Arama

AIDS (Acquired Immune Deficiency Syndrome) - Sayfa 2

Güncelleme: 22 Eylül 2017 Gösterim: 37.995 Cevap: 34
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #11
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Fazla sayıda bağışıklık geni 'CCL3L1'e sahip olan kişiler, AIDS virüsüne karşı daha dirençli. Science dergisinin son sayısında yayımlanan makale, uzmanların değişik etnik gruplara mensup 4 bin 300 kişiden alınan kan numunelerini incelediğini ve bağışıklık proteini üreten 'CCL3L1' geninin sayısını araştırdığını yazdı. Araştırma, AIDS virüsüne karşı daha güçlü ya da daha kırılgan olanların genetik özelliklerini belirleme fırsatı sunuyor.

Sponsorlu Bağlantılar
Gen Sayısı Siyahlarda Yüksek
Makalede, AIDS virüsü bulaşmayan siyah ABD'lilerde, 'CCL3L1' geninden ortalama dört adet bulunduğu belirtildi. Araştırmaya, ortalama gen sayısının, Avrupa kökenli ABD'lilerde iki, İspanyol kökenlilerde ise üç olduğunu ortaya koydu.

Sonuçların Avrupa kökenli ABD'lilerin ve İspanyol kökenlilerin AIDS'e siyahlardan daha açık ve dayanıksız oldukları anlamına gelmediğine dikkat çeken uzmanlar, bu gruplar içinde, 'CCL3L1' genine en az sayıda sahip olanların AIDS virüsüne yakalanma riskinin yüksek olduğunu vurguladılar.

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #12
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Bulaşma Riski Açısından Kadın - Erkek Arasında Fark Var mı?
Erkekten kadına bulaşma riski kadından erkeğe bulaşmaya göre 8 kat daha fazladır. Bunun nedeni, erkeğin salgılarının kadın genital sisteminde uzun bir süre kalmasıdır.
Sponsorlu Bağlantılar
Son araştırmalar göstermiştir ki, annenin kanında dolaşan virüs yükü ne kadar fazlaysa, bebeğe bulaşma da o kadar fazla olur. Anneden çocuğa bulaşma sıklığı yüzde 25 - 35’dir. Bu amaçla gebelik döneminde kullanılan zidovudin veya son zamanlarda kullanılmaya başlanan nevirapin ile virüsün bebeğe geçişi önemli ölçüde engellenir. Anne sütü virüsü bebeğe bulaştırır. Bu yüzden anne infekteyse, bebeğini emzirmemelidir.

Bulaşmadan Sonra Oluşan “Erken Hastalık” Tablosu nasıl?
Bulaşma gerçekleşen kişilerin çoğunda herhangi bir yakınma ortaya çıkmaz. Bir bölümündeyse virüs bulaştıktan sonraki 1 - 2 ay içinde grip - benzeri yakınmalar (ateş, başağrısı, kas ağrıları) ve genellikle boyun ve kasıklarda şişmiş lenf düğümleri görülür. Bu yakınmalar sıklıkla bir haftayla bir ay içinde geriler. Bu genellikle vajinal enfeksiyon olarak değerlendirilir. Yakınmalı veya yakınmasız erken dönemi takiben klinik seyir oldukça değişkenlik gösterir. Hastaların bir bölümünde birkaç ay sonra hastalığa ait yakınmalar başlarken, bir bölümünde 5 - 10 yıl hiçbir şikayet yaşanmayabilir. Bu yakınmasız dönemde virüs aktiftir, CD4 T lenfositlerini infekte eder ve zaman içinde sayılarının azalmalarına neden olabilir. CD4 T lenfositlerindeki azalma kritik bir sayıya indiğinde (500 veya daha az) hastalarda fırsatçı enfeksiyonlar başlar.

Şikayetsiz dönemden sonra ortaya çıkan yakınma ve bulgular lenf düğümlerimde şişme, kilo kaybı, ateş, terleme, mantar enfeksiyonları (ağız içi ve vajinal), herpes virüs enfeksiyonları (ağız ve genital bölgede) ve deri döküntüleridir.

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #13
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
HIV İnfeksiyonu Nasıl Bulaşır?
Virüs hasta bir kişiden sağlıklı bir kişiye virus içeren vücut sıvılarının temasıyla geçer. Bulaşmadan sorumlu en önemli vücut sıvıları kan, semen, vajinal salgılar ve anne sütüdür. İdrar, ter, tükrük, gözyaşı ve dışkı yoluyla bulaşma rüskü oldukça düşüktür.
Üç ana bulaşma yolu vardır:
·Cinsel yol :
HIV en sık korunmasız vajinal veya anal cinsel temas yoluyla bulaşır. Risk açısından erkek daha fazla bulaştırıcıdır. Virüsün yayılmasında korunmasız anal ilişki çok yüksek risk taşır. Ağız içi ve çevresinde kesi, yara veya kanamalı dişetleri yoksa, oral seks nispeten çok düşük risk taşır. Oral - anal seks ve karşılıklı mastürbasyon da düşük risk taşır. Cinsel yolla geçen diğer hastalıklara bağlı genital bölgedeki yaralar, HIV bulaşmasında önemli rol oynar.
·Kan yolu : Önemli bulaşma yollarından biri olmasına karşın, kan merkezlerinde vericilerin kanlarında HIV kontrolü yapıldığından, bu yolla bulaşma önemli ölçüde engellenir. Damar yoluyla ilaç bağımlısı olanlarda enjektörlerin ortak kullanımı bulaşma açısından çok yüksek risk taşır. Özellikle sağlık çalışanlarına bulaşma şekillerinden biri, virüsle bulaşık iğne veya cerrahi aletlerinin deri bütünlüğünü bozacak şekilde temas etmesidir. Bu şekilde bir temasla HIV’nün bulaşma riski yüzde 0.3’dür.
·Vertikal yol (infekte anneden bebeğe geçiş) : Anneden bebeğe geçiş sıklıkla doğum sırasında ve emzirmeyle olur. İnfekte annelerden bebeğe geçiş sıklığı yüzde 25 - 35 sıklığındadır. Gebelik sırasında annenin virüse etkili ilaçları alması, bebeğe bulaşmayı önemli ölçüde azaltır.

HIV İnfeksiyonun Tanısı Nasıl Koyulur?
Tanı, bulaşmadan 1 - 3 ay sonra kanda beliren virüse karşı antikorların (anti-HIV) saptanmasıyla koyulur. Bu antikorların kanda saptanabilecek düzeylere gelmesi nadiren 6 ay kadar gecikebilir. Eğer bir bulaşma şüphesi varsa (cinsel temas, bulaşık kanla temas, vb.) ve testler 6. ayda da negatif olarak bulunmuşsa, testleri tekrarlamak gereksizdir. Kişi negatif olarak kabul edilmelidir.
HIV enfeksiyonunda iki farklı test (ELISA ve Western Blot) kullanılır. ELISA ile virüse karşı oluşan antikorların varlığı saptanır. Western Blot testiyle de ELISA testinin doğrulaması yapılır. Erken dönemde her iki test de negatif bulunabilir. Bu durumda kuşku çok fazlaysa, kanda doğrudan HIV’nün kendisi aranır.
Hasta anneden doğan bebekler anneden aldıkları antikorları (anti-HIV) 15 aya kadar taşırlar. Sadece antikorların pozitif bulunmasıyla bebeğinde hasta olduğu söylenemez. Bebekte bulaşmanın varlığı doğrudan HIV’ünün gösterilmesi ile belirlenir.


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #14
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
HIV’nün Genellikle Bulaşmadığı Durumlar Neler?
· Günlük ilişkiler
· Tokalaşma, kucaklaşma
· Sosyal öpüşme
· Telefonlar
· Böcek, sinek ve sivrisinek ısırmaları
· Bardak, fincan ve yemek araç - gereçlerinin ortak kullanımı
· Tuvaletler
· Hamam ve saunalar
· Ortak kullanılan elbiseler
· Havlular
· Yüzme havuzları
· Hapşırma ve öksürük
· İnfekte kişinin idrarı ve teri


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HIV/AIDS EPİDEMİYOLOJİSİ VE KORUNMA
Dr. Aygen Tümer
Hacettepe Üniversitesi AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi (HATAM) İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde bir grup homoseksüel erkekte ve Haiti'den gelen göçmenlerde ender rastlanan Pnömocystitis carinii jiroveci pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS) vakalarının tespit edilmesi ile AIDS hastalığı tanımlanmıştır. Bu infeksiyonlar tedaviye iyi cevap vermemekte ve hastalık ölümle sonuçlanmaktaydı. Araştırmacılar bu hastalığın daha önce literatürde rastlanmayan yeni bir hastalık olduğu konusunda birleşerek bu yeni hastalığa "AIDS" (Acquired Immune Deficiency Syndrome, Akkiz İmmün Yetmezlik Sendromu) adını vermişlerdir. 1983 yılında AIDS'e neden olan virüs HIV (Human Immunodeficiency Virus, İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü) izole edilmiş olup, bu virüs vücudun savunma gücünü zayıflatmakta, yıkmakta ve normal koşullarda tedavi edilebilen hastalıklar, savunma gücü yetersiz kaldığından tedavi edilememektedir.
Hastalığın tanımlandığı ilk yıllarda HIV infekte vakalar az sayıda olması ve homoseksüel erkek grubunda görülmesi nedeni ile fazla ilgi çekmemişti. Ne zamanki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve infekte hamile kadınlardan da bebeklere geçmesi ile vakaların giderek artmaya başlaması ile tüm dünyanın odak noktası haline gelmiştir. Bunu dikkate alan tıp dünyası, gönüllü kuruluşlar ve kişiler öneminin anlatılabilmesi, toplumun bilgilendirilmesi ve korunma yollarının öğretilmesi için faaliyetler düzenlemeye başlamışlar ve 1 Aralık gününü de "Dünya AIDS Günü" olarak ilan etmişlerdir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) her yıl 1 Aralık için bir slogan belirlemekte ve tüm ülkeler bu çerçevede toplumu bilgilendirmeye yönelik faaliyetler yapmaktadırlar.
DÜNYADA HIV/AIDS
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Aralık 2005 verilerine göre dünyada ortalama 40.3 (36.7 - 45.3) milyon HIV infekte kişi yaşamakta olup, epideminin başından beri 30.9 milyon kişi hayatını bu hastalık nedeni ile kaybetmiştir. 2005 yılı içinde 5 milyon yeni vaka bildirilmiş olup, bu sayılara günde 14 000, dakikada 10 yeni vaka ilave olmaktadır. Tüm HIV infekte vakaların %95'inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde, %89'u da Sahra-altı Afrika, Güney ve Güney-doğu Asya'da görülmektedir. Günümüzde HIV/AIDS hastalığı Sahra-altı Afrika'da birinci, dünyada ise 4. ölüm nedeni olarak bildirilmektdir.
SSCB'nin parçalanması ile meydana gelen değişimlerle Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya'da HIV infeksiyonunun süratle yayıldığı görülmektedir. Dünya nüfusunun 1/5'inin yaşadığı Çin'de, özellikle damar içi uyuşturucu madde kullananlar arasında HIV pozitiflik oranının kısa sürede yükselerek %70'lere ulaştığı saptanmıştır. HIV/AIDS hastalığı, tanımlandığı 1980'li yılların başlarında "korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temas ile bulaşmaktadır" diye bilinirken, 1990'lı yıllarından beri en sık korunmasız yapılan heteroseksüel cinsel temas ile, ikinci sıklıkta damar içi madde kullananların ortak paylaştığı enjektör ile, üçüncü sıklıkta ise korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temasla bulaşmaktadır.
Eğer korunma ve tedavi gibi konularda gerekli adımlar atılmaz ise, 2005 yılı sonunda 40.3 milyon olan hasta sayısının 2010 yılında 110 milyona çıkacağı, HIV/AIDS hastalığından ölenlerin sayısının ise 2020 yılına kadar hastalığın en yaygın olduğu 45 ülkede 68 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir.
İlk vakaların görüldüğü Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde 1994 yılından beri her yıl tanı konan yeni vaka sayıları bir önceki yıldan fazla değil iken, Hindistan, Afrika gibi ekonomik seviyeleri düşük ülkelerde vaka sayıları katlanarak artmaktadır. Bu farklılığın esas nedeninin eğitimden kaynaklandığı düşünülmektedir, çünkü gelişmiş ülkeler etkin eğitim programları ile hastalığı ve korunma yollarını halkına öğretebilmeyi başarmış gözükmektedir. Eğitimde bir diğer önemli faktörde mali güçtür. Gelişmekte olan ülkeler kısıtlı bütçeleri ile giderek artan sayıdaki hastalarını tedavi için gerekli masrafı yapmakta zorlanırken, beraberinde eğitim programlarını yürütememektedirler. Bazı Asya ülkelerinin hükümetleri eğitime finansal kaynaklar ayırmışlar ve özellikle Malezya ve Tayland'da geniş kapsamlı HIV eğitim kampanyaları düzenlenmiştir. Şu ana kadar elde edilen ilk sonuçlara göre HIV/AIDS bu iki ülkede Filipinler ve Endonezya kadar hızlı yayılmamaktadır, ancak hastalığın pencere dönemi ve kişilerin davranış değişikliklerinin değerlendirilmesi net olarak yapılamadığından kesin sonuç elde edilememektedir.
HIV/AIDS'İN BULAŞ YOLLARI:
Cinsel yolla bulaş: HIV infeksiyonunun en önemli bulaş yolu cinsel temasdır. Korunmasız yapılan her türlü cinsel temasla (vajinal, oral, anal) bulaşabilmektedir. Bu tür bulaşa bağışık kimse yoktur. Ancak kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları ile temasa neden olabilecek her türlü cinsel aktivitede bulaş riski bulunmaktadır. Bulaş için HIV pozitif kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterlidir, cinsel temas sayısı arttıkça bulaş olasılığı artmaktadır.
Yapılan araştırmalar, yaptıkları doku hasarı nedeniyle cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonların varlığının HIV infeksiyonunun bir kişiden diğerine geçişini 2-9 kez artırdığını göstermektedir. Cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonların çoğu zaman doğru ve erken tedavi edilebildiği Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki HIV infeksiyonu görülme sıklığı Afrika ülkeleri ile kıyaslandığında bu ilişki daha net olarak görülebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde yeterli tanı ve tedavi olanaklarının cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonlar lehine kullanılması ile hem bu hastalıkların yayılması kontrol edilebilmekte, hem de HIV infeksiyonunun geçişi azaltılmaktadır.
Hastalığın tanımlandığı 1980'li yılların başlarında en sık rastlanan bulaş yolunun korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temas olduğu bildirilirken, bugün HIV'ın %60-65 oranında korunmasız yapılan heteroseksüel cinsel temas ile bulaştığı bilinmektedir.

Kan ve kan ürünleri ile bulaş: Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeni ile, virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir. 1985 yılında HIV'a karşı yapılan antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan ve kan ürünlerinin hastaya verilmeden önce HIV yönünden test edilmesi zorunlu bir hale getirilmiştir. Ülkemizde 1987 yılından beri tüm kan ve kan ürünlerine antikor testi yapıldıktan sonra hastaya verilmektedir. Bu nedenle 1987 yılından beri kan ve kan ürünleri ile olan bulaş azalmıştır. Ancak hastalığın 10–12 hafta süren pencere döneminin olması ve acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan ürünlerinin kullanılabilmesi azda olsa (% 0.03) bu yolla geçiş olabileceğini göstermektedir.
Anneden bebeğe bulaş: HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve emzirme ile bebeğe geçebilmektedir. Bu olasılık % 20-30'dur. Ancak HIV pozitif anne gebeliği süresince antiretroviral ilaçlardan tek ilaçla tedavi alırsa bu oran %8-11, ikili kombine tedavi alırsa %2-6, üçlü kombine tedavi alırsa %1-2'lere kadar düşürülebilmektedir. HIV infekte g****** doğumu 38. haftada sezaryen ile yapılmalıdır. Bebeğin doğumdan sonra belli süre tedavi alması, hekim kontrolü altında olması gerekmektedir. Emzirme ile HIV bebeğe bulaşabileceğinden, anne bebeğini emzirmemelidir.

HIV birçok vücut sıvısında bulunmasına rağmen sadece kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları ile bulaşabilmektedir. Dokunmak, el sıkışmak, sarılmak, aynı yerde oturmak, aynı saunayı, havuzu, banyoyu, tuvaleti paylaşmak, aynı tabağı, bardağı, çatalı, kaşığı kullanmak, aynı giysileri giymek, telefon kulaklığı, gözyaşı, ter, tükürük, sivrisinek, böcek, arı sokması ile HIV bulaşmamaktadır.
TÜRKİYE'DE HIV/AIDS
Tüm dünyada HIV/AIDS vakalarının hızla arttığı gözlenirken Türkiye'nin bu salgının dışında kalması beklenmemektedir. Ülkemizde ilk defa 1985 yılında bir HIV pozitif hasta ve bir AIDS basamağına ulaşmış hasta bildirilmiş, daha sonra her yıl HIV/AIDS vakalarının sayılarında giderek artma gözlenmiştir.
Ülkemizde Aralık 2005 T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2254 HIV/AIDS vakası vardır. Bunların 588'i AIDS basamağına ulaşmış, 1666 kişi ise HIV infektedir. Ancak özellikle cinsel yolla bulaşan infeksiyonlar konusunda kişilerin sağlık kurumlarına yeterli başvurularının olmamaları, kayıt sistemlerinin yeterli çalışmaması, bu sayının gerçekleri yansıtmadığını düşündürmektedir.
Türkiye'de HIV/AIDS vakalarının yıllara göre dağılımı
(Aralık 2005, T.C. Sağlık Bakanlığı)
Yıllar
Vaka
HIV (+)
Toplam
1985
1
1
2
1986
2
3
5
1987
7
27
34
1988
9
26
35
1989
11
20
31
1990
14
19
33
1991
17
21
38
1992
28
36
64
1993
29
45
74
1994
34
52
86
1995
34
57
91
1996
37
82
119
1997
38
105
143
1998
29
80
109
1999
28
91
119
2000
46
112
158
2001
40
144
184
2002
48
142
190
2003
52
145
197
2004
47
163
210
2005
37
295
332
Toplam
588
1666
2254

Türkiye'de en sık 20-49 yaş arası HIV/AIDS vakalarına rastlanmaktadır ve cinsiyete göre dağılımına bakıldığında %68.6 erkek, %31.4 kadın olduğu gözlenmektedir.
Türkiye'deki bulaş yollarına göre HIV/AIDS vakaları incelendiğinde; %52.4 heteroseksüel cinsel temas, %8.1 homoseksüel cinsel temas, %5.1 damar içi madde bağımlıları, %1.9 transfüzyon alanlar, %1.8 anneden bebeğe geçiş, % 0.4 hemofili hastaları ve %29.8 ise bilinmeyenlerden oluştuğu görülmektedir. %29.8 gibi büyük bir oran eksik bildirimi göstermektedir ki bu da epideminin boyutunu öğrenmedeki güçlüğü gözler önüne sermektedir.
Bulaş yollarına ve cinsiyete göre HIV/AIDS vakalarının dağılımı
(Aralık 2005, T.C. Sağlık Bakanlığı)
Bulaş yolu
Erkek
Kadın
Toplam
Homo/biseksüel cinsel temas
182
0
182
Damariçi madde bağımlıları
105
9
114
Homo/biseksüel cinsel temas+
damariçi madde bağımlıları
5
0
5
Hemofili hastalığı
10
0
10
Transfüzyon yapılanları
25
16
41
Heteroseksüel cinsel temas
661
519
1180
İnfekte anneden bebeğe
21
20
41
Nozokomial bulaşma
8
2
10
Bilinmeyenler
530
141
671
Toplam
1547
707
2254

Günümüzde uygulanan tedavi, erken başlandığı zaman daha etkili olmakta ancak ekonomik olarak büyük yük getirmektedir. Hastaların tedavi giderleri Sağlık Kurulu raporu ile belgelenmesi halinde, 657 sayılı yasaya bağlı memurların, SSK kapsamındaki işçilerin, yeşil kart sahiplerinin ve Bağ-Kur'luların karşılanmakta ise de, bu tip tedavi olanağı olmayan hastalar tedaviden yararlanamamaktadır. Özel sigorta şirketleri ise ödeme yapmamaktadır. Türkiye'de kısıtlı sayıdaki olgunun tedavisi konusunda yaşananlar, gelecek için alınacak önlemlere ışık tutmalıdır.
KORUNMA
HIV/AIDS'de henüz tam kür elde edilebilecek tedavinin olmayışı ve aşı çalışmalarının da devam ediyor olması nedeni ile hastalığın yayılmasının kontrolünün zor olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca yaşam kalitesini artırıp, yaşam süresini uzatan tedavilerin ve fırsatçı infeksiyonların önlenmesi ve tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkilerinin fazla olması, kullanım güçlükleri ve yüksek maliyetli olması erken dönemde HIV/AIDS'e özel bir önemin verilmesini ve hastalıkla ilgili eğitimlerin, bilgilendirmelerin hızla yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Korunma, virüsün cinsel yolla, kan yolu ile ve anneden bebeğe geçişi önleme esasına dayanmaktadır.
Cinsel yolla bulaşa karşı korunma: En sık bulaş cinsel temasla olduğu için bu yolla korunma büyük önem taşımaktadır. Cinsel aktiviteden tamamen kaçınarak veya partnerine sadık kalıp, tek eşli yaşayarak kesin olarak HIV infeksiyonunun bulaşı önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında *********** (kondom, kılıf, kaput) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve devamlı kullanılması, yırtık veya delik olmaması kaydıyla ispatlanmıştır. Kadınlar için özel olarak hazırlanmış kondomlar da doğru ve devamlı kullanımda etkili olmaktadırlar.
HIV/AIDS'in cinsel yolla bulaşını engellemeye yönelik önlemler aslında cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonlara karşı korunmada da etkili olan yöntemlerdir. HIV/AIDS'e karşı korunmada önerilen lateks kondomlar aynı zamanda frengi, bel soğukluğu, genital siğil, hepatit B gibi hastalıklardan da korunmayı sağlamaktadır. Araştırmalar göstermektedir ki cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonların önleminin alınması HIV/AIDS'den korunma yönünden de önem teşkil etmektedir.
Kan ve kan ürünleri ile bulaşa karşı korunma: 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile kan ve kan ürünleri hastaya verilmeden önce HIV yönünden taranmaya başlamıştır. Bu bir yasal zorunluluk olup, 1987 yılından beri de ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV yönünden test edilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaş riskini azaltmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde devlet tarafından temiz enjektör dağıtım programları uygulanmakta ve önemli ölçüde başarı sağlandığı bildirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde enjektör paylaşımının azaldığı, steril iğne alınışında ve iğne temizleme işlemlerinde artma gözlendiği saptanmaktadır.
Anneden bebeğe geçiş için korunma: Anneden bebeğe geçişte önemli olan HIV prevalansı yüksek olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV infeksiyon riski belirlenmiş olan kadınlara tüm bulaş yollarını öğretebilmektir. Eğer kadın HIV pozitif ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen gebe kalan HIV pozitif kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmakta ısrarlı ise gebeliğin belli ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe tedavi başlanmakta ve hasta yakın takibe alınmaktadır.
Anne sütü ile virüsün geçişi gösterildiğinden annenin bebeği emzirmemesi önerilmektedir.
Sağlık personelinin korunması: Sağlık personeli hastanın hikayesi ve fizik muayene ile infekte hastaları ayırt etme şansına sahip olamadıklarından tüm hastaların kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel infekte kabul ederek standart önlemlere uyarak çalışmalıdırlar. Hastalara uygulanan tüm girişimsel işlemler sırasında eldiven mutlaka kullanılmalı, işlem bittikten sonra eldiven değiştirilmeli ve eldivenler çıkartıldıktan sonra eller hemen sabun ve su ile yıkanmalıdır.
Eğer eller veya diğer cilt yüzeyleri hastanın kanı ya da diğer vücut sıvıları ile kontamine olursa derhal su ve sabunla yıkanmalıdır. İğne batmasını engellemek için iğneler kullanıldıktan sonra plastik kılıfları tekrar takılmamalı, iğneler enjektörden çıkartılmamalı, eğilip bükülmemelidir. Yapılan bir işlem sırasında kan veya diğer vücut sıvılarının sıçrama olasılığı söz konusu ise ağız, burun ve gözleri korumak amacı ile maske ve gözlük takılmalı, diğer vücut yüzeylerine bulaşı önlemek için koruyucu önlük giyilmelidir.
Ülkemizde henüz sayıları binlerle ifade edilen HIV/AIDS vakaları için, hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak hepimizin görevi olmalıdır. En önemlisi de HIV infekte kişileri toplumdan dışlamadan hep beraber elele vererek yaşamalıyız ki, bu hastalığa karşı mücadele edebilelim.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #16
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
HIV İnfeksiyonunda Virüs Hastanın Hangi Vücut Sıvılarında Bulunur?
Virüs içerdiği gösterilmiş vücut sıvıları şunlardır:
·Kan
·Semen
·Vajinal salgılar
·Süt
·Kan içeren vücut sıvıları

İlave olarak sağlık personeline bulaşma açısından önemli olabilen sıvılar:
·Eklem sıvısı
·Fetüsü çevreleyen amniotic sıvı
·Beyin omurilik sıvısı (BOS)
·Plevra sıvısı
·Periton sıvısı
ByKatip - avatarı
ByKatip
Ziyaretçi
23 Eylül 2006       Mesaj #17
ByKatip - avatarı
Ziyaretçi
2000'li yıllara girerken dakikada 11 yeni olgunun aramıza katıldığı çağımızın salgını olarak kabul edilen hastalık, AIDS. İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Haiti'den gelen göçmenlerde ender rastlanan Pneumocystis carinii pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS) olgularının saptanması ile AIDS, "Edinsel İmmün Yetmezlik Sendromu" tanımlanmıştır. PCP ve KS olguları o tarihe kadar tek tek olarak görülmekte ve herhangi bir sorun olmamakta idi. Aynı tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık merkezi klinisyenleri ve epidemiyologlar özellikle genç homoseksüel erkeklerde, birlikte görülen hastalık tablolarını fark etmişler ve bu olguları Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezine (Center for Disease Control and Prevention-CDC) bildirmişlerdir. 1981 yılının Haziran ayında sürveyans çalışmaları başlamış ve Şubat 1983 tarihine dek 1000 HIV/AIDS olgusu bildirilmiştir.

1980'li yılların başlarında olgu sayısının az olması ve homoseksüel erkek grubunda görülmesi nedeni ile hastalık fazla ilgi çekmemişti. Ne zaman ki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve enfekte hamile kadınlardan da bebeklere enfeksiyon geçmeye başladı, olgu sayıları giderek arttı ve HIV/AIDS tüm dünyanın odak noktası durumuna gelmeye başladı.

Yayılma yollarının özelliği, hastalığın belirtisiz geçen uzun bir döneminin olması ve tanı koymanın kan testleri dışında olanaklı olmaması HIV enfekte olgu sayılarının giderek artmasına neden olmaktadır. Tıp dünyası, gönüllü kuruluşlar hastalığın öneminin anlatılabilmesi, toplumun bilgilendirilmesi ve korunma yollarının öğretilmesi için çalışmalar düzenlemeye başlamışlar ve 1 Aralık gününü de "Dünya AIDS Günü" olarak ilan etmişlerdir. Dünya Sağlık Örgütü her yıl 1 Aralık için bir slogan belirlemekte ve tüm ülkeler bu çerçevede toplumu bilgilendirmeye yönelik çalışmalar yapmaktadırlar. 1999 yılının sloganı "Dinle, Öğren, Yaşa!" olarak belirlenmiş olup bu slogandaki amaç, hastalıkla ilgili farkındalılığı artırmak ve AIDS programlarını güçlendirmek olarak düşünülmüştür.

Kan ve kan ürünlerinin rutin HIV yönünden taranması, antiretroviral ilaçların kullanıma girmesi, fırsatçı enfeksiyonların profilaksisinin (önlenmesinin) ve tedavisinin yapılabilmesi, yaygın ve etkili eğitim programlarının uygulanmaya başlanması ile HIV/AIDS epidemisinde (yaygınlığında) son yıllarda önemli değişiklikler gözlenmeye başlamıştır.

Dünyada HIV/AIDS


Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) verilerine göre dünyada 1994 yılında 17 milyon HIV/AIDS'li kişi yaşarken Aralık 1999 da bu rakamın 33.6 milyona ulaştığı bildirilmektedir (Şekil 1).

Epideminin (Salgının) başından beri 16.3 milyon kişi yaşamını HIV/AIDS nedeni ile yitirmiş olup, bu olguların 12.7 milyonu 15-49 yaş arası erişkin ve 3.6 milyonu 15 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır. 1999 yılı içinde 5.6 milyon yeni olgu bildirilmiş olup, bu sayılara günde 16.000, dakikada 11 yeni olgu eklenmektedir. Veriler, son iki yıldır toplam HIV/AIDS olgularında bir önceki yıla göre %10 oranında bir artış olduğunu ve yeni enfekte olguların %10'unun 15 yaş altı ve %50'sinin ise 15-24 yaş arası gençler olduğunu bildirmektedir. Bu veriler göstermektedir ki; epidemideki en önemli değişikliklerden birincisi hastalığın ilk görülme yaşının 20’den 15’e inmesidir. İkinci önemli değişiklik ise epideminin başlarında %20 olan enfekte kadın oranının %40-50'lere yükselmiş olmasıdır. Epidemiyologlar kadın erkek oranındaki bu eşitlenme trendinin geriye dönemeyeceğini tahmin etmektedirler.

Dünyada HIV/AIDS olgularının %94'ü gelişmekte olan ülkelerde, %86'sı da Sahra-Altı Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya'da görülmektedir. İlk olguların görüldüğü yerler olan Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde 1994 yılından beri her yıl tanı konan yeni olgu sayıları bir önceki yıldan fazla değil iken, Afrika, Hindistan, Tayland gibi Asya ülkelerinde olgu sayıları katlanarak artmaktadır. Bu farkın asıl nedeninin eğitimden kaynaklandığı düşünülmektedir, çünkü gelişmiş ülkeler etkin eğitim programları ile HIV/AIDS' i ve korunma yollarını öğretebilmeyi başarmış gözükmektedir. Eğitimde programların yanı sıra bir diğer önemli etkende ekonomik güç olarak kabul edilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler kısıtlı bütçeleri ile giderek artan sayıdaki hastalarını tedavi için gerekli masrafı yapmakta zorlanırken, beraberinde eğitim programlarını yürütememektedirler.

Bazı gelişmekte olan ülkelerde ve sanayileşmiş ülkelerde HIV enfeksiyonunun yayılımını engellemeye yönelik çeşitli programlar düzenlenmektedir. Damar içi madde kullanımının önlenmesine yönelik çalışmalar, ithal kan kullanımını sınırlayan politikalar, temiz enjektör değiştirme programları yapılmış olsa da bunların hiçbiri tek başına HIV bulaşını önlemede yeterli programlar olarak gözükmemektedir.

Türkiye’de HIV/AIDS


Türkiye'de cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili yeterli önlemlerin alınamaması ve eğitim programlarının yeterli etkinlikte olamaması nedenleri ile HIV/AIDS büyük bir sorun olmaya başlamaktadır. Ancak ülkemizde sağlık kayıt sistemlerinin özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda yeterli çalışmaması ve hastalığın uzun süren belirtisiz döneminin olması nedeni ile gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu düşünülmektedir. Türkiye'de ilk olguya 1985 yılında tanı konmuş ve o tarihten başlayarak 1992 yılına kadar olgu sayılarında bir önceki yıla göre fazla artış saptanmaz iken, 1992 yılından beri olgu sayıları katlanarak artmaktadır.

Türkiye'de HIV/AIDS olgu sayılarının artma nedenleri şöyle sıralanabilir
  • Ülke nüfusunun genç olması,
  • Cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgilerin kısıtlı olması,
  • Turizm sektörünün ülkemizde giderek gelişmesi: Ülkemize her geçen gün daha fazla sayıda turist gelmektedir. Özellikle HIV/AIDS olgularının sık olduğu ülkelerden gelen turistler arasında bu hastalığa yakalanmış kişilerin bulunma olasılığı fazladır.
  • Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının çok sayıda olması ve giderek artması: Özellikle yurt dışında uzun süreli kalan vatandaşlarımızın bulundukları ülkedeki hasta sayısının sıklığına bağlı olarak bu hastalığa yakalanma riski artmaktadır.
  • Damar içi madde kullanımının giderek artması: HIV/AIDS bulaş yolları arasında damar içi madde kullananlar ikinci sırayı oluşturmaktadır. Damar içi madde kullananların sayılarının giderek artması HIV enfekte olgu sayılarının da artmasına neden olmaktadır.
Ülkemizde cinsiyete göre dağılımda
%73.5 erkek,
&.5 kadın olarak saptanmaktadır.
Olguların %20'sinin sürekli yaşadığı yerin yurtdışı olduğu, toplam 57 ilden bildirim yapıldığı ve en fazla bildirimin Ankara, İstanbul ve İzmir'den olduğu bildirilmektedir.

HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma


Risk gruplarına göre HIV/AIDS olguları incelendiğinde:
  • %46.3 heteroseksüel,
  • %9.48 damar içi madde kullananlar,
  • %9 homoseksüel,
  • %5.5 kan transfüzyonu (%1.5 hemofili hastaları, %4 diğer) yolu ile,
  • %0.85 anneden bebeğe geçiş,
  • %28.1 ise bilinmeyenlerden oluştuğu görülmektedir.
%28.1 gibi büyük bir oran göstermektedir ki eksik bildirim söz konusudur ve bu da ülkemizdeki epideminin boyutunu öğrenmedeki güçlüğü gözler önüne sermektedir.

Cinsel yolla bulaşma


HIV enfeksiyonunun en önemli bulaş yolu cinsel temastır. HIV/AIDS her türlü cinsel temasla (homoseksüel, heteroseksüel, vajinal, oral, anal) bulaşmaktadır. Semen (meni) ya da kanla temasa neden olabilecek her türlü cinsel etkinlikte bulaş riski bulunmaktadır. Bu tür bulaşa bağışık hiç kimse bulunmamaktadır. Bulaş için HIV (+) kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterli olmakta ancak cinsel temas sayısı arttıkça bulaş riski artmaktadır.
Cinsel aktiviteden bütünüyle kaçınarak ya da enfekte olmayan eşle monogamik bir ilişki sürdürerek HIV enfeksiyonunun bulaşı önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında prezervatif (kondom, kılıf) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve sürekli kullanılması, yırtık ya da delik olmaması kaydıyla kanıtlanmıştır. Kadınlar için hazırlanmış olan intravajinal kondomlar da doğru ve sürekli kullanımla etkili olmaktadırlar.

Kan ve kan ürünleri ile bulaşma


Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeni ile virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir. 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan ve kan ürünlerinin hastaya verilmeden önce HIV yönünden test edilmesi zorunlu kılınmıştır. Türkiye'de 1987 yılından beri tüm kan ve kan ürünlerine ELISA yöntemi ile antikor saptandıktan sonra hastaya verilmektedir, bu nedenle kan ve kan ürünleri ile olan bulaş azalmış gözükmektedir. Ancak hastalığın pencere döneminin olması, acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan ürünlerinin kullanılabilmesi nedenleri ile oranı çok azda olsa bu yolla geçiş bildirilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, kullanılıyorsa ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaş riskini azaltmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde devlet tarafından temiz enjektör dağıtım programları uygulanmakta ve çalışmalar önemli ölçüde başarı sağlandığını bildirmektedir. Gelişmiş ülkelerde enjektör paylaşımının azaldığı, steril iğne satın alınışında ve iğne temizleme işlemlerinde artma gözlendiği saptanmaktadır.

Anneden bebeğe bulaşma


HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve postpartum (doğum sonrası) dönemde emzirmekle bebeğe geçebilmektedir. Bu oran %20-30'dur. Ancak HIV (+) anneye gebeliğinin son üç ayında, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanır ve elektif sezaryen uygulanırsa bu oran %8-10'lara düşebilmektedir.
Perinatal(Doğum sırasında) geçişte korunmada önemli olan öncelikle HIV prevalansı(görülme sıklığı) yüksek olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV enfeksiyon riski olan kadınlara hastalığı öğretebilmektedir. Eğer kadın HIV (+) ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna karşın gebe kalan HIV (+) kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmak istiyorsa gebeliğin son üç ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanmakta ve hasta yakın izleme alınmaktadır.

Sağlık personeline bulaşma


Sağlık personeline kan ile kontamine olmuş (bulaşmış) vücut sıvılarıyla temas sonucunda HIV'nin geçişi olanaklı olabilmektedir. Kontamine iğne batmasını izleyen serokonversiyon riski %0.3 iken, mukoza ya da derinin kanla kontamine vücut sıvılarıyla teması sonucunda serokonversiyon riski çok daha düşüktür. Sağlık personeli öykü ve fizik inceleme ile enfekte hastaları ayırt etme olanağına sahip olamadıklarından korunmak için tüm hastaların kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel enfekte kabul ederek evrensel önlemlere uyarak çalışmalıdırlar.
Ülkemizde henüz sayıları bini bulan HIV enfekte olgular için hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak, sayıların daha da artmasını engellemek için çalışmalarımızı artırmalıyız. HIV infeksiyonunun bulaş yollarını bilmek, korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak, HIV/AIDS'li hastaları toplumdan dışlamadan hep birlikte elele vererek yaşamakla bu hastalığa karşı savaşım verebiliriz.

Hazırlayanlar:
Prof. Dr. Serhat Ünal,Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Müdürü
Dr. Aygen Tümer, Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Koordinatörü
Son düzenleyen NeutralizeR; 22 Haziran 2016 20:03
ByKatip - avatarı
ByKatip
Ziyaretçi
23 Eylül 2006       Mesaj #18
ByKatip - avatarı
Ziyaretçi
Transfüzyonla Bulaşma Riski Olan Hastalıklar
Transfüzyonla bulaşma riski olan hastalıklar

1. virüsler 2. prionlar, bakteriler ve parazitler

A. hıv a. cjd (creutzfeldt-jakob disease)
B. htlv b. bakteriyal sepsis
C. hav c. sifiliz
D. hbv d. lyme hastalıgı
E. hcv e. malarya
F. hdv f. babesiosus
G. hepatitis e g. chagas hastalıgı
H. non a-e hepatitis h. leishmaniasis
İ. hepatitis f i. toxoplazma
J. hgv j. mikrofilariasis
K. ttv
L. cmv
M. ebv
N. hhv-6
O. hhv-7
P. hhv-8
q. hpv-b19

1.virüsler
Plazma kaynaklı viral ajanlar
Hücresel kaynaklı viral ajanlar
Hav cmv
Hbv ebv
Hdv htlv 1-2
Hcv hhv-8
Diğerleri (gbv serisi)
Hıv 1-2
Parvovirus b19
Human ımmunodeficiency virus (hıv)
Aıds hastalıgı, ilk tanımlandıgı 1981 yılından beri, 33.6 milyon kişinin birlikte yaşamaya çalıştıgı ve çagımızın salgını
Olarak da nitelenen bir hastalıktır.
Hastalık ilk kez, 1981’de haiti’den gelen göçmenlerde ve abd’de tanımlanmış ve
“acquired ımmuno deficiency syndrome” adını almıştır.
2000 yılına kadar, 32.4 milyonu erişkin; 1.2 milyonu çocuk olmak üzere toplam 33.6 milyon aıds vakası tanımlanmıştır.
Epideminin başından itibaren 16.3 milyon kişi (%48,5) hıv/aıds nedeniyle hayatını kaybetmiştir. dünyadaki tüm aıds
Vakalarının, %95’i gelişmekte olan ülkelerde görülürken; % 86’sı sahra altı afrika, güney ve güneydoğu asya’da
Gözlenmektedir. sadece sahra altı afrika’daki vakalar, tüm vakaların %70’ini oluşturmaktadır.
Ülkemizde ise, 2000 yılına kadar belirlenmiş olan 983 olgu vardır. bunların 318’i (%32,3) aıds vakası, 665’i (% 67,7) ise,
Hıv pozitif olgularından oluşmaktadır. yıllara göre türkiye’ de hıv/aıds vakalarının dağılımı şu şekilde olmuştur :

Yıllar vaka taşıyıcı toplam
1985 – 1989 30 77 107
1990 – 1994 122 173 295
1995 – 1999 166 415 581
Toplam 318 665 983

Hıv/aıds vakalarının % 85,5 ‘u 20–60 yaş grubuna aitken, 0-19 yaş grubu için bu oran, % 4,9 ‘dur.

Ülkemizde, hıv/aıds vakalarının bulaşma yolları incelendiğinde :
• % 48,4 heteroseksüel cinsel temas
• % 8,9 damar içi madde kullanımı
• % 8,7 homoseksüel cinsel temas
• % 3,7 kan transfüzyonu
• % 0,9 hemofili hastaları
• % 27 bilinmeyen

Bilinmeyen kesimin %27 gibi büyük bir kısmı oluşturması, ülkemizdeki epideminin boyutunu saptamak açısından önemli
Bir sorun oluşturmaktadır.
Hıv, bir retro virusdur ve ilk kez 1983 yılında tanımlanmıştır . enfeksiyondan sonra, kendi nükleik asidini alıcının genomuna
Entegre eder ve uzun süreli bir enfeksiyon oluşturur. hıv antikor tarama testlerinin başladıgı 1985 yılından önce, tüm kan
Komponentleri ve koagülasyon faktör konsantreleriyle hıv geçişi sözkonusu olmuştur.
1987’den beri uygulanan viral inaktivasyon yöntemleri sayesinde, koagülasyon faktör
Konsantreleriyle olan geçiş eradike edilebilmiştir. tüm kanlarda hem hıv-1 hem de hıv-2 ‘ye yönelik tarama testleri rutin
Olarak yapılmaktadır. hıv-1 dünyada en çok rastlanan hıv varyantıdır. bu virus, m ve o olmak üzere iki alt gruba ayrılır.
Hıv-2 , 1985’de batı afrika’da tanımlanmış; sonradan batı avrupa’da da görülmüştür. hıv-2, kuzey amerika’da nadirdir.
Hıv-1 grup o, 1990’larda yine afrika’da meydana çıkarılmıştır ve kuzey amerika’da çok nadirdir. hıv-1 antikor taramasının
Uyarlığının %100’ün altında olması nedeniyle, 1992’de kuzey amerika’da rutin taramalara hıv-1 ve hıv-2 antijenleri de
İlave edilmiştir. ülkemizde, rutin olarak sadece hıv 1-2 antikor tarama testleri yapılmaktadır.
Hıv ile enfekte olmuş kişilerde antikor gelişir ve antikor düzeyi kişinin yaşamı boyunca veya son evre aıds’e kadar süreklilik
Gösterir. hıv ile enfekte kişiler, antikor gelişiminden tahminen en erken 22 gün öncesinden itibaren, hastalıgı kan
Transfüzyonu ile bulaştırabilirler.
1996 yılından beri özellikle kuzey amerika’da hıv-1,2 antikor tarama testlerine ek olarak hıv-1 p24 antijen tarama testi de
Rutine girmiştir. bu test ile enfeksiyöz pencere dönemi 16 güne indirilmiştir .
Buna ilaveten, her 24 numunenin havuzlanması ve bu havuzda “nükleik asit testi (nat)”
Yapılmasıyla, pencere periyodu, 1-3 gün kadar daha kısaltılabilmektedir.
Laboratuar testlerinden başka, potansiyel donörlere yönelik sorgulama ve hekimin tespitleri de riski azaltacak önemli faktörlerdir.
Human t-cell lymphotropic virus (htlv)
Htlv-ı ve htlv-ıı, rna içeren retro viruslardır. htlv-ı ’e, özellikle japonya,
Afrika ve karaibler’de % 15’lere varan oranlarda rastlanmakta ; htlv-ıı ise,
Kuzey ve güney amerika’da yaşayan yerlilerin bir kısmında endemik olarak görülmektedir.
Htlv-ıı ve daha az olarak da htlv-ı, intravenöz ilaç bagımlıları ve seksüel partnerlerinde rastlanmaktadır .
Htlv-ı ile enfekte kişilerin çogu asemptomatiktir. erken yaşta etkeni almış kişilerin % 4-5’ inde
Yaşamları boyunca adult t-cell leukemia/lymphoma (atll) gelişme riski vardır. yine, az bir risk de olsa (%0,25),
Htlv-ı’in eşlik ettigi myelopati (ham) de gelişebilmektedir. htlv-ıı enfeksiyonu da daha az olmak kaydıyla bu
Nörolojik sendromun bir parçası olabilmektedir ama atll’ye eşlik etmez.
Htlv-ı ve htlv-ıı, kan transfüzyonu ile bulaşabilen viruslardır. bu viruslar intrasellüler bulundukları için plazma,
Kryopresipitat veya plazma ürünlerinin transfüzyonlarıyla geçmezler. geçişleri, eritrosit veya platellet transfüzyonlarıyla olur.
Geçiş, eritrosit komponentinin kaç günlük oldugu ile de ilgilidir.
14 günden daha eski komponentlerde, bulaş riskinin azaldıgı ifade edilmektedir . transfüzyondan
Yıllar sonra, pek çok semptomatik ham vakası rapor edilmiştir.
Avrupa ve amerika’da tüm kan donörlerinde htlv-ı ve ıı ’ye yönelik rutin antikor tarama testleri
Yapılmaktadır. htlv antikorları, enfekte kişinin kanında yaşamı boyunca belli düzeylerde mevcuttur. antikorlar, enfeksiyonun
Başlangıcından 51 gün kadar sonra gelişmektedir. htlv-ı ve ıı, lökositlerle direkt ilişkili oldugundan, eritrosit ve platellet
Komponentlerinin depolama öncesi lökoredüksiyonu ile bu risk büyük oranda azaltılabilmektedir.
Hepatitis a
Hav, tek zincirli ve zarfsız bir rna virusudur. hav, kronik taşıyıcılıga neden olmaz. hastalıgı almış kişinin akut
Klinik semptomlar göstermeden önceki yaklaşık 7 gün süren viremi safhasında bagışladıgı kan ile bulaşır. bu da hastalıgın,
Transfüzyonla bulaşının çok nadir gözlenmesi anlamına gelir.
Literatürde bugüne kadar 25 vaka rapor edilmiştir . transfüzyona baglı geçişin, özellikle intravenöz immünglobulin veya
Koagülasyon faktör konsantrelerine baglı oldugu düşünülmektedir. bu ürünler viral inaktivasyon işlemlerinden geçmesine
Ragmen hav, bundan etkilenmemektedir . bu sebeple, hav’ın transfüzyonla geçişi çok az da olsa olasıdır. ancak, kendini
Sınırlayan ve orta düzeyde bir enfeksiyon oldugu için, rutin olarak tarama testi yapılmamaktadır. donör sorgulamalarında,
Kişinin daha önce sarılıklı bir kimseyle temas öyküsü gibi bilgiler yararlı olabilir. yaşamı boyunca kan ürünü transfüzyonuna
İhtiyaç duyan kişilerde, hav immünizasyonunun yapılması düşünülebilir.
Hepatitis b
Hbv, dünyanın her yerinde sıklıkla görülen, parenteral yolla bulaşan ve oldukça enfeksiyöz bir dna virusudur.
Akut ve kronik hepatit b enfeksiyonun bir göstergesi olan hbsag varlıgı, tüm kanlarda araştırılmaktadır. 1970’lerde hbsag
Tarama testinin yürürlüge girmesinden önce, transfüzyonla hbv bulaşı oldukça fazlaydı. bu tarama testine ragmen hala hbv
Bulaşı olabilmektedir. bunun iki nedeni vardır : birincisi, donasyonun enfekte olma anı ile hbsag ‘nin tespit edilebilir düzeye
Ulaştıgı arada yapılmış olması; ikincisi ise, hbsag açısından negatif olan kronik bir taşıyıcıdan donasyon kabul edilmiş olmasıdır.
Kuzey amerika ve çogu avrupa ülkesinde 1987 yılından itibaren rutin olarak, alt ve anti-hbc testleri de uygulamaya
Sokulmuştur. abd’de ulusal saglık enstitüsü (nıh)’nün yaptıgı bir çalışmada anti-hbc testinin eklenmesiyle posttransfüzyon
Hepatitlerinde %43 , alt’nin eklenmesiyle de %29 azalma oldugu ortaya konmuştur. buna karşın anti-hbc nedeniyle donör
Reddi % 4 , alt nedeniyle ise % 1,6 olarak bulunmuştur. ülkemizde sadece hbsag taraması yapılmaktadır. ancak, günümüzde
Bu testlerin yararı tartışmalıdır.
Usa’da transfüzyonla hbv bulaşma riski asemptomatik enfeksiyonlardan yola çıkarak matematiksel olarak 1/63.000’den,
Transfüzyon sonrası rapor edilen klinik vakaların oranı olan 1/200.000 arasında tahmin edilmektedir. albumin, koagülasyon
Faktör konsantreleri ve intravenöz immünoglobulin gibi plazma ürünlerinin, viral inaktivasyon yöntemlerinin uygulanmasından
Sonra hbv bulaşına neden olmadıkları gözlenmiştir.
Hbv bulaşmış olan erişkinlerin %5-10’unde kronikleşme meydana gelebilmektedir. sonuçta, kronik hepatit, siroz ve karaciger
Kanseri gibi sekeller gelişebilmektedir.
Donör seçimi, hbv bulaşma riskini azaltmada önemlidir. hbsag pozitif oldugu bilinenler gibi, hepatit öyküsü olanlar da baştan
Reddedilmelidir. hbv ve hıv, benzer risk faktörlerine sahiptir. donör seçiminde, hıv’de oldugu gibi yüksek riskli oldugu
Düşünülen donörlerin reddiyle hbv riski de azaltılmış olur. dögme yaptırmış, vücudunun herhangi bir yerinde delinme olmuş,
Kazayla igne batmış yada herhangi bir şekilde kan veya vücut sıvısına maruz kalmış donörlerin bir yıl boyunca kan
Vermemeleri gibi tedbirler de hbv riskini azaltacaktır. fizik muayenede igne izlerinin yada sklerotik
Venlerin tespiti gibi intravenöz ilaç bagımlılıgını düşündüren donörler de hbv açısından potansiyel risk
Taşıdıklarından elimine edilmelidirler.

Bilgiler eskişehir kan merkezi web sitesinden derlenmiştir.
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
27 Eylül 2006       Mesaj #19
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Edinilmiş immün yetersizlik sendromu (AIDS), tek başına bir hastalık değildir. AIDS hastaları bağışıklık sistemlerinin ciddi şekilde baskılanmış olmasından veya yeterince çalışamamasından dolayı, her türlü enfeksiyona ve hastalığa karşı normal insanlardan daha savunmasızdırlar. Dolayısıyla, yakalanılan basit bir üst solunum yolları enfeksiyonu bile AIDS hastalarının ölümüne sebep olabilir.
AIDS in etkeni, İnsan İmmünyetmezlik virüsü'dür (HIV). HIV kişiden kişiye semen, vajinal sıvılar ve kan yoluyla bulaşır. HIV, vücudu enfeksiyonlara karşı koruyan akyuvarların yeterli miktarda yapımını engeller. Dolayısıyla vücut, bakteri ve virüslere karşı savaşamaz hale gelir. Diğer taraftan AIDS teşhisi, ölümle eşdeğer tutulmamalıdır. Düzgün ve doğru bir bakım ve tedaviyle AIDS hastaları da yıllarca üretken bir hayat sürebilir. Bu nedenle HIV enfeksiyonu, şeker hastalığı gibi kronik bir hastalık olarak kabul edilmelidir.
Pek çok hastada AIDS, grip benzeri şikayetlerle başlar. Bu şikayetler, iki haftayla birkaç ay arasında devam edebilir. Başlangıçtaki şikayetlerinden sonra birkaç yıl süreyle herhangi bir şikayet görülmeyebilir. Bu sürede HIV pozitif olan kişinin kendisine nasıl baktığı çok önemlidir. Çünkü HIV virüsü vücuda girdikten sonra önce yavaş, daha sonra ise çok hızlı şekilde çoğalır. Tam anlamıyla yerleşmiş AIDS -ciddi enfeksiyonların görülmeye başladığı zaman- HIV virüsünün vücuda girmesinden 5-10 yıl kadar ortaya çıkar.
AIDS ilk kez 1981 yılında ABD'de tanımlanmıştır. Fakat, teşhis edilememiş vakaların 1979 yılından beri var olduğu ve bugün dünyada yaklaşık 14 milyon kişinin HIV taşıdığı düşünülmektedir.

BELİRTİ ve BULGULAR
Virüsün alınmasından klinik bulgular ortaya çıkıncaya kadar geçen kuluçka dönemi yaklaşık 2-5 yıldır. Hiçbir klinik belirtinin bulunmadığı bu dönemde kanda HIV antijeni, antikoru veya her ikisi birden bulunabilir.
• Uzun süreli, açıklanamayan aşırı yorgunluk ve bitkinlik
• Şişmiş lenf bezleri (kasık bölgesi dışında en az 2 bölgede ve en az 3 ay süreli)
• 10 günden uzun süren ateş
• 3 aydan fazla süreyle gece terlemesi
• Açıklanamayan kilo kaybı (vücut ağırlığının %10'dan fazlası)
• Deride veya ağız içinde, mor veya farklı renkte geçmeyen lekeler
• Açıklanamayan, sürekli öksürük veya boğaz ağrısı
• Nefes darlığı
• Sürekli, şiddetli ishal
• Sık tekrar eden mantar enfeksiyonları
• Vücutta açıklanamayan çürükler veya kolayca meydana gelen kanamalar

NEDENLERİ
AIDS'e, HIV-1 ve HIV-2 virüsleri sebep olmaktadır. HIV-2 virüsü Afrika dışında nadiren görülmektedir. Virüsün kişiden kişiye bulaşma yolları:
• HIV taşıyıcısı kişiyle vajinal, oral veya anal seks yapılması
• Damardan uyuşturucu kullananlarda ortak enjektör kullanımı
• Kan ve kan ürünlerinin nakli
• Anneden bebeğe kan yoluyla veya sütle geçiş
Genel kanının aksine, AIDS çok bulaşıcı bir hastalık değildir. Öpüşme yoluyla, tuvalet oturaklarıyla, dokunmayla, günlük hayatımızdaki cisim ve araçların ortak kullanımıyla, yiyeceklerle HIV virüsü bulaşmaz.

TANIYA YÖNELİK ARAŞTIRMALAR
• Kan tablosunda değişimler (lökosit, lenfosit ve trombositlerde azalma)
• Anemi
• sedimentasyon hızında artış
• Yardımcı / baskılayıcı T hücresi (helper/supressor, T4 / T8) oranında azalma (normal değer 2/1) yardımcı T hücrelerinin mutlak sayısında azalma (400/mm3)
• İmmünofloresans tekniği ve ELİSA yöntemiyle HIV antijenleri gösterilebilir
• ELİSA ile kanda HIV antikoru aranması: en iyi tarama testidir. Yanlış pozitif cevap alınabileceğinden, kuşkulu vakalarda doğrulama testleri gerekir.
• Western blot antikor testi: Virüs proteinlerine karşı antikorların gösterilmesi ve ELİSA yöntemini doğrulama testi olarak kullanılır

TEDAVİ
Henüz virüse karşı tam anlamıyla etkili bir ilaç veya koruyucu aşı geliştirilememiştir. Tüm dünyada bu yöndeki çalışmalar yoğun olarak devam etmektedir. Genel tedavi şekli, fırsatçı enfeksiyonların veya tümörlerin tedavisine yöneliktir. Aantiviral ilaçlar kombinasyonlar şeklinde uygulanmaktadır:
• Zidovudine (AZT), didanosine (ddI), dideoxycytidine (ddC)
• Proteaz inhibitörleri: Nelfinavir, ritonavir, indinavir ve saquinavir


Mesut Darendeli
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
28 Ekim 2006       Mesaj #20
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
HIV Testi Yaptırma


Aşağıdaki durumlar sizin için geçerliyse HIV testi yaptırmalısınız:
İğneleri paylaşıyorsanız
Eşiniz ilaç kullanmışsa veya kullanıyorsa
Vücudunuzda herhangi bir HIV belirtisi varsa
Prezervatif kullanmadan seks yaptıysanız da test
yaptırmalısınız. Test yaptırmak basit ve kolaydır. Test sonucunda virüs taşıyıp taşımadığınızı öğrenebilirsiniz. Ancak, virüsün bağışıklık sisteminize ne kadar zarar verdiğini öğrenemezsiniz.

Nasıl Test Yaptırabilirim

Bazı yerlerde, adınızı vermeniz gerekmez, testin sonuçları yalnızca size bildirilecektir.
Diğer yerlerde, sonuçlar sağlık yetkilinize veya danışmanınıza da bildirilir. Ancak, sağlık yetkilileri genellikle siz izin vermedikçe sonuçları başkasına vermezler.
Tedavi Olma
HIV için herhangi bir tedavi bulunmamaktadır. HIV virüsü
taşıyan binlerce kişide yapılan çalışmalar, kombinasyon tedavisinin, insanların daha iyi hissetmesine ve daha uzun yaşamasına yardımcı olabildiğini göstermiştir.
Bir doktorla, hemşireyle veya danışmanla konuşun. Tedavi seçenekleri hakkında size daha fazla bilgi verebilir.
Gereken Cevapları Alma
Bugün, birçok yerde AIDS testi yaptırabilir ve AIDS konusundaki sorularınıza yanıt alabilirsiniz:
Sağlık bakanlığına bağlı birimlerde veya yerel sağlık kuruluşlarında
Devlet kliniklerinde
Özel doktorlarda
Özel laboratuarlarda
Birçok devlet kliniğinde
test işlemi ücretsiz olarak veya çok az bir ücretle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, doktorunuz da HIV testi yapabilir ve sonuçları verebilir. Evde test yaptığınız takdirde sonuçlar için danışabileceğiniz yerler bulunmaktadır.

Hamile olan veya hamile kalmayı planlayan kadınlar için daha fazla bilgi verilebilir.


HIV Virüsüyle Nasıl Savaşabilirsiniz?

HIV virüsü taşıdığınızı bir kere öğrendikten sonra, sağlık uzmanlarıyla birlikte hareket etmeniz her zaman çok önemlidir. Nasıl yürüdüğünü biliyorsanız, tedavinize devam etmek her zaman daha kolaydır. Virüs nasıl çoğalıyor? İlaçlar, virüsle savaşmanıza nasıl yardım ediyor? Virüsünüzün ve ilaç tedavinizin ne durumda olduğunu daha iyi anlamanıza yardımcı olmak için bu soruların cevapları verilmiştir.

HIV de dahil olmak üzere virüsler, kendi kendilerini kopyalayamazlar, çoğalamazlar.Varlığını sürdürmek için HIV virüsünün vücudunuzdaki sağlıklı bir hücreyi işgal etmesi gerekmektedir
HIV virüsü, CD4 hücrelerini işgal etmeye eğilimlidir. CD4 hücreleri vücudun bağışıklık sisteminin sizi hasta edebilecek mikrop ve virüslere karşı korumasına yardımcı olan özel hücrelerdir

SIK SORULAN SORULAR:

Ben HIV (+) Bir Kişiyim. Bu AIDS Hastası Olduğum Anlamına mı Geliyor?

"HIV (+)" test sonuçları, sizin AIDS'e neden olan virusla (HIV) enfekte olduğunuz anlamına geliyor. CD4+ T hücre sayınız 200hücre/mm3'ün altına düştüğünde ve/veya AIDS ile ilişkili bir hastalık (fırsatçı enfeksiyonlar ve Kaposi Sarkomu gibi) gelişirse HIV AIDS hastalığına doğru ilerler.

CD4+ T Hücre Sayısı Ne Demektir?

CD4+ T hücre sayısı kişinin ölçülen CD4+ T hücre miktarı demektir. HIV kişinin bu hücrelerini enfekte eder ve çoğalmak (kendi kopyasını yapar) için bu hücreleri kullanır. Bu hücreler zarar gördükçe kişinin bağışıklık sistemi zayıflar ve kişi fırsatçı enfeksiyonlara (bakteriyel, viral, parazit ve mantar gibi) daha çabuk yakalanır.

Viral Yük Nedir?

Viral yük insanın kanında bulunan virus (HIV) miktarıdır. Yüksek miktarda viral yükü olan olan kişi, düşük viral yükü olan kişiden daha çabuk AIDS geliştirir.

CD4+ T Hücresi Nedir?

CD4+T hücrelerine, akyuvarlar, T yardımcı hücreleri de denilmektedir. İnsan bağışıklık sisteminde diğer hücrelerle birlikte hastalıklara karşı savaşırlar. HIV, çoğalmak için bu hücreleri kullanır. Sağlıklı bir kimsede CD4+T hücre sayısı 800-1200/mm3 kadardır.

Hangi Testler Yapılabilir?

Türkiye'de kan ve kan ürünlerini toplayan ve saklayan merkezlerde (Kan Bankaları-Kızılay Kan Merkezi gibi) alınan her kan bağışında, HIV, Hepatit-B ve Hepatit-C virus antikorları veya antijenleri açısından tarama yapılması kanunen gereklidir.

Nerelerde Bakılabilir?

Tanı ELISA yöntemiyle konur. ELISA virusun bulaşmasından sonra 10-12 haftada sonuç verebilir.

HIV tedavisine başlamadan önce doktorunuz tam bir hikaye almalı, fizik muayene yapmalı ve kan testlerini istemelidir. Bu testler tam kan sayımı, viral yük testi ve CD4+ T hücre sayımını içerir. Ayrıca enfeksiyonlar için gerekli diğer testler (sifiliz, tüberkülin deri testi, toksoplazma antikor testi ve kadınlar için jinekolojik Pap Smear testi) yapılmalıdır. Viral Yük testi ve CD4+ T hücre ölçme testi, HIV tedavisine başlamadan önce mutlaka yapılmalıdır.

Nasıl Bir Doktora Gitmeliyim?

HIV tedavisi kompleks bir tedavi olduğundan doktorunuzda HIV ve AIDS tedavisi konusunda uzman olmalıdır. Tedaviniz hakkında karar verirken yakından çalışabileceğiniz birine ihtiyacınız olur ve bu yüzden kendinizi rahat hissedebileceğiniz bir kişi olmalıdır. Bu HIV tedavisinin yararları ve riskleri hakkında herşeyi rahatlıkla sorabilmeniz için önemlidir. Ayrıca Türkiye 'de AIDS tanı ve tedavisi hakkında sizi yönlendirebilecek ve yardımcı olabilecek merkezler bulunmaktadır.


KAYNAK:
www.aids.gen.tr

Benzer Konular

1 Aralık 2008 / The Unique Genel Mesajlar
25 Mayıs 2012 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
11 Kasım 2008 / Ziyaretçi Tıp Bilimleri
7 Mayıs 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap