Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 32

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.454 Cevap: 719
AlCoLiC - avatarı
AlCoLiC
Ziyaretçi
8 Şubat 2007       Mesaj #311
AlCoLiC - avatarı
Ziyaretçi
Hastalık Hastası Olmak

Sponsorlu Bağlantılar

* Hipokondriazis nedir?
Hipokondriazis bir kişinin zamanının büyük bir bölümünü alacak şekilde hastalık ve sağlık konuları ile aşırı uğraşmasını belirtir. Bu kişilerde fiziksel bir bozukluk olmadığı halde, ciddi bir biçimde hasta olduğu kaygısı vardır. Sürekli doktora giderler. Hastalar duygu durumu ile ilgili bir soru sorulduğunda, hemen fiziksel yakınmaları dile getirir. Kişilerin büyük bir bölümü duygularını ifade yönünden Sifneos'un 'aleksitimi' tanımına uyar. Aleksitimili kişiler duygularını kelimelere dökemez, ancak belirtiler üzerinde en ince ayrıntısına dek durur. 1967'de Sifneos, psikosomatik hastalığı olanların büyük bir bölümünün duygularını sözcüklerle tanımlayamadıklarına dikkati çekmiş ve bu davranışsal özellik için Yunanca'dan gelen 'aleksitimi' (duygular için söz yokluğu) terimini kullanmıştır. * Hipokondriazisin nedenleri nelerdir?
Bu açıklamalara göre, hipokondriyak belirtiler ego savunma düzenekleri ile olur. Bu kişiler hem hastalıktan hem de bunun sonuçlarından korkarlar. Ancak, aynı anda hasta rolünün sağlayacaklarından yararlanmak için hasta olmayı bilinç dışı olarak arzu ederler. Hastalık ayrıca kişinin yaşayabileceği cinsel, sosyal veya mesleki başarı gibi konulardaki sorunları, eksiklikleri temsil eder ve açıklar. Bu da genetik etkenleri akla getirmektedir. Diğer önemli bir gözlem de bu kişilerde sıklıkla altta affektif hastalıkların bulunmasıdır. Affektif hastalıklara karşı duyarlılık artışı genetik etkenleri düşündürmektedir. Çevresel etkenler hipokondriazise katkıda bulunabilir. İnsanların duygu ve davranışlarında, kültür önemli bir belirleyicidir. Stres karşısında psikolojik açıklamaları önemsemeyen kültürlerde somatizasyon eğilimi daha fazladır. Altta yatan psikiyatrik bozukluk, çoğunlukla depresyondur. Depresifler ağrı dahil birçok somatik belirti gösterir. Bu belirtiler, birincil hipokondriazis ve altta yatan bir fiziksel hastalığın belirtileri olabilir. Hipokondriasis, psikolojik kökenli ağrı bozuklukları ve kaygı bozuklukları ile birlikte görülebilir.
Somatizasyon bozukluğu ile hipokondriasisin farkı nedir?
Somatizasyon bozukluğunda gerçek fizik belirtiler vardır. Hipokondriasiste ise, böyle bir durum olmaz. Kendi beden sağlığı ile aşırı uğraş vardır.

* Somatizasyon bozukluğu ve hipokondriazis nasıl tedavi edilir?
Psikosomatik hastalıkların inceleme ve sağaltımında birincil yetki ve sorumluluk, kuşkusuz hastalığın ortaya çıktığı sistemle ilgili uzmanlık dalınındır. Bunun yanında, hastalık nedenleri arasında, kalıtsal ve dirimsel özelliklerle birlikte ruhsaltoplumsal zorlukların etkileri de yadsınamaz bir gerçektir. İlgili uzmanlık dalınca incelemeleri yapılmış, tanısı konmuş olguların ruhsal toplumsal durumları araştırılmalı ve değerlendirilmelidir. Özellikle kişinin ruhsal-cinsel gelişme ve olgunlaşma düzeyi, kişilik yapısı, benlik gücü ve kullandığı savunma düzenekleri, karşılaştığı stres etkenlerinin niteliği ve niceliği, süresi ve sürekliliği birlikte ele alınarak psikodinamik tanımı yapılmalıdır. İlgili uzmanlık dalının saptadığı sağaltım ilkelerine ek olarak; ruhsal sağaltım (psikoterapi) yöntemleri de uygulanmalıdır. Rahatsızlıkta stres etkenlerinin çoğaldığı dönemlerde yeni şikâyetler oluşabileceğinden, düzenli aralıklarla seyreden bir tedavi gereklidir. Tedavide kişinin duygularının daha açık ve rahat ifadesi, şikâyetlerinin kökenlerinin kişinin kendince anlamının anlaşılması, kişinin kendisi, çevresi ve geleceğe bakısındaki olumsuz algılamalara yönelik terapi uygulanır. Psikoterapi süreci içinde; "Bu kişi bu hastalığa yaşamının bu döneminde neden ve nasıl yakalandı?", "Şimdi bu koşul ve olanaklarla ne yapabilir?", "Değiştirebileceği gerçekler nelerdir, nasıl değişebilir?", "Elinde bulunan değerler ve seçenekler nelerdir, nasıl kullanılabilir?", "Değiştiremeyeceği gerçeklere nasıl uyum sağlayabilir?" gibi soru ve sorunlara gerçekçi yanıtlar ve çözümler aranmalıdır. Bireysel terapi ile bu kişilerin iletişimlerde duygularını, isteklerini, beklentilerini sözel olarak ifade etmesi, ikincil kazançların azaltılması, yakınmalarının kökenlerinin gösterilmesi ve şikâyetlerinin oluşum mekanizmalarının belirtilip, sorunlarla uygun bir şekilde basa çıkma stratejileri geliştirmeleri üzerinde çalışılır. Ayrıca, uygun ilaç sağaltımı da (psikofarmakoterapi) eklenebilir.




Karanlıkta Uyuyun

Avrupada lösemili ve kanserli çocuk sayısının artmasından dolayı yapılan araştırmalar sonucunda, uzmanlar anne babaları uyardı: Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın...
Melatonin diğer aktioksidan tesirlerini güçlendirir, kanserli hücrelere karşı koruma sağlar, üreme sistemiyle bağlantısından tutun da yorgunluk, isteksizlik gibi durumların nedenlenlerini oluşturur. Şu sıralar melatoninin yaşlanmayı geciktirici etkisinden dolayı da üzerinde önemle durulmakta... İşin can alıcı noktalarından birisi hormonun cocuklar üzerindeki tesiri.
Avrupada lösemili ve kanserli çocuk sayılarının artmasından ötürü yapılan araştırmalar sonucunda ailelerden istenen bir hususda çocukların kesinlikle karanlık ortamlarda yatırılmaları. Çünkü melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Ancak bu hormon ışığa duyarlı. Deneylerde uyuyan kişinin hormon salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı, karanlıkta yoğun olarak salgılandığı tesbit edilmiş.

Burdan hareketle anne babaları uyaran uzmanlar, “lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın” uyarısında bulunuyor.




Havalara aldanmayın

Özlenen karlı günler bir türlü gelmedi, güneşi görüp tedbiri elden bırakan vatandaşlar yavaş yavaş hasta olmaya başladı. Kışın yaşanan bu ılık havalarda hastalıklardan korunmak için ne yapmak lazım? İşte cevabı.

Hava bir sıcak, bir soğuk. Ne kar yağdı, ne de yağmur, güneş gülen yüzünü gösteriyor.

Hava soğumadığı için kırılmayan mikroplar soluduğumuz havayla birlikte vücudumuza giriyor. Güneşin sıcak yüzüne aldanan vatandaş ise farketmeden hasta oluyor.

Sıcak havayla birlikte neredeyse yazlık kıyafetler dolaplardan çıkarıldı. Ancak, hastalık bu sefer geliyorum diyor. Sis ve duman tedbir alınmazsa astım hastalarını olumsuz etkiliyor.

Bu ılık havalarda hasta olmamak ne yapmak gerekiyor ?

Kuru havada, ciğerlerimizin de kurumaması için günde en az 2 litre su içmek şart. Ancak bunun öncesinde güne bol vitaminli bir kahvaltıyla başlamak direnci artırıyor.

Bulaşıcı hastalıklardan korunmak için ise, kalabalık ve kirli ortamlardan kaçmak gerekiyor.

Kıyafet seçimi çok önemli. Tek bir kalın kıyafet yerine ince ama sık kıyafetler terlemenin ardından gelebilecek soğuk algınlığını önlüyor.



Sigara beynin ödül sistemini elegeçiriyor

Türkiye’de her 10 kişiden 4’ü sigara bağımlısı. Araştırmalara göre sigara içenlerin ancak yüzde 5’i kendi başına sigarayı bırakabiliyor. Bunun temelinde ise sigaranın içindeki nikotinin beynin ödül sistemini aynı kokainin yarattığı bir etkiyle aşırı uyarması yatıyor. Yani sigara, uyku, seks ve yemek gibi vazgeçilmez bir ihtiyaca dönüşüyor.
SİGARA İÇMEK TIBBİ HASTALIK
İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Bağımlılık Ünitesi Sorumlusu Prof. Dr. İlhan Yargıç, “Sigara bağımlıları ben keyfimden içiyorum, bağımlı değilim diyor ama istemesine rağmen bırakamıyor. Günde 1 paket sigara içen insan bağımlıdır. Bunda sigaranın beynin ödül sistemini ele geçirmesi rolü büyük” dedi.
Prof. Yargıç’a göre sigara bir süre sonra temel ihtiyaç oluyor. “Nasıl, yemek, seks yapmak, uyku temel ihtiyacımız ise sigara da temel bir ihtiyaç haline geliyor. Sigara bağımlıları ne kadar aksini iddia ederse etsin sigara içmek bir tercih değil, tıbbi bir hastalıktır. Sigara bağımlıları sigara içmeden durabilirler. Ancak sigaraya başladıktan sonra günde 1 tane içmeyi başaramazlar. Az sigarayla yetinemezler. Bu yüzden bağımlılık tedavisinde sigaradan tamamen uzak durmak esastır”

SİGARA İÇENLERDE DEPRESYON DA GÖRÜLÜYOR
Sigara içenlerin yüzde 30’unda depresyon, yüzde 20’sinde ise alkol bağımlığı problemi de bulunuyor. Sigarayla birlikte içilen kahve ve alkol sigara bağımlılığını pekiştirici rol oynuyor. Sigarayı bırakan kişilerde ilk 24 saat içinde, huzursuzluk, mutsuzluk, gerginlik, kalp atımının yavaşlaması, isteksizlik, aşırı yemek yeme gibi belirtiler gözleniyor. Bu belirtiler en az 4 hafta sürüyor. Sigara Bağımlılığı Tedavi Kliniklerinde tedavi sırasında bağımlıların yüzde 80’ini sigarayı bırakıyor. İzleme döneminde yüzde 15-29’u sigarayı bırakıyor. Kalp krizi geçirenlerde ise sigara bırakma oranı yüzde 60’a kadar çıkıyor.

ECZANELER SİGARA BAĞIMLILARINA DESTEK VERİYOR
Pharmatic Girişimci Eczacılar Derneği ise sigarayı bırakmak isteyenlere destek olmak amacıyla kampanya başlattı. Derneğin Başkanı Adile Özdağ, “Amacımız sigara bağımlılarına destek vermek, sigaradan kurtulmanın mümkün olduğunu onlara fark ettirmek. Bırakmaya yardımcı ürünleri de anlatacağız” diyor.

15 ilde 82 eczane oluşturulan Sigara Bırakma Destek Noktası Projesi’nden sorumlu olan eczacı Fatih Tambay ise eczanelerde bağımlıların son sigaralarını atacakları bir kutu olacağını, bağımlılara nefes testi yapılacağını, sigara bırakma kliniklerine başvuru konusunda danışmanlık yapılacağını belirtiyor.

SİGARAYI BIRAKMAK İSTEYENLERE ÖNERİLER
Bırakıp tekrar başlasanız da yılmayın
Bırakıp tekrar başlamanın normal bir durum olacağını unutmayın
Sigara bağımlılığının güçsüzlük olmadığını bilin
Sigara bağımlılığının bir tıbbi hastalık olduğunu hatırlayın
Sevmediğiniz bir sigara markasını satın alın
Evde, iş yerinde sigarayı ulaşılması zor yerlerde bulundurun
Sigarayla birlikte alkol, kahve tüketmeyin
Sigara sevdiğiniz bir içecekle değil boş bir duvara bakarak içmeyi deneyin
Spor yapmaya başlayın
Sigara içmeyen arkadaşlarınızla daha sık vakit geçirin
Bırakamazsanız bir uzmandan destek alın

SİGARAYLA İLGİLİ İSTATİSTİKLER
Dünyada 1.3 milyar kişi sigara içiyor
Sigara içenlerin 975 milyonu az gelişmiş ülkelerde yaşıyor
2020 yılında 10 milyon kişinin sigaradan kaynaklanan nedenlerle öleceği tahmin ediliyor
Bu ölümlerin 7 milyonunun gelişmiş ülkelerde olacağı düşünülüyor
Türkiye’de erkeklerin yüzde 60’ı, kadınların yüzde 20’si ilkokuldaki öğrencilerin de yüzde 12’si sigara içiyor
Sigara, uyku, seks, yemek gibi ihtiyaç haline geliyor
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 17:42 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Şubat 2007       Mesaj #312
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çukurova Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cahide Yağmur, yağda kızartmayı beslenmede çok fazla önermediklerini, ancak yapılması durumunda yağın kullanımına dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Kızartmalarda aynı yağın birden fazla kullanımının bazı sağlık sorunları doğurabileceğini belirten Yağmur, şunları kaydetti:
Sponsorlu Bağlantılar
''Evlerde yapılan kızartmalarda yağın 2-3 kere kullanılması durumunda sağlık riski ile karşılaşılmayacağı gibi yanlış bir kanı var. Oysa, kızartmaya koyduğunuz yağ ısındığı zaman kimyasal yapısında değişiklik başlar. Isınmayla başlayan bu değişim, ısı bittiği zaman ve bekleme dönemlerinde de sürer. Yağın, ilk kullanımından sonra oksidasyon dediğimiz değişim kendi içinde devam eder. Dolayısıyla değişen yapı, ortaya çıkan toksik maddelerin miktarını artırır. Tekrar ısı ise toksik madde oluşumunu daha da hızlandırır. Her bekleme ve ısınma dönemlerinde değişim artarak devam eder.''
Bekleme süresinde ortaya çıkan toksik maddelerin kanserojen etkiye sahip olabileceğini belirten Yağmur, bu yağların kullanımıyla yiyeceklere geçen bu özelliklerin, tüketim sırasında ise vücuda alındığını söyledi. Yağmur, yağın kızartmada bir kez kullanımının dışında az kullanılmasının da önem taşıdığına işaret etti.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Şubat 2007       Mesaj #313
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Stres

kendinizi endişeli, gergin ve sinirli hissediyorsunuz. küçük sorunlar keyfinizi kaçırıyor ve yapmanız gereken işler başınızı aşıyor. kafanız eskisi gibi yerinde değil ve zihniniz kolayca karışıyor. unutkansınız ve kazalar hep gelip sizi buluyor.
genellikle kendinizi yorgun ve tükenmiş hissediyorsunuz. her zamanki enerjinizden eser yok. yapmanız gereken bütün işleri düşünmekten hiçbir zaman gerçekten dinlenemiyorsunuz. bu yüzden bazen gözünüze uyku girmiyor. hayattan ne fazla zevk alıyorsunuz ne de gelecekten herhangi bir beklediğiniz var.


bu saydıklarımız yaygın bir sorun olan stres belirtileridir. hepimiz zaman zaman stresten şikayetçi olmuşuzdur. stres hayatın çetin sorunlarıyla başetmeye çalışırken duyduğumuz endişe hissidir. bazen stres belirtileri baş ağrısı, mide ağrısı, kalp çarpıntısı ve midenin çalkantı içinde olması gibi fiziksel belirtiler gösterir. stresin nedenleri çeşitlidir. hayatınızı etkileyen önemli bir olay kadar para sıkıntısı, iş sorunları, insanlararası ilişkiler veya çocuklarımızın davranışları gibi günlük sorunlar da stres yaratabilir.

kişinin bir miktar stres altında olması normal sayılmakla birlikte fazla stres kalp hastalığı, akıl ve ruh hastalıkları, alkol, uyuşturucu ve keyif verici maddelerin aşırı bir biçimde kullanılması gibi sağlık sorunlarına da neden olabilir. bu nedenle herkesin stres hakkında bilgili ve uyanık olması ve stresle başa çıkmakta yararlı olabilecek çareleri bulabilmesi gereklidir. stresle başa çıkmak için başvurulacak uygun çareler kişiden kişiye değişmekle birlikte önerilerden bazıları sizin için de yararlı olabilir:

bazen stresin nedeni hayatımızı etkileyen herhangi bir olay değil fakat, o olay karşısında takındığınız tavırdır. genellikle, hayatın güçlüklerini cesaret kırıcı olaylar olarak değil de aşılması gereken birer engel olarak gören kişiler stresle daha kolayca başa çıkabilirler.

pireyi deve yapmayın. İşler ters gittiği zaman kendi kendinize şu soruyu sorun: "başıma gelen bu olay bundan on yıl sonra da benim için böylesine önemli olacak mı ?"

İşlerinizi daha iyi planlayarak stres yaratacak durumları önleyebilirsiniz. herhangi bir işi yapmak için ona daha fazla zaman ayırın ki son dakikada oradan oraya koşuşturmayın. canınızı sıkan kişilerden ve işlerden uzak durmaya çalışın.

dinlenmek için hergün kendinize zaman ayırın. dinlenecek zaman bulamıyorsanız yapmanız gereken işleri dinlendikten sonra ve daha az stres altındayken daha kolayca ve daha etkili biçimde yapabileceğinizi hatırlayın. dinlenme yolları arasında sakin bir yerde tek başınıza biraz oturmak, dikkatinizi insanın ruhuna ferahlık veren bir müzik parçasını dinlemeye vermek, güzel bir kitap veya dergi okumak, evcil hayvanlarla ilgilenmek ve hatta banyo küvetinin içinde boylu boyunca uzanarak uzun bir banyo yapmak sayılabilir. kendinize zaman ayırdığınız için sakın suçluluk duygusuna kapılmayın.

düzenli olarak yürüyüş veya hoşlandığınız bir egzersiz yapın. stresi azaltmanın en iyi yollarından biri egzersiz yapmaktır.

sağlığa uygun gıdalardan yiyin. stres altında olduğunuz zaman yemek saatlerini kaçırmak ve fazla yağlı abur cubur şeylerle, tatlılarla ve fast-food türü çabuk servis yapılan yiyeceklerle mideyi doldurmak insana kolay gelir. gıdalarınız arasında bol bol ekmek, pilav, makarna ve diğer tahıllar sebze ve meyve olursa stresle başa çıkmak daha kolay olur.

geçmişteki sorunlarınızın ve başarısızlıklarınızın üzerinde fazla durmayın. gelecekte başınıza gelebilecek kötü şeyleri de kendinize dert edinmeyin. bugünü yaşamaya bakın, birisine derdinizi dökün. sorunlar hakkında konuşmak bazen çözüm bulmanıza yardımcı olabilir; hiç değilse içiniz ferahlar. bazen konuştuğunuz kişiler sorunlara değişik bir açıdan bakmanıza yardım ederler veya sorunlarla başa çıkmakta size yol gösterirler.

başvurduğunuz çarelerden hiçbiri işe yaramıyorsa bir uzmanla görüşün.


Su ve sağlık

bugün akşam yatıncaya kadar ne kadar su içtiniz ?
yanıtınız birbuçukla ikibuçuk litre arasındaysa tebrikler. demek ki vücut sağlığınızı koruyorsunuz ve vücuttan su eksilmesi, kabızlık ve böbrek taşı gibi sorunları önlüyorsunuz. su, çok önemlidir çünkü vücut, işlevlerinden bir çoğunu yapmak için su kullanır. su vücut ısısını ayarlar, vücuttan atılacak maddelerin çıkmasını sağlar, eklemleri korur, kan, ter, gözyaşı ve tükrük üretiminde kullanılır. musluk suyu; diş sağlığına yararlıdır çünkü, içinde diş çürümesini önleyen flor maddesi vardır.


musluk suyu güvenle içilebilir mi?
evet. sağlık bakanlığı halka herhangi bir nedenle suyu kaynatmayı önermedikçe musluk suyunu içebiirsiniz. sağlık bakanlığı içme sularını bütün illerde denetlemektedir. ancak bağışıklık sistemini etkileyen hastalıkları olan kişilerin musluk suyunu içmeden önce doktorlarıyla görüşmeleri iyi olur. bu kişiler hiv/aids hastaları, kanser tedavisi gören hastalar ve organ nakli yapılmış hastalardır. hastalar, doktora suyu kaynattıktan sonra mı içmeleri gerektiğini sormalıdırlar.

bebeklere musluk suyu verilebilir mi ?
anne babalara bir yaşından küçük bebeklere her zaman kaynatılmış su vermeleri önerilir. su, en az iki dakika kaynatılmalıdır.

su ile bulaşabilecek mikroplar hangi hastalıklara neden olur?
bu mikroplar genellikle ishal ve karın ağrısı yapar. bu mikroplardan geçen hastalıklar her yıl görülür. mikroplu suyu içmek mikroplar nedeniyle hastalanmanın ancak bir yoludur. bu mikroplar insan ve hayvan pisliğinde de bulunur. İnsanın ağzına önemsiz bir miktarda da olsa mikrop girmesi hastalık yapar. bu nedenle tuvaletten çıktıktan, evcil hayvanlara dokunduktan ve bebeklerin bezini değiştirdikten sonra ellerin sıcak sabunlu suyla iyice yıkanması önemlidir. dere, nehir ve baraj suları da içilmemelidir. İshal olan bir kimse suyu kirletmemek için yüzme havuzuna girmemelidir.

su filtresi kullanmak gerekli midir ?
bu size bağlıdır. kullanacaksanız kullanma kılavuzunu dikkatle okuyunuz. bazı kimseler su filtresini sudaki klor tadını gidermek için kullanır. klor tadını suyu sürahiye koyup bir gece buzdolabında bekleterek de giderebilirsiniz. ancak içme suyunu oda ısısında birkaç saatten fazla bekletmek iyi değildir; İçinde mikrop üreyebilir. bazı kimseler musluk suyunu gazlı bez ve pamukla filtre ederek zararlı mikroplardan arıttıklarını sanırlar ama gazlı bez ve pamuk üzerinde bakteri ürer ve suyu kirletir.

sıcak su musluğundan su içilebilir mi ?
sıcak musluk suyunun içinde ısıtma aygıtından suya geçmiş olan madeni maddeler olabileceği için içmemek daha iyidir.

musluk suyu bulanıksa ?
bulanık suya su tesisatındaki bir arıza neden olabilir. musluğu bir süre açık tutarak suyu akıtınız. temiz su akmaya başlayınca içebilirsiniz.


Kanserle İlgili Yanlış İnanışlar

kanser ciddi bir hastalık olmakla birlikte bazılarımız bu
hastalığın iyileşmediği inancıyla gereksiz yere korkuya kapılırız. ancak
gerçekler böyle değildir. kanser hakkında daha çok bilgi edinerek korkunun bir
kısmını atlatmak mümkündür. ayrıca, edindiğimiz bilgiler bize kanserden nasıl
korunabileceğimizi de öğretir. kanser hakkındaki yanlış inançlardan bazıları ;

bu doğru değildir. kanser vakalarının %50'den fazlası başarıyla
tedavi edilmektedir. bazı kanser türlerinin tedavisinde başarı oranı çok
yüksektir. Çocukların yakalandıkları kanser hastalıklarının iyileştirilme oranı
giderek yükselmektedir. halen kanserli çocukların %80'i başarıyla tedavi
edilmektedir. tedavinin başarılı olabilmesi için kanserin erkenden belirlenmesi
gerektiği de unutulmamalıdır.bu nedenle kuşku duyduğunuz belirtilerin hemen
aile hekiminize bildirilmesi ve mümkün olduğu kadar düzenli aralıklarla sağlık
kontrolü yapılması da önemlidir. Örneğin, soygeçmişinde kalınbarsak kanseri
görülen ve 40 yaşını geçmiş kişiler erken belirtilerinin tanısının yapılması
için test yaptırmalıdırlar. 18-70 yaşları arasındaki kadınların ise her iki
yılda bir rahim ağzı kanserinin erken belirtilerinin bulunması için pap testi ve
50 yaşını geçmiş kadınların ise her iki yılda bir mamogram denilen göğüs
röntgeni çektirmeleri gerekmektedir. kadınlar göğüslerinde beliren bir
şişkinliği aylar hatta yıllar geçtikten sonra farkederler; oysa mamogram bir
pirinç tanesi kadar bile olsa göğüs kanserini yakalayabilmektedir.

bazı sağlık kontrollerini kendiniz yapabilirsiniz. Örneğin, kadınlar her ay
göğüslerini kendileri muayene ederek herhangi bir değişiklik olup olmadığını
belirleyebilirler. aynca herkes kendi derisi üzerindeki eski ve yeni lekeleri,
benleri arada bir kontrol ederek renklerinde, büyüklüklerinde ve biçimlerinde
bir değişiklik olduğunda bunu doktora gösterebilirler. erken tanı yapılan deri
kanserlerinin çoğu başarıyla tedavi edilebilmektedir.

kanser bulaşıcıdır !

bazı kişiler özellikle cinsel organlarla ilgili ve rahim ağzı veya
prostat kanseri gibi kanser hastalıklarının kendilerine de bulaşabileceğinden
korkarlar. bu doğru değildir. kanser bulaşıcı bir hastalık değildir.

pap testi İçin alınan gözelerde anormallik görülmesi
kanser hastalığının belirtisidir !

bu da doğru değildir. anormal gözeler tedavi edilerek ileride kansere
dönüşmeleri önlenir.

kanser vücutta oluşan yaralanma ve darbeler sonucu olur
!

bazen kadınlar göğüslerine isabet eden bir darbenin kansere neden
olacağından korkarlar. bunun doğru olduğuna dair bir bulgu mevcut değildir.
ancak bazen vücudun herhangi bir yerine vurulması sonucu kişinin dikkati o bölge
üzerinde yoğunlaştığından daha önceden mevcut olan anormal bir leke veya şişlik
meydana çıkarılabilir.

kanser yanlış bir hareketimizin cezasıdır !

bu da doğru değildir. kanser hakkında düşünmek, yazılan yazıları
okumak veya konuşmakla da kişi kansere tutulmaz.

kanseri Önleyecek Özel yemek rejimleri vardır !

ne yazık ki kanseri önleyecek belirli bir yemek rejiminin olduğu
kanıtlanmamıştır. ancak bazı besinlerin kanser hastalığı riskini azalttığı
görülmektedir. bu konuyla ilgili olarak az yağlı, bol posalı, meyvesi, sebzesi
bol bir yemek rejimi önerilmektedir. alkol ölçülü içilmeli, tuzlu, salamura ve
tütsülenmiş yiyeceklerin miktarı azaltılmalıdır. kilonun da sağlıklı bir düzeyde
tutulması önemlidir. araştırmalar aşırı kilolu kişilerde kansere daha çok
rastlandığını göstermektedir.


Kilolar

gerek erkekler gerekse kadınlar gitgide şişmanlamakta ve buna
da aşırı miktarda yenilen yağlı gıdalar ve daha az egzersiz yapmak neden
olmaktadır. bazı kişiler ; "kendimi iyi hissediyorsam şişmanolmam neden sorun olsun? " diyebilirler. ancak şişmanlık kalp hastalığı, felç,
şeker hastalığı ve bazı kanser türlerinde riski arttırdığı için önem verilmesi
gereken bir konudur. kiloyu sağlıklı bir düzeyde tutmak ise tansiyonunuzu
düşürmenize, kendinizi daha iyi hissetmenize ve daha çok enerjiye sahip olmanıza
yardım eder.
Yemek alışkanlıklarınızı yavaş yavaş değiştirin...

hepimizin bildiği gibi, kilo kaybetmenin bir yolu aşırı yağlı
gıdaları kesmektir. ancak, bu yemek rejiminizi bir gece içinde değiştirmeniz
anlamına gelmez. yemek rejiminizde değişikliklerin kalıcı olmasını istiyorsanız
bu değişiklikleri yavaş yavaş yapınız. Örneğin, iki hafta süreyle çay veya kahve
içerken bisküvi yemeyin. bu değişiklikten memnun kalırsanız bu kez ekmeğinizin
üzerine sürdüğünüz tereyağ veya margarini azaltın veya az yağlı süt içmeye
başlayın.

yorulana kadar egzersiz yapmanıza gerek yoktur...

başarılı kilo kontrolünün sırrı, mantıklı bir yemek rejimi uygulamak
ve düzenli egzersiz yapmaktır. haftada en az dört kez 30'ar dakika egzersiz
yapmaya çalışın. 30 dakikanın tümünü birden yapmanıza gerek yoktur. günde üç kez
10'ar dakika egzersiz yapılabilir. egzersiz olarak yürüyüş yapabilir, yüzebilir
veya bisiklete binebilirsiniz.

hemen kilo kaybetmeyi beklemeyin...

bir hafta kilo kaybedip ondan sonraki hafta hiç kilo verememek
normaldir. egzersiz yapıyorsanız; hiç kilo kaybetmediğinizi de görebilirsiniz.
bu, vücutta yağ yerine kas ağırlığının artması demektir.

terazi kilo kaybını göstermese bile vücut yağ kaybetmeye devam eder ve
zindeleşir. kilo kaybında giysilerinizin vücudunuza nasıl oturduğunu izlemek
kendinizi devamlı teraziye vurmaktan daha iyi bir göstergedir.

düzenli egzersiz yapmaya ve yağlı gıdaları azaltmaya devam ederseniz hiç kilo
kaybetmediğiniz günlerin genellikle iki haftadan daha fazla sürmediğini
görürsünüz.

ne yemeli ?

ekmek, kahvaltılık tahıllar, pirinç, makarna, meyve, sebzeler, kuru
bezelye ve fasulye ve mercimek her gün bol bol yenmesi gereken gıdalardır.
midenizi bu sağlığa uygun ve doyurucu gıdalarla doldurursanız, yemek aralarında
yağlı, abur cubur atıştırma isteği azalır.

et, tavuk, balık, fındık, fıstık, tohumlar ve süt ürünleri normal miktarlarda
gereklidir. normal porsiyondaki et, tavuk ve balık tabağınızın ancak dörtte
birini kaplamalıdır. süt ürünlerinin yağı alınmış veya az yağlı olan türlerini
seçiniz. margarin, yağı azaltılmış ezme, tereyağ ve yemek yağlarını az miktarda
kullanınız. olabildiğince az alkol kullanınız.

yağ yemeyin !...

eti pişirmeden önce etrafındaki yağları kesip atın, tavuğu pişirmeden
önce yağlarını ve derisini çıkartıp atın. yemek pişirirken az yağ kullanmak için
ızgara, buğulama, fırınlama, az yağla sote, mikrodalga fırını veya teflon tava
kullanımı gibi pişirme yollarını deneyin. kızartma veya bol yağda yapılan
kızartmalardan uzak durun. yemekleri soğuttuktan sonra tekrar ısıtmadan önce
üzerlerinde donmuş olan yağı alıp atın. yemek aralarında açlığınızı bastırmak
için taze meyve ve ekmek yiyin. yemek aralarında yenilen kek, bisküvi, börek,
çikolata ve paketlenmiş gıdaları sınırlayın.




evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
10 Şubat 2007       Mesaj #314
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
METAL BIÇAK C VİTAMİNİ DÜŞMANI

İZMİR - Metal bıçak kullanımının, sebze ve meyvelerde C vitamini kaybına yol açtığı bildirildi.
Ege Üniversitesinden yapılan açıklamada, Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü tarafından bazı meyve ve sebzelerin C vitamini içeriklerini belirlemek üzere gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları duyuruldu.
Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevin Eryüce'nin bu konudaki görüşlerine yer verilen açıklamada, metal bıçak kullanmanın C vitamini kaybında etkili olduğunun belirlendiği kaydedildi.
Açıklamaya göre, besin maddelerinin buzdolabı koşullarında ve üzeri kapalı olarak bekletilmiş olsa bile vitamin miktarında 3 saat içinde dikkate değer oranda azalma olduğunun gözlendiğini ifade eden Prof. Dr. Eryüce, ''Günlük yaşantıda kullanılan bıçakların metal olması nedeniyle sebze ve meyvelerin büyük parçalar halinde kesilerek, metalle ve atmosferle değinim yüzeyinin azaltılması ve tüketilmeden hemen önce hazırlanmasına özen gösterilmesi gerekmektedir''dedi.

a.a.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 18:09
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
14 Şubat 2007       Mesaj #315
vain - avatarı
Ziyaretçi
Ağız ve Dişler Hakkında Genel Bilgi
dişlerin yapı maddesi nedir?


diş mine, dentin, sement ve pulpadan (diş özü) oluşur.
  • mine: vücuttaki en sert maddedir. dişi en dıştan koruyucu bir katman olarak çevreler. içinde sinir hücreleri olmadığı için duyarlı değildir.% 97si kalsiyum tuzlarından oluşur. Diş minesi altıgen apatit kristalleri şeklinde düzenlenmiştir. Minenin yapısına giren kalsiyum tuzları, organik diş maketi üzerinde yavaş yavaş çökelerek birikir ve kristalleşir. Bu birikme, ana rahminde iken başlar. Anne, gebelik süresince bazı ilaçlar alırsa veya çocuk mine teşekkülü sırasında bir hastalık geçirirse mine birikimi aksaklığa uğrayabilir. 0 zaman dişler sarı, gri veya kahverengi olur. Bazen de eksik (hipoplazik) teşekkül eder.
  • dentin: minenin altındaki tabakadır. yetişkin bir insan dişinin %75'ini oluşturur. kemikle aynı yoğunluğa sahip olmasına rağmen ısıya ve dokunmaya duyarlıdır. gerektiğinde içerdiği tamir hücreleri ile yeniden dentin dokusu oluşturabilirler. Dişin asıl kitlesini dentin (fildişi) tabakası oluşturur. Dentin, taç kısmında mine; kök kısmında da sement ile örtülüdür. Dentin canlı bir yapıdır ve % 70i mineral tuzları; % 20si organik madde ve % 10u da sudan oluşur. Dentinde çok sayıda kanalcık içerir. Bu kanalcıkların içi diş özü sınırındaki dentin yapıcı hücrelerin uzantıları olan iplikçiklerle doludur. Dentin yapan hücrelere Odontoblast denir. Dentin kanalcıklarının milimetre karede sayıları 10.000e. yaklaşır. Diş, dolgu veya kaplama yapılmak için oyulur veya küçültülürse bu kanalcıklar açığa çıkar ve o zaman soğuk, sıcak, tatlı ve ekşiden ağrı duyulur.
  • pulpa (diş özü): dişin orta kısmına ve burada bulunan yumuşak dokuya verilen addır. kökün ucuna kadar devam eder. bu kısımda kan damarları yer alır ve bu damarlar sayesinde diş enfeksiyondan korunur ve daima aktif halde kalır. aynı zamanda pulpada aşırı duyarlı sinir hücreleri bulunur ve bu hücreler sayesinde sıcak, soğuk ve basınç gibi duyular hissedilir. Pulpa adı da verilen diş özü, dentin tarafından oluşturulan bir odacık içinde yerleşen kılcal atar ve toplar damarlar; duyu sinirleri ve bütün bu yapıları koruyan bir destek dokusundan oluşur. Diş özünün dış çevresi dentin yapıcı hücrelerle (odontoblast) kuşatılmıştır. Bu hücreler, çürük ve diğer zararlı etkenlere karşı, dişi koruyan kale muhafızlarına benzer. Her hangi bir nedenle oluşan çürüğe karşı dentin yapıcı hücreler üstün gelirlerse bu hücreler diş özü kalesini dentinle sıvarlar; yenik düşerlerse diş özü açılır ve iltihaplanır. Bu etkinlik genç insanların diş özünde daha yoğundur.
  • sement: kökün etrafını kaplayan kemiksi bir tabakadır, çok incedir. diş kökünün çene kemiğine tutunmasını sağlar. %65i inorganik maddedir. Bazen kök etrafında ve kök ucunda aşırı sement birikebilir. Buna Hipersemontoz denir.

dişler ne işe yarar?
Dişler sindirim sisteminin başında besinlerin ufalanıp parçalanmasına, koparılmasına yardım eder. kendini çevreleyen destek dokuları korur ve gelişmelerini sağlar. konuşmayı ve seslerin doğru bir şekilde çıkmasını sağlarlar. estetik olarak yüzle bir bütünlük içindedir.
Dişlerin Görevlerine Göre Farklı Yapıları Vardır;
1- Kesici Dişler
Alt ve üst çenedeki ön dişler Kesici Diş olarak adlandırılır. Üst çenede genişliği 9-10 mm. olanlar orta kesici; 6-7 mm. olanlar ise üst yan kesicilerdir. Alt orta ve yan kesicilerin genişlikleri ise 6-7 mm. arasındadır.
2- Kaninler (Köpek Dişleri)
Köpek dişi ve göz dişi adı da verilen kaninler kesici dişlerden sonra gelir, alt ve üst çenede sağlı-sollu birerden dört (4)tanedir. Uçları sivri olup koparmaya yararlar.
3- Azı Dişleri
Kaninlerin arkasında, azı dişleri yer alır. Yapı olarak birbirinden farklı olan azı dişleri, her bir yarım çenede, iki küçük azı, üç de büyük azı olmak üzere beşer tane ve bir çenede toplam on (10) tanedir.
Bütün küçük azıların çiğneme ve kenetlenmeye yarayan ikişer tümsekçikleri vardır. Üst çenedeki büyük azıların dörder tümsekçiği; alt çenedeki büyük azıların beşer tümsekçiği vardır. Bu tümsekçiklere tüberkül adı verilmektedir.
4- Akıl Dişleri - Üçüncü Büyük Azılar = Yirmi yaş Dişleri
Akıl dişleri ayrı bölümde incelenmiştir (yirmi yaş dişleri). Burada, sadece şekillerinin ve kök sayılarının çok değişik olduğunu belirtmekle yetiniyoruz.



Dişlerin Düzgün Konuşmaya Etkisi:

Konuşma, insan ilişkilerinin en önemlilerindendir. Ayrıca, politikacılık, aktörlük, spikerlik, şarkıcılık gibi bazı meslekler, büyük ölçüde düzgün konuşmaya dayanır. Düzgün konuşmada dişlerin önemli rolleri vardır.
Aşağıda ki birkaç örneğin bu rolü vurgulamaktadır.
1- DE ve TE sesleri, dil ucunun, üst kesicilerin damak tarafındaki eğiminden destek almasıyla çıkar.
2- FE ve VE sesleri ise, alt dudağın, üst kesicilerin kesici uçlarına temas etmesiyle çıkar.
3- SE sesi, karışık bir işlemle çıkar. Alt ve üst kesiciler birbiriyle temas halindeyken, dilin, azıların dil tarafındaki yüzeyinden destek alması ve dil ucunun da (kesiciler arasında bir oluk yapıp) hava borusu oluşturmasıyla gerçekleşir. ŞE ve JE sesleri de buna benzer bir işlemle gerçekleşir; fakat bu sırada dil ucu göreve katılmaz.
Dişler çene kemikleri, dişetleri, dil, damak, buların hepsi, çiğneme, tat alma. yutkunma ve konuşma ile ilgili görevlerini bir bütün halinde yürütürler.


dişlerin oluşumu ve gelişimi ne zaman oluyor?
Embriyolojik hayatta (anne karnında) ağız boşluğuna ait oluşum belirtileri 3. haftada görülmesine rağmen, dişlerin gelişimine ait ilk belirtiler 6.haftaya rastlamaktadır. 7.haftadan itibaren dişlerin tomurcukları hafta hafta belirmeye başlar.
süt dişleri nasıl tanınır?
Süt dişleri, çocuk altı aylıkken çıkmaya başlar ve 2.5 yaşında alt ve üst çenede 10ardan (20) tane olarak tamamlanır. Süt kesicileri ve süt kaninleri, kalıcı dişlere göre daha küçüktür. Süt azıları da kalıcı azılara göre daha küçük yapıdadır.
Çocuk büyüdükçe, süt dişlerinin kökleri altında yer alan kalıcı dişin kökü, sürme etkisiyle erimeye başlar; kök tamamen eriyip dişin yalnız kuronu kalınca da diş kendiliğinden düşer.

Bakınız, Çocuk Ağız ve Diş Sağlığı
hangi diş ne zaman çıkar?
İlk diş yaklaşık altı aylıkken çıkar. Akıl dişleri de 18-20 yaşında... Demek ki diş çıkarma süreci, insanın 20 yılını alır. Ama hangi diş kaç yaşında çıkar? Bunu özetleyen bir tablo hazırlanmış ve aşağıda verilmiştir. Tablodaki yaşların yaklaşık rakamlar olduğunu; 1-1,5 yıl önce veya sonra sürmesi gereken dişin vakitsiz sürebileceğini, bazen de gecikmeler olabileceğini belirtmeliyiz.
DİŞLERİN SÜRME TABLOSU


SÜT DİŞLERİ



SÜRME



DÜŞME



KALICI DİŞLER



SÜRME

I
II
III
IV
V
Orta kesiciler
Yan kesiciler
Kaninler
1.süt azıları
2.süt azıları
6-12 ay
6-12 ay
18-24 ay
12-18 ay
24-30 ay
7 yaş
8 yaş
10 yaş
9 yaş
11 yaş
1 Orta kesiciler
2 Yan kesiciler
3 Kaninler
4 1. Küçük azılar
5 2. Küçük azılar
6 1. Büyük azılar
7 2. Büyük azılar
8 3. Büyük azılar
7 yaş
8 yaş
10 yaş
9 yaş
11 yaş
6 yaş
12 yaş
18 yaşından sonra






ısırma ve öğütme nasıl gerçekleşir?


Kesici dişler, yiyecekleri ısırmaya ve kesmeye yararlar. Üst diş kavisi, alt diş kavisinden daha geniştir ve onu her yönde taşar. Alt çenenin aşağıya kaymasıyla ağız açılır ve lokma kesici dişlerin arasına girer. Ağız kapatılınca, ısırma hareketi ile üst kesiciler alt kesiciler üzerinde bir makasın ağzı gibi kayar ve yiyecekleri koparır.


Öğütme işlemi alt çene eklemi ve çiğneme kaslarının uyumlu çalışması ve yana hareketlerle gerçekleşir.


Besinleri iyi öğütebilmek için diş dizilerinin düzgün ve eksiksiz olması şarttır.



diş etinin yapısı


Bir dişin dışarıdan sadece taç kısmı görülür ve diğer kısımları çene kemiği içinde gizlenmiştir; üzeri dişeti dokusu ile örtülüdür.


Diş eti, sert, lifli ve kan dolaşımı ile iyi beslenen bir yapı olup; normal rengi uçuk pembedir. Sert ve kemiğe sıkı-sıkıya yapışan 4-5 mmlik dişeti daha yumuşak bir bağlantı ile yanak ve dudak içini döşer; bu yapıya Mukoza denir. Yanak ve dudakların iç yüzü ile diş dizileri arasında Vestibül = Dalız yer alır.


tükürüğün bileşimi ve etkisi nasıldır?

Yeni doğan bebeğin ağzı sterildir (mikropsuzdur), fakat birkaç dakika sonra kirlenir ve yaşam boyu da mikroplu kalır. Öyleyse neden hastalanmıyoruz? Çünkü ağızda bulunan bakterilerin çoğu hastalık yapmayan mukoza (saprofit) türdendir. Ancak vücudun direnci kırılınca bu bakteriler hastalık etkeni olabilir. Ağızda bulunan bakterilerin hepsi Ağız florasını oluşturur.




Diğer yandan, ağız boşluğunun çok önemli bir koruyucusu daha vardır: Tükürük. Kulak önü, çene altı ve dil altı bezleri tarafından üretilen renksiz, özel kıvamda, akıcı bir sıvı olan tükürük, üretildiği bezlerden kanalcıklar aracılığı ile ağız boşluğuna taşınır. Bezler günde 5 litreye yakın tükürük üretirler. Kulak önü tükürük bezinin kanalı, üst 1. büyük azı yakınında; diğer tükürük bezlerinin kanalcıkları da dil altında ağza açılırlar. Tükürük içinde bakterilerin üremesini durduran fermentler, fluor ve kalsiyum tuzlan bulunur. Tükürük kanallarının açıldığı yerde diş taşlarının fazla birikmesi, bileşimindeki kalsiyum tuzlarının çökelmesi nedeniyledir. Tükürüğün ağız ve dişlere yararlı etkileri şöyle özetlenebilir;


1- Tükürük, dişleri mekanik olarak temizler.


2- Tükürük, dişleri çürümekten korur.


3- Tükürük, içinde bulundurduğu mayalarla ağız mukozasını korur.

çürük tedavisi:
diş sert dokularının madde kaybı ile birlikte ilerleyen hastalığına çürük denir. diş sert dokularında kaybolan maddeyi yerine koyacak bir yenileme ya da tamir olayı olmaz. yani çürükte madde kaybının dokularca tamir olanağı yoktur. ayrıca çürük boşluğu çürütücü etkenlerin yerleşmesi, gelişmesi ve korunması için bir barınak teşkil eder.bu nedenle çürük tedavisinde başlıca iki çaba vardır: Çürütücü etkenlerin barınağını ortadan kaldırmak ve dişteki madde kaybını birtakım dolgu malzemeleri ile gidererek tekrar iş görür hale getirmek... eğer elimizde çürüyerek kaybolan diş dokularını fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerine sahip ve tedavi edilecek dişe mükemmel bir şekilde yapışıp kaynaşabilecek bir dolgu maddesi bulunsaydı çürüğü temizlemek ve doldurmak basit bir işlem olurdu. ancak bugün bu özelliklerin tümüne sahip bir dolgu maddesi olmadığı için, ön dişlerde estetiği arka dişlerde de dayanıklılığı sağlayan çok çeşitli dolgu maddeleri kullanılmaktadır. bu maddelerin değişik özellikleri nedeniyle dolgu yapma tekniklerinde en uygun şekil ve yöntem dişten dişe değişmektedir.
Ayrıca bakınız, çürükler
çürük tedavisinde kullanılan malzemeler nelerdir?
  • çinko içerikli genelde geçici amaçla kullanılan maddeler
  • kalsiyum içeren dişi iyileştirici özelliğe sahip maddeler
  • gümüş, kalay, çinko,altın içeren dayanıklı maddeler
  • cam, alüminyum, fosfat ve yapay reçinelerin bir karışımı olan estetik amaçlı kullanılan maddeler
  • alüminyum silikat cam partiküllerinden oluşan çok çeşitli amaçlar ile kullanılan maddeler
  • ağız dışında hazırlanıp dişe yapıştırılan (bonding) blok malzemeler
diş gangreni nedir?
Dişin pulpa tabakasının (sinir-damar ağı) mikroorganizmalarca işgali sonucu canlılığını kaybettiği bazı durumlarda içerdiği protein, karbonhidrat ve yağların kimyasal olaylar sonucu parçalanmasıdır. çürüğe meyilli dişlere sahip bireylerin daha çocuk yaşlardayken ilk çıkan daimi dişlerinde bile aşırı çürük sonucu pulpa gangrenine rastlanabiliyor.
diş gangreninin sebepleri nelerdir?
Ani darbelerle dişin kırıldığı durumlarda olabildiği gibi sürekli ve yavaş yavaş etki yapan yüksek dolgular, sızıntılar, sinire ulaşan çürükler de dişin ölümüne sebep olabilir.
diş gangreninin tedavisi var mıdır?
Dişi canlı olarak ağızda tutmak için artık çok geçtir. yapılacak tedavi şekli dişin ortasındaki bozulmuş yapıların temizlenmesidir KANAL TEDAVİSİ. en son çare ise ne yazık ki çekimdir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:00
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
25 Şubat 2007       Mesaj #316
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
BAŞ AĞRISINI HAFİFE ALMAYIN

SAMSUN -
Daha önce hissedilmeyen baş ağrısının beyin kanserinin habercisi olabileceği belirtildi.
Ondokuzmayıs Üniversitesi Nöroşirurji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Cengiz Çokluk, diğer organlarda olduğu gibi insan organizmasının merkezini oluşturan ve her şeyi kontrol altında tutan beyinde de kanser görülebileceğine işaret etti.
Beyin kanseri görülmesinin nadir bir durum olmadığını söyleyen Çokluk, beyinde iki çeşit kanser görülebileceğini belirterek, ''Bunlardan birisi, beyini oluşturan hücrelerden kaynaklanan kanser tipleri, diğeri ise vücudun diğer bölgelerindeki kanserin beyine yayılmasıdır'' dedi.
Diğer kanser çeşitlerinin beyine yayılması olayına ''metastaz'' adının verildiğini ifade eden Çokluk, kan yoluyla yayılan kanserlerin büyük çoğunlukla beyine de yayıldığını vurguladı.
Beyin tümörlerin fark edilmesinde baş ağrılarının ciddiye alınması gerektiğini vurgulayan Çokluk, ''Hastalar daha önce hissetmedikleri baş ağrısından şikayet ederek doktora başvururlar. Aniden hissedilen baş ağrıları beyin kanserinin habercisi olabilir.''
Hastalığın, bulantı kusma, iştahsızlık ve vücudun bir tarafında güçsüzlük gibi belirtileri de olacağına dikkat çeken Çokluk, kesin teşhis için ileri tetkikler gerekeceğini sözlerine ekledi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:00
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #317
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
SAĞLIKLI YAŞAMIN SIRLARI

1-Suyu seviniz. Gune iki bardak su icerek baslayip, gun boyunca 2- 2,5 litre su tuketmeye calisiniz.

2-Her sebze ve meyveyi mevsiminde en az iki defa tuketiniz. Doganin tamamini kullanmis sayilirsiniz.

3-Cocuklar icin sutu, buyukler icin de ozellikle yogurdu her gun sofranizdan eksik etmeyiniz. Yasamin sirlarindan biri olan probiyotikleri bunyenize almis olursunuz.

4-Hasta olmasaniz bile, sifali otlari/bitkileri kullanarak vucut direncinizi (immun sistemi) kuvvetli tutunuz.

5-Evinizde kurutulmus nane, ihlamur, adacayi, kekik, kusburnu, feslegen, keten tohumu, zencefil, corekotu, gunluk, yesil cay ile sogan ve sarimsagi her zaman bulundurunuz. Her gun bunlardan en az birini kullanmaya calisiniz ki bunlar vucudunuzun koruyucu sovalyeleridir.

6-Sarimsak, sogan, tere, maydanoz, nane, dereotu, roka, feslegen turu yesillikleri fazla tuketiniz. Bunlar vucudunuzun yakin korumalaridir.

7-Salatanizi mumkun oldugu kadar cok cesitten olusturunuz.

8-Hazir corbalar yerine kendi yaptiginiz corbalari tercih ediniz. Gidanin en dogalini elde etmis olursunuz.

9-Kis icin ev yapimi domates salcasini tercih ediniz. Domates tanrinin bize armagani harika bir antioksidandir.

10-Katki maddeleri iceren gidalari, mevsim disi sebze ve meyveleri fazla tuketmeyiniz. Bunyenizi fazla dinamitlememis olursunuz.

11-Yilda dort kez, on bes gun hic et tuketilmemesi yararlidir.

12-Gunluk 3-4 adet badem, ceviz ve findik almaniz sizi her daim kuvvetli kilar,

13-Haftada en az 2 kez bakliyat ve balik tuketmege calisiniz.

14-Sicak yemekler icin toprak, celik ve cam kaplari tercih ediniz.

15-Kis aylarinda tulum peyniri, portakal, limon, greyfurt, mandalina ve kusburnu tuketimini artiriniz.

16-Kisin disarida isleriniz yogun ise; gune pekmez icerek baslayiniz. Bu uygulama vucudunuzun antifrizidir.

17-Zihinsel calisiyorsaniz kuru uzum yiyiniz. Beyniniz enerjisiz kalmasin.

18-Ekmek tercihinizi kepekliden yana kullaniniz. Bagirsaklar kepekli tam posalarla tanissin.

19-Her sabah 20 dakika derin nefes alip verme calismasi yapilmasi, her nefes alimlarinda 4-5 saniye nefesin icimizde tutulmasi cok yararlidir. Dogru nefes aldigin kadar hafiflersin.

20-Sabahlari ofis ve evinizi 5 dakika tam havalandirarak maksimum duzeyde oksijen, gunluk 30 dakika tempolu yurumekle de tum organlarinizi kazanirsiniz.

21-Gulmeyi hic ertelemeyiniz. Ruhunuzun en iyi ilaclarindandir.

22-Gece uyku ortaminin karanlik olmasi, yorgunluk durumlarinda ise ogleyin kisa sureli uykular iyidir. Vucudumuzdaki pek cok restorasyon islemi gece, kisa sureli uykularda da gunluk tamiratlar yapilmaktadir.

23-Firsat buldukca topraga ciplak ayakla basiniz. Tum olumsuzluklariniz topraga gecer.

24-Her gun 5 dakika gozlerinizi kapatip hicbir sey dusunmemeyi ogreniniz. Bu sizin yeniden dogumunuz gibidir.

25-Yasaminiz boyunca, vucudunuzu cok kotu usutmemeye calisiniz.

26-Kahvalti masanizda bali her daim bulundurunuz. Bin bir cicegin ozutudur o.

27-Yag tercihinizi genelde zeytinyagindan tarafa kullaniniz. Vucudunuz hep bunu bekler.

28-Kahvaltinin mutlaka tam yapilmasi, ogle ogununun orta, aksam ogununun de hafif alinmasi her daim iyidir.

29-Tuz ve sekeri bunyenize olculu aliniz. Bunlarin azi karar fazlasi hep zarardir.

30-Margarinleri fazla kullanmamak cildinize, kalbinize ve damarlariniza verdiginiz en buyuk oduldur.

31-Gunluk bir elma ve bir havucun bunyenizde harikalar yarattigini unutmayiniz.
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
6 Mart 2007       Mesaj #318
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
Tıp dünyasında Aspirin krizi...
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler


Aspirin'in zararları ile ilgili açıklamalar tıp dünyasında sarsıntı yarattı. Bebe aspirini de tehlikeli mi?
Harvard Üniversitesi’nin araştırmasında, her gün kullanılması halinde erkeklerde kalp krizi riskini artırdığı ortaya çıkan aspirin tıp dünyasında tartışma yarattı.

Aspirini sürekli kullananlara düzenli olarak tansiyon muayenesi yaptırmalarını öneren Amerikan Kalp Vakfı, doktorlara ise başka bir çağrıda bulundu. Vakıf, tedavinin ilk aşamasında ağrı kesici reçeteler yazmak yerine, doktorların hastalara fiziksel terapi, egzersiz, zayıflama, eklem üzerindeki baskıları azaltma ve soğuk-sıcak tedavileri uygulamalarını önerdi.

TÜRK HEKİMLER NE DİYOR?

Asprinle ilgili görüşlerini açıklayan Acibadem Kadıköy Hastanesi Kardiyoloji Kliniği Sorumlusu Dr. Nuri Çağlar, kanı sulandırmak için aspirin alanlara bebe aspirinini önerdi.

* Hergün aspirin alınabilir mi?
Her gün aspirin almayı gerektirecek bir durum yoksa alınmasına gerek yok. Aspirinin yan etkileri varsa, hiç almamak gerekir. Aspirin kanı sulandırır ve damar içi pıhtı oluşmasını engeller. Ancak doktor vermediği sürece alınmamalı.

* Hergün alınırsa ne gibi sakıncası var?
Hergün alınabilir ama eğer hastada mide kanaması veya 12 parmak bağırsağında kanamaya yatkınlık olmamalıdır. Pıhtılaşma problemi olan hastaların alması da sakıncalıdır. Bunları bilmeden hergün aldığınızda ortaya sakıncalı durumlar çıkabilir.

* Ailede kalp ve damar hastalıklarına ya da yüksek tansiyona yatkınlık varsa, hergün aspirin almak doğru mudur?
Ailede genç yaşta inme ve kalp damar hastalığı varsa, aspirin almayı engelleyen sorunlar yoksa, alınmasında yarar vardır. Yararlılık daha çoktur.

* Bebe aspirini ile normal aspirin arasındaki fark nedir?
Biri 80, diğeri 150-300 miligramdır. Etki mekanizması aynıdır. Yaptığı etki birbirinin aynıdır. Tabii ki kan sulandırma etkisinden bahsediyoruz. Ağrı kesici özelliği değil.

* Hangi durumlarda günde bir aspirin almalıyız?
İnme yatkınlığı ve inmesi olanlar, koroner arter yatkınlığı olanlar veya tespit edilenler almalıdır.

(Haber: Ayla Özcan/Vatan)
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
6 Mart 2007       Mesaj #319
vain - avatarı
Ziyaretçi
KALP KRİZİ RİSKİNİ 7 FAKTÖR İLE ORTADAN KALDIRIN

Bir kişinin hiçbir risk faktörü altında olmasa bile hayatı boyunca kalp krizi geçirme riski yüzde 1’dir. Ancak; yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, sigara kullanımı , ailede kalp hastalığı öyküsü, hareketsiz yaşam ve 40 yaş üzeri olma gibi faktörler, kişinin kalp krizi geçirme riskini yüzde 50 oranında artırıyor.

Ancak kalp krizi geçirme riskini en aza indirmek kişinin elinde. Sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam kalp krizini önlemenin en etkili ve klasik yolları. Ancak göz ardı ettiğimiz bazı ayrıntılar var ki, işte onları uygulamak bu riski en aza indirmeye yeterli oluyor.

Özel Hizmet Hastanesi Kalp Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Hamulu’ya göre 7 risk faktörünü ortadan kaldırmak, kalp krizi riskini yarı yarıya azaltıyor.

Mutlu evlilik kalbi koruyor

Düzenli ve mutlu bir evlilik, kalp krizi riskini düşürmektedir. Evli olmak, genelde toplumda kabul görme anlamına geldiği için evli olan insanlar toplumda sosyal barışı yakalar ve bunun getirdiği stres faktörlerinden de uzak olurlar. Mutlu bir evlilik ve düzenli bir yaşam, kişinin kafasındaki bir takım sorumlulukların eve yönlendirilmesine neden olur. Her şeyden önce eş ve çocuklar ile belli sorumluluklar düşünülür. Bu durum kadın için de erkek için de geçerlidir. Bekar insanların konsantrasyonları dağınık olur. Sosyal açıdan da toplum tarafından kabul görmedikleri için büyük bir stres altına girerler. Bu stres de kalp krizi riskini tetiklemektedir.

Gülmek kalp sağlığı için çok yararlı

Gülmek ve ağlamak…

Klinik olarak ağlamak ve gülmek aslında aynı şey. Yani her ikisi de duyguların boşalması anlamına geliyor. Genellikle aşırı üzüntü, öfke, aşırı yük gibi faktörler ağlama ya da gülmeye neden oluyor. Kişi gerçekten durumu kafasında algılayarak mizah duygusu ile hareket ederek gülerse, büyük oranda rahatlar. Gülmek, keyif hormonlarını salgılar ve stres hormonlarının baskılanmasına yardımcı olur. Bu sayede kalbe zararlı olan faktörler de ortadan kalkar.

Çevrenizdeki olayları dert edinmekten kaçının

Savaşlar, doğal afetler ve patlayan bombalar kalbi yorar. Anlık üzülmeler kalbe çok büyük zarar vermez. Yani kişinin bir yakınını kaybetmesi halinde üzülmesi çok olağan bir durumdur, bunun dışında hareket etmesi düşünülemez. Ancak kişilik yapısı üzülmeye çok meyilli olan insanlar kendisi dışında çevresinde gelişen olaylara ve insanların yaşadıklarına çok hassas yaklaşabilir. Sürekli kederlenebilir ve olayları kendine dert edinebilir. Bu durum özellikle doğu kültürlerinde çok yaygın ve insanlar kendilerine acı çektirebiliyorlar. Günlük yaşantıda bunun dışına çıkabilmek çok önemli. Çevredeki olayların çok fazla etkisi altında kalmak ve onlar için kederlenmek, kalbe oldukça zararlı. Çünkü kişinin sürekli kendini memnun ve mutlu edecek bir şeyler bulması, kalp krizi geçirme riskini düşürüyor. Mutluluk, var olan hastalıklarının ilerlemesi de yavaşlatıyor. Bizim hastalara önerilerimiz, kendilerini mutlu edebilecek ayrıntıları yakalamaları. Bunun için bir uğraş bulmak, bahçe işleri, hayvan besleme, beyni mutluluk verici detaylarla doldurmak gerekir. Savaşlar, doğal afetler, patlayan bombaları sürekli düşünmek kalbi hırpalıyor.

Aşık olun

Kişi aşık olduğu zaman fizyolojik açıdan vücutta bazı yararlı hormonlar salgılanır. Bu hormonların kalp sağlığı üzerinde çok olumlu etkileri vardır. Aşk kişi için çok büyük bir konsantrasyondur. Kişiyi olumsuz çevreden koparıp, tek başına keyifli hale getiren bir olgudur.

Sürekli masa başında çalışıyorsanız, kol ve bacaklarınızı çalıştırın

Sürekli masa başında olan insanların kalp hastalıklarına yakalanma riski çok yüksektir. Bu kişilerin öncelikle masa başından kalkmaları gerekir. Hareketsiz olarak 2 saati masa başında geçirmek ciddi bir kalp krizi riski oluşturmaktadır. Öncelikle günlük 45 dakikalık yürüyüş yapmak çok önemlidir. Otururken yapılabilecek egzersizler çok önemlidir. Bunlar; boynunuzu çevirin, bacaklarınızı karnınıza çekip uzatın, pedal hareketi yapın ve kollarınızı arkaya doğru açarak gerin.

Öğlen bir saat uyuyun

Öğle saatlerinde ya da öğle sonrası bir saatlik uyku, son derece dinlendiricidir ve vücuttaki bütün stresi alır. Uyuduktan sonra geri kalan zamanı daha verimli değerlendirmeyi sağlar. Öğle uykusu uyuyanların uyumayanlara göre kalp krizi geçirme riski yarı yarıya düşmektedir. Çünkü uykuda beden ile birlikte ruhsal dinlenme de vardır. Fizik olarak uykusuzluğa dayanılabilir ama ruhsal olarak dayanmak mümkün değildir. Ruhsal gerilim de vücutta zararlı hormonların salgılanmasına neden olur bu da kalp krizi riskini tetikler.

Doğum kontrol hapı kullanmayın

Doğum kontrol hapı kullanımı, kalp damarlarında pıhtılaşma meylini artırmaktadır. Bu pıhtının damarların dışında akciğerlerde ve beyinde oluşma riski de çok yüksektir. Doğum kontrol hapını çok büyük bir mecburiyet yoksa kullanmamakta yarar vardır. Hele ki kişide kalp hastalığı söz konusu ise doğum kontrol hapından kesinlikle uzak durması gerekir. Çünkü uzun kullanımlarda damar içindeki pıhtı

DAHA ZAYIF OLMALIYIM DERKEN SAÇLARINIZDAN OLMAYIN

Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Ayfer Bankaoğlu, şok diyetlerin saç dökülmesi üzerindeki etkisi hakkında bilgi verdi.

Şok diyetler ve bu diyetlerin yol açtığı kansızlık saçların güçsüzleşmesiyle birlikte hızla dökülmesine neden oluyor.

Şok diyetler saç dökülmesine neden oluyor!

Şok diyetler, hızla dökülen, cansız, çabuk kırılan saçlara neden oluyor. Dengeli ve uzun sürede verilen kilo ise saç sağlığını olumlu yönde etkiliyor. Kullandığınız şampuanlar ve bakım ürünlerinin saçlarımıza ne kadar etkisi olduğunun önemi yoktur. Çünkü saç, köklerinden ve kan yoluyla beslenir. Yani saçlarımızı sadece yediklerimiz besler. Bu nedenle saçlarımızın sağlıklı kalabilmesi için önemli olan yeterli ve dengeli beslenmedir. Ağır ve bilinçsizce zayıflamak için yapılan diyet sonrasında saçlar beslenemeyeceği için ciddi saç kayıpları oluşabilir. Bu kayıpların tedavisi de zaman alan bir süreçtir. Çünkü ağır diyet sonrası kansızlık dediğimiz Anemi (demir eksikliği anemisi) görülebilir. Bütün besin ve vitaminlerin eksikliğinin yanı sıra tabloya eklenen demir eksikliği saçın daha yoğun dökülmesine neden olur. Saçlar yeniden kazanılır. Ancak bu tedavinin zaman ve sabır gerektiren uzun bir süreç olduğu unutulmamalıdır.

Hangi besinler saç sağlığını doğrudan etkiliyor?

Saç sağlığını korumanın yolu düzenli ve dengeli beslenmekten geçer. Son yıllarda fast-food tarzı beslenme alışkanlıklarının hızla arttığını görüyoruz. Bu tarz dengesiz ve düzensiz beslenme alışkanlıklarının saç sağlığı üzerindeki zararları her geçen gün artıyor. Sağlıklı ve dökülmeyen saçlar istiyorsanız beslenmenizde protein, çinko, B 12 vitaminleri, folik asit ve bakır eksikliği olmamasına özen göstermeniz gerekiyor. Bu besinlerin eksikliği saç sağlığınızı olumsuz yönde etkiliyor.

Sigara kullanımının saç üzerindeki etkileri nelerdir?

Düzenli sigara ve alkol kullanımı tüm sağlığı etkilediği gibi saç sağlığını da olumsuz yönde etkiliyor. Alkol ve sigara kullanımını alışkanlık haline getirmek saçların ölmesine neden oluyor. Özellikle sigara kullananlarda saçların erken beyazladığı saptanmıştır. Ayrıca sigara saçlarda yağlanmaya ve kırılmaya da neden olmaktadır.

Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Ayfer Bankaoğlu’nun önerileri:

-Diyet yapmak isteyenlerin bunu bir beslenme uzmanının kontrolünde yapması ve bilinçsizce yapılan diyetlerden uzak durmak.

-Karbonhidrat ağırlıklı beslenmeden kaçınmak, protein ağırlıklı beslenmeye özen göstermek.

-Uyku saatlerini düzenli ve günlük yaşamınızı aksatmayacak hale getirmek.

-Stresten uzak durmak.

-Çinko, B12, bakır, folik asit içeren besinler tüketmek.

-Sigara ve alkol kullanımını alışkanlık haline getirmemek. Mümkünse ikisinden de uzak durmak.

-Antioksidan yiyeceklere (sebze meyve gibi) sofranızda yer vermek. Fast food tarzı beslenme alışkanlıklarından uzak durmak.

-Uzman kontrolü dışında saç sağlığınız için önerilen ilaçları kullanmamak.
Son düzenleyen vain; 6 Mart 2007 15:55 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #320
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
BÖBREK SAĞLIĞI

“Böbrekleriniz sağlıklı mı?” Eczacıbaşı Topluluğu’ndan 8 Mart Dünya Böbrek Günü’nde anlamlı kampanya
Eczacıbaşı Topluluğu, böbrek sağlığı konusunda toplum bilincini artırmak amacıyla Türk Nefroloji Derneği ve Türk Böbrek Vakfı işbirliğiyle yeni bir kampanyaya imza atıyor. “Böbrekleriniz Sağlıklı mı?” adlı kampanya, böbrek hastalıklarında erken teşhisin önemine dikkat çekmeyi amaçlıyor. 01-11 Mart tarihlerini kapsayan “Böbrekleriniz Sağlıklı mı?” kampanyası ile böbreklerin sağlık üzerindeki kritik önemi ve tedavi seçenekleri konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi de hedefleniyor.
“Böbrekleriniz Sağlıklı mı?” kampanyasının duyurulması için gazete ilanlarının yanı sıra, TV ve sinemalarda gösterilmek üzere 30 saniyelik bir kısa film hazırlandı. Kanyon’da kurulan standlarda dağıtılan broşürler ve su sebilleriyle de kamuoyunun böbrek sağlığı konusunda bilinçlendirilmesine katkı sağlanıyor. Kampanyanın medya sponsorluğu ise, Kanal D, CNN Türk, Hürriyet ve Mars Entertainment Group üstleniyor.
Türk Böbrek Vakfı’ndan “Dünya Böbrek Günü” paneli
8 Mart ‘ta Türk Böbrek Vakfı tarafından Eczacıbaşı Topluluğu’nun desteğiyle düzenlenen panelde Türkiye’de böbrek sağlığı politikalarının değerlendirmesi yapıldı. Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof.Dr. Sebahattin Aydın ve Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Öner Odabaş’ın katıldığı panelde Eczacıbaşı Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı da bir konuşma yaptı. Bülent Eczacıbaşı konuşmasında “Böbrek yetmezliği insanların sağlıklı yaşamasını engelleyen, hayat standartlarını zorlayan, ekonomik sıkıntıları beraberinde getiren kronik bir sağlık problemidir. Bu sebeple Eczacıbaşı Topluluğu olarak düzenlediğimiz kampanyanın yurt geneline yayılması için elimizden geleni yapacağız” dedi.
Prof. Dr. Şükrü Sever’in dünyada böbrek hastalıklarının genel durumuna ilişkin bilgi verdiği panelde, Türk Böbrek Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Timur Erk, vakıfların kronik böbrek yetmezliği ile mücadeledeki rolüne değindi.
Yaklaşık 42 bin diyaliz hastasının bulunduğu Türkiye’de son bir yılda hasta sayısında yüzde 10 artış görüldü. Son dönemde böbrek yetmezliği hastalarının yüzde 76’sı hemodiyaliz, yüzde 13’ü periton diyalizi, yüzde 11’i ise böbrek nakli ile tedavi ediliyor. Diyaliz tedavisi gören bir böbrek hastasının devlete bir yıllık maliyetinin 28 bin dolar olması, böbrek yetmezliğinin ülke ekonomisi üzerindeki önemine de işaret ediyor.
Yüksek tansiyon ve diyabet, böbrek yetmezliğine yol açabiliyor
Yapılan istatistikler her 10 kişiden birinin böbrekleriyle ilgili bir rahatsızlığı olduğunu ortaya koyuyor. Böbrek hastalıklarının sinsi bir şekilde ilerlemesi, kronik böbrek yetmezliği oluşmadan önce erken teşhisin önemini artırıyor. Diyabet ve yüksek tansiyon, böbrek yetmezliğine neden olan rahatsızlıkların başında geliyor. Bu tip rahatsızlıkları olan kişilerin bir nefroloji uzmanı tarafından takip edilmeleri ve tedavilerinin düzenlenmesi, uzun bir süre diyalize ihtiyaç duymadan hayatlarını devam ettirebilmelerine olanak sağlıyor.
Böbrek rahatsızlıklarının belirtileri arasında halsizlik, idrar anormallikleri, kusma, bulantı, vücutta şişme, kan basıncında yükselme, uyku hali, kansızlık, ciltte renk değişikliği, kaşıntı, iştahsızlık ve baş dönmesi yer alıyor. Böbrek yetersizliği teşhisi için basit bir idrar ve kan testi yeterli oluyor.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 17:45

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış