Arama

Sosyoloji (Genel Bilgi) - Sayfa 5

Güncelleme: 4 Nisan 2013 Gösterim: 123.937 Cevap: 53
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #41
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Prens Sabahattin (1877 - 1948)


Sponsorlu Bağlantılar

Sosyolog ve siyaset adamı Prens Sabahattin 1877'de İstanbul'da doğdu. Padişah Abdülmecit'in kızı ve II. Abdülhamit'in kardeşi Seniha Sultan ile Damat Mahmut Celaleddin Paşa'nın oğludur. Özel öğrenim gördü.
II. Abdülhamit'in yönetimini eleştirdiği için gözden düşen ve baskı altında tutulan Mahmut Celalettin Paşa, 1899 yılında Fransa'ya kaçarken çocukları Sabahattin'i ve Lütfullah'ı da birlikte götürmüştü. Sabahattin, Paris'te siyaset adamları ve toplumbilimciler çevresiyle ilişkiler kurdu. Abdülhamid'in saltanattan uzaklaştırılması, Meşrutiyet'in ilanı amacıyla yurt dışında mücadele sürdüren Türk aydınlarını bir araya getiren 1902'deki Birinci ve 1907'deki İkinci Jön Türk kongrelerini topladı. Teşebbüsi Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti'ni kurdu. 1906 yılında Terakki dergisini yayımlayarak, yönetimde ademi merkeziyet ve iktisatta telebbüsi şahsi ilkelerini savundu.

Topladığı kongrelerle meydana gelen hareketten yararlanarak Osmanlı Ahrar Fırkası'nı kurdu. İttihat ve Terakki yönetiminin sonra ermesinden ve Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra yurda dönerek çalışmalarını sürdürdü. Hanedanla olan akrabalığı yüzünden Cumhuriyet Türkiyesinden gitmek zorunda kaldı. Sonraları Fransa'da, daha sonra İsviçre'de güç koşullar içinde yaşadı. 30 Haziran1948'de İsviçre'nin Nechautel kentinde öldü. Kemikleri Türkiye'ye getirilerek Eyüp mezarlığında babasının kabri yanına gömüldü.

Prens Sabahattin, Ziya Gökalp'in Durkheim'dan etkilenerek öne sürdüğü toplumcu görüşe karşı, Le Play'in bireyci anlayışını savundu. Edmond Demoulins'in Anglo-Saksonların Üstünlüğü Neden İleri Geliyor adlı yapıtı, görüşlerinin temelini oluşturdu. Demoulins toplumları, zümrelerin hakim olduğu ve kişilerin önem kazandığı toplumlar olarak ikiye ayırıyordu. Bireylerin önem kazandığı toplumlarda, toplumsal zümreleşmenin, bireyin çevresinde oluştuğunu söylüyor, Anglosakson ülkeleri örnek vererek bu tür toplumların geliştiğini öne sürüyordu. Prens Sabahattin, çeşitli tarihlerde yayımlanan yapıtlarında, Osmanlı Devleti'nin çöküşünü, bu görüşler doğrultusunda, zümrelerin egemen olduğu bir toplum olmasıyla açıkladı, merkezi otoriteye karşı ve bireysel girişimciliğe destek veren bir yaklaşımı savundu.

Prens Sabahattin'e göre İmparatorluğun kurtuluşu ve ağır sorunların çözümü için tek yol bağımsız bireyin hiçbir dayanağa ihtiyaç duymadan çalışmasıdır. Çünkü, çalışmak, bir kişilik prensibidir; ama bu prensibin hayata geçmesi için bireyin ailesi, devleti, cemaati ile olan göbek bağını kesmesi gerekir. Eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyasi ortamda bunun anlamı, tebaadan vatandaş statüsüne geçmektir.
Eserleri
  • Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?
  • İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar
  • Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son Bir İzah

Son düzenleyen Safi; 23 Aralık 2015 01:33
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #42
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Talcott Parsons


Sponsorlu Bağlantılar
1902’de Colorado’da dünyaya gelen Talcott Parsons, 1924 yılında mezun olacağı Amherst Koleji’nde felsefe ve biyoloji okudu. 1925 yılında London School of Economics’e girdi ve burada Bronislaw Malinowski ile çalıştı. Bir yıl sonra Heidelberg Üniversitesi’nden kabul aldı ve bu dönemde, düşünsel seyrini önemli oranda etkileyecek olan Max Weber’in fikirleri ile tanıştı. Son dönem Alman düşüncesindeki kapitalizm analizleri üzerine yazdığı doktora tezi, 1927 yılında kabul edildi. Aynı yıl Harvard Üniversitesi’nde ekonomi dersi vermeye, 1931 yılından itibaren de sosyoloji dersleri okutmaya başladı. 1944’te sosyoloji profesörü oldu. 1946-56 yılları arasında Sosyal İlişkiler Bölümü başkanlığını yürüttü. 1949 yılında Amerikan Sosyoloji Derneği başkanlığı yaptı. Emekli olduğu 1974 yılına kadar Harvard Üniversitesi’nde kaldı. Parsons, en temelde klinik psikoloji ve sosyal antropolojiyi sosyoloji ile birleştiren bir akademik yönelim ortaya koymuştur. Parsons, “eylem” konusuna duyduğu ilginin yanında, esasında, geniş boyutlu sistemler ve toplumsal düzen, bütünleşme ve denge sorunları üzerinde durmuştur. The Social System en klasik olmuş eseridir


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #43
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Taner Akçam

Taner Akçam, 1953 yılında Ardahan'ın Ölçek köyünde doğdu. ODTÜ İdari İlimler Fakültesi'ni bitirdi. 1973'ten sonra ODTÜ-DER, ADYÖD gibi derneklerin kurucuları arasında yer aldı. 1975'te yayına başlayan Devrimci Gençlik dergisinin sorumlu yazıişleri müdürü olarak, dergide komünizm ve Kürtçülük propagandası yapıldığı iddiasıyla yargılandı ve 1976 tutuklandı, 1977'de de yaklaşık 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1977 Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nden kaçtı.
1978-1995 yılları arasında Almanya'da siyasi mülteci olarak yaşadı. 1988 yılında HamburgSosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde çalışmaya başladı. 1995'te Hannover ÜniversitesiSosyoloji Bölümü'nde "İttihat ve Terakki Yargılamaları ve Ermeni Kırımı" konulu doktora çalışmasını tamamladı. Aynı üniversitede profesörlük tezini hazırladı. Cezalandırılmasına neden olan maddelerin TCK'dan çıkarılmasından sonra sık sık Türkiye'ye gelen ve konferanslar veren Akçam'ın, çeşitli dergilerde yayımlanan çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Akçam, Minnesota Üniversitesi Tarih Bölümü'nde görev yapıyor.


Eserleri

Akçam'ın çeşitli dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesinin yanısıra
  • İşkenceyi Durdurun - İnsan Hakları ve Marksizm (Ayrıntı Yayınları, 1991)
  • Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence (İletişim Yayınları, 1992)
  • İslamda Hoşgörü ve Sınırları (Başak Yayınları, 1994)
  • Türkiye'yi Yeniden Düşünmek (İletişim Yayınları, 1996)
  • İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu (İmge Kitabevi Yay., 1999, 2002)
  • Ermeni Tabusu Aralanırken (Su Yay., 2000)
  • Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu
Son düzenleyen GusinapsE; 16 Mayıs 2006 02:34
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
5 Mayıs 2006       Mesaj #44
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Sosyolog Max Weber

Almandüşünür ve sosyolog.

1864 - 1920 yılları arasında yaşamış olan Weber’in büyük önemi, onun Emile Durkheim’la birlikte, ayrı ve bağımsız bir disiplin olarak modern sosyolojinin kurucusu olması olgusundan kaynaklanmaktadır. O, sosyal bilimlere felsefi bir temel, sosyolojiye de kavramsal bir çerçeve kazandırmıştır. Başka bir deyişle, Weber bir bilim olarak sosyolojinin genel kavramsal çerçevesini en iyi bir biçimde ortaya koyduğu, tutarlı bir sosyal bilimler felsefesi geliştirdiği ve nihayet, modern endüstri toplumunun temel özelliklerini sağlam bir biçimde kavrayıp ifade ettiği için, modern sosyolojinin kurucusu olarak tanınır.


Max Weber


Zira, Durkheim’ın sosyoloji bilimini kurma, sosyoloji iyi temellendirme girişimi, zamanının pozitivizmine dayandığı yerde, entelektüel gelişimi Windelband ve Rickert’in de içinde yer aldığı Yeni-Kantçı gelenek içinde gerçekleşmiş olan Weber, öncelikle sosyolojinin insan davranışıyla ilgili olarak, doğa bilimlerininkine benzer, genel-geçer yasalara ulaşamayacağını iddia etmiştir. Diğer bir deyişle, Yeni-Kantçı felsefenin algılanan dünya ya da fenomen ve algılayan bilinç ya da numen ayırımını benimseyen Weber’de söz konusu ayırım doğa bilimleriyle sosyal bilimler arasındaki bir ayırım haline gelmiştir. Buna göre, biz doğa bilimlerinde evrensel yasalara ulaşmaya ça­lışırız. oysa bu , toplumsal eylemleritikel, tarihsel bağlamları içinde anlamayı amaçlayan sosyal bilimlerin amacı olamaz.
Sosyolojininyöntemi ve felsefi problemleriyle ilgili analizinde Yeni-Kantçı bir bakış açısı sergileyen Weber, her şeyden önce sosyolojinin insan davranışıyla ilgili olarak, doğa bilimlerininkine benzer, genel-geçer yasalara ulaşamayacağını, insan toplumları söz konusu olduğunda, evrim niteliği taşıyan bir gelişmeyi doğrulayıp temellendiremeyeceğini öne sürmüştür. Fakat Weber bir yandan da, sosyolojinin eylemlerin anlamını kavramayı amaçlamak durumunda olduğunu, onun buradan hareketle, karşılaştırmalı bir temel üzerinde, ideal eylem tiplerine ya da formel davranış modellerine yönelmesi gerektiğini ve dolayısıyla, sosyolojinin yalnızca eyleme ilişkin öznel bir yorum olmadığını savunmuştur.
Şu halde, sosyolojinin konusunun sosyal eylem olduğunu öne süren Weber, sosyal eylemi dörtlü bir başlık altında sınıflamıştır.
Bu dört eylem türü sırasıyla:
  • Geleneksel eylem.
  • Duygulara dayalı eylem.
  • Nihai ve en yüksek değerlere yönelmiş değer temelli rasyonel eylem.
  • Araçsal eylem.
Bu dört eylem türünden rasyonel eylem kapsamı içine sadece son ikisinin girdiğini söyleyen Weber, rasyonalizasyonukapitalistBatı toplumundaki en temel ve belirgin eylem olarak görmüştür. Rasyonalizasyonun her alanda izlerini süren ünlü düşünür, söz ko­nusu rasyonalizasyonun bir kaynağının Pro­testanahlâkının yol açtığı kültürel değişmelerde bulunduğunu savunmuştur. Buna göre, Protestan ahlâkı, her ne kadar kapitalizmin ilk ve temel nedeni olmasa da, bireyciliğin, sıkı çalışma ve disiplinin, rasyonel davranış ve özgüvenin önemini vurgulayan bir kültür doğurduğu için, kapitalizmin doğuşunda ve gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
Weber’in sosyal bilimlere yaptığı bir başka önemli katkı da, onun sıklıkla naif bir nesnellik inancı diye yanlış yorumlanmış olan değerden bağımsızlık teorisinden meydana gelir. Weber’e göre, bilim ve sosyoloji tercihi, araçsal akılcılık temeli üzerinde hiçbir zaman meşrulaştırılamayacak olan bir tercihtir. Aynı durum, bilimsel ve sosyolojik araştırma konularının seçiminde de geçerlidir. Bununla birlikte, söz konusu tercih ve seçimler bir kez yapıldıktan sonra, sosyolojik bir araştırma, rasyonel tutarlılığın bilim cemaatinin eleştirilerine tabi olması anlamında, değerden bağımsız ve yansız olmak durumundadır.
Weber, buradan da anlaşılacağı üzere, ekonomik determinizme karşı çıkıp, kültürün, özellikle de dinin, insan davranışını biçimlemedeki rolünü vurguladığı; insan ilişkilerinde, bireylerin öznel yönelimlerini ön plana çıkardığı, ve nihayet, kapitalizmin yıkılacağı tezine karşı eleştirel bir tavır takınıp, sosyalist toplumlardaki planlı ekonominin rasyonalizasyonu güçlendirdiğini söylediği için, Friedrich Nietzsche’yle birlikte, 19. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olarak gördüğü Karl Marx’ı olmasa bile, kurumsallaşmış Marksizm'i şiddetle eleştirmiştir


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
11 Mayıs 2006       Mesaj #45
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Sosyolog Ziya Gökalp



Ziya Gökalp (1876-1924) özellikle milliyetçilik ve türkçülük üzerine kaleme aldığı eserleri ile ünlenmiştir.
23 Mart1876’da Diyarbakır’da doğdu. 25 Ekim1924’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehmet Ziya. Babası yerel bir gazetede çalışan memurdu. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi. 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Bir yıl sonra 1895'te İstanbul’a gitti. Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sukûti ile ilişki kurdu. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1900'de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. 1908'e kadar Diyarbakır'da küçük memuriyetler yaptı. 2'nci Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı. 1909'da Selanik'te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Bir yıl sonra, örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1910’da kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi'nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da "Genç Kalemler" dergisini çıkardı. 1912'de Ergani Maden'den Meclis-i Mebusan'a seçildi, İstanbul'a taşındı. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua'da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani'de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi.
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919'da İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır'a gitti, Küçük Mecmua'yı çıkardı. 1923'te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı'na atandı, Ankara'ya gitti. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet meclisi'ne Diyarbakır mebusu olarak girdi. 1924'te kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul'da öldü.
Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı'dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamcılıktı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı'nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi. Toplumsal modeli, Emile Durkheim'in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi. Bireyi temel alan liberalizm ile çatışmacı toplumu temel alan Marksizm'e karşı mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı.




Eserleri
  • Kızıl Elma (1914)
  • Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918)
  • Yeni Hayat (1918)
  • Altın Işık (1923)
  • Türk Töresi (1923)
  • Doğru Yol (1923)
  • Türkçülüğün Esasları (1923)
  • Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra)
  • Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler (ölümünden sonra)
Son düzenleyen Safi; 23 Aralık 2015 01:34
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
13 Mayıs 2006       Mesaj #46
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
İsmail Beşikci

İsmail Beşikci (1939) Sosyolog ve yazar. İskilip'te dünyaya gelmiştir. Beşikci ailesi; İskilip'te aile yapısı olarak oldukça muhafazakar ve milliyetçi bir Türk aile olarak bilinir*1. Ülkemizde Kürtler, cumhuriyetin kuruluşu ve tek parti dönemine ait eserleriyle tanınır.
İskilip'te ilkokulu okuduktan sonra Çorum lisesini bitirerek, 1962 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 1965-1971 yılları arasında ErzurumAtatürk Üniversitesi'nde asistanlık yaptı. Erzurum'da Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde sosyoloji asistanı iken aynı bölümde sosyoloji doçenti olan Orhan Türkdoğan tarafından, Marksist propaganda ve bölgecilik yaptığı gerekçesiyle 'ihbar' edilen Dr. İsmail Beşikci, 12 Mart1971 döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve üniversite ile ilişiği kesildi.1974 affıyla cezaevinden çıkar, bu kez de Kürt sorununu işleyen düşüncelerinden ötürü yargılanır.
Kürt sorunu üzerine araştırmaları ve yazılarıyla tanınan Beşikçi, 8 kez cezaevine girip çıktı ve yaşamının 17 yılı cezaevinde geçti. 12 Eylül askeri darbesinden önce 1979'da cezaevine girer ve 1987'de serbest bırakılır ancak davalar bir türlü peşini bırakmaz bu davalardan giydiği hükümlerle 1999'a kadar tutuklu kalır. 1999 yılında yapılan sınırlı yasal düzenleme sonucu tahliye olduğunda hakkında toplam 100 yıl hapis ve 10 milyar lira para cezası verilmişti. İsmail Beşikçi'nin 36 kitabından 32'si yasaklandı.
Özellikle ErzurumAtatürk Üniversitesi'nde asistanlığı döneminde yaptığı çalışmalarla dikkati çekmiştir. Bu dönemde doktora tezi olarak hazırladığı "Alikan Aşireti Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme" alanında ülkemizde yapılmış olan en önemli sosyolojik bilimsel bir çalışmadır.
Öğretim üyeliği döneminde ülkemizde yaşanan öğrenci hareketleri de göz önüne alındığında çalkantılı bir döneme denk gelmektedir. Dönemin hükümeti tarafından (S. Demirel hükümeti) suçlanmış ve akabinde uzun yıllarını geçireceği hapishane hayatı başlamıştır.
Ülkemizde özellikle Kürt Milliyetçiliğini benimseyen ve savunan insanları etkilemiş ve yönlendirmiştir. Kendisine saygı duyulduğu gibi Beşikci için sarı hoca demektedirler.
Türk marksist düşüncesi tarafından da ilk dönem eserleri sonrasında hapishane döneminde yazdığı kitapları nedeniyle Kürt Milliyetçiliği yapmakla suçlanmaktadır.
Günümüzde bazı elit çevreler tarafından yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Elbette bu anlaşılma durumu Beşikci'nin doktora tezi çevresinde şekillenerek o dönem bazı çözümlerin üretilmesi sağlanabilirdi demektedirler.
Hayatını üç evre olarak izlemek ve incelemek onu anlamak açısından yararlı olacaktır.
  • İskilip dönemi.
  • Üniversite öğrencilik ve öğretim üyeliği dönemi.
  • Hapishane dönemi ve sonrası.


Eserleri
  • Doğu Mitinglerinin Analizi 1967
  • Doğu Anadolu da Göçebe kürt Aşiretlerinde Toplumsal Değişime 1968
  • Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar 1969
  • Doğu Anadolu nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller1969 çapa 2.
  • Bilim Yöntemi 1977
  • Bilim Yöntemi, Türkiye de ki Uygulama 1 Kürtlerin Mecburi İskanı 1977
  • Bilim Yöntemi, Türkiye de ki Uygulama 2 Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi ve Kürt Sorunu 1978
  • Bilim Yöntemi, Türkiye de ki Uygulama 3 Cumhuriyet Halk Fırkasının Tüzüğü ve Kürt Sorunu 1978
  • Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Programı (1931) ve Kürt Sorunu
  • Devletlerarası Sömürge Kürdistan 1990
  • Bilim, Resmi Ideoloji, Devlet, Demokrasi ve Kürt Sorunu 1990
  • Bir Aydın Bir Örgüt ve Kürt Sorunu 1990
  • Tunceli Kanunu ve Dersîm Jenosidi 1990
  • Savunmalar 1991
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #47
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Farklı Boyutlarıyla İnsan
Dr. Selim AYDIN


Her insan farklı şeylere karşı, farklı derecelerde merak hissiyle donatılmıştır. İlmî araştırma yapmada mühim bir güç kaynağı olan ‘merak edilen şeyi anlama isteği’; ‘İnsanın mâhiyeti ve tabiatı nedir, insan modellenerek anlaşılabilir mi, insanı kaç değişik boyuttan tanımlayabiliriz, insanın varoluşunu anlamayı mümkün kılan faktörler (değişkenler) nelerdir, sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürebilmenin asgarî şartları nelerdir?’ gibi soruların cevabını bulmada da farklı insanlarda değişik derecelerde cazibe oluşturur.

Bu sorulara hiçbir bilim dalı, bütüncül, sistemci ve doyurucu cevaplar verememektedir. Analitik araştırma usûllerini kullanan bilim dalları, insan tabiatı üzerine kısmî cevaplar üretmekte ve bunu ‘uzmanlık’ olarak tanımlamaktadır; çünkü çağın bilgi patlamasının bir neticesi olarak, bir konuyu kendi içinde derinlemesine anlamak için uzmanlaşma önemlidir. Ancak uzmanlığın bu güzel tarafına karşılık, ‘uzman körlüğü’ olarak tarif edilen menfî tarafları da ortaya çıkabilmekte; bir sahada uzman olan kişi diğer bazı alanlarda hiç bilgi sahibi olmayabilmektedir. Çağ ihtisas çağı olduğundan bütüncül, sistemci ve çok boyutlu bilgi edinme gayretlerine bugün pek sıcak bakılmadığı gibi, içtimaî teşkilâtlanmalar ve resmî eğitim de buna müsait gözükmüyor.

Her bilim dalı, insanı farklı şekillerde tarif ederken, farkında olmadan insana dâir bütün açıklama ve değerleri, başlangıçta kabul ettiği tarife dayandırıyor. Belli bir bilim dalında araştırma yapan araştırmacılar da farkında olmadan insanı o boyuta indirgeyerek çalıştığından, o boyut ve tarifle insanı özdeşleştirebiliyor. Bilimler, hakikatte Allah’ın güzel isimlerinin tecelli ettiği ayna olan insanın küçük bir kısmını kendilerine çalışma sahası olarak seçmektedir.

Biyolojik bilimler, insanı “Homo sapiens biologicus” olarak tarif eder. Bu tarife göre insan, genetik bilginin varlığında, karbon temelli biyo-moleküllerin enerji kullanılarak örgütlendiği dinamik fiziko-kimyevî sistemler olarak var olabilen bir canlıdır. İnsanın beden boyutunu en ince detaylarına kadar çözümlemede son derece başarılı olan bu tarif ve yaklaşım, insanda tecelli eden Esmâ-i İlâhî’nin sadece küçük bir kısmını gösterir, diğer boyutlarını ve onların bedenle etkileşimini âdeta görmezden gelir veya ihata sahasına almaz. Halbuki Alîm ve Kadîr isminin bir tecellisi olarak yaratılmış insan genomu, insanın bütün boyutlarına ışık tutabilecek mâhiyettedir.

İktisadî bilimler ise insanı “Homo sapiens economicus” olarak tanımlar. Bu bilimler insanın bütün tutum ve davranışlarını, üretim ve tüketim çevriminin dinamikleriyle açıklarken, zaman zaman da insanı sadece ekonomik bir varlık statüsüne indirgeyip, üretim ve tüketimle özdeşleştirir.

Psikolojik bilimler, insanı “Homo sapiens psychologicus” olarak tarif eder, ondaki duyguları, şuuraltını, egoyu ve kişilik yapılarını öne çıkarır.

Kişilik bilimi (The science of personality) de insanı ‘mizaç, karakter, kişilik ve ego’ yapılarına indirgeyip, onu bu kavram dürbünlerinin penceresinden analiz eder. Burada da aşırıya giden bazı araştırmacılar, insanın her şeyini mizaç, kişilik ve ego motifleri üzerinden açıklama saplantısına düşerken, onu âdeta bu buyutlarıyla özdeşleştirirler.

Sosyoloji ise insanı “Homo sapiens socializing and culture-making” olarak tarif ederek, onun bütün davranışlarını grup dinamikleri ve sosyo-kültürel yapıyla açıklamaya gayret eder, âdeta insan sadece içinde bulunduğu toplum ve kültürle şekillenen pasif varlıkmış gibi bir tavır sergiler.

Felsefî bilimler, insanı “Homo sapiens rationalicus” olarak tarif eder ve insandaki onlarca donanımdan sadece akıl, mantık ve bilgiyi öne çıkararak, algıladığı her şeyi rasyonalize etmeye çalışır. Burada da zaman zaman ifratlar yaşanır ve faziletler listesinin en başında bilginin peşinden koşmak, düşünmek ve hayatı sorgulamak ilk sıralarda yer alır. Bu sahada da insanın irrasyonel yanı olan duyguları, güdüleri, tutkuları ve şuuraltı istekleri âdeta yokmuşcasına göz ardı edilir veyahut bunların hepsi rasyonalize edilmeye çalışılır.

Tarih ve edebiyat ise, insanı “Homo sapiens historicus and estheticus” tarihî ve
estetik bir varlık olarak tarif eder. Tarih bilimi, onun tarihî boyutunun bugün ve yarınlarla nasıl münasebette olduğunu ortaya koymaya çalışır. Edebiyat ise, insandaki estetik duygusuna dikkati çekerken, insanî duyguların edebî bir uslûpla ifadesinin nasıl zengin bir kültürel miras ürettiğine vurgu yapar. Bu bilimler de zaman zaman, insanı ya geçmişe götürüp nostaljik duygularla veya aşk-sevgiyle özdeşleştirme gibi ifratkârane yaklaşımlar sergiler. Nitekim pek çok şair, denge ve ölçüyü koruyamayarak Fuzûlî gibi “Aşk imiş her ne var âlemde/İlim bir kıylü kal imiş ancak” diyebilmektedir.

Ahlâk (veya etik) bilimi de, insanı “Homo sapiens moralicus” olarak tarif ederken, insanı insan yapan değerlerin başına faziletleri, ahlâk ve vicdanı koyar. İnsanı gerçek insan yapan şeyin ahlâk, vicdan ve fazilet olduğunda ısrar eder.

İlâhiyat, insanı “Homo sapiens religious” olarak tarif ederek, insanın özde ruhâni ve aşkın bir varlık olduğuna dikkatleri çeker, onu beden merkezli bir hayattan, ruh ve vicdan merkezli bir hayat yaşamaya teşvik eder. Ayrıca ilâhiyat insanın temel problemlerini de mânevîyat eksikliği, ruhî açlık ve tatminsizlik olarak sistematize eder.

Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifler ise, insanın bütün boyutlarını dikkate alarak, onun sağlıklı ve dengeli gelişmesine ışık tutar. İnsanın alt boyutlarının her biri, duyguları, organları bir gâyeye yönelik yaratıldığından, insandaki her donanımın yaratıldığı hedef istikametinde kullanılması gerekir. Kur’ân’a göre insanın her boyutunun ihtiyaç ve ibadetleri farklıdır. Bundan dolayı, İslâmiyet’in hedef gösterdiği orta yol ve kâmil insan modeli, insanın bütün boyutlarını dikkate alan ve her birine bir gelişme rotası çizen, sistemci bir anlayışa dayanmaktadır.

Yazının baş tarafındaki sorulara cevap aramak maksadıyla, İslâmiyet’in elmas ölçüleri göz ardı edilerek, yukarıdaki bilimler öğrenilmeye karar verilirse elde edilecek cevaplar, büyük bir ihtimalle şu vicdanî kanaat ve hükümlerin filizlenmesine zemin hazırlayacaktır: İnsan kesinlikle bir bilim dalının konusu olamayacak kadar kompleks ve çok boyutlu bir sistemdir. İnsanda biyolojik, hissî, rasyonel, sosyo-kültürel, tarihî, ahlâkî, ruhanî boyutlar bulunmaktadır. Bilimlerin insan üzerinde çalışırken bunlar arasında adalet ve uyumu tesis etmesi gereklidir. İnsanın saadeti ve iç huzuru da, benliğinde bulunan çeşitli unsurlar arasında kuracağı iletişime bağlıdır. Her bilim dalı, insanın bir yönünü inceleyebildiğinden, bilimlerin ürettiği bilgi ve cevaplar da otomatikman kısmî kalmaktadır. Bir başka deyişle, her bilim dalı, insanın bir boyutunu mükemmel şekilde açıklarken, diğer boyutlarını âdeta görmezden gelmektedir. İnsan ne tek bir boyutla, ne de iki boyutla ‘ya o veya o’ şeklindeki ikili mantıkla anlaşılabilecek kadar basit bir varlık değildir. Onun bütünlüğüne saygı duyabilmek için, sistem dinamiği biliminin yaklaşımlarıyla çalışmak gerekir. Özetle, insanı sadece tek bir boyutla özdeşleştirmemek ve diğer boyutları yok saymamak ve içindeki diğer sâkinleriyle arasındaki çapraz iletişim ve etkileşimleri de anlamak gereklidir. İnsan özü itibarıyla Allah’ın en güzel surette yarattığı ve O’nun güzel isimlerine âyine olabilecek istidata sahip, en üstün ve şerefli varlıktır. Meselâ; insanın biyolojik boyutunda Hayy, Kayyûm, Rezzâk ve Musavvir gibi isimler açık şekilde tecelli etmektedir. İnsanın, bu potansiyel konumunu bilfiil gerçekleştirebilmesi için kendisinde tecelli eden bu isimleri okuyabilmesi ve her bir tabakasını ubudiyet yolunda olgunlaştırması gerekmektedir. Bütün bu hakikatleri, aşağıdaki “Çok boyutlu insan tarifi’nde özetlemek mümkündür.

“Ben insan isimli varlık ağacının ‘ene(nefs), benlik’ olarak bilinen tohumuyum. Biyolojik gelişmemle birlikte bende ene çekirdeği de filizlenir. Benliğin (ene) üç merkezinden biri olan fizikî merkez ile yönlendirilen biyolojik bir bedene sahibim. Fizikî merkezin (nefsin) kontrolündeki bedenimin ihtiyaçları, yemek-içmek-barınmak ve üremektir. Ama ben sadece fizikî merkezden ibaret değilim. His merkezimin meyvesi olan psikolojik bir varlık olarak da yaratılmışım. Fark edilmeye, dinlenilmeye, saygı duyulmaya ve teşvik edilmeye ihtiyacım vardır. Ama ben sadece duygu merkezinden de ibaret değilim. Ben zihin merkezimin meyvesi olan akıl sahibi ve düşünen bir varlığım. Kendimi ve çevremde olup biten şeyleri adlandırmak, tarif etmek, açıklamak, onlara mânâ vermek ihtiyacındayım. Ama ben sadece zihin merkezinden de ibaret değilim. Benliğimdeki üç merkezin gelişmesiyle şekillenen bir mizaca, egoya, karaktere ve kişilik motifine sahibim. Egomu şekillendiren korku, öfke ve ihtiraslarımın sağlıklı tatmin edilmesine ve yönetilmesine ihtiyacım vardır. Ama ben sadece mizaç, ego ve kişilikten de ibaret değilim. Ben sosyo-kültürel bir varlığım. Aidiyet duygumun tatmin edilmesine, sosyo-kültürel kimliğe ve sosyalleşmeye ihtiyacım vardır. Ben sosyo-kültürel varlık olmanın ötesinde bir şeyim. Ben tarihî bir varlığım. Dünden bugüne ve bugünden yarına doğru uzanan bir mirasın üzerinde yaşıyorum. Dünümü bilmek, bugünümü anlamak ve yarınlarımı sağlıklı şekilde inşa edebilmek için geçmişe, bugüne ve yarınlara uzanan bir tarihî kimlik ve şuura ihtiyacım var. Ancak ben tarihî bir varlık olmanın da ötesinde bir şeyim. Ben ahlâkî bir varlığım. İnsiyâklarımın (güdülerimin) sınırı olmadığı için kendimin ve hemcinsimin hayatına zarar vermeyecek, onlara saygı duymamı sağlayacak ve her varlığın hayatını zenginleştirecek ahlâkî değerlere, ferdî bir anayasaya da ihtiyacım var. Ancak ben ahlâkî varlık olmanın ötesinde de daha fazla bir şeyim. Ben içimin en derinlerinde beni Yaratan’dan tecelliler ve yansımalar barındıran ‘aşkın’ yönü de olan ruhânî bir varlığım. Varlığımın özündeki bu vicdan kaynaklı sese kulak verdiğimde bana şunları söylüyor: ‘Acziyetime, fakirliğime, kusur ve noksanlıklarıma çare olacak; sebeplerin bittiği noktada bana yardım elini uzatacak Mutlak Kudret ve Zenginlik Sahibi Bir Otorite’ye dayanmak ve O’na teşekkür etmek istiyorum.’ Ancak ben ruhânî varlık olmanın ötesinde daha fazla bir şeyim. Ene çekirdeğinin meyveleri olan bütün bu varlık tabakalarının hepsine aynı anda sahip olan ve bu alt sistemlerin etkileşimiyle sonsuz denebilecek sayıda insan tipolojilerine, faaliyetlerine, bilimlere zemin hazırlayan kompleks bir sistemim.

O hâlde benim sağlığım, dengeli gelişmem, büyümem, olgunlaşmam, yaşama sevincini yakalayabilmem, huzurlu bir hayat sürmem, kendime, aileme, milletime ve insanlığa katkıda bulunabilmem bana yukarıda zikrettiğim yedi boyutta hizmet, rehberlik ve eğitim sunulabilmesine bağlıdır. Bunun imkânsız zor ve hayâl mahsulü olabileceği de iddia edilebilir. Neticede bana yedi boyutlu eğitim ve rehberlik hizmetleri sunulamayabilir.

O zaman, ne olur, beni yukarıdaki varlık tabakalarımın birine veya ikisine indirgeyerek sadece onlarla özdeşleştirmeyiniz. Ben bu varlık tabakalarından daha fazla bir şeyim Benim çok boyutluluğuma ve küçük bir kâinatı içimde barındırdığıma saygı gösteriniz.”

Günümüzde uzmanlık alanlarına göre parçalanmış bilimlerin, Kur’ân-ı Kerîm ve onu hayatına hayat yapan Peygamberimiz’in (sas) yol gösterici ve sistemci rehberliğinden istifade etmeye yanaşmadıkça, insanın bütününe ait gerçeğe en yakın fotoğrafını çekebilmeleri çok zordur. Çünkü son vahyin temsilcisi olan Peygamberimiz’in (sas) sünnet-i seniyesi, insanın bütün bu varlık tabakalarını hesaba katan, onları yaratılışları istikametinde kullanan ve orta yolun en güzel örneğini oluşturan bir misaldir. Kur’ân ve hadîslerin rehberliğinde, insanın bu çok boyutlu yapısını dikkate alarak herkesin, kendisine verilen donanım ve kabiliyetlerin diliyle, kendi ölçüsünde yazının başındaki soruların cevaplarını bulması gerekmektedir. Herkes âdeta bir bal arısı gibi, her bilim dalının bu sorulara verdikleri cevapları okuyarak, anlayarak ve onlardaki kısmî doğruları, Kur’ân ve sünnetin yol gösterici ölçüleri ışığında birleştirerek, insanın sistemci bir analizini ve modelini ortaya koymalıdır. En azından bütüncül cevabını bulamadığını hissettiğinde, “Benim mesleğim veya bakış açım doğrudur veya daha güzeldir demeli ama, yalnız benim bakış açım ve mesleğim doğrudur ifadesini asla söylememelidir.” şeklindeki insaf ve adâlet düstûrunu kendine rehber etmesi gerekmektedir. Bu anlayış ve olgunluğa ulaşılabilinirse, hem bilim insanları arasındaki ihtilaf ve çatışmalar bir zenginliğe dönüşebilecek, hem de geniş halk kitlelerinin düşünce dünyaları bir o yana, bir bu yana savrulmayacak ve araştırmacılar insanın ne olduğuna dâir daha gerçekçi bir fotoğrafı çekme imkânına kavuşacaklardır.
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
20 Kasım 2007       Mesaj #48
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Sosyoloji

Tanım: Kısa:
Sosyoloji (toplum bilimi): sosyal olayları inceler. toplumların kuruluş, yükseliş ve çöküşü ile toplumların kendi aralarındaki münasebetleri ve kendi içindeki insan ilişkilerinin yasalarını inceleyen bilim. sosyoloji bilimi toplumu parçalayarak kendisine uzmanlık alanları oluşturmuştur; bunlar: eğitim(eğitimin toplumsal koşulları incelenir), ekonomi (ekonomini toplum içindeki yeri incelenir), siyaset, aile, hukuk (türkiye’de hukuk sosyolojisi gelişmemiştir), sanat(sanatın toplumlara göre değişmesi olgusu incelenir), spor, din konularında incelemeler gelişmiştir.

Datay:
SOSYOLOJİ: Kelime anlamı toplumbilimidir. Latince toplum anlamına gelen Socius ile Yunanca bilgi demek olan logos sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur.Sosyoloji sözcüğünü ilk kullanan Fransız sosyoloğu Auguste Comte (1798 - 1857)'dur.bilim olarak Sosyoloji: Toplumların meydana gelişini, gelişmesini,toplum içinde farklı kesimlerde görülen sosyal olayları, sosyal kurumları, sosyal ilişkileri, sosyal yapı özelliklerini ve bu yapıda ortaya çıkabilecek değişme eğilimlerini ele alarak inceleyen bir bilim dalıdır.

TOPLUM: Belli bir coğrafya parçası üzerinde yer alan,üyeleri arasında sıkı bir etkileşim ve işbölümü olan bir insan topluluğudur.

Sosyal Olay: Toplum içinde meydana gelen, başlama ve bitiş noktaları belirli olan birden fazla kişiyi ilgilendiren bir oluşumu ve değişimi ifade eder.

SOSYAL olgu: Genellikle başlangıç ve bitiş zamanı bilinmeyen, nerede başlayıp nerede bitebileceği kesin olarak tesbit edilemeyen bir sosyal oluşum ve değişimi ifade eder.Tek tek meydana gelen sosyal olayların genel bir ifade tarzıdır.Selma ile Mehmed'in evlenmesi bir sosyal olaydır. Ama tüm evlilik olaylarının hepsine birden evlenme denir. Bu ise sosyal olgudur.

SOSYAL KURUM: Birbirleriyle sosyal ilişki ve etkileşim halinde bir arada bulunan insanların, toplum içinde nasıl davranmaları gerektiğini ve bu davranışların kurallarını belirleyen, kişilere belli şekillerde davranışlarda bulunması için zorlayıcı etkide bulunan, aralarında birlik ve bütünlük olan, uyumlu ve örgütlü bütünlerdir. Aile, eğitim, din, hukuk,ekonomi, yönetim, devlet kurumları.

SOSYAL İLİŞKİ: Birbirinden haberdar olan en az iki insan arasında belirli bir süre devam eden, anlamlı ve belirli amaçlar etrafında kurulan sosyal bir bağdır.

SOSYAL YAPI: İçinde sosyal ilişkilerin sosyal olayların meydana geldiği, sosyal grupların ve kurumların yer aldığı,nüfus ve yerleşim tarzının şekillendirdiği, toplumun şekil ve çevresi ile ilgili dış görünüşe sahip olan bir sosyal varlıktır.

Sosyal Grup: Belli ortak özelliklere sahip, etkileşim ve ilişki içinde bulunan iki veya daha fazla kişinin meydana getirdiği göreli bir sürekliliği olan bireyler topluluğudur.

SOSYAL DÜZEN: Bir toplumdaki üretim güçleri ve üretim ilişkileriyle din, hukuk, eğitim gibi kurumların karşılıklı bağımlılık içinde oluşturdukları uyumlu bir bütündür.

KÜLTÜR: Tarihsel ve sosyal değişme süreci içinde oluşturulan, bütün maddi ve manevi değerleri ile bunları yaratmada ve gelecek kuşaklara iletmede kullanılan araçların tümüdür.

cemaat: Kan bağlılığının, benzerliğin, geleneklerin bulunduğu, iş bölümünün görülmediği insan topluluğudur.

CEMİYET: İş bölümünün geliştiği, akılcılığın egemen olduğu, daha çok organik dayanışmanın görüldüğü toplumdur.

MİLLET: Siyasi bir birlik şeklinde yaşayan, ortak, mazi ve kültüre sahip, devlet şeklinde teşkit-lanmış fert ve zümrelerin toplamıdır.

KALABALIK: Ortak fikirlerle hareket eden ve aynı heyecanı taşıyan, teşkilatsız ve sürekli olmayan, kendiliğinden oluşan insan yığınıdır.

Halk: Üyeleri yoğun bir şekilde bir araya toplanmış olmayan, bir arada bulunmaları tesadüfi olmaktan uzak,sürekli, ortak bir kültürle birbirlerine bağlı, teşkilatsız yaygın,insan topluluğudur.

SOSYAL DEĞİŞME: Bir toplumda ekonomik büyüme ile birlikte sosyal, siyasi ve kültürel alanlarda bir ilerlemenin olması demektir.

SOSYAL BÜTÜNLEŞME: Bir toplumu oluşturan, topluluk,grup ve kurumları gibi, Sosyal Yapının çeşitli öğeleri arasındaki birbirini tamamlayabilme durumuna denir.

SOSYAL ÇÖZÜLME: Bir toplumda maddi ve manevi kültür öğelerinin bir araya gelerek bir anlam ifade edecek ve işleyen bir bütün oluşturacak çok biçimde birbirlerini tamamlayamamalarıdır.

İŞBÖLÜMÜ: Bir toplumsal üretim düzeni içindeki değişik görev ve hizmetlerin, toplumun üyeleri, grupları arasında karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde bölünmesi sürecidir.

SOSYAL TABAKALAŞMA: Toplumu meydana getiren üyelerin ya da öğelerin bir ya da daha fazla ölçüte göre hiyerarşik sırılanmaları

SOSYAL SINIF: Toplumun düzeyi, yaşam biçimi, eğitim,saygınlık gibi özellikler bakımından birbirine benzeyen ve bunun bilincinde olan insanlar tarafından oluşturulan bir bütündür.

SOSYAL HAREKETLİLİK: Kişilerin, ailelerin ve sosyal grupların toplum içinde sahip oldukları bir stüdüden diğer bir statüye veya bir tabakadan diğer tabakaya geçmeleridir

SOSYAL YAPI

I. tanımı: Sosyal yapı, içinde sosyal ilişkilerin, sosyal olayların meydana geldiği, ses yol grupların, kurumların yer aldığı, nüfus ile yerleşim tarzının şekillendirdiği, toplumun şekil ve çerçevesi ile ilgii dış görünüşe sahip olan bir sosyal varlıktır.

Sosyal Yapının iki yönü vardır:
A - Kültürel (Manevi) Yapı: Toplumun sosyal ilişkiler ağı dediğimiz sosyal statüler, roller ve değer yargılarından oluşan yapısı
B- Fizik (Maddi) Yapı: Toplumun şekil ve çevresi olarak belirtilen dış görünüşünü oluşturan nüfusun yerleşim tarzı (köy - şehir) fiziksel yapısını oluşturur.

Toplumdan topluma sosyal yapı farklı özellikler gösterir.

II - SOSYAL YAPI İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

A - Sosyal İlişki: Birbirinden haberdar olan en az iki insan arasında belirli bir süre devam eden, anlamlı ve belirli amaçlar etrafınd kurulan sosyal bir bağdır.

M.Weber’e Göre Sosyal İlişkinin Özellikleri:
1. En az iki kişi arasında olmalı
2. Bir zaman sürecini içermesi
3. Kişi ya da grupların karşılıklı etkileşim içinde bulunmaları
4. Birbirlerinin varlığından haberdar olmaları
5. İlişkiler ortak bir anlam taşıması
6. İlişkide bulunan kişilerin birbirlerini içten karşılıklı bağ duymaları

Sosyal İlişki Çeşitleri:

1. Samimiyet Derecelerine Göre
a) Birincil İlişkiler: Daha çok cemaat tipi örgütlenmelerde görülen ve yazılı hale getirilmemiş ilişkilere dayanır. Daha çok örf ve adetler biçimindedir.

Özellikleri:
- İlişkiler karşılıklı duygusal güven anlayışa samimiyete dayalı yüzyüze ilişkilerdir.
- Yazılı kurallara bağlı değildir.
- Sosyal etkileşim çok güçlüdür.
- İlişkiler uzun sürelidir.
- Daha çok küçük gruplarda (aile, arkadışlık, köy, komşuluk) görülür.
- Bütün toplumlarda görülebilir.

b) İkincil İlişkiler: Daha çok Cemiyet tipi bir teşkilatlanmada (şirket, sendika,kentler . . .) görülür.

Özellikleri:
- İlişkiler resmidir. Duygusal iletişim çok zayıf
- Yazılı kurallara bağlıdır.
- Kıss sürelidir.
- Sosyal etkileşim çok zayıftır.
- Daha çok büyük graplarda (şehir, şirket, resmi kurumlar ) görülür.
- kitle iletişim araçlarının etkisi çoktur.

2. Sürelerine Göre

a) Tesadüfi (geçici): Kısa süreli (bir maçta biraraya gelen insanların
ilişkileri)dir.
b) periyodik: Yılın belli zamanlarında kurulan ilişkilerdir. Mevsimlik işçilerin ilişkisi
c) Sürekli İlişkiler: Çok uzun süreli ilişkilerdir. Aynı, köyde, şehide oturan insanlar arasındaki ilişkiler gibi.

B - SOSYAL STATÜ VE ROLLER:

Statü: İnsanlırn toplum içindeki yerini ifade eden bir kavramdır. Statü, kişilerin çocuk, doktor, müslüman, öğretmen, işveren, örneklerindeki gibi kim olduklarını belirtir, ona bir takım haklar sağlar ve yükümlülükler yükler.

Statü Çeşitleri:

1. Verilmiş (edinilmiş) Statü: Kişilerin yetenek ve becerilerine bakmadan ve onların bir çabası olmadan, kendileri dışındaki faktörler tarafından

sağlanır. Yani kişi doğumuyla, cinsiyetiyle veya yaşıyla ilgili bu statüyü elde eder. Örneğin, Yaşlı, genç, kadın, erkek, siyah, beyaz . . .

2. Kazanılmış Statü: Kişilerin kendi çabaları sonucu elde ettikleri stütüdür.Örneğin, anne, baba, öğretmen rolü çok büyüktür ve çok çabuk değişebilir.

Sosyal Prestij (İtibar): Bir bireye ya da kümeye (grub) başka birey ya da kümelerle, ilişkilerinde üstünlük sağlayan duruma denir. Doktorluk statü,doktorun sevilmesi, aranması durumuna prestij denir.

statünün Özellikleri:
1. Her insan birden fazla statüye sahip olabilir.
2. Bazıları doğuştan bazıları sonradan kazınılır.
3. Bazıları doğumdan ölüme kadar değişmezken koşulları daha kolay değişir.
4. Her stütü belli kurallara bağlıdır.
5. statüler arası ilişkiler ağı vardır.
6. Toplumdan topluma değişiklik gösterebilir.

Anahtar (Temel) Statü: Bireyin sahip olduğu statülerden toplum da en etkin olanına anahtar statü denir. Anahtar stütü kişinin toplum içindeki kişiliğini belirler. Cumhurbaşkanı, General, Öğretmen, İmam genellikle kişinin diğer statülerine göre anahtar stütü niteliği taşır.

Rol: Toplumun bireyden statüsüne uygun olarak beklediği davranışlarına rol denir. Kişinin her taşıdığı statüye göre bir çok rolleri vardır. Her rol, diğer rollerle olan ilişkilerinin derecelerine göre var olur ve anlam kazanır. statünün dinamik yönüdür.Bir kimse hem öğretmen, hem sporcu hem parti üyesi olabilir.Rol Pekişmesi: Rollerin birbirini kolaylaştır-masıdır. Ana okulu öğretmeni Rol Çatışması: Bireyin sahip olduğu statülerine uygun rolleri arasında herhangi birine uygun davranışı yapacağına karar verememesi haline rol çatışması denir. Örneğin, bir müdürün evde müdür rolüne devam etmesi, subayın evdekilere asker imiş gibi davranması

C - SOSYAL DEĞERLER:

Değerler, kişilerin düşünce, tutum ve davranışla-rında birer ölçüt olarak ortaya çıkan ve sosyal yaşamın vazgeçilmez bir öğesini oluşturur.Değerler: Bir gruba ya da topluma üye olanların uymak durumunda oldukları genelleşmiş ahlaki inançlardır. Neyin iyi, güzel ve doğru; neyin kötü, çirkin ve yanlış olduğunu gösteren kriterlerdir.

Sosyal Değer Çeşitleri:

1. Pratik Değer: bir toplumun üyelerini birarada tutmaya yönelik inançlardır.Bu değerler kişiler arasında birlik ve dayanışmayı bozacak eğilim ve davranışları kötülerken, toplumun ihtiyaçlarını giderecek davranışları özendirir.

2. İdeal Değer: İnsanın ideside neler yapması gerektiğine ilişkin davranış modelleri önerir. Çoğuna uymak günlük yaşamda mümkün olmasa da önemleri büyüktür.Çünkü, insanları bencillikten kurtarır, toplum sorunlarıyla ilgilenmeye, yüksek ahlaki değerler edinmeye özendirir.3. Egemen Değer: Özgürlük, bağımsızlık, yoksulları korumak, namuslu olmak gibi tüm toplumca benimsenmiş ve korunan, uzun zamandan beri varlığını sürdüren değerlere denir.

Özellikleri:
- Toplum fertlerinin ortak duygu ve düşüncelerini yansıtırlar.
- Toplumun birliğini güçlendirirler.
- Toplumsal kurallara temel oluştururlar.
- Zorlayıcıdırlar.
- Toplumda kuşaktan kuşağa aktarılırlar.
- Ahlaki, dini inanç ve ilkelere dayanırlar.
- Toplumdan topluma değişirler.
- Zamanla aynı toplumda değişebilirler.

D - Sosyal Normlar:

Bir toplumda insanları belli olaylar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen öyle davranmaya zorlayan kurallara sosyal norm denir.

1. Yazılı(Resmi) Normlar: Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler gibi devletin yetkili organlarınca düzenleyip, uygulamaya konan, gerektiğinde değiştirilen, devletin ve sosyal düzenin korunmasını ve devamını amaçlayan normlardır. Uymayanlar maddi ve bedeni cezaya çarptırılır. hukuk kuralları gibi

2. Yazısız (Resmi Olmayan) Normlar:

Bireyler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinden doğan töre, adet, gelenek,görenekler, din kuralları, görgü kuralları gibi yazılı olmayan normlardır. Yaptırmaları mesnevidir.

Örf (Töre): Toplum yaşamında yararlı ve gerekli olduğuna ortaklaşa inanılan; kimi yerde yasa ve ahlakın yerine geçebilen, yaptırım gücü (kanun veya norm şeklinde) olan kurallara örf veya töre denir.

Adet: Halk tarafından alışılmış ve yaygın olarak kullanılan davranış şekilleridir. Bayramda akraba ve ahbap ziyaretleri yapmak gelenek: Bir toplumda, eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa geçen kültür mirasları, alışkanlıklar bilgiler ve davranışlardır.

görenek: Bir şeyi görülebildiği gibi yapma alışkanlığıdır. Uyulması için yaptırımı bulunmayan, ya da çok az olan davranış öğeleridir.

Din Kuralları: İnsanların Tanrıyla veya diğer insanlarla ilişkilerini düzenler.Sevap ve günah gibi yaptırım çeşitleri vardır.

Ahlâk Kuralları: İnsanların kendi nefislerine karşı vazifelerini ve diğer insanlarla ilişkilerinde nasıl davranmaları gerektiğini belirten kurallardır.

Görgü Kuralları: Örf ve adetlerin basit biçimidir. Bir kimsenin belli bir olayda nasıl davranması gerektiğini gösterir. Bir toplantıda konuşurken, bir davette yemek yerken bir törene katılırken nasıl davranırız?

hukuk Kuralları: Kişiler arası ve kişi ile toplum arası ilişkileri düzenleyen,maddi yaptırım olan bu nedenle uyulması zorunlu kurallardır.

Sosyal Normların Özellikleri
- Sosyal değerlerin somut şeklidir.
- Toplumun düzen ve devamlılığını sağlar.
- Toplumsal kontrolü sağlarlar.
- Toplumsal süreç içinde veya merkezi otoritece oluşturulabilir.
- Bireylerin davranışlarını sınırlayan emir, yasaklardır.
- Toplumdan topluma veya zamanla değişir.
- Uymayanlar toplumca cezalandırılır, zorlayıcıdır.
- Çoğunluğun sosyal normlara uyması sosyal bütünleşmeye, uymaması ise sosyal çözülmeye neden olur.

E - SOSYAL KONTROL

Bireylerin veya sosyal grupların sosyal üzeninin gereklerine uygun biçimde davranmalarını sağlamaya yönelik önlemlerin tümünü ifade eder.Sosyal kontrol, grup ve toplumun, kişinin davranışlarını sınırlandırması ve bu sınırlandırma yoluyla sosyal değerleri benimsemesinin sağlanması demektir.

Özellikleri
- Kaynağı sosyal yaşamdır ve her toplumda görülür.
- Toplumun düzeni ve devamını sağlar.
- Her türlü sosyal ilişkiyi kapsar.
- Bireylerin toplumsallaşmasını sağlar.
- birey örnek davranış kalıplarını öğrenir ve taklik yoluyla kazanılır.
- Toplumdan topluma veya aynı toplumda da değişir.
- Toplumsal norm ve değerleri araç olarak kullanır.

III. Sosyal Olay VE olgu:

Sosyal Olay:Toplum içinde meydana gelen, başlama ve bitiş noktaları belli olan ve birden fazla kişiyi ilgilendiren bir oluşumu, değişimi ifade eder.

Sosyal olgu: Genellikle başlangıç ve bitiş zamanı bilinmeyen nerede başlayıp nerede bitebileceği kesin olarak tesbit edilemeyen bir sosyal oluşumu ve değişimi ifade eder. Tek tek meydana gelen sos olayların genel bir ifade tarzından

IV. SOSYALLEŞME: Bireyin toplumsal etkileşim sonucu o toplumun kültür, davranış, düşünme biçimlerini kazanması süresine denir.

V. ANOMİ: Düzensizlik ve kuralsızlık ifade eder.

VI. SOSYAL DAYANIŞMA: Grup içindeki bireylerin diğer bireylerle uyumlu ilişkilere girmesi ile ortaya çıkan duruma denir.

Durkheim'e göre dayanışma çeşitleri

a) Mekanik Dayanışma: Toplumda benzer, ortak duygu ve düşüncelere sahip insanlar arasındaki dayanışmadır. İlişkiler dostça ve samimidir.

SOSYAL GRUPLAR:

A. tanımı: Belli amaçlar ve bunları gerçekleştirme çabası çerçevesinde toplanmış, belli kurallara göre. belirli süre karşılıklı sosyal ilişkide bulunan,en az iki kişiden oluşan, göreli bir sürekliliği olan bireyler topluluğuna Sosyal Grup denir.

B. Özellikleri ve Fonksiyonları
1 - Grup üyelerin ortak bir amaca sahip olması
2 - İki veya daha fazla kişiden oluşması
3 - Üyelerin karşılıklı sosyal ilişkide oluşması
4 - Göreli bir sürekliliğin bulunması
5 - Grup üyeleri arasında işbirliği ve iş bölümü vardır.
6 - Grubun bireylerin beklentilerine cevap vermesi
7 - Grub bireyleri arasında biz bilincinin olması
8 - Grup üyeleri arasında rol ve statü dağılımı vardır.
9 - Grup üyerine baskı yapar ve yol gösterir.
10 - Yapı ve fonksiyon bakımından zamanla değişir.
11 - Bireyi sosyalleştirir, tutumları değiştirir, pekiştirir.
12 - Grup birey için bir güvencedir.
13 - Grup, işlevini yerine getirdiği sürece vardır.
14 - kültür grup aracılığıyla nesilden nesile aktarılır.

C. Sosyal Grup ÇEŞİTLERİ

1 - Grup Üyelerinin Sayısına Göre
a) Büyük Grup: Üye sayısı çok olan, ilişki ve etkileşimleri daha sınırlı ve resmi olan gruplardır. İkincil ilişkiler hakimdir. Şehir gibi gruplardır.
b) Küçük Grup: Üye sayısı sınırlırdır ve ilişkiler yüzyüze (birincil)dir. Köy,aile

2 - Grubun Süresine Göre:
a) Geçici Gruplar: Belli bir iş yapmak veya belli bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen kişilerden oluşur. Bunun için kısa ömürlü ve geçicidirler. Mevsimlik işçi, izciler grubu.
b) Sürekli Gruplar: Genellikle grup üyelerinin ömürlerinden daha uzundur. millet,aile, köy, şehir, gruplar

3 - Bireyin Gruba Katılışına Göre:

a) Resmi Gruplar: Yetkili organlarca oluşturulmuş ve önceden belirlenmiş yasa, tüzük, yönetmelik gibi hukuk kurallarına göre düzenlenmiş gruplardır.

Milli eğitim de çalışan grup.

b) Resmi Olmayan Gruplar: Kanun ve yönetmelikler yerine grup üyeleri tarafından geliştirilen kurallara göre var olan gruptur. Genellikle küçük gruplardır. Aile, arkadaş grupları, imece (bir örgütte kendiliğinden doğmuş yardımlaşma şekli), klik-hizip (bir örgüt düşünce ve davranış bakımından ayrılık gösteren küçük gruplaşma) gibi...

4- Bireyin Gruba Katılışına Göre

a) Bireyin Kendi İradesiyle Katıldığı Grup:
Gruba girip çıkmanın serbest olduğu gruplardır. Arkadaşlık, klup, demek grupları
b) Bireyin İrade Dışı Katıldığı Grup:
Bireyin doğal yolla katıldığı gruptur aile millet, kastlara bireyler doğal yolla katılırlar.
türk veya Fransız olmak kişinin ömrü boyu devam eder.

5 - Sosyal İlişki Tiplerine Göre:

a) Birincil Gruplar: Üyeleri arasında birincil (yüzyüze, samimi) ilişkilerin olduğu gruptur. Aile, arkadaşlık, komşuluk, komşuluk
b) İkincil Gruplar: Üyeler arasında ikincil ilişki bulunan, bulunan, bu ilişkilerin yasa, yönetmeliklerle belirlendiği gruplardır. Üyeler arsındaki ilişkilerde çıkar duygusu egemendir. Dernekler, sendikalar, siyasi gruplar gibi...

6. Ferdinan Tönnies’in Grup Sınıflaması

a. cemaat: Zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelen, bireyleri arasında duygu ve düşünce birliği olan insan topluluğudur. Irk, etnik köken ve kültür bakımından farklılaşmış kişilerden meydana gelirler. cemaat üyeleri arasında sıcak, samimi,yürekten, duygusal ilişkiler vardır. Aile, akrabalık, klan gibi kana bağlı; komşuluğa dayanan köy gibi yere bağlı, düşünce ve duygu benzerliğine dayalı topluluklar cemaate örnek verilebilir.
b. Cemiyet : Irk, etnik köken, sosyo ekonomik statü ve kültürce farklılaşmış topluluklardır. Cemiyetler kişisel olmayan, soğuk, rasyonel ve özgür ilişkiler üzerine kuruludur. sanayi ve ticaret işletmeleri, baskı grupları, şehirler gibi örnekler....

cemaat-Cemiyet Özellikleri
cemaat (topluluk)
Cemiyet (Toplum)
- Ortak irade
- Üyelerin kişiliği yok
- Toplum çıkarları
- İnan
- Din
- Töre, adet
- Doğal dayanışma
- Ortak mülkiyet
-Bireysel irade
Var
birey çıkarları
İdeoloji
Kamuoyu
Moda, geçici arzular
Sözleşmeli dayanışma
Bireysel mülkiyet

7. Durkheim’in Toplum Sınıflaması:

a. Mekanik Dayanışmalı Toplum:
- Bireysel bilinçler birbirine benzer, bireyin kişiliği yoktur. Toplum önemlidir.
- Bağlılık benzerlikte doğan sempati bağlılığıdır.
- Dayanışma tam bir benzeşme ve uyum içinde ortaya çıkar. Dayanışma, insanların birbirine benzediği oranda artar. Dayanışma inorganik varlıkların molekülleri arasındaki dayanışmaya benzetildiğinden mekanik dayanışma denir.
- nüfuz az işbölümü yok, homojen geleneksel

b. organik Dayanışmalı Toplum:

- Toplumsal işbölümü gelişmiş ve bireylerarası, farklılaşma artmıştır. ? bireysel farkları doğurur.
- Dayanışmma işbölümüne dayanan, başkalarının bizi tamamladığı dayanışmadır. Bu dayanışmada bireysel bireysel farklılıklarını kazanırlar. Gelişmiş hayvanların organları arasındaki dayanışmayı hatırlattığı için organik daynışma denir.
- nüfuz artmış, Bireycilik, ihtisaslaşma artmış, din evrenselleşmiş, evrensel değerler gelişmiş yerel bağlar zayıflamıştır.

IV. Grup Dışındaki Topluluklar:

A. Kalabalık (Yığın) : Aralarında fiziki yakınlık bulunmalarına rağmen,karşılıklı ilişkiler, birleştirici, bütünleştirici bağlan bulunmayan veya yüzeysel ilişki ve geçici bir süre için birbirine bağlanan insan birimleridir.
Rastlantı sonucu oluşurlar. Durakta otobüs bekleyenler, yangını seyredenler.

- Kalabalıklar (sıradan kalabalık.
- İzleyiciler (dinleyici, seyirciler)
- Gösteri Toplu
- Etkin kalabalıklar

B. Sosyal Kategori : Ortak niteliklere sahip olan, fakat aralarında hiçbir ilişki olmayan kişilerin oluşturduğu bir bütündür. Örneğin, öğrenciler, taksi şoförleri, memurlar, yaşlılar.

Kategori Şekilleri :
1. kitle : Ortak sosyal niteliklere sahip olan insanların oluşturduğu, (fiziksel yakınlıkları bulunmayan) kategoridir.
Aynı gazeteyi okuyanlar, aynı futbol takımını tutanlar.
2. Sosyal Sınıf : Aynı hayat tarzına sahip, gelir, eğitim-öğretim, kültür ve meslek gibi çeşitli özellikler bakımından birbirine benzeyen insanların oluşturdukları kategoridir. Örneğin, işçi, işveren, köylü.
3. azınlık : Bir topluma egemen olanların yararlandığı haklardan (belirgin farkları nedeniyle) yararlanamayan insanların oluşturduğu bir kategoridir. Batıdaki Türkler
GÜLGECELER - avatarı
GÜLGECELER
Ziyaretçi
9 Eylül 2008       Mesaj #49
GÜLGECELER - avatarı
Ziyaretçi
BROWN (1989) sosyal bilimlerin
medikal sosyolojiyi dört düzeyde
etkilediklerini belirtmektedir.

1-) Makro düzeydir
2-) Mikro düzey
3-) Makro ve mikronun birleştiği düzey
4-) Sosyal hareketlerin sağlık konusunda rolü düzeyi
1-) Makro düzey : Üç işlevsel alan vardır; siyaset , ekonomi ve kültür. Medikal sosyoloji bu üç alandan etkilenmektedir; bunlara bağlı alt alanlardan birincisi , sınıf ırk ve cinsel farklılıkları konu alan siyaset ekonomisi , ikincisi , bir profesyonel meslek olarak tıp mesleği ve profesyonelleşme süreci, üçüncüsüde sağlık kurumlarıdır
2-) Mikro düzey : Sağlık sisteminin uygulayıcıları ile halk arasındaki ilişkileri konu alır. Bu alanda genel olarak hekimler ile hastalar arasındaki ilişkiler çeşitli bakış açılarına göre incelenmektedir.
3-) Makro ve mikronun birleştiği düzey : Kuramcılar genelolarak , makro ve mikro düzeylerinin birleştirirlmesini talep etmektedirler. Örneğin; sadece hekim / hasta ilişkileri incelenecek olursa daha geniş bir alanda ortaya çıkabilecek sorunlar ihmal edilebilmektedirler.
4-) Sosyal hareketlerin sağlık konusunda rolü düzeyi : Toplumsal değişmeyide içine alacak şekilde , toplumsal hareketlerin sağlık üzerindeki etkileri ele alınmaktadır. Örneğin ; köleliğin ortadan kalkması , ayrımcılığa son verilmesi , kadın hakları , toplumsal güvenlik , emek gücünün organize edilmesi gibi toplumsal hareketlerin sağlık sistemleri üzerinde önemli etkisi vardır.


Medikal sosyolojisi ilkin, hekim ve sağlık personelinin çalıştıkları ortamların hangi özellikte olduğunu ve hastaların nasıl sağlık hizmetlerine ulaştıklarını ve hangi kültürel kalıpların etkisinde kaldıklarını araştırmaktadır. Bir başka anlatımla, hekim ile hasta hangi koşullar altında bir araya gelmektedirler ve birbirlerine nasıl muamele etmektedirler. Kısaca hastalık hasta ve hekim arasında ilişki büyük bir ölçüde içinde yaşadıkları ortam tarafından etkilenmektedir.
Bir başka değişe göre medikal sosyoloji başta tıp olmak üzere birçok bilimle iç içe olmak durumunda olduğundan ister istemez disiplinler arası bir bilim dalı olmak zorunda kalmıştır. Böyle bir alanda yapılan incelemeler sadece bireylerin/toplumların sağlığına katkıda bulunmakla kalmayacak aynı zamanda toplumsal eşitsizlikler , profesyonel uzmanlık ile profesyonel gücün yapısı ve birey ile toplum arasındaki bağlara ilişkin de bilgi üretmektedir.
Toplum hekimliği ilk kez Fransa da ortaya çıkarken yine tıpçıların toplumsal bilimlerle bağlantı kurma isteklerinden kaynaklandığı açıktır. Jules GUERİN (1801-86) hastalıkların gerçek boyutunu inceleyebilmek için istatisliklerden yararlanmış ve toplum hekimliğini dört farklı alana bölmüştür; sosyal patoloji , sosyal hijyen , ve sosyal terapi. ‘Tıp sosyal bir bilimdir ve siyaset tıptan başka bişey değildir’ . yani sağlık sorunları sadece tıp alanında alınacak önlemlerle giderilmez. Tam aksine sosyal tedbirler olmadıkça yada sağlık sorunları toplumsal bağlamlarda incelenmedikçe tam anlamıyla çözülemez. Gerçekten de 19. Yy da ileri sürülen böyle bir görüş 20. Yy da Avrupanın diğer ülkelerine yayılmış bulunmaktadır. Turner (1992) Toplum hekimliğinin anlayışının yaygınlık kazanması ile üç önemli sonucun ortaya çıktığını belirtiyor:
A ) Hastalıklar ancak çok nedensel ilişkiler içerisinde anlaşılabilir.
B ) bir topluluğun sağlık duırumunu anlamak ve değiştirmek için , toplumsal ve siyasal müdahaleler ve reformlar kaçınılmaz.
C ) Bu iki sonuçtan dolayı , toplum hekimliği sadece geleneksel tıbbın müdahaleciliğine değil tüm topluma yönelik bir eleştiri geliştirmiş ve köktenci siyasal bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.
Kısaca özetlenecek olursa , bu bölümde tanımları yapılan alanlarköken itibariyle nerden kaynaklanırsa kaynaklansın hemen hemen hepsinin ortaklaşa vurguladıkları nokta , tıp alanında üretilen bilmik , kültürel ve siyasal alanlarda üretilen diğer bilgilerce desteklenmesi ile mümkün olacaktır. Hekimler hastanelerde sadece hastalık sürecinin son aşamasına gelmiş bireylerle muhattap olmaktadır. Tıp kökenli bilimlerde bunun farkına çok önceleri varabildiklerinden Toplum Hekimliği , Halk Sağlığı v.b gibi alt dallar yaratarak tıp bilgisini desteklemek istemişlerdir.
Günümüzde ise başta sosyoloji olmak üzere bir çok alan, kendi kuramlarını sağlık/hastalık kavramlarını anlamak için seferber etmiş bulunmaktadırlar. Yeniden vurgulanması gereken nokta , hepsininde amacı hastalıkları mümkün olduğu kadar hastanelere yansımadan önce önleyebilmektir. Böyle bir anlayış kökenlerini 19.y.y da bulmasına rağmen 20. Y.y la ait gibi görünmektedir.
Bu noktada hastalık kavramının toplumsal yanının biraz daha ayrıntıya girilerek incelenmesi , Sağlık Sosyoloji alanının ne ile uğraştığını dahada aydınlatabilecektir.
CeLebRindaL - avatarı
CeLebRindaL
VIP why did you go why
26 Aralık 2011       Mesaj #50
CeLebRindaL - avatarı
VIP why did you go why
Sosyolojinin Amaçları


MsXlabs.org & Sosyolojiciler

- Toplumları, içinde bulundukları yere ve zamana göre, nesnel ve somut koşullarıyla anlamak.
- Toplumların tarihsel gelişim sürecinde geçirdikleri değişimin etkilerini ve yönünü açıklamak.
- Farklı toplumlar arasındaki benzerlikleri saptayıp genellemelere ulaşmak.
- Mevcut toplumsal verilere dayanarak ileride ortaya çıkacak olaylarla ilgili öngörüde bulunmak.

Sosyolojinin Özellikleri

• Sosyoloji, tek tek bireylerin sorunlarıyla değil, toplumu ilgilendiren sorunlarla ilgilenir. Örneğin sosyoloji, ilk bakışta bireysel bir sorun olarak algılanan “intihar” olayının toplumsal boyutuyla ilgilenir. E. Durkheim, “İntihar” adlı çalışmasında, savaş dönemlerinde intihar olaylarının azaldığını, toplumda kuralsızlık halinin yaşandığı ekonomik kriz dönemlerinde ise intihar olaylarının arttığını göstermiştir.

• Sosyolog, toplumsal olayları kendi değer ve beğenilerinin etkisi altında kalmadan nesnel (objektif) olarak inceler. Durkheim’ın deyişiyle sosyolog, toplumsal olayları “bir eşya gibi” ele alır.

• Sosyoloji, olanı olduğu gibi inceler. Ahlak, hukuk, din gibi bireylerin nasıl davranması gerektiğine ilişkin kurallar koymaz. Bu anlamda, sosyoloji kural koyucu yani normatif değildir. Örneğin, sosyoloji yardım etmeme davranışını iyi ya da kötü olarak değerlendirmez.

• Sosyoloji doğa bilimleri gibi deneysel bir bilim değildir. Çünkü, sürekli değişim halinde olan toplumsal olayları ve toplumsal çevreyi laboratuar koşullarında gözlemlemek ve yönlendirmek olanaklı değildir.

• Sosyoloji, toplumsal kurumların (aile, din, eğitim, devlet, hukuk) yapılarında ve işlevlerinde meydana gelen değişmeleri, tarihsel evrim süreci içerisinde inceler. Örneğin, Cumhuriyet devrimiyle beraber din kurumunun işlevinde meydana gelen değişmeler sosyolojinin alanına girer.

• Sosyoloji, toplumsal olguların nedenlerini bireylerde değil diğer toplumsal olgularda arar. Örneğin, köyden kente göç olgusunu inceleyen bir sosyolog, bu olguyu bireysel tercihlerle açıklamaz. Göçün nedenini tarımda traktörün kullanılmasına, sulu tarımın yapılmamasına, miras yoluyla toprakların parçalanması vb. gibi diğer toplumsal olgulara bağlar.

• Sosyoloji, toplumsal yapıyı bir bütün halinde inceler. Diğer toplumsal bilimler toplumsal yaşamın farklı yönlerini ayrı ayrı incelerler. Örneğin, sosyal antropolog kültürel yapıyı; ekonomi, mal ve hizmetlerin üretimini, bölüşümünü ve tüketimini; tarih, geçmişte olup bitenlerin nedenlerini belgelere dayanarak saptamaya çalışır. Sosyoloji ise, toplumsal yapı içerisinde yer alan kültürel öğeleri, ekonomik ilişkileri, tarihsel geçmişi, coğrafi konumu bilmek zorundadır. Bu yüzden de sosyologlar sürekli olarak diğer toplumsal bilimlere başvurma gereksinimi duyarlar.
O Kadar Kalabalik ki Yalnizligim..

Benzer Konular

26 Şubat 2017 / Misafir Coğrafya
8 Mart 2018 / Misafir Biyoloji
31 Ağustos 2012 / Misafir Coğrafya
15 Kasım 2016 / _Yağmur_ Zooloji
4 Mart 2015 / Misafir Cevaplanmış