Arama

Uzay Hakkında Araştırmalar, Makaleler - Sayfa 8

Güncelleme: 5 Ekim 2018 Gösterim: 152.587 Cevap: 146
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Ocak 2012       Mesaj #71
Avatarı yok
Yasaklı
Uzay Çalışmalarında Temel İlkeler
Uzay çalışmaları uzay araçlarıyla yer atmosferinin dışından yapıldığı için uygulamada bir dizi zorluklar vardır. Bu zorluklar belli ilkeler uygulanarak aşılır. Öncelikle uzay aracını Yer atmosferinin dışına belli bir yüksekliğe kadar çıkarmak gerekir. Bunun için kademeli roketler kullanılır. Kalkışta roketin uzay aracına vereceği ivmenin, 9.8 m/sn2 olan yer çekimi ivmesinden çok daha büyük olması gerekir. Kademeli roketler kullanıldıkça boşalan tanklar atılır ve araç hafifler. Diğer taraftan araç yükseldikçe yer çekimi etkisi de azaldığından ivmelenme kolaylaşır.
Sponsorlu Bağlantılar

Aracın atmosfer dışında Yer çevresinde dolanacağı yörüngesine oturabilmesi için en az 8 km/s hıza ulaşması, Yeri terkedip gezegenler arası ortama çıkabilmesi için bu hızın en az 10 km/s olması gerekir. İvmelenmenin üst sınırını uzay aracının gövdesine ve içindeki âletlere zarar vermeden dayanabileceği hız sınırı belirler. Ayrıca insanlı uçuşlarda, insanın, araç içindeki konumuna göre katlanabileceği ivmenin yüzeyde yer çekimi ivmesinin 8-10 katından fazla olmaması gerektiği anlaşılmıştır.

Uzayda sadece kütle çekimi etkisinde bulunan bir uzay aracının hareketi 17. yüzyıldan beri bilinen Kepler ve Newton yasaları ile bellidir. Bir uzay aracını Yer yörüngesine oturtmak için gerekli minimum hız, bu yasalara göre V2 (dairesel) = (g.R) dir. Burada R Yer yarıçapı, g ise yüzey çekim ivmesidir. Yüzeye yatay fırlatış 7.9 km/sn lik hız ister (Ay'da 1.68 km/sn). Ancak dağlar, atmosfer, vb. nedenlerle yatay dairesel fırlatış pratik değildir.

Dolayısıyla uzay aracı önce yerden belli bir yüksekliğe çıkartılmalıdır. O zaman dairesel yörünge hızı;V2dairesel = \F(g.R2,r) olur, burada r = R + (uydunun yerden yüksekliği) dir. Bu minimum hıza ek hızlar dairesel yörüngeyi eliptik yörüngeye çevirir. Ek hız arttıkça yörüngenin enöte noktası uzaklaşır, sonunda yörünge parabol olur, yani uydu Yer'den kaçar. Bu kaçma hızı için, V2kaçma = 2.V2dairesel. Eğer V>Vkaçma olursa yörünge hiperbol olur.

Yer'e dik olarak fırlatılan uydu istenilen yükseklikte yörünge hızına yaklaştığında hareketi Yer yüzeyine paralel olacak şekilde yavaş yavaş eğilir. Bu aşamada merkezkaç kuvveti yer çekimi kuvvetine eşitlenmiş olur ve böylece araç Yer çevresinde dolanmaya başlar, 200 km yükseklikte yörünge hızı 8 km/sn komşuluğundadır. Bu yükseklikte hava yoğunluğu çok düşük olduğu için, aerodinamik yavaşlatma (sürtünme) çok küçüktür ve uydu uzun süre yörüngede kalabilir.

Araç yörüngeye oturtulurken Yer'in dönme hızından da yararlanılmak istenirse, aracın hareket yönü doğu olarak seçilir. Bu durumda tıpkı hızla giden bir trenden gidiş yönünde atılan bir cismin hızının, trenin hızı ile atış hızının toplamına eşit olduğu gibi; aracın yörünge hızı da yerin dönme hızı (ekvatorda 0.46 km/sn) ile roket itmesinin verdiği hızın toplamına eşit olur. Böylece Yer'in dönme hızından yararlanarak daha az enerji harcanmış olur. Bu nedenle yapay uydu fırlatmaları hangi yükseklikten olursa olsun doğuya doğru yapılır.

Uydunun Dünya çevresindeki yörünge dönemi 200 km yükseklikte 90 dakikadır. Yer'den yükseklik arttıkça yörünge hızı azalır, dönem artar. Örneğin; 1730 km de yörünge hızı 7.0 km /sn ve dönem 2 saattir. 35900 km de ise hız 3.1 km /sn ve dönem 24 saattir. Bu süre yerin dönme süresine eşit olduğu için, yörüngesi ekvatora paralel olan böyle bir uydu Yer'den "sabit" duruyormuş gibi gözükür. Böyle "eş dönemli" uyduların iletişimde ve meteorolojide özel değeri vardır. Yer'in doğal uydusu Ay ise Yer'den 386000 km uzakta aşağı yukarı 1.0 km/sn hızla dolanır ve dönemi yaklaşık 28 gündür.

Tüm bu söylenenler dairesel yörüngeler için doğrudur. En beri noktasında hızı azaltarak ya da en ötede hızı artırarak eliptik yörüngeler dairesel yapılabilir.

Eğer uydu, kuzey ya da güney doğrultusunda fırlatılırsa, kutupsal yörünge elde edilir. Bu durumda Yer, ekseni çevresinde döndükçe uydu da atmosfer dışında meridyen çemberleri çizmiş olur.

Ay'a ya da diğer gezegenlere araç göndermek için iyi bir zamanlama, iyi bir yönlendirme ve iyi bir hız denetimi gerekir. Çünkü Güneş sisteminin diğer üyeleri sürekli hareket hâlindedir ve uzayda bir noktaya etkiyen toplam çekim kuvveti sürekli değişmektedir. Uçuş yolunu, yerinde ve zamanında düzeltmek için roket gücü kullanılır. Örneğin; Venüs çevresine bir yapay uydu yerleştirmek için, uydunun hızı Venüs'ün Güneş çevresindeki hızına eşit hıza ulaşmalıdır. Eğer yalnız yakınından geçecekse tam eşitlik gerekmez. En az enerji gerektiren uçuş yoluna, "geçiş yörüngesi" denir ve gezegenlerin değişen konumları göz önüne alınarak hesaplanır.

Uzay araçları görevlerine göre, yörüngede birkaç saat ya da yıllarca kalabilirler. Uzay ortamında görevlerin yürütülebilmesi için öncelikle güç kaynağına gereksinme vardır. Bu güç pillerden, Güneş ya da atom enerjisinden sağlanabilir.

Yer'deki izleme istasyonları ile uydu arasındaki iletişim radyo ve TV ile yapılır. Uydunun alıcı ve verici antenleri ile izleyici antenler biribirini tam görmelidir. Uydular sürekli bağlantıda olmayabilirler.

Bir uydu, uzayda kendi üç ekseninden biri ya da hepsi çevresinde dönebilir. Dönmeyi dengelemek için çeşitli yöntemler kullanılır ve aracın her zaman aynı yönde durması, jiroskoplarla sağlanır. Yöneltme ise, araçtaki alıcı aygıtları; Güneş, gezegen ya da bir yıldız gibi gözlenecek cisme tam olarak doğrultmak için gereklidir. Ayrıca Yer'e bilgi gönderirken, verici Yer'e doğru çevrilmelidir.

Uzay aracı; aşırı sıcak, soğuk, X-ışınları, mikrometeorlar, vb. etkilerden korunmalıdır. Aracın iç kısmı, elektrikli aygıtların çıkardığı ısı ya da Güneş ısısı nedeniyle çok ısınabilir. Güneş ısısını eşit dağıtmak için uydu döndürülebilir ya da yansıtıcılar kullanılabilir. İnsanlı uzay araçlarında Yer'deki koşullara yakın bir ortam sağlanması gerekir. Bunun için astronotlar çok özel elbiseler kullanma durumundadırlar.

Araçtaki roketlerin ne zaman ateşleneceği, yörüngenin ne zaman değiştirileceği, uzaktan kumanda ile Yer istasyonundan yürütülür.Bunun için araçta güdüm donanımı bulunmalıdır. Ay'a, gezegenlere gidişlerde ve yumuşak inişlerde güdüm donanımı oldukça önemlidir.

Uydunun denetimi ve yönetimi ile ilgili hesaplar uydudan alınan verilere dayanarak, izleme istasyonunda yapıldığı gibi uydulara gittikçe daha karmaşık özel amaçlı bilgiler konmaktadır.

İnsanlı ya da insansız uzay araçlarının geri dönmesinde, frenleme roketleri kullanılır. Saatte birkaç yüz km lik hız azalması aracın yere doğru inmesini sağlar. Yer atmosferinin aerodinamik frenleme etkisinden de yararlanılır. Böylece araç gittikçe artan bir eğimle yere doğru yönelir. Ancak hava molekülleri ile sürtünmeden ileri gelen çabuk şiddetli ısınma, eğer gerekli önlem alınmazsa, aracın akkorlaşıp yanmasına neden olur. Özel olarak hazırlanmış plâstik koruyucu madde erir, buharlaşır ve böylece dış gövdenin ısısını alır. Bu koruyucu altındaki yalıtkan tabaka ise aracın içini katlanılabilir ısı düzeyinde tutar.

Başarılı dönüş için atmosfere giriş açısı çok önemlidir. Yerin ufkuna göre bu açı 5 ile 7 derece arasında tutulur. Atmosfere giriş hızlı olduğundan (Apollo Komuta Modülünün hızı yaklaşık 40000 km/saat idi.), açı çok düşük ise araç atmosferden sekip uzaya gider; açı çok fazla ise yani iniş dik ise, ısı koruyucu tabakası yüksek ısıya, astronotlar ve araç da yüksek g ye (ivmeye ) dayanamaz. ABD araçları paraşütle denize iner, helikopter ve gemilerle kurtarılır. Bazen küçük uzay araçları uçakla havada yakalanarak kurtarılır. Sovyet astronotları (kozmonot) paraşütle karaya inmektedir.

Ay gibi atmosfersiz cisimlere, hava frenlemesi olmadığından, yumuşak inişler roketlerle yapılır. Yüzeye yakınlık radarla belirlenir. Venüs ve Mars gibi atmosferli cisimlere geçmişte yumuşak inişler yapıldı, hava frenlemesinden (ve paraşütten) yararlanıldı. Mars atmosferi ince olduğundan atmosferik frenleme yetersiz kalmaktadır. Venüs atmosferi kalın ve yüzeyi çok sıcak olduğundan, bu ısıya dayanıklı malzeme kullanmak gerekmektedir.

Kaynak:Astronomi ve Uzay Bilimleri(Astronomi Ders Kitabı Notları)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:08
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
6 Ocak 2012       Mesaj #72
Avatarı yok
Yasaklı
Uzayda Büyük Keşif
İki astronomi ekibi, Evren'in bugüne kadar keşfedilmiş en büyük su kütlesini ortaya çıkardı. Dünyadan 12 milyar ışık yılı uzakta olan su kütlesi, okyanusların 140 trilyon katı büyüklüğünde.
Sponsorlu Bağlantılar

Dünyadan 12 milyar ışık yılı mesafedeki bu su kütlesi, dünya okyanuslarının içerdiği toplam su kütlesinin 140 trilyon katı büyüklüğe sahip. Buhar halindeki su kütlesi, kuasar olarak adlandırılan ve ortasında, çevresindeki maddeyi yutan büyük bir karadelik bulunan gök cismini sarıyor.

NASA'nın Kaliforniya'daki laboratuvarından Matt Bradford, kuasar çevresindeki ortamın oldukça özgün bir yapıya sahip olduğunu belirterek, bu yapının "devasa büyüklükte su ortaya çıkardığını" belirtti.

Keşfi yapan ekiplerden birinin başkanı olan Bradford, "yeni keşif bir kez daha gösterdi ki su, evrende oldukça yaygın ve hatta evrenin en erken zamanlarından beri var" dedi.Bu ekibin bulguları, Astrophysical Journal Letters'da yayımlandı.

Kuasarlar, çevresini bir disk şeklinde saran gaz ve toz kümesini emen devasa bir karadeliğe sahip gök cisimleri. Kuasarın karadeliği, bu tüketiminin sonucunda diskin ortasından her iki yöne doğru müthiş bir enerji fışkırtıyor.

Su kütlesinin bulunduğu bu kuasarın karadeliği Güneş'ten 20 milyar kat daha yoğun ve Güneş'ten "Bin trilyon kat" enerjiye sahip.

Bu kadar uzakta ve evrenin erken dönemlerinde var olan su kütlesi ilk kez keşfediliyor. Güneş Sistemi'nin dahil olduğu Samanyolu Galaksisi'nde de su buharı bulunuyor ancak galaksimizdeki su kütlesinin çoğu buz halde bulunuyor. Samanyolu'ndaki su kütlesi, bu kuasarda bulunandan 4000 kat daha az. Bunun nedeni de suyun Samanyolu'nda daha çok buz formunda olması.

Kuasardaki su buharı, gök cisminin karadelik etrafında dönen gaz kütlesinin içerisine dağılmış durumda. Bu gaz bölge, yüzlerce ışık yılı genişliğinde (1 ışık yılı, yaklaşık 6 trilyon mil). Kuasardaki su buharı ile, karbonmonoksit gibi diğer moleküllerin ölçümleri, çevreleyen gazın yoğunlaşarak yıldızlar oluşturuyor olabileceğini gösteriyor.

Ölçümler, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nün Hawai'deki teleskobu kullanılarak, Bradford'un ekibince 2008'den beri yapılıyor. Kuasar üzerinde çalışan ikinci ekip ise, Alpler'deki Caltech Submillimeter Gözlemevi başkan yardımcısı, fizikçi Dariusz Lis başkanlığındaki bir ekip. Bu ekip de kuasardaki ilk su buharı gözlemini 2010'da yaptı.

Kaynak: CNN/Astrophysical Journal Letters (23 Temmuz 2011)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:09
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
29 Ocak 2012       Mesaj #73
Avatarı yok
Yasaklı
Astronotların Uzayda Giydiği Giysi ve Özellikleri
Tepkili uçak pilotları ve özellikle astronotlarla kozmonotlar vücutlarını sımsıkı saran özel bir elbise giyerler. Bu elbise vücutlarındaki kanı tabii haliyle tutmaya yarar,bayılmalarının,ölmelerinin önüne geçer.

Uzay aracının gittikçe artan bir hızla boşluğa doğru yol alması sırasında kozmonotlarla astronotları büyük tehlikeler bekler. Bu tehlikelerden bir tanesi de hız artışı sırasında astronotlarda ağırlıklarının artmasıdır. Bu sırada astronotun damarlarındaki kanın ağırlığı erimiş bir demirin ağırlığına eşit olur,kan vücudun bazı yerlerinden çekilerek başka yerlerde toplanır. Beynin kansız kalması da ölüme yol açar. İşte astronotun vücudunu bir korse gibi sıkan bu özel elbise kanı vücutta tabii haliyle tutmaya yarar.

Uzaya çıkan bir astronotun giydiği özel elbise, onu uzaya ulaştıran roket ve kapsül kadar önemlidir. Bu özel elbise olmadan astronotlar uzay boşluğunda, Ay üzerinde veya herhangi bir gezegende yürüyemezler. bir araçtan ötekine geçemezler. Çünkü uzayda atmosfer olmadığı için astronotlar nefes alamazlar. Nefes almalarını sağlayan bir oksijen tüpü taşısalar bile, bu sefer de atmosfer basıncı olmadığı için kanları fışkırır ve yaşayamazlar. Ayrıca, buz gibi soğuk,fırın gibi sıcak bir ortamda, özel koruyucu olan uzay elbisesini giymek zorundadırlar.

Demek ki, uzay elbiseleri astronotları havasızlıktan, basınçsızlıktan, şiddetli soğuk ve sıcaktan hava tüplü olduğu için nefes almalarını sağlamakta, sun'i basınçla vücutlarını dengede tutmaktadır. Uzay elbiseleri önce biraz sert idi ve taşınması güçtü. Fakat zamanla daha esnek ve taşınması daha kolay elbiseler yapıldı. Uzay kabininde astronotun özel uzay elbisesine ihtiyacı yoktur. Çünkü sımsıkı kapalı kabinin içi ya saf oksijenle ya da atmosferdeki tabii hava ile doldurulmuştur. Burada bir havacı tulumu giymeleri yeter. Tabii, kabin ağırlıksız bir mekan olduğu için oturdukları yere kemerle bağlanırlar. Bu tulumlar da elektronik aletlerle donatılmıştır.

Astronotun kalp atışları ve vücudunun ısısı bu aletlerle her an tesbit edilir ve yerdeki kontrol merkezinde bulunan hekimler uzaydaki astronotun sağlık durumunu muayane edebilirler. Fırlatılış sırasında astronotlar kapsül tulumu ile birlikte özel uzay elbiselerini de giyerler. Bir kaza olursa, bu elbiseler onları daha iyi koruyacaktır. Fakat, kalkış başarılı olmuşsa, bir saat kadar sonra uzay elbiselerini çıkarabilirler.

15 Katlı Elbise

Uzayda veya Ay'da yürüyecek astronotun elbisesi her şeyden önce müthiş sıcağa karşı dayanıklı olmalıdır. Bunun için astronot iki elbise giyer. Birinci elbisenin içinde (Buna uzay çamaşırı da diyebiliriz) soğuk su akımı sağlayan ince tüpler vardır. Vücut etrafına dolanan bu tüplerin içindeki serin su, astronotları sıcaktan korur. Tüpteki suyun ısısı sırt çantasındaki bir cihaz tarafından sabit tutulur. Uzay çamaşırının üzerine giyilen özel elbise kat kattır. İç kısmı futbol topu gibi hava ile şişirilmiştir ki bu basıncın normalde kalmasını sağlar. Bunun üzerinde tam 15 kat daha vardır. Plastik ve alüminyum tabakalardan yapılan bu katlar tehlikeli radyasyonlara ve küçük göktaşlarına karşı astronotları korur. En dışta bir çelik çember bulunur.

Elbisenin ikinci önemli bölümü olan başlık, başın rahat hareket edebileceği büyükçe bir kafes gibidir. Başlığın ön kısmı kırılmaz camdan yapılmıştır ve onun da yukarısında bir kask daha vardır. Uzay elbisesinin üçüncü bölümü ayakkabılardır. Elbise gibi kat kat olan sağlam, kalın ve ısı geçirmez özellikteki bu ayakkabı daha çok çarığa benzer. Astronotun sırt çantasında, oksijen ve serinletme suyunun dolaşımını sağlayan cihazdan başka bir de telsiz cihazı vardır. Astronotun Dünya ve uzay kabini ile devamlı bağlantısını bu cihaz sağlar. Bu cihaz onun yalnız konuşmasını değil,sağlık durumunu da otomatik olarak yerdeki kontrol merkezine bildirir.

Kaynak:Bilimvadisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:09
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Şubat 2012       Mesaj #74
Avatarı yok
Yasaklı
Evren Dönerek Doğmuş Olabilir
Evrenin simetrisi ile ilgili elde edilen yeni bulgulara göre evren burgu hareketi ile doğmuş olabilir.
Yeni yapılan bir araştırma evrende sola (ya da saat yönünün tersine) dönmeye meyilli galaksilerin sayısının sağa dönen galaksilere oranla daha fazla olduğunu ortaya koydu. Bu bulguya göre evren ayna simetrisine sahip değil.

Uzmanlar uzun süre evrenin bir basketbol topu gibi bir ayna simetrisine sahip olduğuna inanıyorlardı. Fakat Michigan Üniversitesi tarafından elden edilen son bulgular bu teoriyi doğrulamıyor. Kanıtlar büyük patlamanın şeklinin sandığımızdan çok daha karmaşık olabileceğini gösteriyor. Buna göre evrenin başlangıcı bir eksen etrafında dönerek gerçekleşmiş olabilir.

Profesör Michael Longo ve beş öğrencisi varsayılan ayna simetrisini test etmek için Sloan Digital Sky Survey tarafından fotoğraflanan onbinlerce galaksinin dönüş yönlerini katalogladı.

Longo’ya göre saat yönünün tersine dönen bir galaksinin ayna görüntüsü saat yönünde görünecektir. İki tipten birinin fazla olması simetrinin bozulacağı anlamına gelir. Veya fizik diliyle kozmik ölçekte eşlik bozulmasıdır.

Araştırmacılar galaksilerin belirli bir yöne dönmeye meyilli olduklarını keşfettiler ve Samanyolunun kuzey kutbuna yakın bir bölgede sola dönüşlü galaksi sayısının fazla olduğunu buldular. Bu etki 600 milyon ışık yılı uzağa kadar uzanıyor.

Longo “aradaki sayısal fark küçük; yaklaşık %7 kadar. Ancak kozmik bir kaza eseri olma olasılığı milyonda bir gibi.” diyor ve ekliyor: “Bu sonuçlar çok önemli. Çünkü hemen hemen herkes tarafından kabul edilen evrenin büyük ölçekte izotrop olduğu görüşünü de yıkıyor.”

Longo bu çalışmanın büyük patlamanın şekli ile ilgili yeni ufuklar açtığını belirtiyor. Ona göre Simetrik ve izotrop bir evren ancak basketbol topu gibi küresel bir patlama sonucu ortaya çıkabilir. Eğer evren dönerek başladıysa tercihli bir eksenin de varlığı söz konusudur. Ve galaksiler bu ilk hareketten etkilenmişlerdir.Evren hala dönüyor mu? Logo’ya göre bu mümkün. Araştırmanın sonuçları bunu gösteriyor.

Sloan teleskobunun New Mexico’da bulunması sebebiyle bu araştırmada çoğunlukla kuzey gökyüzü analiz edilebilmiş. Başka bir araştırma ile Güney gökyüzündeki galaksilerin sağa dönüşlü olup olmadığı gözlenecek. Bu araştırmanın sonuçları aynı zamanda astrobiologlara yaşanabilir gezegenlerin nerelerde aranması gerektiği konusunda da yardımcı olabilir.

Kaynak:Astrobio
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:10
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
6 Şubat 2012       Mesaj #75
Avatarı yok
Yasaklı
Uzayda Yeni Çağa Doğru

imperiaflex 0 0 0

NASA, gelecek kuşak uzay mekiği programındaki ana hedefleri belirledi: Ucuz ve güvenli araçlar.

Uzay mekikleri, NASa'nın 45 yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı insanlı uçuş programlarının kilit kavramını oluşturuyor. Uzayda yeni çağı yakalamayı amaçlayan NASA ve ESA, daha ucuz ve güvenli uzay araçları geliştirme yarışında...Neil Armstrong ve Buzz Aldrin'in Ay'a ilk ayak bastıkları 1969 yılında NASA'nın başına getirilen Thomas O. Paine, ABD başkanı Richard M. Nixon'ın da etkisiyle uzay projelerine sıcak bakmıyordu. Hatta, 1974'te insanlı uçuşların kaldırılacağını bile dile getirmişti. Paine, Apollo tipi tek kullanımlık roketlerin çok pahalı olduğunu biliyordu.

Bu nedenle Nixon'dan, birbirinden ayrı bölümlerden oluşan iticilerle çalışan uzay mekiği projesi için 12 milyar dolar talep etti. Mekiğin her parçası yeniden kullanılabilir özelliğe sahip olacaktı. Yapımı pahalıydı, ancak, uzun yıllar kullanılabilirdi.Bu mekik, uzay istasyonu için parçaları taşıyacak ve mürettebatın yolculuğunu sağlayacaktı. Ya sonrası? Hedefi belli olmayan bir uzay aracına prim verilebilir miydi? Nixon projeden çok etkilenmemişti. İstasyon fikri rafa kaldırıldı ve NASA, mekik planlarını yeniden gözden geçirdi. Projenin daha ucuza düşünülen versiyonuyla, uzaya ancak ticari uydular gönderilebilirdi. Bu da NASA'nın bir "uzay nakliye şirketi"ne dönüşmesine yol açardı.

Nixon, her şeye rağmen düşük bütçeli proje konusunda ısrarlıydı. Paine, gelişmeler üzerine istifasını verdi. Ancak, Cumhuriyetçi kanadın bütçe uzmanı Caspar Weinberger'in olaya müdahalesiyle, mekik projesinin tamamen gündemden kaldırılmasının önüne geçildi.

Weinberger, 12 Ağustos 1971'de, Nixon'a bir mesaj yolladı: "Uzay araştırmalarında en iyi olmamız gereken yıllarda geri kalmak istemiyoruz. NASA'nın bütçesini yine kesebiliriz. Ancak, bu kötü olduklarından değil, biz öyle istediğimizden..."Sonuçta, NASA'ya mekik projesi için öngörülen miktarın yarısından da az, 5 milyar dolarlık bütçe ayrıldı. Yeniden kullanılabilir kanatlı taşıyıcıdan vazgeçildi. Tasarıma, belirli bölümleri yeniden kullanılabilen katı roket ateşleyicileri ve tek seferlik sıvı yakıt tankları eklendi. Projenin başlangıcında önerilen mekiğin ancak yarısı hayata geçirilebilecekti.

En zoru, mekiğin arka kısmına sıvı yakıtla çalışan 3 motorun eklenmesiydi. Var olan teknolojiyle bunu yapmak mümkün değildi. NASA, çok kısa zaman sonra, 5 milyar dolarlık limitinin üzerine çıktığını fark etti. Mekik üreticisi Lockheed Martin'in NASA yetkilisi Dan Dumbacher bunu şöyle açıklıyor: "Birkaç dakikada sonlanan ve Atlas Okyanusu'na düşen motorlar yerine, birden fazla kullanılabilenlerin yapımı çok kolay değil. İlk önce -4000 F (-204,5 santigrat derece) sıcaklıkta yüzen süper soğuk sıvı hidrojen ve oksijen, yakılarak +5.0000 F (2.760 santigrat derece) sıcaklığa çıkarılıyor. Bu sıcaklıkta, motorun dış çeperinin erimesini önlemek, dahası tekrar kullanmak herhalde şans gerektirirdi. Aynı zamanda yakıtın çok yüksek basınçla beslenmesi şart. Yakıt türbinleri, dakikada 35.000 devirle dönüyor. Bu, bir jet uçağının motor hızının iki misli..."
Kaynak:Focus
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Şubat 2012       Mesaj #76
Avatarı yok
Yasaklı
Yıldızların Doğumevi Olan Nebülozlar
Dünyadan bakıldığında âdeta kâinat sarayının tavanını oluşturan semada, gökcisimleri, kümeler hâlinde iç içe organize edilmişlerdir. Yıldızların kendi içinde kümelenmeleriyle galaksiler, galaksilerin organize edilmeleriyle de galaksi kümeleri yaratılmıştır.
Galaksi kümeleri, bugünkü bilgilerimize göre, kâinattaki en büyük yapılardır. Yıldız ve galaksiler dışında, süper güçlü çekim kuvvetine sahip karadelikler, en parlak gök cisimleri sayılan kuasarlar da, göklerin diğer sakinleridir. Galaksilerin aralarındaki bölgeler de boş bırakılmamıştır. Buralar, teleskoplarla seyredildiğinde ancak görülebilen muhteşem gök cisimleriyle donatılmıştır. Teleskopta beyaz leke şeklinde görünen gök cisimlerine astrofizikçiler nebüloz adını vermişlerdir. Nebüloz denen muhteşem gök manzaraları, kütlesinin bir kısmını dışarı fırlatan, merkezdeki bir yıldızın etrafında halelenen gaz ve toz bulutunun oluşturduğu görüntülerdir.

Beyazımtırak bulutlara benzediklerinden gaz ve(ya) toz bulutu olarak da adlandırılırlar. Işıklı ve gaz hâlindeki nebülozlar çok büyük kütlelere sahiptir. İhtiva ettikleri madde miktarı, birkaç güneş kütlesinden, birkaç milyon güneş kütlesine kadar, sıcaklıkları ise 10 Kelvinden (-263 oC) 30 bin Kelvine kadar farklılaşabilir. Büyüklükleri, birkaç ışık yılıyla, yüzlerce ışık yılı arasında değişkenlik gösterir. Yıldızın kütlesinin bir kısmının dışarı fırlatılma ânına şahitlik eden ve bizden 700 ışık yılı uzaklıkta bulunan Helix Nebulası'ndaki kırmızımsı bölge, iki ışık yılı genişliktedir. Merkezinin kırmızı gözükmesinin sebebi, etrafındaki gaz ve toz bulutlarıdır.

Nebülozlar şekillerine göre üç sınıfa ayrılır: 1- İçlerinde birçok yıldız barındıran ve sınırları sonsuza uzanmış şekilde görünen düzgün olmayan nebülozlar; 2- Yuvarlak ve yassı görünümleri olan gezegen şeklindeki nebülozlar (çoğunun merkezlerinde çok parlak bir bölge bulunur); 3- Çok parlak ışıklı bir çekirdekle, onu helezon şeklinde saran ışıklı gaz kütlelerinden yapılan helezon şeklindeki nebülozlar. Göklerdeki böyle bir manzaraya, dünyadan 3.300 ışık yılı uzaklıkta bulunan kedigözü nebulası misâl verilebilir. Merkezindeki yıldızın etrafındaki halkaların analizinden, yıldızın 1.500 yılda bir defa madde püskürttüğü tahmin edilmektedir. Kayyum-u Ezelî olan Allah (celle celâlühü) nebülozları, yıldızların doğum yerleri olarak takdir etmiştir.

Nebülozlar Hangi Metotla İnceleniyor?
Yaratılışın kimyevî kanunları gereği, atomların yapısındaki elektronlar, ısı veya bir ışın tesiriyle fazladan enerji aldıklarında, kendine ait kararlı konumunu kaybederek, daha yüksek enerjili bir konuma geçerler. Elektron tekrar eski kararlı konumuna geri dönerken, aldığı enerjiyi o atoma has karakteristik dalga boyunda ışıma olarak yayar. Bu prensip semada da geçerlidir.

Nebülozların incelenmesinde, kendisine ulaşan ışığı dalga boylarına (renklerine) ayrıştıran spektroskopi cihazları kullanılır. Her atomun kendine mahsus bir ışık tayfı (spektrum) olduğundan, gaz ve toz bulutlarından gelen ışık, spektroskopi metoduyla renklerine ayrılır. Gözlenen farklı renkler, yıldızlar arası gaz ve toz bulutlarının hangi atomlardan teşkil edildiğini bize söyler. Meselâ bir yıldızdan 589 nanometre dalga boyunda bir ışımanın gelmesi, orada sodyum atomlarının bulunduğuna işaret eder.

Astrofizik araştırmacıları, bu ışımalardan faydalanarak, gökyüzündeki cisimlerde hangi elementlerin olduğunu tahmin ederler. Araştırmacılar, hidrojenin varlığını tesbit etmede çok zorlanmışlardır. Çünkü nebülozların yapısındaki bol miktardaki hidrojen en düşük enerji seviyesinde bulunduğundan, bu seviyedeki hidrojen ancak ültraviyole ışınlarını soğurabilmektedir. Dünya atmosferi de ültraviyole ışınlarının geçişini engellediğinden, yerdeki teleskoplarla nebülozlardaki hidrojenin tespiti mümkün olmuyordu. Atmosfer dışına gönderilen ültraviyole teleskoplarla, gaz bulutlarından yayılan 21 cm. dalga boyundaki radyo dalgaları incelenerek, nebülozların yapısındaki hidrojen atomlarının varlığı ancak keşfedilmiştir. Gaz bulutlarındaki daha başka elementlerin (sodyum, potasyum, kalsiyum, demir gibi) varlığı, 1970'lerde mikrodalga astronomisinin gelişmesi ile ortaya çıkmıştır.

% 99'u gaz olan nebülozlar, nötr ve iyonlaşmış atomlardan, serbest elektronlardan, moleküllerden yaratılmıştır. Bu gazın da yaklaşık % 75'i hidrojen ve % 25'i helyumdur. Gaz ve toz bulutlarındaki atomların yoğunluğu, yaklaşık 1 cm3 hacim içinde, birkaç atom olacak şekildedir. Atomik boyutlarda, 1 cm3'te bir kaç atomun bulunması, çok büyük bir boşluğu ifade etmektedir; bu Dünya ile Ay arasında birkaç adamın serbestçe dolaşmasına benzer. Deniz seviyesinde 1 cm3 havada 30 milyar kere milyar atomun bulunduğu dikkate alınırsa, yıldızlararası ortamda, atomların ne kadar seyrek olduğu daha iyi anlaşılabilir. Öyle ki, gaz bulutundaki iki atomun çarpışması için birkaç milyar yılın geçmesi gerekebilir. Gaz ve toz bulutları bu kadar seyrek yapıda olmalarına rağmen, bir gün kendi üzerlerine çökmek suretiyle bir yıldızın doğumuna vesile olabilmektedir.

Nebülozlar Nasıl Oluşur?

Nebülozlar birkaç değişik mekanizma ile oluşur: Birinci mekanizma, kütle çekim kuvvetine yenik düşen bir gaz bulutunun, yıldız oluşturmak üzere kümelenerek ısınmasına dayanır. Merkezin sıcaklığı belli bir değeri aştığında, ışıma yapmaya başlar ve etrafındaki gazı aydınlatır. İkinci mekanizma, bir yıldızın yakınında bulunan gaz bulutunun, yıldızın ışığını yansıtarak parlak (genelde mavi) gözükmesine dayanır. Üçüncü mekanizmada, yıldızdan gelen ültraviyole ışınlarıyla, enerjileri artan bulut içindeki gazların ışıma yapmasına dayanır. Ağırlıklı olarak hidrojen atomlarından teşkil edilen nebülozlar, hidrojenin kırmızı dalga boyundaki ışıması daha baskın olduğundan, kırmızı gözükür. Dördüncü mekanizmada ise, kedigözü nebulasında olduğu gibi ömrünün sonlarına yaklaşan büyük kütleli bir yıldızın kütlesinin bir kısmı uzaya saçılır. Bu şekilde yıldızın etrafında parlak ve gezegene benzeyen bir gaz bulutu görülebilir.

Gökleri araştıran bilim insanlarının şahitlik ettiği husus, sınırları hayal edilemeyecek kadar geniş olan şu kâinat sarayına yerküreden bakıldığında, kubbesinin de, çeşitli gök cisimleriyle birer nakış gibi işlenmiş olmasıdır. Bu nakışlardan biri olan nebülozlar da (gaz ve toz bulutları), yıldızlar ve galaksiler gibi, görenler ve akledenler için bir tefekkür tablosudur. İlmi ve kudreti sonsuz Yaratıcı, göklerdeki galaksiler arası boşluğu, nebülozlarla doldurarak, gökyüzünü de yeryüzü gibi, doğum ve ölümlere şahitlik eden bir hikmet tablosuna dönüştürmüştür.

Kaynak: Silk, Joseph; (Çeviri: Murat Alev), Evrenin Kısa Tarihi, TÜBİTAK popüler bilim kitapları, Ankara-Ağustos 2000) / ESO/NASA
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
16 Şubat 2012       Mesaj #77
Avatarı yok
Yasaklı
Türkiye'nin Üç Boyutlu Haritası
TÜBİTAK, ağustos ayında uzaya yolladığı ilk yer gözlem uydusu RASAT'ın uzaydan çektiği görüntüleri ücretsiz dağıtmaya başlayacak.

TÜBİTAK, bu yılın sonundan itibaren tüm Türkiye'nin iki boyutlu görüntülerini dağıtacak; gelecek yıl da Türkiye'nin görüntülerini üç boyutlu arazi modelleri ile yayabilecek. Yerli yazılım platformunda geliştirilecek web tabanlı arayüzle kullanıcılar çekilen görüntüleri anında görebilecek, güncel görüntü siparişlerini verebilecek ve istedikleri görüntüleri de ücretsiz indirebilecek.

Türkiye'nin, RASAT'la uydu teknolojilerinde özellikle diğer ülkelerle ilgili veri toplamada dışa bağımlılığı en aza inecek.

TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü Müdür Teknik Yardımcısı Dr. Emin Bank, büyük oranda yerli kaynaklarla Türkiye'de tasarlanıp üretilen ilk yer gözlem uydusu RASAT'ın 7,5 metre siyah beyaz, 15 metre çok bantlı görüntüleme yeteneğine sahip olduğunu anlattı.

93 kg ağırlığında olan ve 678 kilometre yükseklikteki yörüngede bulunan RASAT'ın çektiği bir kare görüntünün 900 kilometrekare alanı kapsadığını, bir kare görüntünün dosya boyutunun da 28,9 MB olduğunu belirten Bank, halen uydu depolama biriminin 32 kare görüntüyü depolayabildiğini, Nisan ayında yüklenecek yeni yazılımla hafızanın iki katına çıkacağını söyledi.

Bir kare görüntünün S band ile 160 saniyede, x band ile 4 saniyede indirilebildiğini aktaran Bank, ''Şu anda RASAT'tan istediğimiz an görüntü alabiliyoruz. Ankara'da bulunan yer istasyonundan günde 4 defa 10'ar dakika süre ile toplam 40 dakika haberleşme sağlayabiliyoruz'' dedi.

Türkiye Yeni Uydularıyla Güç Kazanacak

Bank, Türkiye'nin bu yılın sonuna kadar Türkiye ve yakın çevresinin 7,5 metre çözünürlüklü RASAT uydu görüntüleri ile kaplanmasının planlandığını bildirdi.
Bunun için Türkiye'yi kapsayacak yaklaşık bin 200 civarındaki RASAT uydu görüntüsünün kullanılacağını belirten Bank, bu görüntülerin Türkiye Coğrafi Bilgi Sisteminin temel altlık verisi niteliğiyle kamu kurum ve kuruluşlarının kullanımına sunulacağını açıkladı.

Gelecek yıl içerisinde stereo (üç boyutlu) görüntülerin de alınacağını ve Türkiye ile yakın çevresinin 7,5 metre çözünürlüklü Sayısal Arazi Modeli'nin elde edilmiş olacağını belirten Bank, şu bilgileri verdi:

''RASAT'dan elde edeceğimiz görüntüleri ulusal coğrafi bilgi sistemine buradan servis edeceğiz. Tüm bu görüntüleri kamuya açacağız ve bu görüntüler ücretsiz kullanılabilecek.

Biz artık RASAT'la 7,5 metre çözünürlükte Türkiye'nin arazi modeline sahip olabileceğiz. Halen ücretsiz olarak elde edilebilecek arazi modeli hassasiyetleri ile kıyaslandığında önemli hassasiyette bir veri oluşturacağımızı düşünüyorum. Diğer yandan dünyada istediğimiz yerin üç boyutlu arazi modelini çıkarabilme yeteneğini kazanmamızın da çok önemli olduğunu değerlendiriyorum. Bugüne kadar uçaklarımızla sadece yurtiçi görüntü alınabiliyor ve bunlarla arazi modeli oluşturabiliyorken bundan sonra istediğimiz yerin görüntüsünü alabilecek ve arazi modelini de oluşturabilecek güce kavuşuyoruz.''

RASAT'tan önce dünyanın herhangi bir noktasına ilişkin üç boyutlu arazi modellerinin alınması konusunda dışa bağımlılık bulunduğunu ifade eden Bank, ''Şimdi RASAT'la 7,5 metre çözünürlükte dünyanın istenilen bir bölgesinin fotoğrafını alabiliyoruz. Bundan sonra Türkiye'nin üreteceği diğer nitelikli uydularımızla daha da hassas görüntüler alabileceğiz'' şeklinde konuştu.

Yeni Yazılımlar Kullanılıyor

RASAT görüntülerinin şehir bölge planlama, ormancılık, tarım, afet yönetimi ve benzeri amaçlarla kullanılmasının hedeflendiğini ancak yakın kızıl ötesi kameradan yoksun olması sebebiyle bu hedeflerin kısmen sağlanabileceğini dile getiren Bank, şöyle konuştu:

''Dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla yazılım geliştirme, donanım tasarımı ve donanım üretimi konularında yerlilik oranını mümkün olduğunca artırmak istiyoruz. Yazlımda yüzde 87'lik bir yerlilik oranını hedeflenmiş durumda ve halen yüzde 68 oranında yerliliği yakalamış durumdayız. Görüntülerin yer istasyonunda OpenGIS uyumlu servislerle kullanıma açılması ve ihtiyaç duyulan arayüzlerin kendi uzmanlarımızca kolaylıkla geliştirilebilmesi amacıyla yerli yazılım kullanılmaktadır.

Geliştirmekte olduğumuz web tabanlı arayüz ile kullanıcılar çekilen görüntüleri anında görebilecek, güncel görüntü siparişlerini verebilecek ve istedikleri görüntüleri de ücretsiz indirebilecek. Önümüzdeki yıllarda daha kabiliyetli ve daha yüksek çözünürlüklü uydular elde edilecek ve bu görüntüler sağlanan platformdan sürekli yayınlanacak''

Yurt Dışından da Talepler Geliyor
Dr. Bank, RASAT'ın görüntülerinin Çin, Kore, Japonya gibi ülkelerden araştırma çalışmalarında kullanmak üzere talep edildiğini de belirtti.
RASAT görüntülerini inceleme amaçlı talep eden ülkelere kendi ülkelerine ait görüntü vermeyi planladıklarını dile getiren Bank, ''Ancak bir ülkeye başka ülkenin görüntülerini vermek Dışişleri Bakanlığından izin alınmasını gerektiren bir konu olacak'' diye konuştu.

Dr. Emin Bank, RASAT'ın alçak irtifalı yer gözlem uydusu olduğunu dile getirerek, ''Amerika ve Rusya 1960'larda uydu fırlattı. Bugün 8-10 ülke çok farklı niteliklerde, çok hassas çözünürlüklerde uyduları üretip, fırlatabiliyor ve işletebiliyor. Bunu göz önünde tuttuğumuzda bizim uzay teknolojisinin çok başında olduğumuzu, halen RASAT ile çok küçük bir işi başarmış durumda olduğumuzu, başta fırlatma yetenekleri olmak üzere kazanmamaız gereken çok fazla yetenek ve başarmamız gereken önemli hedefler olduğunun bilincindeyiz. Bu hedefleri yerleştirmek için Türkiye'nin bu alandaki yeteneklerini ortak bir paydada buluşturması ve etkin kullanması gerekiyor'' dedi.

Kaynak:Bilim org/Ntvmsnbc(13 Şubat 2012)
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:12
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
4 Mart 2012       Mesaj #78
Avatarı yok
Yasaklı
Marduk Dünya'nın Sonunu mu Hazırlıyor?
Son günlerin en tartışılan konularından Marduk’un keşfedilmesinin 20 yılı aşkın bir tarihi var. Keşfin öyküsü, NASA’nın 1983 yılında ikinci bir güneş sisteminin var olup olmadığını görmek için IRAS isimle uyduyu uzaya göndermesiyle başladı.Aylar sonra IRAS, Güneş Sisteminden 50 milyar mil uzaklıkta olan devasa bir gezegen keşfetti. Bu şaşırtıcı keşif, 21 Aralık 1983’te Washington Post gazetesinin birinci sayfasına “Gizemli Bir Gök Cismi Keşfedildi” başlığıyla haber oldu.

Marduk’un IRAS uydusu tarafından keşfedilmesinden 7 sene önce Azeri yazar Zekeriya Sitchin Sümerlilerin binlerce sene önceden kalan tabletlerini okuyarak her 3,600 senede bir Güneş Sistemi’ni ziyaret eden Marduk hakkında “12’nci Gezegen” adlı kitabı yayımlamıştı.

Sümer yazıtlarına göre, Marduk’un uydularından biri binlerce sene önceki bir ziyarette Tiamat adındaki bir başka gezegene çarparak, bugün Mars ile Jüpiter arasında bulunan Asteroid Kuşağının oluşmasını sağladı.Marduk’un dünyadan ilk olarak görülmesi ise 21 Ekim 2003’te Kaliforniya’daki Mount Palomar Gözlemevi’nden 1,22 metre boyundaki Oschin teleskobu ile oldu. Senelerce bu gökcismini gizliden gizliye takip eden Vatikan Astronomi Merkezi, sonunda konuyu ele almak üzere 19 ülkenin bilim adamını bir araya getirdi.

Marduk astronomlar tarafından 2003-UB-13 olarak adlandırıldı. Marduk hakkında yazılmış en ünlü kitabın sahibi Zecharia Sitchin’e göre gezegenin 7 uydusu bulunuyor.Nam-ı diğer Nibiru ve Eris hakkında en ünlü ikinci kitabın yazarı ise Andy Lloyd. Lloyd’a göre Güneş’in ölü ikizi olan Kara Yıldız sistemi, Marduk dâhil olmak üzere 7 gezegen içeriyor. Bu gezegenlerden altıncısı 6 bin sene önce Sümerlilere hayat veren uzaylı olduğu öne sürülen “Annuaki”nin yaşadığı Dünya benzeri bir gezegen.

Kara Yıldız sisteminin son ve yedinci gezegeni Marduk ise, Lloyd’a göre 7 uydusu ve arkasında kuyruk gibi uzanan uzay enkazı ile bir savaş üssü hatta savaş gemisi görevi görüyor.

Dünyanın Manyetik Alanları Marduk Gelişi ile Nasıl Etkilenecek?
Her ne kadar bilim adamları henüz üzerinde tam bir görüş birliğine varmamış olsalar da Marduk’un yaklaşmasının dünya üzerinde de ciddi etkilerinin olabileceği belirtiliyor. Bunların başında ise yerküreyi zararlı ışınlardan korumak gibi hayati bir işlevi de olan manyetik alanın etkilenmesi geliyor.

Marduk’un manyetik alan üzerinde ciddi bir sapmaya neden olması neticesinde devasa dalgaların oluşmasından, şiddetli depremlerin görülmesinden, volkanların faaliyete geçmesinden ve yıkıcı hortum ile fırtınaların ortaya çıkmasından korkuluyor.

Bu kadar ciddi sonuçlarının olmasından korkulan bu gökcismini bu kadar yakından takip eden ilk kuşak elbette ki biz değiliz. Mayalar, oluşturdukları bir takvimde Marduk’un seyrini ve Güneş Sistemi’ne girişine de yer verdiler.Söz konusu bu Haab takviminin sona erdiği gün ise Marduk’un gelişini gösteriyordu. Bu takvimin son günü Gregoryan takviminde yani şu an bizim kullandığımız modern takvimde 21 Aralık 2012’ye denk geliyor.

Maya’lara göre Haab takviminin sonu ile 5’inci Güneş Dönemi sona erecek ve insanlık 6’ıncı Güneş Dönemine girecek. Bazı uzmanlar, Haab takviminin sona ermesinin dünyanın kendi ve güneş etrafında dönüş süresinin değişeceğini, yani bir başka deyişle bir gün ve bir yılın uzunluklarının değişeceğini savunuyor.

İşte Felaket Senaryoları:
* Dünyanın Kuzey ve Güney manyetik kutuplarının konumları değişecek,
* Dünya ekseni 180 ile 240 derece değişerek Güneş’e olan sabit konumunu kaybedecek,
* Ekvator çizgisinin konumundan sapması ile iklim değişiklikleri baş göstermeye başlayacak,
* Ortaya çıkan manyetik çekim gücü, erimiş demir haldeki dış çekirdeği yer kabuğuna yakınlaştıracak ve tüm yanardağlar patlama noktasına gelecek.
* Manyetik titreşimlerin bozulması ile okyanusların altındaki su akıntıları durma noktasına gelecek ve zamanla ısınan-durağanlaşan su, deniz yaşamına imkân vermeyecek,
* Büyük parçalar halinde erimeye devam eden kutuplar yok olma noktasına gelecek.
* Dünyanın değişen ekseni ile güneşe tekrar konumlanması ve kuzey manyetik kutbunun Siberya’ya kayması, bugün çöl ve kurak olan alanları su cennetine çevirecek.
* Kutupların erimesi ile okyanuslara yayılacak tatlı su, ısı-tuz dengesini bozacak ve golfistrm akıntısının durması ile başta Kuzey-Batı Avrupa ve Kuzey-Doğu Amerika olmak üzere birçok coğafyada dondurucu soğuklar baş gösterecek,
* Yer kabuğu altındaki lav ve yer katmanlarının hareketleri ile depremler görülmeye başlayacak ve şiddetleri ile sayıları Marduk yaklaştıkça artacak.

İddialara Göre Gün Gün Marduk’un Seyri
Ortaya atılan teorilere göre, Marduk, 21 Aralık 2012’de, yani Haab takviminin son gününde ikinci bir güneş gibi tepemize dikilecek ve Ay ile neredeyse aynı büyüklükte gözükecek.
* Marduk, Dünya ile iki kere yakınlaşma gösterecek. Bunlardan ilki 7 Eylül 2012’de gerçekleşecek ve bir süre boyunca yaklaşma-uzaklaşma hareketi devam edecek. Son yaklaşma ise 27 Nisan 2013’te olacak.
* Bir diğer iddiaya göre ise bu yaklaşma hareketi farklı bir takvime göre olacak. Marduk en yıkıcı etkisini sadece 21 Aralık 2012’de göstermeyecek. Çünkü Dünya, 14 Şubat 2013’te Marduk ile Güneş arasına girecek. Araştırmacılara göre en korkunç deprem, sel ve fırtınaların yaşandığı tarih bu gün olacak ve yer kabuğu buruşturulan bir kâğıt gibi bozulacak. Milyarlarca insan hayatını kaybedecek, hayatta kalanlar açlıktan kırılacak. Marduk, Güneş Sistemi’ni 1 Temmuz 2014’te terk edecek ve manyetik alanlar üzerindeki etkisi azalmaya başlayacak.
* Eğer sanıldığının aksine, Marduk, Mars ile Jüpiter’in değil, Mars ile Dünya arasına girerse, Marduk’un uydularından biri Dünya’ya çarpabilir. Bu durumda Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki döngüsü en az 3 gün duracak. Bir tarafta 3 gün aydınlık, diğer tarafta 3 gün karanlık olacak. Tüm iletişim ve enerji ağı çökecek.

“Herşey Güzel Olacak” Diyen de Var

Mayalardan kalan bilgiler doğrultusunda Dünya’nın içine gireceği 5’inci Güneş Dönemi’nin tam bir aydınlanma ve barış safhası olacağına inanan insanların sayısı hiç de az değil.İnternette sayısız sitede gruplaşan insanlar, 2012’de insanlığın uzaylı ırklarla sonunda tanışacağını ve uzayın birçok köşesinden gelen ırklar ile kusursuz bir barış sürecinin başlayacağını düşünüyorlar.Diğerleri ise Dünya’nın içine gireceği yüksek titreşim frekansları ile evrenselliğin; bilim, tıp, arkeoloji ve sanatın tavan yapacağı yeni bir rönesans devrinin başlayacağını öngörüyor.
Kaynak:Teknik-Bilim
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:13
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Mart 2012       Mesaj #79
Avatarı yok
Yasaklı
Uzay'a İlk Roketi Osmanlılar Gönderdi
ABD’de yayınlanan Weekly World News adlı dergi dünyada insanlı ilk roketi ABD’lilerden 330 yıl önce 1633′te Türklerin İstanbul’da fırlattığını yazdı. Haberini, Norveç Havacılık Müzesi Müdürü Mauritz Roffavik’in açıklamasına dayandıran dergiye göre, Hasan Çelebi adlı Türk, barutla çalışan iki katlı roketi 1633 yılında yaptı. Bu roket ateşlendikten sonra denize düşmeden önce 2,5 km yol aldı. 30 metre boyundaki roketin orta bölümüne yerleşen Hasan Çelebi de ilk kez gerçek anlamda roketli uçuş yapan ilk insan oldu.

300 Metre Yükseldi ve Paraşütle İndi
Hasan Çelebi’nin roketinin ana motorunun çevresinde 6 küçük motor daha bulunduğunu ve bu küçük motorların, roketi havaya yükselten ilk kademeyi oluşturduklarını anlatan Norveçli Roffavik, ‘‘İlk kademede yer alan bu roketlerin yakıtı tükendiğinde, ikinci kademeyi oluşturan ve daha büyük olan ana motor devreye girdi ve roketin daha da yükselmesini sağladı’’ dedi. Roffavik, 300 metre yükseğe ulaştığında, Çelebi’nin roketi terk ederek, havada kaymasını sağlayan ve bir tür paraşüt olan araç yardımıyla yavaşça denize indiğini kaydetti.

Osmanlı’da Roket Birlikleri de Vardı
Haberde, daha sonra roketin denize düştüğü, Hasan Çelebi’nin ise yüzerek kıyıya çıktığı belirtildi. Bu arada, 15. yüzyılda Osmanlı ordusunda roket birlikleri bulunduğu da ileri sürülen haberde, düşman mevzilere yönlendirilen bu roketlerin korku ve panik oluşturduğu ifade edildi. Roffavik, Hasan Çelebi’nin ilk insanlı uçuşta kullandığı roketin bulunması için çalışıldığını, roketi Norveç Havacılık Müzesi’nde sergilemek istediklerini söyledi.

Ünlü Enstitü de Bilgileri Doğruladı
Derginin haberine göre, Norveçli Roffavik’in ilginç açıklaması, Smithsonian Enstitüsü Uzay Araştırmaları Bölümü Başkan Yardımcısı Frank Winter tarafınca da doğrulandı. Winter, ‘‘Türk roket adam Hasan Çelebi’nin 1633′teki denemesi şimdiye kadar kayıtlara geçen ilk insanlı uçuş denemesidir’’ dedi.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde anlatıldığına göre deneme şöyle oldu: “Murad Hân’ın Kaya Sultân isimli kızı dünyaya geldiği gece akika kurbanı şenliği oldu. Bu Lagarî Hasan elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek îcad eyledi. Sarayburnu’nda Hünkâr huzurunda fişenge bindi ve şâkirtleri (yardımcıları) fitili ateşlediler. Lagarî, “Padişahım seni Huda’ya ısmarladım. İsa Nebi ile konuşmaya gidiyorum” diyerek semaya fırladı. Yanında olan diğer fişekleri ateşleyip rûy-u deryâyı çırağan eyledi. Fişengi kebirinin barutu kalmayınca zemine doğru inerken kartal kanatlarını açarak Sinan Paşa Köşkü önünde deryaya indi ve padişahın huzuruna geldi. Zemini bûs ederek, “Padişahım, İsâ Nebî sana selam söyledi” diyerek şakaya başladı. Bir kese akçe ihsân olunup 70 akçe ile sipahi yazıldı.”

Filme de Konu Olmuştu
Dünyanın ilk roketçisi Hasan Çelebi, Türkiye’de Lagari Hasan Çelebi olarak tanınıyor. ‘‘İstanbul Kanatlarımın Altında’’ filmine konu olan Hasan Çelebi, 4′üncü Murat’ın kızı Kaya Sultan’ın doğduğu gece Sarayburnu’ndaki şenlikler sırasında uçma denemesini gerçekleştirdi. *

Kaynaklar:
*Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, c. I, sh. 670-671;
*Döğen, Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi, c. I, sh. 337-338; c. II, sh. 548-549;
*Ersoylu, Halil, “Türklerin İlk Uçan Adamları”, sh. 44-46;
*Weekly World News, Aralık 1998
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:14
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
19 Mart 2012       Mesaj #80
Avatarı yok
Yasaklı
Hassas Dengeler
Güneş ve Dünya arasındaki uzaklık, evrendeki hassas dengelere ve mükemmel düzene verilecek en güzel örneklerden biridir. Bu uzaklığın çok az bir oranda azalıp çoğalması, dünya üzerindeki tüm canlıların bir anda sonu demektir. Zaten güneş sistemindeki öteki gezegenlerde hayatı aramak için girişilen faaliyetlerden hiç bir sonuç alınamadığına göre, hayat yalnız bizim mavi gezegenimizde mevcuttur. Bu konuda yürütülen bilgisayar sonuçları hep aynı gerçeği haykırıyor! Güneşten gelen ışınların en uygun dalga boyunda, en uygun oranda ve miktarda, en uygun açıyla gelmeleri, olağanüstü bir düzenlemenin, şansa bağlı ve bağımlı olmayan bir plânlamasıdır.

Uzay her gün genişliyor, şişiyor ve büyüyor. Genişleyen evren teoremine göre, en uzak galaksiler, bize daha yakın olanlara göre daha hızlı uzaklaşıyorlar.

Evrendeki izotropik özellik, bilimcileri şaşırtmaya devam ediyor. Evrende, nereden nereye bakarsak bakalım, hep aynı değere sahip bir ışımanın eşdeğeri olan sıcaklık değerini görüyoruz. -270 derecelik bir sıcaklık değeri tüm uzayı doldurmuş durumda. Eskiden bu değer daha sıcaktı.

Evrenin yaklaşık 15 milyar yıl yaşında olması, bilim kurgu hikayelerinde sözü edilen bir fantezi değil; gerçek bir evren yasası olarak karşımızda duruyor. O zaman, tüm maddenin canlı cansız her nesnenin, her cisim ve bedenin aynı yaşta olması, garip ama çarpıcı bir sonuç olarak zihnimize yer ediyor.

Misalleri çoğaltmak, uzak ve yakın çevremizdeki tüm olayların ve nesnelerin bulunuş konum ve koşullarını örneklendirmek için, kalemler orman, mürekkepler okyanus olsa yine de söz bitmez!

Kozmoloji dalında dünyada bir numara olarak bilinen Cambridge Üniversitesinin usta bilimcisi Prof. Stepen Hawking, “The Brief History of Time : Zamanın Kısa Tarihi” adlı orijinal kitabında şunları anlatır. (shf: 121):

“Evren Big Bang denilen yaratılış anından beri kritik bir hızla genişliyor. Büyük Patlamadan bir saniye sonra, evrenin genişleme hızı, yalnızca yüzbin milyon kere milyonda bir oranından az olsaydı bile, evren daha bugünkü büyüklüğüne erişmeden çökmüş olurdu”.

Bu gözleri kamaştıran ahenk, mükemmellik, nizam ve dengeyi, evrenin her köşesinde görmemiz mümkündür. Hawking, sözkonusu kitabında devam ediyor: (shf: 125)

“Evren niçin gördüğümüz gibi özelliklere sahip?” Çünkü diyor, bilimci “Başka türlü olsaydı, biz burada olmazdık!”

Fransız Bilim Akademisi üyelerinden bir başka bilimci Jean Guiton’da, “Tanrı ve Bilim” kitabında (Semavi Yayınları, Çev: Yaşar Avunç) şöyle sesleniyor (shf: 55).

“Olanlar, başka türlü olamayacakları için oldukları gibidirler!”

Atmosferde çok az miktarda bulunan ve fakat etkisi son derecede yaygın ve dikkatle izlenmesi gerekli olan bir gaz vardır. Bu gaza “Ozon” diyoruz. Kendine has bir kokusu olan bu gaz, açık mavi renktedir ve az miktardaki konsantrasyonu dahi zehirlidir. Yere yakın seviyelerde çok az miktarda görülen bu gaz, şimşek çakışı sırasında fotokimyasal reaksiyonlar sonucunda oluşur.

Ozonun daha ziyade kimya sanayiinde kullanıldığı bilinmektedir. İçme sularının temizliği ve yüzme havuzlarının sterilize edilmesi gibi bir hayli geniş kullanım alanları vardır.

Aslında bilimcilerin üzerinde durdukları konular bunlar değildir. Ozonun küremiz üstünde, yaklaşık 25 kilometre yukarılarda, olağanüstü incelikte bir tabakası vardır ki, uzmanları şaşkına çeviren işte bu kuşaktır. Dünyanın etrafını çepe çevre çeviren bu incecik ozon kuşağı, güneşten gelen tehlikeli mor ötesi ışınları burada tutar. Bizler mor ötesi (ultraviyole) ışınları gözümüzle göremeyiz. Bu ışınların dalga boyları, 0.4 mikrondan daha küçük oldukları için, gözün hassas tabakasındaki sinir uçlarını uyarmaz. (Mikron, milimetrenin binde biridir) Mor ötesi ışınlar, canlılar için o kadar zararlıdır ki, eğer bu ışınlar olduğu gibi yer yüzüne ulaşmış olsaydı, tüm canlı hayat bir anda yok olurdu.

Son zamanlarda ozon kuşağının “delindiğine” ait çeşitli haberlerin basında yayınlandığı dikkate alınırsa, konunun güncel bir hal aldığı ve etkilerinin neler olabileceği akla gelebilir.

Aslında gökyüzünde “delik” olamaz! Ancak sürdürülen araştırmalar ve konu ile ilgili uzmanların yaptıkları gözlemler sonucunda, özellikle güney kutup bölgesinde, Antarktika üzerine denk gelen üst atmosfer tabakalarında ozon gazının hissedilir ölçüde azaldığı anlaşılmıştır. Bu azalmayı önlemek ve tabiatın hassas dengelerini tekrar eski durumuna getirmek için uluslararası hukuk otoriteleri ile atmosfer bilimcileri hükümetlere tedbir önerileri sunmaktadır.

Gerçekten tabiattaki hassas dengelere verilecek en güzel örneklerden biri de, kuşkusuz ozon gazının şimdiki seviyesindeki miktarıdır.

Ozon gazının Stratosfer içinde bulunması, önemli bir kimyasal reaksiyonun meydana gelmesini sağlar. Stratosferdeki iki atomlu oksijen molekülü, güneş ışığının mor ötesi bandındaki ışınlarını tutar ve sonuçta, oksijen molekülü iki tane ayrı ayrı oksijen atomlarına ayrılır. Bu ifadenin kimya dilindeki anlamı ise şöyle verilir:

Oksijen molekülü + ışık = Oksijen atomu + Oksijen atomu

Böylece parçalanan oksijen molekülünden elde edilen bir oksijen atomu, bu kez diğer bir oksijen molekülü ile birleşerek, üç atomlu Ozon gazını oluşturuyor.

Oksijen atomu + Oksijen molekülü = Ozon

Ozonun böyle bir kimyasal reaksiyonla sürekli olarak meydana gelmesi, Stratosferde aşırı bir birikime neden olabilir. Bunu önlemek için, bir yandan oluşan ozon gazı, Güneşten gelen mor ötesi ışınlarla tekrar parçalanır:

Ozon + Güneş ışığı = Oksijen atomu + Oksijen molekülü

Böylece, bir yandan Ozon gazı oluşurken, öbür yandan parçalanmakta ve bu reaksiyonlar sırasında güneşten gelen mor ötesi ışınlar tutulup emilmektedir.

Peki, Ozon bu tabakada bulunmasaydı, mor ötesi ışınların tümü yer yüzüne ulaşsaydı ne olurdu?Bunun cevabını kanser hastalıkları uzmanları ile atmosfer fiziği uzmanları şöyle açıklıyorlar:

Mor ışınların 0.4 mikron dalga boyunda oldukları ve bu değerden daha küçük dalga boylarının mor ötesi ışınları oluşturduğu ve bunların da göze görünmediği belirtilmişti. Bilimciler, mor ötesi ışınları da dalga boylarına göre genelde iki gruba ayırıyorlar. Birinci guruba “Ultraviyole B” ismini veriyorlar ve bu grubu, “UV-B” kısaltması ile gösteriyorlar. UV-B mor ötesi ışınların dalga boyları, 0.29 mikronla 0.32 mikron arasında değişiyor. İkinci grup ultraviyole ışınları, 0.24 ila 0.29 mikron arasındaki dalga boylarına sahiptir ve onları da UV-C kısaltması ile ifade etmek âdet olmuştur.

UV-B ışınlarının YETERLİ dozda alınması, vücutta son derecede önemli gelişmelere neden olur. Organizma faaliyetleri düzene girer, bebeklerin kemik gelişmesi hız kazanır, metabolizma aktivitelerinde uyum sağlanır. Bu yüzden, UV-B ışınlarına, “Biyolojik Aktivite” ismini de veriyorlar. “Güneş giren eve doktor girmez” diyen atalar sözü ne kadar haklıdır!

Öte yandan, UV-C ışınlarının az dozda alınması bile vücutta önemli aksamalara hatta ciddi tahribata sebep olur. Canlı hücre içindeki DNA ve RNA dediğimiz nükleit asitlerle proteinleri bir anda yok eder. Bugün için, UV-C ışınları Stratosferdeki Ozon tabakası tarafından tamamen tutuluyor ve dünyaya en ufak bir doz bile gönderilmiyor.

UV-B ışınlarına gelince; bunların bir kısmı, yine Ozon tabakası tarafından emiliyor ve pek azı yer yüzüne ulaşıyor. Vücudun güneşte kalan derisinin kahverengi ile koyulaşmasının nedeni, işte bu UV-B ışınlarının yeterli dozda alınmasıdır. Eğer “yanacağım” diye, UV-B ışınlarına uzun süre maruz kalınırsa, kişinin deri kanserine yakalanma riski artar. Deri kanserinin bu çeşidine, tıp dilinde, “Malignant Melanoma” diyorlar.

Amerika Birleşik Devletlerinde Çevre Koruma (EPA) yetkililerinin yaptıkları istatistiki değerlendirmelere göre, sonuçlar son derecede dikkat çekici ve ürpertici boyutta bulunuyor. Stratosferdeki Ozon konsantrasyonunda sadece %1 değerindeki bir azalma bile, her yıl Malignant Melanoma tipi kanser hastalıklarında, % 5 oranında bir artışa eşdeğer oluyor.

Aslına bakılacak olursa, yalnız Amerika Birleşik Devletlerinde değil; tüm ülkelerde, Malignant Melanoma kanserinin son yıllarda önemli oranlarda arttığı gözleniyor. Uzmanlar, bu sonucu insanların güneş ışınlarına daha duyarlı spor giysiler giyinmeyi tercih etmelerine ve yaz sıcağında güneş altında daha uzun süre kalmalarına bağlıyorlar.

Tıp otoriteleri, UV-B tipi ışınların sebep olduğu kanser tehlikesinin yanında, organizmanın diğer önemli fonksiyonlarının da olumsuz yönde etkilendiğini ısrarla dile getiriyorlar. Vücudun doğal savunma sistemi olarak bilinen bağışıklığın yavaşlayacağı ve böylece hastalıklara yakalanma ihtimalinin artacağı bildiriliyor. Hepatit hastalığının yanında, parazitlerin sebep olduğu hastalıklar ve çeşitli virütik rahatsızlıklarda önemli derecede artışların yaygınlaştığı verilen bilgiler arasında bulunuyor. Atlanta Üniversitesinden bir araştırma gurubu, yaptıkları seri inceleme sonuçlarını geçenlerde açıkladılar. Sonuçlar son derecede ‘çarpıcı’ olarak değerlendiriliyor. Bu araştırma grubunun sürdürdükleri incelemelere göre, göz hastalıklarında ozon delinmesine karşı hassasiyet giderek artıyormuş. Yayınlanan raporlara bakılırsa, ozon konsantrasyonunda her %1 oranındaki azalma, yine Amerika Birleşik Devletlerinde, 25.000 katarakt hastalığına neden oluyormuş.

“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer; 49) âyetinin en geniş anlamı ve açılımını bu misalde de görmek mümkündür. Bu asrın insanlarına gösterilmiş, dikkatleri çekilmiş, ibret ve ders alınması için üzerinde ısrarla durulmuş bu çeşit bilimsel hakikatlere bakıp da, “göremeyenlere” ne yazık!

Kaynak: Bilimvadisi (Taşkın Tuna)
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:14

Benzer Konular

5 Ağustos 2018 / nötrino Uzay Bilimleri
25 Kasım 2016 / Hi-LaL Çevre Bilimleri
21 Şubat 2015 / _PaPiLLoN_ Biyoloji
10 Nisan 2018 / Muhabbetci Müslümanlık/İslamiyet