Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 30

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.239 Cevap: 719
Kreacher - avatarı
Kreacher
Ziyaretçi
26 Aralık 2006       Mesaj #291
Kreacher - avatarı
Ziyaretçi
Hangi Vitamin Ne İşe Yarar?

Sponsorlu Bağlantılar

B1 Vitamini
Hücre oluşumu, dolaşım sistemi ve sinir sistemimiz için gereklidir.
Suda eriyen bir vitamindir. (Bedenimiz depolayamaz.)
Kuru fasulye, yumurta, süt ve süt ürünleri, sebze ve meyvelerde bulunur.
Eksikliği , iştah kaybı, görme bozukluğu, sinir hastalıklarına neden olabilir.
Günlük gereksinim 1,5 mg. dır.

B2 Vitamini
Besinlerdeki enerjinin açığa çıkmasında etkendir. Suda eriyen bir vitamindir.
Badem, Buğday, Peynir de bulunur.
Eksikliği halinde kaşıntı, gözlerde yanma ya da ışığa duyarlılık oluşabilir.
Günlük gereksinim yetişkinlerde 1.7 mg. dır.

B3 Vitamini
Sinir ve sindirim sistemi için gereklidir.
Brokoli, Havuç, Peynir, Mısır Unu, Süt, Patates ve Domateste bulunur.
Eksikliği halinde Sinir sisteminde fonksiyon bozukluğu oluşabilir.
Günlük gereksinim Yetişkinlerde en fazla 1.000 mg.dır.

B5 Vitamini
Besinlerin enerjiye çevrilmesinde kullanılır.
Suda eriyen bir vitamindir. (Bedenimiz depolayamaz.)
Yumurta, Peynir, Fasulye, Tahıllar, Bezelye, Patates, Mısır, Kuru Yemişlerde bulunur.
Eksikliği halinde Sinir ve solunum bozuklukları oluşabilir.
Günlük gereksinim 10-1000 mg. Dır.

B6 Vitamini
Bağışıklık sistemini korur ve kalbin işlevine destek olur.
Suda eriyen bir vitamindir. (Bedenimiz depolayamaz.)
Muz, Patates, Ispanak, Bezelye, Havuç, Yumurta, Hububatlar da bulunur.
Eksikliği halinde sinir bozukluğu, kaşıntı, bağışıklık sisteminde zayıflama oluşabilir.
Günlük gereksinim 2 mg.dır.

B12 Vitamini
Sinir hücrelerinin büyümesi ve tüm hücrelerin tamirinde etkendir.
Yağda eriyen bir vitamindir. Karaciğerde depolanır.
Hayvansal gıdalarda bulunur
Eksikliği halinde ,uyuşukluk, unutkanlık, sabahları yataktan yorgun kalkma oluşabilir.
Günlük gereksinim 1-10 mg. dır.

A Vitamini
Özellikle deri, saç ve diş eti sağlığı için gereklidir.
Suda eriyen bir vitamindir. (Bedenimiz depolayamaz.)
Yeşil ve sarı sebzelerde, tahıllarda bulunur.
Eksikliği halinde gece körlüğü, diş ve dişeti rahatsızlıkları, eklem ağrıları oluşabilir.
Günlük gereksinim 800-1000 mg.dır.

D Vitamini
Kemik ve deri gelişimi için gereklidir.
Yağda eriyen bir vitamindir.
Balık yağı ve yumurta sarısı (yoğun olarak)nda bulunur.
Eksikliği halinde Raşitizm(Kemik hastalığı) oluşabilir.
Günlük gereksinim 5-10 mcg. dır.

E Vitamini
Bağışıklık sistemi, göz sağlığı için gereklidir.
Yağda eriyen bir vitamindir. Bitkisel yağlar ve buğday tanesinde bulunur.
Eksikliği halinde göz bozuklukları, sinirlilik hali, kanser riskinde artış oluşabilir.

K Vitamini
Kanın pıhtılaşmasını sağlar. Yağda eriyen bir vitamindir
Lahana, Karnıbahar, Ispanak, Soya ve Tahıllarda bulunur.
Eksikliği halinde kontrolsüz kanamalar oluşabilir.
Günlük gereksinim 60-85 mg. dır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Aralık 2006       Mesaj #292
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HANGİ MÜZİK RUHUN GIDASI
Müzikle tedavi alanında çalışmalar yapan TRT sanatçısı Deniz Adnan Çoban, aslında bir psikiyatrist. Çoban, birçok insani değerin tehlikede olmasını sanattan, estetikten ve musikiden uzak kalışımıza bağlıyor.
Sponsorlu Bağlantılar
Deniz Adnan Çoban, uzman bir psikiyatrist olmasına rağmen kendi alanının dışında da öne çıkmış bir isim. Ülkemizde neredeyse bir gelenek halini alan tıbbiyeli şairler, müzisyenler, yazarlar tanımlamasının tam da ortasında bulunan Çoban'nın başarılı bir meslekî kariyeri bulunmasına rağmen, müzisyenliği de profesyonel bir uğraş olarak devam ediyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde bazı hastalarda müziğin etkilerini inceleyen bir çalışmanın proje dizaynında ve uygulamasında bulunan ve daha sonra bu çalışmayı sanat kaygısıyla birleştiren Çoban, Türkiye Psikosomalik Derneği, Fransa Art-terapi Derneği (SIPE), Türkiye Psikiyatri Derneği gibi kurumlara da üye...


TRT sanatçısı da olan Memory Center uzman doktoru Dr. Adnan Çoban'la, Türk müziği ve müzikle tedavi yöntemleri üzerine konuştuk.
Tıp doktoru olmanıza rağmen müzik ile de yakından ilgilisiniz? Bu konudaki çalışmalarınıza nasıl başladınız?
Üniversite yıllarında iken İstanbul Üniversitesi Türk Müziği Korosu'nda Süheyla Altmışdört nezaretinde müziğe başladım. O gün tutuşan bu ateş hâlâ yanmaktadır. İnşaallah ölene kadar da yanacak. Daha sonraları kendi gayretim ve konservatuarda okuyan arkadaşlarımın da yardımı ile bilgimi ilerlettim. Şu an TRT İstanbul Radyosu'nda ses sanatçısı olarak müziğe devam ediyorum.

Tıp doktorlarının plastik veya klasik sanatlara ilgisi oldukça fazla bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Hayat ve ölüm tıp adamının her an gündemindedir. Hekimin nosyonu hayatı devam ettirmektir. Gelen kişiler hasta, hasta olan kişinin hayatı tehlikededir ve hekim bu tehlikeden insanları kurtarmaya çabalar, yani hayatı devam ettirmeye çalışır. Hayatın sürekliliğini sağlamayı kendine şiar edinen hekim, hayalın anlamı olan sanattan nasıl olur da ayrı kalabilir? Sanat hayatın anlamını hissettiren, hayata renk veren en önemli unsurdur. Sanatı resim, müzik gibi sanatlarla sınırlı tutamayız. Yaşamak, aşk, sevmek, anne olmak, baba olmak, eş olmak, kardeş olmak, öğrenci olmak vb. her yaşamı iyi icra edilmesi gereken birer sanattırlar. O zaman hayatın bizatihi kendisini oluşturan sanatı hekimin kullanması ve buradan beslenmesi çok tabii bir sonuç ve gerekliliktir.

"Aslında müzikle tedavi, alternatif bir tedavi yöntemi değildir. Nasıl bir davranış terapisinin, bilişsel terapinin kendilerine has kuralları varsa, müzikle tedavinin de kendine has metotları vardır."

Ayhan Songar'ın öğrencisi
Siz de, rahmetli Ayhan Songar'ın fazlaca dillendirdiği yüzyıllardır uygulanmakta olan bir tedavi şekliyle hastalarınızı buluşturuyorsunuz. Birçok geleneksel anlayış karşı çıkmasına rağmen müzikle tedavi yönteminin sizin alanımızdaki yeri nedir ve neler yapıyorsunuz?
Öğrenciliğim sırasında rahmetli Ayhan Songar Hocamız'ın açtığı Etnomüzikoloji Merkezi'ne 3 yıl kadar icracı ve araştırmacı olarak katıldım. O zamandan beri bu alanla ilgiliyim. Çalışmalarımı bu alana doğru yönlendirmeye gayret ediyorum. Hedefim şarlatanlık olarak algılanmayacak, dünyadaki geçerli bilimsel normlara uygun bir metotla müzikle tedaviyi uygulayan biri olabilmek. Bunun için alt yapı hazırlıklarım devam ediyor. Hatta bu konuda kitap çalışmalarım mevcut. Ayağımızı sağlam zemine basıp, popüler ve yüzeysel iddialardan uzak, kendi öz müziğimiz ekseninde ancak müzik taassubuna düşmeden hastalarımı bu terapi yöntemiyle tanıştırmayı hedefliyorum. İnsan beyninde müzikle ilgili alanların olduğunu ve bu alanların kişiden kişiye farklılıklar arz ettiğini biliyoruz. Ruha, müziğin etkisinin olduğu çok açıktır. Müzik ruhumuzun derinliklerine inebilen nadir güzelliklerdendir. Atalarımız 'müzik ruhun gıdasıdır' diyerek bir manada müziğin ruha etkisini özetlemişlerdir. Gerçekten müzik birçok ruhi hastalıkta hastalarla iletişim konusunda çok yardımcı olmakta, birçok ruhsal hastalığın tedavisine katkıda bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, 'anksiyete' bozukluklarında ve depresyonda gerilimi azaltmakta, şizofren ve otistik bireylerde iletişimi ve uyarılabilirliği artırmaktadır.

Anadolu Türküleri'nin yüzyıllar boyunca musikî ve su sesiyle hasta tedavisi yaptıklarını biliyoruz. Bu tür çalışmaların bilimsel yanı var mı?
Selçuklu ve Osmanlı Devletleri, uzun bir zaman ilim, müzik, tıp ve sanat alanlarında dünyanın en ileri uygarlıkları olmuşlardır. O zamanın en iyi bilim adamları Anadolu'dan çıkmıştır. İşte bu bilim adamları hakikaten Osmanlı medeniyetinin dorukta olduğu zaman diliminde değerli çalışmalar yapmışlardır. Ancak bugün bu çalışmaların güncelleştirilmesi gerekmektedir. O zaman yapılan tespitlerin, bugünün bilimsel metotlarıyla ispat edilmesi şarttır. Aksi halde ileri sürülen tezler birer kuru gürültüden ve bir folklorik özelliklen öteye gidemez.

Esmere rast makamı...
Tarihimizde hangi örnekler var müzikle tedavi konusunda?
Bu konuda bilinen ilk tıp fakültesi olarak nitelendirilen ve 1154'ıe Türk Atabeği Nurettin tarafından Şam'da yaptırılmış olan Nurettin Hastanesi'nde akd hastalarının müzikle tedavi edildiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Bu tedavi yönteminin bu hastanede 17. yüzyıla kadar devam ettiğini yine kaynaklar bize bildiriyor. F.vliya Çelebi 1648'de burayı ziyaret etmiş ve seyahatnamesinde buradaki uygulamadan bahsetmiştir. Burada hüznün yok edilmesi için (def-i gam için) günde üç defa güzel sesli hanende ve sazendelerin fasıl' yaptıklarını detaylı bir şekilde anlatmıştır. Sultan III. Selim zamanında Gevrekzade Hasan Efcııdi'nin çocuk psikiyatrisi ve çocuk hastalıklarında makamların etkilerini incelediğini ve bunu bir kitap haline getirdiğini görüyoruz. Hatta enteresan tespitlerinden biri de insanların renklerine göre musiki zevklerinin farklılık gösterdiğidir. Buna göre esmerlerin rast, kumral ve sarışınların kuçek makamı ve benzerlerinden etkilendiği yazılmıştır. 19. yüzyılda yaşamış Haşim Bey tarafından yazılmış Haşim Bey Mecmuası'nda yine o zamana kadar yazılmış olan musikî ile tedavi çalışmaları gözden geçirilmiştir.

Klasik icra edenlere kapılar kapatıldı. Öyle ki devlet radyo ve televizyonlarında bile klasik icra adeta dışlanır oldu. Ama ülkemizde hâlâ iyi hocaların, bestecilerin ve yorumcuların olması mu*****izin geleceği açısından umut verici.

Dil-musiki kardeşliği
Alanınız ruh sağlığı... Alternatif tedavi yöntemi olarak müziği de kullanıyorsunuz. İnsanların müzik ve diğer sanat dalları ile olan ilgilerini nasıl görüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki müzikle tedavi alternatif bir tıp yöntemi değildir. Klasik bilimsel tedavi yaklaşımları içinde yerini alan bir yöntem. Nasıl bir davranış, terapisi, bilişsel terapi varsa ve bunların kendilerine has kuralları ve metotları varsa müzikle tedavinin de kendine has bir kurallar manzumesi ve metotları var. Haliyle müzikle tedaviyi bir pozitif tedavi aracı olarak görmeliyiz. İnsanların sanatla ilgileri ise Türkiye açısından soruyorsanız çok kötü. Yıllardır millet olarak kulağımızı bazı çevreler bozmaya çalışmış ve bunda da gayet başarılı olmuşlardır. Kendi genlerindeki müziği duyamamış bir toplumuz. Kendisini sakinleştiren, motive eden, huzura eriştiren o tınıyı bir türlü bulamıyorlar. Atatürk'ün bir sözü vardır; "Sanattan yoksun bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." diye. Hakikaten kendi musikisinden yoksun milletimiz, ruhsuzlaşmıştır, Kendi kültürel değerlerinden ve müziğinden uzaklaştıkça da hayatı anlamsızlaşmış, monotonlaşmış ve keyifsizleşrniştir. Birçok insanî değerin tehlikede olduğu ülkemizde ben bunu sanattan, estetikten ve musikîden uzak kalışımıza bağlıyorum. Uzak kaldıkça da kan kaybedip şuursuzlaşıyoruz. Bunu ortadan kaldırmak için neler yapabiliriz? Öncelikle dil konusunu halletmemiz gerekmektedir. Dilimiz yozlaştırılmış, bazı kendini bilmez bazı dilcilerin etkisiyle kısırlaştırılmaya çalışılmış, dilimizin estetiği ve esnekliği tehdit altına girmiştir. Dikkat edin dilin bozulmasıyla beraber toplumun düşünme yeteneğinde, duygulanımında, iletişiminde, hoşgörü ve tevazu anlayışında, müzikal başarısında bir düşüş yaşanmıştır. Çünkü insanların birbirlerini anlamakta zorlanmaya başlamasıyla, toplumsal estetik anlayışı da yolundan saptı.

"Musiki duygusu ve zevki doğuştan aktarılan bir bilgidir. Ancak psikolojik ve sosyal etkenler bu bilginin yalın haliyle yaşanmasını engeller ve bazen farklı bir bilginin yüklendiği izlenimine sebebiyet verir."

Zevkler de genlerde!
Günümüz gençliği klasik musikiden biraz uzaklaşmış görünüyor. Gençleri yeniden kendi genlerindeki tınılara çekebilmek için neler yapılmalı?
Günümüz gençliği başka bir milletten olmadığına göre bu müzikle ilgileri olduğu kesindir. Kendileri bunu inkâr etse de genleri her şeyi ele verir. Kültürün kalıtım yoluyla aktarıldığına dair genetik çalışmaların yayıldığı çağımızda artık bilim bunu inkâr etmiyor, insanoğlunun kalıtımla kazandığı özellikleri daha sonra birçok faktörden etkilenir ve revîze olduktan sonra yeni şekliyle yaşanmaya devam eder. Musikî duygusu ve zevki doğuştan aktarılan bir bilgidir. Ancak psikolojik ve sosyal etkenler bu bilginin yalın haliyle yaşanmasını engeller ve bazen farklı bir bilginin yüklendiği izlenimine sebebiyet verir. Esasen, özde varolan bilgi hiçbir zaman kaybolmaz ve aradığı, hissettiği o genlerindeki tınıyı bulduğu an harekete geçer. Bugünün gençliğine genlerinde var olan bu hissi yaşatacak tınıyı sunduğumuzda, gençliğin bu musikî ile ne kadar ilgili olup olmadığını apaçık görürsünüz. 1980'li yıllarda popülizm kurbanı olan musikî de diğer alt alanlardaki gibi bundan etkilendi. Yıllardır ekonomik ve siyasî sebeplerden dolayı aydını ile irtibata geçememiş olan halk, bu müzik türleri sayesinde kolayca ulaşabilecekleri bu medyatik şarkıcıları karşılarında buldu.

Bu süreçten klasik müzik icra eden sanatçılar nasıl etkilendi?
Klasik icra eden insanlara kapılar kapatıldı. Öyle ki devlet radyo ve televizyonlarında bile klasik icra adeta dışlanır oldu. Ama ülkemizde hâlâ iyi hocaların, bestecilerin ve yorumcuların olması mu*****izin geleceği açısından umut verici. İnşaallah birtakım gelip geçici hevesler durulur ve gerçek musikî böylece yeniden filizleniverir.

Adnan Çoban kimdir?
Deniz Adnan Çoban, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu (1995). Bir yıl SSK İstanbul Hastanesi'nde anestezi asistanlığı, 5 ay Haseki Devlet Hastanesi'nde cerrahi asistanlığı, 10 ay CTF Ortopedi ve Travmatoloji ABD'nda ortopedi asistanlığı yapan Çoban, 1997 yılında İ.Ü, CTF Psikiyatri ABD'nda asistan olarak göreve başlamış. Çoban, 2002'de psikiyatri uzmanı olmaya hak kazanmış. Birçok dalda araştırmalar ve yayınlar yapan Deniz Adnan Çoban'ın, American Medical Electroencephalogaphic Association tarafından düzenlenen 1998Toron-to Kongresi'nde yayınlanan "The Electroencephalogram in Chaotic Psychiatric Patients" isimli çalışması 50 poster arasına girmiş.

Kreacher - avatarı
Kreacher
Ziyaretçi
1 Ocak 2007       Mesaj #293
Kreacher - avatarı
Ziyaretçi
Erkekler "aşk simidi" meselesini nasıl halledecekler?

Erkeklerin, özellikle evlendikten sonra, karın ve bel bölgesinde biriken yağlara biraz da sempatik bir hava vererek "aşk simidi" denir. Ama sağlık açısından bunlar çok tehlikelidir.

Pek çok erkek evlendikten sonra, ki bu çoğu zaman "düzenli yaşama geçmek" anlamına geliyor, belirgin şekilde şişmanlar. Bu yağlar da genellikle karın ve bel bölgelerinde birikir. Pantolonun belinden taşan bu fazlalıklara "aşk simidi" adı verilir, biraz sempatik bir biçimde. Ama sağlık açısından o kadar sevimli oldukları söylenemez. Başlangıçta basit bir kilo alma problemi gibi görünse de ilerleyen dönemlerde ağır sonuçlara sebep olabilir. Şeker hastalığı, kalp krizi ve felç ihtimalini yükseltir.
Kadınlar da evlilikten sonra kilo alabilir elbette ama bu durum erkeklerde daha süratli ve bir bölgeye yoğunlaşan biçimde gerçekleşir. Bu nedenle bu yeni evlilerin evinde ne piştiğine dikkat edilmeli.
Şişmanlığın tanımı artık farklı bir biçimde yapılıyor. Yapmanız gereken şu: Kalçanızın çevresini bir mezurayla ölçün ve sonra bunu belinizin kalınlığıyla oranlayın. Bu rakam hemcinslerimde 0,8 üzerinde ise fazla kiloya bağlı sağlık bozukluğu tehlikesi vardır. Aynı oran erkeklerde 0,95 ve üzerindeyse tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştır.

Bunları aklınızda tutun
1. Birçok araştırma karın bölgesinde biriken yağların, kalça ve bacakta toplanan yağlardan daha tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor.
2. Kaslarımız fazla çalışıp enerjiye gereksinim duyduğu zaman yağ hücreleri yedek enerji deposu olarak harekete geçer.
3. Yağ asitleri yakıt sağlamak için çalışan kaslara doğru yola çıkar.
4. Ancak karın bölgesindeki yağlar kana karışınca önce karaciğere uğrar.
5. Halbuki diğer bölgelerdeki yağ asitleri hiçbir yere uğramadan doğrudan kaslara ulaşır.
6. Karaciğere gelen yağ asitleri karaciğerin kandan insülini temizlemesini engeller.
7. Bu durumda kandaki insülin yüksek kalır. Kas ve diğer hücrelerde insüline karşı direnç oluşur. Bu direnç sonucu kandaki şeker yükselir. Kandaki yüksek şekeri düşürmek için pankreas bezi daha çok insülin üretmek ve salgılamak zorunda kalır.
8. Bu işlem otomatik sinir sistemi dediğimiz kan basıncını, kalp ve diğer hayati işlevleri kontrol eden sistemi uyarır.
9. Sonuçta kana fazla adrenalin salgılanır.
10. Bu olaylar zinciri şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve kalp sorunlarını ortaya çıkarır.
11. Aynı şekilde menopozdan sonra hormon kullanmayan kadınlarda da göbekte yağlanma artar ve kalp krizi riski yükselir.

Başka çözüm önerileri
Karındaki yağ hücrelerini; tahıl ürünleri, meyve, sebze gibi lifli besinler tüketerek eritebilirsiniz.
Sindirim sisteminin düzenli çalışmasına özen gösterin ve günde en az 2 litre su için.
Rafine edilmiş karbonhidratlardan ve baklagillerden uzak durun.
Çiğ sebzeleri küçük küçük doğrayarak ya da rendeleyerek yiyin.
Sabahları uyanır uyanmaz bir bardak bitki ya da meyve çayı için.
Her gün öğleden önce ya da sonra portakal, greyfurt veya mandalina yiyin.
Acele etmeden yiyin ve yemeklerden sonra biraz adım atın.
Fırında patates, komposto veya haşlanmış meyveler sindirim sisteminiz için çok sağlıklıdır.

İşte karın yağlarını eriten hareketler
Karın ve göbek vücudun en kolay kilo alan bölgeleri arasında yer alır. Çünkü buradaki kas sistemi, diğerlerine oranla daha az çalışıyor. Düzenli olarak egzersiz yaparsanız, bu sorunun en kısa sürede üstesinden gelirsiniz. Buna vaktiniz yoksa size karnınızı titretmenizi öneriyoruz. Bu hareketi dişlerinizi fırçalarken, yazı yazarken, yemek yaparken, televizyon izlerken ya da yatarken rahatlıkla yapabiliyorsunuz.
1. Sırtüstü yatın. Dizlerinizi birleştirip sağ tarafa çevirin. Ellerinizle başınızı destekleyip, yukarıya bakın. Vücudunuzun üst bölgesini yavaşça yukarıya kaldırıp aşağıya indirin. 10 kez tekrarlayıp diğer tarafınıza dönün.
2. Sırtüstü yatıp bacaklarınızı havaya kaldırın ve iyice açın. Sonra kollarınızı uzatıp, ellerinizle baldırlarınızı kavrayın. Vücudunuzun üst bölgesini yukarıya kaldırıp indirin. Egzersizi 10 kez tekrarlayın.

Konuyla ilgili en yeni bilgi!
Johns Hopkins Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmanın sonuçları açıklandı. Araştırma 46 kadın ve 38 erkek üzerinde yapıldı. Yağlı beslenmenin erkekte iç, kadında deri altında yağlanmayı körüklediği belirlendi. Uzmanlar sebze kaynaklı yağların ise damar sertliği kadar iç yağlanmayı azaltmada da yararlı olabildiğine dikkat çekti. Akdeniz usulü beslenen deneklerde iç yağlanmanın daha az olduğu gözlendi.

Her içecek suyun yerini tutmaz
Su, diyette tüm besin öğelerinden daha fazla miktarda bulunmaktadır. Temel kaynakları içtiğimiz su ve diğer içeceklerdir. Kereviz, salatalık, domates, kavun, karpuz gibi sebze ve meyvelerin yüzde 90'ından fazlası sudur.
Vücut hücrelerinde karbonhidrat, protein ve yağlardan enerji üretimi sırasında toplam su miktarının yaklaşık yüzde 15'i sağlanmaktadır.
Vücudunuzdaki su oranını normal düzeylerde tutmak için gün boyunca yeterli su (en az 8-12 bardak) tüketin. Süt, meyve suyu ve diğer bazı içeceklerin temeli sudur ve günlük su alımına katkıda bulunurlar. Kafein içeren çay, kahve ve bazı alkolsüz içecekler ile alkollü içecekler vücudunuza su sağlayan iyi kaynaklar değillerdir. Kafein ve alkol, diüretik etki göstererek ve idrarda artış yaparak vücuttan su kaybına neden olur.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
4 Ocak 2007       Mesaj #294
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
STRES MEME KANSERİ RİSKİNİ ARTIRIYOR

HATAY - Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Patoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Tülay Canda, stresli yaşamın meme kanseri riskini artırdığını söyledi.
Prof. Dr. Canda, kadınlarda görülen kanserler arasında birinci sırada yer alan meme kanserinin, ölüm nedeni olarak da ilk sırada olduğunu belirtti.
Meme kanserinin, evlenme, doğum ve stres ile yakından ilişkili olduğunu ifade eden Prof. Dr. Canda, ''Evlenmiş, çocuk doğurmuş ve uzun süre emzirmiş kadınlarda meme kanseri riski azdır'' dedi. Prof. Dr. Canda, şöyle konuştu:
''Bu şartları yerine getirmeyenlerde kanser olma riski iki kat artar. Avrupa'da yaşayan kadınlar, geç evlendikleri, çocuk doğurmadıkları ve doğum yapanların da uzun süre çocuğunu emzirmediği için meme kanseri çok görülür. Bu oran Türkiye'de görülen binde 10 oranının çok çok üzerindedir.''
Türk kadınlarının da Avrupalı gibi yaşamaya başladığını ve bunun meme kanserine davetiye çıkardığını belirten Prof. Dr. Canda, meme kanseri vakalarının yıldan yıla daha da arttığını kaydetti. Stresin meme kanseri riskini artırdığını ifade eden Prof. Dr. Canda, ''Stresin yanı sıra kilo alımı, sağlıksız beslenme, alkol ve tütün kullanımı, lifli gıdalar ile sebze ve meyveden uzak beslenme, hareketsiz yaşantı meme kanseri riskini artırır'' dedi.
Her kadının 20 yaşından itibaren kendi kendine düzenli olarak kontrol yapması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Canda, 40 yaşından sonra da yılda bir kez meme ile ilgili bir hekime gidilmesi ve mamografi çekiminin yapılmasını gerektiğini söyledi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 18:02
Kreacher - avatarı
Kreacher
Ziyaretçi
7 Ocak 2007       Mesaj #295
Kreacher - avatarı
Ziyaretçi
Hangi vücut yapısına sahipsiniz?
Yuvarlak hatlarınızı belirleyin ve beslenmenizi ona göre ayarlayın. Doğru besinleri doğru zamanda alın ve vücudunuzdaki fazlalıklardan bir an önce kurtulun.

Kum saati;
Büyük göğüs, geniş kalçalar ve ince bir bel.
Öneri: Şekeri mutlaka azaltmalısınız. Eğer şekerli içecekten vazgeçemiyorsanız, miktarını azaltın veya aspartam içerikli tatlandırıcıları tercih edin.

Piramit;
Yağ depoları belden aşağı yoğunlaşmış. Üst gövde ise son derece ince.
Öneri : Daha çok süt ürünleri tüketmelisiniz. Bunu arada sırada sabahları bir kase yoğurt yiyerek yapabilirsiniz.

Top;
Göbekli. İnce kollar ve ince bacaklar.
Öneri : Çok fazla karbonhidrat tüketiyorsunuz. Ekmekten vazgeçin demiyoruz, ama azaltmanızda fayda var Arada sırada öğle yemeklerinde balık ve et yemeye özen gösterin.

Geniş gövde;
Geniş ve büyük göğüslü bir üst gövde. Buna ek olarak dar bir kalça ve ince bacaklar.
Öneri : Büyük ihtimalle albümin içerikli yiyecekleri çok seviyorsunuz. Et tüketimini haftada iki veya üçe indirmelisiniz. Öğle yemeklerinde bol bol sebze tüketmeye de özen gösterin.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
8 Ocak 2007       Mesaj #296
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
BEBEĞİNİZİ SALLAYARAK UYUTMAYIN

KOCAELİ - Necdet Doğruyol - Annelerin bebeklerini uyutmak için ayağında ya da salıncakta hızlı sallamasının beyinde 'bebek sallama sendromu' denilen ciddi hasara yol açarak, beyin kanamalarına neden olabildiği bildirildi.
Bursa Acıbadem Hastanesi Nöroşirürji Uzmanı Prof. Dr. Kaya Aksoy, beynin son orta ve alt zarı arasında su toplanması nedeniyle oluşan kanamalara değinerek, şunları söyledi:
''Bu durumda problem su toplanmasının içerisine ufak kan sızması şeklinde görülebiliyor. Özellikle ülkemizde annelerin bebeklerini uyutmak için gelenekler ve yanlış bilgiler sonucunda ayağında ya da bir örtü yardımıyla oluşturulan salıncakta hızlı sallaması beyinde 'bebek sallama sendromu' denilen ciddi hasara yol açabiliyor.
Bu durumlarda, beyin zarlarının yırtılması, beyinle kafatası kemikleri arasında veya beynin en son zarı arasındaki askı toplardamarları denilen bölümlerin yırtılması sonucunda kanamalar oluşabilir. Annelere çocuklarını bu şekilde sallamamalarını öneriyoruz. Sallamak çocuğun beynini sallamakla eşdeğerdir. Çocuk sallanmadan da uykuya dalacaktır.''

A.A
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 18:02
Kreacher - avatarı
Kreacher
Ziyaretçi
9 Ocak 2007       Mesaj #297
Kreacher - avatarı
Ziyaretçi
BEYİN FONKSİYONLARINI GELİŞTİREN BESİNLER
Vücut için en çok yararı olan ve sindirim sistemi için en az enerji gerektiren yiyecek meyvedir.Beyin sadece glikoz ve oksijenle çalışır. Meyvelerde bulunan meyve şekeri kolayca glikoza dönüşür.
Meyveler aç karnına yenmelidir; çünkü meyve midede değil ince bağırsakta sindirilir.Mide dolu ise meyve midede kalır ve mayalanır.
Piyasada satılan meyve suları tercih edilmemelidir; Çünkü doğallığını kaybedip, asidik karaktere dönüşmüştür. Taze sıkılmış meyve sularını tercih edin.
Sabahları geç kahvaltı ediyor ya da kahvaltıyı ihmal ediyorsanız, o zaman mevsimlik meyve, meyve suyu ve bir bardak ılık su almayı alışkanlık hale getirin.

Sabah bir tatlı kaşığı bal veya bir avuç siyah üzüm zihin aktivitenizi canlandırır.

Ceviz, fındık, fıstık, zihnin uzun süre çalışmasına yardımcı olur. Yorgunluğu giderir.

Fesleğen, limon, balık ve karabiberin zihin açma özelliği vardır.

Zencefil içerdiği maddelerle, beynin yeni fikirler üretmensini sağlar. Kan sulandığı için daha serbest akar.

Kimyon insanin aklına yeni fikirler getirir. İçerdiği uçucu yağlar bütün sinir sistemini uyarır; ancak faal düşünce şartıyla. Aniden bir fikre, bir buluşa ihtiyacı olan insan suya karıştırarak kimyon içebilir.

Havuç hatırlama yeteneğimizi arttır ; Çünkü beyin metabolizmasını canlandıran enzimler içerir. Yağlı havuç salatası tercih edilmelidir.

Ananas ezberlemek için çok yararlıdır.

Avokado kısa süreli hafıza için tüketilebilir.

Çilek stresin etkisini azaltır. Mutluluk hormonun salgılanmasını sağlar.

Limon algılama yeteneğini arttırır.

Lahana, troid bezlerinin aktivitesini azaltır ve bu da sinirlenmeye iyi gelir.

Soğan aşırı yıpranmaya, fiziki yorgunluğa karşı kanı sulandırır. Böylece beyin oksijeni daha kolay alır.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 18:03
Kreacher - avatarı
Kreacher
Ziyaretçi
15 Ocak 2007       Mesaj #298
Kreacher - avatarı
Ziyaretçi
Güçlü hafıza için...

Büyük sayıları akıldan çarpma konusunda alıştırmalar yapmaya başlayın. Kısa bir süre sonra sayıları belirli mantıklı parçacıklara bölerek bunu kolaylıkla başardığınızı göreceksiniz.

* Yeni tanıştığınız kişilerin isimlerini aklınızda tutmak için simgeleştirmeden yararlanabilirsiniz. O kişinin ses tonunu ya da kullandığı kokuyu hafızanıza kaydedıp, bir kez daha karşılaştığınızda ses tonu ya da kullandığı koku ile kişinin ismi arasında simgesel bağ kurabilirsiniz. Örneğin “Tok sesli Ahmet” gibi.


* Bilgileriniz arasında bağlantı kurmaya çalışmanız da, hem bilgilerinizin tamamını daha kolay hatırlamanıza hem de yorum yeteneğinizi geliştirerek beyninizi daha etkin bir biçimde kullanmanıza yardımcı olacaktır. Bunun doğal bir sonucu olarak, bir süre sonra yeni bilgileri de bu alışkanlık sayesinde daha rahat edinebildiğinizi ve eski bilgilerinizle harmanlayarak daha rahat hatırladığınızı göreceksiniz.


En iyi “beyin” gıdaları


* Somon, uskumru gibi omega 3 yağ asitleri ve B5 vitamini bakımından zengin balıklar.


* Yumurta sarısı


* Susam ve ayçekirdeği


* Aralarında yulaf, çavdar ve pirincin de bulunduğu tüm kepekli karbonhidratlar.


* Yeşil yapraklı sebzeler


* Mango, kivi başta olmak üzere meyveler


* Yağlar. Salatanıza her gün bir tatlı kaşığı zeytinyağı koymayı alışkanlık haline
getirin.
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
16 Ocak 2007       Mesaj #299
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
Tokluk Kan Şekeri

  • Ağız kuruluğu
  • Çok su içme, çok idrara çıkma
  • Sürekli açlık hissi, açlığa tahammülsüzlük
  • Halsizlik, bitkinlik
  • Bulanık görme gizli şekerin ilk sinyalleridir.


    Şeker hastalığınız gizli olabilir :

    Açlık kan şekeri normal olan kişilerde, öğünlerden sonra ölçülen tokluk kan şekeri yüksek olabilmektedir ve bu durum halk arasında gizli şeker olarak adlandırılmaktadır. Uzmanlar açlık kan şekerine bakıldığı halde sağlıklı olanların da mutlaka tokluk kan şekerini (öğünlerden 2 saat sonra ölçülen kan şekeri) ölçtürmelerini öneriyor.

    Açlık Kan Şekeri ve Tokluk Kan Şekeri Nedir?

    Açlık kan şekeri 8 saat açlıktan sonra ölçülen değerdir. Tokluk kan şekeri ise ana öğünlerden iki saat sonra yapılan veya şeker yükleme testinde (75 gr. karbonhidrat içeren glikoz alımı) elde edilen ölçümdür.

    Tokluk kan şekeri neden önemlidir?

    Tokluk kan şekeri ölçümünün önemini belirten İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Diyabet Bilim Dalı Öğretim Üyeis ve aynı zamanda Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı olan Prof. Dr. Temel Yılmaz, “Sabah kahvaltıdan önce açlık kan şekerinizi tek başına ölçmek anlamlı değil. Gün içinde açlık-tokluk kan şekerinizi birlikte ölçmelisiniz, üstelik tokluk kan şekeri ölçümü de açlıktan farklı bir teknik gerektirmiyor, tek fark tok olunması” diyor. Yılmaz, “Hastalığın erken döneminde gidişatı belirleyen tokluk kan şekeri değeridir. Sadece açlık kan şekeri ölçümü pek çok hastada diyabetin teşhis edilmesini geciktirmektedir. Diyabet teşhisi konmadan önce 15 yıl boyunca, açlık kan şekeri normal, tokluk kan şekerleri ise yüksek olabilir. Yapılan çalışmalar 40 yaş üstü her 100 hastadan 31’inin açlık kan şekeri normal olmasına rağmen tokluk kan şekerine bakıldığında şeker hastası olduklarını göstermektedir” diyerek tokluk kan şekerinin önemini vurguluyor.

    “Gizli şeker” dönemi neden önemlidir?

    Türkiye’de 5 milyon kişi diyabet, diğer bir deyişle şeker hastalığı ile birlikte yaşıyor. Bu hastaların yalnızca 2 milyon 600 bini hastalığının bilincinde, geri kalan 2 milyon 400 bini ise ‘gizli şeker hastası’ olarak hayatını sürdürüyor. Gizli şeker döneminde, açlık kan şekeri normal sınırlar içerisinde seyredebilmektedir . Hastalık, 15-20 yıl boyunca hiçbir bulgu vermeden seyreder. Ağız kuruluğu, çok su içme, çok idrara çıkma, sürekli açlık hissi, açlığa tahammülsüzlük, halsizlik, bitkinlik, bulanık görme hastalığın ilk sinyalleridir. Şeker hastalığının ilerleyişinin önlenebileceği ve tedavi edilebileceği en erken dönem olması nedeniyle gizli şeker dönemi çok önemlidir.

    Neler Yapmalıyız?

    Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisine göre 45 yaşındaki herkes mutlaka şeker yükleme testi yaptırmalıdır. Sonucun normal çıkması durumunda ise bu test her beş yılda bir tekrarlanmalıdır. Ailesinde diyabet hastası olanların ise 30 yaşından sonra her yıl şeker yükleme testi yaptırmaları gerekir. Ayrıca şeker hastalarının hem açlık, hem de tokluk kan şekerlerini düzenli olarak takip etmeleri büyük önem taşımaktadır.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
16 Ocak 2007       Mesaj #300
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
KARAMSARLAR KANSERE YAKALANMAYA DAHA YATKIN

TRABZON - Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, melankolik insanların, neşeli olanlara kıyasla kansere yakalanmaya daha yatkın olduğunu söyledi.
Kanser ve karamsarlık arasında ilişki olduğunu ifade eden Güler, "Milattan sonra 2. yüzyılda melankolik insanların neşeli olanlara kıyasla kansere yakalanmaya daha yatkın olduklarını anlaşılmıştı. 18. ve 19. yüzyıllarda pek çok doktor, özellikle karamsar dediğimiz kişilerde kanserin, o kişinin yaşamındaki bir trajediden hemen sonra oluştuğunu fark ettiler" diye konuştu.
Bostonlu Dr. Bernard Fox'un, depresif insanların iki katı oranda kansere yakalandığını tespit ettiğini belirten Güler, boşanmış kişilerde kanser, kalp hastalıkları, zatürre, yüksek tansiyon ve kaza ölümleri oranının, evli ya da bekarlara kıyasla daha yüksek olduğunu da sözlerine ekledi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 18:03

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış