Sağlıklı beslenmenin 8 kuralı
Sağlıklı yaşamanın en temel kurallarından biri sağlıklı beslenmek.Beslenme deyince her ne kadar akla yemek yemek gelse de, sağlık için sadece diyet yapmak yeterli olmuyor. Ruhsal ve zihinsel sağlığımız da en az bedensel sağlığımız kadar önemli. Beden, ruh ve zihin için sağlıklı beslenmenin kuralları şunlar:
"Birinci kural: Temiz hava
Haftalarca yiyeceksiz, günlerce susuz yaşayabiliriz ama havasız sadece birkaç dakika yaşamak mümkün. Vücudumuzun dayanıklılığı soluduğumuz havanın miktarına bağlı. Hücre düzeyinde oksijen eksikliği, damar sertliği, şeker, kanser, kas iltihabı, yüksek tansiyon gibi bozukluklara yol açar. Derin temiz hava soluyarak hücrelerdeki oksijen oranını artırabilir, böylece vücut fonksiyonlarını düzenleyebiliriz.
Temiz hava, enfeksiyonlara karşı hücresel direnci artırır. Öğrenmeye yardımcı olur. Bazı alerjik durumları azaltır. Sakinleşmek ve dinlenmek için beyin fonksiyonlarını düzenler. Kan basıncını düşürür.
İkinci kural: Güneş ışığı
Doğanın en çok şifa veren araçlarından bir tanesi olan güneş ışığı günümüz tedavi yöntemlerinde hem çok az anlaşılmış, hem de çok az kullanılmıştır.
Güneş ışığı, deri altındaki kolesterolü D vitaminine dönüştürür. Bakteri ve virüsleri yok eder. Akyuvarların sayısını artırır. Tansiyonu düşürür. Güneşlenme sayesinde kandaki kolesterol ve trigliserit (yağ) düzeyi düşer. Ultraviyole ışınlar derinin altında kızıla dönüşür ve tedavi edici etkisi yok olur. Bu yüzden güneş ışınlarının fazlası sağlığı tehdit edebilir.
Üçüncü kural: Ölçülü olmak
Ölçülü ve kendi kendine hakim olmak her yönden sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürmektir. Bunun içine; çalışmak, dinlenmek, oyun oynamaktan aile ve dostlarla geçireceğiniz zamana, kendinize ayıracağınız vakte, ibadete, doğru düşünme ve beslenmeye kadar her şey girer.
Beslenmede ölçülü olmak için size zarar verecek hiçbir şeyi yemeyin ve sağlıklı besinlerle beslenin. Kahvaltınızı ve öğle yemeğinizi sıkı, akşam yemeğinizi de hafif yiyin. Yemek aralarında atıştırmayın. Farklı ama rafine edilmemiş besinler yiyin. Bir öğünde fazla çeşit yemeyin. Düzenli zamanlarda ve rahat ortamlarda yemek yiyin. Yediğinizden zevk alın.
Dördüncü kural: Dinlenmek
Dinlenmek insan için en iyi tedavi yöntemidir. Hasta olduğunuzda yapmanız gereken ilk şey yatmak olmalıdır. Dinlenmenin iyileştirici gücü, diğer tedavi yöntemlerin başarısına da yardımcı olur. Yeterince dinlenmemek ise insanı hasta eder. Dinlenmek için sadece uyumak gerekmez. Bazen ortam değişikliği bile vücudu ve zihni dinlendirir. Farklı kasları kullanmak, farklı şeyler düşünmek gevşemeye yardımcı olur. Birçok insanda görülen sinirsel bozukluklar kendini aşma çabası ve aşırı yorgunluktan meydana gelir. Dinlenmek için zaman ayırın. Dışarı çıkın, bir iskemleye oturun ve hiçbir şey yapmayın. Bu öneri size uygun gelmiyorsa, yeterince dinlenmek için davranışlarınızı değiştirmeniz gerekiyor demektir. İyi bir uyku için midenizin boş olması gerektiğini unutmayın. Uyurken odanıza temiz hava girdiğinden emin olun. Eğer uyurken temiz hava alamazsanız, yorgun ve gergin uyanırsınız. Unutmayın ki, gün boyunca kaslarını kullananlar, gece iyi bir uyku uyurlar.
Beşinci kural: Diyet
Beslenmenin hedefi rafine yiyeceklerden uzak durmaktır. Yeterince aminoasit, vitamin, mineral ve eser elementler alacağınız doğal besinleri seçin. Kahvaltı: Tahıl, iki meyve, tam tahıl ekmeği (rafine edilmemiş undan yapılan ekmek), ceviz veya fındık, tahıl ya da soya sütü, kahvaltıdan bir süre sonra bir-iki bardak su.
Öğle: Yüksek proteinli sebzeler, salata, tam ekmek, akşamüzeri bir ya da iki bardak su.
Akşam: Taze meyve, tahıl, kraker, tam ekmek, salata veya çorba.
En iyi sindirim için öğünler arasında 5-6 saat olmalı ve yemek saatleri düzenli olmalı. Hafif bir akşam yemeği iyi uyumanızı ve zinde uyanmanızı sağlar.
Altıncı kural: Su
Su beslenmenin en önemli parçasıdır. Vücudunuzun her fonksiyonu sıvıyla sağlanır ve vücudunuzdaki suyun yüzde 10'unu kaybetmek ciddi sorunlar doğurur. Yüzde 90'ı su olan kan, besinleri hücrelere taşır ve buradaki atıkları alır. Normal bir insan için günde 6-8 bardak su yeterlidir. Eğer idrarınız renksiz ve kokusuzsa yeterince su alıyorsunuz demektir. Yemekle birlikte su içmeyin, çünkü bu su sindirim sıvılarına karışır ve etkilerini azaltır. En iyi sonucu almak için, yemekten en az yarım saat önce veya sonra su için. Uykudan önce bir ya da iki bardak su içilmeli. Birçok kez, sadece yeterince su içmek bile, kabızlık, baş ve sırt ağrısı gibi rahatsızlıkların giderilmesini sağlar.
Yedinci kural: Egzersiz
İnsan vücudu hareket için tasarlanmıştır. Egzersizin birçok yararı vardır: Nabzı ve tansiyonu düzenler. Kandaki kolesterol ve lipid (yağ) oranını düşürür. Solunum yollarını açarak vücuda daha fazla hava girmesini sağlar.
Eklemlerdeki esnekliği artırır. Beyindeki "iştah" merkezi daha etkili çalıştığı için iştahı kontrol eder.
Oksijen sirkülasyonunu ve alımını artırır, bu da sinirlerin ve dokuların beslenmesini sağlar. Kasları ve damarları güçlendirir. Haftada beş altı kez 20 dakika boyunca yapabileceğiniz bir egzersiz türü seçin.
Unutmayın; egzersiz yapacak zaman bulamayanlar, hastalık için zaman ayırmak zorunda kalırlar.
Sekizinci kural: Doğadaki güce inanın
Yaşam tarzımızda değişiklikler yaparken bazen cesaretimiz kırılır. Ancak bunu tek başına yapmak zorunda olmadığımızı bilmek cesaret vericidir. Doğadaki güce inanın. Cesaretiniz kırıldığında doğayı izlemek yeterli olacaktır.
Zatüre hakkındaki yanlış bilgiler
İşte zatürre hakkında doğru bildiğimiz yanlışlar...
1) Zatürree sadece sıkıntı veren bir hastalıktır!
Yanlış! Sık görülen, solunum yolu ile bulaşan ve ciddi seyreden bir hastalık olan zatürree, enfeksiyon hastalıklarına bağlı ölümlerin ilk sıralarda görülen etkenlerinden birisidir. Dünyada her yıl 5 yaşın altında 10-12 milyon çocuk zatürree nedeniyle hayatını kaybediyor. Ülkemizde ise zatürree ölüm nedenleri arasında 5. sırayı alıyor. (Türk Toraks Derneği verileri)
2) Zatürreenin nedeni üşütmedir!
Yanlış! Tek başına üşütmek zatürreeye yol açmaz. Ancak solunum yoluyla mikrobu alan veya hastalanmadan boğazında taşıyor olan bir kişide, vücudun bağışıklık sistemini zayıflatan herhangi bir durumda (örneğin soğuğa maruz kalmak gibi), bakteri boğazda çoğalmaya başlar ve bakterinin ulaştığı bölgeye göre hastalığa neden olur.
3) Zatürree günümüzde kolaylıkla tedavi edilebilir!
Yanlış! Bakterilerin yanlış ilaç kullanımı sonucu antibiyotiklere karşı geliştirdiği direnç nedeniyle zatürreenin tedavisi her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Ayrıca ztürreye bağlı ölümlerin ilk 48 saatte meydana gelmesi tedaviyi iyice zorlaştırmaktadır.
4) Zatürree aşısı %100 koruma sağlamadığından, aşı olmamak daha iyidir!
Yanlış! Zatürree aşısı, pnömokok bakterisinden kaynaklanan zatürreeye karşı yüksek koruyuculuğa sahiptir. Bu bakteri çocuklar ve erişkinlerde görülen zatürreelerin yaklaşık yarısından sorumludur. Hastaneye yatma gerektiren zatürreelerin yine yaklaşık %50’sine de pnömokoklar neden olur.
5) Sadece hastalık belirtileri mevcut iken etrafa zatürree bulaştırırım!
Yanlış! Zatürreeye en sık neden olan etken olan pnömokokları taşıyıcı olarak üst solunum yollarında taşımak mümkündür. Taşıyıcılık oranı yaşa, yaşanılan çevreye ve üst solunum yolu enfeksiyonlarının varlığına göre değişir. Taşıyıcılık süresi çocuklarda daha uzundur.
6) Yalnızca bebekler ve küçük çocuklar zatürree aşısı olabilir!
Yanlış! Zatürree aşısını 2 yaşın üzerinde olmak üzere her yaştan kişi yaptırabilir. Uzmanlar, özellikle risk grubunda yer alan herkese mutlaka zatürree aşısı yaptırmalarını tavsiye ediyor. Bu kişiler:
Bu kişiler; 65 yaş üzerindeki kişiler
Kalp hastaları
Akciğer hastaları
Şeker hastaları (Diabet)
Siroz gibi karaciğer hastaları
Alkol kullananlar
Beyin omurilik sıvısı kaçağı olanlar
Dalağı olmayan veya fonksiyon görmeyenler
Bağışıklık sistemi zayıflatan hastalığı olanlar (kanser hastaları, böbrek yetmezliği olan veya organ nakli yaptıran kişiler vs.)
2 yaşın üzerinde olan ve toplu ortamlarda bulunması nedeniyle hastalığın bulaşması açısından daha yüksek risk altında olan ve zatürreeden korunmak isteyen herkes aşılanabilmektedir.
7) Sürekli korunabilmek için zatürree aşısını sık sık yinelemem gerekir!
Yanlış! Çoğu kişi için zatürree aşısını bir kez yaptırmak, pnömokok kaynaklı zatürreeden ömür boyu korur. Bağışıklık sistemi iyi çalışmayan kişilerde ise aşıyı 5 yılda bir yenilemek gerekmektedir.
AĞIZ KANSERLERİ
Ağız kanserlerinin sıklığı ve ciddiyeti Ağız kanserlerinin çoğunluğu 45 yaşın üzerinde ortaya çıkar ve erkeklerde oluşma olasılığı kadınlara oranla 2 kat fazladır.
Ağız kanserlerinin oluştuğu bölgeler sıklıkla; dil, ağız tabanı, dil köküne yakın yumuşak damak alanları, dudaklar ve dişetleridir. Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabilir. Dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesi ağız kanserlerinin erken dönemde yakalanması açısından da önemlidir.
Ağız kanserlerinin nedenleri nelerdir?
Ağız kanserlerinin kesin nedeni tam olarak bilinmez. Bununla beraber, tütün ürünleri, alkol ve bazı besinlerdeki karsinojen maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı bulunmuştur. Genetik yatkınlık ta ağız kanserleri için risk faktörleri arasındadır.
Ağız kanserlerinin muhtemel belirtileri;
Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli alanlar
Ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması
Ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar
Seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi
Çiğneme ve yutma güçlüğü
Dil ve çene hareketlerinde zorlanma
Dil veya ağızın diğer bölgelerinde his kaybı, uyuşukluk
Alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması
Ağız kanseri lezyonları başlangıç döneminde ağrısızdır, kanser ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin kendinin ağız kanserini farketmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli dişhekimine gidilmesi son derece önemlidir.
Ağız kanseri riskinin azaltılması;
Sigara, sigar, pipo gibi tütün ürünlerinin kullanmayınız, tütün çiğnemeyiniz
Alkol kullanıyorsanız, aşırıya kaçmayınız
Hem alkol hem de tütün ürünlerini kullanan kişilerde ağız kanseri riski alkol ve tütün ürünlerini kullanmayan kişilere göre 15 kat artmıştır
Meyva ve sebzeden zengin diyetle besleniniz (araştırmalar bu tür diyetin ağız kanseri riskini azaltabileceğini ileri sürmektedir)
Düzenli olarak dişhekimine gitmeyi ihmal etmeyiniz
Kaynak: ato.org.tr
DİŞ BEYAZLATMA (BLEACHING)
Modern toplumlarda bireyler dişlerinin görünümünü önemserler, hatta dişlerdeki şekil ve renk bozuklukları kişide psikolojik rahatsızlıklara kadar varan problemlere sebep olabilir. Dişhekimliğinde estetik ve restoratif maddelerin gelişmesiyle pek çok renk, şekil, konum bozuklukları kolaylıkla çözümlenebilmektedir. Renklenmiş dişlerin beyazlatılması (bleaching), diğer restoratif metotlara kıyasla daha ucuz, pratik ve zararsızdır.
Beyazlatma (bleaching) işlemi nedir ve nasıl yapılır?
Beyazlatma dişlerin yapısında (mine ve dentin tabakasında) oluşan renklenmeleri giderme işlemidir. Şu anda bilinen iki değişik beyazlatma yöntemi vardır. Bunlardan ilki hastanın kendi başına uygulayabileceği bir yöntemdir, aşamaları şöyledir:
Hekimin ağızdan ölçü alıp, dişlerinizin üzerine takabileceğiniz ince lastik kalıpları hazırlatması,
Hastanın kendisi için hazırlanmış özel kalıbın içerisine ilaç yerleştirerek bu kalıbı beyazlatılacak dişlerin üstüne günde en az 6 - 8 saat takması (tercihen uykuda),
Tedavinin ortalama 1 - 4 hafta içinde sonlandırılması.
İkinci yöntem ise klinikte bir hekim tarafından yapılan beyazlatmadır ki aşağıdaki şekilde uygulanır:
Ağartıcı ilaç bu işlem hakkında deneyimi olan bir hekim tarafından diş üzerine yerleştirilir.
İlgili dişin üzerine beyaz renkli ışık kaynağı belli bir süre tutulur.
İşlem bittiğinde sonuç hemen gözlenir.
Her iki yöntemde etkin olmasına rağmen tercih, renklenmenin derecesine, tedavinin ne kadar çabuk sonlandırılmak istendiğine ve hekimin görüşüne bağlıdır.
Dişlerde istenmeyen lekeler neden oluşur?
Bunun bir çok sebebi olabilir. En yaygın olanları; yaşlılık, dişleri boyayan maddelerin (kahve, çay, kola, sigara vb.) tüketimi, travmalar, eski protezler, kaplamalar, dolgulardır. Dişlerin oluşumu boyunca kullanılan antibiyotik (tetracycline) veya aşırı florit tüketimi de dişlerde renklenmelere yol açabilir.
Bu durum dişin yapısından ileri gelebileceği gibi diş etkenlerin boyaması ile, gelişim çağında alınan antibiyotik ya da florür nedeni ile, yaşlılıkla, dişe gelen bir darbe nedeni ile de olabilir.
Beyazlatma işlemi kimlere uygulanabilir?
Hemen hemen herkese! Ancak, tedavinin etkili olamayacağı bazı durumlar vardır. Dişhekiminiz tam bir ağız içi kontrol ve teşhisi ile dişlerin bu işlem için uygun olup olmadığını belirleyecektir. Dişleriniz sağlıklıysa daha beyaz ve doğal gülümseme için ideal bir çözümdür.
Beyazlatma işlemi zor ve zahmetli midir?
Hayır! Ağız sağlığı teknolojisindeki ilerlemeler sayesinde dişleriniz çok kısa bir sürede, güvenli ve etkin olarak beyazlatılabilmektedir.
Güvenli midir?
Evet! Yapılan araştırmalara göre, dişlerin beyazlatılması dişhekiminizin gözetimi altında yapılırsa son derece etkin ve güvenlidir. Dişler ve dişetleri hiçbir şekilde zarar görmez.
Uygulama süresi ne kadardır?
Genelde, ilk uygulamada beyazlama başlar. Ancak, ideal görüntüye ulaşmak için, uygulamanın 10 – 14 gün devam etmesi gerekir.
Dişler beyazladıktan sonra eski haline döner mi?
Dişler her zaman için eskisinden daha beyaz olacaktır. Ancak, hastaların alışkanlık ve ağız bakımına bağlı olarak yılda bir – iki kez pekiştirme tedavisi gerekebilir.
Özetle bu tedavinin başarılı olabilmesi için neler önemlidir?
Kullanılan ilacın markası ve içerği
Bu konuda deneyimli bir hekimin tedavisi altında olmanız
İlacın kullanılma şekli ve tedavi süresi
Tedavi sırasında nelere katlanmak zorunda kalacağım?
Eğer sigara içiyorsanız lastik kalıp ağzınızda iken sigara içmemeniz (ev ağartması için geçerli). Tedavi'nin bitmesi ile ortadan kalkacak hafif soğuk sıcak hassasiyeti.
KARIN AĞRISI
Karın ağrısı, insan hayatında sık karşılaşılan, çoğu zaman kendiliğinden geçen ve ek tedavi gerektirmeyen bir durumdur. Ancak şiddetli, ani başlayan, bulantı - kusma, gaz ve gayta çıkartamama, ateş gibi ek yakınmalarla birlikte olan karın ağrısı önemli bazı hastalıkların habercisi olabilir ve mutlaka hekim tarafından değerlendirilmelidir. Acil tanı ve tedavi gerektiren bu duruma tıp dilinde “akut karın” denmektedir.
KARIN AĞRISI NEDENLERİ ?
Karın ağrısı tek başına bir hastalığı tanımlamaz. Ancak birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bazı hastalıklar karın içindeki organlardan kaynaklanmasa bile karın ağrısına neden olabilir. Buna en tipik örnek akciğerlerin alt kısımlarını ilgilendiren enfeksiyonlardır. Zatürre (pnömoni) olarak tanımlayabileceğimiz bu gibi durumlarda öksürük ve benzeri bulgular yanında karın ağrısı da tabloya eklenebilir. Bir diğer örnek kalp krizidir (miyokard enfarktüsü). Kalp krizi genellikle sol omuz ve kola yansıyan göğüs ağrısına neden olurken seyrek olarak karın ağrısı ile de belirti verebilir.
Karın ağrısının şiddeti ile hastalığın şiddeti ile genellikle paralel seyretmez. Örneğin gaz sıkıştırması veya gastroenterit gibi kendiliğinden geçen veya basit bir tedavi ile düzelebilecek durumlar şiddetli, kıvarandırıcı tarzda, şiddetli karın ağrısına neden olabilir. Buna karşın kalın barsak kanseri veya erken dönemde bir apandisit çok daha önemli hastalıklarken daha az şiddetde karın ağrısına neden olur.
Karın ağrısı toksinlere, infeksiyona, safra yolları, böbrek, hastalıklarına, idrar yolu infeksiyonlarına, kadınlarda adet dönemine, ovülasyona, damar hastalıklarına, mide, karaciğer, pancreas, barsak sistemindeki ülser, kanser ve infeksiyonlara bağlı olarak gelişebilir. Burada sayılması mümkün olamayacak daha birçok nedene bağlı olarak da gelişebilir.
NE YAPMALI ?
Yukarıda da bahsedildiği gibi karın ağrısı çok sık karşılaşılan bir durumdur. Ancak aşağıdaki durumlarda mutlaka hekime başvurmak gerekir.
- Şiddetli karın ağrısı
- Son 2 – 3 gün içerisnde karın bölgesini ilgilendiren bir yaralanma olmuşsa
- Gebe iseniz (veya gebelik şüphesi varsa)
- Ağrı uzun sürerse
- Ağrıya ateş, bulantı, gaz ve gayta çıkaramama eşlik ediyorsa
- Basmakla karnınızda hassasiyet veya sertlik varsa
- Gaytada kan varsa
Bazı durumlarda tek başına karın ağrısı varlığı bile hekime başvurmak için yeterli olabilir.
Genellikle ilk başvurulacak hekim aile hekiminiz veya hastanelerin acil poliklinikleridir. Karın ağrısı tek başına bir hastalığın belirtisi olmadığı için doktorunuz size ek sorular soracaki gerektiğinde bazı tetkikler yaparak tanıya ulaşmaya çalışacaktır. Karın ağrısının başlangıcı, süresi, zaman içerisinde ağrı karakterinde ve yerinde değişim gibi sorular ilk başta cevaplanması gereken sorulardır. Ağrıya eşlik eden yakınmalar da önemlidir. Geçmişteki tedaviler, geçirilmiş ameliyat/ameliyatlar, halen kullanılan ilaçlar gibi kişinin tıbbi özgeçmişi sorgulanır.
Özellikle bayan hastalarda adet düzeni, vajinal akıntı, kullanılan doğum control yöntemi gibi kadın hastalıkları ile ilgili yakınmalar detaylı olarak sorgulanır.
Ağrının karın bölgesindeki yeri tanıya ulaşmada oldukça yardımcıdır. Doktorunuzun yapacağı muayene sırasında ağrının yeri, belli bir bölgede sınırlı olması veya yaygın olması gibi bulgular ortaya çıkacaktır. Eğer karın içinde yaygın bir iltihabi süreç varsa ağrı yaygın olarak hissedilir. Muayenede de karının her bölgesinde hassasiyet tespit edilir. Karın ağrısı nedeniyle muayene edilen bir hastada karın bölgesinin yanında tüm vücut detaylı olarak gözden geçirilir.
Yeni doğan da ve bebeklerde uzun süreli ağlama karın ağrısına bağlı olabilir. Genellikle gaz sancısına bağlı olan bu durum gaz ve/veya gayta çıkarma ile kendiliğinden düzelir. Kramp tarzındaki bu ağrılar genellikle akşam saatlerinde daha fazla olur.
AĞRI KESİCİ ALMALI MIYIM ?
Karın ağrısı olan bir hastanın doctor tavsiyesi dışında her türlü ağrı kesici alması son derece sakıncalıdır.
KARIN AĞRISI NEDENLERİ
Aşağıda karın ağrısına neden olabilecek hastalıklar sıralanmıştır.
Sık görülen nedenler: - İdrar yolu infeksiyonları
- Safra kesesi taşı, safra kesesinin taşa bağlı iltehabı
- Bebeklerde ilk 4 ayda görülen gaz ağrıları
- Gaz sıkıştırması
- Endometriozis
- Gıda allerjisi
- Besin zehirlenmesi (salmonella, şigella)
- Fıtık
- Hazımsızlık
- Böbrek taşı
- Laktoz intoleransı (süt allerjisi)
- Adet kanamaları
- Over kisti
- Pelvik inflamatuar hastalık
- Zatürre (genellikle çocuklarda)
- Üst solunum yolu infeksiyonlarından sonra
- Peptik ülser
- Gastroenterit
Çocuklarda sık görülen nedenler - Gastroözofagial reflü
- Kronik kabızlık
- Parazitler
- Aşırı meyve şekeri alımı
- Kan hastalıkları
Daha az görülen ancak önemli nedenler - Over kanseri
- Kalın barsak kanseri ve diğer karın içi organlara ait kanserler
Acil tedavi gerektirebilecek durumlar - Bulantı kusma
- Ateş
- Gaz ve gayta çıkaramama
- Ağır yemekelrden sonra ortaya çıkan şiddetli karın ağrısı
- Terleme, baş dönmesi, bilinç kaybı
YANIK YARALANMASI
1. Yanık Nedir?
Yanık hemen herzaman deri ve deri katlarını içeren, bazen de vücudun dışarı açılan organlarını hasara uğratan bir yaralanma türüdür. Yanık nedeni ne olursa olsun deri bütünlüğü bozulduktan sonra ortaya çıkan değişiklikler ve tedavi yöntemleri bazı farklılıklar dışında benzerlik gösterir.
2. Hangi nedenlerle yanık oluşur?
Sıcak sıvılarla haşlanma ensık karşılaşılan nedendir. Sıcak su, süt, sıcak yemek (sulu yemek veya çorbalar), çay ve kızgın yağ gibi akıcı sıvılarla oluşan yanıklar bu gruba girer.
Ev ve işyerlerinde olan yangınlarda genellikle alev yanıkları görülür. Ek olarak, özellikle kapalı alanlarda olan yanıklarda solunum sistemi de doğrudan veya dolaylı olarak yanık yaralanmasına maruz kalabilir.
Elektrik akımına bağlı yanıklar iş yerlerinde, fabrikalarda, yüksek gerilimle ortaya çıkan yanıklardır. Evlerde düşük voltajla olan yanıklar genellikle ufak yaralanmalar oluşturur ve hayati tehlike taşımazlar. Ancak yüksek enerjili elektrik yanıkları bazen ölümcül olabilecek yanık yaralanmalarına neden olabilir.
Kimyasal yanıklar da tıpkı elektrik yanıkları gibi genellikle iş yerlerinde olan yanık yaralanma türleridir. Asit, baz, fosfor, sönmüş kireç gibi birçok kimyasal ajan yanık yaralanmasına neden olabilir.
3. Kimler Risk Altında?
Kendini ya da bir başkasını kasıtlı olarak yakma gibi ne yazıkki kanıksadığımız birtakım olayları bir yana bırakırsak, yanık oluşum riskini belirleyen en önemli faktör yaştır. On beş yaş altı ve özellikle dört yaş ve bu yaşın altındaki çocuklarla bedensel engelli çocuklarda daha yüksek bir yanık tehlike riski söz konusudur. Bu yaş grubunda tehlikeyi sezme ve gerekli önlemleri alma, kaçınma gibi yetiler henüz gelişmemiştir. Dolayısıyla yanığa maruz kalma olasılığı artmaktadır. Bu duruma bir de ailenin bilinçsizliği ve ilgisizliği de eklenirse yanık riski daha da yükselir. Kalabalık evlerde, geçimsiz ailelerde, eğitim ve gelir düzeyinin yetersiz olduğu durumlarda bilinçsizlik ve ilgisizliğe daha çok rastlanılmaktadır.
Aktif çalışma yaş grubu olarak niteleyebileceğimiz 18-45 yaş grubunda iş kazalarına bağlı yanıklar daha sık görülmektedir. Çocuklarda görülen yanıklar daha çok evlerde meydana gelirken, bu yaş grubunda yanıklar iş yerlerinde ve açık alanlarda ortaya çıkmaktadır. Bu yaş grubunda ortaya çıkan yanıklar daha ölümcül ya da sakat bırakıcı nitelikte olmaktadır.
Yaşlı insanlar diğer bir risk grubunu oluşturmaktadır. Çünkü bu insanlar herhangi bir kaza veya yangın sırasında, hareket yetenekleri kısıtlı olduğundan, kaçıp kurtulma şansları daha azdır.
Özetle yangınlarda çocuklar, bedensel engelliler ve yaşlılar daha fazla yanık yaralanmasına maruz kalmaktadırlar.
4. Derinin görevleri nelerdir, yanıktan nasıl etkilenir?
Deri, bir organ olarak kabul edilmese de birçok fonksiyonuyla normal yaşamın sağlanması ve devam ettirilmesinde önemli bir rol oynar. Deriye özgü ve yaşamsal öneme sahip fonksiyonlar şu şekilde özetlenebilir:
• Koruyucu - belli bir eşik değere kadar sıcak, soğuk, radyasyon, basınç gibi dış etklenlere karşı koruma.
• İmmünolojik - mikroorganizmaların vücuda girişini engelleme, deriden girenlere karşı bağışıklı reaksiyonu.
• Sıvı, protein ve elektrolit dengesi - sıvı, protein ve elektrolit kaybını önlemenin yanında atılımında düzenleyici fonksiyon.
• Termoregülasyon - ortamın ısısına göre ısı kaybını önleme veya artırma.
• Duysal - sinir uçları ile uyarıları alma ve gerekli yanıtı verme.
• Sosyal - çekicilik, güzellik gibi etkilerle sosyal hayatta kişilerin dış görünümünü belirleme.
• Metabolizma - D vitamini sentezlenmesi.
Yanık yaralanmaları ile bu fonksiyonlar kısmen veya tamamen ortadan kalkar.
5. Her yanık yarası aynımıdır?
Yanık yaraları derinin etkilenme derinliğine göre başlıca dört derecede değerlendirilir. Bu derecelendirme hem ortak dil kullanma hem de tıbbi ve cerrahi tedavinin belirlenmesinde son derece önemlidir.
Yanık derinlikleri şu şekilde tanımlanabilir;
Birinci derece yanıklar: Sadece derinin yüzeyel kısmını ilgilendirir. Ağrıya neden olması dışında klinik bir önemi yoktur. Etkilenen bölge başlangıçta kırmızı görünümdedir. Daha sonra soyulma (deskuamasyon) olur ve 7 gün içerisinde herhangi bir iz bırakmadan iyileşir.
İkinci derece yanıklar:Birinci derece yanıklara göre daha derin yanıklardır. Bu tip yanıklar da ağrılıdır. Birinci derece yanıklardan en önemli farkı bül denilen içi sıvı dolu kesecikler içermesidir. Kıl kökleri ve ter bezlerinden başlayarak epidermisin yeniden oluşması ile hızlı ve tam iyileşme olur. Iyileşme genellikle iki hafta içerisinde tamalanır. Bu tür yanıklarda yara infkesiyonu gelişirse yara derinleşebilir ve hem tedavisi zorlaşır hem de ciltte kalıcı iz bırakabilir. Bu nedenle yara bakımında çok dikkatli olmak gerekir.
Üçüncü derece yanıklar: Derinin tüm katlarını içerir. Yara kenarlarında sınırlı bir büzülme ve epitelizasyon dışında kendiliğinden iyileşme olmaz. Mutlaka yanık yarası çıkartılmalı ve vücudun başka bir yerinden alınan deri ile örtülmelidir.
Dördüncü derece yanıklar : Derinin tüm katları yanında altında bulunan ciltaltı yağ dokusu, kas, tendon, kemik gibi yapıları içine alır. Geniş cerrahi girişmlerle yanıklı deri çıkartılmalıdır. Bazen ilgili bölgenin çıkartılması gerekebilir. Bu tür girişimler geride mutlaka kalıcı iz bırakır.
6. Yanıklarda ilk yardım nasıl yapılmalıdır?
Yanmakta olan bir kişiye ilkyardım, yanmanın durdurulmasıyla başlar. Eğer kişi koşuyorsa onu durdurup üzerine halı, battaniye gibi örtüler kapatılarak yanmayı destekleyen hava teması kesilmelidir. Eğer kişi elektrik çarpmasına uğramışsa, hızla elektrik temasından uzaklaştırılmalıdır. Bunun en güvenli ve kesin yolu elektrik akımının şebekeden derhal kesilmesidir. Tüm bunları yaparken en önemli konu kurtarıcının bir kazazede haline gelmemesidir.
Eğer yanan kişide kimyasal yanık varsa yanık yerler bol suyla yıkanmalı, kimyasal ajan olabildiğince seyreltilmelidir.
Yanmış kişinin üzerindekiler ve yüzük, bilezik gibi takılar mutlaka çıkarılmalıdır. Duruma göre hasta hızla bir ilkyardım merkezine yetiştirilmelidir. Bilinmelidir ki 45 derecenin altında önemli bir yanık yarası oluşmaz. 45-50 derece arasında deri ve vücut doku hücrelerinde hafif yıkımlar görülür. 65 derecenin üzerinde hücre proteinlerinde denatürasyon ve koaglasyon olur. 70 derecede deride nekroz oluşarak deri ve doku damarlarında geçirgenlik artar ve vücut su toplar.
Genellikle olduğu gibi vücudun çok az bir kısmını ilgilendiren yanıklarda (çay dökülmesi, ütüyle temas gibi) yapılması gereken en önemli şey ılık su ile yanık bölgenin yıkanmasıdır. Böylece ağrı daha az olacak, yanık derinliğinin artması ve ödem azaltılacak veya önlenecektir. Dikkat edilmesi gereken bir konu bu işlemin ilk 10 dakika içinde yapılması gerekliliğidir. Bu sure uzarya su ile yıkamadan beklenen yarar görülmeyecektir. Yaraya antibiyotik veya benzeri pomat türü ilaçların kullanımı gereksizdir. Yarayı nemli tutmak ve kurumasını önlemek için krem kullanılabilir. Ağrıyı kesmek için ağızdan ağrı kesici ilaçlar alınabilir.