Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 20

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 597.692 Cevap: 719
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
17 Haziran 2006       Mesaj #191
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
DAHA ZEKI OLMAK ICIN SAKIZ CIGNEYIN ?!!!

Sponsorlu Bağlantılar

Sakız çiğnemek pek de yararlı bir uğraş olarak görülmez. Hatta kimilerine göre ciddiyeti

bozar. Ancak İngiltere de yapılan bir araştırma sakız çiğnemenin yararlarını ortaya

çıkarttı. İlginç deney ve sonuçları.

İngiltere de yapılan bir araştırmada, sakız çiğnemenin zekayı geliştirebileceği sonucu

alındı.

Northumbria Üniversitesi ve Bilme-Kavrama Araştırma Birimi nin ortak araştırmasına göre,

sakız çiğnemenin düşünme ve anımsama gibi idrakla ilgili işlevlerde olumlu etkileri

belirlendi.

Üniversitenin Sinirbilimi bölümünden araştırmacı Andrew Scholey, araştırma sonuçlarını

çok açık olarak değerlendirirken, sakız çiğnemenin hafızayı olumlu etkilediğini belirtti.

Scholey, Sakız çiğneyen kişilerin hafıza testlerinde daha başarılı olduklarını ve daha çok kelime hatırladıklarını gördük dedi.

Sakızın naneli ya da mentollü olmasının bir fark yaratmadığını belirten Scholey, en önemli

unsurun sürekli sakız çiğnemek olduğunu ifade etti. Andrew Scholey, araştırmaya katılan 75

kişinin, sakız çiğnemeyenler , gerçekten sakız çiğneyenler ve yalandan sakız çiğneyenler

şeklinde gruplara ayrıldığını belirtti.

Araştırma sırasında deneklere resim, kelime ve telefon numarası hatırlatmaya yönelik

sorular sorulduğunu kaydeden Scholey, Testlerden sonra gerçekten sakız çiğneyenlerin, sakız

çiğnemeyenlere göre kalp atışları dakikada 3 kez, yalancı çiğneyenlere göre ise 1.5 kez

hızlı attı. Kalp atışındaki artışın, idrakı artıracak derecede beyne oksijen ve glikoz dağıtımını yükseltmiş olabileceğini düşünüyoruz dedi.

Sakız çiğnemenin, ağzın sulanmasına bağlı olarak insülinin yükselmesine neden olduğu

olasılığı üzerinde de durulduğunu belirten Scholey, Beyinde, öğrenme ve hatırlama için

önemli olan insülin alıcı sinirlerin bulunduğu biliniyor dedi.


Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Haziran 2006       Mesaj #192
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
romatızmaya 'esrar 'engiz ilaç
  • Kendir gibi esrar cinsinden bitkilerin romatizmal eklem ağrılarını giderdiği tıbbi denemelerle kanıtlandı.
    Sponsorlu Bağlantılar

    Araştırmacılar, uyuşturucunun ağız spreyi olarak alınması sonucu hareket etme ve istirahatın daha az ağrılı hale geldiğini bunun yanı sıra uyku kalitesinin arttığını kaydetti.

  • Tedavide en önemli rolü uyuşturucunun neden olduğu ‘bulut’ ruh halinin oynadığını söyleyen bilim adamları şimdi bulgularını daha büyük çaplı denemelerle destekleyip bu sayede İngiltere’deki 600 bin romatizma hastasına yardımcı olmak istiyor.

  • Ağrıları kesti

  • Bath Üniversitesi’nden kemik profesörü David Blake başkanlığınıda bir grup bilim adamının yaptığı araştırmanın sonuçlarını yayımlayan tıp dergisi, sonuçları ‘istatistiki olarak önemli’ diye niteledi.

  • Sıfırın hiç ağrı yok anlamına geldiği 0-10 arası ağrı derecelendirmesinde, ağızdan sprey yoluyla esrar alanların ağrılarının yediden 4.8′e düştüğü belirlendi.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #193
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Az uyku kadınları şişmanlatıyor

ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, az uykunun orta yaşlı kadınlarda (40 ila 65 yaşları) açık bir şekilde kilo almaya neden olabileceği belirlendi.


Uyku ile kilo alma arasındaki bağlantı konusunda şimdiye dek yapılan en kapsamlı araştırmada, geceleri 5 saat veya daha az uyuyan kadınlarda, 7 saat uyuyanlara oranla en az 15 kilo alma riskinin yüzde 35 olduğu belirlendi.

San Diego kentinde yapılan American Göğüs Hastalıkları Vakfı yıllık konferansında sunulan araştırmaya göre, geceleri 5 saat veya daha az uyuyan kadınların, 7 saat uyuyanlara oranla yüzde 15 daha fazla obez olma riski bulunduğu ortaya çıktı.

Bulgular, ABD'de hemşirelerin sağlığı konusunda 68 bin 183 orta yaşlı kadın üzerinde yapılan ve 16 yıl izlenen araştırma çerçevesinde elde edildi. Araştırmaya katılan hemşireler, 1986'dan itibaren uyku alışkanlıkları ve kiloları konusunda iki yılda bir araştırmacıları bilgilendirdiler.

Araştırmaya göre, geceleri 5 saat veya daha az uyuyan kadınlar, 10 yıl sonunda ortalama 2,5 kilo alırken, 7 saat uyuyanlar 0,7 kilo aldılar.

Araştırmayı yürüten Cleveland'daki Case Western Reserve Üniversitesi'nden Profesör Dr Sanjay Patel, bu miktarın önemsiz gibi görünebileceğini ancak, bunun ortalama bir rakam olduğunu, çünkü pek çok kadının çok daha fazla kilo aldığını söyleyerek, "Az miktarda alınan kilo bile kalp ve diyabet hastalığı riskleri doğurabilir" dedi.


kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #194
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Sosyal Fobi Nedir?

SF (Sosyal Fobi): Utanç verici bir duruma düşmekten, onaylanmayacak bir davranışta bulunmaktan, alay edilmekten, rezil olmaktan, eleştirilmekten, reddedilmekten, beğenilmemekten, olumsuz olarak değerlendirilmekten duyulan korku.
SF anksiyete bozukluklarından biridir ve sosyal anksiyete bozukluğu olarak da isimlendirilir. Yunanca kökenli bir kelime olan fobinin bire bir çevirisi korkudur. Fobi kavramı psikolojide irrasyonel (gerçekçi olmayan, akıl dışı) ve aşırı korkular için kullanılır.
SFyi basitçe utangaçlık veya aşırı utangaçlık olarak tanımlamak bence doğru olmaz. SF utangaçlığın ötesinde utanma korkusudur ve bundan fazlasını da kapsar. Başkalarının beklentilerine fazla önem verme, kendi isteklerini açıkça ortaya koyamama, hayır diyememe, aşırı düzeyde kendinin farkında olma, kendini fazla eleştirme, hataları gözünde büyütme, incelendiği düşüncesiyle kalabalık ortamlarda göz önünde bulunmaktan rahatsızlık duyma gibi eğilimler SFlilerin belirgin nitelikleri olarak sayılabilir. SFnin temelinde onaylanmama korkusu vardır ve "Başkaları ne der?" sorusu arttıkça SFye yatkınlık da artar.
SFyle aynı kategoride değerlendirebileceğimiz çekingen kişilik bozukluğu da kendine güven eksikliği ve düşük özsaygı, sosyal becerilerde yetersizlik inancı, kabul göreceğinden emin olmadıkça sosyal ilişkiye girmekten kaçınma gibi belirtileri içerir.
SFnin Yaygın Olarak Ortaya Çıktığı Durumlar
SFliyi korkutan çok farklı ortamlar bulunabilir. Bunların ortak özelliği diğer insanlarla -en azından aynı ortamın paylaşılmasıyla- bir ilişki içinde olunmasıdır. SFliler genellikle yalnızken rahattırlar. Bu rahatlığın bozulması -genelleşmiş bir SFnin göstergesi olarak- insanın bulunduğu her ortamda gerçekleşebileceği gibi, SF belli durumlara ya da konulara özgü de olabilir.
İşte birkaç örnek:
  • Cinsellik
  • Sınava girme
  • Tartışmaya girişme
  • Genel tuvaletlere gitme
  • Alışverişte pazarlık etme
  • Karşı cinsle iletişim kurma
  • Topluluk önünde konuşma
  • Genel yerlerde yemek yeme
  • Statüsü yüksek biriyle konuşma
  • Başkalarının önünde giyinme
SFnin Belirtileri

Fizyolojik Belirtiler
(Bedeninizde ortaya çıkan değişiklikler)
  • Yüz kızarması
  • Terleme
  • Ağız kuruması
  • Kalp çarpıntısı
  • Nefes kesilmesi
  • Nefes darlığı
  • Titreme

Zihinsel Belirtiler

(Sosyal ortamlarda nasıl olmanız gerektiği ve kendiniz ile ilgili düşünceleriniz)
  • Güçsüzüm.
  • Yetersizim.
  • Çirkinim.
  • Beğenilmiyorum.
  • Sevilmeye layık değilim.
  • Mükemmel olmalıyım.
  • Asla hata yapmamalıyım.
  • Kaygılı olduğumu belli etmemeliyim.
  • Çok rahat davranmalıyım.
  • Kusursuz görünmeliyim.
  • Kimseyi gücendirmemeliyim.
  • Herkesin beğenisini kazanmalıyım.
Davranışsal Belirtiler
  • (Kaçınma yöntemleriniz)
  • Korkulan ortama girmeme
  • Korkulan ortamı terk etme
  • Göz temasından kaçınma
  • İlgisiz şeyler düşünme
  • Hayallere dalma
  • Konuyu değiştirme
  • Alkol kullanma


Nasıl Oluyor da Oluyor?

"İnsan inandığıdır."
Anton Çehov
Anladığım şu ki herşey zihnimizde olup bitiyor. Gerçekte bizi olaylar değil, olaylara yüklediğimiz anlam etkiliyor. Bakış açımız algılamamızı değiştiriyor ve biz gerçeği büyük ölçüde olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görüyoruz.
Kendimiz hakkındaki inanç ve düşüncelerimiz sonucun belirlenmesine katkıda bulunuyor. Hatta sırf inançtan kaynaklanan fizyolojik sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Örneğin domatese alerjisi olan birine -gerçekte olmadığı halde- yediği yemekte domates olduğu söylendiğinde sanki gerçekten de domates yemiş gibi tepki gösterebiliyor; sadece domatesi yediği inancı onda alerjik reaksiyona -mesela kaşıntıya- neden olabiliyor. Ve benzer şekilde SFli de örneğin -belki de gerçekte öyle olmadığı halde- insanların onu olumsuz değerlendirmelerde bulunarak incelediği zannına kapılabiliyor ve bedeninin bu duruma tepki göstereceğini zannettiği için de belirtiler gerçekten de ortaya çıkabiliyor.
SFlilerin değiştirmeleri gereken hatalı inançları var. Bunlar olumsuz beklentileri doğuruyor. Olumsuz beklentiler de istenmeyen sonuçları... SFli muhtemelen mükemmeliyetçidir; hiç hata yapmaması gerektiğine inanır. Hata yaparsa başkalarının onu onaylamayacağını sanır. Tehlikeyi de çoğu kez yanlış algılar. İstenmeyen sonucun gerçekleşme olasılığını ve gerçekleştiği takdirde ortaya çıkabilecek durumun şiddetini zihninde çarpıtıp abartır. Olumsuz varsayımlarda bulunur. Sonu kötü biten senaryolar yazar. Bu desteklerle hatalı inançlarını güçlendirip istenmeyen sonuçlara davetiye çıkarır.
Örnek üzerinde düşünecek olursak; SFli konuşurken hiç hata yapmaması gerektiğine, eğer hata yaparsa rezil olacağına ve muhatabının gözünde değerinin düşeceğine inanır. Bu inançları onu olumsuz beklentilere sürükler: "Büyük ihtimalle yine aptalca birşey söyleyeceğim ve kaygılanacağım. Belirtiler de gün gibi ortaya çıkacak. Kaygılanırsam ve bunu fark ederlerse rezil olurum; bir daha asla orada bulunamam." Ve kehanet kendini gerçekleştirir. (Çünkü beyin odaklanılan sonuç için çalışır -olumsuz bile olsa!) Konuşurken hata yaptığı, yani ona göre olmaması gereken birşey olduğu için de kendisini eleştirir, hata yapmayı doğal karşılamak yerine bir dahaki sefere asla öyle hatalar yapmaması gerektiğini tekrar telkin eder kendisine.
SF bir kez ortaya çıktıktan sonra kısır döngü süreci şöyle işleyebilir: SFli korktuğu ortamlarda bulunmaktan kaçınır. Kaçındıkça özgüveni azalır, korkusu artar. Korkusu arttıkça da daha çok kaçınmaya çalışır. Bu arada kendisiyle meşgul olmayı da ihmal etmez. Başkalarının hakkında ne düşündüğünü hesaplar. Ne derece iyi yaptığını, ne kadar doğru, ne kadar yanlış davrandığını düşünür. İnsanların tepkileri üzerine tahminler yürütür. Hiç gerçekleşmeyecek olan kusursuzluk idealini hayallerle besler. Böylece SF iyice kök salar.
Biyolojik Faktörler?
Beynimizde, nöronlar arasında veri taşıyıcılığı yapan 60 kadar sinirsel aktarıcı (neurotransmitter) olduğu söyleniyor. Bunlardan birkaçı SF ile ilişkilendiriliyor. Örneğin üzerinde çok durulan sinirsel aktarıcılardan biri serotonin. SF ile birlikte depresyon ve diğer anksiyete bozukluklarıyla da bağlantısı olduğu düşünülen bu kimyasal maddenin SFlilerin beynindeki oranının normalden az olduğu veya iletimde aksaklıklar bulunduğu varsayılıyor.
Bu gibi sonuçlardan yola çıkılarak böyle biyolojik faktörler SFnin nedeni olarak kabul edilebiliyor. Oysa beyindeki elektro-kimyasal değişiklikleri doğuran da yine bizim düşüncelerimiz olabilir. Ama 'gözlemlenebilir' olan yalnızca maddesel değişiklik olduğu için neden olarak da bu değişikliğin kendisi gösterilebiliyor. Bu nedenin de bir nedeni olsa gerek. Ya da başka bir ifadeyle, bu işleyiş süreci SFnin nedenini değil, nasılını açıklar. Eldeki verilere dayanarak serotonin azlığının SFye yol açtığı iddia edilebilir belki ama serotonin maddesini arttıran ya da azaltan temel etken düşünce olamaz mı? Burada bu varsayımı destekleyebilecek çarpıcı bir örneği özetleyerek aktarmak istiyorum. Demiryolu işçisi Nick'in öyküsü: *
Bir yaz günü... Tren işçileri ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat erken bırakılırlar. Nick tamir için manevra alanındadır. Soğutucu vagonun içine girer. İçerden kapıyı yanlışlıkla kapatır ve vagonda kilitli kalır. Kötümser biri Nick. İçeride donarak öleceğinden korkar. Bir kağıda düşündüğü son şeyleri yazar ailesine hitaben: "Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı. Bir uyuyabilsem! Bunlar benim son sözlerim olabilir." Nick ertesi gün soğutucu vagonun içinde ölü bulunur. Otopsi onun donarak öldüğünü göstermektedir. Ne var ki soğutucu vagonun soğutma motoru bozuktu, çalışmıyordu. Vagonun içindeki ısı 16 santigrat dereceydi ve vagonda bol hava vardı.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:26
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Temmuz 2006       Mesaj #195
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tırnak Sağlığı Tırnak Bakımı , El egzersizleri

Parmak uçları sıkıca kavrayın ve uçlardan geriye doğru kuvvetli bi şekilde itin. Elleri parmak uçlarında birleştirin ve sıkıca bastırın.Gevşetin, ardından birkaç kez bu hareketi tekrar edin. Parmakları mümkün olduğunca gerin ve yanlara açın.Bir süre bu pozisyonda kalın, ardından yapabileceğiniz kadar sıkı bir şekilde yumruğunuzu sıkın.Birkaç kez daha tekrar edin. Kasları gecşetmek için,elleri önünüzde yukarıda tutun ve bileklerden gevşek bir şekilde sarkıtın.Nazik bir şekilde yanlara sallayın.Elleri düz bir yüzeyde dinlendirin.Parmakları birer birer yukarı kaldırıp indirin.
Elleri birleştirin ve parmakları çift olarak ayırın. Her bir parmak ucunu, baş parmağa sıkıca bastırın. Sağ el ile sol kolu sıkıca kavrayın ve sol el ile dairesel hareketler yapın.Diğer elde de tekrar edin. Parmakları iç içe geçirin, bir eli diğerine bastırarak, mümkün olduğunca sağa, ardından da mümkün olduğunca sola bükün.Bu hareket, bileği gevşetecektir
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:25
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Temmuz 2006       Mesaj #196
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Diyet Hataları

Şişmanlık; vücut ağırlığının istenilenden fazla olmasıdır.Vücut ağırlığını, gıdalarla alınan enerji ile harcanan enerjinin birbirine eşit olmasıyla dengede tutabiliriz. Eğer alınan enerji harcanan enerjiden fazla ise vücutta fazla miktarda yağ depolanır ve bu da şişmanlığa neden olur.

Şişmanlığa; çok yemek yeme, fiziksel aktivitenin az olması, psikolojik bozukluklar, metabolik ve hormonel bozukluklar sebep olabilir. Bunlar arasındaki en büyük etmen de çok fazla yemek yemektir. Zayıflamak için kişinin harcadığı enerjinin, aldığı enerjiden daha çok olmasına dikkat etmeli ve fiziksel aktivitesini artırmalıdır.

Bireyin zayıflamaya karar verdikten sonra bazı kurallara dikkat etmesi gerekmektedir;

· İlk etapta birey, diyette başarılı olmak istiyorsa beyin olarak diyete hazır olup olmadığını düşünmesi gerekir. Eğer kişi buna hazır değilse diyeti tam olarak uygulayamayacak, kaçamaklar yapacak ve başarısızlığa uğrayacaktır. Başarısız oldukça da umutsuzluğa düşecektir.

· Bireyin hedeflerini, yani kaç kilo vereceğini ve bu kiloyu ne kadar sürede verebileceğinin belirlenmesi gerekir. Kişi hiçbir zaman kısa sürede kilo kaybetmeyi planlamamalı, bu şekilde uygulanan diyetlerle belki hedeflere ulaşabilir. Fakat daha sonra koruma safhasına geçildiğinde başarılı olunamaz. Hatta birey diyet yapmaya başladığı kilonun da üzerine çıkabilir.

· Standart diyet yoktur, her diyet kişiye özel olmalıdır. Bir diyet uzmanı tarafından, o kişinin beslenme alışkanlıklarına, yaşına,cinsiyetine, iş koşullarına, bazal metabolizma hızına ve sağlık problemlerine (yüksek kolesterol, tansiyon, diyabet ) uygun diyet programı belirlenmelidir. Herkesin aynı diyeti yapması söz konusu olamaz. Her bireyin kişisel özellikleri farklı olacağından diyete vereceği cevap da farklı olacaktır. Kimi sağlıklı bir şekilde kilo verirken diğer bir kişi hiç kilo veremediği gibi metabolizmasına uygun olmadığı için birçok, geri dönüşü zor sağlık problemleri ile karşılaşabilir.

· Diyette öğünler, azar azar ve sık tüketilecek şekilde düzenlenmeli, öğün atlanılmamalıdır. Genelde diyet yapan bireyler tüm gün boyunca aç kalıp, metabolizmalarını zayıflatırlar ve metabolizmanın en zor çalıştığı akşam saatlerinde çok daha fazla yemek tüketirler, buna paralel olarak hızlı bir şekilde kilo alırlar. Akşam yemekleri en geç 19.00-19.30 saatleri arasında yenilmelidir.

· Diyetler genelde 3 ana ve 3 ara öğün olacak şekilde düzenlenir. Fakat ana öğünler kadar önemli olan ara öğünler her zaman ihmal edilir ve atlanılır. Kan şekeri, kişi öğününü tükettikten 2-2,5 saat sonra yavaş yavaş düşmeye başlar ve böylece açlık hissi doğar. Buradaki ara öğünlerin amacı da kan şekerinin düşmesini ve açlık duyulmasını engellemektir. Bu nedenle de ara öğünlere gereken önem verilmeli.

· Diyet içersinde, her besin grubunda bulunan besinler dengeli bir şekilde dağıtılmak koşulu ile bulunmalıdır. Tek tip besinlerle yapılan diyetlerin çoğu en başta kilo kaybetmeyi sağlamakta fakat başlangıçtaki hızlı kilo kaybından sonra eskisinden daha çok kilo alınmasına neden olmaktadır.

· Diyet sırasında en az 2 ' 2,5 litre su içilmelidir. Herhangi bir sağlık problemi yok ise, bu miktarın üzerinde içilen su böbrekleri gereksiz yere çalıştıracaktır. Sular yemeklerden önce içilmeli yemek arası veya yemekten hemen sonra içilmemelidir.

· Diyet sırasında koşullar el verdiği sürece spor yapmalıyız. Ne yazık ki günümüz şartlarında spora pek vaktimiz kalmıyor. Bu nedenle günlük hayatta mümkün olduğunca hareketli olalım. Mesela yürüyen merdivenler ve asansörler yerine merdivenleri, çok yakın mesafelerde yürümeyi tercih edelim. Genelde beyaz ekmek tüketenler diyet sırasında kalorisi azalacağı düşüncesi ile ekmeği kızartırlar. Fakat bu şekilde sadece ekmekte su kaybı olurken, kalorisinde hiç bir değişiklik olmamaktadır. Aynı zamanda bu uygulamayla protein kaybı da söz konusudur.

· Yine aynı şekilde sabahları aç karnına içilen sıcak su veya limonlu su gibi içeceklerinde vücuttaki yağları erittiği düşülür. Bunların vücuttaki yağları eritmek gibi fonksiyonları yoktur ama aç karnına içilen bu içecekler bağırsakları harekete geçirir ve kabızlığı ortadan kaldırır.

· Meyve ve sebzelere diyette çok daha fazla önem verilmelidir. Bu besinler vitamin ve mineral açısından oldukça zenginlerdir. Aynı zamanda posa içeriği yüksektir. Posa içeriğinin yüksek oluşu kişide kabızlık problemi varsa onun tedavisine yardımcı olurken bir çok sağlık probleminin de tedavisine yardımcı olacaktır.

· Kepekli ekmek, meyve ve sebzeler gibi posa oranı yüksek bir besindir. Beyaz ekmek yerine tercih edilmesi birçok avantaj doğurur. Bağırsak hareketlerinin düzenlenmesinde, kan şekerinin ve kan yağlarının dengelenmesinde, midede şişerek tokluk hissinin artmasında etkilidir. Aynı zamanda kalori değeri daha düşüktür.

· Kalorisi düşük olduğu için içeriğinde tatlandırıcı bulunan ürünler diyet süresince fazlasıyla tercih edilir. Fakat bunlar zayıflama diyetlerine yönelik ürünler değillerdir. Bu ürünler (reçeller, çikolatalar, baklavalar... vb. ) diyabet (şeker) hastalığı olan insanlara yönelik geliştirilmiş ürünlerdir.

· Yapılan en büyük hatalardan biri de zayıflama dönemi bittikten sonraki dönemdir. Genelde kilonun korunması gereken bu dönemde, diyete başlamadan önceki, şişmanlamaya neden olan kötü beslenme alışkanlıklarına geri dönüş yapılır. Burada yapılması gereken, sağlıklı beslenme alışkanlığının bir yaşam tarzı haline getirilmesi ve diyet süresince belirlenen ilkelerin bu dönemde de benimsenmesidir. Bu beslenme alışkanlıklarını benimsenmesinin yanında bazı davranış değişiklikleri de yapmak gerekir.

Örneğin;

· Alışverişe giderken liste yapıp onun dışına çıkmamak, her zaman tok karnına alış veriş yapmak,

· Tabağı çok doldurmamak,

· Yemek yerken yiyecekleri çok çiğnemek ve gereksiz yere masa başında vakit geçirmemek,

· Fast-food türü besinlere, hamur işlerine ve tatlılara ağırlık verilmemek, gibi örnekleri geniş tutmak mümkündür.

Son düzenleyen GusinapsE; 9 Temmuz 2006 02:38
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Temmuz 2006       Mesaj #197
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Solaryuma dikkat!




Ankara Deri Hastalıkları Derneği Başkanı ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilsen İlter, solaryumun, başta Melonoma (vücuttaki benler üzerinden yayılan bir cilt kanseri tipi) olmak üzere cilt kanseri türlerine ve çeşitli cilt hastalıklarına neden olduğunu belirtti.

Prof. Dr. İlter, AA muhabirine yaptığı açıklamada, solaryumdaki ışık kaynaklarına maruz kalmanın, cilt kanserini hızlandıran temel etkenlerden biri olduğunu ifade ederek, Sağlık Bakanlığından, suni bronzlaşma makinelerinin kullanımını sınırlandıracak yasal düzenlemeler yapmasını istedi.

Solaryumlarda, güneşin en zararlı ışınlarından biri olan Ultraviyole B ışınının kullanıldığını vurgulayan Prof. Dr. İlter, "Ultraviyole B ışını, cilde doğrudan ve sürekli uygulandığında ciltteki renk hücrelerini aktif hale getirerek, cildi bronzlaştırıyor.

Ancak bu ışın, diğer etkenlerle birlikte cilt kanserine neden oluyor" dedi.

Özellikle yaz tatiline bronzlaşarak girmek isteyen kadınların solaryumu tercih ettiğini kaydeden Prof. Dr. İlter, solaryum merkezlerinin kontrolsüz bir şekilde çoğaldığını ve halk sağlığını tehdit eden boyuta ulaştığını belirtti.

Solaryum merkezlerinde "sadece kar amacı güdüldüğünü, tıbbi kaygılardan uzak hareket edildiğini" dile getiren Prof. Dr. İlter, Sağlık Bakanlığından, solaryum cihazlarının kullanımını sınırlandıracak yasal önlemler almasını istedi.

Özellikle genç kadınların solaryuma ilgi gösterdiğini anlatan Prof. Dr. İlter, "18 yaşından küçüklerin solaryuma girmesi kesinlikle yasaklanmalı. Hayatın erken dönemlerinde ciltte yapılan müdahaleler ileride onarılmaz sonuçlara neden olabilir. Türkiye’de son yıllarda cilt kanseri vakalarında önemli oranda artış var. Özellikle genç kadınlar daha fazla risk altında" diye konuştu.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:25
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
3 Temmuz 2006       Mesaj #198
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
SAĞLIKLI YAŞAM ÖNERİLERİ


Sağlıklı olmak, insan mutluluğunun öncelik taşıyan bir öğesidir. Sağlık genellikle kendiliğinden var olan bir durum olarak algılanır. Oysa sağlıklı olma uğrunda çaba gösterilmesi gerekir. Hatta bugünkü bilgilerimiz bize bu uğraşın daha doğum öncesi dönemde başlaması gerektiğini göstermektedir. Doğal olarak bu aşamada yapılması gerekenler, anne ve babalara düşmektedir. Olaya nesillerin sağlığı olarak bakıldığında, sağlığın ve sağlıksızlığın nesiller boyunca aktarılabileceği görülür. Anne ve babalar genetik özelliklerinin yanı sıra kendi sağlıklarına gösterdikleri özenle bebeklerine sağlık aktarabileceklerini bilmelidirler.
Sağlıklı bir yaşam için alınması gereken önlemlerin pek çoğu günlük yaşamımızda uygulamamız gereken küçük ve kolay çabalardan oluşur. Nerede olursa olsun günlük yaşamı düzenleyen bazı temel kuralların bilinerek uygulanması, sağlığın korunmasını ve diğer bireylerle paylaştığımız yaşamı kolaylaştırır. Bu kurallardan en önemli bazıları temizlik, sağlıklı beslenme, bedensel ve zihinsel çalışma, düzenli yaşam, sigara, alkol, uyarıcı ve uyuşturucu maddelerden uzak durma, kazalardan korunma, sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullanmadır.
Çoğunlukla günlük çabalarda hedefin mutluluk olduğu varsayılır. Oysa altta yatan asıl neden güvenlik duygusudur. Çünkü hayatta kalmayı sağlayan en ilkel dürtü korkudur ve güvenlik duygusu korkunun yatıştırılmasıyla ortaya çıkar. Kendimizi güvende hissedebilmemizin ilk koşulu ise bilmektir. Ancak bildiğimiz şeyi, bildiğimiz kadarı ile kontrol edebiliriz. İkinci basamaksa bilginin eyleme dökülmesidir. Bilgimizi davranışımıza yansıtamıyorsak bu bilgi bizim için huzursuzluk kaynağı olmaktan öteye geçemez. Bir sonraki aşama ise paylaşarak çoğaltma, yandaş oluşturmadır. Bunun için bilgimize dayanan doğru bulduğumuz davranışı kurallaştırmaya çalışırız. Toplum içindeki pek çok kural bu yolla oluşmuştur. Zaman içinde altta yatan bilgi evrimleştikçe kurallar da değişecektir.
Son düzenleyen GusinapsE; 9 Temmuz 2006 02:37
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
7 Temmuz 2006       Mesaj #199
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
Cilt Yaşlanmasını Geciktirmek

Cildimizin yenilenmesi ve yaşlanmasının geciktirmesi düzgün ve bilinçli beslenmeyle mümkün.

Vücudun bağışıklık sistemi sağlıklı besinlerin seçimine, güzellik ve bakımını ise bağışıklık sisteminin dengesine bağlı olduğu artık bilinen bir gerçektir. Bağışıklık sisteminin korunarak cildin yaşlanmasını ertelemek için yapılması gereken en önemli doğal besinlerle ve doğru besinlerle cildin korunmasını sağlamak olacaktır.

Vücutta oluşan hücre hasarını (yaşlanmayı) geciktiren vitaminler proteinlerin alımına yönelik beslenme programını bize yarar sağlayacaktır.

Özellikle Vitamin E, Vitamin C, Vitamin A, Omega 3 (n-3), B Vitaminlerinden (Riboflavine -B2 Vitamini), Vitamin B6 cildimizin yaşlanmasını geciktiren, cildimizi dış etkenlerden koruyan önemli kaynaklarımızdır. Beslenme programımızda bu vitamin ve proteinleri içeren yiyeceklere yer verirsek hem bağışıklık sistemimiz korur, hem de yaşlanma etkilerimizi minimuma indirebiliriz.

VİTAMİN A: Cildimizi ve deriyi korur. En zengin A vitamini kaynaklarımız havuç, kayısı, kırmız biber.
VİTAMİN E: Kan dolaşımını düzenleyici etkisi ve cildin yaşlanmasını önleyen vitamindir. Bu açıdan kozmetik sanayide de kullanılmaktadır.
VİTAMİN C: Vücudumuzun direncini arttırır. Cildi güzelleştirir. Zengin C Vitamini kaynaklarımız; Limon, portakal, mandalina, kivi, greyfurt, biber, maydanoz, kuşburnu, salatalık, şalgam.
VİTAMİN B2 (Riboplavin): Bağışıklık sistemimiz güçlendirmenin yanı sıra cildi dış etkenlerden koruyarak yenilenmesine yardımcı olur. En yoğun Riboplavin kaynağı yiyeceklerimiz süt, yoğurt, yumurta ve kuru baklagillerdir.
VİTAMİN B6: Yaşlanma etkilerine karşı cildi korur ve yenilenmesine yardımcı olur. En zengin kaynakları et, balık ve kuru meyvelerdir.
OMEGA 3 (n-3): Lenf Dolaşımını çok iyi düzene sokarak cildin kendini yenilemesine yardımcı olur. En zengin kaynağı balıktır. Cildin yaşlanmasını geciktiren diğer önemli yiyecekler; yulaf, sarımsak, soğan, Hindistan cevizi ve zeytinyağını sayabiliriz.

ÖRNEK MENÜ:

SABAH: 50 gr peynir
2 dilim tam buğday ekmeği
Domates/biber/salatalık/ 5 ceviz
veya
1 bardak süt
6 kaşık yulaf+ 5 ceviz
5 kayısı

ARA: 1 portakal veya 3 mandalina
Veya 2 kivi

ÖĞLE: 1 porsiyon etli sebze yemeği veya etli baklagil yemeği
1 dilim tam buğday ekmeği
1 kase yoğurt
Salata bol limonlu
ARA: 1 portakal+ 5 kuru kayısı

AKŞAM: 350 gr balık ( haftada 3 defa balık yenilmeli)
1 dilim tam buğday ekmeği
1 kase yoğurt
Salata

ARA: 1 greyfurt veya 2 portakal
Son düzenleyen GusinapsE; 9 Temmuz 2006 02:34
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
7 Temmuz 2006       Mesaj #200
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
ZATÜRRE NASIL BULAŞIR?
Zatürreye neden olan Streptokokus pnömoni (pnömokoklar), üst solunum yollarında koloniler (bakteri grupları) oluşturan ve normal florayla (zararsız bakteriler) birlikte bulunan bir bakteridir.
Pnömokoklar kişiden kişiye, bir iki metrelik mesafelerden yakın temas sonucu bulaşırlar. Bakteriler, tek başına ya da solunum damlacıklarıyla birlikte solunum yolundan vücuda girerler ve nazofarinkste (burun ve ağız boşluklarının birleştiği yer) bakteri kolonileri oluştururlar.
Bakteri genellikle aile içinde, özellikle küçük çocuklar ve okul çoçukları arasında yayılma eğilimindedir. Hastalığın yayılması çoğu zaman viral üst solunum yolları enfeksiyonları ile birlikte olur.
Pnömokok enfeksiyonu grip kadar bulaşıcı olmamakla birlikte insanların kalabalık şekilde bir arada yaşadığı yerlerde, askeri kamplarda, cezaevlerinde ve yatılı okullarda zatürre salgınları görülebilir.

NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR ?
Dünya sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünyada her yıl her bin kişiden 10-15’i zatürreye yakalanıyor. ABD’de her yıl Pnömokoklara bağlı zatürreden 100 bin - 175 bin kişi, bakteriyemiden 50 bin kişi ve menenjitten 3 bin kişi hastaneye yatıyor. Yaklaşık 20 bin ile 40 bin kişinin de hayatını kaybettiği biliniyor.
Türkiye’de her yıl Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre yaklaşık 90 bin zatürre vakası görülüyor ve 2 bin 500 civarında kişi hayatını kaybediyor. Ancak uzmanlar Türkiye için gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu, yaklaşık 500 bin kişinin her yıl zatürreye yakalandığını belirtiyor.



Zatürreden korunmak neden önemli?
Zatürre (pnömoni), en gelişmiş ülkelerde bile, tanı ve tedavi yöntemlerinin, hastane ve yoğun bakım olanaklarının çok artmasına rağmen sık görülen ve ölümlere neden olan dünyanın bilinen en eski hastalıklarından biridir.
Türkiye' de her yıl ortalama 500 bin kişinin bu hastalığa yakalandığı tahmin edililmektedir. Özellikle;
  • küçük çocuklar,
  • yaşlılar,
  • kalp,
  • şeker,
  • böbrek ve
  • bronşit hastalarında
ölümlere yol açabilmektedir.
Sağlık Bakanlığı'nın istatiklerine göre, ülkemizde 5 yaş altındaki çocuklarda en çok görülen ölüm nedeni %22 ile zatürredir.
Tüm zatürre vakalarının yarısından pnömokok bakterisi sorumludur. Ayrıca, pnömokokların giderek penisilin ve başka birçok antibiotiğe karşı direnç kazanmakta oldukları saptanmıştır. Üstelik de, tıptaki tüm gelişmelere rağmen en gelişmiş ülkelerde bile kana mikrop karışan zatürrelerde ölüm oranı çok yüksektir.
Bu nedenlerden dolayı zatürre hastalığından korunmak önemlidir.
Pnömokokların yol açtıkları zatürre vakalarını önleyici bir aşı, bir çok kişinin yaşamını kurtaracak bir yöntemdir.
Zatürre aşısı, pnömokok bakterilerine karşı antikorların yapımını sağlayarak organizmayı bunlara karşı kuvvetli hale getirir. Pnömokokların 80'den fazla türü vardır. Aşı içinde bunların en çok hastalık yapabilme özelliği olan 23 tanesi bulunur. Bunlar da zatürreye neden olan pnömokokların % 90'nı oluşturur.
Tek bir doz aşı ile yıllar süren bir bağışıklık elde edilmektedir. Bazı durumlarda aşının 5 yıl sonra tekrarlanması gerekir.
Dünya Sağlık Örgütü, ölümcül sonuç doğurabilecek bu hastalık için özellikle risk gruplarının, özetle kalp, akciğer, böbrek hastaları, diyabet gibi kronik hastalıkları olan kişilerle, 65 yaşını aşmış insanlar, huzurevi gibi toplu yerlerde yaşayanların aşılanarak zatürre'den korunması gerektiğini vurgulamaktadır.

Zatürre nasıl bulaşır ?

Zatürreye neden olan Streptokokus pnömoni (pnömokoklar), üst solunum yollarında koloniler (bakteri grupları) oluşturan ve normal florayla (zararsız bakteriler) birlikte bulunan bir bakteridir.
Pnömokoklar kişiden kişiye, bir iki metrelik mesafelerden yakın temas sonucu bulaşırlar. Bakteriler, tek başına ya da solunum damlacıklarıyla birlikte solunum yolundan vücuda girerler ve nazofarinkste (burun ve ağız boşluklarının birleştiği yer) bakteri kolonileri oluştururlar.
Bakteri genellikle aile içinde, özellikle küçük çocuklar ve okul çoçukları arasında yayılma eğilimindedir. Hastalığın yayılması çoğu zaman viral üst solunum yolları enfeksiyonları ile birlikte olur.
Pnömokok enfeksiyonu grip kadar bulaşıcı olmamakla birlikte insanların kalabalık şekilde bir arada yaşadığı yerlerde, askeri kamplarda, tutukevlerinde ve yatılı okullarda zatürre salgınları görülebilir.

Ne sıklıkta görülür ?

Dünya sağlık Örgütü'nün verilerine göre dünyada her yıl her 1000 kişden 10-15’i zatürreye yakalanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl Pnömokoklara bağlı zatürreden 100 000 - 175 000 kişi, bakteriyemiden 50 000 kişi ve menenjitten 3000 kişi hastaneye yatmaktadır. Yaklaşık 20 000 ila 40 000 kişinin de hayatını kaybettiği bildirilmektedir.

Türkiye’de her yıl Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre yaklaşık 90 000 zatürre vakası görülmekte ve 2500 civarında kişi hayatını kaybetmektedir. Ancak uzmanlar Türkiye için gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu ifade etmekte ve yaklaşık 500 000 kişinin her yıl zatürreye yakalandığını belirtmektedirler.


Son düzenleyen GusinapsE; 9 Temmuz 2006 02:35

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış