Arama

Sosyoloji (Genel Bilgi) - Sayfa 6

Güncelleme: 4 Nisan 2013 Gösterim: 123.852 Cevap: 53
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
26 Aralık 2012       Mesaj #51
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Türkiye’ de Cumhuriyet’ ten beri sosyoloji ne gibi gelişmeler göstermiştir?

Sponsorlu Bağlantılar
Cumhuriyet’ in kuruluşundan sonra ülkemizde sosyoloji,toplumu inceleyen bilim olarak,Comte- Durkheim sosyoloji yaklaşımıyla öğretilmeye devam etmişti. Üniversitelerimizdeki ve liselerimizdeki sosyoloji derslerinde aynı yaklaşım öğretiliyor ve yazılan sosyoloji ders kitapları,hiçbir zaman etki alanı bulamayan az sayıda eklektik (seçmeci,toplayıcı) olanlarının dışında,Comte- Durkheim sosyolojisi kuramla-rına ve açıklama yöntemlerine göre yazılıyordu. Yalnız Mehmet İzzet,yazdığı sosyoloji kitaplarında sosyoloji geleneğini felsefe kültürüyle uzlaştırmaya çalışıyor ve bir taraftan sosyoloji verileri üzerine dayanırken,bir taraftan da onu idealist felsefeyle barıştırıyordu. 1933-1936 arası tarihsel maddecilikle ilgili yayınlarda belirli bir artış görüldü.

Comte- Durkheim sosyolojisi etkisini sürdürürken,ayrıca,1933-1940 yılları arasında, üniversitelerimizin bazı fakülteleri sosyoloji derslerinde,Alman sosyoloji okulu dediğimiz biçimci sosyoloji etki alanı bulmuştur. Bu sosyoloji (daha önceki sayfalarda açıklamaya çalıştığımız gibi) toplumsal yapı varlığını ve sorununu hiç gözetmeyen;toplumsal gerçeği,temel toplumsal içeriğinden,temel kurucu öğe ve boyutlarından soyutlayarak yalnız bireyler arası ilişkilere indirgeyen biçimci bir sosyolojiydi. Bazı fakültelerimizde hala bu sosyoloji öğretilmektedir.

1940-1945 arası,sayıları birkaçı geçmeyen bazı sosyologlarımız,kısımsal toplumsal gerçekler olarak ve monografiler biçiminde köy araştırmaları yapmışlar ve bu araştırmalarda diyalektik yöntemi uygulamışlardır. Fakat,araştırma konusu olan köylerin evrimini (hem de tarihlerini derinliğine incelemeden) Batı Avrupa ülkelerinin tarihsel evrimindeki belirleyicilik kalıplarına sığdırmaya çalışarak açıklamaları, diyalektik yöntemin bütünlük yasasının gözden kaçmasına neden olmuştur. Böylece,amacı belirleyicilikler bulmak olan bilimsel çabalar,eksik ve yetersiz kalmıştır.

Ayrıca,1940’tan beri sosyoloji,kimi fakültelerimizde Le Play okulunun deneysel sosyolojisi temelinde öğretilmeye çalışırken,1950-1960 arasında genel kuramı reddeden, gözleme dayalı,betimleyici ve deneysel Amerikan sosyolojisi de bazı kuruluşlarımızda etki alanı bulmaya başlamıştır. Yine Amerikan sosyolojisinin etkisi altında üç dört yıldan beri ‘davranışçı sosyoloji’ savunucularını bulmaya başlamış ve ‘davranış kürsüsü’ açmak gibi kuramlaştırma çabaları görülmüştür. Oysa,yalnız şimdiki zamandan insan davranışlarını gözlemek,ölçmek,onların yalnız nesnel görünümünü tasvir etmek ya da genel olarak yalnız insan davranışları üzerine bilgi edinmek ve bunlarla bir toplumdaki ilişkileri açıklamaya kalkışmak,gerçek olmayan bir sonuç ve kötü bir sonuç ve kötü bir soyutlamayla karşılaşmak demektir. Yine 1960’ tan beri, 1940-1945 arasındaki araştırmalar doğrultusunda (öncekilere göre biraz daha gelişmiş araştırma tekniklerinden yararlanarak) kısımsal toplumsal gerçeklerimizle ilgili araştırma yapan sosyologlarımız olmuş,fakat,bunlar da 1940-1945 arasındaki sosyologlarımız gibi diyalektik yöntemin bütünlük yasasını gözden kaçırmışlardır.

Her türlü kavram kargaşasından korumak için,burada,bir konuya açıklık getirmenin yararlı olacağı kanısındayız. ‘ekonominin baş belirleyici olması ya da ekonomi ile belirlenme’ başka bir şey,’ekonomik yaşantıyla toplumsal gerçeği doğrudan doğruya özdeşleştirmek’ başka bir şeydir. Bu gerçek,yani özdeşleştirme,bir toplumu incelemek için, “bilimsel açıklamalarda ekonomik koşulların yol gösterici olduğunu” ortaya koymak içindir.

Böylece,tarihsel maddecilik,ekonomik bir belirleyiciliğin formülü olarak kalmayacak; toplumlardaki başka belirleyicileri ve onların yarattıkları çelişmeleri,gelişmeleri kapsayacak biçimde,insan bilincinin toplumsal belirlenmesini araştıran daha geniş anlamda,daha nesnel bir tarihsel maddecilik olacaktır.

kaynak: 100 soruda sosyoloji

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
15 Şubat 2013       Mesaj #52
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Sosyoloji
MsXLabs.Org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar

İnsanların toplumsal yaşamının koşullarını ve şekillerini, toplumun yapısal ve işlevsel bileşimini, toplumsal kurumların tarihî gelişimini ve şimdiki durumlarını sistematik olarak inceleyen ve tanımlayan bilim; toplumbilim.

Günümüzde sosyolojinin alanı, belirli bir toplumun ve kültürün grup ve kurumlarında toplumsal süreçler tarafından etkilenen insanın tüm toplumsal davranışlarını kapsar. Bu alanın içine, toplumsal normlar, roller, davranış kalıpları, ideolojiler, dünya görüşleri, toplumsal süreçler (dönüşüm, hareketlilik, çatışma), toplumsal yaşam alanları (aile, okul, işyeri, kent, ülke), yaş grupları, sınıf ve katmanlar, toplumsal oluşumlar (gruplar, örgütlenmeler) ve kurumlar (ekonomide, siyasette, kültürde ve hukukta) girer. Sosyolojinin birçok alt dalı vardır: Aile sosyolojisi, yaş sosyolojisi, eğitim sosyolojisi, endüstri sosyolojisi, din sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, köy sosyolojisi vb. Sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen Auguste Comte, olumcu (pozitivist) ve akılcı bir yöntemle gözlemler yaparak; toplum, toplumsal kurumlar ve birey arasındaki ilişkilerin yasalarını araştırmak gerektiğini öne sürdü. Kendi dönemine gelinene dek geçerliliğini koruyan liberal uyum ve denge fikrine ve olumcu sosyolojiye karşı, Marx, "tarihsel maddecilik" adıyla yeni bir toplum kuramı oluşturdu. Bu kuram, tarihî ve toplumsal gelişmenin, sınıf çatışması sonucunda gerçekleştiğini öne sürüyordu. Sosyolojinin kendine özgü yöntemini ve araştırma tekniklerini ilk geliştiren E. Durkheim'dir. Sosyolojiyi ampirik ve matematiksel bir bilim olarak tanımlayan Durkheim, deneysel ve gözleme dayalı sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilir. Bunun yanı sıra, F. Tönnies ve G. Simmel formel bir sosyoloji geliştirdiler. Bu sosyoloji, toplumsal yaşamın biçimlerini, zaman kavramı dışında ve değişmez olarak kabul ediyordu. Simmel bu biçimleri kavga, rekabet ve dostluk, Tönnies ise topluluk ve toplum olarak açıklıyorlardı. Max Weber, sosyolojinin, toplumsal davranışı kendi akışı ve etkileri içinde incelemesi ve açıklaması gerektiğini savundu. Weber'e göre devlet, hukuk, ekonomi gibi kurumlar ideal tipler olarak soyutlanmalı ve nesnel bir biçimde betimlenmeliydiler. Çünkü Weber, bilimin değerlerden ve normlardan arınması ve usçu ve nesnel olması gerektiğini savunuyordu. Weber'in ve diğer Avrupalı sosyologların etkisiyle ABD'de Talcott Parsons, yapısal-işlevsel sosyoloji kuramını geliştirdi. Günümüz sosyolojisi üzerinde etkili olan bir başka olay da; eleştirel usçuluk akımının temsilcileri (Popper, Albert vb.) ile eleştirel kuram temsilcileri (Adorno, Habermas vb.) arasında yapılan bilim kuramı tartışmasıdır. Sonuçları günümüzde de etkili olan bu tartışma, sosyolojinin iki kampa ayrılmasına neden oldu. Eleştirel usçuluk algılanabilir gerçekliğin değiştirilmez yasalarla karakterize edildiğini, bu yasaların deneyler sonucunda kesinleşmiş bir yöntem oluşturması gerektiğini ileri sürer. Bu öncüllerden yola çıkarak oluşturulan eleştirel kuram ise, bilgi ve bilgi konusu arasında, araştırma öznesi ve nesnesi arasında nesnel bilim kuralları ve öznel değerler arasındaki ayrımı yadsır. Bu görüşü savunanlara göre, sosyal bilim kuramı, ilgili nesnenin, kuramın kategorileriyle uygunluğunu öngörmelidir. Bu da, araştırma nesnesinin zihinde bir ön kavranışını gerektirir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Sen sadece aynasin...
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
15 Mart 2013       Mesaj #53
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Edebiyat sosyolojisi nedir? Neleri konu edinir?

Kültürel yaratılar ve onların oluşturduğu ‘fikirler tarihi’ insanların ekonomik,toplumsal ve siyasal yaşantısının tarihine sıkı sıkıya bağlanmazsa açıklanamaz ve olumlu bir anlam taşıyamaz. Düşünce,tamamıyla özerk ve toplumsal yaşantıdan,kökünden ayrılan bir gerçek değildir.
Bir kültürel yaratı türü olarak edebiyat da özellikle yirmi beş otuz yıldan beri,sosyolojik bir gerçek olarak incelemeye başlanmıştır. Bu,edebiyat eserlerinin toplumsal yapılara göre,ekonomik koşullara göre ve edebiyat eserlerinin iletişim araçları olarak ‘toplumsal niyetliliğine’ göre incelenmesi demektir. Başka bir deyişle edebiyat,toplumsal tarihten ayrılan,kendine özgü bir şey değildir;tarih dışı,toplum dışı,siyaset dışı edebiyat düşünülemez;edebiyatla toplumsal yapılar arasında ilişkiler vardır.
Edebiyat olgusu,bir toplum için bilinçlenme tarzıdır;toplumun kendi bilincine varma tarzıdır. Bilince varmak yeni bir tutum gerektirdiği ve getirdiği için,ve bu tutum,çoğu zaman,toplumsal yapıyı bozma ve değiştirme belirtileri taşıdığı için,tarihte uzun bir süre,”edebiyatın toplumsal tarihle ilgisi olmayan özgül bir tarih olarak geliştiği” söylenmiştir. Bu,burjuva tarzı bir edebiyat anlayışıdır;sosyolojik bir gerçek olan edebiyat olgusunun bir ‘fantezi olgusu’ gibi düşünülmek istenmesidir.
“Edebiyat biçimlerinin ve cinslerinin tarihi,ideal ve soyut bir art arda geliş değildir” varsayımından hareket eden edebiyat sosyolojisi,toplumsal yapıların gelişmesinin edebiyatta da nasıl benzer yapılar yarattığını ve geliştirdiğini açıklamaya çalışır. Örneğin:”Roman,burjuvaziye sıkı sıkıya bağlı bir edebiyat türü değil midir?”,”Tiyatro,hangi tip toplumsal yapılarda gelişmiştir?” sorularının yanıtlarını arar. Romanın burjuvaziye sıkı sıkıya bağlı bir edebiyat türü olması,Batı’ da doğması ve bir burjuva edebiyat türü olması yüzündendir. Buna karşılık,Batılı olmayan bazı romancılarda da kendi toplumlarının kaynaklarındaki özellikleri,Batı romanını aşan bir biçimde romana aktarma çabaları görülmektedir.
Az önce yirmi beş otuz yıldan beri bir varlık göstermeye başladığını söylediğimiz edebiyat sosyolojisinde,son yılların en belirgin sorunu,edebiyat eserlerini açıklamaktaki yaklaşım sorunu olmuştur. Başka bir deyişle,toplum-edebiyat ilişkisi genel sorunu içinde,edebiyat eserinin nasıl açıklanacağı özel sorunu tartışılmaktadır. Ve toplum-edebiyat ilişkisi genel sorunu içinde edebiyatı açıklayabilmek için,önce edebiyat nedir sorusu karşısında önermeler ileri sürülmekte ve geliştirilmektedir.
Bir edebiyat sosyologu olarak ün kazanmaya başlayan Fransız Albert Memmi’nin önermelerini,çok tanındığı ve tartışıldığı için,buraya da aktarmayı uygun görüyoruz:
-Edebiyat olgusu sosyolojik bir olgu olarak değerlendirilmelidir. Yani edebiyat olgusu önünde,sosyolojik bir tavır alınmalıdır.
-Edebiyat olgusu kendisinden başka bir şeye indirgenmemelidir. Ya da edebiyat olgusu,ne başka bir olguya,ne de başka bir sosyolojik olguya indirgenmelidir.
-Edebiyat olgusu,bir değer olgusudur. Şöyle ki bir edebiyat eseri,bir gazete gibi düşünülemez;edebiyat eserinin ayrı bir yararı,önemi,ilginçliği vardır.
-Edebiyat olgusu bir bilgi olgusu değildir:
a)Edebiyat olgusu ne yalnız bir belgedir,ne de bir anketin sonucudur.
b)Edebiyat olgusu anlamlara indirgenemez. Örneğin,fantezide anlamlıdır,fakat fantezi edebiyat değildir.
-Edebiyat olgusu bir eylem tekniği değildir. Yani edebiyat olgusu,kendisininkinden başka bir etkililik aramaz;o,ne bir propaganda aracı ne de bir inandırma yöntemidir.”
Bütün bu önermeler birbirine bağlıdır.

Sosyoloji bakımından dil nedir?

Sosyolojinin yeni yeni kurulmaya başlayan ve gelişmeler gösteren bir dalı olan dil sosyolojisi,genel olarak dille onu konuşan toplum arasındaki ilişkileri incelemektedir.
İnsanlar arasında iletişimin gerçekleşebilmesi için,iletişimin sözlü içeriğinin, ifadesinin taşıdığı anlamın,konuşan insanlarca anlaşılması gerekir. Bir kimsenin dilini anlamak,ona cevap verebilme olanağını taşımak demektir. Şu halde,bir dilin içeriği,konuşan kişiler arasına yerleşen ya da konulan bir bağ (bir aracılık) olmaktadır. Bu,dille insanların yaşayışı arasındaki karşılıklı ilişkilerin varlığını göstermektedir. Dil,simgesel olarak yaşayışı anlatır,ifade eder;başka bir deyişle dil,simgesel olarak toplumsal varlığı,toplumu anlatır,gösterir. Şu halde dil,hem insanların kendi araların-daki ilişkileri anlatan,hem de ‘simgeleşmiş yaşantıyı’,yani en geniş anlamıyla kültür ya da uygarlığı anlatan bir toplumsal olgudur. ‘Simgeleşmiş yaşantı’,bir toplumun ya da insanların tarihsel ve toplumsal evrimini gösterir ve zaten kendisi de bu evrimin sonucudur.
Dilin görevi toplumdadır. İnsanlar arasındaki iletişimin aracı olarak dil,bir işaretler,bir kurallar sistemidir. Ve bu sistemin kullanılması,iletişimin içeriklerini anlaşılır kılar. Fakat,iletişimin koşulları değişiktir ve dilin sistemine bağlı değildir. Çünkü,bu koşullar,genel olarak,toplumların inceliğine ve niteliğine göre değişir. İletişimin koşulları,gerçekleştiği toplumsal çevreye,kısacası bir toplumun yaşantısına bağlıdır.
Dil,konuşan bireyin görevi,işi değildir;birey,toplumun bu olgusunu edilgen (pasif) olarak kabullenir. Değişik kültürlerin,değişik toplumsal ve siyasal rejimlerin dilleri farklıdır. Belirli bir toplumda (ekonomik büyüme bakımından olduğu kadar toplumsal ve kültürel gelişme bakımından) eşitsiz olarak gelişen kesimler arasında dil farkları görülür.

Bugünkü sosyolojiye göre aile nedir?

Aileler,gerek aileyi oluşturan kişilerin rol ve statüleri bakımından,gerekse ailelerdeki değerler ve tutumlar bakımından incelendiğinde,artık iyiden iyiye anlaşılmıştır ki hem eski aile tiplerinde,hem de şimdiki aile tiplerinde (sanayi ailelerinde) aile grubunun görevi ve yapısı,birbirinden ayrılmaz ve birbirinden ayrı olarak incelenmez.
Bir toplum,teknolojik gelişmesi ve üretim araçlarının mülkiyet tarzıyla birlikte,içinde bulunan ailelerin görevlerini de belirler(bir ailenin kişilerine yeni görevler verebilir ya da görevlerden bazılarını kaldırabilir). Bugünkü sosyolojiye göre,”ailenin toplum üzerine kurumsal önceliği yoktur.” Aile bir ‘temel hücre’ ya da bir ‘doğal grup’ değildir;tersine,aile,sonuç olarak çıkan bir gerçektir,bir ‘tortu’dur. Başka bir deyişle,bugünkü aile sosyolojisi,değişik ailelerin yapısını ailelerin içinde bulunduğu tüm toplumun yapısına göre-bu toplumun ekonomik,toplumsal,kültürel çerçevesine göre-çözümlemeye çalışmaktadır.
Sanayi ailelerinde,çocuklarla ilgili geleneksel eğitim,koruma,bakım rolleri değişmek te ya da yok olmaktadır. Sayısı,niceliği,niteliği,sanayi toplumundan sanayi toplumuna değişmekle beraber,genellikle devlet,okul ve kent küçük grupları gibi kuruluş ve çevreler,bu geleneksel rolleri paylaşarak değiştirmektedir.
Görülüyor ki aile artık “bireyin toplumsallaştırıldığı,bireyin geçimini sağladığı,güvenliğini kazandığı,kişiliğini geliştirdiği yegane merkez” değildir.
Sanayi devriminin,eski aile yapısını köklü bir biçimde değiştirdiği bilinen bir gerçektir. Örneğin, “otoritenin,akrabalığın,evliliğin baba soy zincirine göre sıkı bir biçimde düzenlendiği” aile yapısı demek olan ataerkil aile,özerk aile-eş ailesi haline gelmektedir. Bu eş ailesi de en çok görüldüğü biçimiyle,baba,anne ve çocuklara indirgenmiştir. Törelere körü körüne bağlılık,hiyerarşi ve baskı üzerine kurulan eski aile,bu kurucu öğelerini yitirmektedir.
Bugünkü aile sosyoloji,aile araştırmalarında şu ‘yöntembilimsel gözlemleri’ hiçbir zaman unutmamak durumundadır:
1) Aile kavramını yeniden tanımlamak zorunluluğu belirmiştir. Aile artık geleneksel üçlüye (baba,anne,çocuklar) indirgenememektedir. Çünkü bu kategoriye girmeyen aileler (çocuksuz aileler,çocuklu dul erkek ve kadınlar,boşanmış çocuklu erkek ve kadınlar vb.) karşılaşılan gerçekleredir.
2) Sanayi toplumlarında,ailenin eski yapılarından farklı,yeni zorunluluklara,kurallara,
değerlere göre yapılaşması,’kent ve sanayi’ toplumunun yapısına göre-onun çerçevesi içinde değerlendirilmelidir.

kaynak: 100 soruda sosyoloji
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
4 Nisan 2013       Mesaj #54
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Az gelişmiş ülkelerde sosyoloji hangi yönde gelişmektedir?

“Az gelişmiş ülke” deyimi çok yaygın bir deyimdir,fakat,kesin bir tanıma hala kavuşmuş değildir. Burada konumuz az gelişmiş ülkeler sosyolojisi olmayacağına göre,ancak bu ülkelerde sosyolojinin gelişme yönü üzerine birkaç kelime söylemekle yetineceğiz. Bu yüzden ve ayrıca,az gelişmiş ülke kavramının gerçekteki kapsamı ve özellikleri üzerine duramayacağımız gibi,az gelişmiş ülke deyimiyle,onun eş anlamlı olarak kullanılan “geri kalmış ülke” ,”ekonomik gelişme yolundaki ülke” deyimleri arasında hangisinin gerçeği yansıttığı sorusunu yanıtlamaya da çalışmayacağız.
Az gelişmiş ülke deyiminin taşıdığı ilk ve kesin farkı belirtmek için,b deyimi “sanayici olmayan ülke” anlamında alyoruz.
Durkheim’ın şu gözlemi,hala geçerliliğini sürdürüyor kanısındayız: “Bazı olaylar,örneğin işbölümü,ancak bütün bir toplumca,çözümü ivedilikle gerekli sorunlar olarak görüldüğü zaman bilgi konusu olurlar.”
Sosyolojinin sanayici Avrupa ülkelerinde doğması ve gelişmesi,sosyolojideki kavramları ya da kavramların pek çoğunu bu ülkelerin gerçeklerine göre oluşturmuştur. Başka bir deyişle,bu günkü sosyoloji,Avrupa toplumlarının gelişmesinin damgasını az çok taşımaktadır. Oysa ,az gelişmiş ülkelerdeki toplumsal çevreler ve sorunlar,farklılıklar göstermektedir. Bu yüzden ,Avrupa ülkelerindeki toplumsal değişmeleri anlamak ve açıklamak için oluşturulan kavramların az gelişmiş ülkeler gerçeğine uygulanması,yersiz düşmektedir.
Amerikalı olsun,Avrupalı olsun,hep sanayi toplumlarını inceleyen sosyologların (ki bunlar arasında da çok büyük yaklaşım farkları vardır) kendi zihinsel alışkanlıklarını diyebileceğimiz kendi kavramlarını,incelemek istedikleri az gelişmiş ülkeler gerçeğine uygulamaları onları başarısızlığa götürmektedir. Yabancı ülkelerin üniversitelerinde yetişerek,o ülkelerdeki bilimsel anlayışın kavramlarını ya da zihinsel alışkanlıklarını,döndüklerinde,kendi az gelişmiş ülkelerin gerçeğine uygulamak isteyen öğrenci ve aydınların girişimi de başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Bazı az gelişmiş ülkelerde,yukarıda söylediğimiz gibi sonucu başarısızlık olacak biçimde araştırmalar sürdürülürken,bazı az gelişmiş ülkelerde de kimi sosyolog yada sosyal bilimcilerin,uygulamak için en bilimsel yöntemi seçerek,kendi gerçekleri olan araştırma konusunun bütün boyutlarıyla ilgili,mümkün olduğunca çok bilgi toplamaya çalıştıkları ve böylece kendi az gelişmiş ülkelerin özel gerçeğini yansıtan kavramlar oluşturdukları görülmektedir.




kaynak: 100 soruda sosyoloji

Benzer Konular

26 Şubat 2017 / Misafir Coğrafya
8 Mart 2018 / Misafir Biyoloji
31 Ağustos 2012 / Misafir Coğrafya
15 Kasım 2016 / _Yağmur_ Zooloji
4 Mart 2015 / Misafir Cevaplanmış