Arama

Kadın Sağlığı - Sayfa 36

Güncelleme: 25 Temmuz 2014 Gösterim: 313.426 Cevap: 357
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
19 Haziran 2013       Mesaj #351
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Dr. Sevil ÖZ
Alkol Tüketimi ve Meme Kanseri
Sponsorlu Bağlantılar

Ulusal Kanser Enstitüsü Bildirisinde yayınlanan bir araştırmaya göre alkol lobuler tip ve hormon reseptör-pozitif meme kanseri riskini arttırmaktadır.
Alkol tüketimi bütün meme kanseri tipleri için risk oluştursa da, çok az araştırma alkol kullanımıyla meme kanseri türü arasındaki ilişkiye değinmiştir. Bazı araştırmalarda alkol tüketiminin hormon reseptör-pozitif meme kanserine sebep olduğu vurgulansa da, çok azı meme kanserini histolojik olarak incelemiştir. Tümörün kanallardan mı (duktal) yoksa süt yapan guddelerden mi (lobular) olduğuna bakılmamıştır.

Akolün meme kanserinin türlerini nasıl tetiklediğini anlayabilmek için, Fred Hutchinson Kanser Araştıma Merkezi Doktoru Christopher I. Li, ve arkadaşları 1993 ve 1998 yılları arasında yapılan Büyük Kadın Sağlığı araştımasında incelenen 87.724 menapozda olan 50-79 yaşlar arasındaki kadınlar üzerinde bir gözlemsel araştırma yaptılar.

Araştırmacılar, Büyük Kadın Sağlığı Araştırmasında yer almış , kanser hastası 2,944 kadın üzerinde şu verileri incelediler: Tümör tipi ve hormon durumu, alkol tüketimi, demografik ve yaşam tarzı tipleri , ailesindeki hastalık ve doğurganlık geçmişi. Kadınlar, hiç alkol tüketmeyenler, az alkol tüketenler ve sürekli alkol tüketenler olmak üzere 3 kategoriye ayrıldı. Alkol tüketenler ise kendi aralarında, haftalık alkol tüketimlerine göre haftada bir birim alkol tüketenden haftada 14 birim alkol tüketene kadar olmak üzere altı gruba ayrıldı.

Araştımacılar, alkol kullanımında lobuler kanser riskinin duktal kansere oranla daha yüksek olduğunu saptadı. Ayrıca hormon reseptör-pozitif meme kanserinin, hormon reseptör negatif meme kanserine oranla daha fazla görüldüğü ortaya çıktı. Bu sonuçlar hormon reseptör pozitif kanser riskinin alkol tüketimiyle alakalı olduğunu ve alkol tüketiminde lobuler kanserin daha fazla görüldüğünü bildiren önceki çalışmaları da doğruladı. Alkolün çeşidi risk faktörlerini etkilemedi.

Araştırmacılar, günde bir ya da daha fazla alkollü içki tüketen kadınlarda lobuler kanser rsikinde artış bulduklarını fakat duktal kanser riskinde bir fark göremediklerini belirttiler .(Bilinmesi gereken önemli bir bilgi,tüm meme kanserlerinin % 70 inin duktal olduğu sadece % 15 inin lobuler olduğu yani en sık görülen tipin duktal kanser olduğudur.) Araştırmacılar, yaptıkları çalışmanın kısıtlayıcı yönünün, kadınların alkol tüketimlerini sadece araştırmanın başında takip edebildiklerini, geçmiş ya da sonraki alkol tüketimleri hakkında kesin bir bilgi sahibi olamamaları olduğunu belirttiler.

Kaynak: ART Tıp Merkezi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
19 Haziran 2013       Mesaj #352
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Uzm. Dyt. Simge Çıtak
Hamileler İçin Sağlıklı Beslenmenin İpuçları
Sponsorlu Bağlantılar

Beslenmenin son derece önemli olduğu dönemlerden biri hamileliktir. Anne adayları genellikle bu dönemi, kilo alma korkusu olmadan istediklerini yiyebildikleri bir süreç olarak algılarlar. Ki bu doğru değildir... İşte hamileler için beslenme rehberi.
Kaliteli beslenmenin en önemli olduğu dönemlerden biridir hamilelik. Yerken düşünmelisiniz: Bu yediğimin, bebeğime ne faydası var?
Bebeğin sağlıklı gelişebilmesi için hamilelik dönemi boyunca birçok besin maddesine gereksinim artar. Anne adayı, düzensiz ve yetersiz besleniyorsa bebeğin gelişimi olumsuz etkilenebilir hatta sağlığı bozulabilir. Anne adayı, aşırı beslendiğinde de bebeğin iri olması, doğumun güçleşmesi ve bu duruma bağlı farklı sağlık sorunlarının ortaya çıkması mümkündür. Bu nedenle, hamilelik sürecini sağlıklı geçirmek isteyen anne adayı, tüm besin gruplarının dahil olduğu, dengeli bir beslenme düzeni oluşturmalıdır.
Gebelikte sağlıklı beslenmek, gebenin kendi fizyolojik ihtiyaçlarını karşılaması; vücudundaki depoları dengede tutması ve bebeğin sağlıklı gelişmesini sağlamak için çok önemlidir.


NE, NASIL, NE KADAR?


-Kahvaltı, hamileler için de en önemli öğündür. Bu nedenle anne adayı mutlaka kahvaltı etmelidir. Kahvaltı sofranızda süt, peynir, yumurta, ekmek yer almalı. Çavdar ve tam buğday ekmeği tercih edilmesi, kan şekeri düzeyini dengeler.
-Hamilelikte sıkça karşılaşılan kan şekeri problemlerini engellenmek için belli öğünlerde büyük miktarlarda yemek yerine, azar azar ve sık sık yemelisiniz.
-Öğle ve akşam öğünlerinde gereksiz kalori almaktan kaçının. Fazla miktarda ekmek, pilav, makarna gibi gıdalar tüketmeyin ya da pilav veya makarna yiyorsanız çorba yemeyin.
-Protein sağlayan et, tavuk, balık, kuru baklagiller gibi gıdaların tüketilmesinde yarar var. Günde en az iki öğün, bu gıdalardan alınmalıdır.
-Ara öğünlerde tercih edilebilecek sağlıklı gıda seçenekleri arasında süt, yoğurt, ekmek- peynir, kuru meyve ve yağlı tohumlar (ceviz, fındık, badem gibi) yer alıyor. Ancak kuru meyve ve yağlı tohumlar gibi gıdalar fazla enerji almanıza neden olabilir bu nedenle belli miktarda tüketilmeli.
-Hamilelerin günde en az iki porsiyon süt ve süt ürünlerini tüketmesinde yarar var. Süt içemeyen anne adayları, bunun yerine yoğurt, ayran, peynir, kefir; sütlü veya yoğurtlu çorbalar tercih edebilir.
-Kalsiyum ve magnezyum sağlam kemikler, sinirler ve hücrelerin oluşumu için önemlidir. Bu mineraller süt ve süt ürünleri, muz, çilek, taze yeşil salata, yulaf gibi besinlerde bulunur.
-Bebeğin sağlıklı gelişimi yani merkezi sinir sistemi için folik asit gereklidir. Vücut bu maddeyi kendi biriktiremediği için gıdalardan alınmalıdır. Yumurta sarısı, ıspanak, lahana, brokoli ve domates gibi sebzelerde, kuru baklagillerde, ceviz ve fındıkta bol miktarda bulunur.
-Et, tavuk, balık gibi gıdaların sağlıklı pişirme yöntemleriyle hazırlanmasına -ızgara veya fırında- dikkat edilmeli. Anne adayları için en önemli protein kaynaklarından biri olan yumurta, haftada en az üç-dört kez iyi pişmiş olarak beslenme listesinde yer almalı.
-Mönüde her gün yer alması gereken, vitamin ve mineraller açısından zengin olan sebze ve meyveler, dört-beş porsiyon tüketilebilir. Hamilelerin sebzeleri yemek, salata, sebze çorbası şeklinde taze olarak; meyveleriyse suyunu içmek yerine doğrudan tüketmesi gerekir. Sebze ve meyveleri mevsimine uygun seçmelisiniz. Taze alternatife ulaşılamadığı takdirde dondurulmuş ürünler tüketilebilir.
-Anne adaylarının kesinlikle ihmal etmemeleri gereken konulardan biri sıvı tüketimidir. Hamilelerin günde 8-10 bardak su içmesi gerekir.
-Haftada iki defa balık tüketmeye özen gösterin. İçindeki iyot ve omega-3 yağları beyin gelişimi için çok önemli!


KABIZLIK SORUNU YAŞIYORSANIZ


- Sebze, meyve ve kuru baklagiller gibi posa içeriği yüksek besinleri tüketin.
- Günlük su tüketiminizi artırın.
- Kuru kayısı, erik, incir gibi besinler tüketin.
- Düzenli egzersiz yapmaya özen gösterin.


BUNLARDAN UZAK DURUN!


-Konserve edilmiş yiyecekler, hazır gıdalar.
-Pastörize edilmemiş süt ve peynir (rokfor gibi) çeşitleri.
-Az pişmiş et veya pişmemiş etten yapılan sosis, salam gibi şarküteri; çiğ balık ürünleri.


BULANTI SORUNU YAŞIYORSANIZ


Daha çok gebeliğin ilk üç ayında görülen bulantılar, östrojen düzeyindeki artışla ortaya çıkar. Beslenmenizde yapacağınız küçük değişikliklerle bulantılarınızı hafifletebilirsiniz.
- Normalde kötü olmayan kokular bile bu dönemde rahatsız edebilir. Bu nedenle yemek kokularının yoğun bulunduğu ortamlarda bulunmayın.
- Fazla baharatlı besinler tüketmeyin.
- Sabah kalktığınızda kraker, sade kızarmış ekmek, mısır gevreği gibi besinleri tüketmek mide asitlerini düzenleyeceği için bulantıları azaltabilir.
- Midenin boş kalmasını engellemek için gün boyunca azar azar ve sık yemelisiniz. İçecekleri, öğün aralarında için. Öğünlerinizi yavaş tüketin.
- Patates, pirinç, meyve, pişmiş sebze gibi kolay sindirilebilir karbonhidratları tüketmeye çalışın.
- Kızartma ve diğer yağ içeriği yüksek besinleri tüketmeyin.

Kaynak: ART Tıp Merkezi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
19 Haziran 2013       Mesaj #353
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Dr. Senai AKSOY
İleri Yaşlarda Hamilelik

Bundan 15 – 20 yıl öncesine kadar kadınların çoğu 30 yaşına kadar anne olmuşken günümüzde pek çok kadın 35 yaşından sonra çocuk sahibi olmak istiyor. Ancak bu isteğin hem anne hem de bebek için tehlikeleri var.
Eskiden ileri yaşta anne olmak 30'undan sonra çocuk sahibi olan kadınlar için kullanılan bir tanımlamaydı. Günümüzde bu yaş sınırı 35'e dayandı. Bu çok da yanlış bir tespit değil. Tıp çevrelerinde de ileri yaş terimi 35 yaş ve sonrasında hamile kalıp anne olan kadınlar için kullanılıyor.
Anne yaşının 35 ve üzeri olması hem anne hem de bebek için bazı tehlikeleri beraberinde getiriyor. İleri yaş grubu olarak tanımlanan anne adaylarında kronik hastalıkların görülme sıklığı artış gösterir. Bunların başında yüksek tansiyon (hipertansiyon) ve şeker hastalığı (diyabet) yer alıyor. Bu yaşlarda hipertansiyon erken yaştaki hamilelere göre 2 - 4 kat daha sık görülür. Hem anne adayı hem de bebek için tehlike oluşturan durumlardan biri özellikle uzun süreden beri var olan ve damarsal hasara yol açmış olan kronik hipertansiyondur. Ancak esas tehlike kronik hipertansiyon sonucunda anne adayında ortaya çıkması muhtemel süperempoze (kronik hipertansiyon zemininde gelişmiş) preeklampsidir.
Hamilelik sürecini olumsuz etkileyen diğer rahatsızlıklar arasında kalp damar hastalığı, nörolojik hastalıklar, böbrek, karaciğer, akciğer ve bağ dokusu hastalıkları ve daha sık kansere rastlanması sayılabilir.

Hamilelik ve doğumla ilgili tehlikeler


İleri yaşta hamileliklerde en sık görülen sorunlar arasında down sendromu yani mongolizm gibi kromozomal anomaliler yer alıyor. Mongolizm ciddi bir toplumsal sağlık sorunu olduğundan özellikle ileri yaş hamileliklerinde amniosentez (rahimden su alınması) yaptırılması öneriliyor. İleri yaş hamileliklerinde ortaya çıkan bir diğer risk de düşüktür.
Ayrıca yaşın ilerlemesine bağlı olarak tüplerde hareketliliğin azalmış olması ve önceden geçirilen pelvik enfeksiyonları da dış gebelik riskini artırır. Erken doğum yapma ihtimali ve rahim içi gelişme geriliği de ilerleyen yaşın getirdiği tehlikelerden.
Hamileliğin özellikle 3. evresinde plasentanın erken ayrılması ve plasentanın önde olması sıklığı da kanamalarda artışa yol açar.

Bebek ve doğumla ilgili tehlikeler


İleri yaş hamileliklerinde annenin kronik hastalıkları, rahim içi gelişme geriliği, preeklampsi gibi durumlar, plasenta fonksiyonunun bozulmasına bağlı olarak fetal distres (fetüsün stres altında olduğu ve kendi kendine durumu giderme çabalarının yetersiz olduğu durum) ve fetal ile yeni doğan asfiksisi (oksijen eksikliği) gibi nörolojik işlev bozukluklarına veya bebeğin ölümüne kadar gidebilen sonuçlar doğurabilir. İleri yaşta ilk hamileliğini yaşayan anne adaylarının doğum eyleminin tüm aşamaları daha genç hamilelere göre daha uzun sürer. Ayrıca hamilelerde iri bebek sıklığı ve doğumda omuz takılması riski artış gösterir.

Kaynak: ART Tıp Merkezi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
19 Haziran 2013       Mesaj #354
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Dr. Senai AKSOY
Polikistik Over Sendromu nedenleri ve tedavisi

27571d6729751827 400x300

Özellikle 30 yaş altı kadınlarda sıkça rastlanan bir hastalık olan Polikistik Over Sendromu (PKOS), yumurtalıkta kalın yumurta dokusu içinde iyi huylu birçok kistin oluşmasına denir.
Beyinde hipofiz bezinden salgılanan LH ve FSH hormonlarının anormal şekilde üretilmesinden kaynaklanan hastalık sonucunda, yumurtalıklarda her ay düzenli olarak yumurtlama olmaz. Yumurtalıklardan erkeklik hormonunun salgılanmasına sebep olan Polikistik Over Sendromu'nun pek çok hormonal hastalık gibi nedenleri tam olarak bilinmiyor.

PKOS nasıl oluşur?


Hastalığın ortaya çıkışı tam kısır döngüye benzer. LH hormonundaki artış yumurtalıklarda erkeklik hormonu yapımını arttırır. Bunun sonucunda salgılanan erkeklik hormonları (androjenler) yağ dokusunda östrojene dönüşür. Son aşamada östrojen dönüşte LH üretimini yeniden arttırır. Bu kısır döngü kilo kaybı veya yumurtalıkların baskılanması gibi etkenlerle kırılabilir. Yine kilo fazlalığına bağlı olarak insüline karşı bir direnç ortaya çıkar ve neticede hormonal denge bozularak yine bu kısır döngü elde edilir.

Ne zaman ortaya çıkar?


Polikistik Over Sendromu (PKOS) ilk kez ergenlik döneminde adet kanamalarının başlaması ile tanınır ve üreme çağındaki kadınların %3 - %5'ini etkiler. Bu dönemde adet düzensizlikleri en önemli uyarandır ve neredeyse hastaların %75'inde görülür. En sık rastlanılan düzensizlik seyrek adet görme şeklindedir. Zaman zaman amenore yani hiç adet görmeme olabilir. Gecikmeyi takiben görülen kanama genelde fazla miktarda ve uzun süreli olur. Bu düzensizlik yumurtlamada bir bozukluğun işaretçisi.
Yeni adet göremeye başlayan genç kızlarda PKOS olmasa bile bu tür bozukluklar ilk 2 yıl boyunca normalde de görülebilir. Doğum kontrol hapı gibi düzenleyici ilaçların kullanılması PKOS tanısını geciktirebilir.
Androjen adı verilen hormonlar testosteron gibi steroid hormonlardır ve erkeklerde yüksek miktarlarda bulunurken kadınlarda çok daha düşük miktarlarda salgılanırlar. PKOS hastalarında androjen hormonları olması gerekenden daha fazla miktarlarda bulunur ve bu nedenle erkek tipi tüylenme, sivilce ve hatta erkek tipi saç dökülmesi ortaya çıkabilir. PKO sendromunda yumurtlama bozukluklarının olması ve adet düzensizliğinin görülmesinin nedeni ile kısırlığın bir problem olarak ortaya çıkması şaşırtıcı değil. Kısırlık, PKOS vakalarında %100 bir bulgu değildir. Hatta bazı hastalar PKOS bulgularına rağmen düzenli yumurtlayabilirler ve çok kolay gebe kalabilirler. Ancak yine de PKOS gebelikte gecikmelere ve kısırlığa yol açan önemli bir etken. PKOS hastaları genelde gebe kalmak için tedaviye gereksinim duyarlar. Hastalarının yaklaşık %40'ında obezite problemi vardır. Şişmanlık bazı hastalarda tek başına diğer belirtileri başlatabilir. Bu tür vakalarda kilo kaybı sağlandığında sorunlar tamamen ortadan kalkabilir.

Polikistik Over Sendromu belirtileri


Hastalarda genel olarak görülen belirtiler adet düzensizliği, sivilce, yağlı cilt, tüylenmede artış, kısırlık (infertilite) ve kilo artışı. PKOS tanısının konması için klinik bulguların, laboratuar tetkiklerinin ve ultrason incelemesinin bir arada değerlendirilmesi gerekir.

PKOS tanısı nasıl konur?


En önemli tanı yöntemlerinden birisi vajinal ultrasonografi incelemesi. Ultrasonografide yumurtalık kenarlarında çok sayıda küçük kist saptanır. Bu kistler sadece birkaç milimetre çapındadır ve tek başlarına sorun yaratmazlar. Kistlerin kaynağı gelişen ancak yumurtlama ile atılmayan folliküllerdir (yumurta içeren kesecikler). Zaman içerisinde bunların sayıları artış görülebilir.
Polikistik Over (PKO), ultrasonografide yumurtalıkların görünüşünü ifade eden bir tanım. Polikistik Over Sendromu ile karıştırılmamalıdır. Pekçok kadının ultrasonografik görüntüsü polikisitk olabilir ancak hormonal değerler ve klinik tablo tamamen normal bulunur. Genel popülasyonda kadınların %20'sinde polikistik görünüşlü yumurtalıklar vardır. Polikistik Over Sendromu (PKOS) ise bir belirtiler grubudur. Hastalığı yani patolojiyi ifade eder. PKO ve PKOS iki farklı tanımdır.
PKOS tanısında kan hormon değerleri de önemlidir. Kanda androjen düzeylerinin, LH ve FSH oranlarının önemi büyük. LH/FSH oranının 3'ün üzerinde olması PKOS lehine bir bulgu. Yine adetin 21. gününde bakılacak kan progesteron değerleri yumurtlama olup olmadığı hakkında bilgi verir.
Son yıllarda yapılan çalışmalar PKOS ile insülin hormonu arasında ilişki olduğunu gösterdi. İnsülin pankreastan salınan bir hormondur ve hücrelerin glükozu kullanmalarını sağlar. PKOS'da hücrelerde insülüne karşı bir direnç yani rezistans vardır. Bu nedenle pankreas durumla başa çıkabilmek için daha fazla insülin salgılar. Bu yüksek dozda insülin yumurtalıkları etkileyerek yumurtlamayı engeller ve sonuçta androjenlerde artış olur. İnsülün direnci PKOS'lu zayıf kadınların %30'unda saptanırken obez kadınlarda bu oran %75'e kadar ulaşır.

Uzun dönemdeki riskler


PKOS'un uzun dönemde yaratabileceği sorunlar ve riskler hem insülin hem de androjen fazlalığına bağlıdır. Yüksek miktarlarda insülin uzun dönemde Tip 2 diyabet yani şeker hastalığı riski taşır. Bu tür diyabet genelde sıkı diyet ve ağızdan alınan ilaçlar ile kontrol altına alınabilir. Kilo sorunu olan, tedavi edilmemiş PKOS hastalarının %25 - 35'inde, 30'lu yaşlarda Tip 2 şeker hastalığı ortaya çıkar. PKOS'da görülen hormonal değişiklikler tansiyon problemlerini de beraberinde getirir. Aynı zamanda bu hastalarda kolesterol yüksekliği de ortaya çıkar. Her iki durumda kalp hastalığı açısında yüksek risk faktörleridir.
Uzun süreli adet düzensizlikleri endometrium (rahim içini döşeyen doku) kanseri riskini arttırır. Yumurtlama olmadığı için endometrium üzerinde progestreon hormonu desteği olmaz. Bu nedenle endometrium uzun süre sadece östrojene maruz kalır. Böylece kanser riski artar.

PKOS tedavi şekilleri


Adet düzensizliği
Daha önce belirttiğimiz gibi PKOS'da yumurtlama problemlerine bağlı olarak düzensiz ve yoğun kanamalara sıkça rastlanır. Bu nedenle tedavide asıl amaç yumurtlamayı yeniden sağlamak. Bunun yanı sıra yumurtlamayı uyarıcı ilaçlar da kullanılabilir. Ancak olası yan etkileri nedeniyle bu tür ilaçlar uzun süreli kullanılamaz.
Fazla kilolar hem PKOS'lu hem de PKOS olmayan hastalarda adet problemlerine yol açan nedenlerden biridir. Yağ dokusunda fazla miktarda östrojen üretilmesi nedeniyle yumurtlama bozuklukları görülür. Obez hastalarda %5 civarında bir kilo kaybı genelde yumurtlamanın başlaması için yeterli.
35 yaşından küçük ve çocuk istemeyen hastalarda adetleri düzene sokmak için doğum kontrol hapları en sık tercih edilen ilaç grubudur. İkinci sırada ise adetin 15. gününden sonra kullanılan progestreon ilaçları gelir. Her iki ilaç grubu da adetleri düzene sokar.
İnfertilite
Yumurtlama bozukluğuna bağlı infertilite problemi yaşayan kadınların %70'inde sorun PKOS'dur. Bu durum obez hastalarda daha belirgin. Çocuk isteği olan PKOS hastalarında ilk planda yapılması gereken kilo verilmesidir.
PKOS hastalarında yumurtlamayı uyarıcı ilaçlardan en etkili olanı klomifen sitratır. Bu ilaç hekim kontrolü altında kullanılır.
Klomifenin başarısız olması durumunda ise iki ana yaklaşım söz konusudur. Bunlardan ilki enjektabl hormonlar ile yumurtalıkları uyarmak. Daha sonra da aşılama (inseminasyon) yapmaktır. Bu tedavi ile %62'ye varan başarı oranları bildirilmiştir. Bu tedavinin en önemli komplikasyonu ovarian hiperstimülasyon sendromu ve çoğul gebeliklerdir. Tedavi son derece titiz bir yakın kontrol altında ve konuya hakim hekimlerce yapılmalı.
İkinci alternatif ise laparoskopik diatermidir (LOD). Burada laparoskopi ile karın boşluğuna girilir. Yumurtalıklar koter ya da lazer ile yakılarak üzerlerinde küçük delikler açılır. Tedavinin mekanizması bilinmemekle birlikte düzenli yumurtlamayı sağladığı ve klomifene olan cevabı iyileştirdiği gözlendi. LOD sonrası 12 ay içinde kendiliğinden gebelik oranları %60 - 80 arasında. LOD'un başarısı infertilite süresi 3 yıldan az olanlarda ve LH düzeyleri 10'dan fazla bulunanlarda daha iyidir.
Tüylenme
Androjen adı verilen erkeklik hormonlarının fazlalığına bağlı olarak ortaya çıkan tüylenme (hirsutism) PKOS'lu vakalarda sıklıkla görülen bir durum. Bazı kadınlar bunu dert etmezken, bazı kadınlarda asıl hekime müracaat sebebidir. Bazı durumlarda tüylenme hormonal dengesizliğe bağlı değil ve yapısal olabilir. Var olan tüyler tedavi ile yok edilemez bu nedenle bleaching ya da epilasyon gereklidir.
Doğum kontrol hapları kandaki androjen düzeylerini düşürdüğünden yeni tüy çıkmasını engelleyebilirler. Bu amaçla en sık kullanılan ilaç cyproterone asetat adı verilen bir maddedir. Diğer bazı ilaçlar ile bir arada ya da tek başına kullanılabilir. Hirsutism tedavisi uzun süreli bir tedavi. Başarı için 8 - 18 ay tedavi gerekebilir. Bunun nedeni kıl büyümesinin yavaşlığıdır.
PKOS ile insülin rezistansı sıklıkla bir arada görüldüğünden PKOS tedavisinde yeni yaklaşımlardan biri de insülin duyarlılığını arttıran ilaçların kullanımı. Bu konuda yeterli sayıda çalışma olmamakla birlikte ilk sonuçlar başarı oranlarının oldukça yüksek olduğu yönünde.

Kaynak: ART Tıp Merkezi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
19 Haziran 2013       Mesaj #355
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Dr. Sevil ÖZ
Kendi Kendine Meme Muayenesi Nasıl Yapılır?

Normal Meme Yapısı

Meme sağlığını korumak için öncelikle memeyi tanımakta yarar var. Meme nasıl bir organdır, nasıl muayene edilir, hangi dönemlerde memede değişiklikler olur, memenin normal yapısı nasıldır, öncelikle bunları bilmek gerekir. Kişi memesinin normal halini bilirse, anormal bir şey olduğunda fark edebilir.
Memenin normal hali ancak kendi kendine yapılacak aylık muayenelerle öğrenilebilir. Her meme ortalama 15 - 20 tane lobdan oluşur. Her bir lob küçük üzüm salkımına benzer. Üzüm taneleri süt yapan bölümü, sapları da süt kanallarıdır. Her bir lobdaki kanallar birleşerek aynı üzümde olduğu gibi tek bir kanal (sap) oluşturup meme başına açılırlar. Böylece her meme başına 15-20 kanal açılmış olur. Bu üzüm salkımlarının arasındaki boşlukları da yağ dokusu ve bağ dokusu doldurur. Bu dokunun içinden sinirler, kan ve lenf damarları geçer. Meme dokusunun hemen arkasında göğüs kasları bulunur. Meme dokusunun kan damarları esas olarak koltuk altındaki ana damarlara ve lenf damarları da koltuk altındaki lenf bezlerine dökülür.

Kendi Kendine Meme Muayenesi Nasıl Yapılır
?

Ayna Karşısında: Önce dik durup kollarınızı yana sarkıtın, memenizde herhangi bir düzensizlik, derinin içe çekilmesi, meme başının bir tarafa veya içe çekintisi, renk değişikliği var mı bakın. Aynı işlemleri elleri iki yandan kalçanıza bastırmak suretiyle göğüs kaslarınızı kasarak ve so olarak da kollarınızı yukarı kaldırarak yapın.
Yatarak: Sağ memenizi muayene etmek için sağ elinizi başınızın arkasına getirin, sol elinizle meme başından başlayarak dairesel hareketlerle, parmaklarınızı hafif oynatarak tüm memenizi muayene edin. Muayene esnasında ince parmak hareketleriyle meme dokunuzu iyice hissedin ve meme dokunuzdan farklı dokuları algılamaya çalışın. Memenizde ele gelen bir kitle, şişlik, deride sertleşme,meme başında sertleşme, memede hassasiyet, meme başında akıntı gibi bulgular olup olmadığına dikkat edin. Aynı işlemi sol memeniz için tekrarlayın.
Koltuk altı muayenesi: Koltuk altı göğüs kasının hemen arkasındaki çukurdur. Hem ayakta hem yatarak her iki koltuk altınızı diğer elinizin parmaklarını kullanarak muayene edin. Ele gelen kitle veya hassasiyet olup olmadığına bakın.


Meme Kontrolleri


Meme kanseri kadında en sık görülen kanserdir. Erken teşhis edildiğinde %90 kesin şifa sağlanır. Erken teşhis ise ancak düzenli kontrollerle sağlanabilir. Kadınlar 20 yaşından itibaren her ay adetleri bitiminde kendilerini muayene etmelidirler. Meme kanserinin erken teşhisi yani 1 cm den küçükken teşhisi ancak görüntüleme teknikleri ile yapılabilir. Bu nedenle düzenli mamografi ve ultrason çektirmek çok önemlidir. Mümkünse mamografinin ultrason ile desteklenmesi uygun olur, çünkü bazı doku bozuklukları ultrason ile daha iyi görülürler. Meme kanseri riski taşımayanlarda ilk mamografi 40 yaşında yapılır ve 40 yaşından itibaren rutin olarak duruma göre yılda bir mamografi ve ultrason yapılmalıdır.
Eğer kadın meme kanseri riski taşıyorsa daha erken takibe başlamalıdır ve takipler daha sık yapılmalıdır. Özellikle ailesinde yoğun olarak meme kanseri olan kadınların kontrollere 25 yaşından sonra yıllık ultrason ile başlamaları uygun olur. En doğrusu riskin durumuna göre doktor tarafından bir takip programı oluşturulmasıdır.

Kaynak: ART Tıp Merkezi
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
19 Haziran 2013       Mesaj #356
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Dr. Senai AKSOY
Sigara anne karnında gelişim geriliğine (IUGG) neden olabilir!

Hamilelik bir kadının hayatındaki en önemli dönemlerden biri olmakla birlikte son derece doğal ve normal bir süreçtir. Ancak bazı rahatsızlıklar hamilelik dönemini hem anne hem de bebek için riskli hale getirebilir.
Anne karnında bebeğin gelişme geriliği göstermesi İntrauterin (rahim içi) gelişme geriliği (IUGG) olarak adlandırılır ve bebeğin (fetüs) standart ağırlığın yüzde 10 altında bulunduğu durumdur. Ancak bazı bebekler herhangi bir gelişme geriliği olmadığı halde yapısal olarak küçük fetüslerdir. Bu nedenle standart ağırlığın altında olan her fetüs için gelişme geriliği teşhisi konamaz. Gelişme geriliği saptanmış olan fetüslerde normal hamileliklere göre daha yüksek strese girme, asfiksiye (oksijen eksikliği) maruz kalma, yeni doğan döneminde ölüm riskleri görülür.

İntrauterin gelişme geriliği nedenleri


Fetüste gelişme geriliğine yol açan pek çok neden vardır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:

• Annede var olan damarsal hastalıklar, hipertansiyon, şeker, kalp hastalıkları
• Preeklampsi
• Annede görülen böbrek, karaciğer hastalıkları ve diğer kronik hastalıklar
• Annenin yetersiz beslenmesi
• Plasentada anormallikler
• Annenin sigara, alkol veya uyuşturucu kullanıyor olması
• Annenin yetersiz beslenmesi
• Annede kansızlık (anemi)
• Fetüste muhtelif anomaliler
• Kromozom anomalileri
• İkiz gibi çoğul gebelikler
• Fetüste enfeksiyonlar


Gelişme geriliği tedavisi


Fetüste IUGG tanısı konduğu takdirde hamilelik daha sıkı takip altına alınır. Hamilelik süresince yapılan ultrason, doppler ve NST, biyofizik profil (BPP) testleri fetüsün tehlike altında olduğuna işaret ederlerse doğum gerçekleştirilir. Her ne kadar gelişme geriliği görülen bebekler normal doğumla dünyaya gelebilseler de sezaryenle alınmaları ihtimali normal hamileliklere göre daha yüksektir.
Hamileliğin ciddi risk taşıması için, yapılan testlerde amniyon sıvısını 50'den az olması, doppler ölçümlerininde bozulma saptanması, haftalık ultrason takiplerinde bebekte büyüme olmaması, bebek hareketlerinin azalması ve biyofizik profil değerlendirilmesinde 6 ya da daha az puan alması gerekir. Böyle durumlarda en kısa sürede doğum planlanır. Bebeğe erken doğum ihtimaline karşı akciğer gelişimini sağlayan ilaç tedavisi uygulanır.

Kaynak: ART Tıp Merkezi
Bachata - avatarı
Bachata
Ziyaretçi
19 Ağustos 2013       Mesaj #357
Bachata - avatarı
Ziyaretçi
Kadınlarda En Çok Görülen Hastalıklar

Çocuklukta ve menopoz sonrasında görülen kanamalara dikkat

Kadınların hayatları boyunca en sık karşılarına çıkan sorunların başında adet düzensizlikleri gelir. İlk adet 12-13 yaşlarında görülür. Eğer çocukluk döneminde kanama görülürse bunun mutlaka araştırılması gerekir. Buluğ çağı ile menopoza yakın dönemlerde ise vücut bu yeni sürece adapte olmaya çalıştığı için adet düzensizlikleri sıkça görülebilir. Ancak beklenmedik zamanda ortaya çıkan, düzensiz, leke tarzında veya uzun süreli kanamalar mutlaka araştırma ve tedaviyi gerektirir. Menopoz döneminden sonra görülen kanamanın miktarına bakılmaksızın üzerinde önemle durmak gerekir.

Yanlış beslenme polikistik over sendromunu tetikliyor

Kadınlarda en sık rastlanan hormon bozukluğu polikistik over sendromudur. Nedeni tam olarak bilinmese de yanlış beslenme, aşırı kilo alma gibi problemler hastalığı tetikleyebilir. Hastalık tipik olarak genç kızlarda ve genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkar. Polikistik over sendromu görülen kızlarda genellikle kilo fazlalığı, tüylenme, saçlarda dökülme ve sivilcelenme problemleri görülür.

Tedavideki ilk aşama kilonun kontrol altına alınmasıdır. Polikistik over sendromlu kadınlarda kilo kaybı biraz daha zordur. Hormon bozukluğuna bağlı kilo alımı varsa diyetin buna göre planlanması gerekir.


İdrar kaçırma büyük sosyal problem

İdrar kaçırma sorunu çok önemli bir sosyal problem olup, günümüz modern tedavileri ile başarılı olarak ortadan kaldırılmaktadır. Temelde kadınların hastalığı olan idrar kaçırma 35 yaşın üzerindeki her 5 kadından birinde görülmektedir. Kişinin sosyal yaşantısını etkileyecek olan her idrar kaçırma bir hastalıktır ve tedavi edilmelidir. İdrar kaçırma; öksürme, hapşırma, gülme gibi karın içi basıncın arttığı durumlarda ortaya çıkabileceği gibi, daha az eforla da meydana gelebilir.

Vajinal akıntılar cinsel sağlığı olumsuz etkiliyor

Kadınların cinsel sağlığını ve yaşamını olumsuz etkileyen ve daha çok enfeksiyon kaynaklı olan “vajinal akıntılar”, normal fizyolojik akıntılar ve enfeksiyona bağlı akıntılar olarak ikiye ayrılır. Kokusuz, saydam, renksiz, adetin belirli zamanlarına göre miktarı artıp azalan akıntılar normal fizyolojik akıntılardır. Rahim ağzından gelen sümüksü ve saydam renkli bu akıntılar hormonlarla ilgili olduğundan belirli zamanlarda artış gösterir. Enfeksiyona bağlı olarak ortaya çıkan akıntıların belirtileri arasında renkli, kokulu, rahatsız edici miktarda görülmesi sayılabilir. Bunlar bakteri, mantar ya da parazit kökenli olabilir.

Menopoz hastalık değil bir geçiş dönemidir

Menopoz, bir hastalık olmayıp, kadın hayatının en önemli geçiş dönemlerinden biri olarak sayılabilir. Adet düzenleri bozulduğunda bir çok kadın menopoza girdiğini söylese de, menopoz bir kadının peşi sıra 12 ay adet görmemesidir. Menopoza giriş yaşı dünya genelinde 45-53 arasında değişirken ortalama 51 yaş olarak bildirilmektedir. Ülkemizde ise 46-48 yaşlar arasındadır. Menopoz döneminin başlamasıyla eksilen östrojen hormonuna bağlı olarak; sıcak basmaları, terleme, uykusuzluk, vajinal kuruluk, se ksüel istekte azalış, idrar problemleri, yorgunluk, ruh hali değişiklikleri, dikkat ve hafıza sorunları gibi belirtiler ortaya çıkar. Ayrıca menopoza giren her kadın şikayeti olmasa dahi kemik kaybından korunmak veya cinsel hayatının devamlılığı için hekime başvurmalıdır.

Şiddetli adet ağrıları yaşam kalitesini düşürüyor

Adet gören kadınların yarısından fazlasının kanamalarının ilk bir-iki günü ağrısı olmaktadır. Genellikle bu ağrı hafiftir, ancak bazen günlük aktivelerini kısıtlayacak kadar şiddetli olabilir. Bu şiddetli ağrı dismenore olarak adlandırılır. Dismenore bulguları arasında alt karında ağrı veya kramplar, baş ağrısı, bulantı – kusma ve baş dönmesi sayılabilir. Dismenorenin tedavisi ilaçlar ve ağrıyı azaltan teknikleri içerir ancak bazı olgularda cerrahi işleme gerek duyulabilir.

d_n_z - avatarı
d_n_z
VIP VIP Üye
25 Temmuz 2014       Mesaj #358
d_n_z - avatarı
VIP VIP Üye

VASKÜLER MALFORMASYON AMELİYATI


Vasküler malformasyonlar anne karnında damarların gelişiminde ortaya çıkan bir bozukluk sonucunda oluşan damarsal şişliklerdir. Atardamar, toplardamar veya lenf damarlarından köken alırlar ve hemen her zaman doğumdan itibaren görünürler. Başlangıçta soluk renkli olup fark edilemeyebilirler fakat yaşın ilerlemesi ile rengi koyulaşır. Vasküler malformasyonlar çocuğun büyümesine paralel olarak büyürler ve zamanla kaybolmaları söz konusu değildir.
Vasküler malformasyonlar komşu dokularda ve üzerindeki deride yıkıma yol açabilirler. Arteriovenöz malformasyon (hem atardamar hem toplardamarlardan oluşan şişlik) söz konusu olduğunda ek olarak lezyon üzerinde ışı artışı, ses ve titreşim fark edilebilir. Ayrıca etkilenen uzvun diğerine nazaran daha gelişmiş olması durumu ile karşılaşılabilir.
Vasküler malformasyonlar özel yapıları tam olarak bilinmeyen lezyonlardır ve kendiliğinden gerilemeleri de söz konusu olmadığından genellikle cerrahi olarak çıkartılmaları gerekmektedir. Hatta bu anormal yapıları besleyen damarları anjiyografi ile saptayıp, aynı anda bazı maddeler enjekte ederek tıkamak yoluyla küçültmek gerekebilir. Bu girişimden 48-72 saat sonra cerrahi tedavi uygulanması gerekebilir. Bu ameliyat yerleşim yerine göre bölgesel uyuşturma ile de yapılabileceği gibi sıklıkla genel anestezi altında yapılması tercih edilmektedir. Genel anestezi hastanın tam olarak uyutulması ve solunumunun nefes borusuna yerleştirilen bir tüple anestezi ekibince denetlenmesi anlamına gelmektedir. Herhangi bir sorun yaşanmaması için öncelikle bazı laboratuar testleri yapılmaktadır. Anestezi uzmanı ameliyattan önce sizi değerlendirmeye alacaktır. Ameliyathanede kalp atımlarınız ve kan oksijen seviyeniz ameliyat süresince devamlı olarak elektronik cihazlar yardımıyla takip edilmektedir. Alerji veya ilaç reaksiyonu nadiren de olsa görülmekte ve ölümcül olabilmektedir. Üstelik rutin testlerle duyarlı kişiler önceden saptanamazlar. Ancak bu istenmeyen durumlar hastane koşullarında oluştuklarında, başarıyla tedavi edilebilirler ve hastaya zarar verecek bir durum olma olasılığı son derece azdır.
Genel anestezi öncesi, hastanın midesi boş olacak şekilde, 6–8 saat hiçbir şey yenmemeli ve içilmemelidir. Ameliyat sonrası da en az 4–6 saat ağızdan hiçbir şey verilmez. Bu süreler hastanın doktoru tarafından değiştirilebilir.
Ameliyatın süresi uygulanacak cerrahi girişimin tipine ve vasküler malformasyonun yerleşim yeri ve büyüklüğüne göre değişmekle birlikte 2–6 saat kadar sürmektedir. Vasküler malformasyonun yerleşim yerine ve büyüklüğüne göre yapılacak ameliyat da değişmektedir. Genellikle lezyonun üzerinden veya komşu bölgelerden cilt kesisi yapılacak ve buradan cilt altında bulunan damarsal yapı çıkartılacaktır. Üzerindeki deride yara oluşturmayan vasküler malformasyonlarda cilt karşılıklı olarak kapatılabilmektedir, fakat ciltte yara veya ülser oluşumu söz konusu ise cilt eksikliğini komşu alanlardan deri kaydırmak ya da cilt yaması uygulamak ile düzeltmek gerekebilir.
Ameliyat sonrası hasta, genellikle 1 saat kadar uyanma odasında izlendikten sonra odasına gönderilir. Ancak anesteziye bağlı olarak bulantı ve benzeri sorunlar olursa kalış süresi uzayabilir. Vasküler malformasyon ameliyatının hem riskleri hem de komplikasyonları söz konusudur.
Alternatif tedaviler:
Vasküler malformasyonların tedavisinde cerrahi eksizyon dışında damarların bağlanması, damar içine tıkayıcı madde enjeksiyonu ve lazer tedavisi kullanılabilir. Yine dövme ile lezyonun gizlenmesi tercih edilebilir. Arteriovenöz malformasyon söz konusu olduğunda ise lezyonun tamamen eksize edilmesi gereklidir.
Söz konusu olan tüm alternatif tedavi şekilleri de kendilerine göre ayrı risk ve komplikasyon ihtimalleri taşımaktadırlar.

Vasküler malformasyon ameliyatının riskleri:
Her cerrahi müdahale belirli oranda risk taşır ve önemli olan sizin vasküler malformasyon cerrahisi ile ilgili olan riskleri anlamanızdır. Bireyin uygulanacak olan operasyonu seçimi, olası yarar ve risklerin karşılaştırılmasına bağlıdır. Her ne kadar hastalarda komplikasyonların çoğuyla karşılaşılmasa da, olası komplikasyonların her birini, cerrahinin risklerini ve vasküler malformasyon ameliyatının sonuçlarını anladığınıza emin olmanız için mutlaka cerrahınızla tartışmalısınız.
Kanama: Vasküler malformasyon ameliyatlarında kanama önemli bir risktir ve operasyon esnasında veya sonrasında görülebilir. Ameliyat sonrası kanama oluştuğu takdirde, biriken kanın acil olarak boşaltılması gerekebilir. Kanama riskini artırabilmesi nedeniyle operasyonun 10 gün öncesinden aspirin veya benzeri ağrı kesici ilaçlar alınmamalıdır. Ameliyat sırasında veya sonrasında gerekli görüldüğü takdirde kan verilebilir.
Enfeksiyon: Ameliyat sonrası enfeksiyon pek sık değildir. Enfeksiyon varlığında antibiyotik veya yeni bir ameliyatın tedaviye eklenmesi zorunlu olabilir.
Nedbeleşme: Bütün ameliyatlar yara izi ile sonuçlanır, bazıları diğerlerinden daha belirgindir. Her ne kadar ameliyat sonrası iyi bir yara iyileşmesi umulsa da; cilt ve derin dokularda anormal nedbeleşme oluşabilir. Nedbeler sevimsiz olmakla birlikte çevre ciltten farklı renktedirler. Yara kapatılmasında kullanılan dikiş izleri belirgin olabilir. Nedbelerin hareketleri ve fonksiyonları kısıtlama olasılığı vardır. Anormal nedbelerin tedavisinde ek ameliyatlar gerekebilir. Yaranın kapatılması için deri yaması veya komşu dokulardan doku kaydırma gerektiğinde, derinin alındığı alanlarda da ek nedbeler oluşacaktır.
Derin yapılarda hasarlanma: Ameliyat esnasında derin yapılardan sinirler, kan damarları ve kaslar hasar görebilir. Ameliyatın yapıldığı bölgeye göre değişik şekilde hasarlanma olabilir. Derin yapıların hasarlanması geçici veya kalıcıdır.
Yara ayrılması: Vasküler malformasyon ameliyatının yapıldığı bölgede, yara iyileşmesi tamamlanıncaya kadar, cerrahi yarada açılma olabilir. Yara ayrışması kötü sonuçlara neden olur. Bu durumda yeni tedaviler zorunludur.
Allerjik tepkiler: Nadir olgularda yaraya sürülen ilaçlara, cerrahi dikiş malzemelerine, sargılara karşı allerji geliştiği bildirilmiştir. Daha ciddi olabilen sistemik tepkiler ameliyat ya da sonrasında kullanılan ilaçlara bağlı olarak gelişebilmektedir. Allerjik tepkiler ek tedavi gerektirebilirler.
Cerrahi anestezi: Genel ve lokal anestezinin her ikisi de risk taşır. Cerrahi anestezinin ve sedasyonun bütün formlarında yaralanma ve ölüm riski mevcuttur.
Tatmin edici olmayan sonuçlar: Vasküler malformasyon ameliyatı sonrasında memnuniyet vermeyen sonuçların olma olasılığı vardır. Cerrahi kabul edilemeyecek görülebilir bozukluklar, işlev kaybı, yara ayrışması, deri nekrozu ve duyu kaybı ile sonuçlanabilir. Bu tip sonuçlar karşısında hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Ek Cerrahi Gerekliliği: Bazı durumlarda tek bir ameliyatla vasküler malformasyon çıkarılması söz konusu olmayabilir ve çoklu amleiyatlar gerekebilir. Komplikasyon oluşursa ek ameliyat veya diğer tedaviler zorunlu hale gelebilir. Ayrıca tam olarak çıkarılamadığı durumlarda hastalığın nüks etmesi ile karşılaşılabilir. Her ne kadar risk ve komplikasyonlar çok sık olmasa da, vasküler malformasyon ameliyatlarında bu olasılıklar hatırda tutulmalıdır. Her ne kadar sonuçlar iyi beklense de, garanti verilemez ya da sonucun kesinliğine güvenilemez.
iLKiMimmmMsn Angel

Benzer Konular

11 Aralık 2014 / ThinkerBeLL Sağlıklı Yaşam
19 Şubat 2013 / Demir YumruK Taslak Konular