Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 22

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.474 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2007       Mesaj #211
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevdiğinizi bulmak

Sponsorlu Bağlantılar

Gerçekten sevmeye değer olan insanı bulmak yada bulduğumuz insanı sevmek...Bu iki durumun hangisiyle karşı karşıya olduğunuzun nasıl farkına varabilirsiniz?..
Hayat kendince bir yol çizer size, ilkokuldan itibaren etrafınızdaki karşı cinsler içinde bir eleme yapmaya başlarsınız.Nedenini bilmediğiniz bir şekilde içinizden gelen bir sesle birilerinden hoşlanırsınız,birilerini de sevmezsiniz anlamsızca.Ama en zararsızıdır ilkokuldaki bu küçük oyunlar.Esas evlenme yaşına geldiğiniz dönemlerde üniversitede okurken bu oyun birden gerçek olmaya başlar. Etrafınızda sizin zeka düzeyinizde olduğunu varsaydığınız ve sizin yaşamsal çevrenizden olmayan birçok insan vardır.Onların içinden birisi hayatınızın kadını veya hayatınızın erkeği olabilir pekala.Siz, hayat tarafından sizin önünüze seçilerek çıkarılmış insanların içinde aramaya başlarsınız hayatınıza anlam katacak eşinizi.Ve büyük olasılıkla da seveceğiniz insanı bulursunuz ve sınırsız olduğunu düşündüğünüz bir sevgiyle seversinizde onu.
Mecburi hizmete giden öğretmenler ve doktorlar eğer üniversitede kendilerine sunulan zengin havuzdan seçim hakkını kullanmadılarsa ,havuz daha da küçülerek mecburi hizmete gittikleri küçük ilçelerde bir elin parmakları kadar, sizden daha önce oraya gelmiş etrafı sizden daha iyi tanıyan ve çevredekilerce de tanınan “küçük yerin büyük insanları” içinden ararlar hayatlarının anlamını.İnsan doğasının anlamsız seçiciği burada da kendini gösterir ve şanslıysanız eğer bulabildiğiniz bir yada iki insan içinden sevebileceğinize inandığınızı seçersiniz.Sevmek öğrenilebilir diye düşünürsünüz içinizden.
Hem orada da yalnızsınızdır. Zaten aileniz sizi orada yalnız bırakmaktan ve sizde onlardan uzak olmaktan tedirginsinizdir.Onlar içinde, sizin içinde iyi bir fikirdir, hayatın labirentlerinde bulduğunuz bu insanı sevmek. Seversiniz de…
Bu insanı tanırken sizi rahatsız eden bir takım özelliklerini görmenize , fark etmenize rağmen, içinizdeki sevme ve sevilme isteğinin bunların önemli olmadığını kulağınıza fısıldaması, onu neden sevmeniz gerektiğini düşündüğünüzde çok inandırıcı gelmektedir. Buna inanırsınız.
Gerekli toplumsal prosedürler hızla tamamlanır ve artık yalnız değilsinizdir hayata karşı.Erkekseniz eğer anneniz sizi evlendiğiniz kadına “emanet” etmek gibi bir gereklilik görmez.Ama kadınsanız büyük ihtimalle babanız “sizin için iyi ve gerekli bir şey yaptığından çok emin bir şekilde” sizi kocanıza “emanet” eder.Siz tüm birey olma çabalarınıza rağmen en sevdiğiniz insan tarafından ” birisi tarafından korunması, gözetilmesi gereken birisiymiş” gibi tanıtılırsınız kocanıza ilkönce ve ardından da inanılmaz bir tezatla birbirinize saygı duymanız istenir.
Hayat daha eğlenceli olmaya başlamıştır.O küçük kasabada kendinize bir arkadaş bulmuş üstelik onunla tüm toplum tarafından kabul gören bir şekilde beraber olabilmektesinizdir.Geriye yapılacak çok fazla bir şey kalmaz zaten, bulduğunuz adamı sevmekten başka.Orada olmak eskisi kadar rahatsız etmez sizi yada orada olmanın getirdiği rahatsızlığı size hissettirmeyecek bir hayat yarattığınıza inandırmışsınızdır kendinizi.Hatta o küçük kasabayı sevmeye bile başlarsınız bir süre sonra.
Yıllar hiç kimseye aldırmadan kendi ahesteliği içinde akıp giderken siz alıştığınız hayatın kabullenilmişliğinde, kendi kendine sorgulamalardan uzak sadeliği içinde yaşar gidersiniz.
Bir gün büyük bir şehre tayininiz çıkar.Önünüzde yeni ve alıştığınız ritmin dışında bir hayat vardır.Yeni insanlar yeni arkadaşlar girmeye başlar hayatınıza.Hayat artık daha renkli olmaya başlamış, arkadaşım dediğiniz insanlarla küçük yerlerde yaşamanın rahatlığını tedirgin eden çekingenlikle yaptığınız sohbetler, yerini rahatça sohbet edebildiğiniz bir çevreye bırakmıştır.Bu sohbetler sırasında birisi dikkatinizi çeker bir gün.Ne kadar da ilgi çekici birisidir.Size ne kadar da benzemektedir.İçinizden evli olduğunuzu geçirirsiniz sürekli,verilmiş sözler,tutulması gereken vaadler vardır eşinize ve ailenize.
Ama yüreğiniz söz dinlemez olur sevmekten alıkoyamazsınız kendinizi tüm çabalarınıza rağmen.Her an onu düşünürken buluverirsiniz kendinizi,her şeyi ona anlatmak istersiniz,hep onun yanında olmak için dayanılmaz arzular duyarsınız,akşamları eve gitmek istemez olursunuz,canınız yanar eve giderken.Onun yanındayken bir kuşun kanadına binmiş gibi hızla akan zaman ondan ayrı kaldığınız zamanlarda ayağına taş bağlanmış bir kaplumbağanın yüreğinizi sıkan çabaları gibi ağır ve çekilmez olur.Kendinizi işinize, kendinizi kitaplara verirsiniz.O küçük kasabada huzur diye tanımladığınız sessizlik,yaklaşmakta olan büyük bir fırtınanın habercisi gibi tedirgin etmeye başlar sizi.Soluduğunuz havanın içine kurşun gibi karışarak onu ağırlaştıran, nefes almanızı zorlaştıran bir huzursuzluk hissedersiniz hayatınızda.
Kendi kendinize sorgulamalar başlar derinden, eşiniz o küçük kasabadaki insandır hala,ama siz eşinizi o küçük kasabada gördüğünüz gözle görmemeye ve daha da kötüsü o küçük kasabada sevdiğiniz gibi sevmemeye başladığınızı fark edersiniz.Daha önce sevdiğinizde önemli olmayacağını düşündüğünüz pek çok özelliği küçük kirpilerin okları gibi teker teker içinizi sızlatarak batar teninize.
Eşinizin, küçük bir yerde size çok yakın olabilmesinden dolayı size gösterdiği ilgi olarak düşünmekte bir sakınca görmediğiniz ve kendinizi inandırdığınız davranışlarının büyük bir alanda aslında size gösterilen bir ilgi olmadığını, sizi tatminden ne kadar uzak olduğuna şahitlik edersiniz hayretle. O küçük kasabada bulduğunuz insanı sevme gayretiniz,gerçekten sevmeye değer olan insanı bulduğunuzda, yerine sığmadığı için küçük mutfağınızın tam ortasında duran bir buzdolabı gibi her an dikkatinizi çekmeye, sizi rahatsız ederek içinizdeki duyguları soğutmaya ve sizi üşütmeye başlar.
Aslında gerçekten sevmeye değer olan insanı bulduğunuz da fark edersiniz ki bulduğunuz insanı sevmişsinizdir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2007       Mesaj #212
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gerçek arkadaşlık nasıl olur? Gerçek arkadaş kimdir?

Sponsorlu Bağlantılar
Sevdiğini bırak... Geri dönerse senindir dönmezse zaten hiç senin olmamıştır... Yıllar önce duyduğum bu cümleyi defalarca tekrarlamama rağmen, derin anlamını sanki ilk kez duymuş gibi hissediyorum.

Sevilen kelimesi sadece aşık olunan, eş olan kişi için geçerli değil... Pek çok sevgi çeşidini ve pek çok sevileni kapsıyor… Bunlardan biri de dostluklar...

Soruyorum kendime gerçek arkadaşlık nasıl olur? Gerçek arkadaş kimdir? Peki ya ben birisine hiç gerçek bir arkadaş olabildim mi?

Cevaplaması zor olan sorular... Uzun bir düşünme süreci sonunda bazı çıkartmalar elde ettim, ama doğruluğunu ancak zaman test edecek.

Klasik dostluk tanımlarına girmeye kalkarsam, yanılma şansım çok yüksek... ki bunca yıldır düştüğüm yanılgıların bir nedeni de olayın, biri yüzeysel diğeri derin olmak üzere iki taraflı anlamı olması...

Şimdi anlıyorum ki,
Dostluk oturup saatlerce konuşabilmek, konudan konuya uçar gibi zıplamak, fikirleri tartışmak değilmiş....

Dostluk, onun ihtiyacı olduğunda sessizce onu dinleyebilmekmiş...

Dostluk, O'na kendi bakış açımı göstermek ve onun farklı bir görüş kazanmasını sağlamak değilmiş...

Dostluk, ne kadar ters olursa olsun, O'nun gözleri ile bakmayı başarabilmek demekmiş...

Dostluk, dostun bir yanlıştan öbür yanlışa adeta sürüklenircesine giderken, O'na dur demek ve hata yapmasını engellemek değilmiş...

Dostluk, O hata yaparken, acı çekerken ve sonucunda tecrübe kazanırken bu süreçleri onunla birlikte yaşayabilmek demekmiş...

Dostluk, O'na neyin doğru olduğunu söylemek değilmiş...

Dostluk, Onu kırmadan saygı ile dinleyebilmek ve söylediklerini eleştirmeden anlayabilmek demekmiş...

Dostluk, O'nun duygularını hiçe sayarak, katı dürüstlük demek değilmiş...

Dostluk, bazen O’nun duymak istediğini söylemek demekmiş…

Dostluk, O'nun adına karar vermek demek değilmiş...

Dostluk, O’nun ne istediğini öğrenmek için çaba sarfetmek demekmiş...

Dostluk, O'nu aynı ruhun parçası gibi benimsemek değilmiş...

Dostluk, O'nun tecrübesine, duygularına, düşüncelerine, kararlarına, isteklerine, hayallerine saygı gösterebilmek, farklılıklarını görebilmek demekmiş...

Dostluğu tanımlayan ve yapılması gereken bir kurallar listesi yokmuş...

Çünkü yapılan herşey doğal olarak kendiliğinden olurmuş...eğer olmuyorsa, o zaman dostluk zaten yokmuş...
C.A.N.D.Y - avatarı
C.A.N.D.Y
Ziyaretçi
21 Şubat 2007       Mesaj #213
C.A.N.D.Y - avatarı
Ziyaretçi
denizkizi1


En sonunda sınavlar bitmiş eve dönme vakti gelmişti.Sadece sınavları değil staj iznini de ayarlamıştı.Bir haftalık bile olsa yetecekti. Bu sene yaz okuluna da kalmamıştı.

Kırkbeş günlük stajın bitmesine on günü vardı.Kız kardeşinin yaş günü için eve gitmeyi çok arzuluyordu.Staj yaptığı iş yerinin sahibi babasının arkadaşıydı. O yüzden bu nazının çekilebileceğine inanarak kardeşinin onu çok özlediğini ve muhakkak gelmesi gerektiğini söylediğinden bahsediyordu. Meriç bey,
-Cenk neden gidip bir hafta kalmıyorsun ki. Bu yaz hiç görmedin kardeşini.Ayrıca bu sene hiç dalma yada fırsat bulamadın değil mi ?
-Hayır. Ne yazık ki olmadı.Getirmemişim dalış takımı. Ne.. ciddi misiniz ? gidebiliriyim.Pardon,ilk dediğinizi birden algılayamadım. Meriç bey gülerek
-Ama dalma işini hemen anladın değil mi?
Kızardı Cenk.
-Bana bir sürprizi varmış İpeğin. Öyle merak ediyorum ki.!
-A..acaba ne ?
-Bilemiyorum vallahi. Annemde hiç açık vermiyor.Ah nasıl özledim bir bilseniz. Artık kocaman bir genç kız oldu. Tam oniki yaşında.
-Hala denizi seviyor mu senin gibi?
-Hiç sormayın hem de nasıl
-Ne almayı düşünüyorsun İpeğe?
-Valla kedi istiyor.Ama annem evde hayvan istemediği için alamıyorum.Beni eve sokmaz annem.
-Çözümü var Cenk üzülme. Geçen gün benim toruna kocaman bir ayı aldım oyuncak.Orada çok güzel kocaman beyaz bir kedi vardı. İnan sanki canlıydı. İstersen onu al.
-Ciddimisiniz ? Nereden almıştınız.
-Bu akşam beraber çıkarız Tarif edersem bulamayabilirsin. Hem de otobüs biletini alırız.
-Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
-Babanı kandır Arada bir İstanbul’a gelsin.Tutturdu büyük şehir stresinden kurtuldum Gölcük de mutluyum diye. Hiç olmazsa birkaç günlüğüne getir.O yeter bana.
-O bu kolay bir teşekkür faslı anlaştık.
Akşam olunca beraber çıktılar.Önce otobüs biletini aldılar.Ayın onbeşine. İpeğin yaş günü on altısındaydı. Sonra doğru oyuncakçıya. Tanrım ne kadar da hoş oyuncaklar vardı.Çocuk olmak geldi içinden. O sevimli kediyi gördüğünde bir kahkaha attı.
-Annem bunu canlı sanır vallahi.
Meriç bey tebessüm etti. Oyuncak kısmında işleri bittiği zaman biraz da diğer taraflarda dolaşmağa karar verdiler.Meriç bey bir vitrinde bulunan bir biblonun üzerinden gözlerini alamadı. Bu çok güzel bir deniz kızıydı. Deniz kızı biblosunu hiç düşünmeden aldı ve nefis bir hediye paketi yaptırdı.
-Cenk bunu küçük deniz kızına ver,benden. Onun hala denizi sevdiğini öğrendiğimde bir yaşındaki hali geldi gözümün önüne. Annen onu denize sokuyordu.Simidin içerisindeki hali ve tavşan poposu ile pembecik topukları ile bir lokumdu. Hatta annene takılırdım.Sen bu kızı balık yapacaksın galiba dediğimde,
-Hayır balık değil o deniz kızı zaten. Unutuyorsun sanırım o ilk denizle benim karnımdayken tanıştı.
-Haklısınız annem doğma büyüme Gölcük’lü olduğu için babamda denizciydi ya! Bakmayın babamın emekli olduğuna Utanmasalar kışın bile girerler denize.Hele İpek doğunca annem nerdeyse kırkı çıkmadan soktu denize.
-Desene seninde dalma hastalığın aileden geçme.
Haklısınız.Bir müddet sonra denizin üstü yetmedi bize.En keyif aldığımda annemle beraber dalmamızdı. Babamla İpek dalmayı sevmezler. Ama biz ana oğul bir daldık mı unuturduk onları. Bize çok kızarlardı bu yüzden.Biliyorsunuz aramız dokuz yaş.Babam minik kızıyla gençleşiyormuş. İyi ki kız oldu diyor hep.
Nefis bir gündü.Herkes erkenden kalkmıştı.Hele küçük deniz kızı neredeyse hiç uyumamıştı. Bütün gece ağabeyine yapacağı sürprizin heyecanıyla pamuğa sarılarak hayal kurmuştu.
Tüm aile büyük bir neşe içerisinde balkonda güzel bir kahvaltı etmeğe karar verdiler. Deniz çarşaf gibiydi. Yem yeşil güzel parktan sonra ihtişamıyla duruyordu karşılarında. Güneş ışıkları denize yansıyor,suda elmas parıltıları gibi ışıklar yayarak kırılıyordu.
Cenk büyük bir keyifle denize bakarak
-Babacığım seneler önce buraya ilk taşındığımız zaman geldi aklıma.Ne kadar hoş bir kumsaldı değil mi? Resimlerini göstermiştin bana.O resimleri hatırlıyorum da
-Evet ya oğlum. Bahçeden hemen denize girerdik İlk doldurma çalışmaları yapıldığın da ne kadar üzülmüştüm. Ama şimdi Bu bol ağaçlı yemyeşil park alanlarını artık gördüğümden inan pek aklıma gelmiyor. Zaten buralar da doldurma alanmış. İkinci doldurmalardan sonra allahtan belediye park ve bahçelere önem vermeğe başladı da denizle beraber yeşillik görüntüyü çok mükemmelleştirdi.Ama bakalım daha doldurma işini nereye kadar sürdürecekler.
-İnsan oğlu doymaz baba. Deniz kirlenmez,deniz bitmez diye diye deniz kalmayacak yakında.
-A benim canım oğlum.Hiç üzülme tabiat her zaman dengeyi korur.
O sırada İpek telaşla gelerek:
-Haydi daldınız konuşmaya.Gidelim artık.
Gülüşerek baktılar deniz kızına. Çikolata rengi teninde simsiyah dalgalı saçlar ,turkuvaz rengi bir bikini ile ela gözleri sanki renk değiştirmişti.Annesi kızına sevgiyle bakarak,
-Tamam bir tanem. Ağabeyin gördü bikinini.Üzerine tişörtünü da giyde başla bakalım yiyecekleri sepete koymaya.
-O annem çoktan hazır sepet.Haydi kalkın bakalım.
Küçük deniz kızının komutu ile tüm aile hazırlandı.Cenk öyle özlemişti ki ailesiyle deniz sefası yapmayı.Hemen kardeşine yardıma koştu.Herkes taşıyabileceği malzemeyi alarak evden çıktı.
En sonunda sevgili kayıkların dalardı.Babası bir de motor takmıştı bu sene.Kayığın adı DENİZ KIZIydı. Aman nede güzel bir tekne olmuştu.Birde portatif tente takmışlardı.
Büyük bir keyifle açıldılar denize. Bir müddet sonra demir attılar.Anne oğlun ufak bir yarışı oldu her sefer ki gibi. Hemen denize atladılar ve Orhan saymaya başladı.Beş yüze vardığında kim öndeyse o yarışı kazanıyordu. Dönüş içinde sayma sırası İpek’te oluyordu. Kim dönerse birinci oluyordu. Bu yarışı her zamanki gibi anne kazandı. Nede olsa gençliğinde kaç kupa kazanmıştı. Madalyaları vardı. Daha sonra kayığa çıktılar. Onlar dinlenirken İpekle babası girdi.Her zaman ki gibi sandalın etrafında oynadılar.Sonra dinlenmek üzere yukarı çıktılar.
Sabahat Cenk’e dönerek.
-Ne dersin dalalım mı ?
-Hiç sormayaksın sandım anne.
İpek hemen lafa karıştı.
-Önce benim atlayışıma bak.O kadar güzel bir atlayış yaptı ki
-Harika,Ne zaman öğrendin ?
-Daha bu bir şey değil dedi annesi gülerek.Gözlük ve paletlerini tüpünü takarak Haydi onur atlıyoruz.
Bu arada deniz kızı da palet ve gözlüğünü taktı.Babası tüpünü takmasına yardım etti. Ve onların arkalarından hissettirmeden atladı. Tam bir deniz kızı gibiydi.Orhan’ın gözlerinin içi gülüyordu.Dalmayı sevmeyen kızı artık ne kadar güzel dalıyordu.
Cenk suyun altında kardeşini gördüğünde çok şaşırdı.İnanamadı.Hayal olmalıydı bu.Sadece kalçasını hafif hafif oynatarak ve minicik ayaklarını bir kuyruk edasıyla hareket ettirerek bir deniz kızı edasıyla yüzüyordu.Dalma işini bitirdikden sonra yüzüne çıkan kardeşinin yanına hızla yüzerek
-İnanamıyorum İpek. Bu sen misin ?
-Evet İşte sürprizim. Ben artık suda bile yaşarım. En güzel deniz kızı ben olacağım. Hep dipleri tarayacağım Muhteşem deniz dibinin deniz ülkesinin prensesi olacağım.
-Evet dedi annesi gururla.
Akşam üstüne kadar sayısız dalış yaptılar.Cenk tarifi imkansız bir haz duymuştu. Mutluluktan uçuyordu sanki.
Harika bir deniz kızı değil harika da bir ahçı olmuştu.Nefis şeyler hazırlamıştı.Karınlarını doyururken Cenk:
-Biliyor musunuz bu günü asla unutmayacağım. Her şey o kadar güzel di ki..Of iznim bitip de sizlerden ayrılmak hiç İstemiyorum ama ne yapalım.
Artık dönüş vakti gelmişti.Hem arkadaşlarını da görecek ti. Ağır ağır dönüş için yola koyuldular.
Cenk arkadaşları ile buluştuğunda çok neşeliydi.Osman,Elif,Merve ve Tunç sevinçle koştular yanına.Hepsi çok özlemişti.Kolay değildi tabii tüm çocukları beraber geçmişti.Beraber büyümüşlerdi. Liseyi bitirdikten sonra bile üniversiteye giden Cenk Elif ve Tunç haricinde kalan Osman ve Merve çalışmaya başlamıştı.Ama her tatilde muhakkak bir arada oluyorlardı. Dostlukları hiçbir zaman azalmamış sırdaş,arkadaş hatta kardeş gibi olmuşlardı. Elif Ankara’da Hacettepe Tıp fakültesinde ,Tunç Manisa Celal Bayar üniversitesinde ekonomi,Cenk ise İstanbul Teknik Üniversitesinde okuyordu.Osman babası çifti olduğu için Zıraat mühendisi olmak istemiş ama kazanamamıştı. Merve muhtarlıkta çalışmağa başlamıştı.Cenk gelince hepsi Osman’ın arabasına doluştular.Her kafadan bir ses çıkıyor,herkes birbirini dinlemeden anlatıyordu.
Hava olağan üstü sıcak ve durgundu. Yaprak bile kıpırdamıyordu. Hayret edilecek bir şekilde gök yüzü yıldızlarla doluydu.Sanki gök yer yüzüne yaklaşmıştı.
Osman’ın annesi Fatma ve babası Avni keyifle çocukları karşıladılar.En büyük keyifleriydi bu. Onları seyrettikçe yıllar öncesine gidiyor ve hepsinin ayrı ayrı büyüme ve değişmelerini tetkik ediyorlardı.
Her zamanki gibi bahçedeki çardağa nefis bir sofra hazırlanmış.O mis gibi yemekler iştah açıcı bir şekilde masaya dizilmişti.
Çardağa iki sene önce çocukların getirdiği sarmaşık güller iyice sarılmış manzarası şahane olmuştu. Sevgili köpekleri duman anne olmuş yavruları afacanla arsız da dört aylık olmuşlardı.
Duman her zamanki gibi Osman’a koşup sevgi gösterisinde bulundu. Osman da cebinden hiç eksik etmediği şekerinden ona hemen verdi.
Büyük bir keyifle çardağa geçtiler.Bir kış boyuna başlarından geçen olayları birbirlerine anlatmağa başladılar. Bu arada da keyifle yemeklerini yiyorlardı.Fatma
-Çocuklar biraz yoruldum sanırım. Ben veranda daki divana geçiyorum.Biraz uzanacağım.Hava çok sıcaktı bu gün sanırım ondan birazda çarpıntım var. Elif hemen atıldı:
-Ben de geleyim teyzeciğim bir tansiyonunuzu ölçeyim.
-Elifim içimde bir sıkıntı var nedendir bilemiyorum.
-Hava çok ağır.Yoruldunuz da diyerek tansiyonunu ölçtü.Her şey normaldi.Fatma yı yatırarak,
-Biraz uzanın rahatlarsınız,bana ihtiyacınız olursa buradayım zaten. Diyerek arkadaşlarının yanına geçti.Bu arada Avni bey de bir şeyler anlatıyordu.
-Çocuklar dört gündür kuyunun suyu bir garip.Her zaman karpuzu çatırdatacak kadar soğuk olan su şimdi hiç soğutmuyor.Sanki güneşte kalmış oluyor. Su seviyesi de bir alçalıp bir yükseliyor. Bir türlü keşfedemedim bu garipliği. Su fazlamı kullanılıyor bilemiyorum.
Cenk lafa karıştı:
-Ama Avni amca havalar çok sıcak bu gün deniz bile çorba gibiydi.Uzun uzun yüzdük,daldık hiç üşümeden.Nede olsa ağustos ayı normaldir.
-Haklısın evladım. Elif güzel bir çay içilir ne dersin ?
-Haklısınız.Bu güzel yemekleri hazmedebilmek için şart.Biz merveyle hemen hazırlarız şimdi.

Kısa bir an süren sessizlikten sonra Avni,
-Ne oldu gençler birden sustunuz ?
Hepsi gülüştü.Tunç Dönerek,
-Avni amca siz rüya tabiri yapabilir misiniz ?
-Hayırdır yavrum. Bilmem senelerin tecrübesi ile belki biraz.
-Dün gece bir rüya gördüm hepimiz bu çardak ta oturuyorduk.Deniz kızı elinde bir rulo kağıtla geldi.O ne diye sorduğumuzda bu benim ülkemin haritası dedi. Türkiye haritasıydı. Şimdi burada size göstereceğim ülkemin yerini.Sonra bir çığlık atarak,olamaz kim karaladı benim bu haritamı ülkem görünmüyor dedi.Bir baktık ki sanki mürekkep dökülmüş gibiydi harita özellikle Marmara denizi.Birden mürekkepli olan yerden Sabahat teyzeyle Orhan amca çıktı ortaya ve deniz kızına bağırma ver elini gel işte ülken burada dedi. Ve deniz kızıyla tekrar mürekkepli yerden kayboldular.Yere düşen haritayı Merve eline aldı.Bu hatalı hem de çok derken uyandım.
Işığa karşı olsun Tunç.Deniz kızının dalma çalışmalarında yardımcı olduğun nasıl da belli. İlk günlerde sana hep demiyor muydu yeni ülkeler bulacağım hep oranın prensesi olacağım diye. Sanırım etkisinde kaldın.
Cenk Hemen atıldı,
-Demek ki seninde parmağın var bana hazırlanan bu sürprizde.
-Olmaz mı ? diye bağrıştı çocuklar Nasıl gaza geldi de Sabahat teyzeyle dalmaya başladı.
Merve çayları getirirken,
-Bırakın rüya ve dalma fasıllarını da çayda sonra şu çimlerin üzerine yatıp biraz gök yüzünü birazda aşağıları seyredelim. Sahilin ışıkları ne hoş. Sahi saat kaç oldu.
-Saat 2:32 çayları içip geçeriz.Sonra heveslenme çimde yatma bahanesiyle uyuyamazsın.Dünya yıkılsa bu gece uyunmayacak Yarın işe uykusuz git ne yapalım.diyerek güldü Cenk.
Bu fikir Elif’inde çok hoşuna gitti.Merve yi uykusuz işe göndermek . Muhtar da yokken hiç uyuklamaya fırsatta bulamıyordu.Keyifle çaylarını yudumladılar. Elifin dikkatini duman çekti.Hayvan garip garip hareket etmeğe başlamıştı. Afacanla arsızda koşuşturup durmağa havlamağa başladılar.
-A şu edepsizlerin hallerine bakın,Gecenin bir vaktinde bu ne hareket,bu havlamalarda nerden çıktı.
Hepsi dikkatlerini köpeklere verdiler ne için koşuşturduklarını anlamak için ayağa kalktılar. Müthiş bir ses,havyalar çılgın gibi,hava yıldızlarla doluyken gök gürültüsü bir ses.Bu dehşet verici sesle beraber kuşların martıların bağırtısı ve anlatılamayacak şiddette bir sarsıntı.Sanki kıyamet kopuyordu. Ağaçlar yerlere kadar yatıyor,Kümesteki tavuklar sanki bir kurdun saldırısına uğramış gibi koşuşturup bağırıyorlardı.Çocuklar başları dönüyor gibi sallanmışlar,Fatma ise kendini hemen çardaktan dışarıya doğru atmıştı.Osman da koşarak annesinin yanına gitmiş ve ona sarılmıştı.
Sonunda korkunç sarsıntı bitti.Her yer kararmıştı.Elektriklerde kesilmişti.Hepsi tir tir titriyordu. Çok korkmuşlardı. Bir birlerine sarılıp ağlaştılar.Fatma
-Bu yaşıma geldim böyle bir deprem görmedim çocuklar diye hıçkırdı.Sarsıntının ne kadar sürdüğünü bilemiyorlardı,ama etrafı kontrol etmeğe başladılar.Aşağı sahili görmek olanaksızdı.Çünkü hem elektrik yoktu.Hemde toz bulutu vardı.Avni:
-Önce burayı kontrol edelim çocuklar.sonra karar veririz ne yapacağımıza.Çakmağı yakarak eve girip birkaç mum aldı.Beraberce evi kontrol ettiler. Şükürlerle bir zarar yoktu. Tek katlı şirin evde sadece yere birkaç kiremit düşmüş içeride de ufak tefek bazı biblolar devrilmişti.Evde görünen hiçbir hasar yoktu.Ama her ihtimale karşı verandadaki divanı hemen çardağın altına getirdiler.Avni içeriden birkaç yastık ve battaniye aldı.
-Fatmacığım bu geceyi her ihtimale karşı burada geçirelim dedi.
Çocuklar bir an önce evlerine dönmek istiyorlardı.Osman
-Bizim arabayla gideriz.Cenk ben sizde kalır sabah dönerim.Herkesi bırakırız evlere.
Toparlanırlarken tekrar şiddetle sallandılar.İlk depremin yanında hiçbir şeydi.Fatma ve Avni ye vedalaşarak arabaya bindiler.
Avni:
-Aman Osman yavaş gidin Elektriklerde yok,Yollara da dikkat edin.
Merak etme baba ağır giderim. Diyerek çalıştırdı.Korku içerisinde yola çıktılar.Neyse ki evlerinde bir şey yoktu.Herhalde bir yerde elektrik kablosu kopmuştu.Yol alırken Merve nin aklına iyi olduklarını evdekilere bildirmek geldi.
-Cep telefonu olan var mı?
Sahi hiç birinin korkudan aklına gelmemişti.Cenk ve Elif hemen telefonlarını çıkardılar.İkisinde de aynı mesaj vardı.Şebeke yok.
Aşağıya doğru indiklerinde artık küçük bahçeler vardı. Binaların olduğu yerlere yaklaşıyorlardı. İlk binalara yaklaştıklarında insanlar hep dışarıdaydı.Arabanın farları evleri aydınlattığında bir evin yarısının yok olduğunu dehşetle gördüler.Yıkıntılar yolun üzerine doğru geldiğinden arabayla yola devam edebilmenin imkanı yoktu.Durup arabadan indiler. Feryatlar geliyordu. Aşağıdan birkaç kişi bağırıyordu.
-Işığı tutun,lütfen ışığa ihtiyaç var. Bu yıkıntının altında insanlar var.
Çaresiz insancıklar elleriyle yıkıntıları çekip içeriden gelen seslere ulaşmağa çalışıyordu.çocukların hepsi yardım etmeğe gittiler. Araba aydınlattığı için artık daha rahat çalışabiliyorlardı. Yanlarında korkudan gözleri yerinden fırlamış dokuz yaşlarında bir kız çocuğu gördü Elif. Başından kan geliyordu. Yanında hiç bir şeyin olmadığını düşünerek isyan etti.Birden eteğinden bir parça yırttı. Hemen korkudan sanki dili tutulmuş olan kızın yarasını sildi ve sardı. Okşadı onu.Kızın gözü yıkıntılarda uğraşan insanlardan ayrılmıyordu. İnsanlar ağlaşarak atıyordu yıkıntıdan ellerine geçirdikleri her taş ve tahta parçasını.Camları alıp kapı parçası altında sıkışıp yalvaran kadıncağızın enkazdan çıkarıldığını görürken gözleri parladı ve
-Annem,canım annem. Sözcükleri döküldü.
Elif hemen kurtarılan kadıncağızın yanına koştu. Şükürlerle nefes alabiliyordu.Bedeni ezikler içindeydi ama nefes alıyordu. Sadece kızım, kızım diye inliyordu. Elif yüzünü temizleme çalışırken,
-Merak etmeyin.Kızının bir şeyi yok sizi görüyor.Ama sakın kıpırdamayın diyerek sakinleştirmeğe çalıştı. Sonra arkadaşlar şu tahta parçası büyük sedye gibi kullanmağa çalışmalıyız ve şu düzlüğe fazla hırpalamadan götürmeliyiz diyerek,bütün imkansızlıklar içerisinde kadını az acı çekmesini sağlayarak düzlüğe getirdiler.Merve’de küçük kızı hemen annesinin yanına getirdi.
-Annenin yanında dur canım.Birazdan ambulans gelir.Diyerek arkadaşlarına yardıma gittiler.
Kadıncağız kızının elini sımsıkı tutmuş onun eliyle kendini ve kızını hayata bağlayan sevgi içinden kocaman bir köprü yapıyordu.
Bu arada enkaz altındaki iki kişiye daha ulaştılar.Fakat ne yazık ki bir tanesini canlı kurtarmayı başaramışlardı. Kurtulan insanlar yıkılmayan yatak odası tarafındakilerdi.Enkazda kalanlar ise evin diğer tarafında geceyi geçirenler olduğu anlaşılıyordu.Bu nedenle can kaybının daha az olduğunu söyleyerek şükrediyorlardı.Yukarıda mahsur kalanlar ise kımıldamaya korkuyordu.
Osman neredeyse şok yaşıyordu. Hayatında ilk defa bir ölüme şahit olmuştu. Elif ise sanki yıllardır doktorluk yapıyormuş gibi bilinçli bir şekilde insanları yönlendiriyor sakinleştiriyordu.
Cenk ve Merve mahsur kalanlarla dışarıda kurtulanları enkazda başka birilerinin olup olmadığını anlamak için koşuşturuyorlardı.Şu ana kadar bir ölü iki yaralıdan başka sayılar başka kayıbın olmadığını gösteriyordu.
Çocuklar merkezden buraya yardın getirmek için ayrılmağa karar verdiler.Arabayı bırakmak mecburiyetindeydiler.
Merkeze doğru gitmeğe karar verdiler. Yürüyerek 35-40 dakikalık yolları vardı.Gün ağarmıştı.Bir mücadele içerisinde olduklarından hiç biri o an geceki depremi ve de evlerini düşünemiyorlardı. Yıkılan ev onları çok sarsmıştı.Allah’tan uzaktan merkezde bir gariplik sezilmiyordu. Hiç konuşmadan hızla yürüyorlardı. Hiç biri etraftaki garipliği birbirine sezdirmiyordu.Fakat mahallelerine girdiklerinde hiçbir şeyin bir daha bir gece önceki gibi olmayacağını anlamışlardı. İçlerine büyük bir korku girdi.
Gece olan sanki bir deprem değildi. Kabustu.Hiç bir depremin koskoca evleri ağaçları yerle bir edebileceğini,yüksek ve modern apartmanların iskambil kağıdı gibi devirebileceği akla gelmiyordu.Normal zamanda günün bu ilk saatlerinde hareketsiz ve sessiz olan sokaklar insan doluydu.Feryatlar kulakları deliyordu. Yollar yol olmaktan çıkmış etraf bir inşaat şantiyesine benzemişti.
Elif korkarak arkadaşlarına döndü:
-Tanrım inanılır gibi değil.Bizim eve çok yaklaşmış olmamız gerekiyor ama tanıyamıyorum.
-Dehşet verici tek kelimeyle.dedi Cenk
-Elifin evini bulalım önce haydi cesaretinizi toplayın.Bizimkiler daha aşağıda.
-Haklısınız dedi Tunç.Koşmaya başladılar. Yerde ezilmiş üzerinde bir yığın moloz olan bakkal tabelasını tanımışlardı. Yıkılan bu bina Eliflerin sokağının başındaydı.Yandaki bina bakkalın tarafına iyice yatmıştı.Bakkalın binası zaten yıkılmıştı. Onun yanındaki evler artık hiç yoktu.Sadece yıkıntılar vardı.
Elif:
-Anne,baba diye bağırarak eve doğru koştu.Kalabalığın arasında bitişik apartman komşusu Fatoş hanım ağlayarak Elifin yanına geldi.
-Tanrım Elif Hayattasın yaşıyorsun.Bizde seni arıyorduk!Tamam aramayın Elif burada diye seslendi yıkıntılar arasında arama yapanlara. Ve sen evde değimliydin kızım?
-Hayır fatoş abla,Osmanlardaydık.
-O zaman,o zaman diyerek hıçkırmaya başladı.
-O zaman ne Fatoş abla.Şimdi geldim.
-Haberin yok mu ?
-Neden haberim yok mu Fatoş abla.Allah aşkına söyle Yoksa annem babam.
-Elifim,Bak şurada yatanlar varya.Sizin evden çıkanlar.Ne yazık ki annen ve baban...
-Anne,baba olamaz .Olamaz allahım olamaz diye hıçkırıklara boğuldu.Cesetlerin koyulduğu tarafa doğru koştu.Arkadaşlarıda onunla beraber.Sarılı olan cesetleri açmağa çalışırken oradaki komşuları onu tuttu.
-Görme,lütfen bakma yavrum.
-Bırakın göreyim son bir kere. Ben doktor olacağım dayanmalıyım.Tanımalıyım.Belki değildirler.
-Tamam Elif aç.Ama yüzü açma dedi tahir Amcası. Bu annen,Geceliğinden tanı.Bu da baban biz saati ve yüzüğünden tanıdık.Annenden sonra bulabildik babanı.
Elif örtüden sarkan eli tuttu. Nasıl da tanımazdı babacığının elini.Yanındaki örtüyü araladı hafifçe. Kan içindeki geceliğini tanıdı anneciğinin. Ne yazık ki her ikisinde tanınacak yerleri kalmamıştı.Kilolarla ağırlığın altında bedenlerinin bir kısmını yıkıntıda bırakılarak çıkarıla bilinmişti.Dehşet verici bir tabloydu bu.Hepsi donakalmıştı çocukların.Elif sessizce:
-Fatoş abla ya sizin aileniz.
-Tahir ağabeynin bir bacağının durumu berbat ama hayatta .Çocuklar iyi ufak tefek yaralarını saymazsak.
-Fatoş abla.Annem ve babam yok artık. Kimsem yok buralarda. Ben şimdi hastanenin oraya gideceğim.Başka anne ve babalara hizmet etmeğe çalışacağım.Başka Elifler anasız babasız kalmasın. Annem ve babam sizlere emanet.Dayıma ulaşmağa çalışacağım. Biliyorsunuz İzmir’de .Sanırım hemen ulaşır buraya. Ben hastanedeyim. Ulaşırsınız değil mi?
-Güzel Kızım. Sen kendine iyi bak. Ben ve tahir abin dayın gelene kadar onlara sahip çıkacağız. Defin işlemleri tamamlandığında senide alırız ve son vazifeni yaparsın. Diyerek cenkin yanına yaklaştı.
-Sanırım şokda oğlum.Hayır desem isyan ederdi.
-Siz onu merak etmeyin fatoş abla. Beraberiz, merak etmeyin.
Osman seslendi.
-Cenk, Elif haydi canım gidelim Daha sizlerin evdekileri bulacağız.
Hepsinin artık göz pınarları kurumuştur. Elifin hastanede çalışmak istemesi onları geçici olarak rahatlatmıştır. Uğraşırken biraz kendini unutabilir. Can kurtarma ile kendini anne ve babasına daha yakın hissettirebilir,diye düşünüyorlardı.Cenk elife dönerek.
-Tamam Elif seni hastaneye bırakacağız.Lütfen buradan ayrılma Birbirimizi bulma ve gerekli haberleri iletme yerimiz burası olsun.Şimdi bizler kendi ailelerimize ulaşmağa çalışalım Odlumu ?
Osman’ın sanki dili tutulmuştu. Elifi öperek Merve ye döndü.Elini uzattı Merve.Öyle sıktılar ki birbirlerinin ellerini. Cenk ve tunç da onları takibe başladı. Merve’nin evlerine doğru gitmeğe başladılar. Merve’nin evi cadde üzerindeydi. Koşuşup bağrışan insanların arasından zar zor geçerek yürümeye çalışıyorlardı. Yürekleri öyle hızla çarpıyordu ki. Binaları gördüler. Müthiş çatlaklar vardı. Korku ile ilerlerken,
-Merve,Merve buradayız diye annesinin sesi duyuldu. Birbirlerine hızla koştular. Öyle bir sarıldılar ki anne kız birbirlerine.
-Babam nerde ?
-İyi oda iyi kızım. Kardeşinle teyzeni biraz sakinleştirmek için ayrıldı.Geceden beri yardımla uğraşıyoruz. Ev berbat ama hamdolsun ki hepimiz çok iyiyiz.
-Annem benim. Şükürlerle diyerek ağlamaya başladı. Elif anneciğim elif ! Annesi babası diyerek ağlamaya başladı.
-Nerde Elif nerde ?
-Hastanede.
-Onamı bir şey oldu?
-Hayır annem de babam da yok artık. Yapacak bir şeyim yok.Başka Elifler annesiz babasız kalmasın yardım etmeliyim diyerek gitti. Doktorlara yardım için.
-Of Allah sabır versin.Çocukların peki sizlerin ?
Osman hemen atıldı.
-Annem ve babam çok iyi. Evimizde sapa sağlam. Cenkle Tunçun ailesini de bulalım.Sizleri bizim eve götüreceğiz sakın buradan ayrılmayın olur mu ?
Cenk :
-Çocuklar haydi.Heyecandan öleceğim sanırım. Delirmeden ben yola çıkalım.
Tunç ve Cenk aynı sokakta oturuyorlardı. Evleri sahildeydi. Ve sahile doğru yürürlerken tunç Merve ye
-Burada annenle kal.Biz geleceğiz. Haydi cenk Osman hızlanalım.
Ambulanslar yol almağa çalışıyor, insanlar bağırıyor, her yıkıntının önünde kulakları tırmalayan feryatlar yükseliyordu. Herkes neden kimse yardıma gelmiyor diye ağlaşıp duruyordu.
Koşar adımlarla yürüyorlardı. Etrafı tanımaya imkan yoktu. Nasıl olurda deniz bu kadar yaklaşmıştı. Koskoca sahil parkı bile gözükmüyordu.Tanıyamadıkları yerlerde yürürken delirdiklerini düşünüyorlardı.Evlere bir türlü ulaşamıyorlardı.Sahile giden yolu bulamadan deniz çıkıyordu karşılarına. Kabus olduğu düşündüler. Kime sorsalar herkes korku ve şaşkınlık içerisinde kayboldu diyorlardı. Yıkılan evler ve deniz.Deniz ortasında ağaçlar.Denizin yanına geldiler. Belediyenin binasını görseler evlerini bulabileceklerdi. Bu depremdi. Sel değildi ki.Bazı evlerin havuzları bile denizin ortasında kalmıştı.
Kabustu sanki, kendi mahallerini bulmağa imkan yoktu. Oradan oraya koşuyorlardı. Şuursuzca denizi takip ettiler.Bazı yerlerde parktan önceki evler denizin kıyısındaydı.Eğilmiş yarı yıkılmış. .Peki yollar park ve diğer evler neredeydi.
Bir yere oturdular.Artık üçüde hıçkırarak ağlıyordu.Bir cümle dahi kuramıyorlardı. Başladılar seslendiler. Anne baba ipek, Ayşe diye bağırıyorlardı. Etraftan gelen anne baba seslerine dönüp bakıyorlardı. Yoldaki insanlar anne diye seslenene umutla bakıyor ama kendi evlatları olmadığını göremeyince deliler gibi sesleniyorlardı. Herkes birlerini arıyordu. Rastladıkları herkesi inceliyor belki bir tanıdıktır veya görmüşlerdir diye soruyorlardı.yada umutsuzca ellerini başlarına götürüp umutsuzca seslenerek yollarına devam ediyorlardı.
Üç arkadaş ümitsizce Merve’nin evine doğru gittiler.Merve annesi teyzesi ve kardeşi ile bir ağacın altında oturuyordu.Gözleri boş boş bakıyordu .Etrafta ise hala inilti ve feryat vardı. Onların geldiğini görünce Merve yanlarına koştu. Osman:
-Haydi toplanın hep beraber bize gideceğiz.Elifide alalım.Yarın bir başka gündür. Hepimiz çok zor ve kötü bir gün geçirdik.
Kimse itiraz etmedi.Sessizce osmanı takip etiler.Elifi buldular.İkna etmek çok zordu.
-Yarın hepimizi zor bir gün bekliyor.Eve gidip yıkanır biraz dinleniriz. Herkesin bizim gücümüze ihtiyacı var.Neler olup bittiğini sanırım ancak yarın öğrenebiliriz. Elektrikler gelince belli olur.
İçlerinde ailesinden kayıbı olmayan Merve ve Osman bundan dolayı sevinemiyordu. Çünkü kardeş gibiydiler.Her şey kabus gibiydi. İlk gördükleri ve arabayı bırakmak zorunda kaldıkları evin önüne geldiklerinde Elif koşarak yaralarını sardığı insanları aradı.Ambulans henüz iki defa gelebilmişti. Sanki tüm Türkiye uykudaydı. Yaklaşık on sekiz saat geçmişti tam yardım gelmemişti.Halk hala kendi çabasıyla bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Ama ne yazık ki şok yaşadıkları için havanda su dövmek gibi bir şeydi bu.
Ne sığınacak bir okul, Nede güvenilecek sağlam bir bina veya hastane hiç biri yoktu. Askeriye bile daha yoğunlaşmamıştı yardımlarda. Kimsenin haberimi yoktu burada yaşananlardan. Osman iki seferde taşıdı dostlarını eve. Annesi hemen sofrayı hazırlamıştı Allah ne verdiyse. Ekmek azdı ama un vardı.Evi de bahçesi de sağlamdı. En önemlisi zorda olan dostlarını ağırlayabilecek bir evleri vardı.Dolabında ne varsa çıkardı.Herkes sabunlanıp üzerine uygun bir şeyler buldu.Tüm bu telaş inanılmaz bir sessizlik içinde meydana geliyordu. Gelenlere bir şey sormak cesaret isteyen bir işti. Zaten bu acı sessizlik ölümün sessizliğiydi.Bir kaç saat geçtikden sonra son ardı sarsıntının ardından diller yavaş yavaş çözülmeğe başladı.Elektrik daha yoktu. Ama gök yüzü öyle aydınlıktı ki. Zaten kimse elektriği istemiyordu. Sanki tüm kötülükleri saklıyordu karanlık. Konuşurken ki ifadeleri de belli olmuyordu.
Elif anne ve babasının ezilmiş bedenlerinden bahsederken,
-Genede şanslıydım.Onları bulabilmiştim Öptüm,sevdim diye teselli buluyordu.
Cenk ve Tunç değil cenazelerini evlerinin bulunduğu mahalleyi bile bulamamışlardı. Tam şaşkınlık içersindeydiler.
Avni ,
-Çocuklar deniz karaya yayoldığına göre,inanın dilim varmıyor ama deniz kendinden alınanı geri aldı sanırım. Yarın iyice araştırırız. Tunç,Osman ,cenk ve ben gerekirse suyun içinde bile ararız. Merve’ye dönerek
-Kızım sende yarın görev başına.Muhtar beyi bulmağa çalışırız. Ve sen muhtarlığın orada insanlara elden geldiğince yardıma çalışırsın.
-Ama Avni amca muhtarlık kalmamış ki.
-Fatma şu el radyosunu bulabildin mi ?
-Buldum ama çalışmıyor.Yere düşmüş pil buldum ama olmadı, bir kurcalayın. Neler oluyor anlayalım. Elektriklerde hala neden gelmedi acaba. Bu ne ihmal,anlamıyorum.
-Ben bakayım Fatma teyze,Çocuklar şu mumu biraz bana doğru tutar mısınız ?dedi Tunç
Bir müddet sonra kurcalamalar sonunda hışırtılıda olsa bazı sesleri duymağa başladılar. İstanbul ve Yalova berbatmış.Spiker panik içerisinde anlatıyordu. Ses bir gidip bir geldiği için net olarak duyamıyorlardı.Cenk
-İstanbul’da da hasar olduğuna göre biz gölcük civarıyız. Demekki yardım bu yüzden hala gelemiyor. Bu kadar büyük bir alan.İnanılmaz bir olay. Tanrı yardımcımız olsun.
Merve atıldı,
-Neden bizlerden bahsetmiyorlar,Neredeyse sağlam bina kalmadı. Anlamıyorum. İnananın anlayamıyorum. Diyerek ağlamağa başladı.Hepsinin gözleri artık isyan edip akmağa başladı.Hıçkırıkları birbirine karışıyordu.
-Haydi biraz uyuyalım.Dinlenip yarın zorda kalan dostlar için çalışmalıyız. Daha sonra yatacak yerler için nöbetleşeceğiz. Bahçe ve eve alabildiğimizce insan almalıyız.

Gün doğmaya başlamıştı. Herkes yavaş yavaş uyanıyordu. Evde sessiz bir telaş vardı.Cenk Osman ve tunç gece karar almışlardı. Karada bulamadılarsa denizde bulacaklardı. Acele ile kahvaltı edip dalış takımlarını Avni beyin yardımıyla hazırladılar.Bagaja yerleştirdiler. Merve ve Elif’de inecekti aşağıya.Avni bey
-Çocuklar bende geliyorum sizinle. Sıra ile anlaştık mı ?
Çocuklar şifreli mesajı sessizce gözleri ile tasdik ettiler. Yolda kimseden ses gelmiyordu. Tepeden aşağı doğru inerken hepsinin içleri buruk zihinlerinde ayrı ayrı düşünce vardı.Kızları bıraktık dan sonra yeni sahile yaklaştılar.Evet sahil yeni sahildi.Eski sahille hiç alakası yoktu.Yollar vardı denizin içinde kaybolan. Ağaçlar,palmiyeler vardı. Elektrik direklerinin tepeside gözüküyordu denizde. Bu sahil kabusların sahiliydi.Ellerinde iki adet dalış takımı vardı. O yüzden nöbetleşe ineceklerdi.
İnsanların şaşkın bakışlarına aldırmadan cenk ile Avni ilk olarak hazırlandılar. Gözlerine aşina gelen bir ağacı gözlerine kestirdiler ve ona doğru giden yolda başladılar denizin içinde yürümeğe. Yol sanki deniz ülkesine gidiyordu. Başları tamamen suya girene kadar yürüdüler. Ve sonra ikisi de daldı.
Her ikisi de alışkındı bu sulara. Ama tanıdıkları su gibi değildi burası. Bulanıktı. Epeyce yüzdüler. Ve birden bir su altı şehri gördüler.Gördüklerini sandılar. İnanılmaz bir şeydi belediye binası,bahçesi ve bahçesindeki araçlar bile duruyordu. Yakınındaki evin balkonunda çamaşır bile asılıydı.
Ürperdiler.Avni bey tanıdığı bir binayı gördüğünü sandı.İnanamadı ama gerçekti. Bu kapı Tunç’un evinin kapısıydı.Apartmanın kapısı. Zillerdeki isimler bile belliydi. Zildeki isimleri okuyarak bilinçsizce bir zile bastı Bazı kapı ve camlar açıktı. Kırık bile değildi.Camdan içeri doğru baktığında eşyalar devrilmiş,kimi perdeler raylardan sarkmış,dışarı çıkmak istercesine suyun hareketiyle dans ediyordu.
Donmuştu sanki.Arkasına döndüğünde Cenk’in biraz arkasında kıpırdamadan durduğunu gördü.İşaret etti ve suyun üzerine çıkmak için yavaş yavaş yüzdüler. Dilleri tutulmuştu. Gördükleri hayalmi yoksa gerçek mi ?ne olduğunu anlayamıyorlardı. Avni
-Cenk sahile gidelim,Dinlenip yardım bulmağa çalışalım.
-Avni amca! Rüyada mıyız ?
-Haydi çok açılmışız. Düşünme Sahilde konuşuruz.
Ağır ağır sahile doğru yüzdüler.Şoktalardı.Osman ve Tunç merakla sordular
-Neler oldu ? Buldunuz mu ?
-Nasıl ve kime anlatsak,kim yardım edebilir,İnanılmaz diye bağırdı Cenk.
-Kayıp, evet kayıp mahalleyi bulduk. Orada çocuklar. Belediye binası,Bahçesindeki arabalar bile,apartmanlar,İnanın yıkılmadan duruyorlar dedi avni.Cenk tunç’un yanına gitti.
-Gel otur benim canım kardeşim.Sizin evi bulduk.Benimkini bulmadan yukarı çıktık.Yer tespit edildi. Ama görevimizi yapabilmek için tüpe ihtiyacımız var.Ve seninle benim deniz ülkesine yerleşen canlarımız ailemiz için son görevimizi yapmamız gerek.
Hepsi ağlamaya başladı.Bir ara avni
-Tunç annenler evde yoktu zili çaldım açan olmadı.diyerek boş bir ifadeyle yere baktı. Osman koşarak babasının yanına geldi. Sarıldı.
-Dinlen babacığım..Düşünme artık sadece dinlen. Dalma sırası bende. Ama önce bir tüp bulalım.
Dördü birden kalkıp arabaya doğru yürürlerken kendilerini şaşkınlıkla izleyen biri
-Neler oluyor acaba ? diye sordu.
-Kayıp olan bir mahalle vardı ya ? Belediyemiz vardı ya ?
-Evet. Ne oldu ?
-Artık kayıp değiller. Denizin dibindeler. Acil dalış takımlarına ihtiyacımız var.
-Benim bir iki dostum var sanırım yardımcı olabilirler.Beraber gidelim.
Uzun bir arayıştan sonra iki adet tam teçhizatlı dalış takımı temin edebildiler. Avni beye bu sefer izin verilmedi.
Cenk Tunç’a
-Hazır mısın? Güçlü müsün?
-Mecburen.
-O zaman önce ilk gördüğüz yere,sonrada benimkini aramaya tamam mı ?ve birbirimizde ayrılmak yok?bina içine girmek yok? Anlaştık mı ?
-Tabi ki dedi tunç.
Osman söze karıştı.
-Yerlerini bulup son dualarımızı yapacağız.Çünkü artık yapacak bir başka bir şeyimiz yok.Binalara girebilsek bile kurtarmağa imkan yok.Çünkü en azından otuz beş saat oldu.Yıkılmadan biranda kaymış denize.Mantıklı olmalıyız tamam mı ?
Gönüller tasdik etmese bile gözler ve mantıkları tasdik etti.Üçü Dalmak üzere harekete geçtilr. Uzun bir yüzüşten sonra belediye binasını buldular. Onu takip ederek Tunç’un evini buldular. Kapıdaki zilden babacığının adını okudu. Kendi katlarına doğru yüzdüler yukarı doğru.Balkondan eve baktılar,sonra annesinin odasının olduğu tarafa.Biraz durduktan sonra cenk ve Osman tuncun omzuna dokunarak kendi evlerinin olabileceğini düşündükleri tarafa doğru yöneldiler.Evet en sonunda bulabildiler Cenk’in evini.Deniz kızının camına doğru yöneldiler. Cama doğru yaklaştıklarında bir beyazlık dikkatlerini çekti. Cenk Birden ürperdi.Bu kırılan cama takılmış kedicikti. Pamuktu.Camlar kesmişti ama akıntıya kapılıp gitmesini de engellemişti. Odaya dikkat etmeye çalıştılar.Deniz kızının dolabı devrilmişti.Yatak camın önüne doğru fırlamıştı. Gözleri deniz kızını aradı.Birbirlerine itiraf edemeseler de her üçüde görmemek için dua ediyorlardı.Sonra salon tarafına doğru yüzdüler,balkonu takip ederek. Duvar yıkılmıştı odadaki eşyaların bir kısmının üzerine.Burada da anne ve babasının olmadığı gördü. Her üçüde çok tuhaf duygular içerisindeydiler. İçleri buruk,Yürekleri düğüm düğüm su yüzüne doğru yükselmeğe başladılar.
Su yüzüne vardıklarında birbirlerine baktılar. Bu bakışlar o kadar çok şey anlatıyordu ki. Sahile doğru yüzmeğe devam ettiler,kıyıya geldiklerinde Tüpleri çıkartıp kendilerini sahile attılar. Dakikalarca yüzü koyun yattılar yerde. Göz yaşları deniz suyu ile karışıp sahile dökülüyordu.
Avni sessiz hıçkırıklarla seyretti onları. Daha sonra yanlarına gelerek,
-Allah birden fazlasını vermemişti ,Şimdi dört tane oldunuz. Osman oğlum artık kardeşlerini alıp eve dönme zamanı geldi. Haydi bakalım.
Üç genç birbirleri tutarak kalktılar.Takımları hiç konuşmadan toplayıp arabaya yerleştirdiler.Uzun zaman bir tek kelime konuşmadan durdular. Sessizliği gene Avni bozdu.
-Hastaneye gidip kardeşinizi alalım.Sonra yetkili birini bulup gördüklerimi anlatmağa çalışalım.Gerekli araştırmaları yapsınlar.ve evimize gidelim. Dinlenelim. Yardımımıza ihtiyaç duyan o kadar insan var ki.Düşünüp neler yapabileceğiz bulmaya çalışalım.
Hastaneye en yakın yere geldiklerinde Avni
-Siz yerinizde durun,ben kızımı bulup geleceğim. Diyerek yaralıların arasına girdi. Gözü Elifi arıyordu. Elif çılgınlar gibi bir hastadan diğerine koşuyordu.Avni amcasını gördüğünde onun durumunun hiç de iyi olmadığını hissetti.Yanına koştu.
-Avni amca buldunuz mu ?
-Evet kızım.Deniz kendinden aldığımı geri alırken onları da deniz ülkesine götürmüş. Hıçkırmaya başladı.
-Elif Avni amcasını oturtarak doktorların yanına koştu.Telaşla ve ağlayarak bir şeyler anlattı. Sonra elinde dört enjektörle geri geldi.
-Haydi arabaya gidelim.
Arabanın yanına geldiklerinde çocuklar arabadan çıkmışlar yere oturmuşlardı. Elif Avni’yi arabaya oturttu.Kolunu açmasını istedi. Ve ona bir iğne yaptı.
-Lütfen diğer koltuğa geçip oturun Arabayı ben kullanacağım dedi. Arkadaşlarına dönerek
-Hepiniz kollarını hazırlayın bakalım soru sormak yok. Ve sırayla arabaya yerleşin.Gençler sessizce iğneyi olduktan sonra arabaya bindiler.
Enjektörleri torpido gözüne dikkatlice yerleştirdi.Haydi şimdi gidiyoruz diyerek motoru çalıştırdı.Kimseden ses gelmiyordu. Elif sadece merak ediyordu fakat şimdi sormanın zamanı değildi.Şu anda kendine dört can emanetti.Bir an önce eve varabilmek için dua ediyordu. Evin yoluna geldiğinde hepsi uykuya geçmek üzereydi. Bahçeye geldiklerinde herkes arabaya doğru koştu. Sabahtan beri meraktan çıldırmak üzereydiler.Elif:
-Hiçbir şey sormayın.Hepsine sakinleştirici yaptım.Yardım edin sırayla yatıralım.Herkes kendine geldiğinde ne olduğunu konuşuruz.
Ev halkı sırayla hepsini teker teker yatırdı. Bahçeye verandaya çıktılar.Sessizce çaylarını içtiler. Kimse yorum dahi yapmaya cesaret edemiyordu. Güneş batmak üzereydi.Uyuyanlar sıra ile uyanıp verandaya çıktılar.Herkes masa başında toplanmıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Sessizliği avni bozdu.
-Fatma canım karım. Artık bir değil dört evladımız var. Osman,cenk,Tunç ve elif. Çocuklar bu dertleri atlatalım.Ben bir baba olarak her sorunu halletmeğe çalışacağım. Bu arada herkes okuluna devam edecek ve diplomalar alınacak. Bayram ve tatillerde buraya baba evine gelirsiniz. Problemleriniz veya paylaşmak istediğiniz konularda Fatma anneniz ve Avni babanız sırdaşınız olacak.Ailenizden maaş bağlanma işlemlerini halledeceğim. İhtiyacınız olanı da imkanlarımız nispetin de takviye edebilecek güçteyim.Sizden istediğim tek bir şey var siz dört kardeş asla birbirinizden kopmayacaksınız. Bukonu hakkında itirazlar kabul edilmeyecektir. İlk ve son sözüm bu.
Üç genç hariç diğer tüm misafirler sevinçle başlarıyla tastik ettiler.
Elif :
-Annem ve babam için,ve yeni ailem için için itiraz etmeği düşünmeden kabul ediyorum. Ve Okulu bitirerek ailemizin de doktoru olacağıma söz veriyorum. Diyerek Avni beye ve Fatma teyzesine sarılarak ağlamağa başladı.
Sözü Tunç aldı.
-Annem ve babam için ve yeni ailem için bende itiraz etmiyor ve okulumu bitirerek iyi bir evlat ve iyi bir kardeş olacağıma söz veriyorum.
Cenk kendini tutamayarak ağlama başladı. Hıçkırıklara karışan sözleri ise:
-Deniz kızı deniz ülkesinin prensesi oldu.Annemle babamda kadar çok sevmişlerdi ki dalmasını. Ama bu kadar da sevmeseydi de olurdu. Aniden durdu burnunu çekti. Neden neden bu kadar çok deniz ülkesini istedi ki diyerek hıçkırdı. Biraz sessizlik oldu Deniz kızı, annem ve babam için Hep beraber ve el ele….


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #214
Misafir - avatarı
Ziyaretçi


vavei4

AŞKIN KALBİDİR….

VAV ateş ile birleşince önünü alamazsınız…. neden mi ?

ÇÜNKÜ birkez girdiği bedeni kavurmuş ve varlıktan alı koymuştur

şayet….

NUR ile birleşirse

ARTIK aynadır

KAİNATA

380 yıl evvel bir şair derki

BEN VAV’I SEVDİM BENDEN GELİŞİ YILLAR SONRA OLACAK

BEN VAV’I BE’NİN KADEHİ İLE İÇTİM

BENDEKİ SEVGİYİ İKİSİDE BİLMEYECEK……..

O YANLIŞLARIN ZAMANINDA GELECEK

VAV ALEV İLE BİRLEŞECEK (BE) KORKUDAN KADEHİNİ ÇEKECEK

ONLAR BENİ BİLMEYECEK KİMSEDE ONLARI BİLMEYECEK…….
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #215
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Mücadele etmek, evet hayatın gerçekleriyle savaşmak, doğruları, yalanları görmek bunları başarmak ne kadar kolay ya da ne kadar zor bilemiyoruz. Kim bilir belki de içimizde bilenler vardır. Ama benim söyleyeceğim, bunları yaşamadan bilemiyoruz.
Mücadele etmek zorundayız çünkü yaşamak, yaşatmak bizim görevimiz. İsteklerimiz vardır,
ideallerimiz, hedeflerimiz ulaşmak istediğimiz hep bir yerler, bir şeyler vardır. Bazen hayatın bizi hedeflerimize ulaştırmasını bekleriz oysa hayat bize vermekte olan yükünü sırtımıza çoktan vermiş
Şimdi bizim o yükü bıkmadan usanmadan büyük bir sabırla taşımamız, yerine ulaştırmamız gerekiyor. Hayat, biz insanların önüne bir kuru ekmeği sunmuş Şimdi ise o ekmeğin yanına katığı bulmak bizim görevimiz. Çalışıp mücadele ederek zorlukları aşarak, aklımızı kullanarak yapmalıyız. Hiçbir şey bizim istediğimiz gibi gitmiyorsa yada başarılı olamıyorsak suç hayatta değil bizde demektir. Sonuç ne olursa olsun iyi veya kötü bizler yılmadan usanmadan çalışmalıyız, umudumuzun tükenmesine izin vermemeliyiz. Başarmak, başarmak ve başarmak....

"Yüreğim yılma, yumurtada tüylenir, uçar dar kabuğunu kırıp"


filiz karasu
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #216
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hiçbirşey


Meme uçlarını dikleştiren erkekler kalabalığına sunmak kendimi ve her arzda bir kadının tırnak yoluşlu intikamı. Böyle ıtırlı nefes alsam da yaşıyorum kahrolası. Aynalar kırsa da aksi parçalanmıyor insanın,bu sebeple aynalara küsmek ahmaklıktır yüzümde.






Aynalara küsecek kadar yüzüm var mıydı?





Sokağı görmek ne kadar önemliydi,o an fark ettim. Annesinin elinden tutmuş pelikli, pazardan dönen kadın ve arkasında nasırlı hamal ve kediler,yüzüme yapışanlardan değil ama. Ne çok kedi vardı ve ne çok insan.



Kahvem soğumuştu, ne düşündüğümü anlamıştım ne de kahvenin tadını. Yumru vardı içimde, ne kolay ağlar olmuştum. Göz yaşlarıma inanmıyordum.



İnsanın kendine inanmaması , en çok bu acıtıyordu. Her sabah yeni başlangıçlar yoruyordu. Sonu gelmeyen her şey yorarmış insanı, meğer tüm hakkıyla bitmeler mükafatmış.





Herkes duymak istediklerimi söylüyordu. Duymak istediklerimi söylemeyen insanlardan nefret ediyordum.



Bir adam vardı, gözlerinin önünde cam parlaklığı ,adamın gözleri camdı. Saçları tuhaftı ,sanki ağacın gölgesine inecek yılanlar vardı saçlarında. Adam tüm günahlarını saçlarına gizlemişti ,hiç uzamıyorlardı. Adamın dilinde göz kapaklarından nizami düşmüş kirpikleri vardı

Gözleri cam ,saçları günah, kirpikli dilli adam sadece duymak istemediklerimi söylüyordu.



Adamı seviyordum ve Pazar günlerini. Uyanır uyanmaz annemi arardım, sesi rahatlatırdı. Annemin sesi çocuk olduğumu düşürürdü içime. İmrenirdim annemin kadın insanlığına ama onun gibi olmak istemezdim hiç. Ben babamla evlenmezdim.



Niye babamın gözleri cam değil ve niye günahını ellerinde taşıyor?



Babamın elleri dolu,saçlarım hep soğuktu . saçlarımı sevmezdim hiç , onları bağlardım yüzüme değmesinler diye.



Saçlarımın deyeceği kadar yüzüm var mıydı?







arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #217
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kışın ortasında yazdan kalma bir güne rastlamak seni rüyamda görmek gibi bir şey herhalde
Böyle bir günde evde duramazdım yazlık eşyalarımı dolaptan çıkartıp ağaçların ılık gölgeleri altında yürüyorum sıkıntılı günlerde bu gölgede oturur kendimi yeniden şarj ederdim acıktığımda ise susamlı simitle vişne suyu imdadıma yetişirdi dost arkadaş aradım ama kimse gelmezdi yanıma çimlerle konuşur sonra yatak misali üzerine uzanırdım hiç kalkmaz uyurdum uzun uzun balık tutanları izlerdim kovadakilere ise simit atardım son zamanlarımda da yanıma uğradın ya beni mesut ettin yol boyuna baktım tüm gün tam kalkacak ken yanımda
bitiverdin sonra yine konuşmaya başladık yılan hikayesine dönmüş ilişkimizden sen bitirmek istiyorsun bense devam ettirmek sen hep aynı cümleyi kullanıyorsun ben sana göre değilim soruyorum boyum kısa ise arkadaşlara söyleyeyim iki taraftan çekip uzatsınlar kilom çok ise anneme söyleyeyim makinede yıkayıp biraz çekeyim yüzüm buruşuk ise ablam buharlı ütü ile
Ütülesin kanım Bozuk İse Filimden çalıp üzerime enjekte edeyim eğer sorun başka bir şeyse yapabileceğim bir şey yok ama sana tavsiyem rahat bırak beni ya olduğum gibi sev ya sevebildiğin gibi ama başka şık yok..


semih çağdaş
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #218
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İÇİMDE MAVİ BİŞEY


denizzzxx5cw5



-Mavi bir şey içimde kaldı. Bu ne kadar uğraşsam anlatamayacağım bir şey. Uzaklara uzanan bir yol, ufkun köşesi, içimde dalında titreyen bir küçücük yaprak, rüzgârın nefesinde savrulup giden bir parça beyaz bulut, şırıltılı bir su, gücüm, kuvvetim, heyecanım, merakım, dimdik ayakta bir çınar, her şeyden bir parça yolda kaldı. İnanın bana, söyleyemiyorum, bir şeyler içimde kaldı.
Yuvarlanıp duran küçücük bir mavi bilye bir o yana gidiyor, bir bu yana. Yaklaştırıp gözünüze tutsanız bu bilyeyi görürsünüz:
içinde gökyüzü, içinde yeryüzü, çam ormanları, gürüldeyerek akan nehirler, yüksek yaylalar, doludizgin boşanan atlar, patlayan şimşekler, içinde sonu gelmeyen yollar, karmakarışık…
Sırça köşkün pencerelerinden sarkan sarmaşık gülleri, içinde yağmurlar yağan bir billur saray, çatısında parlayan gün ışığı, saçaklarından dökülen ışık huzmeleri, bir o yana yuvarlanıyor, bir bu yana.
Rüyalarımdan bir damla, küçücük bir mavi bilye içimde kaldı.


Anlatamayacağımdan değil telaşım, anlaşılmayacağından değil.
Ellerim titriyor, yüreğim tir tir titriyor. Treni kaçıracakmışım gibi, boşluğa yuvarlanacakmışım gibi, bardaktaki süt dökülüverecek gibi, içimde bir endişe, bir şeyler pırpır ediyor.

Göğsüm bir kafes, içinde bir kuş çırpınıyor. Her şey uçup gitti başımdan.
Uzaklar aklımı aldı. Neler vardı çıkınımda, hatırlayamıyorum. Parmaklarımı bile sayamıyorum. Başım dönüyor. Korkuyorum.
Sırtım boşluğa geldi, arkamda ne var bilmiyorum.
Anacığım kucağın nerede? Ayaklarım dolaşıyor, nefesim düğümlendi, yutkunamıyorum. İçimi bir yerlere dayamak istiyorum. Göğsümü parçalamak istiyorum. Göğsüme sımsıkı sarılmak istiyorum.
Kayboldum, yolda kaldım.

Kendi kuyruğunun avcısı bir zavallı kedi, ne kadar sıçrasa tutamaz, ne kadar yorulsa…
Her yeri dolaşsam bulamam, elimi uzatsam tutamam. İçimde titreyen bir boşluk, neyi kaybettiğimi unuttum, bir hatırlasam bir daha unutamam. Yollarda sürüyorum bedenimi, nerelerden geldim, nereye gidiyordum, bilmiyorum, ama hiç olmazsa bir damla mavi şey bari içimde kaldı.



yusuf nusret
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #219
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bugün yine hüsran gecelerimden birini yaşıyorum. Ağlıyorum, bakıyorum ama görmüyorum. Kimi? Onu da bilmiyorum. Tek bildiğim bilmediğimi bilmek. Şu anda gökyüzü sukut içinde ve yıldızlı semalara türkü söylemekte. Bense içimde kopan fırtınalara bir anlam vermeye çalışmakta ve içimde bulunan kör bir labirent içerisinde ki savaşa son vermenin yollarını aramaktayım. Herkes gülüyor. Ben ağlıyorum. Artık beni elimden tutup parklara götürecek, öpüp sevecek bir insan yok. O yok bu yok şu yok. Of en önemlisi sen yoksun. Çocukluğuma bağışla sana açamıyorum, derdimi. Anlatamıyorum derdimi. Anla beni. Anlat bana beni. Bizi, ikimizi sevgimizi.

Seni rüzgarın bulutları, bir annenin yavrusunu okşadığı gibi okşamak istiyorum. Sevdam içimdeki bitmeyen sonsuzlukta bir o yana bir bu yana cirit atıyor. Bıktım artık kalbimin sensizlik koktuğu gecelerde ağlamaktan. İçini bana gizle. Yağmur istiyorum buğulu camlara adını yazmak için. Yağmur istiyorum sana sırılsıklam aşık olmak için.

Gökyüzünde kopan fırtınalardan, seni benden uzaklaştıracağını düşündüğüm için korkuyorum. Yaşamaktan korkuyorum. Ama şunu biliyorum ki fırtına, kıvılcımları söndürür fakat yangını körükler.

Sana anne şefkati gibi sevdalıyım. Beynim okyanuslarda gezen bir sandalın alabora olması gibi çalkalanıyor. Hava çok soğuk. Kutuplara sevdalıyım. Sevdana sevdalıyım. Kutuplara, dudaklarını çatlatıp ıslatmana neden olduğu için sevdalıyım.

Arıyorum. Seni arıyorum. Sıcak kollarının arasına soğuk ürkek ve titreyen bedenimi alacağın anı arıyorum. Deniz sahillerinde birkaç saçma kelime yazıp dalgaların onu sileceği anı arıyorum. Bulamıyorum.

Seni denizlerin maviliğinde, kalbimin ıssız köşelerinde aramak artık zor geliyor. Ama ne yapayım maviye, ıssızlığa kısaca sana sevdalıyım. Yaşanmamış, bilinmeyen aşklara aşık olmak, yıldızlara sevdalanmak, seni yaşamak istiyorum.

Gözlerin parıldıyordu. Buğulu camların ötesinde, yıldızlar ülkesinde. Gözlerin lem’ası vuruyordu beni. Sana sevdalanmak ümit veriyordu bana. Sen tıpkı bir elmas parçası ve ayak basılmamış bir gezegen gibiydin. Artık gezegenine girmek istiyorum. Hiçbir yaşam belirtisi olmadığını bile bile...

Peki ben neden senin karşında başkalaşıyorum. Seni düşünmek neden bana acı geliyor. Yoksa sevda dedikleri bumu? Seninle yıldız saymak çok güzel ama sensiz bir pencerenin sonunda yıldız saymak var ya...


sessiz tan
nisan_yagmuru - avatarı
nisan_yagmuru
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #220
nisan_yagmuru - avatarı
Ziyaretçi
IYI VE KÖTÜNÜN YÜZÜ

Leonardo da Vinci 'Son Aksam Yemegi' isimli resmini yapmayi
dusundugunde
buyuk bir guclukle karsilasti...
Iyi'yi Isa'nin bedeninde, Kotu'yu de Isa'nin arkadasi olan ve son aksam
yemeginde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nin bedeninde tasvir
etmek zorundaydi...
Resmi yarim birakarak bu iki kisiye model olarak kullanabilecegi birilerini
aramaya basladi. Bir gun bir koronun verdigi konser
sirasinda,korodakilerden
birinin Isa tasvirine cok uydugunu fark etti. Onu poz vermesi icin
atolyesine davet etti, sayisiz taslak ve eskiz cizdi.
Aradan 3 yil gecti. 'Son Aksam Yemegi' neredeyse tamamlanmisti, ancak
Leonardo da Vinci henuz Yahuda icin kullanacagi modeli bulamamisti....

Leonardo'nun calistigi kilisenin kardinali, resmi bir an once bitirmesi
icin
ressami sIkistirmaya basladi.Gunlerce aradiktan sonra Leonardo vaktinden
once yaslanmis genc bir adam buldu. Pacavralar icindeki bu adam
sarhosluktan
kendinden gecmis bir durumda kaldirim kenarina yigilmisti. Leonardo
yardimcilarina adami guclukle de olsa kiliseye tasimalarini soyledi
cunku artik taslak cizecek zamani kalmamisti. Kiliseye varinca
yardimcilar adami ayaga diktiler. Zavalli, basina gelenleri anlamamisti.
Leonardo adamin yuzunde gorulen inancsizligi, gunahi, bencilligi resme
geciriyordu... Leonardo isini bitirdiginde, o zamana kadar sarhoslugun
etkisinden kurtulmus
olan berdus gozlerini acti ve bu harika duvar resmini gordu.
Saskinlik ve huzun dolu bir sesle soyle dedi:

'Ben bu resmi daha once gordum...
''Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da sasirmisti.
'Uc yil once' dedi adam.. 'Elimde avucumda olani kaybetmeden once. O
siralarda bir koroda sarki soyluyordum, pek cok hayalim vardi, bir
ressam beni Isa'nin yuzu icin modellik yapmak uzere davet etmisti...'
Iyi ve Kotu'nun yuzu aynidir...
Her sey insanin yoluna ne zaman ciktiklarina baglidir...

Paulo Coelho

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat