Arama

AIDS (Acquired Immune Deficiency Syndrome) - Sayfa 4

Güncelleme: 22 Eylül 2017 Gösterim: 37.964 Cevap: 34
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
11 Haziran 2012       Mesaj #31
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Acquired Immune Deficiency Syndrome

Sponsorlu Bağlantılar
AIDS
Acquired Immune Deficiency Syndrome kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuş bir kelimedir. "Edinilmiş İmmun yetmezlik sendromu" adı verilen bu hastalık HIV (Human Immune Deficiency Virus) adı verilen virüsün cinsel ilişki, virüsü taşıyan kanın nakledilmesi, virüsü taşıyan bir hastanın vücut salgılarıyla temas ile (cinsel ilişki olmadan intim (cinsel içerikli) öpüşme, hastane personelinin yeterli önlem almaksızın virüsü taşıyan kişiye tıbbi bakım hizmeti vermesi gibi) vücuda giren virüsün temel hedefi bağışıklık sistemidir. Bu sistemi zayıflatarak veya etkisiz hale getirerek çeşitli fırsatçı enfeksiyonların ve belli kanser türlerinin ortaya çıkmasına neden olur. İlk temastan kanda virüsün saptanmasına kadar geçen süre 6 ay kadar uzun, ilk belirtilerin ortaya çıkmasına kadar geçen süre ise 10 yıl kadar uzun olabilir.

Günümüzde AIDS hastalarının tam olarak şifaya kavuşmaları mümkün olmamakla beraber virüsün yayılmasını kısmen durduran, fırsatçı enfeksiyonların tedavisinde başarıyla uygulanan çok sayıda ilaç yardımıyla AIDS hastalarının yaşam süreleri artmaktadır. AIDS aşısı çalışmaları da hızla devam etmektedir.

HIV / AİDS epidemisi 1970'lerin sonu 80'lerin başında Kuzey Amerika, Latin Amerika, Karayibler, Sahra altı Afrika, Batı Avrupa, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan başladı. 1980'lerin sonunda Kuzey Afrika, Orta - Doğu, Güney - Güneydoğu - Doğu Asya ve Pasifik kıyılarına yayıldı. 1990'ların başında siyasal değişimlerin de etkisiyle Doğu Avrupa ve Orta Asya'yı da etkilemeye başladı. Her biri kendine özgü niteliıi ve etkinliıi olan epidemilerin vardığı nokta artık pandemi olarak kabul edilmektedir.

Pandemi, ülkeleri / bölgeleri farklı şiddette etkileyerek son derece karmaşık bir hal almış, bir mozaik gibi farklı bir doku oluşturmuştur. Bu farklılaşmanın temelini sık görülen bulaş yolu, coğrafi yapı, HIV subtipleri, yaş, cins, sosyo-ekonomik koşullar, yaşam tarzı, HIV yayılma potansiyeli ve hızı gibi faktörlerdeki farklılıklar oluşturmaktadır. Global olarak HIV pandemisinin kıtalar arasında yayılmaya devam ettiğini; bununla birlikte HIV insidansının bazı ülkelerde düşmeye başladığını görüyoruz.

HIV / AİDS ile yaşayan kişi sayısı 1990 da 10 milyon iken 1996 ortalarında 27.9 milyona, 1999 sonunda 33.6 milyona çıkmıştır. HIV ile infekte kişilerin büyük çoğunluğu ( %95) gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Bu ülkelerde, fakirliğin yanı sıra sağlık sistemleri ve virüsün yayılmasını önleyecek korunma önlemlerini sağlayacak kaynaklar yetersiz olduğu için infeksiyon oranlarının artması beklenmektedir. HIV ile infekte toplam nüfusun % 70'i Sahra altı Afrika'da yaşamaktadır. Bu bölgede 23.3milyon kişi HIV den etkilenmiş, aileler dağılmış, genç nüfus azalmaya başlamış, üretim düşmüş durumdadır. Afrika'nın dışında epideminin en yüksek olduğu yerlerden biri Karayiblerdir. Orta-doğu, güneydoğu / doğu Asya'da da tehlike çanları çalmaktadır. Epideminin bu bölgede daha geç başlaması avantaj sağlamakla birlikte HIV ile yaşayan kişi sayısı 6.5 milyonu bulmuştur. Doğu Avrupa ve orta Asya HIV infeksiyonunun en hızlı yayıldığı bölgelerdir. Toplam olgu 360.000 olmakla birlikte, bu bölge 1999 yılında dünyanın en dik HIV infeksiyonu grafiğini çizmiştir.

Epideminin başlangıcından itibaren 16.3 milyon kişi AİDS nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Gelişmiş ülkelerde antiretroviral tedavinin AİDS'e bağlı ölümleri azaltmasına rağmen 1999 yılı, 2.6 milyon ölümle, epideminin başlangıcından beri ölümlerin en yüksek olduğu yıl olmuştur. Dikkat çeken bir nokta da gelişmiş ülkelerde AİDS'e bağlı ölüm hızının düşüşüdür. Amerika Birleşik Devletleri'nde AİDS'e bağlı ölümler 1996 - 1997 yılları arasında % 42 iken 1997 - 1998 yılları arasında yaklaşık % 20 civarındadır.

Epideminin başlangıcından bu yana 3.6 milyon çocuğun (< 15 yaş) AİDS nedeniyle öldüğü bildirilmektedir. Halen, 570 000'i 1999 yılı içinde hastalığa yakalanmış olan 1.2 milyon çocuk HIV ile infekte yaşamaktadır. Çocukların yaklaşık % 90'ına virüs doğumda veya daha sonra anne sütüyle bulaşmaktadır. Bu çocukların da % 90'ı Sahra altı Afrika da yaşamaktadır.

Risk grupları incelendiğinde, pandeminin başlangıç bölgeleri olan Kuzey Amerika, Latin Amerika, Batı Avrupa, Avustralya da ilk sırada erkek eşcinseller daha sonra İV uyuşturucu bağımlıları (İV-UB) yer almaktadır. Kuzey Afrika, Ortadoğu, Doğu Asya - Pasifik bölgesi, Doğu Avrupa ve Orta Asya'da ise İV-UB ilk sırada yer almaktadır. HIV / AİDS olgularının Bahreyn'de 2/3'ü, İranda yarısı, Tunusda 1/3'ü İV uyuşturucu bağımlısıdır. Sahra altı Afrika, Karayibler ve Güneydoıu Asya'da yaygın bulaş yolu olarak sadece heteroseksüel korunmasız cinsel temas saptanmaktadır.

HIV 1'in yaygın olarak bulunan M grubunun 8 subtipi (A-H) ile yapılan çalışmalar virüsün dünya üzerindeki dağılımı, bulaş yollarının değerlendirilmesi ve epideminin nasıl yayıldığının anlaşılmasında bir ipucu yakalamak için önem taşır. Avrupa'da erkek eşcinseller arasında subtip B'nin yaygın olarak bulunduğu, diğer subtiplerin daha az olarak, heteroseksüel cinsel temasla infekte olmuş kişilerde görüldüğü saptandı. Amerika kıtasının tümünde, Avustralya, Yeni Zellanda, Endonezya, Filipinler, Tayvan ve Japonya'da da subtip B'nin hakim olduğu gösterildi. Tayland'da yaygın olarak subtip E saptanırken daha az olarak IV-UB da subtip B olduğu, bu suşun Myanmar (Burma), Malezya ve güney-doğu Çin'de ki İV-UB da bulunduğu gösterildi. Hindistan'da subtip C; Romanya'da subtip F nin hakim olduğu saptandı.

Türkiye'de HIV / AİDS olgularıyla ilgili bilgiler Sağlık Bakanlığı tarafından toplanıp açıklanmaktadır. Bilgiler, bu amaçla geliştirilen "D 86 formu" ile toplanmaktadır. Form, HIV infeksiyonu tanısı koyan doktor tarafından, Western-Blood doğrulama testi sonucu da alındıktan sonra doldurularak Sağlık Müdürlüğüne gönderilmektedir. Formda olguların açık kimliği yazılmayıp isminin ilk iki harfi / soyadının ilk iki harfi / baba adının ilk iki harfi / doğum yılının son iki rakamından oluşan şife kullanılmaktadır.

Türkiye'de ilk olgunun görüldüğü 1985'den 1999 sonuna kadar toplam 983 HIV/AİDS olgusu istatistiklere geçmiştir. Gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğu tahmin edilmektedir. Bildirimdeki aksaklık ve ihmallerin yanı sıra HIV ile infekte kişilerin kendilerini gizlemeleri doğru sonuçların alınmasını engellemektedir. İlk 10 yıl içinde 458 (% 46.5) olgu saptanırken son 4 yılda 525 (% 53.5) olgu bildirilmiştir. Gelişmiş ülkelerde HIV / AİDS olgularının azalmaya başladığı 1996 yılından itibaren Türkiye'de görülen artışın ülkemizdeki tehlikenin habercisi olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

Salgının başından beri 271 kadın, 712 erkek olgu bildirilmiştir. Olguların yaşları incelendiğinde yoğunluğun 20 - 50 yaş arasında olduğu (742 / 983, %75.4) dikkat çekmektedir. 50-59 yaş arasında 65 olgu, 60 yaşın üstünde 34 olgu bildirilmiştir. 19 olgunun çocuk yaş grubunda, 26 olgunun adolesan yaşta olduğu; 94 olgu için yaş tespiti yapılamadığı saptanmaktadır.

Bulaş yolu olarak en sık heteroseksüel korunmasız cinsel temas rol oynamaktadır. (477 / 983, % 48.5). Homoseksüel - biseksüel cinsel temas ve/ veya İV uyuşturucu bağımlılığı gibi riskli davranışlar 179 olguda ( %18 ) infeksiyonun bulaş yolu olarak tespit edilmiştir. Hemofilik 9 hastanın yanı sıra 37 olgu transfüzyonla, 11 olgu anneden bebeğe geçiş, 4 olgu nosokomial bulaş olarak değerlendirmektedir. Diğer taraftan, bulaş kaynağı saptanamayan 266 (%27) olgu mevcuttur.

En çok İstanbul'dan (516, % 52.4) daha sonra sırasıyla Ankara (163, % 16.5) ve İzmir'den (120 , %12.2) bildirim yapılmaktadır. Bunları 16'şar olguyla Adana ve Bursa izlemektedir.

Türkiye'de HIV / AİDS olguları henüz çok fazla olmamakla birlikte Doğu Avrupa' da yaşanan hızlı artışı göz ardı etmemek gerekir. Eski Sovyetler Birliği'nde, epideminin başlangıcından bu yana bildirilen toplam olgunun yarısı 1999 yılının ilk 9 ayında saptanmıştır. Türkiye de böyle bir patlamanın eşiğinde olabilir. Bu nedenle başta eıitim olmak üzere gerekli önlemlerin bir an önce hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır. Tayland'da başarılı bir örneği görülen, ülkedeki tüm sektörlerin katıldığı büyük bir kampanya ile Türkiye' de HIV / AİDS sorununu daha fazla ilerlemeden durdurmak, belki de eradike etmek mümkün olabilecektir.

Türkiye'de HIV / Aids'in Yayılışı

AIDS Türkiye'de ilk defa 1985 yılında ortaya çıkmış ve ülkede yayılmaya başlamıştır. 1985-1987 yıllarında HIV/AIDS genellikle kan nakli yapılanlarda, damar içi uyuşturucu kullananlarda, yurtdışına giden işçilerde, yabancı ülkelere öğrenim amacıyla giden öğrencilerde ve turistlerde görülmüştür. Yurtdışında çalışan işçiler Türkiye'ye tatil için geldiklerinde eşlerine HIV'i bulaştırmışlar ve Türkiye'de yaşayan bir çok kadının da HIV ile infekte oldukları ortaya çıkmıştır. 1988-1990 yıllarında ülkeye gelen turist sayısında büyük artış olmuştur. Bu yıllarda yurt dışında çalışan işçiler, öğrenim için başka ülkelere giden öğrenciler, yurtdışına ticaret, seyahat veya ziyaret için gidenlerden de HIV infeksiyonu ile karşılaşanlar olmuştur.

Cinsellik, uyuşturucu madde kullanımı ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi daha önce Türk toplumunda konuşulamayan konular, 1985'ten itibaren AIDS hastalarının ve HIV infekte kişilerin meydana çıkması ile sık sık tartışılmaya başlanmıştır. Özel TV kanallarının açılması ile çocuklar, gençler ve kırsal kesimlerde yaşayanlar cinsellik ve cinsel ilişkilerin çeşitleri hakkında bilgi sahibi olmuşlardır. Buna karşın Türk toplumuna cinsellik hakkında yeterli bilgi verilememiştir ve okullarda cinsellik konusunda eğitime, ancak bu yıl bazı okullarda başlanabilmiştir.Ancak bütün okullarda eğitime tam anlamı ile açıklık getirilmediğinden, öğrencilerde korkusuzluk ve çekinmezlik henüz aşılamamıştır.

1991-1993 yıllarında Doğu Avrupa ülkeleri, Romanya, Rusya, Gürcistan ve bunlara komşu ülkelerden büyük sayıda turist Türkiye'ye bavul ticareti amacıyla gelmiştir. Bu kadınlar arasında paralı cinsel ilişkiye girenler de olmuş ve HIV'in bu yolla Türkiye'de fazla sayıda yayılacağı spekülasyonları yapılmıştır. Ancak yapılan bazı bilimsel çalışmalarda İstanbul'da ve Karadeniz kıyılarında seks ticareti yapan ve test uygulanan kadınlarda bel soğukluğu ve frengi gibi hastalıklar ile karşılaştırıldığında HIV pozitifliğinin çok az olduğu saptanmıştır. 1992 yılından itibaren İstanbul'a Afrika ülkelerinden bazı zenci gruplar gelmiştir. Bunların bazılarının uyuşturucu kullanırken veya satarken yakalandıkları ve bir kısmının kan muayenelerinde anti HIV testlerinin pozitif olduğu medyada yer almıştır. 1994-1996 yıllarında da Türkiye'nin büyük şehirlerine, Ege, Akdeniz ve Karadeniz kıyı kentlerine fazla sayıda turist gelmiştir. Önceki yıllarda medyanın sık sık üzerinde durduğu turistlerden HIV bulaşması yayınlarına 1994'ten sonra basında fazla rastlanmamıştır. Buna karşın bazı TV yayınlarında AIDS'ten bahsedilmiştir. Ancak bu oturumlarda sorunlara çözüm getirebilecek düşüncelerin kişi özgürlüğüne ve evrensel insan haklarına saygılı olarak irdelenmesi yerine, çoğu kez gelişigüzel seçilmiş konuşmacılar yüzeysel düşüncelerini ifade etmeye çalışmışlardır. AIDS konusunda düzenlenen maske takılmış HIV infekte kişilerin ekrana çıkarıldıkları TV programları ise yapılmaması gereken ayrımcılığı ve damgalamayı göstermiştir. Toplum içinde yaşayan ve diğer insanlar tarafından kucaklanması gerektiği imajı yerine HIV infekte kişileri toplumdan farklı göstermeye çalışan bu programlarda söylenen yanlış bilgiler ve mesajlar bir çok izleyicide sonradan düzeltilmesi güç kalıntılar bırakmıştır. TV programlarının birkaç gün içinde acele ile ya da uzmanlara danışılmadan yapılmaları programın kalitesi sorununu gündeme getirmektedir. AIDS gibi en önemli sağlık sorunu konusunda program yapımcısının konunun uzmanları ile görüşüp, konuşmacıları birlikte seçerek bilimsellikten ayrılmadan topluma doğru bilgileri ve mesajları aktaracak, sorunlara çözüm önerebilecek programlar yapmaları toplum için yararlı olabilmektedir. 1999-2000 yıllarında bazı TV programları bu şekilde hazırlanmış ve topluma çok yararlı mesajlar vermişlerdir.

Diğer ülkeler gibi, HIV Türkiye'ye de yerleşmiştir. Türkiye'de bulunan HIV' li kişilerden diğer kimselere cinsel yolla HIV bulaşmaları olabilmekte; HIV' li kan veya kan ürünlerinin şırıngası ile de HIV bulaşmaları meydana gelmektedir. Bugüne kadar anneden çocuğa HIV bulaşması çok az sayıda tespit edilmiştir.

Toplumumuzda HIV bulaşmasının önlenmesi için korunma konusunda bilgilendirme yöntemlerinin toplumun çeşitli kesimlerine götürülmesi çalışmaları kesinlikle ihmal edilmemeli ve özellikle gençlerin eğitimine önem verilmelidir.

HIV İnfeksiyonlarının Laboratuvar Tanısı
Günümüzde, HIV infeksiyonlarının tanısında, kısaca "serolik yöntemler" olarak tanımlanan laboratuar tekniklerinden yararlanılır. Tüm Dünyada, tarama ve tanı amacıyla başvuranlar ilk uygulama, HIV ile infekte olan bireyler de bir süre sonra ortaya çıkan ve etken virüse karşı oluşan spesifik ANTİ-HIV antikorlarının ELISA tekniği ile gösterilmesidir. Organizmanın, vücuda giren yabancı etkene karşı oluşturduğu Anti-HIV antikorlarını sentezlemesi için bir süre gereklidir; işte bu nedenle şüpheli bir temastan hemen sonra, bu testi yaptırmanın anlamı yoktur; çünkü, böyle bir yola baş vurulur ise, aranan antikorlar henüz oluşmadığından, virüs ile temas edilmiş olsa bile, test sonucu "yalancı negatif" olarak belirlenecektir.HIV virüsü ile infekte olduğunu düşünerek test yaptırmak isteyen kişilere, temastan 3 ay sonra test yaptırması önerilir. Bu süre antikorların sentezlenmiş olacağı yeterli süredir. Zaman içinde duyarlıkları artmış olan serolojik testler ile, temastan ortalama dört hafta sonra, Anti-HIV antikorlarını saptamak olasıdır. "Serolojik pencere dönemi" şeklinde isimlendirilen bu dört haftalık dönem sonunda eğer ELISA testi "pozitif" bulunur ise, bu durum kişinin virüs ile temas ettiğinin göstergesidir; ancak gelişmeler sonucu duyarlıklarının yanı sıra, özgüllükleri de optimal düzeye yaklaşmış olan ELISA testlerinde, her şeye rağmen çeşitli nedenlere bağlı olarak "yalancı pozitif" sonuç alınması söz konusudur. Bu nedenle iki kez yinelenen ve ELISA ile pozitif bulunan kan örneklerinde, "ilave testler" ile durumun kesinleştirilmesi gereklidir. Bu amaçla en sık başvurulan test "Western Blot" doğrulama tekniğidir; yeterli özgüllüğe sahip olan bu teknik ile pozitifliğinin doğrulanması, kişide Anti-HIV antikorları bulunduğunun kesin kanıtıdır.

HIV tanısı amacıyla, Anti-HIV antikorlarının "hızlı testler" şeklinde tanımlanan yöntemlerle de araştırılması olasıdır. Ancak aynı reaktifler kullanılsa bile, ELISA esasına dayanan hızlı testlerde, non-spesifik bağlanmalardan kaynaklanan yalancı pozitifliği söz konusu olabileceği; özellikle kalite kontrolünün ve danışmanlık hizmetinin bulunmadığı ortamlarda (muayenehaneler, acil servisler veya bireylerin testi satın alarak bizzat evlerinde kullanmaları gibi) uygulanmalarının sakıncalı olabileceği görüşü ağır basmaktadır.

HIV tanısı için ELISA yönteminin yaygın olarak kullanımının yanı sıra, bazı durumlarda HIV-antijeni veya HIV nükleik asitinin araştırılması gereklidir. Virüsün yapısal bölümlerinden biri olan p24 antijenini, yine ELISA tekniği ile kanda aramak olasıdır. Ancak, henüz antikorlar oluşmadan önce, temastan iki hafta sonrasından başlayarak dolaşımda p24 antijenine kuramsal olarak rastlamak mümkün ise de, yönteme bağlı duyarlık sorunları nedeniyle, antijen aranması erken tanı için uygun değildir. Buna karşılık, günümüzde hergün daha başarılı biçimde sürdürülen tedavi protokollerinin izlenmesinde, antijen testinden yararlanılabilir. Benzer şekilde "erken tanı" amacıyla,temastan sonra ortalama 10-12 gün sonunda HIV-RNA'sını moleküler biyoloji teknikleri ile (RT-PCR,b.DNA,NASBA...) göstermek olasıdır. Ayrıca Nükleik asit (HIV-RNA) araştırmalarını kantitatif olarak gerçekleştirmek, ve kısaca "viral yük" olarak tanımlanan virüs miktar tayinini saptamak da mümkündür; bu uygulama, özellikle tedaviye seçilecek kişilerin belirlenmesinde, ve tedavinin etkinliğini araştırmada başvurulan önemli bir yöntemdir. Ayrıca kullanılan antiretrovirallerle direnç gelişiminin izlenmesinde; infekte anneden bebeğe bulaş riskinin ön görülmesinde; ve nihayet HIV infeksiyonlarından AIDS'e geçiş döneminin belirlenmesinde moleküler biyoloji yöntemlerinden yararlanılır.

Sonuç olarak; HIV infeksiyonlarının laboratuar tanısı için, standart referans yöntemin ELISA ile Anti-HIV antikorlarının araştırması olduğunu; her ELISA pozitifliğin WB ile doğrulanması gerektiğini; ancak her iki yöntemin de olumlu ve olumsuz özelliklerinin bulunduğunu ve nihayet göstergelerin evrim şeması göz ardı edilmeksizin, belirli bir dönemde alınacak örneklerle en uygun testin kullanılması gereğini belirtmek gerekir. Ülkemizde de bir süreden beri, belli referans laboratuarlarında kullanılan "viral yük" tayini ise özellikle antiviral tedavinin etkinliğinin belirlenmesinde gerekli ve yararlı bir testtir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Sen sadece aynasin...
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
17 Haziran 2012       Mesaj #32
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
AIDS’te tedavi umudu
HIV’i tanımlayan ve bu çalışmasıyla Nobel ödülüne layık görülen Fransız bilim adamı Francoise Barre-Sinoussi, AIDS'e neden olan virüs için tedavi bulmanın mümkün olduğunu söyledi.
Sponsorlu Bağlantılar

aids3widec

Fransız virüs uzmanı Francoise Barre-Sinoussi tedavinin ne zaman bulunacağı ile ilgili bir takvim çıkaramayacağını ancak bilim adamlarının her gün yeni yararlı buluşlar yaptığını söyledi. Virüsün 1981 yılında tanımlanmasından bu yana 30 milyondan fazla kişi HIV ya da AIDS nedeniyle hayatını kaybetti. O zamandan bu yana geliştirilen ilaçlar sayesinde artık HIV pozitif kişiler doğru ilaçlara ulaşabildikleri sürece uzun yıllar hayatlarına devam edebiliyorlar.
Profesör Barre-Sinoussi ''Bugün bir tedavi ile ilgili konuşuyor olmamızın nedeni artık bunun mümkün olduğuna dair elimizde kanıt olması'' dedi.

Son günlere kadar araştırmacılar neredeyse HIV’in yok edebilecek bir tedavi bulmaktan ümidi kesmişti ancak iki hasta ile yaşanan deneyimler yeniden tedavinin mümkün olduğunun düşünülmesine neden oldu.

TEDAVİNİN MÜMKÜN OLABİLECEĞİNİ GÖSTEREN ÖRNEK
Berlin hastası olarak tanımlanan bir adam kemik iliği nakli sayesinde HIV’den kurtulmayı başardı.
Yine yakın zamanda New Jersey'den 50 yaşında bir adam gen terapisi ile tedavi gördü. Tamamen iyileşmemiş olsa da bu hasta kısa bir süre için de olsa antiviral ilaçlar almaya gerek duymadan virüsü kontrol altında tutmayı başardı.
Prof. Barre-Sinoussi ''Berlin hastasına gelince iki kemik iliği naklinden sonra artık vücudunda HIV bulunmuyor. Bu tedavinin mümkün olduğunu gösteren bir kanıt. Buna daha önce sahip değildik'' dedi.
HIV tedavisi arayışında iki ana yaklaşım bulunuyor. Biri virüsün tamamen vücuttan atılmasını sağlamak ötekisi ise pratik tedavi denilen virüsü vücuttan çıkarmayan ancak kişinin ilaç kullanmadan virüsle savaşabilmesini sağlayan bir tedavi tipi.
Şu an için HIV pozitif olan bir kişinin her gün ilaç kullanması gerekiyor. Fakir ülkelerdeki hastalar ilaçlara ulaşmakta güçlük çekiyor.

YENİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ İÇİN ÇALIŞILIYOR
Prof. Barre-Sinoussi ''Tedavi aramamızın nedeni şu an elimizdeki çözümün çok pahalı ve ulaşması zor oluşu. Ayrıca bazı hastalarda uzun süren ilaç tedavisi komplikasyonlara neden oluyor. Yani yeni yöntemler bulmak zorundayız'' dedi.
2008 yılında Luc Montagnier ile birlikte virüsü buldukları için Nobel Ödülü alan Barre-Sinoussi yakında Uluslararası AIDS Vakfı başkanlığı görevini üstlenecek. Bu yeni görevinde birçok ülkede HIV tedavisi üzerine araştırmalar için çalışmalarına devam edecek. Profesör son dönemde HIV araştırmaları için ayrılmış fonların hızla kesilmeye başladığını ve bu durumun kendisini çok rahatsız ettiğini söylüyor.Ancak fonlar artarsa tedavi bulunabilir mi sorusuna net bir yanıt veremeyeceğini de ekliyor.
Prof. Barre-Sinoussi ''Ben bir bilim adamıyım ve dürüst olmam gerekir. Ve dürüst olarak söylüyorum tedaviyi ne zaman bulacağımızı bilmiyorum'' diyor.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Sen sadece aynasin...
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Mart 2017       Mesaj #33
Avatarı yok
Yasaklı

Büyük Bir Biyoişaretçi Keşfi Yapılarak 'Gizlenmiş HIV' Tespit Edildi!


Bilim insanları, vücuttaki inaktif HIV’in varlığını ele veren eşsiz bir protein keşfettiler. Araştırmacılar yıllardır virüslerin saklandıkları yeri tespit etmeye çalışıyorlardı. Şimdi yol gösterici bu buluş ile birlikte, tedavi üzerinde yapılan araştırmalar hızlanabilir. HIV, çağdaş antiretroviral tedaviler sayesinde, pek çok insan için bir zamanlar olduğu gibi idam cezası demek değil. Fakat bu virüsü birisinin vücudundan kalıcı olarak çıkarmanın güvenilir bir yöntemi hâlâ yok.

İlaçlar virüsü kontrol altında tutabiliyor, fakat maalesef HIV’ın büyük bir silahı var; bağışıklık sisteminde bulunan gizli depolarda saklanıyor. Orada, koşullar yeniden ortaya çıkmak için daha uygun hale gelene kadar uykuda bekliyor. Bu yüzden, kendilerine HIV bulaşan insanlar, pahalı ilaçlar ile bir ömür geçirmek zorunda kalıyor, çünkü tedavi durursa, virüsün gizli halinden geri dönüş yapması sadece haftalar sürebiliyor.

HIV’in oluşturduğu bu iğrenç ve gizli depolar, dingin T hücreleri olarak bilinen uzun ömürlü bağışıklık hücrelerinde bulunuyor. Virüs bu hücreleri gasp edip, kendi genetik malzemesini hastanın DNA’sına ilave ettiği için, depo T hücrelerinin izini arayıp bulmak son derece zor hale geliyor. Şimdi Fransalı bilim insanlarından oluşan bir takım, sadece gizli virüsü barındıran T hücrelerinin yüzeyinde mevcut olan bir biyoişaretleyici keşfettiler ve HIV araştırmasındaki bu önemli kilometretaşına ulaştılar.

Fransa’daki Montpellier Üniversitesi’nden virüsbilimci Monsef Benkirane konuyla ilgili şöyle diyor: “1996’dan beri, gizlenen bu iğrenç virüsleri öldürmek hayal ediliyordu, fakat bunu yapmamızın bir yolu yoktu, çünkü onları belirlememizin yolu yoktu.” Benkirane’nin takımı, CD32a adı verilen özel bir proteinin, gizli bir HIV enfeksiyonuna sahip T hücrelerinin yüzeyine takıldığını, fakat enfekte olmayan T hücrelerinde ve hatta aktif HIV sahibi T hücrelerinde bulunmadığını keşfettiler.

Bu büyük bir olay. CD32a’nın HIV depolarının biyoişareti olması, bilim insanlarının bunları bir hastanın kanında arayıp bulmaları konusunda daha şanslı oldukları anlamına geliyor. Bu durum, HIV’in daha en başta böyle depolar oluşturmasına izin veren işleyişler konusunda daha fazla araştırma yapılmasının önünü açacak. Bilim insanları böyle bir bilgiyle donandıktan sonra, bu HIV yuvalarından temelli kurtulmak için yeni yollar bulabilecekler. Takım, proteini ilk olarak laboratuvarda yapılan bir HIV enfeksiyonu örneğinde tespit etti. Daha sonra ise, HIV ile yaşayan ve tedavi gören 12 insandan alınan gerçek kan örneklerinde bunu bir biyoişaretçi olarak test etmeye geçtiler.

Kan örneklerindeki CD32a’lı T hücrelerini diğer T hücrelerinden ayırdılar ve bu özel proteine sahip hücrelerin, aslında kendi içlerinde gizli HIV barındırdığını buldular. Maalesef, bu durum her vakada kesin bir delil değil. Çünkü protein sadece, gizlice enfekte olmuş T hücrelerinin sadece yaklaşık yarısında bulundu. Araştırmaya katılmamış olan California San Diego Üniversitesi’nden Douglas Richman şöyle bir açıklamada bulunuyor: “Gizli HIV’in yok edilmesi, vücutta gizlice enfekte olmuş hücre sayısında çok daha fazla azalma gerektirecektir. Fakat bu, iğrenç virüs gizlenmeye başladığı zaman onu arayıp bulmamızda bize yardımcı olabilecek bir işaretçi bulmak için yaptığımız uzun arayışta, son derece ümit verici bir ilk adım olma özelliğini taşıyor.''

ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Kurumu’nun müdürü Tony Fauci, nature bültenine konuşarak, virüse sahip olan daha geniş bir hasta çeşitliliğinden alınan daha fazla kan örneğinde bu bulguları tekrarlamanın, iyi bir adım olacağını söylüyor. Gerçek bir HIV tedavisi yolunda olduğumuzu söylemek için henüz çok erken, ancak, bu sorun üzerinde yıllardır durmadan çalışan araştırmacılar için bu haberler süper heyecan verici.

Fauci ise şöyle diyor: “Sahiden bunun doğru olmasını umuyorum. Bu çalışmanın, böylesine yetenekli araştırmacılar tarafından yapılmış olması ve verilerin iyi görünmesi, beni iyimser yapıyor.” HIV’in önemli bir sağlık sorunu olmaya devam ettiği bir dünyada, bu keşif gerçekten iyimserlik sebebi. ABD CDC’deki verilere göre dünya çapında yaklaşık 36.7 milyon insan HIV ile yaşıyor, ancak sadece 17 milyon kişinin antiretroviral tedaviye erişimi var. Bilim insanları, yeni biyoişaretçinin teşhis ve tedavi alanında kullanımı için şimdiden bir patent başvurusu yaptılar.

Kaynak: ScienceAlert / nature (16 Şubat 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Nisan 2017       Mesaj #34
Avatarı yok
Yasaklı

AIDS Hastalığına Karşı Yeni Bir Yöntem Geliştirildi!


Araştırmacılar, hücreleri virüse karşı dirençli hale getiren, ve AIDS hastalığının kaynağı olan HIV ile mücadele eden antikorları bağışıklık sistemine bağlayan yeni bir yöntem geliştirdi.The Scripps Araştırma Enstitüsü'nden (TSRI) bilim adamlarının laboratuvar ortamında yaptığı araştırma sonucunda hastalıklı hücrelerin virüse dayanıklı hücreler tarafından izole edildiği ortaya çıktı. İlgili yöntemin hastalığı tedavi edici bir niteliğe de sahip olduğu bildirildi. Antikorlar tarafından hücre yüzeyi sarılarak, HIV'in hücre alıcısına erişmesi ve enfeksiyonu yayması engellendi. Bağışıklık hücrelerine bağlanan antikorların HIV'i, serbest dolaşan, çözünür nitelikli antikorlardan daha etkili ve hızlı bir şekilde bloke ettiği belirtildi.

Kaynak: Proceedings of the National Academy of Sciences / AA (11 Nisan 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Eylül 2017       Mesaj #35
Avatarı yok
Yasaklı

HIV Türlerine Karşı Antikor Geliştirildi!


Bilim adamları AIDS hastalığına neden olan virüs türlerine büyük bir oranda karşı koyabilecek bir antikor geliştirdi. İlgili antikorun, HIV türlerini başarılı bir şekilde etkisiz hale getirerek, primatlarda da enfeksiyonu engellediği belirtildi. İlgili araştırma deneyinde denek olarak seçilen 24 maymuna, yeni antikor enjekte edildi. Akabinde HIV virüsü enjekte edilen hayvanların hiçbirinde AIDS hastalığı gözlenmedi. Harvard Tıp Fakültesi, Scripps Araştırma Enstitüsü ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü gibi kurumlarda görevli bilim adamlarının söz konusu çalışmaya büyük destek verdiği ve ilgili antikorun 2018 yılı itibariyle insanlar üzerinde de denenebileceği bildirildi.

Kaynak: BBC Bilim / Science (22 Eylül 2017)

Benzer Konular

1 Aralık 2008 / The Unique Genel Mesajlar
25 Mayıs 2012 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
11 Kasım 2008 / Ziyaretçi Tıp Bilimleri
7 Mayıs 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap