet. Senden başka günahı affedecek yoktur...”520
Ve, rükûda okunan duâlardan biri: “Allahım Sana rükû ettim, Sana inandım, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, iliklerim, kemiğim ve sinir sistemim ve ayaklarımın taşıdığı her şey, âlemlerin Rabbi Allah’a boyun eğmiş ve itaat etmiştir.”521
Rükûdan doğrulunca (Kavemede): “Allahım, hamd Sana mahsustur. Semâvat, yer ve ikisi arasını dolduracak kadar hamdolsun Sana. Ve bundan sonra dileyip (yaratacağın) her şeyin dolusu kadar Sana hamdolsun...”522
Secdede: “Allahım, Senin için secde ettim, Sana inandım ve Sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratan, şekil veren, kulağını ve gözünü yarıp çıkarana secde etti. Takdir edenlerin en güzeli Allah ne yücedir. Allahım benim günahlarımın hepsini, küçüğünü, büyüğünü, evvelini, âhirini, gizlisini, açığını, hepsini affet...”523
Bir insan ibadetin dışında neler yapar? Yer-içer.. yatar-kalkar.. güler-ağlar.. üzülür-sevinir.. evlenir, çocuk sahibi olur.. yeni bir elbise giyer.. yolculuğa çıkar veya yolculuktan döner.. cihad eder, savaşır, savaştan döner.. birinden acı veya tatlı bir haber alır.. sevdiği bir dostuyla karşılaşır.. hastalanır, hastalıktan kurtulur.. uyur.. sevindirici veya korkulu bir rüya görür ve daha yüzlerce iş yapar, yüzlerce hâle girer. İşte Allah Resûlü, böyle durumların hemen her birinde, o hâle mahsûs olmak üzere duâ okur ve beşeriliğini böylece âdetâ lâhûtîleştirirdi.
Bir de insanın kendi dışında cereyan eden hâdiseler vardır. Bu hâdiseler, onu dolaylı olarak ilgilendirmektedir. Meselâ, kıtlık, kaht u galâ, yağmursuzluk, yangın, sel, kasırga gibi bütün âfetler, doğrudan ferde mahsus zararları olmasa bile, dolayısıyla yine zarardırlar. İşte hem cemiyetle bütünleşme hem de bu durumlarda Rabbe yönelme adına, Efendimiz’in okuduğu duâlar.
Ayrıca Ehl-i Beyt kanalıyla geldiği için, sünnî imamlar tarafından pek iltifat görmeyen; fakat bütün büyüklerin kendilerine vird edindikleri ve okumayı asla terketmedikleri Cevşen.. evet, Cevşen’e bakan bir insan, Allah Resûlü’nün duâdaki derinliğini orada çok daha net görebilir.
Sözün başında dediğimiz gibi, Allah Resûlü’nün duâlarını aktarma gayesiyle bu mevzuya girmedik.. maksadımız, duâda dahi, O’nun eşimenendi olmadığını ve hayatının her ânını duâ ile geçirdiğini göstermek idi. Elbette ki, o duâların hepsine bakmadan, bu neticeye hakkalyakîn muttali olmak mümkün değildir. Fakat bir fikir vermesi bakımından, o duâların binde birkaçını sunmaya çalıştık. Bizim yaptığımız, su sızıntısının, su menbaına delil olması şeklinde kabul edilmelidir.
Evet, tasdik ediyor, inanıyor ve îman ediyoruz ki, hiçbir faziletin, hiçbir bölümünde O’nun eşimenendi yoktur. Ve, O, bütün yüce hasletlerin en zirvesinde bir zirve insandır. Biz de bu eserin ta başından buraya kadar, bu îmanımızı isbata ve yenilemeye çalıştık. Kusur varsa, o bizim anlayış ve anlatışımızla ilgilidir. O ise kusurdan ve noksandan münezzeh ve müberradır. Çünkü O, Hz. Muhammed Mustafâ (sav)’dır.
Hayatının her anını, Rabb’e teveccühle nurlandıran bu Zât’ın hayatında, karanlık ve zulmetli bir ânın bulunması mümkün değildir. O’nun hayatı, bütünüyle bir duâ ve yakarıştır. Doğduğu gün “ümmetî, ümmetî” demiş, mahşerde de yine öyle diyecektir524. Evet, O’nun bütün derdi “ümmeti”dir.
Efendimiz’le alâkalı bu mevzûyu bitirmeye gönlüm hiç razı olmuyor.
Sanki O’ndan bahsederken, O’nunla beraber olmanın havasını yaşıyor gibiydim. Böyle mukaddes bir beraberliği bırakmaya da şimdi razı değilim. Fakat elden ne gelir? Gelip sözün sonuna dayandık.. ve artık sükût düğümünü bağlamak zorundayım. Sözümü, sonu güzel olsun, güzel koksun diye, bir Söz Sultanı’nın şu nur ve ma’nâ yüklü ifadeleriyle bitirmek istiyorum:“Evet, o bürhanın şahs-ı manevîsine bak: Yeryüzü bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber.. O, Rabbini apaçık gösteren ve Rabbine delil olan Peygamberimiz Alayhissalâtü Vesselam, bütün ehl-i îmana imam; bütün insanlara hatip; bütün nebîlere reis; bütün velilere seyyid.. ve nebîlerden, velilerden meydana gelmiş zikir halkasının serzâkiri..
O, öyle nuranî bir ağaçtır ki, nebîler o ağacın hayat fışkıran kökleri, veliler ise, ter ü tâze meyveleridir. Her bir da’vâsını, mu’cizelerine istinad eden bütün nebiler ve kerâmetlerine itimad eden bütün veliler tasdik edip imza basıyorlar. Zira O, “Lâilâhe illallah” der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yâni mâzi ve müstakbel taraflarında saf tutan, o nûrânî zâkirler, aynı cümleyi tekrar ederek, icmâ ile mânen “Doğru söyledin ve hakkı konuştun” derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla te’yîd edilen bir dâvaya parmak karıştırsın.
O nûrânî tevhid delîli, nasıl ki, iki tarafın icmâ ve tevatürüyle te’yid ediliyor. Öyle de, Tevrat ve İncil gibi, semavî kitaplarda yer alan yüzlerce işaret, peygamberliğinden evvel vâki olan bir o kadar beşâret, gaybtan haber veren hâtif ve kahinlerden gelen nice şehadet ve binlerle ancak ifade edilebilecek sayıdaki mucizelerle de teyid ve tasdik edilmektedir. Bunun yanında getirdiği dinin hakkâniyeti de O’nu teyid eden başka bir delîldir. Ayrıca, Zâtında gayet kemâldeki övünülecek ahlâkı; vazifesiyle alâkalı o güzellerden güzel seciye ve karakteri, bu cümleden olarak, kuvvetli îmanını, sağlam itmi’nânını ve son derece güvenilirliğini gösteren fevkâlâde takvâsı, fevkalâde ubûdiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metâneti; dâvasında son derece sadık olduğunu güneş gibi ve apaçık göstermektedir.
İstersen gel, Asr-ı Saadet’e, Arap Yarımadası’na gidelim. Hayâlen olsun O’nu vazife başında görüp, ziyaret edelim... İşte bak: Fizyonomisiyle, yaşantısıyla, güzelliğin doruk noktasında seçkin bir Zât’ı görüyoruz ki, elinde mu’cizeler gösteren bir kitap, lisanında hakikatleri açıklayan bir hitap, bütün insanoğluna, belki cin, melek ve daha başkalarına belki bütün varlığa karşı ezelî bir hutbeyi tebliğ ediyor. Âlemin yaratılış sırrı olan acîp muammayı, hall ve şerhedip, kâinatın sırrı olan kapalı tılsımı açıp, keşfederek, herkese sorulan, bütün akılları hayret içinde meşgûl eden üç müşkil ve müthiş büyük sual olan: “Necisin?”, “Nereden geliyorsun?” “Nereye gidiyorsun?” suallerine ikna edici, makbûl cevap veriyor...
İşte bak: Şu geniş adada vahşi, âdetlerine mutaassıb ve inatçı çeşitli kavimleri, ne çabuk o kötü âdet ve vahşî ahlâklarını onlardan söküp atarak, ne kadar güzel ahlâk varsa onları böyle güzel ahlâkla donatıp, medenî milletlere ve bütün âleme muallim ve üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalpleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Kalplerin sevgilisi, akılların muallimi, nefislerin terbiyecisi ve ruhların sultanı oldu!.”
Ey Ruhlarımızın Sultanı! Sen ruhlarımıza sultan oldun, ruhlarımız da Sana kurban olsun! Lütfeyle, kabul buyur...!
Son düzenleyen Blue Blood; 24 Haziran 2006 07:30 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
25 Haziran 2006       Mesaj #129
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
ALLAHIM SENİN KATINDA HAYIRLI OLANI NASİP ET BİZE.AFFEYLE YA AFUV .GÜNAHLARIMIZI BAĞİŞLA YA ĞAFFAR.TÖVBELERİMİZİ KABUL ET YA TEVVAB.EFENDİMİZ(S.A.V) NE DİLEDİYSE BİZDE ONU İSTİYORUZ. AMİN..
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
26 Haziran 2006       Mesaj #130
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
* EY HAYYUM VE KAYYUM OLAN ALLAH'IM. SAN A RAHMETİNLE TEVESSÜL EDİYORUM VE HER HALİMİ İSLAH ETMENİ İSTİYORUM. BENİ GÖZ AÇIP KAPATINÇAYA KADAR DAHİ BİLE OLSA NEFSİME BIRAKMA… .....AMİN.


PEYGAMBER EFENDİMİZİN (SAV) ÖĞRETTİĞİ VE ÖNERDİĞİ DUA’LAR

* Enes (ra) derki: Resulullah (sav)Ezan ile kamet arsında yapılan dua reddedilmez” Nasıl dua Edelim? Ya Resulullah dediklerinde! Allah’tan dünya ve ahirette afiyet isteyiniz…

* Enes (ra) anlatıyor: Bir adam Resulullah’ın huzuruna geldi ve: Allah’ın Resulü, en makbul dua hangisidir? Diye sordu. Resul-i Ekrem (sav) de: “ Rabbinden dünya ve ahirette sıhhat ve afiyet iste” buyurdu…

* Ey Hayy ve Kayyum Allah’ım! Rahmetinden medet umarım. Bütün halimi düzelt. Beni göz açıp kapayıncaya kadar dahi bile olsa, nefsimle baş başa bırakma…

* Allahım korkaklıktan, cimrilikten, ikiyüzlülükten sana sığınırım. Düşkünlükten ihtiyarlık alametlerinden, bunaklıktan sana sığınırım. Dünya fitnesinden ve kabir azabından sana sığınırım…

Benzer Konular

18 Kasım 2013 / ceyda Soru-Cevap
23 Eylül 2009 / spykoman Soru-Cevap
13 Aralık 2016 / nötrino Uzay Bilimleri
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük