Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 64

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.405 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #631
arwen - avatarı
Ziyaretçi
aşk anılarda gizliydi.Msn Sad

Sponsorlu Bağlantılar

Her gün aynıydı kız için mutsuz ve hüzün dolu… Ta ki onu tanıyıncaya kadar. Sevilmenin keyfine varıp olabildiğince sevinceye kadar. Hayatta olan her şeyin yaşamak için bir amacı olduğunu bunların en yücesininse sevgi olduğunu anlayıncaya kadar…

Sonunda ömrü boyunca aradığı şeyi bulmuştu ; sonunda güvenecek inanacak birisini bulmuştu . Kıza sadece mutluluğu yaşatacak kişiyi bulmuştu. Sanki onunla doğmuş, hayatta ki tüm güzellikleri onunla keşfetmeye başlamıştı. Mutluydu ve mutlu olmaya devam edeceğini sanıyordu. Her geçen gün kızın sevgisini daha da artırıyordu daha çok bağlanmaya başlamıştı, çocuğa, her saniyesini onu düşünerek değerlendiriyordu. Kızın sevgisi ne kadar arttıysa çocuğun ilgisi ise bir o kadar azalıyordu. Halbuki çocuk hiç aklında yoktu kızın hiç düşünmemişti onu sevip onun için canını bile feda etmeyi göze alacağını ama olmuştu işte bunun tek açıklaması vardı o da KADERdi. Kader karşılaştırmıştı onları ve Tanrı istemişti birbirlerini sevmelerini. Onlar ise çaresiz boyun eğmişlerdi bu isteğe ve mutluydular. Ta ki çocuk bu AŞK’a karşı koymaya başlayıncaya kadar…

Kız hayatı yeni yeni öğrenmeye başlıyordu. İnsanları yeni yeni tanıyor ve yaşamın acımasızlığını yeni keşfediyordu. Ve tüm bu karmaşanın içinde bulmuştu onu… Sevmiştide hem de sonsuz. Çocuk onun için hayatın karmaşasından kurtulmak için sığınacağı bir liman gibiydi. Onu sonsuza kadar koruyabilecek, en acımasız dalgalara sırf onu koruyabilmek için gözünü kırpmadan göğüs gerebilecekti. Hayat gibi AŞK’ın da acımasız olduğunu bilmiyordu aslında biliyordu ama inanamıyordu bir türlü buna. Birlikte geçirdikleri her dakika kız için hayatının en mutlu zamanlarıydı. Çocuğun yanından ayrılası gelmiyordu. Elini tutması, sarılması , saçlarını karıştırması, kulağına seni çok seviyorum diye fısıldaması kız için tüm dünya’ya bedeldi. Halbuki çok çabuk kaptırmıştı kendini çok çabuk kanmıştı yapmamalıydı. Karşısındaki canın ta içi bile olsa bu kadar gözü kapalı güvenmemeliydi. Her şey gibi AŞK’ta büyüsünü yitirirdi çünkü, geride sadece sevgi kalırdı ve oda hiç var olmamışsa bu duygudan geriye sadece anılar kalırdı ve onlarda çok çabuk unutulurdu elbet. Kız sevmişti hem de çok, çocuk ise aşıktı beklide çok, ama anlaşılan sevmemişti çünkü bir kalemde silmişti kızı. Anılarda unutulacaktı er ya da geç, kızın boşalan yerini bir yenisi dolduracak ve kolayca unutturacaktı onu. Ama kız unutamazdı ona bu AŞK’tan miras kalan bir tek anılar değildi SONSUZ SEVGİSİNE birde SONSUZ ÖZLEM eklenmişti artık. Bir başkasına “aşkım” demek “seni çok seviyorum” demek imkansızdı onun için. Artık hayat anılarda anlam kazanıyordu.

Yıllar sonra bir gün karşılaştılar. Çocuğun eli başka bir kadının beline dolanmıştı yanlarında ise küçük bir çocuk BABA diyerek onun paçalarını çekiştiriyordu. Çocuk mutluydu yani öyle gözüküyordu. Kızın tüm umutları sönmüştü. Belki hatasını anlarda geri gelir diye beklediği o, artık başkasına aitti. Biran duraksadı ve düşündü sadık sevgisiyle bağlandığı hayatı birlikte aşacağını onu hep koruyup kollayacağını düşündüğü insan GÜVENDİĞİ İNANDIĞI insan O’muydu. Olamazdı bir yerlerde bir yanlışlık vardı. Çünkü kızın sevdiği çocuk o değildi kız aslında hayattan korkmuş hatıralara sığınmış ve sadece beklemişti… Artık gücü kalmamıştı bekleyemezdi. Beklememeliydi zaten anılarda can bulmak istiyordu yaşamının en mutlu dakikalarını bir ömür boyu yaşamak istiyordu. Elini sol göğsünün üstüne YÜREĞİN ATTIĞI YER’e götürdü. Hiç bir şey duyumsamadı. Daha sıkıca bastırdı ve dinledi fakat orada olmasını umduğu yürek başka bir can da atıyordu; çocuğun yüreğinin içinde… Bu yıllardır böyleydi zaten ne zaman kalp atışlarını dinlemek istese elleri boşlukta kalır duyumsadığı tek şey ise acı olurdu. Bugünden sonra artık dayanamazdı geri dönmek istiyordu anılarına geri dönmek ve düşündü… Gerçekten sevmiş miydi yoksa sadece hayata karşı bir korkumuydu bu bir kere incinen yüreğini bir daha incinir korkusuyla ondan başka kimseye açmamıştı. Ama olsundu hayatında sadece bir kere sevmişti hem de SONSUZ sevmişti. Anılarını düşündü her bir yenisi hatırladıkça yüzünde hafif bir tebessüm oluşuyordu. Ve o günü hatırladı; terk edildiği o günü yüzündeki tebessümü gözlerindeki yaşlar siliverdi yüreğindeki bir damla mutluluğu ise kıskanç hüzün boğdu, hiçbir şey eskisi gibi değildi OLAMAYACAKTIDA… Ama kız anılarında mutluydu. Deniz kenarına gitti eskiden korkarak baktığı azgın dalgalar onu ürkütmüyordu artık. Yükselen her bir dalga anılarını getiriyordu kıza. Esen rüzgar sevdiğinin nefesini, batan güneş ise yitirdiği AŞK’ını hatırlatıyordu. Anılarına kavuşmak istiyordu, denize doğru ilerledi attığı her adımda içine bir sevinç doğuyordu azıcık kalmıştı şu son adımla birlikte mutluluk onu karşılayacaktı. Son adımı da attığı anda çocuk kızın elinden kavradı, sarıldılar yine el ele tutuştular kız ağlıyordu çocuğun ise gözleri dolmuştu sahil boyunca yürüdüler çocuk “Ben de seni bekliyordum AŞKIM nerelerde kaldın” dedi. Kız konuşmadı sadece tebessüm etti ve mutluydu çünkü ANILARINA KAVUŞMUŞTU…,

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #632
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Farzederek Yaşayamazsın

Sponsorlu Bağlantılar

Hayat, farzetmek değil; gerçektir gerçek!


Kâmuran Esen



Yaşamdan bir kesit......

Yarı uyur yarı uyanık geçirdiği gecenin sabahında, iki kişilik yatakta açtı gözlerini yeni güne. Tek başına.......Göz alabildiğine uzanan ovada yalnız yaşayan bir ağaç gibiydi. Büzülmüştü koca karyolanın kenarına. Öyle bir büzülmüştü ki, bomboş bir çekmecenin köşesine sıkışmış ince bir gömlek düğmesine benziyordu.Ya da, içi çoktan boşaltılmış kavanozun dibinde kalmış kırık bir pirinç tanesine... Yattığı pozisyonda kalkmıştı, demek ki gece boyunca hiç kıpırdamamıştı. Sağ tarafına yatmıştı. Sol yanının boş olduğunu bildiği için hiç o tarafa bakmıyor, sağ tarafından kalkıyordu yataktan. Yine öyle yaptı. Bakmadı ama, aylardır hiç baş konmayan ikinci yastığın öylece duruyor olduğunu bilmek, içini burkmuştu.

Salona çıktı. Salon çok büyük göründü gözüne. Üzerine bol gelen bir giysi gibiydi, dönüp duruyordu üzerinde.Banyoya gitti, lavaboya yöneldi. Solgun, avurtları çökmüş bir yüzle gözgöze geldi aynada. Günler önce çıkarıp lavaboya koyduğu sabun hâlâ yarı bile olmamıştı. ” Hıııııım! ” dedi.....” Demek ki küçücük sabun, bir kişiye bir ay dayanıyor.......Hiç birşeyi bitiremiyorum tek başıma."... Soğuk suyu yüzüne çarpıp ferahlamak istedi ama nafile!

Muftağa girip buzdolabını açtı. Yalnız kaldığından bu yana, her zaman yiyecekleri sığdıramadığı dolabın yarısı boştu. Yarım kilogramlık sebzeler, küçük bağ halindeki yeşillikler; dolabın bir köşesine adeta büzülmüşlerdi.Yarım kilogram taze fasulye, bir o kadar domates, yine yarım kilo ıspanak. “ Benim içim yaşam, artık yarım kilogramlık,” diye düşündü.

Düz ve küçük bir tabağa üç zeytin, küçük bir dilim peynir , ince bir dilim ekmek koydu. Portakal suyu hazırlamalıydı kendine. Şu çay içmeme alışkanlığı, sıkıntı veriyordu kahvaltı saatlerinde. ” Boş ver portakal suyunu,” dedi. Büyükçe bir bardağa su doldurdu. Kahvaltı tabağını, bardağı mutfaktaki masaya usulca bıraktı. Boğazı düğüm düğüm, bir sandalyeyi çekip oturdu. Lokmaları isteksiz isteksiz geveledi. Dili; fazla pişmiş, hatta kurumuş, üzeri yarılmış ve bayatlaşmış bir kurabiye gibiydi. Ağzının içinde döndükçe avurtlarına, dudaklarının iç kısmına batıyordu.Tabağı, içindekileri bitiremeden mutfak setinin üzerine bıraktı.

Salonun bir kenarında , ütülenecek birkaç parça çamaşır duruyordu sepette. Şöyle bir baktı, hep kendisine ait çamaşırlardı. Bir haftada biriken çamaşır, sadece birkaç parçaydı. Bir zamanlar yıkamaya, ütülemeye yetişemediği, ama artık çamaşır sepetinde hiç görmediği çamaşırları ve onları giyeni düşündü....” Lânet olsun! ” diye söylendi.

Derken, akşam boşaltmayı unuttuğu koca poşeti gördü. Eline alıp, mutfağa yöneldi. Bir gün önce almıştı marketten. Poşetten; margarin paketinden biraz büyükçe üç tane saklama kabı, iki porsiyonluk yemeğin doldurabileceği büyüklükte iki çelik tencere, bir tane de oyuncak gibi küçük bir tava çıktı. ..” Şim’den sonra, böyle küçük kaplar gerekecek bana, “ diye iç geçirdi...” Tek kişilik.”

O gideli beri, bir sessizlik vardı evde. Büyük bir coşkuyla çalan davullar , dönen değirmenler susmuştu sanki. İşte bu sessizlik ve yalnızlık, taşımakta zorlandığı bir yüktü omuzlarında. O yükü indirecek bir durak yoktu.Yalnızlığı, gidenin yokluğu; gelip yüreğine oturdu. Kara bir yılan gibi çöreklendi. Yüreğinin, bir değirmen taşının altında kalmışçasına ezildiğini hissetti.....İçi öyle dardı ki ! Küçülmüş küçülmüş, incir çekirdeği kadar kalmıştı.

O’nun yokluğuna, yalnızlığa alışması gerekiyordu. Ama nasıl? Düşündü düşündü, aklı sıra bir çözüm buldu. Dudaklarına acı bir gülümseme kondurarak, şöyle dedi kendi kendine:

* Sabahları yalnız uyandığında; O’nun, erkenden kalkıp işe gittiğini ya da bir iş gezisine çıktığını farzedebilirsin.

* Tek başına kahvaltı ederken, O’nun sabah uykusundan henüz kalkmadığını farzedebilirsin.

* Ütülenecek çamaşırların sadece kendine ait olduğunu gördüğünde ise; yine en sona kendi çamaşırlarım kalmış ütülenecek, diye farzedebilirsin.

* Akşam yemeğini yalnız yerken; O, akşam yemeğini dışarıda yiyecek, geç gelecek diye farzedebilirsin.

* Buzdolabını neredeyse boş gördüğünde ise; yine hafta sonu gelmiş diye farzedebilirsin.

* Bir yolculuktan veya alışverişten döndüğünde ve evde seni bekleyen hiç kimse olmadığını gördüğünde; O’nun eve gelmesi için, vaktin henüz çok erken olduğunu farzedebilirsin.

Daha farzedecek şeyler bulmaya çalışırken, çalan telefonun sesiyle irkildi.Telefonda, henüz ikibuçuk yaşındaki torunu kuş gibi şakıyordu:

-“ Ananejiim! Efde miçin? Ben gelebiliy miyim?”.........Torununun sesiyle, yüzü aydınlanır gibi oldu. Farzetmek de neydi ! İşte gerçek buydu......Sevimli, dünya tatlısı bir torun......Sırtını dayayacağı bir duvar......Giden gitmişti. Nasılsa bir daha dönmeyecekti.....Olmayan şeyleri varmış gibi farzederek yaşayamazdı.

Telefonu kapattı. Kendi kendine acı gerçekleri bağıra bağıra hatırlattı:

Evet, yalnızsın!
Yalnız yaşayacaksın!
O’nu; yok işe gitti, yok iş gezisine gitti diye farzedemezsin.
O artık yok, bunu kabul et.
Gitti ve hiç gelmeyecek.
Hayat, farzetmek değil; gerçektir gerçek!

Farkında olmadan O’nun en sevdiği şarkının sözleri döküldü dudaklarından:

“ Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç,
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç ! "


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #633
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kelebekloalmkau5


Papatya ve küçük kelebeğin aşkı; Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Dogal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış. Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdügünde, kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamiş. Bu kozanın içinde geçirdigi uzunca bir sürenin sonunda da, rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış. Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdigi mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış. Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulundugu bir vadiye. Etrafina şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düsünecegini, ne yapacagini bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmis. Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçegin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu. "Merhaba" demiş papatyaya, " sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim. ". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "bende yalnızlıktan sıkılmıştım zaten.". Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldigini, geçtigi ormanı, tepeleri anlatmış. Papatyada ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş. Gece olunca beraber yildizlari ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış. Papatyanın da onu sevip sevmedigini merak ediyormuş. Ama cesaret edipte bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmus. Papatyada kelebegi çok sevmis ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini. Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana, ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler. Saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayıca, papatyaya dönmüş ve Üzgünüm,ama senden ayrımam gerekecek demiş. Papatya buna bir anlam vermemiş "Neden" demiş " Yoksa benim yanımda mutsuz musun?" "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim." Papatya bu duruma çok üzülmüş. Ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığinı, daha fazla tutunamayacagını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum" diyebilmiş ancak. Papatya donakalmiş. Sadece "Bende..." diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş. içinden "Keşke onunda beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatya, içinden "seviyormuş" diye geçirmiş. İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş; seviyor mu? Sevmiyor mu diye...
featherrn6

DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #634
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar'ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Parketmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavasça geçerken hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına biır tuğla atıldığını farketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın
fırlatıldığı yere geri döndü.

Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu parketmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı;'' Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?''. İyice sinirlenerek devam etti:'' Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya malolacak. Bunu neden yaptın?''
Çocuk yalvararak cevap verdi:'' Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kiımse durmazdı''. Parketmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu.
''Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum.Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır.'' Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genç adamı kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri
oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bır yarası olup olmadığını kontrol etti.

Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek '' tesekkür ederım efendim, Tanrı sizden razı olsun'' dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bır yürüyüştü.
Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.
Allah, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazan, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır.
İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin. Bu sizin tercihiniz...
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #635
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Adam genç eşini çok seviyor,bir o kadarda kıskanıyordu öyleki iş yerinde yemek verildiği halde,her öğlen o uzun yola rağmen evine gidiyor,eşiyle birlikte yemek yiyordu.Kadın, eşinin sadece yemek yemek için geldiğini düşünüyordu.Bilmediği bir şey vardı eşi kendisini kontrol ediyordu.Bu bilinmeyenle uzun süre birlikte yediler yemeklerini taa ki adam gelipte eşini evde bulamayana kadar.

Kapıyı açıp seslendi eşine ses yok...Odaları gezdi bir bir...yok...yok...yok...Telefona sarıldı hemen.Kapalıydı kadının telefonu.İrkildi birden."korktuğum başıma geldi kesin aldatıyor beni" diye düşündü.........Tanıdığı herkesi aradı ailesi,arkadaşları,aile dostları,komşuları hiç kimse görmemişti kadını saatler geçiyor kadından ses çıkmıyordu.Akşam oldu adam evin içinde ümitsiz ve karışmış düşüncelerle dönüp duruyordu.Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte adam kararını vermişti boşanacaktı avukat arkadaşına giderek dava açtırdı.Kesin aldatmıştı kocasını ve dönmeye yüzü yoktu artık herşey bitmişti.
Eve dönünce eşine ait ne varsa attı resimleri yırttı,elbiselerini yaktı,takılarını karşılıksız verdi bir eskiciye geriye sadece bir sevgililer günü kartı kalmıştı." hep seninim...hep senin kalacağım..."yazıyordu üzerinde.adam nefretle bakarak duvara astı kartı uzun uzun baktı elinde tuttuğu içki kadehini sıktığının farkında bile değildi.Elleri kan içinde kalmıştı ama o görmüyordu bile.
Telefonun sesini duyduğunda ancak farketti elinin acıdığını ve kan içinde kaldığını açtı telefonu

ADAM __ buyrun dedi adam
TELEFONDAKİ __ iyi günler beyfendi ........ beylerin evimi?
ADAM __ buyrun benim
TELEFONDAKİ __ ben ........... hastanesinden arıyorum iki gün önce yaralı bir bayan getirdiler hastanemize henüz bugün kendine gelebildi sizin isminizi öğrenebildik hemen gelebilirmisiniz?

Adam yığıldı olduğu yere yanlış duymuş olabilirmiydi."kesin sevgilisi dövdü" dedi içinden gitmekle gitmemek arasında bocaladı birden sonra "gidip yüzüne tükürmeliyim"diye düşündü.Fırlayıp çıktı sokağa attığı adımların sesini duyuyordu sadece koştu,koştu...Hastaneye ulaştığında nefesi tıkanmıştı danışmadan eşinin kaldığı odanın numarasını öğrendi artık biliyorduki anlatılan doğruydu eşi yaralıydı ama neden?merdivenleri nasıl çıktığını hatırlamıyordu.Kapıya geldiğinde doktorları gördü.Kendisini tanıttı ve eşini görmek istediğini söyledi.Doktorlardan birisi başını öne eğdi "başınız sağolsun eşinizi kurtaramadık dedi adam aldatılmışlığın acısıylamı yoksa sevdiği içinmi bilinmez, bakamadı eşinin yüzüne son kez cenaze işlemlerini bile eşinin ailesine bıraktı.

Aradan 10 gün geçmişti adam iyiden iyiye yıpranmış,çökmüş,sanki hayattan elini eteğini çekmişti devamlı duvarda asılı duran karta bakıyordu o arada kapı çaldı.Genç bir kurye,büyük bir paket bıraktı kapının önüne.Gülümseyerek "doğum gününüz kutlu olsun efendim eşiniz 10 gün önce ayırdı hediyenizi ve bugün için size teslim etmemizi tembihledi.Çok şanslısınız beyfendi dedi ve çıkıp gitti ne yapmalıydı bilmiyordu adam.Açtı kutuyu elleri titreyerek bir kazak vardı en üstte "çok beğenmiştin bu tazağı ama bana elbise alabilmek için vazgeçmiştin bundan güle güle kullan aşkım" yazılı bir kağıt iliştirilmişti bir paket daha vardı kutuda açtı...saatti bu.Yine bir yazı. "eve geleceğin zamanlar,geç kaldığın her dakika ölüm gibiydi.Umarım artık geç kalmazsın" en alttada bir kart vardı.Sanki sonunu biliyormuş gibiydi yazdıkları "son olacak belki belkide hep yanında,hep birlikte kutlayacağız.Bizli nice yıllara aşkım"

Genç kadın,eşi için seçtiği hediyeleri,doğum gününde teslim edilmek üzere bırakmıştı mağazaya dönüşte şarjı bittiği için telefonu kapanmıştı.Yolun karşısındaki kulübeden eşini aramak istemişti merak etmesin diye ama hızla gelen arabayı farkedememişti...
...............Alıntıdır
85868720dl8uz9

vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #636
vain - avatarı
Ziyaretçi
Herşeyide toz pembe görme...
Bir varmış bir yokmuş ülkenin birinde bir kız yaşarmış herşeye gülen gözlerle bakarmış herkesi dost sanırmış hayatı toz pembe görürmüş hakkın hukukun olduğunu sanıp aldatırmış kendisini, taki başına hiç beklemediği bişey gelinceye kadar.... ama nerden bilebilrmişki hayatın bu kadar acı olduğunu
insanlar ancak hayatı yaşayark öğreniyor bundan çıkardığım ders buMsn Grin
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #637
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Sevmek gözlerinde yanmakmış





Günlüğüm gecenin rengi üstümüze bulaştı bir kere ya
kaderime bulaşmasından korkarım.
Şiirler mi yalan söylüyor mısralar mı yanıyor? Bilemiyorum.
Yıldızlar bazen gecesini terk edip ihanet etse de
gecenin hükmü kendine bile geçmiyor sanırım.
yüreğime zincir vurmaya kalkışlarımı,
isyan çiçeklerini sevişimi düşünüyorum da;
yollara çıkmak mı kolay için için oturup yanmak mı? Onu da bilmiyorum. Deniz muammasını kalbinin derinliklerine nakış nakış işlemek mi kolay?
Onu da bilmiyorum.
Gözlerimi yarına bırakıp sonsuzluktan soysuzluğa geçmek,
en zoru bu olsa gerek.
Sebepsiz yaşamak ve yanmadan külü hissetmek taa içinde.
Seher vakti artık gözlerimin önünde.
Kuşlar, vefasız yolcular ve hercai menekşesi ve katığım ekmek boş verdim. Sevmekten, ölmekten, yaşamaktan, gözlerimden, nefesimden, neferimden boş verdim.
Anlatamadım ya hülyaya deryayı şimdi kelimelerden de vazgeçtim.
Dedim ya günlük sevmek kolay, ölmekte
ama asıl zor olan donuk gözlerle görmek, kalpsiz bedenle umarsızca erimek ve adını gözyaşlarına gizlemek.
Yoksa ölüm serseri kuşunun sefaletinde saklı
ama asil olan sevginle her gün defalarca ölüp yaşamaktır.
Hakan Çildan
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #638
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine:
İçinde hangi yiyecek var acaba ?” diye düşündü.Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.
“Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.

Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:”Zavallı farecik…Bu senin sorunun benim değil.Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” dedi.


Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve,”Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!” diye adeta çırpındı. Domuz anlayışla karşıladı ama,”Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol”dedi.

Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve , “Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!” dedi.İnek ;Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor.” dedi.

Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.

O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu.Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanınından
geliyordu.
Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu.Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.

Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor,zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının
ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.

Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu.Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti.Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi.Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü.
Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.

Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.

Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise tehlike bir gün hepimiz içindir unutmayalım
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #639
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
şarabın efsanesi....

Bir felsefe profesörü sinifta, önünde bazi malzemelerle ögrencileriyle ders yapiyordu. Önce önündeki bos bir kavanozu 5 cm. çapindaki taslarla doldurmaya basladi. Ögrencilere kavanozun dolu olup olmadigini sordu. Onlar da dolu oldugunu kabul ettiler.

Profesör bu sefer bir kutu çakil tasi aldi ve onlari kavanoza bosaltti. Kavanozu hafifçe sallayinca çakil taslari büyük taslarin arasindaki bosluklara doldular. Profesör yine ögrencilerine kavanozun dolu olup olmadigini sordu, onlar da onayladilar.

Bu sefer bir kutu kum alip kavanoza bosaltti. Tabii kum geriye kalan bütün bosluklari doldurunca yine ögrencilerine ayni soruyu tekrarladi. Ögrencilerin hepsi bir agizdan kavanozun dolu oldugunu söylediler.

Profesör bu sefer masanin altindan bir sise kirmizi sarap çikarip içindekileri kavanoza bosaltti ve böylece kumlarin arasindaki bosluklari etkili bir sekilde doldurdu. Ögrenciler gülmeye baslayinca;

"Simdi," dedi "Bu kavanozun sizin hayatinizi simgeledigini bilmenizi istiyorum.

Taslar hayatinizdaki önemli seyler - Aileniz, Esiniz, Sagliginiz, Çocuklariniz. Her seyi kaybetseniz ve elinizde sadece onlar kalsa bile hayatinizin dolu dolu olmasini saglayacak seyler bunlar.

Çakil taslari ise isiniz, eviniz, arabaniz gibi diger önemli seyler.

Kum da geriye kalan her seydir, küçük seyler yani.

Eger kavanozu önce kumla doldurursaniz çakil taslarina ve büyük taslara yer kalmayacaktir. Ayni sey hayatiniz için de geçerli. Bütün zaman ve enerjinizi küçük seylere harcarsaniz hayatinizda sizin için önemli olan seylere hiç yer kalmayacaktir." Mutlulugunuz için çok önemli olan seylere dikkat edin. Çocuklarinizla oynayin, doktor kontrollerinizi düzenli yaptirin. Esinizi dansa götürün. Ise gitmek, evi temizlemek, tamirat yapmak ve yemek vermek için hep zamaniniz olacaktir. Önce büyük taslari -gerçekten önemli olanlari halledin. Önceliklerinizi belirleyin. Geriye kalanlar sadece kumdur."

Ögrencilerden biri elini kaldirip sarabin neyi simgeledigini sordu.

Profesör gülümsedi, "Sordugunuza sevindim. O sadece hayatiniz ne kadar dolu görünürse görünsün iyi bir sise saraba her zaman yer olacagini size göstermek içindi."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #640
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Genç Bir Sanatçı

Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen'in portresini yapmak için görevlendirilmişti.Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu.Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı. Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen'e yeterince benzediği görüsündeydi.Ancak, Kelen ayni fikirde değildi.Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu," Portreyi size benzemediği için reddettiğinizi belirten bir mektup yazabilir misiniz?" Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu.Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı.Kelen'in telefonu çalmaya başladı.Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy'nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi " etiketiyle teşhir edildiğini gördü. Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi.Mudur reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti.Bunun üzerine mudur Kelen'in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı. Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı.Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dondurmuştu.çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatın eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü. Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti.Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol duşundu.Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat