Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 70

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.445 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
16 Nisan 2007       Mesaj #691
arwen - avatarı
Ziyaretçi
YA BENDE KAL, YA DA GİT

Sponsorlu Bağlantılar
Bir şeyler var dilinin altında. Söyle ne olursun söyle. Yine gideceğini söyleyeceksen ama sus. Duymak istemiyorum. Mutluluğumun tek kelimen ile yıkılmasını istemiyorum. Nedenleri belirsiz gidişlerinden sıkıldım artık. Ve sonunda bir şey yokmuş gibi dönmelerinden. Yoruldum, bedenim de bitap düştü. Gidiş gelişlerin yordu. Bende mi hata yoksa sende mi? Bir anlayabilsem Allah'ım, bir bilebilsem, çözebilsem seni. Her gelişinde tutkuyla bağlıyor, gidişinle yıkıyorsun. Benliğimi sana tutuklu bırakıyorsun aslında. Sevmiyor mu diyorum gördüğüm sevdiğin oluyor çünkü yanımda oluyorsun, sarılıyorsun. Ama bir bakıyorum bir anda kayboluyorsun.
Şimdi yine aynısı olacak biliyorum. Yine gideceksin, alıştım artık. Kapıyı çekeceğin zaman iyi düşünmelisin. Bu gidişin ki eğer gidersen son olacak. Geri dönmek için bir kapı bulamayacaksın. Yine gidişinle yıkacak gelişinle sevindireceksin aklın sıra ama yooo sevgilim. Değişmeli bazı şeyler, en azından ben değişmeliyim sana karşı. Şimdi karar senin gitmek istiyorsan git, engel olmam sana. Ve sonsuza kadar mutlu olmanı dilerim. Ama yok tamam kalacağım dersen de söyleyeceğin şey olumsuzlukların dışında bir şey olsun. Sonsuza kadar sarmak istediğini söyle mesela, ya da aşkım de sadece. Güzel bir bakışın bile anlatır sevgini. Ya sonsuza kadar yanımda kal ya da sonsuza kadar çık hayatımdan. Ya bende kal ya git....

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
16 Nisan 2007       Mesaj #692
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Dili Tutulmuş Gecelere Hapsettim Yüreğimi

Sponsorlu Bağlantılar


Yüreğine kustuğum metropol bir kentin merkezindeyim, anlıyamadığım ömrümün gelip geçen dökümüne yaslıyarak yüreğimi, bir hesap çıkarmaya çalışıyorum...
Biliyorum ihanet bir zaman diliminin ince çizgisinden gelip yuvalanır insanın yüreğine, yıkık duvarların sokağında tortu bırakarak ve kirleterek beyaz bulutları birer birer...

Buralarda sılaya da uzağım gurbete de, kendime de uzağım yalnızlığa da... Ağrılar dolanıp duruyor boynuma...
Soluk resimler gibi duruyor aynalarda yüzüm, gitgide yabancılaşıyorum kendime, yaşama, dünyaya... İnsanların bu kadar onursuz davranışları, sahtekarlıkları, yalanları burkuyor içimi. Üşümüş çocuk gözlerindeki ürperti gibi kalıyor bakışlarım...

Düşündükçe anlamsızlaşıyor gözümde dünya, hayat, sevgi, aşk ne varsa...
Bazen aklıma düştükçe geldiğim yerler, kanadı kırık sevgilere hapsoluyor özlemim. Oysa bilirim ki kanadı kırık hiç bir kuş uçamaz.

Kırgınlıklar kolay iyileşmeyen yaralardır biliyorum ve ben en çok kendime kırgınım...
Epeydir hiç resim yapmıyorum, şiir de yazmıyorum. Kendime kızgınlığımı resimden ve şiirden alıyorum... Acıyıp duruyor yüreğim, ömrümün susuz kalmış, solmuş ve rüzgarda savrulmuş gönül çiçeklerine...

Yaşamayı da bıraktım aslında, yaşıyor muyum ölü müyüm? Yoksa yaşayan ölü müyüm pek belli değil, kapandım içime git gide...

İçimde çağlayan suların sesi duyulmuyor ne yapsam dışardan... Yanında geçtiğim bütün çiçekler kuruyor... Yerlere dökülen yapraklar savrulup gidiyor rüzgarla içimi acıtarak... Kırgın gülücüklerin kıyısında kar rengi bir susuş oluyor günler dudaklarımda...







Nuri Can

related - avatarı
related
Ziyaretçi
16 Nisan 2007       Mesaj #693
related - avatarı
Ziyaretçi
Üç yahudi genç kardeş kendi işlerini kurup zengin olmuş
ve yaş gününde annelerine aldıkları hediyeleri birbirine anlatarak
böbürleniyorlarmış.

Birincisi demiş ki: "Ben anneme kocaman bir ev aldım"

ikincisi : "Ben bir Mercedes aldım ve bir de şoför tuttum"

Üçüncüsü: "Benim hediyem hepinizden güzel. Annemin tevratı okumayı ne kadar çok sevdiğini ve artık gözleri iyi görmediği için artık okuyamadığını biliyorsunuz. Ona bütün Tevratı ezbere bilen büyük
kahve rengi bir papağan gönderdim. Onu eğitmek için 12 yıl boyunca uğraşmış. Bu papağan için havraya 20 yıl boyunca her yıl 1 milyon dolar bağışlayacağım ama buna değer.Annem sadece bölümün adını söyleyecek ve papağan ona ezbere okuyacak"


Kısa bir süre sonra anneleri üçüne de birer teşekkür mektubu yazmış:

Birinciye:

"Milton, bu ev çok büyük. Bana birtek odası yetiyor ama hepsini temizlemek zorunda kalıyorum."

İkinciye:

"Marvin, yolculuk etmek için çok yaşlıyım, arabayı hiç kullanmıyorum ve
şoför çok kaba."

Üçüncüye:"Canım Melvin'im, annesini mutlu etmeyi bilen tek evladım sensin.

Tavuk çok lezzetliydi, teşekkür ederim........
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
16 Nisan 2007       Mesaj #694
arwen - avatarı
Ziyaretçi
ALDATTIĞIN BEN DEĞİLDİM Kİ...


Bunlar doğru değil diye bağırmak, hatta karşısındaki adamı parçalamak istedi, hem de tek tek her zerresine ayırarak..olmazdı ama yapamazdı ki... Salon etrafında döndü, döndü, döndü... Başka biri vardı demek, bunca yıllık emek başka tenin çekiciliğine kurban edilmişti demek... Ya benim sevgim, ya benim aldanmışlığım... Çok güvendiği adam ne kadar kolay unutmuştu demek tüm yaşanmışlığı...

Hiçbirşey söylemedi, söyleyemedi, boğulduğunu hissetti. Afallamıştı, şaşkındı çok; bağırarak ağlamak, isyan etmek geliyordu içinden ama bir yumruk gelip oturmuştu işte boğazına, yapamadı. Kalktı usulca, farkında olmadan balkona çıktı, beyaz taşların üzerine oturdu, kolları iki yanda başını kaldırdı yıldızlara baktı uzun uzun... Orda olmak istedi, o kadar uzakta, olamadı... Gece ne zaman şafağa söktü, serinlemiş hava da... Kalktı yatağına gitti, hiçbirşey olmamış gibi uyuyan adamın yüzüne bir tokat almak geldi içinden ama yine kendini tuttu. Gitti kanepeye uzandı, yumdu gözlerini, uyumak istedi, uyanınca herşey bir rüyaymış çok şükür demek istedi, bunu tüm hücreleriyle istedi... Uyandı, herşey aynıydı. Sıkı sıkı yumdu gözlerini, tekrar açtı...Yok, kahretsin değişen hiçbir şey yok!

Yokoluştuysa o günler, ilk günü başlamıştı işte... Sorunu olan kadınlar ilk iş kuaföre gider, demişti biri geçen gün. Aniden fırladı bir yere yetişircesine koşar adımlarla kuaförüne gitti... Saçımı değiştir kes, boya... Yap birşeyler ama kalktığımda bu ben olmayayım dedi. Saçları kesildi, boyandı, fönlendi. Güzel oldum dedi içinden. Ama ya gözlerim, bu hüzün kaç saç bakımında silinir ki...Eve gitti alışık adımlarla.. Kapıya anahtarı soktu, açıldı kapı, yüzüne başka tenlerin kokusu vurdu, midesi bulandı. Tuvalete koştu çıkardı içindekileri tüm yaşanmışlığı temizleyecekmiş gibi...Ah aptal kadın! En kötüsü belirsizlikmiş, dedi, ne yapacağını bilmiyordu. Filmlerdeki onurlu kadın tavrıyla kapıyı çarpıp gitmek istiyordu, adamın yine filmlerdeki gibi pişmanca yalvaracağını umarak...Ama gidemiyordu çok emek verilmiş bu sevgiye bir şans tanımak istiyordu. Ondan şans isteyen bile yokken üstelik...

Beynindeki yanılsamalar işte tam da bu an başladı. Kocası bir çeşit hastaydı, yanında olmalıydı ona yardım etmeliydi, birşeyler yapmalıydı. Yoksa kadınca bir kaybetme korkusuyla istemdışı bir mücadele miydi , anlamadı hiç bunu. Şaşılası bir hızla tüm tavırlarını “hiçbirşey olmamış” a çevirdi, mutfağa gitti yemek yapmaya başladı, özenerek, tek tek severek her sebzeyi... Lanet olsun neden lezzetli olmuyor ki bu! Elimdeki mutluluk gitti ondan mı diye düşündü , düşünmesiyle de hemen hep yaptığı gibi bilinçaltına itti bunu da. Yok canım domatesler sera domatesi , hiç benzer mi bahçe domatesine. Hah, kokusu bile yok ki tadı olsun... Unuttu tencereyi ocakta, salona gitti... Kokusuz domatesler, soğanlar da karardı kaldı ocakta, tıpkı içi gibi... Olağanüstü bir enerjiyle koltukların yerini değiştirdi tam üç kez, sırtından terler akıyordu, kolları ağrıdı...Ağrıdıkça unuttu, ağrıdıkça daha büyük bir gayretle çalıştı. Koskoca halıyı sildi büyük bir hırsla defalarca...Camları ovaladı, p!
arlattı, vitrinin örtülerini değiştirdi, içindekileri tek tek okşarcasına sildi. Çok güzel olmuştu, işte bu benim yuvam, dedi, gururla. Kapının eşiğine oturup eserini keyifli gözlerle izlemeye başladı, bir de sigara yaktı, uzattı ayaklarını.... Vitrindeki çiziğe takıldı gözü, ilk evimizi yerleştirirken olmuştu, kapıya sürtünmüştü taşırken, nasıl üzülmüşlerdi, daha taksitleri bile bitmedi diye. Üzülme demişti, kocası, üzülme... Bizim mutluluğumuz minicik bir çiziği görmeyecek bu evde...Hep mutlu olacağız hep!!! Şu küçük hurda televizyonu da atmaya kıyamadılar hiç, oysa şimdi kocaman ekranlı bir tane varken..Ama onu ikinci el eşya satan bir dükkandan alıp koymamışlar mıydı başköşeye, atmaya kıyamadılar anıların hatırına ... En güzel örtülerle süsledi onu hep, üstünde de mutlu fotoğrafları... Hayvannn diye haykırdı, hayvansın, nasıl yaptın, nasıl unuttun? Böğürerek ağladığının ayırdına vardığında kendini durdurması imkansızdı. Günlerdir biriken ne varsa kusuyordu, sefilce ağlıy!
ordu, evin salonunda mutfağında yankılandı ağlaması, hıçkırıkları,.. Duvarlar sustu, vitrin sustu, televizyon sustu...Hepsi dinlediler...Sonra sesi yavaş yavaş küçük iç çekişlere kaldı. Kendini sürükleyerek banyoya attı, suyun altına girdi, hiç kıpırdamadan gözlerinden sicim gibi yaşlar inerek ne kadar kaldı suyun altında farkına bile varmadı. Uyumak istiyordu, uyumak... Uyandığında tüm belirsizliğin dağıldığını görmek, hayat onu uykudayken nereye bırakmışsa, kalkıp ordan devam etmek istiyordu. Birileri birşeyler yapsa, uyutsalar onu...

Zaman neyi çözmemiş ki, hangi acı sonsuza kadar sürmüş ki? Sonraki günler, içinde büyük bir sessizlikle, büyük bir kurulukla geçti, sadece nefes alıyordu, çok sevdiği kahvenin bile tadı, kokusu eskisi gibi değildi... Ağlamak bile zor geliyordu ona, parmağını dahi kıpırdatmadan içine gömülü günler, aylar geçirdi. Ve birgün diğer kadından gelen mesajı gördü telefonda, sadece git dedi adama, haketmiyorsun hiçbirşeyi, git... Adam gitti. Kapıyı kapattı ardından, mekanik adımlarla mutfağa gitti, içecek bişeyler hazırladı, televizyonu, ama büyük ekran olanı, açtı. Kendini de şaşırtan bir ilgiyle izledi filmi, film çok acıklı geldi ona nedense, gözyaşlarıyla oyuncuların gerçekliğini kutladı. Sonra sildi gözlerini, ertesi gün giyeceği kıyafetleri çıkardı dolaptan tek tek...Yattı, uyudu...

Her geçen gün aşk sandığı duyguyla hesaplaşmasını sürdürdü. Meğer ne çok dibe saklamış kendini yıllarca, dehşetle farketti. Sanki kendi kendine bir evlilik masalı yaratmıştı da onunla mutlu oluyormuş, adamla paylaşamadığı ne çok şey varmış içinde kalan. Şaşırdı, afalladı...Şaşırdıkça netleşti herşey...Beyni sanki bilinçaltına ittiği ne varsa dışarı kusuyordu tek tek. Bu adam mıydı sevdiği, kendine inanamadı, hayatındaki en önemli tutkularını bile paylaşamadığı bu adam mıydı hayatını bu hale getiren. Buna nasıl izin verdiğine inanamadı, bu kadar acıyı çekmesine anlam veremedi. Acımı çektim bitti artık, ben bunları haketmiyorum dedi tüm inancıyla. Aynanın karşısına geçti. Düzelecek herşey eskisinden güzel bir hayatın olacak, az güven, az cesaret, az onur, az kendinin farkında ol, silkelen bitsin artık.... Balkona çıktı, yağmur yağmış! Yıkanmış çamlarla karışık toprak kokusunu ciğerlerine çekti keyifle. Orta şekerli bir türk kahvesi yaptı sonra kendine. Kahve yudumunu ağzında !
tuttu, kokusunu tadını hissetti, hissedebilmenin keyfini sürdü, aylar sonra...

15 gün sonra adama bir mahkeme celbi ulaştı. Hakedemediği hayattan çıkarılışını bildiren celbi okurken onun da aklına geldi vitrindeki çizik...
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
17 Nisan 2007       Mesaj #695
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Ümitsizliğe Karşı Sağır Olun

Tarihin bir yerinde, canlı varlıklara kazanma hırsı aşılandığı bir vakitte, kaplumbağalar arasında bir yarış tertiplenmiş. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.

Vakti gelince, bir sürü kaplumbaga arkadaşlarını seyretmek için yarış yapılacak bölgeye toplanmışlar.
Ve yarış başlamış.

Seyircilerden hiçbiri arkadaşlarının kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Kimileri bu inançlarını yüksek sesle dile getirmekten kaçınmıyorlarmış. Öyle ki, yarışmacıların bazıları ".....Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" seslerini dahi işitebiliyormuş.

Yarışmaya katılan kaplumbağalar kulenin tepesine ulasamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar.
içlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmaz bir
gayretle kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.

Seyircilerin sesleri yükselmeye baslamış; giderek bağıranların sesleri yarış alanında yankılanır olmuş:
"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!"

Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kaplumbağaların tümü ümitlerini, gayretlerini yitirmiş ve yarışı terketmişler.

Ama yarışta yapayalnız kalan son kaplumbağa, büyük bir gayret ile mücadele ederek, kulenin tepesine çıkmayı başarmış.

Diğer yarışmacılar ve seyirciler, hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kaplumbağa ona yaklaşmış ve sormuş, bu işi nasıl başardın diye.

O anda farkına varmışlar ki...

Kuleye çıkan kaplumbağa sağırmış!

Sağır kaplumbağanın çıkılmaz sanılan doruğa tırmanmayı başarması ile, kaplumbağalar dere tepe demeden yeryüzüne yayılmanın, sabır ve kararlılıkla yol almanın ne demek olduğunu öğrenmiş ve bunları gerçekleştirmeye cesaret bulmuşlar.

Olumsuz düşünen insanları duymayın... Onlar kalbinizdeki ümitleri çalabilirler!

Duyduğunuz ve okuduğunuz kelimelerin gücünü düşünün.
Bu suretle her zaman pozitif olmaya çalışmanın ilk aşamasını kaydetmiş olursunuz...

Rüyalarınızı gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyenlere karsı sağır olmak, size seslenenlere saygısızlık değildir; düşünüze karşı saygınızı korumanız demektir.
....Alıntıdır....
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
17 Nisan 2007       Mesaj #696
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Yüreğinde Büyüt Beni




Umuda gülümseyen heceler ---

“ Türkülerle büyüttüğüm çocuğun,
Acılara serilmiş
Dilsiz umudun imkansız sevdasıydın sen… “

Rüyaları çalınmış gecelerde sevdim seni. Yetim cocukların kirlenmemiş düşlerinde büyüttüm seni. Her gülüşün, acılarıma sürülmüş bir merhem gibiydi. Lacivert okyanuslara uzanan umuttu gözlerin.Korkularımı yüreğinde emziren bir imkansız sevdaydın sen.Yeni doğmuş bir bebeğin kundağında uyuttum hasretimi. Kirpiklerin papatyaların avuçlarına uzanmış uyurken, ben yüreğimi közledim acılarında. Sen umuda gülümserken, ben bedenimi közledim bir günahına. Ne olur sus bitanem. Kaybettiğim güneşi senin gözlerinde bulmuşken , ezilmiş goncalarımın yaşlarını gülüşlerinin sıcaklığında kuruturken onca fedakarlığımı ne olur büyütme. Her şey senin yüregin ve sevdan için.

Yenilgiyi kuşanmış yılların umuda gülümseyen takvim yapraklarında sevdim seni. Geceleri avuç içlerime uzanıp kirpiklerimle sildim irine bulaşmış yüreğini. Her sabah alnının cayırlarında susuz gezinen çardak kuşlarını gözbebeklerimde emzirdim.Gökyüzüne yıldızları sererken gül kokulu Melek’ler , ben gözlerine mutlulukları motifledim..

Rabbimden hep seni diledim alnımın seccadeyle öpüştüğü zamanlarda. Güneş huylu çocukların gözlerinde büyüttüm seni. Aldırmadım uzaklarda oluşuna, boyun bükmedim arsız yokluğuna. Yüreğimin suskun kelimelerinde sevdim seni. Hasretinde kaç kez öpüştüm sen diye katransı geceyle, kaç kez iç geçirdim güneşin avuçlarından yüreğimi süzülüp dudaklarıma inmeni yanık türkülerle. Sen tutacaksın diye yüreğimi ipsiz uçurumlara saldım. Gözyaşların söndürür diye bedenimi senin günahların için güllerin koynunda yaktım. Kanasa da bedenim hasretinde, ne olur içinde yaşat beni. Yüreğinin sıcak hücrelerinde büyüt beni.

Uzaklardan bir çağırsan beni, kirpiklerinden düşen gözyaşlarını dudaklarımla emmez miyim ? Göçmen kuşlarla haber yollasan, karları üzerime giydirip kanayan yaralarını bedenimle örtmez miyim ? Haydi ağlama sen gül yüreklim. İmkansızlığın içinde yürüt beni. Kavuşmamız yasak olsa da yüreğinde büyüt beni..

Aldırma yalnız gecelerde suskunluğuma. Aldırma gözyaşlarıma. Sırtlarımız ayrılık duvarlarına dayansa da sevgimizi imkansızlığın içinde yaşatmadık mı ? Ayaklarımız karların altında yanarken , bir avuç güneşle “ sevdamızı “ kurak topraklarda zamansız yeşertmeyi ummadık mı ? Karanlığa inat yüreğimi yıldızlara yaslayıp sevda bozkırlarda “ umuda “ kök salmadık mı ? Haydi sil gözyaşlarını. Eğdiğin başını “ gökkuşağına “ kaldır. Bu aşka hasretin prangaları vurulsa da bir gün vuslatın şerbetini içeceğiz Zümrüd- ü Anka’nın avuçlarından. Güneş küsse de tenimize, gözlerimizin aydınlığında büyüteceğiz sevdayı dilenen çiceklerimizi

Nerde olursan ol, sevdaya gülümse. Sıcak nefesinle karanlığa yakılmış kandilleri üfle. Dudaklarıma sür,acılarının katransı zehrini. Haydi umuda tutunmuşken, avuçlarından ben içeyim zemzem kokan sevda nehirlerini. Ve mutluluğu solurken gecenin karanlığında kirpiklerinde uyut beni.







İsmail Sarıgene
VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
17 Nisan 2007       Mesaj #697
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
Seni Seviyorum.....


16.04.2007

yaşamak sevgiye tutunmak değil de nedir ki? sevdiğini bilmek sevdiğinin farkına varabilmektir.belki unutmaktır,kendi varlığın dahil bütün herşeyi .hem öyle unutuş ki sığınabilecek hiçbir anı bırakmadan futursuzca yaşlanmayı beklemek..
hikmetin nekadar güzel rabbim,sen canım, sultanım,ümidim, unutulmayışım...
şüküler olsun rabbim,benimle oluşun ,varlığını hissettirişin ve bırakmayışın için...
GÜZELLER GÜZELİ, CANIM EFENDİM....SENİ ÇOK SEVİYORUM
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
17 Nisan 2007       Mesaj #698
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Camı kırılmış kalbimin penceresinde ufak bir çocuk oturtuyordum. Yalnızlığını aramaya gelmişti buraya. Ahşap merdivenin yamuk basamaklarını çıkarken heyecanlıydı. Yukarıdaki küçük oda ona çok şey vaadediyordu. Düz saçlarının altından bakarken bu mavi pencereye, mavi gözleriyle sabırsızdı. Oyuncağını arıyormuş gibi. Tırmanışı uzadıkça heyecanı arttı. O ufacık, hiçbir kötülüğe değmemiş elleri mavi pervaza değince, yalnızlığım irkildi. İlkönce dümdüz kumral saçlar göründü. Sonra yay gibi kaşlar ve deniz mavisi gözler. Merak bakıyordu o gözler. Okka gibi burun, bu tanımadığı kokuyu algılamaya çalışıyordu. Tüm oda da yalnızlığım kokuyordu. Tüm oda da yalnızlığım görünüyordu.
Mavi pencereli, kırık camlı karanlık odam, bu küçük melekle rengarenk bir pınara dönüşüyordu. Ama bu meleğin adımlarının çıkardığı tıkırtılar bile yalnızlığıma dost olmuyordu. Yalnızlığım kaçıyordu bu minyatür ellerden. Hep bir köşede oturmak istiyordu yalnızlığım. Kendi, karanlık, renksiz köşesinde. Sadece kendi sesiyle yıllarca oturmanın hayaliyle yaşıyordu. Minik çocuk, tüm bu renk cümbüşünün ortasında, bu başıboşluğun merkezinde baka kalmıştı yalnızlığa. Son kez elini uzattı, çok büyük bir şevk ve istekle. Saf, çocuksu bir bakış vardı yüzünde. Yalnızlık, bakamıyordu suratına bu miniğin. O, yanı başında duran soluk, renksiz çiçek demetine odaklanmıştı. Çocuğun toz pembe dünyasından kırıntı bile taşımıyordu, bu ölüm kokan laleler. Ama çocuk pes etmemek niyetinde olduğunu belli ediyordu; laleler yaşıyordu onun gözünde. Yalnızlığım, bu miniğin ellerinde yeşeren odaya göz gezdirdi; bu yeşeren oda ona yabancıydı. Onun değildi hiçbir şey; yanında duran bir vazo lale bile. Miniğ!
in eli hala havadaydı. Yalnızlığım, bakamadığı mavi gözlerde buldu kendini bir anda. İçindeki sıcaklığı hissetti, kalp atışlarındaki artışı sezdi. Bünyesinde ki her milimetre kare yanıyordu. Nefes alışı bozulmuştu. Elleri, ayakları renkleniyordu. Hayır sadece elleri, ayakları değil tüm benliği renkleniyordu. Tüm benliği...
Mavi pencereli, kırık camlı yeşil odamda ki süslemeli bakır aynamda kendini buldu yalnızlığım. Renksizlikte boğulduğu bunca yılın ardından, bu yağlı boya tablosunda bulmuştu kendisini. Yanında da herşeyi başlatan; mavi gözlü, düz saçlı melek vardı. Herşey başlamıştı.
Yeniden başlayan hayatında sadece bu minik vardı. Ama yalnızlığım, yalnızlığını kaybetmişti. Peki bu kişiliğindeki büyük değişiklik buna değer miydi? Düşlerinde bile hiç hayal etmediği bu durum acaba çok mu iyiydi? Yalnızlığım kararını verdi. Doğasına karşı çıkamazdı. Minik çocuğa veda busesi kondurdu. Düz saçlarında dans eden dudakları bir şey mırıldandı: “donmuş bir gözyaşı gibi akmayan şu yaşantıma alışıyordum...teşekkür ederim...”
Mavi pencereli, kırık camlı yeşil odam bir çocuğun yalnızlığına şahit olmak üzereydi. Yalnızlığım tüm erdemiyle mavi penceremden aşağıya bıraktı rengarenk bedenini. Gözyaşları eşlik etti onun düşüşüne mavi gözlerden süzülen...
Yalnızlık paylaşılmamalı günahkar ruhların özünde...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Nisan 2007       Mesaj #699
arwen - avatarı
Ziyaretçi
YOKTUN


Bir baktım yoktun; ben uyandığımda çoktan gitmiştin...
Hikayemizi yarım bırakarak gitmiştin bilinmeyen uzaklara. Suç bendeydi sana göre, çünkü sevememiştim seni senin beklediğin gibi. Oysa bana göre de sendeydi küçük sevgilim, sevgiyi parçalara böldüğün için. Sevgimi gözünde çok büyüttüğün için. Yavru bir kediyi sokakta bulmuştum ben ve evimi açmıştım, sadece evi değil yüreğimi açmıştım. Ama hepsi bu idi. Bir güzel kediciktin bana göre. Ne umut verdim senin beklediğin anlamda sana, ne de umut besledim benim olacağına dair. Tatlı bir hevestin ve her defasında öyle olmamaya çalışmak adına daha da kötüleştirdin tatlı halini. Hayatıma odaklar koymaya başladın, geliş gidiş saatlerimi bildirmek zorunda bıraktın, güzel bulduğum evime hapsetmeye çalıştın beni. Seni zorla sevmeye çalıştırdın kendince. Sana göre vazgeçilmezdin, aldatılamaz bir mabettin. Oysa bana göre ise evime gelen bir kedinin ötesine geçemedin. Hayatımı sana açmamı beklerken aslında yaptığının hata olduğunu bile anlayamıyordun. Benim için bir mabet olamadın küçük sevgilim. Hoş,tatlı,sevimli,alımlı ufak bir misafirdin. Başımı döndürmeye çalışmanda hata idi sen farketmesen bile. Seninle olduğum geceler boyunca seni yaşamadım ben. Dokunmaya korkmak belki de buydu bana göre. Genç ve savunmasız yavru bir kuş yavru bir kedi.... Ve en sonunda her şeyi anlayıp gittin.... Bir sabah uyandığımda yoktun artık...
Üzülmeli mi yoksa sevinmeli miyim şimdi bilmiyorum. Farkına varmadan mı yaşatmıştın bana aşkı yoksa küçüğüm? Eğer böyle değilse neden bu halim? Neden arkandan yas tutuyorum? Seni aslında sevmediğimi söylerken delice seviyor muydum yoksa? Her yanım ateş gibi, hasta oluyorum sanırım. Sensizlik zor geliyor belki de ama itiraf etmekten korkuyorum. Sana bağlanmış olmamayı diliyorum. Özgür kaldığım anlarda yoksa özgürlüğüm senmiy mişsin diye düşünmeye başladım. Peki ya geri dönsen! Geri dönsen nasıl olur? Ben seni sevdiğimi kendime bile itiraf edemezken sana söyleyebilir miyim? Seninle yaşamaya devam edebilir miyim? Geri dönsen yalnızlığımı geride bırakmış olur muyum? Her şeyi erken farketmiş olmak isterdim küçük sevgilim. Seni sevdiğimi şimdi anlamamış olmayı isterdim. Elimden yitirdiğim küçük kedime bağlanmışım meğer. Koyduğun sınırlamalar meğer hayatımmış. Getirdiğin yasaklara uyma çabası... Şimdi yoksun, yatağım boş ama bir gün dönersin diye bekleyeceğim. Yaramı sarmanı bekleyeceğim, en güzel aşk belirsiz olanmış meğer. Ama aşkımı gerçek yaşamak için şuan sana ihtiyacım var ve yüreğimde sen varsın. Ölüm bile olsa sonunda, nefesimi verene kadar seni bekleyeceğim. Seni özleyerek tüketeceğim ömrümü. Ve bir gün geri dönmen için hep dua edeceğim bizleri var edene.....

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Nisan 2007       Mesaj #700
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gönül Dağları



Babalar vardı tütünü içine çekerdi, analar vardı derdini içine atardı. Cepteki bir resim, aşkın en kutsal vesikası olduğu yıllarda, sefalette vardı elbette…
Ama aşk vardı, aile terbiyesi vardı ve her şeyden önemlisi haysiyet vardı. Geçmişin zarafeti, bu gün neler kaybettiğimizin kanıtı olarak duruyor eskimiş sayfalarda. Şimdi kendilerini bir gecelik aşk ilişkisinde görenler aşık oluğunu sanıyorlar. Oysa gönül dağları bir gecelik kaçamakları aşk diyarında kabullenemez. O aşklar bir gecelik bakışmayı bile yıllarca unutmazdı. Aşkı ve sevdayı sadece cinsellikten ibaret olduğunu görenler, toplumsal anlamda yeteri kadar eğitim görmediklerinden kaynaklanmaktadır.
Aşk öyle kutsaldı ki Karacaoğlan aşık olduğu güzelleri hiç görmemiştir. Aşk için Şair Atilla İlhan “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.”Dizesiyle Karacaoğlan’ı doğrularken aşkın sadece cinsellikten ibaret olmadığını vurgulamak istemektedir. Doğrusu da aşkla bağlandığımız kişinin duygularına, düşüncelerine tutkuyla bağlanmak aşk değil de nedir?
Gönü dağlarımız değişen dünyada kabuk değiştiriyor sanki; parasız pulsuz, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı aşkları yaşanırken, günümüzde para, pul olmasına rağmen ne yazık ki aşkını yaşamayanlar var. Genç yaşta canına kıyımlar, evden kaçmalar, bir yandan da yoksulluğun bela olması ister istemez insanları aşksız yaşatıyor.
Yetmişli yılların sonu, seksenli yılların başıydı. Ülkemiz iç savaşın eşiğine gelmişti. Ben o zamanlar Şanlıurfa İli’nin köylerinde öğretmendim. “İnadın artsın Tonguç Baba”. Siverek, Bozova ve Ceylanpınar ilçelerinin köylerini at sırtında dolaşırdım Fakir Baykurt misali. Öğretmenlik aşkıyla donatılmıştık. Her köye köyüm, her çocuğa kendim dedim. Ülkemin derdi şakağımda patladı. Geri dönmedim. Nasıl unuturum o dil bilmez çocuklara okuma yazma öğretmek için dillerini katık ettiğimi aşıma. Onlar suçsuz ve günahsız yurttaşlarıydı ülkemin. Alın çatıları güneşle kardeş, yürekleri cıvıltı kuşağı, gül damlaları ekiyor dudakları. Bizim gönül dağlarımız aşk ile sevmişti hürriyeti, yalın ayaklı, saf yürekli minikleri,
Taze karlar yağarken gönül dağlarımıza, yaşam acımasız toynaklarıyla aşkımızı Harran Ovası’na savuruyordu. Dalgakıran muson rüzgarlarının telek vuran gölgesinde gönül dağlarındaki aşk ümitleri göçmen kuşlar gibi başka diyarlara göçüp gitti.

Turan KAYIKÇI

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat