Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 23

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.430 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #221
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
bir varmış, bir yokmuş. evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok
güzel bir ülkede, mahalleler varmış.
Sponsorlu Bağlantılar
bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. dışarıdan
gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları
iple çekerlermiş. kavga da etseler kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar
kurarlarmış. herkeste sevgi, paylaşma ve arkadaşlarını kollama
duygusu yavaş yavaş gelişirmiş.
o zamanlar, çocuklar evden okula servis ile değil, buluşarak
giderlermiş. onların yolunu gözlemezmiş; evdeki bilgisayar, şehrin en iyi
dershanesi, hazırlık kursları. bilmezlermiş; hamburgeri, mtv'yi, internet'i, cep
telefonunu,tetris'i. bilirlermiş duvarların üzerinde sohbeti, anket defterleri doldurup,
sevgileri keşfetmeyi horoz şekercisini, elleri leş gibi macuncunun, tornavida ile koyduğu
rengarenk macunu eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra da bir
ıslıkla tekrar aşağıya, kukalı saklambaça kaçmayı
o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı
küsmeyi, aynı kıza asılmayı, torbalarla misket toplamayı, gıcır
köstek ayırmayı, değiş tokuşu, kaybedince kapışı (o muhteşem "kapış"ı)
teksas'ı, tommiks'i, konyakçı'nın dişlerini paramparça red kid'leri
iç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini üç korner bir penaltıyı
üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan
yeni dostları ve onları kapma yarışını
taşınanların kırmızı kamyonlarını ilk ergenliği, boyların ölçülmesini
hey dergisini otobüsteki biletçinin lastik sarılı kalemini
yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallacı evlerin arkasındaki odun kömür depolarını
yakan topun yakışını adam alırken, adım hesabını, iki çocuğu en iyi arkadaşla takası
mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın çıkarttığı
kahramanı - ödleği
kan kardeşliğini ip atlama, lastiğe basma, topaç virtüözlüğünü
çelik çomağı, kırılan camları - toplanan paraları
açık hava sinemalarını, frigo buzu silik seksek çizgilerini...
sonra zamanla, bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. yaşlar
ilerledikçe, bu birliktelik, kollama, koruma duyguları, bu
mahallelerin çocuklarının başlarına çok işler açmış.
daha sonra işsizlik, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı
götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın
yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile başbaşa kalmış.
çocukları mı? çocukları şimdi koca koca apartmaların arasında, nefes
alınmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içerisinde yalnız
yaşıyorlar. anneleri-babaları onları çok seviyor. beta kapmasın diye kalabalık
ortamlara hiç sokmuyor.
hafta sonları hep beraber "karum" ya da "akmerkez"deler.
okul servisi çocukları neredeyse yataklarından alıyor.
çocuklar, trafik kaygısıyla, köşedeki markete dahi gönderilmiyor.
babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dershane
reytinglerini izliyorlar.
hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar.
seksek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar.
hayata açılan pencereleri "windows xp", onlar ekrana-ekran onlara
bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor.
ve şehrin dışında ağaçlar, tırmanacak, salıncak kuracak, kalp
kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor.
paylaşmayan,yalnız, bencil, kafesler içerisinde, gürbüz,
güvenlikteki çocukları.
hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yandaki bahçeye kaçmamış,
dizlerinde bir metrekare kabuklar olmamış çocukları...


yalçın ergir -- düş hekimi--

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #222
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
İLK KADININ YARATILMASI
pandora
Prometheus'un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğuna ceza vermek istedi ve onlara kadını gönderdi. Zeus , oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı.
Sponsorlu Bağlantılar

Olympos'ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca "bütün armağan" anlamına gelen Pandora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes Pandora'nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dedi ki; Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır. Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus'dan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora'nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi.

Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğuştan meraklı olduğunda dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus'un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek "ümit" de vardı. Fakat ümit dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı


masal şehri'den alıntıdır

----------------------------------------------------------------
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #223
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar

Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya
geçirilmiş değildir. Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür.
Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız
vardır. Onaltiya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı
(yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok
beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i
Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.
Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu
kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, ******* babasını ve kardeşlerini tam
yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha
büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan
evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı
türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.
Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski
sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye
başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.
Gün geçtikse hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip
gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare
kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye
gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü
Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan
bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Ayni türküyü anasına
babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp
göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.
Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha
onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu
gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.


Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim
Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yollarımı bilse de gelse
Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim.

Derleyen: Ümit Kaltancıoğlu
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #224
kambis - avatarı
Ziyaretçi
KÜÇÜK KIZ

Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağınadileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla: - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu. - Hayır çikolata parası lazım! Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü. - Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz? - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız. Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı. - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız? - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim. - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın? - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum. - Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla. - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever. Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü. - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi? Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı. - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım. Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi. - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına. - Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban? - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar. - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ? - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim. - Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun. - Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı. - Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı?Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin. - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem. - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım.Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden? - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada?Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan. - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur? - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur. - Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ? - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor. - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir? - Küçük kızı severek. - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ? - Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin. - Nasıl yani ? - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi? - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diyesorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim. - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona"bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz. - Hiç kavga etmezmisiniz siz? - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana. - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda. - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı aslaaldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşakdokunuşları severler. - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum. - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmekiçin elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin. - Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum. - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Amahediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı. - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı. - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi. - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi. Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, binbir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu. - Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi. İnci hiç konuşmadı. - Sorsana "niye" diye. İnci kızgın kızgın: - Niye? Diye sordu. - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı. - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım. - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım"Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. - Özür dilerim seni kırdığım için. Sonra Bülent yere diz çöktü. - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni deliceseven bu adamı senden mahrum etme. - Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı. - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi. Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü.Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #225
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gerçek arkadaşlık nasıl olur? Gerçek arkadaş kimdir?

Sevdiğini bırak... Geri dönerse senindir dönmezse zaten hiç senin olmamıştır... Yıllar önce duyduğum bu cümleyi defalarca tekrarlamama rağmen, derin anlamını sanki ilk kez duymuş gibi hissediyorum.

Sevilen kelimesi sadece aşık olunan, eş olan kişi için geçerli değil... Pek çok sevgi çeşidini ve pek çok sevileni kapsıyor… Bunlardan biri de dostluklar...

Soruyorum kendime gerçek arkadaşlık nasıl olur? Gerçek arkadaş kimdir? Peki ya ben birisine hiç gerçek bir arkadaş olabildim mi?

Cevaplaması zor olan sorular... Uzun bir düşünme süreci sonunda bazı çıkartmalar elde ettim, ama doğruluğunu ancak zaman test edecek.

Klasik dostluk tanımlarına girmeye kalkarsam, yanılma şansım çok yüksek... ki bunca yıldır düştüğüm yanılgıların bir nedeni de olayın, biri yüzeysel diğeri derin olmak üzere iki taraflı anlamı olması...

Şimdi anlıyorum ki,
Dostluk oturup saatlerce konuşabilmek, konudan konuya uçar gibi zıplamak, fikirleri tartışmak değilmiş....

Dostluk, onun ihtiyacı olduğunda sessizce onu dinleyebilmekmiş...

Dostluk, O'na kendi bakış açımı göstermek ve onun farklı bir görüş kazanmasını sağlamak değilmiş...

Dostluk, ne kadar ters olursa olsun, O'nun gözleri ile bakmayı başarabilmek demekmiş...

Dostluk, dostun bir yanlıştan öbür yanlışa adeta sürüklenircesine giderken, O'na dur demek ve hata yapmasını engellemek değilmiş...

Dostluk, O hata yaparken, acı çekerken ve sonucunda tecrübe kazanırken bu süreçleri onunla birlikte yaşayabilmek demekmiş...

Dostluk, O'na neyin doğru olduğunu söylemek değilmiş...

Dostluk, Onu kırmadan saygı ile dinleyebilmek ve söylediklerini eleştirmeden anlayabilmek demekmiş...

Dostluk, O'nun duygularını hiçe sayarak, katı dürüstlük demek değilmiş...

Dostluk, bazen O’nun duymak istediğini söylemek demekmiş…

Dostluk, O'nun adına karar vermek demek değilmiş...

Dostluk, O’nun ne istediğini öğrenmek için çaba sarfetmek demekmiş...

Dostluk, O'nu aynı ruhun parçası gibi benimsemek değilmiş...

Dostluk, O'nun tecrübesine, duygularına, düşüncelerine, kararlarına, isteklerine, hayallerine saygı gösterebilmek, farklılıklarını görebilmek demekmiş...

Dostluğu tanımlayan ve yapılması gereken bir kurallar listesi yokmuş...

Çünkü yapılan herşey doğal olarak kendiliğinden olurmuş...eğer olmuyorsa, o zaman dostluk zaten yokmuş...
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
22 Şubat 2007       Mesaj #226
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY

YUSUFİLEZÜLEYHA

Divan edebiyatında birçok şairin mesnevilerine de konu olan bu aşk öyküsü Kur'an-ı Kerim'de "öykülerin en güzeli "diye isim bulmuştur . Yusuf sûresinde 98 âyet (4-101), Yusuf Peygamber'in ibretli hayat hikâyesinden söz eder.

Buna göre Yusuf Peygamber'in on bir erkek kardeşi vardır. Olağanüstü bir güzelliğe sahip olan Hz.Yusuf babası tarafından çok sevilmektedir. Onu kıskanan kardeşleri gezinti için kıra gotürürler ve kuyuya atarlar. Babalarına ise kanlı elbiselerini gösterip, onu kurdun yediğini söylerler. Yoldan geçen bir kervan, su çekerken Yusuf'u bulur ve Mısır'da Hazine Bakanı olan Azîz'e köle olarak satarlar.

Sarayda ihtimamla yetişen Hz.Yusuf 'a Azîz'in karısı Züleyha aşık olur ve onu yasak ilişkiye çağırır.Hz.Yusuf ona şöyle cevap verir: "Allah'a sığınırım. Efendim bana iyi baktı. Doğrusu zulüm yapanlar kurtuluşa eremez." Yüce Allah, o arada Hz.Yusuf'un da Züleyha'yı arzuladığını, ancak ihlâslı bir kul olması yüzünden Yusuf'un bu kötülük ve fuhuştan korunduğunu belirtir.

Eşinin haksız olduğunu tespit eden Azîz, olayın hiç bir şey olmamış gibi kapanmasını istemişse de, dedikodunun önü alınamamıştır. Bunun üzerine Züleyha dedikodu yapan hanımları yemeğe davet etmiş ve Yûsuf'u onların yanına çağırarak, şaşkınlık içinde meyve bıçakları ile ellerini kestiklerini görmüştür. Bununla, âşık olmakta haklı olduğunu göstermeye çalışan Züleyha, Yusuf'un kendisine ilgi göstermemesi üzerine onun hapse atılmasını istemiştir.

Güzel bir kadının cinsel isteklerine uymak yerine yıllarca hapiste kalmayı tercih eden Hz.Yusuf bu konuda şöyle dua etti: "Rabbim, bana göre zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum." Rabbi onun duasını kabul etti ve onların düzenlerini ondan savdı.

Mısır hükümdarı bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Yorumcular bu rüyaya anlam veremediler. Bu arada zindanda bulunan Hz.Yusuf isabetli rüya yorumları ile ün yapmıştı. Kral onu yorum için saraya çağırdı. Ancak Yusuf, Züleyha konusunda iftiraya uğradığını, bu eski davanın görülerek sonuca bağlanmasını istedi. Böylece temize çıktıktan sonra rüyanın yorumunu yapabileceğini söyledi. Gerçekten sorguya çekilen Züleyha ve dedikoducu kadınlar doğruyu söylediler. Hz.Yusuf belge ve delillerle temize çıkınca rüyayı şöyle yorumladı:

Yedi yıl çok bolluk, ondan sonra da yedi yıl kıtlık yılları gelecek. Kral, tedbir olarak ne yapmak gerektiğini sorunca Hz.Yûsuf, ekonomik ve mali işlerin başına kendisi getirildiği takdirde bu kıtlık ve darlık yıllarına çare bulabileceğini söyledi.Bu göreve getirilen Hz.Yusuf , ilk bolluk yıllarında halkı tasarrufa teşvik etti, tüm fazla hububatı depolara yerleştirdi. Bu arada, halk ellerindeki altın, gümüş gibi değerli eşyasını da Hz.Yusuf 'un emanet depolarına teslim etmişti. Bunların eline emanet bıraktıkları şeylerin miktar ve niteliklerini belirten makbuzlar veriliyordu. İşte bu makbuzlar J. Dobretberger gibi iktisatçıların belirttiği gibi M. Ö. 1600 yıllarında Ortadoğu' da elden ele kâğıt para gibi dolaşmaya başlar.

Rivayete göre Mısır Melik'i Hz. Yusuf'a taç giydirmiş, kılıç kuşatmış ve inci ile yakut işlemeli bir taht yaptırmıştır. Ancak Hz.Yusuf son ikisini kabul etmekle birlikte, taç giymeyi kendisinin ve atalarının giydiklerinden olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Ülke kısa sürede Hz.Yusuf 'un adaletli yönetimi ile onun nüfuz ve iktidar alanına girmiştir. Bu arada Hazine Bakanı Aziz vefat etmiş, eşi Rail, diğer adı ile Züleyha, Melik tarafından Yusuf'la evlendirilmiştir. Bir mucize olarak gençleşen Züleyha, kocası iktidarsız olduğu için kız olarak Yusuf'la gerdeğe girmiştir. Bunun üzerine Yusuf Züleyha'ya "Bu şekilde meşru olarak evlenmemiz senin haram olarak istediğinden daha iyi değil mi?" diyerek helal ile haram arasındaki farka dikkat çekmiştir. Züleyha'nın Yusuf'tan Efrâim ve Menşa adlarında iki oğlunun dünyaya geldiği nakledilir...
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #227
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
UgUR BÖCEgI

Doganin su guzelligi icinde yasamini surdurmeye calisan ben artik yorgun, caresiz ve tukenmis bir canliyim. Beni bu olumsuz dusuncelere iten canlilarin iki yuzlu olmasi, verdikleri sözlerde durmamalari, yalanlari, alayci tavirlari olsa gerek diye dusunceler aleminde kendisi ve yasadigi olaylar ile ic dunyasinda bir yolculuk yapmakta iken, yine o sesler onun bu yolculugunun yarim kalmasina neden olur. Uc uc ugur böcegi, annen sana terlik-pabuc alacak diye devam eder gider.

“Sizleri duydum arkadaslar, ama artik siz uc deyince ucan, kos deyince kosan birisi olmak beni mutsuz ediyor. Kusura kalmayin yoruldum, dediginizi yapamayacagim.” Bu konusmayi duyan cocuklar sinirlenir. “Nedenmis o, önceden böyle yapmaz ucar, kosar bizi mutlu ederdin. Biz kiminle alay edecegiz. “

“ Siz kendinize mutlu olmak icin baska yollar arayin. Ben mutlu olmak istiyorum. Bugune kadar sizi dinledim de ne oldu? Istediginiz bir terlik-pabuc idi, onu da sizler aklima koydunuz. Sanki her yer terlik-pabuc oldu. Iste kis yine geliyor, yazin terligim yoktu idare ettim. Ya simdi kis gelmekte, pabucsuz ne yaparim? Hic bunu dusundunuz mu? Sizler sadece hedefi belli olmayan zavalli ugur böceginin kosturup durmasindan zevk alip alay ettiniz. Sizin ayaginiza giymeye terliginiz – pabucunuz yok dogru durust. Ben bunu biraz gec anladim. Size tavsiyem, kendinize bir bakin benimle alay ettiginiz konuda sizlerin de eksikleriniz var. Gercekleri görmeniz icin, alay konusu mu olmaniz gerek “ diyerek oradan uzaklasip gitti.

Onlar ile oturup saatlerce konusabilir, dogrulari, yanlislari tartisabilirdi. Artik bosa gecirecegi zamani olmadigini anladigindan böyle bir konusma yapmaya gerek duymadi. Gecmiste yaptigi yanlislari fark etmesi, dogrulari görmeyi ögrenmesi belki zaman almisti, fakat bundan sonra kaybedecek zamani yoktu.

Yazan: Metin Kartal
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #228
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GİTME YADA GİT

Bir duygunun esiri aklım, sadece delicesine yaşamak var seni seninle. Özgürlüğün pençesinde kıvranırken, hep sen varsın düşüncelerimde.Sen, gözlerimdeki hayal, bakışlarımdaki tutarsızlık, sen gecem sen gündüzüm gibisin. Bir yolun başındaki kararsızlığımsın. Başlamak istediğim ama bir o kadar korktuğum bir yol. Seni istiyorum geceler boyu karşımda, korkmadan dokunmak sana,içimdeki yangınların ötesinde sarılmak hiç bırakmamacasına.

G İ T....
Git artık sen bana çok gibisin. Kahvemin kokusuna sinme, aynada seni görmek istemiyorum,sesinide al git başımdan. Gecelerde seni istemiyorum.
Yok hayır GİTME...
Gidersen yıkılır bu gönül, seni ister sarhoş bir eda ile bakarken başkalarına. Yok GİTME.Herşey senin olsun, sen bende kal lütfen.Beni bırakırsan paramparça olur dünyam.Kurduğum sırça köşk yıkılır hayallerimle birlikte.
Ama hayır GİT.
Gitki sana alışmışlığım son bulsun.Artık kokunu burnumda hissetmek ve bununla yaşamak istemiyorum.Aldığım havaya seni sığdırmak, yediğim ekmeğe sen gibi bakmak istemiyorum.Al anılarınıda çek git benden.
GİT..........ME
Gitme gidersen yok bedenim, ben yokum.Canımda can gibisin.Senin gitmen
benim yokolmam demek.
GİTME bedeli neyse ben yine öderim.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #229
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
"Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba
"Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
"Seni seviyorum" demek yetmemektedir.
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
22 Şubat 2007       Mesaj #230
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
BİR GÜLÜN HİKAYESİ
Onlarla yıllar önce tanıştım. Bir cafede yani yemekten sonra müzik dinlemeye gidilebilen bir yerde... Ben masalardan birinde, tek başıma vazonun içinde duruyordum. Canım sıkılıyordu aslında. Özel olarak bu iş için, evleri, cafeleri, restorantları ve iş yerlerini süslemek, insanlar tarafından sevdiklerine hediye edilmek üzere yetiştiriliyordum. Benim kaderimde de buraya satılmada vardı, sevdiklerimden ayrılmış, bu vazoya yerleştirilmiştim. Can sıkıntısı içinde akibetimi bekliyordum daha ne kadar yaşayacağımı bilmeden. Kimse benimle ilgilenmiyordu. O gelene kadar...

Çok güzel bir kadındı. Simsiyah saçları, düzgün vücudu, sade elbisesi ve narinliğiyle bir yıldız gibi parlıyordu. Kapıdan içeri girer girmez gözüm takıldı. Onun elinde, saçında veya yakasında olmak isteğiyle dolup taştım birden. Boş masama otursunlar diye dua ettim. Yanında birileri vardı, etrafa bakıyorlardı. Bende bakındım ve kalbim çarpmaya başladı, benden başka boş masa yoktu, demek ki bana geleceklerdi...

Yanılmamıştım. Oturur oturmaz beni fark etti. ALLAH'ım ne güzel bir kırmızı gül diyerek önce beni seyretti, sonra yapraklarıma yumuşak elleriyle dokundu, daha sonra burnuna götürdü beni. Ben onun dokunuşları ve kokusuyla ürperirken oda benim kokuma bayılmıştı. Eline alıp,uzunca bir süre tuttu beni. Arada bir kokladı,kokumu içine çekti.

Derken...

Derken o çıkageldi. Hiç beklemediğim, ummadığım bir anda masaya geldi. Kadınla ilk kez tanışıyorlardı. Küçük bir merasimden sonra kadının yanına oturdu. Ben yine onun ellerindeydim... Birden kadının kulağına eğilip, "kırmızının sana çok yakıştığını biliyor musun?" dedi. Sesi çok kibardı... Doğrusunu isterseniz, ben bile etkilenmiştim. Gözlerini kaldırıp ona gülümsediği an bakışlarının son derece çarpıcı olduğunu gördüm. Benim ki daha etkilenmişti. İkimizde dikkatlice incelemeye başladık adamı. Kendini beğenmiş bir havası vardı. Yakışıklıydı Allah için, şık ve iyi giyimli, ağzı laf yapan biriydi. Sık sık kulağına bir şeyler söylüyor, oda çapkına gülümsüyordu. Meğer oda benim gibi kapıdan içeri girdiği andan itibaren güzel kadını izlemiş...

Birkaç dakika sonra iş işten geçmişti. Tahmin ettiğim şey gerçekleşti. O andan itibaren yalnızca ikisi vardı orada. Birlikte sohbet ettiler, konuştular... Bende mutluydum ama birazdan onların gideceğini düşünmek acı veriyordu. Daha goncaydım, en azından bir haftalık ömrüm vardı, ama bundan sonraki günlerimi burada, bu karanlık yerde geçirmek istemiyordum. Beni alırmıydı giderken? Yanında götürürmüydü?

Ben bu duygularla doluyken kalkmakta olduklarını fark ettim. Aman Allah'ım gidiyordu! Gidiyorlardı. Adam geldikten sonra benimle hiç ilgilenmemişti. Beni unutmuştu. Ayağa kalktı, çantasını aldı, ceketini omuzlarına attı ve yavaş yavaş uzaklaştı masadan. Beni bırakarak... Kahrolmuştum. Bütün ümitlerim sona ermişti. Ona son bir kez veda etmek üzereyken, genç adamın masaya döndüğünü gördüm. Bir şey unutmuştu herhalde. Geldi bana uzandı...

Yoksa...

Beni aldı, önce kokladı, kokumu onun yaptığı gibi içine çekti ve onun yanına gitti... Gözlerinin içine bakarak "Bütün bir gece çok hoş bir ikiliydiniz, onu yalnız mı bırakacaksın" diyerek beni uzattı. Daha önce biraz kıskanmıştım, ama o anda çok sevdim bu adamı. Sarılıp öpmek geldi içimden. O gece ve sonrası onlarla birlikte aşkı, mutluluğu, tutkuyu, ihtirası yaşadım. Çok büyük bir aşka tanık oldum. Ama korkuyordum. Hislerim bu aşkın uzun sürmeyeceğini söylüyordu. Evet çok seviyorlardı birbirlerini ama başka dünyaların insanıydılar...

Her şeyleri farklıydı. Bu ilişki onları tüketecekti... Beni bir hafta boyunca vazoda baktı. Her gün suyumu değiştirdi, uzun yaşamam için vitaminlerle besledi beni. Her sabah yataktan kalkınca okşadı, sevdi, kokladı. Her akşam eve geldiğinde benimle ilgilendi. Yapraklarımın dökülmekte olduğunu fark edince kurumamamı, yapraklarımın dökülmemesini sağladı. Ömrümü uzattı. Aradan yıllar geçmesine rağmen hala yaşıyordum. Hala onunla beraberim. Onun yatağının başucundayım. Ben onunlayım ama buluşmamızı sağlayan bizimle değil artık. Korktuğum başıma geldi. Bir yıl sürdü ilişkileri. Aşk dolu geceler yerini kavgalara bıraktı. Hiç istememe rağmen birbirlerini kırmalarına şahit oldum. Onunla birlikte bende ağladım. Her kavga, daha tutkulu bir barışmayla sonuçlanıyordu. Ama sonra bir gün gitti ve bir daha hiç aramadı...

Ama o günden sonra her gün bir arkadaşım geldi evimize. Her gün kırmızı bir gül getirdi çiçekçiler. Kimden geldiğine dair hiçbir not olmadı güllerin üzerinde. Ama oda bende kimin gönderdiğini biliyorduk.

Aradan yıllar geçti, başkaları geldi gitti eve. Ama o hiç gelmedi. Gülü hep geldi. O da güllerin hiçbirini atmaya kıyamadı. Hepsini yaprakları dökülmeye başladıktan sonra kuruttu, yaprakları ufaladı, banyoda, odalarda sakladı. Saklamaya devam ediyor...

Bu güzel kokulu evde ben öldüm bir gün ve... benimle birlikte o güzel kadın da öldü. Ama ev hala onun kokusuyla doluydu..

Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat