Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 68

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.068 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2007       Mesaj #671
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni Buluyorum Umutlarımda

Sponsorlu Bağlantılar

Gereksiz bekleyişlerin gereksiz hüzünleriydi benimkisi.Gelmeyeceğini bile bile umut ederek bekledim seni saatlarce.Seni özledim her geçen dakika da,seni istedim çalan her şarkıda.Güneş doğarken ben seni düşündüm ve akşam batarken yine seni düşüneceğim.Belki bu gece dolunay çıkacak ve pencereden onu seyredeceğim belki. Hani derler ya tek olanlar, az olanlar güzeldir diye dolunayın güzelliği öyle bence. O yüzden hüzünlü gülümseyişleri.Belki onun tek duruşundan hüzünleniyor kalbim onu seyrederken. Bilmiyorum ama dolunayı izlerken hüzünleniyorum işte.Sen hiç tek olanları sevdin mi ya da sevdiklerin hiç tek oldu mu? Bir tek ... Neyse boşver...Dudaklarımdan dökülen cümlelerin ne anlamı var ki. Gözlerime bakman her şeyi anlamanın bir yolu değil midir sanki. Ama gözlerime bakmaktan korkarsan işte o zaman nasıl anlayacaksın seni sevdiğimi.Eğer benimle konuşmaktan utanırsan nasıl söyleceksin sevdiğini ya da ne biliyim tenime dokunmaktan çekinirsen nasıl sileceksin akan gözyaşlarımı?
Yetersiz bir aşkın yetersiz yaşananlarıydı yüreklerimiz de yaşadıklarımız.Birbirimizi aramanın ve buluncada birbirimizden kaçmamızın gerekçesi neydi? Konuşurken dudaklarımı kurutan,cümleleri yanlış kurduranve söylenenelerin yarım yamalak,anlaşılması güç olmasını sağlayan şey neydi? Yüreğimdeki bu coşku,gözlerimdeki bu korku ve dudaklarımdaki bu suskunluk sen misin? Senin gelişin mi beni hasta eden? Bilmiyorum bu aşk doğru mudur yanlış mıdır? Amannn ne önemi var ki. Kalbim acı çektikten sonra ha doğru yaşamışım aşkı ha yanlış. Gülmüyorsa gözlerim aşkı yaşamanın,sevmenin ne rolü kalmış hayatımda? Boşversene sen.Her şeyde doğru olmayı versin.Hadi gel bir yanlışta biz yapalım doğru olan, şu yanlış hayatta.Doğru olan hayatların yanlışları biz olalım ne çıkar? Beraber gülebiliyorsak,Gözlerimiz değince birbirlerine her şeyi unutup çocuksu bir utancın içinde buluyorsak kendimizi ha yanlış olmuşuz ha doğru,ha nokta olmuşuz ha virgül yeter ki ayrı olmayalım. Gülüşlerimiz uzak diyarlardan seslenmesin birbirimize.Gözlerimiz bulaşamayacak kadar uzak olmasın birbirinden ve hatta sesimizi duyuramayacağımız kadar uzak olmasın kalplerimiz.
İmkansız bir aşkın imkansız umutlarımı taşıyorum yüreğimde.Ama yine de güzel yüreğimde aşka dair umutların olması. Ne kadar imkansız olsa da umutlar,onlarla yaşamak güzel..Çünkü seni getiriyorlar bana,senin gelmeyeceğini bildiğim halde seni buluyorum umutlarımda.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
14 Nisan 2007       Mesaj #672
arwen - avatarı
Ziyaretçi
varmı böyle yürek

Sponsorlu Bağlantılar

Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere, kalp nakli için ilan vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı... Genç kız ise her gün hastahane odasında biraz daha solmaktaydı. Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu... Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yinede engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına, fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu... " Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti delikanlı... Genç kızda zaten başka bir şey istemiyordu... Sevgiye muhtaç biri, sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş, onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi.. Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, Sevdiği yanında olsa yeterdi...Ayrılıklarından bu yana 5 bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir, her günü hüsran...Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı bu kadar sene boyunca.. Kim bilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı... Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı, bir zamanlar ellerinin, ellerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi... En çokta saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü Sevdiği öpmüş, koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu. Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.. Belki Sevdiği yanında olsa, kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umurunda değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki.. Tekrar o geldi aklına... Keşke Keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık... Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu..

Ufakta olsa ondan bir hatırasını almadan bu dünyadan göçmek istemiyordu... Oysa Sevdiği, kim bilir kiminle beraberdi...Kendi sevgi dolu kalbinin kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile, ama acaba o paylaşmış miydi? Onun sevgisini silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada.. Ama Sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine ant içmişti. Tekrar gözlerini açtı. Kim bilir belki de Sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler içinde derinliğe daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı.. Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı... O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözlerini açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti... Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu.. Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu... Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmış, "ama ameliyat kolay değil, bir aydan geçer" demişti doktor. Aylar geçmişti ama hala aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlarla.. En çokta kan kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi. Oda genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu Sevdiği gibi görüyordu genç kız. Ve gülünü Sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine dair yemin etmişti. başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle... Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti. Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı. Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı. Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği sevdiğinin kokusu vardı mektupta.. Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip oturdu Yavaşça...Kağıdı açtı. Ve elleri titreyerek okumaya başladı." Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, ne de kimseye bakabildim... Her günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu.. Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da hüzünlüydü. yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime, sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek bir fırsat çıktı önüme. Bu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim... Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye..Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık... Senden çok uzaklardayım belki, ama yinede seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hem de her gece...

Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi bildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi sevmemizin 6. senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın da sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak olur mu ? Çünkü gözyaşlarımla, adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde... Unutma, kırmızı gülü de unutma olur mu??... Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadarda Seveceğim... Sevgilin....

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2007       Mesaj #673
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevmek sana göre değilse


Sevmek sana göre değilse çekil kenara yol ver sevenlere sevilenlere

Fırtınalı aşklara yelken açıyorsan ve dibe batıyorsan uğraşma yukarı çıkmaya, aşk yolunda atığın her adımda çukura düşüyorsan uğraşma bir daha yukarı çıkmak için.
Her sevdaların yarım yamalak bitiyorsa geride sadece gözyaşlarınla kalıyorsan yetik bir sevda yarım kaldıysa isyanların hüzünlerin gözyaşların hep içinden kalıyorsa atma bir adım daha. Bu rotasını kaybetmiş aşklara.
İzin verme boynunun bükük bırakılmasına öksüz yetim kalmaya izin verme. Her zaman gülümse bu acılara. İçinde yaşadığın bu şehri sev. İnsanları da sev ama sevildiğin kadar sev ne ötesine git nede beresine. (gerisine)

Güvenme öle herkese çizgisi yamuk yumuk olan insanlara atığın her adımda arkana bakmayı unutma geldiğin yoları bil. Bil ki ona göre devam et. Unutma sakın sana çok değer vereni acılarına gözyaşlarına değer verene yolarını bekleyeni yani seni gerçekten düşünene ver gitsin kalbini sen sevsen de sevmesen de ver.

Acılarını mutlaka paylaş bir dostunla oda yoksa aynalarla konuş ama asla yüreğine göme içinde tutma. O zehirli düşünceleri üzüntüleri gönder onları sigaranın dumanı gibi bulutlara. İsyan etme yaşadığın bu koca şehre.

Kalbindeki aşk bayrağını mutlaka ortada tut ne en yüksekte olsun nede en aşağıda mutlaka bir aşk ortadan geçip seni kaldırır.
Bunları da yapamıyorsan dediğim gibi çekil kenara yol ver sevenlere yoksa seni ezip geçerler.

Kemal Şanver
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2007       Mesaj #674
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sen büyüdükçe özgürlük büyüsün avuçlarında






Hazan yaklaşıyordu. Havada buruk bir sükûnet vardı.
O yaz sonu dal kıpırdamıyor, kelebekler azalıyor, eylül eşikte...
Ardında kış paltosunu giymiş sıra sıra ayaz ayları bekleşiyordu.

Onun aklında halâ kırlangıçlar, tekrar dönecek dediği göç kuşları ve
sevdiği vardı.Yaz çatlağı dudakları kupkuru, günahsız bir bekleyişle içine kanamış, sanki sancısının izi öylece ağzının kenarında asılı kalmıştı.

Beyaz sümbül ellerine kimse dokunmamış, korktuğunda kendinden başka
ince bedenini kimse kavramamıştı sıkıca, hiç öpülmemişti çocuk ağzı.
Düşlerinde bile yaşamamasına rağmen, ölesiye istiyordu saçlarının başak kokusunun sevdiğinin genzine dolmasını ve ölesiye istiyordu yar dediği yarinin gözlerine gözlerinin uyanmasını.

Onca kalabalığın içinde beklediğini arıyor, her gölgeye mağrur ve ürkek bir heyecanla yaklaşıyor sonra çaresiz iç çekişiyle kendi karaltısına sığınıyordu. "yarın" diyordu, "belki yarın..."

Çimene vakitsiz düşen çiyin, kırağın yeşilini söndüreceği endişesiyle ağlayamazdı. Ağlamayı beceremezdi, ağız dolusu gülemediği gibi hayat sahnesindeki filmlere.

Süs nedir bilmedi özünden başka. Pahalı çiçek parfümü kokmadı teni kent vitrinlerinde satılan. İçine sustuğu herşeye ve kendine rağmen ölümüne sevdi yaşamayı. Yarınlara uyanmaya umuttu yastığı, her gecesini başıyla birlikte sabahlayan.Özgürlüktü beklediği, sevdiğiydi. Vaktiydi, gelecek gelecekti, gelmeliydi...

Kimbilir yaşı kırka vardığında nasıl anlatacaktı çocuklarına, kanayan diz kapaklarının izini ve içinde çocukluğunu hiç yaşayamamış o cocuğun düş yüklü özlemlerini.

Ay tozu akşamlarda nöbetini üleştiği yıldızlara anlatırdı masalını. Kaç zamandır taramadığı saçlarının matemini tutan omuz başlarının kuş telaşı "gelecek" diyordu ona. Çakıl gözlerinin avlusunda biriken umutla çırpınan bakışları,
her göç mevsiminde uğurladığı kırlangıçların kanatlarına yüzündeki beyaz bahar kokusundan bir parça koparıp asıyordu, bekleyeşini yeminleyerek.

Rüzgârda sallanıp duran başaklar gibi ince bedeninde, kuş yuvası sadeliğinde beklemek dünyası ibadetti. Özlemek gökyüzü kadar büyüktü. Güneşten daha sıcaktı dupduru yüreği.

Davasına inandığı başının dimdik duruşuyla, kutsal dediği gün doğumlarında şükür düşürürdü toprağa. Umudunu yaşatmak adına "ölmek yok!" diyordu, " görmeden ölmek yok! söz verdim. Söz, bekleyeceğim. Kırlangıçlar gelecek, kırlangıçlarla geri gelecek. İnanarak beklemek boynumun borcu, yoksa ne emek ne sofradaki yemeğin bereketi kalır, hak değil böylesi. İnsan inanarak umut etmeli, ölecekse de büyük ölmeli.Verilen söz yerine getirilmeli..."


Geçti zemheri, kar çarşafı kalktı zirvesinden dağların. Eteklerinde gelincikler düğüne durdu. Usul usul esen yel nice tohum düşürdü toprağın rahmine, döllendi. Renk renk çocuğu oldu tabiatın. Tek güne ömür yükleyen kelebekler uçuşmaya başladı. Hızla koşuşturan karıncalar kışlık kırıntılar toplamak üzere yuvalarının kapılarını açtılar yeryüzüne.

O halâ bekliyordu. Yolların bittiği çizgilere, en tepelere gözleri takılarak. Nehir yataklarında gümüş balıklara türküler söylüyordu, dumanı tüten çay demliyordu güneş evinde gözlerindeki derin okyanus sularından.Gelinciklerle şafak bebeklerine isim koyuyordu her birinin adı umut olan.
Çiy düşen çimene sevda yanığı tenini siper ediyordu. İçinin seline vakur bir şekilde direnerek

Gelecek gelecekti, gelmeliydi, vaktiydi...

Mektup yollayacaktı sevenler sevdiğine, söz ışığından sine kokulu.
Yavuklu meydanlarında halay coşkusuyla zılgıt çekecekti kızlar. Sevda kuşları yaralanmayacak, sevdalıların koynunda harlanacaktı kumrular. Kem niyetten arınmış, saf ve tertemiz olacaktı yarınlar.
Sevecekti insanlar birbirini. Özgür, barışık, dost büyüyecekti tüm çocuklar. İncinmeyeceklerdi, incitilmeyecekti masallar.

Avlusunda renk renk çiçeklerin açtığı bahçelerde sevda mayalı toprak kokacaktı saçları. Yıldızlara isim koyacaklardı sevişmelerden. Dudaklarındaki gülüşten güneş ısınacaktı, yeni günler avuçlarında menevişli gözleriyle berrak iklimlere uyanırken...

Kuşlar gelecekti
gagalarında zeytin dalı
kuşlarla gelecekti özgürlük ve beklediği yavuklusu
bekledi... bekledi... bekledi hiç bıkmadan.

./.

Adı Ezo. Bir kız daha vardı yıllar önce, kendisini tanımazdım.
Ama ne adını ne hikayesini hiç unutmadım.
Cansız bedenini götürürlerken içimdeki kanamayı yazdım tarihe.
"notsuz ölüm... mevsim göç zamanı , 1980 sene...
Kız kısmı okumazmış diye, yollamışlar okula.
Cahil zihinler sebebiyle, ardında tek sözcük bırakamadan
bir ağacın gölgesinde son vermişti tazecik ömrüne

Sebebi sevda. Çok sevmiş civar köyden bir civanı.
Öksüzmüş adam, ne bağı varmış ne bostanı.
Malum adet başlık parası, insanın insana öküz karşılığı satıldığı.
Cehalet dizboyu. Sevdaymış, sevdalıkmış hak getire!

İstemiş çocuk Ezo'yu, vermemiş babası.
Engelleyememişler yüreklerindeki yangını, birbirlerinin olmuşlar.
Korkmuşlar.
Sonra kaçarlarken yakalayıp vurmuşlar oğlanı
Kızı da sürükleyerek kapatmışlar kilitleri üstüne, karartmışlar dünyasını.

Ezo gebeymiş bebesine cansız bedenini götürürlerken.
Gelinlik yerine sarılırken kefene, içimdeki kanamayı yazdım tarihe.
Cinayet... Suçu: sevmek. Faili: cehalet. Mevsim: g/öç zamanı. Sene: öteden beri...
Neyin öcü, ne densiz kin, namus uğruna namussuzluk.
Kimbilir kaçıncı kıyım, kirli ellerde...

Vuran bilmez mi sevgiyi!
Beklemez mi gagasında özgürlükle gelecek kuşları!
Ezo'yla yavuklusu göremezler artık, göremediler...

Hani şimdi bir yola çıksam; dalar giderim uzaklara,
düşer kalemimin yüzü efkâr dökülür kâğıtlara,
ben ağlarım, sinem yanar, acı dumanım yükselir bulutlara.

"Yaşamaksa marifet, sevmeyi bileceksin.
Hünerin İNSAN olmak asla yok etmeyeceksin"

Emek verdikleri onurlarıyla, hak edilen değerlerinden ırak,
günebakan çiçekleri gibi güneşe çevirip yüzlerini
gün ışığına doğru gittiler...

./.

Bin yıllık töre... Bir öyküye sığmayacak kadar çok acı.
Ezo'nun karnındaki bebeğiyle birlikte, gözlerini dünyaya kapadığı gün
anasının onu bir çığlıkta doğurmasıyla başlamıştı beklemeye yolculuğu.
Avazıyla düştüğü toprak tomurcuklanmış, ağaçlanmıştı.
Doktorsuz kesilen göbekbağında ebeliğini tabiat ana yapmıştı.
Tenini ilk yapraklar öptü. Anasının basma eteği kundağıydı.


Serpildi zamanla. Çocukluğu umut ederek geçmişti.

"Ey! maralım
Be hey! kalbime sızı olanım
Bir gelsen...
Üzüm çürüğü gecelerde
Sürsem yüzümü yüzüne
Ruhumda çarmıha gerili düşlerimin dindirsen acısını
İçimin katranından arınıp ışığa tünel kazmaya çalışan öyküler yazmaz mıyım!
Seher vakitlerinin yakasına en sevdalı türküleri haykırmaz mıyım!
Kırlangıç kanatlarında yüreğim, gagalarında zeytin dalı, özgürlüğe uçmaz mıyım!
Bir gelsen! " diyordu yıllar sonra “ bir gelsen! “

./.


Dinle kıymetlim
Bir sana kokar hanımellerim
Bir sana gözümden bahar düşürür cemrelerim
Süt kokulu yanakların öylesine güzel, öylesine güçlü ki yumuk ellerin
Büyü!
Kar/a uykusundan uyanmayanlara inat en cesur halinle büyü!
Gülümsesin güneşe kardelenlerin

Korksun cüce gönüllüler, zifir zihinliler
Korksun rengini yitirmiş sevgisizler
Seninleyim en halimle İNSAN
İşte bu omzum, bu canım
Seninleyim ölümüne her an

Ah! bebeğim
Ne kördür gözler
Ne sağırdır kulaklar
Ne sivridir diller
Ne çok herşeyi bilirler de
Bir sevmeyi bilmezler

Koy başucuna yanık yanımı
Bil seni çok sevdiğimi
Bıçak dayanmış kemiğime
Sırtımda emeğin asil teri
İşte sana kızlarımızın baht karasından
Yaşamın iki gerçek hikâyesi

Kendini dikenli tellerle kuşatmış acizler
Sözüm ona bahaneler ardına saklananlar
Allah kelâmı zikredip, kitaba uymayanlar
Vijdanını suni merhametle boyayanlar
Bilmezler mi ki Allah korkusunu?
Bilirler elbet, geberesiye korkarlar
Gel gör ki acz saltanatları ağır basar;
atar, tutar, yargılar, kendilerini dünya meleği tanıtırlar
Sandıkları bencillikleridir de
cennet vaat ettiklerini haykırırlar

Büyüyeceksin küçüğüm, göreceksin
Gözgöze geleceksin onlarla
Sen ellerinde ilim irfan
cahillikten uzak bilgeliğinle
ve insan kimliğinle
başını omzunun üstünde dimdik tutarak gideceksin üstlerine

Korkacaklar senden, ufalacaklar, dağılacaklar...
Minik bir karınca ayağı altında kalacak kadar küçülecekler karşında.

İşte sen beni göreceksin o an yanıbaşında ve
bir omzunda kırlangıçlar olacak, bir omzunda bin bir çeşit kardelenler...
Saçlarından güvercinler uçuracağız yarınlara göreceksin!

Beni bağışla kıymetlim
Sana ne kırmızı şapkalı kızı, ne çizmeli kediyi anlatmadığım için;
uçan balonlu, pamuk şekerli düş resimleri çizmediğim için beni bağışla

Seni ne " tü kaka" larla, ne de "cıss, aman ha!" larla sakındırabilirim
Tuhaf ve olmayanlarla kandıramam asla

Tenin gibi çıplak, ruhun gibi pak bir onurla seviyorum seni
Görebilmen için onca yalan içinde gerçeği, gerçek hikayeleri yazdım
İçinde umut, barış ve sevda olan kuşlarla birlikte.

Sen büyüdükçe özgürlük büyüsün avuçlarında.
Cehaleti yok etsin erdemin ve kalemin, İNSAN olduğunu asla unu tma!



Sevinç YILDIZ
Son düzenleyen Blue Blood; 15 Nisan 2007 02:56
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #675
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Feridüddin Attar Aşknâme’de anlatıyor: Sultanın kızına bir gariban âşık olmuştu. Sultan bunu duyunca âşıkı huzura getirtip,

-Ya ülkemi terk eder gidersin, dedi, ya da kelleni vurdurtacağım, kararını hemen ver.

Zavallı adam, düşündü, taşındı ve gitmeye karar verdi. Sultan ise adamın cevabını duyunca cellatları çağırttı. Vezir dedi ki:

-Hünkarım, neden suçsuz birinin kellesini vurdurttunuz?

-Çünkü gerçek bir âşık değildi o, sahtekardı. Eğer gerçekten âşık olsaydı, başının kesilmesini seçerdi. Eğer başının kesilmesini seçseydi, tahtımdan kalkıp onu yerime oturtacaktım. Hayatını sevgilisinden daha çok seven kişi aşk davasına kalkışmamalı. Bir an durup düşünelim; Sevgili’yi hayatımızdan daha çok sevebiliyor muyuz?!..

İskender Pala
VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #676
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
Yalancı Kaldığı Yerden4

Sonra uzun süre kararan bir renksizlik içinde yolculuğum sürüyor.Bazan yolda tanıdık simalara rastlıyorum.Bir şeyler söylüyorlar,belki de bir şeyler istiyorlar anlamıyorum.Onlardan uzaklaşınca hatırıma geliyor ki hepsi geçmişte ölmüş tanıdıklarım,dostlarım ya da sevdiklerim.Allahım öldüm mü yoksa diyorum da cevap bulamıyorum.Bu karanlık içindeki yolculuğum sürerken kucağında bir çocukla üstü başı perişan bir yaşlı nine çıkıyor karşıma...Dileniyor,dilenirken yüzünü saklıyor...Cebimde olan parayı uzatıyorum utandırmadan alması için de çocuğu kullanıyorum...Zavallı tanınmamak için eşarbıyla yüzünü kapatıyor.Çocuğun başını okşadım,sonra yoluma devam ettim.Nereye gittiğimide bilmiyorum.Sanki bir büyüye kapılmışım,devamlı zaman ve mekanda yolculuk.
Akşam ıssız yerlerde gezmek çisitirdi oysa beni.Ne olduysa şimdi hep karanlıklarda ve kimsenin olmadığı sessiz sokaklarda,köyde mezarlıklarda geziyordum.Şimdi de yolumun sonunda aile mezarlığımız vardı.Çoktandır uğramadığım,bir fatihayı esirgediğim abim,ninelerim ve dedemin mezarları kaybolmuştu.Ama mezarların olduğu yerde birer sülüet belirdi.Korktum ,kaçmak istedim de bir güç engelliyordu sanki.O sülüetler yavaş yavaş birer insan hem de tanıdıklarım ailemin fertleri oluverdi.Önce dedem gülerek karşıladı.'Hoş geldin torun'derken sanki üzgündü sesi.Ninelerim adeta saçlarımı okşuyor,öpüyorlardı yanaklarımdan öyle hissettim.İki metre ilerde abimin kaybolan mezarının başındaki sülüet ise hareketsiz gözlerini bir yere dikmiş öyle duruyordu.O kim dedim dedeme.'aylardır yolunu bekleyen abin.' dedi.Neden gelmiyor,neden benimle konuşmuyor 'dedim de...Sustular yavaşça yanına yaklaştım.'Merhaba abi,küsmüyüz' dedim.Yavaşça başını bana çevirdi ve,'Hayır adamım küs değilim,ama sana dargınım.Bir duanı esirgedin bizden.Bir gün gelmedin ziyaretimize.'Haklısın dedim ,yaşadıklarımı anlattım,biliyorum dedi...Sonra bizi çağırıyorlar diyip hepsi bir bir yok oldular ve kaybolan mezarları belirdi bir ışıkla beraber.Nerdeydim,nasıl bir alemdeydim ki yaşanmışlıkları bir daha yaşıyordum...neden hep maziyi geziyor bir çoğu öleli yıllar olmuş insanlar benden ne istiyorlardı ki hep onlarla yaşıyordum.Hem Hülya, ceylan nerdeydi.Nasıl beni bırakıp kaybolmuşlardı.Ya çocuklarım,vefakar eşim nerdeydi...hiç görmemiştim bu sahneler içinde....
Uzaklardan bir ses,ağlıyor derinden.kim ki diye merak hasıl oluyor bende...Ağır ağır yürüyorum da o yana bu annem kalabalık var etrafında da...Yaklaşıyorum niçin ağladığını anlamak ve kalabalığın sebebini öğrenmek için...Velim diyor da hıçkırıyor.Ölen abimin ardından.Oysa o öleli on yıl olmuştu.Sanki yeni ölmüş gibi etrafında toplanmış tüm köy halkı...Kalabalığı yararak yanına yaklaşıyorum,boynuma sarılıp ''Oğlum abin öldü duymadın mı''diyor.Ben şaşkın...Anlamsız boş gözlerle bakıyorum kalabalığa ve anneme...Yürekten kopan bir fırtına gibi yakıyor onun ölümü annemi.Saçlarını okşuyorum ,öpüyorum göğsüme yaslanmış ağlıyor zavallı...Önce kalabalık dağılıyor benim annemin yanına gelip saçlarını okşayıp koklamamla,sonra annem..Hoşçakal oğlum diyerek.
Yine yalnızdım,hem bu sefer kaybettiklerimi bir bir görerek hüzünlüydüm de...Babam nerde,nerelerde acaba diye düşünürken,aşkıyla beraber yürürken gördüm hem de çok mutluydular.
Kızdım annemin üzüntüsünü gördükten sonra,onun mutlu olmasına...Yaklaştılar benden yana...Hala sohbet edip gülüyorlar...''Koçum nasılsın'demez mi bir de...'Hayırdır baba,bu mutluluğu neye borçluyuz.'dedim.'Sana oğlum sana.' demez mi...'Neden ,'dedim.Güldü önce,sonra;Hani seninle uzun uzun sohbet etmiştik ya...İşte o gün,bu gündür her şeyi boş verip aşkıma koştum.Mutluyuz şimdi...Annem ,dedim.Dememle birlikte yok oldu babam ve sevgilisi...
Sol yanımda bir yanma oldu,onların kaybolmasıyla.Olduğum yere çöktüm,anlam veremediğim bu yolculuğu düşünerek.... Galiba deliriyorum .dedim.Uzun süre toprağı eşeledim durdum amaçsızca.Bir karınca geldi ağzında da bir parça ekmek kırıntısıyla kazdığım çukurun önüne.Ağzındaki ekmeği bıraktı önce.Sonra bana baktı,durdu,bir şey söyleyecekmiş gibi.Bir ses duydum derinlerden geliyordu.''Siz insanlar yok mu,her işiniz böyle işte,ne istedin de benim yolumu kazdın a bre sersem...''Allahallah dedim bu ses de ne ola ki,kim konuşuyor ,yoksa sahiden delirdim de gaipten sesler mi duyuyorum....''
Oses yine duyuldu;'Zaten yaptığını akıllı yapmaz ki...Bu arada karınca açtığım çukurun içine girmiş çıkmak için bir sağa bir sola dönüp duruyordu.O derinden gelen sesler de öfkeliydi hem.
Karıncayı elime aldım çıkardım çukurdan,ısırdı elimi ve seslendi tekrar.'Heyy,sersem çabuk bırak beni yere ve şu açtığın çukuru kapat.'Onu bıraktığı ekmek parçasının yanına indirdim.Ekmeğini aradı buldu.Tekrar elime aldım karşıya geçirdim.Özür dileyerek ...giderken yine seslendi...'Çukuru kapat burası bizim güzergahımız.'dedi .Kapattım çukuru o yoluna devam ederken bense ardından anlam veremediğim bir duyguyla bakakaldım....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #677
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yağmur Damlaları

Yağmur çocuk ruhlu, sevimli ve sempatik genç bir kızdı. Gençliğinin en güzel yıllarıydı yaşadığı yıllar. Yirmi beş yaşında gerçekçi, mantıklı ve sevgi dolu yaşam tarzıyla çevresinde sevilen, haşarı bir çocuk gibiydi. Kızmak mümkün olmazdı, alınırdı bazen… Yağmur yüklü bir buluttu. Dokunsalar boşalacak, yağacak, akıtacaktı içini. Duygusaldı. Aslında yaşadığı, acı veren hüzünleri vardı omzundaki küfesinde. Okumayı ve yazmayı seviyordu. Her yazı ile yeni bir pencere açılıyordu içinde. Uykusuzluğunun başlangıç noktasında imdada yetişiyordu tertemiz beyaz sayfalar. Hayatı her karesiyle yazmak ve paylaşmak istiyordu. Duygularına derman bulamayan düşünceleri kendini bulmak istiyordu dize ve satırlarda. Bir soğuk savaş misali direniyordu gece olunca. Bu direniş uyuyamamasına mı, uyutmayan düşüncelerine mi yoksa yüreğinin çırpındığı duygu selinden mi tartışmalı bir konuydu gece ile arasında. Bir çok soruya cevap ararken, her soruda yeni cevaplarla karşılaşıyordu. Sonra yeni cevaplar farklı sorular sorduruyordu Yağmur’a. Saatlerce yazacak güç buluyor ve azimle devam ediyordu yazmaya. Uyuyamadığında okuduğu her yazı ve şiirde kendini buluyordu. Dehlizin içinden hızla geçerek yükselmek gerçeğe ve orada nefes almak istiyordu. Anlam yüklemek gibi bir çabası yoktu yaşadığı anlamsız dakikalara. Zaten yazmasının sebebi de anlam aramak değildi. Yazmak ve yazdıkça yaşadığını hissetmek istiyordu. Halen düşünebilen beynini ve yazabilen parmaklarını boşta bırakmak istemiyordu.
Bulunduğu zaman diliminde, dünya üzerinde savaş nedeniyle aç susuz kalan insanları düşündü. Hatta savaş olmadığı halde sefalet içinde sokakta yatan aç, korku içinde ölümün pençesinde mücadele veren sayısını bilmediği yüreklerin acısını hissetti kalbinde. Bunun yanında çocuk, genç, yaşlı demeden öldürmek için bomba yapanlar aklına geldi. Birkaç kişi biraraya gelmiş, yüzbinlerce hayatı sona erdirecek kararlar alıyor diyerek içini çekti. Neden bu hüzünlü karmaşa anlam veremiyordu. Mantığı, duyguları ve düşünceleri düşünmekten yorgun düşmüştü. Mantıklı bir cevap arıyordu ama bulamıyordu.
Yağmur düşüncelerine engel olamıyordu. ‘Minicik bebekler, ölümün pençesinde çaresiz hastalıklarla mücadele ediyor ve ben yazmakla yetiniyorum’ diye suçluluk hissetti. ‘Hastalıklarda bebek, genç ve yaşlı ayrımı da yok ya neyse…’ diyerek birçok hastalığı getirdi aklına. ‘Şeker, kalp, tansiyon, romatizma, böbrek, ciğer, obezite, felç, tiroid, kanser, tümör ve benzeri nice hastalıkla direniş içinde yaşamaya çalışıyoruz. İlle de yaşamak diyoruz ve yaşamak için herşeyi yapacağım diyerek başlıyor direnişimiz. İsmimi Yağmur koymuşlar... Keşke yağabilsem ve temizlesem içimdeki hüznü’ diye düşündü.
Yaşamak ya da en güzel haliyle insanca yaşamak. Hayatını seviyordu. Ailesini ve dostlarını da seviyordu. Yine de içinde buruk ve ağır sancılı hüzünlü bir ölüm senfonisi minik minik sesini yükseltiyordu. ‘Bir yanım ölüme gebe’ dedi yüksek sesle. Sonra irkildi. En yakın arkadaşı aklına geldi. Dert ortağı. ‘Şu an yanımda olsa Murat, döksem içimi ona, yağsam ve şu satırlar yerine birlikte ağlasak...’ demekle yetindi.
Sevilmek istiyordu ve yeniden doğmak. Bu sefer mutluluğa gebe kalmak ve insanca yaşamaktı düşlediği. Acı veriyordu yaşanmış bitmiş, yarım kalmış tüm mutlulukları. Tanımı yapılmamış, anlatmak isteyip anlatılması güç olan, her kelimenin yetersiz kaldığı o anı yaşıyordu. ‘Saat kaç oldu?..’ diye düşündü. Aklında ertesi gün yapması gereken işler vardı. Aynasının önünde duran saatine bakmak için masasının başından kalktı. O saat onun için başka anlamlar içeriyordu. Özel ve anlamlı doğum günü hediyesiydi. İki yıl önceki doğum gününde sevdiği dört arkadaşının birlikte hediye ettikleri saatini eline aldı ve ‘saat iki’ dedi. Bir saattir kalemi elinde sayfalarla sevişiyordu. Daha yazmak istediklerinin binde birine varamadığını düşündü. ‘Hep, zaman benim önümde’ diye hayıflandı. Ne yaşadıklarında ne yazdıklarında derman bulamamıştı zaman dilimlerine. Yarışmak gibi bir iddiası olmamasına rağmen neden zaman bu kadar gaddardı kendisine?.. ‘Biliyorum. Gülüyorsun şu an...’ dedi karşısında Murat var gibi. ‘Sana değil ki herkese aynı diyorsun bana. Haklısın yaşayan tüm canlılar için doğum anından itibaren geriye sayım başlıyor. Hadi diye kovalıyor bizi zaman. “Ölüme çeyrek kaldı, yap yapmak isteyip de yapamadıklarını.” Kulağa hoş bir şans gibi görünüyor. Şikayet edecek değilim’ yazdı önünde duran boş sayfaya Murat’a cevap yazar gibi. ‘Şükürler olsun ki sunmuş bu şansı’ diye cevapladı yine, tasdikledi iddiasını. Yağmur’un tarzıydı bu şekilde davranmak. Ne yaparsa yapsın hatasıyla günahını da iyi bilirdi. Gözardı etmezdi kendisini eleştirmeyi. Kendisini tanıyordu. ‘İyi ki de vermişsin bu şansı. Hastalık niye, savaş niye, sevgisizlik niye?..’ diye isyan etti bir an boşta bulunarak. ‘Verdiğin zaman diliminde bazı şeyler benim elimde olsaydı...’ diyerek yaşadığı acı hatıraları düşündü. ‘Her şey güzel de niye bu şans dönüyor işkenceye?..’ diyerek içini hüznün derin sularına bıraktı.
Merak ediyordu mutluluk neredeydi. ‘Biliyorum mutlu olmak için başka birisine ihtiyacın yok diyorsun, sen kendi kendine yetersin’ diyerek yine Murat ile dertleşmeye başladı. Murat ile tartışsa bile onun yeri bambaşkaydı hayatında.
An gelir kardeşinden yakın olurdu Yağmur’a. Murat Yağmur’un mutluluğunda ve en acı günlerinde yanında olmuştu. Yağmur yine Murat’ın söyleyeceğini tahmin ettiği cümlelere cevaplar üretiyordu kendince. ‘Hadi yettim ve mutluluğu yaşıyorum diyelim kumdan kalemde, yeryüzünde ben tek değilim ki, ille de birisi çıkar mutluluğuma mutsuzluk tohumu ekmeye’ diyerek yine iddiasının haklılığını kanıtlamaya uğraşıyordu. Sınırı yok ki yaşanılanların. Ne kadar sevgi dolu olursan ol, ne kadar iyi niyetli olursan ol yine de elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışsan da bir an gelir ki engel olamadığın acı ve hüzün kalbindeki diğer duyguların yerine çöreklenir minicik yüreğine.
Yılanlar için kullanılır çöreklenmek kelimesi. Kıvrım kıvrım tüm soğukluğuyla yusyuvarlak çörekleniverir gizliden gizliye. Yağmur o an içinde yaşam sevincinin yerine koskocaman bir boşlukta çöreklenmiş bir yılanla direnişte olduğunu düşündü. ‘Biliyorum...’ dedi kararlı bir ses tonuyla. ‘Yazacağım ve atacağım onu içimden. O gitmeğe mecbur kaldığında, ben de yazıhanemin başından kalkıp yatağıma yöneleceğim. Uzanıp başımı yastığa koyduğumda şükredeceğim Tanrı’ya. Huzur ve mutluluk içinde sabaha karşı yeni doğan güneşle yeni umutlarım olacak. Yenik düşmeyeceğim zamana!’ diyerek yeni bir perde araladı Yağmur, tertemiz sayfalarda. Hayal dünyasının sınırlarını zorlamıyordu. Geceyarısı iki buçukta uyuyamayıp düşünceleriyle dans eden genç bir kızın o saatlerde ne yaptığının canlı örneğiydi. Saçma ya da anlamsız ama Yağmur’u yansıtıyordu. Deli ya da akıllı olduğunun tartışma konusu olabileceği bir saat diliminde olmadığını düşündü. Açıkçası mantığı ile de çelişiyordu yaptıklarını düşününce. ‘Aklı başında, mantıklı bir insan bu saatte neden yazar ki?..’ diye düşünmeden edemedi. Neyse ki bunlar düşünmek istediği konular arasında öncelikli değildi. ‘Boşuna zihin bulandırmayayım’ diyerek yazmaya devam etti. ‘İçimde anlatamadığım, düşüncelerimden parmaklarımın ucuna doğru süzülen ve yazmanın dahi acı verdiği anılarım var.’
Yağmur iyice duygusallaşmıştı ve kendi dışında başka insanların da neler yaşamış olabileceklerini düşündü. ‘En basit şekliyle, hayal kırıklığı ile son bulan, sevip değer verdiğimiz insanlardan ayrıldığımız anlar’ diyerek içini çekti gözlerini tavana dikerek. Ne zaman düşünmek istemese ve aklı karmakarışık olsa gözlerini odasının tavanına diker ve birkaç dakika öylece bakardı. ‘Şimdi bunca kelimeden sonra sen buna mı takıldın diye düşünme!’ diyerek çıkıştı yine Murat’a. ‘Durup niye ayrıldım, neden olmadı polemiğine girmeyeceğim. Gücüm de yok zaten!’ cevabını da verdi o arada. ‘...Olmadı bitti. Hani en basit şekliyle üç cümle ile kapatabilirim bu konuyu. Mantığıma göre değmeyen insanlardan bahsetmenin ne yeri ne de zamanı!’ diyerek hayıflandı. Yağmur yine de ‘bu yürek nedense incinmiş’ demekten de kendisini alamadı. Nedenlerini biliyordu aslında da tekrar duymaya ve yazmaya tahammülü yoktu. O nedenle alelacele geçiştireceği bu konuya: ‘uzatmaya niyetim yok, sabrım hiç yok!’ diyerek noktayı koyuverdi. Aradan daha birkaç dakika geçmeden ‘sen kendi kendini kandıramazsın Yağmur!..’ diyerek içinden geçen asıl hissi ‘Acı çekiyorum!..’ diye haykırdı. Yağmur kendi kendisiyle konuşmayı, çözümler üretmeyi seven bir kişilik. ‘Direnişim yine başladı’ diyerek... Yağmur az sonra yağmaya başlayacaktı. Bu düşünceler dakikalar sonra gerçekleşecek duygu patlamasının çığlıklarıydı. Tüm gün boyunca benliğine hükmediyor yaşamak mutlu, huzurlu olmak için yoluna en iyi düşüncelerle devam ediyordu ve “gece” olunca işte o geceler var ya çok soğuk geçiyordu. Üzüntüsü de aslında ayrıldı diye değildi. Kimden ayrıldığının da önemi kalmamıştı yaşamında. Tüm bu yaşanılanlar umutlarını ve hayallerini söndürüyor bu nedenle üzülüyordu. İçindeki tertemiz duyguların körelmesinden korkuyor ve endişe ediyordu. Yaşadığı hayal kırıklıklarının kalbinde derin kapatılmaz yaralar açmasından endişe ediyordu.
İnandığı ve savunduğu değerler yara almıştı birer birer. Sevgiye olan inancı, insanlara olan güveni sarsılmıştı. Yüzüne baktığında çizgiler belli oluyordu. Gözleri bile bir başka bakıyordu. Ya gönül gözü nasıl bakıyordu hayata?.. Gerçi bu sorunun cevabı da açıktı. Saat üçe geliyordu ve Yağmur tüm güzel ve iyi duygular adına insanca yaşamak ve kalbindekileri görebilmek umuduyla mücadele ediyordu zamanla. Aslında o kalp hiç de eskisi gibi değildi. Gerçek, Yağmur’un kalbinin paramparça oluşuydu. Bu nedenle yazmıyor muydu zaten gecenin üçünde? Çünkü o doğarken verilen ufak şans vardı ya “hadi ne yapacaksan yap öleceksin” çağrısı... İşte geri kalmak istemediğinden ‘acı çekmeyi bırak, umutlu ol içindeki acıyı atacağız’ diyordu kendi kendisine. Bu nedenle de ne var ne yok yazıyordu. Adeta kendi kendisiyle yüzleşiyordu. ‘Sanırım gerçekten aklım başımda değil’ diyerek ‘saçmalamaya başladım’ yazdı.
‘Hangi noktada başladım ve hangi noktadayım?.. Yorgunum ben!..’ diye yüksek sesle bağırdı. Birkaç saniye içerisinde kendini topladı ve yüksek ses nedeniyle ailesinin uyanmamış olması için dua etti. Kendisini yenik düşmüş hissediyordu. Son üç yıldır sevmek ve sevilmek adına yorgun düşmüştü.
Seçimini yapıp sevdiği insanla umutla yürümeye başladığı bir yolda ya yolun başında ya ortasında ya da ne farkeder ki yarıyolda kalmıştı hep. Oysa Yağmur ona verilen o kısacık zaman vardı ya... O zaman diliminde; annesinin babasını, babasının da annesini sevdiği gibi sevilmek, huzurlu ve mutlu bir yuva kurmak, kendi canından hayata can vermek istiyordu.
Kimse ona sormadı aldatırken! Kimse ona sormadı terk ederken! Kimse ona sormadı değer vermezken!
Her hayatına giren kendi bildiğini yaptı... Sevdiler kendilerine göre ama kimsesi dönüp bakmadı Yağmur’un yüzüne. Seçim hakkı hiç olmadı. Yapıp ettikten sonra günah çıkarır gibi “seni seviyorum” asılı kaldı havada. Son kararı bekledi hepsi. Oysa onlar seçimlerini yaptıktan sonra zaten Yağmur’un seçim hakkı yoktu ayrılıktan başka. Yağmur onurlu, namuslu ve gururlu genç bir kızdı. Söz tutulacaksa verilebilirdi onun kitabında. Doğarken ‘bir ismim var benimle olan, ölürken de sadece o gidecek yanımda!..’ diyebildi. ‘Ne var ki ondan başka?’ diye de düşündü. Onurlu yaşayamadıktan sonra ne anlamı vardı sevmesinin ya da sevilmesinin. Boyun mu eğmeliydi tüm yaşadıklarına? Aldatılıp, yalvarmalı yürümeli miydi o yolu? İnadına, terk edenin peşine mi düşmeliydi yoksa ona değer vermeyen bir adamın kucağına mı atmalıydı kendisini?..
Hayır, hayır!..
‘Bu, huzur ve mutluluk yolu değil ki?!.’ diyerek isyan etti. ‘Mutluluğun yolu bu mu yoksa?..’ düşüncesiyle dehşete kapıldı. ‘Olamaz, olmamalı!..’ dedi. ‘Seven insan aldatır mı, dokunur mu başka ellere?.. Terk eder mi durduk yere anlamsız nedenlerle?.. Seviyorum derken üzer mi bile bile.? Sevmek de göreceli oldu ya ben ne diyeyim artık?!.’ diyerek sakinleşmeye çalıştı.
Yağmur’un geleceğe dair umutları ve hayalleri vardı. Yağmur, huzurlu ve mutlu günlerinin kalıcı olmasını istiyordu. Yüreği bir yüreğe değer verip sevmişken, sevilmek ve değer görmek hissini yaşayabilmek onun da hakkıydı. Yağmur bir insanın güvenini sarsmak kadar adi bir davranışın aklına gelmediğini düşündü. Neden niçin sorularını sormak ve tekrar başa dönmek arzusunda değildi. Sadece insanca yaşamak ve insanın kendi kendini kandırmaması neden zor, anlayamıyordu... Dürüst olmak, sevmek, değer vermek, içten; tüm benliğiyle sevdiğini kendinden görmek bu kadar zor muydu? ‘Ben neden yapabiliyorum o zaman ve karşımdaki yapamıyor?’ diye düşünüp durdu yağmur yürekli Yağmur kızımız.
Bilemiyorum.
Yağmur’un o kadar çok sorusu ve asılı kalmış cevapları var ki?!. Kendinin bulduğu cevaplar dahi bir noktadan sonra anlam ifade etmiyor nedense. Son üç yılda her giden “seni seviyorum”, “Senin gibi birisini tanımadım” gibi cümleler söylüyordu kıza. Ama davranışlara baktığında, bu cümleler bir anlam ifade etmiyordu Yağmur için ve havada asılı kalıyordu. “Neden herkes her şeyi basit yaşamak istiyor?..” sorusuna cevap bulmak istedi. Huyuydu... Zaten hem sorar, hem yanıt arar hem de bulduğu cevaplara Murat’ın gerçekçiliğini katardı.
‘Seviyorum demek bu kadar kolay mı?’ diye düşündü. ‘Birkaç kelime ile mi sevgi oluyor sanıyor bu insanlar?’ dedi hırçın bir çocuk edasıyla. ‘Neden ben o sevgiyi davranışlarında hissedemiyorum ve bana kendimi değersiz hissettiriyorlar yaptıklarıyla, neden ben bir an geliyor ve sevilmediğimi düpedüz görüyorum?..’ sorularıyla buruk bir hüzün sardı odasını.
‘Ne yazmalıyım satırlara?’ diye düşündü. Hayata dair anlam veremediği, cevap bulamadığı binlerce sorusu vardı. Neden insanoğlu kendi kendisini kandırıyordu? Oysa onun küçücük bir dünyası vardı ama koskocaman yüreğiyle sevgidoluydu her davranışı, sözü ve tüm benliği... Kalpten gelen sevgisine denk sevenini bulmak istemişti de bulamamıştı. Güvenip elini kime uzatsa sadece kolu değil tüm benliği ateş gibi yanmıştı. “Öyle biri var mı?” sorusunun cevabını da bilmiyordu. ‘Mutlaka vardır…’ diye düşündü, sorusuyla peşi sıra... Takdir edilecek insanca güzel huyları olmasına rağmen, kendisini övmeyi sevmezdi. ‘Sanki ben mükemmelim, herşey tam da bana layıkı yok!!!’ diyerek kendini eleştirmeyi seçti. Olay bu değildi aslında. Kendisi de mükemmel olmadığını biliyordu. Sadece istediği, davranışları ve sözleri tutarlı birisiydi. Sevgisine sahip çıkıp mertçe, adam gibi karşısında durabilecek hayat arkadaşını istiyordu yanında. Neden yolun bir noktasında tutarsız, dengesiz, sevdiği insana yakışmayan davranış ve sözlerle yüzyüze geliyordu ki?..
Nedense Yağmur son üç yıldır her seferinde “pes” demişti, hatta arkadaşı Murat, ‘çıkar birisi karşına bu fikrin değişir...’ demişti de ‘sanmam...’ diyerek çıkışmıştı tüm bilmişliğiyle Yağmur kızımız. ‘Bana göre değil sevmek...’ demişti Murat’a ve inatla mutlu olabilmek adına şu anki noktada.
Saat dört.
‘Değer miydi?..’ tartışmasına girmeyeceğini yazıyor Yağmur bembeyaz sayfalara. ‘Pişman değilim. Yaşanması gerekiyordu, yaşandı ve bitti. Tanrı’ya şükürler olsun ki daha çok yıllar geçmeden bu zaman dilimi içinde gerçeklerle yüzleştim. Acı verse de hayal kırıklığı; mutsuz olacağımı bile bile yolu yürümemek, Tanrı’nın verdiği bir işaret sanki bana: Şükürler olsun...” diyerek savunmasını da yapmadan cümleyi sonlandırmıyor Yağmur’ umuz.
Yağmur yürekli kızım benim.
Uslanmaz sevda kurşunum.
Bunca kelime kalabalığından sonra Yağmur’un mantık ve ruhu aynı dengeye geldi sayılır. İçinde yayılan huzuru hissedebiliyor. Benliğindeki sessiz fırtınaların yerini hafif bir esintinin almış olduğu andaki dinginliği yaşıyor. Yüzünde hafif bir tebessüm var. ‘Sabaha az kaldı. Yeni bir gün seni bekliyor’ diyor. ‘Yaşıyorum. Nefes alıyorum. Sırtımdaki ağrı da geceden kalma bana. Yazmaya başladığımdan bu yana ilk kez esnedim. Acaba bu, uykum geldi mi demek?.. İnşallah öyledir. Gözümü kapayıp saniyeler içinde uyumak istiyorum.’diyor Yağmur. Her zaman, uykum yok dediğinde Murat’ın cümlesi aklına geliyor. “Sen asla uykun gelse de kabul etmedin ki !!!” Yüzünde hafif bir tebessüm Yağmur’ un. ‘Ben de robot değilim. Uykumun geldiği anlar da vardır ama o an şu an değil Murat...’ diye yine cevabını anında veriyor.
Yağmur uyandığında herşey farklı olacak... Yazsa da aslında herşeyin yine aynı olacağını biliyor ve kendi kendisini kandırmıyor. Herşey aynı olacak ama Yağmur’un bakış açısı farklı olacak. Aynaya gülümseyerek bakacak. Aynanın karşısında durduğunda ve gözbebeklerine baktığında canlı bir ruh görecek. Kırık dökük ya da ezik iki tane siyah zeytin görmek istemiyor ki çakıstes gibi, paramparça olmamalı. Kendini tanıyabilmeli. ‘Bu kim?’ demeden bakabilmek kendine.
Ruhunun en derininden, parmaklarının ucunda gidip gelen kelimeler durmak istemiyor. Düşüncelerinin her zerresini yazabilmek, Yağmur’u rahatlatıyor. Bir gün gelecek, acı veren tüm hatıralar mazi olacak hayatında. Şu an olduğu gibi gülümseyecek yaşama. Herşeye rağmen nefes alıp verdiğine, yaşadığına ve daha zamanının olduğuna şükredecek. Henüz o şans bitmedi. ‘Bir gün değil O gün bugündür! Öyle değil mi? Hadi gülümse...’ diyor Yağmur bize. ‘Daha zamanımız var. Kötümser olmaya gerek yok. Bu dünya sabrımızı deniyor. Biz insan kalmaya ve “iyi” olmaya devam edeceğiz. Herşeye rağmen acı verse de yaşanılanlar, ben insanlığımı kaybetmeyeceğim. Herşey bizim için değil mi? Mutluluk ve hüzün de. Pes etmeye niyetim yok!..’ diyerek umutla geleceğine yön vermeye devam ediyor.
Sabah yeni doğacak olan güneş yeni umutlar için bir şans. Yağmur, güneşi göremeyecek olsa da orada olduğunu ve doğacağını biliyor. Başlangıçta neredeydi bilemiyor olmasına rağmen tüm benliği ile minicik yüreğindeki çığılıkları tertemiz sayfalara nakış gibi işledikten sonra nerede olduğunu ve ne yapması gerektiğini biliyor duruma geldi. Yağmur yazdıkça, içini akıttıkça sayfalara yorgun düştü. Lambasını söndürdü, yatağına uzandı ve gözlerini kapadı. Tüm insanlık adına barış, sağlık, huzur, mutluluk ve sevgi için dua etti. Sonrası Allah’ın takdiri diyerek de veda etti.
iyi geceler ve tatlı rüyalar, Allah rahatlık versin hepinize...

Saat 05:20 ve uyku saati...

Yağmur Damlaları...
Son düzenleyen Blue Blood; 15 Nisan 2007 03:08
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #678
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Karadut Efsanesi

Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardi.
Kızın adı Tispe ,delikanlinin ise Piremus.
Komsu olduklarindan birlikte büyüdüler. Cocukken baslayan ask atesi,serpildikce onlarla birlikte buyudu..
Aileleri hic istemezdi gorusmelerini. Birbirlerine uygun olmadiklarini dusunurlerdi nedense?

Oysa onlar olesiye bir ask beslemeye basladilar birbirlerine.
Ikisinden baska kimselerin bilmedigi bir sirlari vardi. Iki evin arasindaki gizli catlak..
Bazi geceler gizlice bu aralikta bulusur birbirlerine seslerini duyurup asklarini sozcuklere dokerlerdi.
Bir gece ormandaki agacin altinda bulusmaya karar verdiler.
Tispe, agaca Piremus'dan once varmisti.
Gittiginde, avini yeni yemis, agzindan kanlar akan kocaman bir aslanla karsi karsiya geldi.
korkarak bir magaraya dogru kosmaya basladi.
Boynundaki esarp, farkinda olmadan dusuverdi. O sirada Piremus geldi gordukleri karsisinda donup, kalmisti.
Kocaman aslan, agzinda kanlarla birlikte, biricik sevgilisi Tispe'nin esarbini parcaliyordu. O an aklina gelen ilk ve tek sey,aslanin Tispe'yi oldurerek yedigiydi. Tispe'siz yasayamazdi.

Aklindan gecen, sadece aski ugruna canina kiymakti. Belinden hancerini cikardi ve gogsune sapladi. Kanlar icindeki cansiz bedeni yere dustu. Tispe'yse korkusunu bir kenara atip, bir an once askini gormek icin magaradan cikmaya karar vermisti.
Agacin altina geldiginde, o korkunc sahneyle yuzlesti.
Piremus'un cansiz vucudu yerdeydi ve elinde Tispe'nin dusurdugu esarbi tutuyordu.

Tispe sevdigi gencin elindeki esarbi ve uzaklasan aslani gorunce anladi herseyi. Tispe bir an bile dusunmeden hanceri cekip cikardi ve kendi gogsune goturdu.
Yasadiklari olesiye derin bir askti ve onlari olum bile ayirmamaliydi . Az sonra sevgili Piremus'un bedeninin ustune yigildi.
O anda tanrilar bu yuce aski olumsuzlestirmek istediler ve bu ciftin ustunde duran agaci, onlarin aşkına adadilar.
Piremus'un kanini bu agacin meyvalarina , Tispe'nin gozyaslariniysa, agacin yapraklarina verdiler.


O gunden beri kara dutun cikmayan lekesini, dut agacinin yapraklari temizler..
Bilir misiniz dut agacinin meyvasinin lekesicikmaz ama elinize agacin yapragini alir ovusturursaniz , lekenin yok oldugunu gorursunuz...

Ortusen, birbirini temizleyen, arindiran buyuk asklar yasamaniz dilegiyle ...
....Alıntıdır....
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #679
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
İncitmeyecek kadar uzak, üşümeyecek kadar da yakın olabilmek...

Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler.Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış,çözüm aramaya başlamışlar.
Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece
kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak, aralarındaki hava akımını önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.
İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler.Ama başka bir problem çıkmış ortaya.
Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş.
Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu sefer de donmalar meydana gelmiş.
Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler.

KISACA ;
Bizim de uzun dikenlerimiz var. Bunlar hayata karşı filtrelerimiz. Bazen faydalı,bazen de zararlı.Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.
Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza.Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.
Birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz.
Aynen kirpiler gibi..

....Alıntıdır.....
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #680
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Nereye Gidersin Sevdiğim...



Nereye gidersin sevdiğim…
Hatırlamak için harcadığımızdan çok daha fazla çabayı unutmak için harcıyoruz herhalde.
Unutmak…
Çaresizlerin, fırtınalar arasında, bir gün oraya ulaşmanın düşünü kurdukları o acıklı sığınak.Hayatımıza girenleri ya da girmek için kapılarımızı zorlayanları silmek aklımızdan, onlar yokmuş gibi davranıp onlar yokmuş gibi yaşamak.
Geçmişi, o geçmişi yaşayan parçamızla birlikte çıkartıp atmak içimizden, atılan her parçayla birlikte içimizde bir boşluk kalacağını bilerek yapmak bunu.
Ya da yaşanacak birşeyler vaat edenleri, bir gün onları da unutmak zorunda kalacağımızı düşünerek, daha baştan unutmaya çalışmak, geçmiş gibi gelecekten de parçalar ayıklamak.
Geçmişimiz ve geleceğimizle bir kazı yerine çevirmek hayatımızı.
Nasıl bir öğüt vermeliyiz kendimize?
“Unut “ mu demeliyiz?
Sana zevk vermiş olanları ve zevk vaat edenleri unut.
Hiçbir zaman yekpare bir kıta olamayıp birbirine köprülerle bağlı yüzlerce, binlerce küçük adacıktan oluşan hayatın parçalarını birbirine iliştiren köprüleri yakmalı mıyız?



Ahmet ALTAN


Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat