Arama

Bilim Dünyası'ndan Son Haberler, Gelişmeler - Sayfa 19

Güncelleme: 4 Aralık 2016 Gösterim: 277.075 Cevap: 269
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
29 Şubat 2012       Mesaj #181
Avatarı yok
Yasaklı
Amerika'ya İlk Avrupalılar Ayak Bastı

Sponsorlu Bağlantılar
Arkeologların elde ettiği yeni bulgular, Amerika kıtasının ilk olarak Avrupa’dan gelen Taş Devri insanları tarafından keşfedildiğini ortaya koydu. Avrupa’dan gelen insanlar, sanılanın aksine Amerika yerlilerinin Sibirya’dan gelen atalarından çok daha önce Yeni Kıta’ya ayak bastı.

Eski çağlara ait teorileri yıkabilecek yeni bulgular, ABD’nin doğu yakasında keşfedildi. Arkeologlar ve bir balıkçı, 19 ile 26 bin yıl öncesine uzanan, Avrupa kökenlerini çağrıştıran çeşitli taş aletler buldu.

Taş aletlerin büyük kısmı Maryland eyaletindeki Delmarva Yarımadası ve Pennsylvania ile Virginia eyaletlerindeki kazı alanlarında çıkarıldı. Ayrıca, Virginia eyaletinin 100 km açığında deniz tarağıyla avlanan bir balıkçı şans eseri antik eserler buldu. Balıkçının avlandığı bölgenin, tarih öncesi çağlarda karanın parçası olduğu ifade edildi.

Bilim insanları, on binlerce yıl öncesine ait taş aletlerin, insanlığın dünyaya nasıl yayıldığı hakkındaki bilgileri önemli ölçüde değiştirebileceğini belirtti.

Eski İnanış Çürütüldü

Arkeologlar, ABD’nin Doğu yakasıyla Avrupa’da geçmişte yapılan kazılarda, Taş Devri’nden kalma aletlerin benzerliğini fark etmişti. Ancak daha önce keşfedilen ABD-Avrupa izleri taşıyan aletler, 15 bin yıl öncesine aitti. Bu tarih, Taş Devri’nde yaşamış Avrupalıların bu tür eşyaları yapmayı sona erdirdikleri döneme işaret ediyordu. Bu yüzden birçok arkeolog o dönemlerde Amerika-Avrupa bağlantısı olduğu düşüncesini reddetmişti.

Ancak 19 ile 26 bin yıl öncesine uzanan ve iki kıtayı ilişkili kılan taş aletler, eski inanışların altını oyabilir. Ayrıca, bilim insanlarının 1971 yılında Virginia eyaletinde bulunan bir Avrupa tarzı bıçak üzerinde yaptığı kimyasal analizler, bıçağın Fransa’da çakmaktaşından yapılan bıçaklara olan benzerliğini ortaya koymuştu. Bugüne kadar bulunan on binlerce yıllık aletlerin ise ağırlıklı olarak Fransa ve İberya’da yapıldığı biliniyor.

Buz Örtüsünün Üzerinden Geçtiler

Elde edilen bulguları gözden geçiren Washington merkezli Smithsonian Enstitüsü’nden Dennis Stanford ve Exeter Üniversitesi’nden Bruce Bradley, Batı Avrupa’daki insanların Buz Çağı’nın ilerlemesiyle Kuzey Amerika’ya göç ettiği kanısına vardı. İki arkeolog, bu ay piyasaya sürülen“Across Atlantic Ice” adlı kitaplarında, Taş Devri insanlarının buzul tabaka üzerinden veya teknelerle Yeni Kıta’ya vardıklarını savundu.

Buz Çağı’nın en sert soğuklarının yaşandığı yıllarda, Kuzey Atlantik’in neredeyse 7.7 milyon kilometre karesinin buzla kaplı olduğu düşünülüyor. Ayrıca, iklimlerin değişmesiyle buzların eridiği bölgeler ve açık okyanusların, göç eden kuş ve balıklar sayesinde, gıda kaynakları çok zengin yerler olduğu biliniyor. Stanford ve Bradley, elde edilen son bilgilerle, Taş Devri insanlarının 2,500 kilometrelik yolu aşmış olabileceğine neredeyse kesin gözüyle bakıyor.

İki arkeoloğun öne sürdüğü bir diğer teori, Sibirya ve Alaska’da 15,500 yıl önce insanlara ait yaşam izi olamayacağı. Çünkü, eğer 19 ile 26 bin yıl önceki aletleri Asya’dan gelen insanlar yapmış olsaydı, bu aletler Sibirya ve Alaska’da da bulunurdu ama bugüne dek bu tür Taş Devri aletleri bulunmadı.

Yine de, Amerika’ya ilk ayak basanlar Batı Avrupalılar olmuşsa bile, bu insanlar 15,500 yıl önce Yeni Dünya’ya Bering Boğazı ve Aleut Adaları üzerinden gelen Asya kökenli insanlara kıyasla daha dejavantajlı bir durumdaydı.

Amerikan yerlilerini oluşturan Asya kökenli insanlar, göç etmek için 15 bin yıldan fazla vakit buldu ve Yeni Kıta’ya daha iyi uyum sağladığı gibi, kendilerinden önce göç eden Avrupalıları sindirdi.

Sırrı Okyanuslar Çözecek

Bilim insanları, Florida eyaletinde bulunan sekiz bin yıllık kemikler üzerinde yaptıkları DNA analizlerinde bu teoriyi onayladı. Batı Avrupalıların genleri kuzey doğu Asya’da bulunmazken, Kuzey Amerika yerlilerinde tesbit edildi. Dahası, ABD’de izole edilmiş halde yaşayan bazı topluluklar, Asya veya Amerikan yerlilerinin diliyle bağlantısız diller konuşuyor.

Araştırmacılar, bu konudaki tartışmaları binlerce yıl önce kara olan ancak bugün okyanus suların altında bulunan bölgelerde sonuçlandırmayı düşünüyor. Doğu yakasının 160 kilometre açıklarına kadar Taş Devri’ne ait aletler bulunabileceğini belirten arkeologlar, yazın bu bölgelerde çalışmalara başlayacak.


Kaynak:NTVMSNBC(29 Şubat 2012,08:58)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
29 Şubat 2012       Mesaj #182
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Sonsuz yaşamın sırrı yassı solucanlarda
İngiliz bilim insanları, su birikintileri ve göllerde yaşayan yassı solucanların kendilerini yenileme yeteneği sayesinde sonsuza dek yaşayabildiğini ileri sürdü.
Sponsorlu Bağlantılar

İngiliz Telegraph gazetesinin haberine göre, Nottingham Üniversitesi araştırmacıları, tek bir solucandan yaklaşık 20 bin solucanlık bir koloni oluşturmayı başardı.Solucanı parçalara ayıran ve her bir parçanın yeni bir solucana dönüşmesini gözlemleyen araştırmacılar, solucanın kendini yenileme yeteneğinin bilim adamlarına insanların sonsuza dek genç kalabilmesine olanak tanıyan yöntemler geliştirmesi için yardımcı olabileceğini söyledi.
Araştırmayı yöneten Aziz Ebubekir, solucanların kendilerini yenilerken DNA'larının telomer adı verilen çok önemli bir parçasının uzunluğunu koruyabildiklerini keşfetti.

Araştırma sırasında yassı solucanların hem cinsel yollardan hem de bölünerek üreyen iki cinsinin incelendiği ve her iki türün de kendini yenileme özelliğine sahip olduğu bildirildi.
Sürekli yeni kas, deri, iç organı ve hatta beyin üreterek kendini yenileyen solucanların bölünerek çoğalan türü, aynı zamanda çok önemli bir enzimi de yenilebiliyor.
Telomer uzunluğunun, hücrelerin yaşlanmasında çok önemli bir rol oynadığına işaret eden araştırmacılar, kromozomların uçlarında bulunan telomerlerin, kromozomların hasar görmesini engelleyerek hücre işlevlerinin yitimini önlediğini söyledi.
Araştırmacılar, telomerlerin kısalmasının yaşlanmayı hızlandırdığını kaydetti.

Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 11:00 Sebep: KIRIK GÖRSEL KALDIRILDI!!
Sen sadece aynasin...
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Mart 2012       Mesaj #183
Avatarı yok
Yasaklı
Gizemi Çözüldü

1991 yılında İtalya'da tesadüfen bulunan, 5 bin 300 yaşındaki “Buzadam” Ötzi'nin otopsi analizleri açıklandı. Buna göre Ötzi'nin kalbinin zayıf olduğu ortaya çıktı. Kalp hastalıklarına genetik yatkınlığı olduğu belirlenen buzadamın ayrıca ateroskleroz (damar sertliği) hastalığı da bulunduğu ve süte alerjisi olduğu tesbit edildi.

19 Eylül 1991'de Ötztal Alpleri'nde yolunu kaybeden iki Alman turist tarafından tesadüfen bulunan ve yedi yıl Avusturya'da kaldıktan sonra bulunduğu yerin İtalya sınırı içinde olduğunun anlaşılmasıyla 1998 yılında İtalya'ya teslim edilen Ötzi, tarihe ışık tutmaya devam ediyor. İtalya'nın Bolzano kentindeki, Alto Adige Arkeoloji Müzesi'nde özel koşullar altında tutulan Ötzi'nin yaklaşık bir buçuk yıl önce yapılan son otopsisinin analiz sonuçları açıklandı.

Otopsiyi yapan ekibe de başkanlık eden EURAC Mumya ve Buzadam Enstitüsü Direktörü Biolojik ve Biomoleküler Andropoloji Uzmanı Prof. Albert Zink, "Ötzi'nin zamanında kalp ve damar hastalıklarına genetik yatkınlığı olduğunun onaylanması çok önemli. Çünkü bu, kalp ve damar hastalıklarının medeniyetle bağlantılı olamayabileceğini gösteriyor. 5000 yıl önce Ötzi, bugün kalp hastalıklarıyla ilişkilendirdiğimiz risklere sahip değildi. Buzadamın fazla kilosu yoktu ve hareketsiz bir yaşantıya sahip değildi" diye konuştu.

Süt İçemiyordu

Yaklaşık bir buçuk yıl önce araştırma ekibi Ötzi'nin genetik mirasını ortaya koyan tam genomunu çözdü. Geçen sürede detaylı gen analizleri gerçekleştirilerek, tarihin o dönemine ışık tutmaya devam edildi. Bir parazit aracılığıyla enfeksiyona neden olan bir bakteri türü borrelianın dünyadaki en eski örneği bulundu. Genetik araştırmalar Ötzi'nin kahverengi saç ve gözlere sahip olduğunu kesinleştirdi. Bunun yanında Ötzi'nin süt içinde bulunan laktoza karşı alerjisi olduğu ortaya çıktı. Yani Ötzi hiç süt içemiyordu.

Bu tesbit, o dönemde laktoz alerjisinin genel olduğu yönündeki inanışı güçlendirdi. Bu inanışa göre insanlar sütü yetişkin olduktan sonra da içmeyi ancak hayvanları evcilleştirmeye başladıktan sonra öğrendi.

Ötzi'nin Nereli Olduğu Ortaya Çıktı

Buz adamın genetik yapısının Avrupa'da sık görülen değerlere sahip olmadığı tesbit edildi. Buna göre Ötzi'nin ataları neolitik çağda yakın doğudan geldi. Günümüzde sadece Sardenya Adası'nın küçük bir bölümünde ve Korsika Adası'nda, Ötzi'nin gen yapısının benzeri tesbit edildi.


Kaynak:Gençbilim/Ntvmsnbc-Ajanslar(29 Şubat 2012,17:49)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Mart 2012       Mesaj #184
Avatarı yok
Yasaklı
Tarihi Değiştirecek Keşif

Bilimadamları, yapılan son arkeolojik incelemelerin ışığında bilinen tarihi değiştirecek bir keşfe imza attılar. Bilimadamları, Amerika'nın doğu kıyısındaki altı noktada onlarca taş el aleti bulduklarını açıkladılar. Aletler üzerinde yapılan incelemelerde bu aletlerin 19 ile 26 bin yıl yaşında ve Avrupa-tipi oldukları keşfedildi.

The Independent gazetesinin haberine göre, bu bilgiler ışığında, Avrupalı avcıların Amerika yerlilerinden 10 bin, Kristof Kolomb'dan ise tam 20 bin yıl önce Amerika kıtasını keşfedip, burada yaşadıkları ortaya çıkarıldı.Bu aletlerin keşfedilmesinin, onlarca yıldır yapılan arkeolojik keşifler arasında en önemlilerinden biri olduğunun altı çiziliyor.

Daha önceden de kimi insan eliyle yapılmış eşyalar keşfedilmiş, ancak bunlar sadece 15 bin yıl öncesine kadar dayanıyordu. Şimdi keşfedilen aletler ise o dönemde Avrupa'da kullanılanlarla birebir aynı özellikleri taşıyor.

Araştırmacılar, Batı Avrupa'dan yola çıkan Taş Devri insanlarının neredeyse 2 bin 500 kilometrelik mesafeyi Atlantik buzu üzerinde katedip, Kuzey Amerika'ya ulaştıkları iddiasını ortaya attılar.

Buzul Çağı'nın tepe noktasında Kuzey Atlantik'in büyük kısmının neredeyse bütün yıl buzla kaplı olduğu, buzul tabakasının ilerisinde ise avcılar için çok zengin besin kaynaklarının bulunduğu belirtiliyor.Ancak yapılan bu son keşfe kadar, bu iddiayı destekleyecek çok fazla kanıt bulunmuyordu.Şimdi, Exeter Üniversitesi'nden Profesör Dennis Standord ve Profesör Bruce Bradley bu ay yayınlanacak kitaplarıyla bu teorilerini ve kanıtlarını sunacaklar.

Yapılan son keşfin ardından araştırmacılar Tennessee, Maryland ve hatta Texas'ta Taş Devri'ne dair daha çok keşif yapmayı umut ediyorlar.


Kaynak:Gençbilim/The Independent(28 Şubat 2012,13:23)
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
2 Mart 2012       Mesaj #185
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Okyanuslar alarm veriyor
Bilim insanları, okyanuslardaki asitlenme hızının son 300 milyon yılın en yüksek seviyesine ulaştığını açıkladı. Dünyanın çok yüksek miktarda karbon salınımı yüzünden aşırı ısındığı 56 milyon yıl önce bile, asitlenme hızının bugünkü kadar yüksek olmadığı belirtildi.

Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, asit oranı giderek artan okyanus suları, deniz canlıları ve bitkiler için yaşam alanı sunan mercan kayalıklarının yok olmasına neden oluyor. Asitli sular, istridye ve midyelerin koruyucu kabuklar edinmesini zorlaştırırken, balıkların beslendiği küçük organizmaları zehirliyor. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) Başkanı Jane Lubchenco, okyanuslardaki asitlenmenin en büyük endişeleri olduğunu ifade etti.
Fosil yakıtların yakılması gibi insan kaynaklı eylemler, atmosfere salınan karbonu artırıyor ve okyanuslardaki asit oranı artıyor. Bu durum, sanayi devriminin başlangıcından bu yana atmosferik karbon oranını milyonda 280’den, milyonda 392 parçaya çıkardı.

ABD’li, İngiliz, Hollandalı, Alman ve İspanyol bilim insanlarının oluşturduğu araştırma ekibi, atmosferde sıkışan ve küresel ısınmayı tetikleyen karbonun neden olduğu iklimsel bozuklukları tespit etmek için dünyanın 300 milyon yıllık jeolojik geçmişini inceledi.
Bilim insanları, iklim değişikliğiyle tetiklenen doğa olaylarının, 65 milyon yıl önce dinozorların yok olmasına neden olan meteor çarpması gibi, canlıların nüfusunda kitlesel ölümlere neden olduğunu tespit etti. Araştırmacılar, mevcut durumun, 252, 201 ve 56 milyon yıl önce yaşanan doğa olaylarının sinyalini verdiğini belirtti.
Dünya 56 milyon yıl önce, volkanik olaylar nedeniyle aşırı ısınmış ve bu durum beş bin yıl boyunca devam etmişti.

FOSİLLER ÇAMURA DÖNÜŞTÜ

Bilim insanları, Antarktika’nın açıklarında, Güney Buz Denizi’nde yaptıkları araştırmada, 56 milyon yıl öncesiyle benzer sonuçların yaşanabileceğine dair bulgular elde etti. Okyanusun tabanı altında gömülü olan çamuru inceleyen bilim insanları, çok yüksek asit seviyesinden dolayı beş bin yıllık plankton fosillerinin çamura dönüştüğünü fark etti.
Sonuç olarak, son beş bin yıl içinde atmosferdeki karbon oranının iki katına çıktığı ve okyanuslardaki asit oranının 0.4 pH yükseldiği anlaşıldı. Columbia Üniversitesi’nden Baerbel Hoenisch, dinozorların yok olmasından dokuz milyon yıl sonrasına denk gelen 56 milyon yıl önce, mercan kayalıklarında yaşayan birçok canlının ve okyanus tabanındaki tek hücreli organizmanın öldüğünü, bu nedenle besin zincirinin üst basamaklarındaki canlılarında da yok olduğunu ifade etti.
Araştırma ekibi, 20’inci yüzyılda okyanuslardaki asit oranının 0.1 pH arttığını, 2100 yılında ise bu artışın 0.2 veya 0.3 olacağını tespit etti. Birleşmiş Milletler (BM), 21’inci yüzyılda küresel sıcaklığın 2 santigrat dereceye kadar artabileceğini belirtmişti.
Hoenisch, 56 milyon yıl öncesiyle karşılaştırıldığında, endişe verici bir ekolojik değişim yaşandığını belirtti. Hoenisch, 56 milyon yıl önceki doğa olaylarının volkanik faaliyetlerden olduğunu ifade ederken, buna rağmen okyanuslardaki asitlenme oranının günümüzde çok daha hızlı arttığına dikkat çekti.
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 11:01 Sebep: KIRIK GÖRSEL KALDIRILDI!!
Sen sadece aynasin...
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Mart 2012       Mesaj #186
Avatarı yok
Yasaklı
Tarsess Kemiği İle Cinsiyet Belirleme

Bilim insanları, ayak kemiklerinin cinsiyetin anlaşılmasında önemli ipuçları içerdiğini ve ayak bileğini oluşturan yedi kemiğin (Tarsess) uzunluklarının ölçülmesiyle bu bilgiye kolayca ulaşılabildiğini keşfetti.

ABD’li araştırmacılar, ayak kemikleriyle yapılan cinsiyet tesbitinin yüzde 93.6 oranında doğru sonuç verdiğini ve adli tıp yetkililerinin cesetlerin cinsiyetini belirlemek konusunda çaresiz kaldığı zaman, ayak bileklerine başvurabileceklerini belirtti.Ayağın arka kısmında bulunan Tarsess kemikleri, eğitimsiz gözlere hiçbir ipucu sergilemeyecek olsa da, cinsiyetin belirlenmesi adına önemli özellikler barındıyor.

İlk olarak, vücut ağırlığımızı destekleyen Tarsess kemiklerinin asimetrik yapısı bu faktöre göre belirleniyor ve vücut yoğunluğu kadın ve erkekler arasında büyük farklılık gösteriyor. Tarsess kemiklerinin bir diğer özelliği, ölümden sonra çok büyük olasılıkla bulundukları yerde kalmaları. Ayakkabının içinde kalan bu kısım, dış etkenler ve hayvanların saldırılarına karşı da genelde korunmuş oluyor. Üçüncü bir özellikleri de, bir arada yapışık gibi duran bu kemikler, ayak çıplak olsa bile birçok kazanın ardından tek parça halinde kalmayı başarıyor.

Kuzey Carolina Üniversitesi’nden Sheena Harris, “Arkeolojik alanlarda bulunan kemiklerde bile Tarsess kemiklerinin daha az zarar gördüğünü fark ediyoruz. Uzunluklarını ölçerek uzun yıllar önce ölmüş insanların cinsiyetleri tesbit edilebilecek” dedi.

Sağlaklarda Sol Ayak Daha Güçlü

Araştırmada yer alan bir diğer araştırmacı Troy Case, Tarsess kemikleriyle cinsiyet belirleme yönteminin doğruluğunu tesbit etmek için, bir iskelet koleksiyonundaki 160 insan kemiğini inceledi. Case, Avrupa kökenli ABD’lilerin Tarsess kemiklerinin uzunluğu, eni ve yüksekliği dahil 18 farklı ölçümünü aldı. Sağ ayakta, 18 ölçümden 15’inin cinsiyetin belirlenmesinde rol oynadığı anlaşılırken, sol ayakta sadece dokuz ölçüm doğru sonuca ulaşılmasını sağladı.

Case, sağ ayağın, sol ayağa oranla daha kesin bir değerlendirme olanağı sağlamasının kendisini şaşırttığını söyledi. ABD’li araştırmacı, sağlak insanlarda sol ayağın vücut ağırlığını daha fazla taşıdığını ve sağlaklar daha fazla olduğu için sol ayağın daha güçlü bir tahmin olanağı sunmasını beklediğini belirtti.

Forensic Studies dergisinde yer alan araştırma, sadece Avrupa kökenli ABD’lilerin kemikleri üzerinde yapıldı. Bilim insanları, yöntemin etnik gruplar arasında farklı sonuçlar gösterebileceğini ve ölçümlerin başka etnik gruplar üzerinde de yapılması gerektiğini not düştü.


Kaynak:NTVMSNBC/Forensic Studies (02 Mart 2012,16:23)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 11:01
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Mart 2012       Mesaj #187
Avatarı yok
Yasaklı
Geleceğin Silahı Elektromanyetik Raylı Top Gerçek Oldu

Amerikan donanması, sadece bilim kurgu eserlerinde ve bilgisayar oyunlarında görebildiğimiz barutsuz bir elektromanyetik raylı top (rail gun) prototipini ilk kez laboratuar ortamının dışında test etti.

Donanma Bilim ve Teknoloji Departmanı ile Amerikan savunma şirketi BAE Systems'ın geliştirdiği 32 megajül gücündeki ölümcül silah, geçtiğimiz günlerde ABD'nin Virginia eyaletindeki Dahlgren bölgesinde yer alan Donanma Yüzey Savaş Merkezi'nde denendi. Sesten 7 kat hızlı ilerleyen yeni nesil top mermisinin en büyük özelliği barut gibi patlayıcı bir madde içermemesi.

Savunma sanayisinde köklü bir değişikliğe yol açması beklenen silah, 9 kiloluk alüminyum mermiyi saatte 7 bin ila 9 bin kilometre hızla hedefine gönderiyor. Sıradan bir topta bu hız en fazla 5 bin 400 kilometreye çıkarılabiliyor. Menzili 360 kilometre olan top, barut ve benzeri patlayıcı malzemeler yerine elektromanyetik alan ve elektrik akımı kullanıyor. İletken yapıdaki mermi, namlunun içinde iki ray arasında oluşturulan elektromanyetik alan sayesinde hızlandırılıyor. Geride mermi kovanı bırakmayan bu silah, çok yüksek hızlarda ateşleme yapabiliyor. Son testlerde merminin hızı saniyede 2,4 kilometreye çıktı.

Projeyi 2005'te başlatan ABD ordusu, 90 - 185 kilometre menzilli 20 - 32 megajül gücündeki bir topun geliştirilmesi için çalıştıklarını açıkladı. Silahın dakikada en az 10 atış yapması hedefleniyor. BAE Systems'ın yanı sıra bir diğer silah şirketi General Atomics'in de Nisan ayı başlarında bir 'rail gun' test edeceği belirtiliyor.

'Rail gun' modellerinin savaş gemilerine yerleştirilmesi bekleniyor. Silah, gemiyi düşmanın olası saldırısından koruyacak şekilde çok uzağa ateş açma olanağı sağlıyor. Bunun yanı sıra, patlayıcı maddeyle dolu füzelerle uğraşmak zorunda kalmayacak mürettebatın güvenlik koşullarını da iyileştiriyor. Silahın 2020'den sonra ABD ordusunun envanterine katılacağı kaydediliyor.


Kaynak:Margiana/AA(02 Mart 2012,07:38)
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
3 Mart 2012       Mesaj #188
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Görünmezlik artık hayal değil
Bilim insanları ilk kez görünmezlik pelerini kullanarak üç boyutlu bir nesneyi görünmez hale getirdi. Yapılan deney “New Journal of Physics” adlı bilim dergisinde yayımlandı.

Teksas Üniversitesi’nden bilim insanları 18 santimetre büyüklüğündeki silindir biçimindeki bir boruyu plazmonik meta madde kullanarak görünmez hale getirdiler. Ancak deneyin görünür ışık değil, mikro dalga alanında sonuç verdiği de belirtildi. Dünya çapında sayısız bilim insanı, nesneleri görünmez hale getirebilmek için farklı görünmezlik pelerinleri üzerinde çalışıyor. Bu deneylerin büyük çoğunluğunda negatif kırılma indisine sahip yapay maddeler kullanılıyor. Bu meta maddeler yoluyla nesnenin etrafındaki ışık kırılıyor. Bu yolla araştırmacılar iki boyutlu nesneleri görünmez hale getirmeyi başarmıştı. Aynı şeyin üç boyutlu nesnelerde de yapılabileceği şimdiye kadar sadece teorik olarak kanıtlanmıştı

YENİ BİR TEKNİK

Teksas Üniversitesi’nden bilim insanları ise farklı bir yöntem geliştirdiler. Işığın dağılımında kendine özgü niteliklere sahip olan plazmonik meta maddeler kullandılar. Bu maddeler günlük yaşamdaki maddelerin tam tersi şekilde ışığın yolunu değiştiriyor. “New Journal of Physics” adlı dergiyi yayımlayan İngiliz Fizik Enstitüsü'nden (IoP) Prof. Andrea Alu “Görünmezlik peleriniyle cismin dağıtım alanları örtüştüğünde birbirlerini karşılıklı olarak söndürüyorlar” şeklinde konuştu.
Bu yöntemle fizikçiler silindiri 3,1 megahertz büyüklüğündeki frekansa sahip mikrodalgalar için görünmez hale getirebildi. Araştırmacılar nesneye hangi açıdan bakılırsa bakılsın deneyin tam bir başarı ile sonuçlandığını vurguluyor. Prof. Alu “Prensipte bu teknik, görülebilir ışık için de kullanılabilir. Ancak görünmez kılınabilecek nesnenin büyüklüğü ışığın dalga boyuna bağlı” diye konuştu.

Görünür ışık, mikrodalgalara göre çok daha kısa bir dalga boyuna sahip olduğu için bu yolla sadece metrenin milyonda biri büyüklüğündeki (mikrometre) nesneler görünmez hale getirilebiliyor.


Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 11:02 Sebep: KIRIK GÖRSEL KALDIRILDI!!
Sen sadece aynasin...
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
4 Mart 2012       Mesaj #189
Avatarı yok
Yasaklı
Radyasyona Çözüm Bulundu

Bilim insanlarının elektronik cihazların insan sağlığına olan zararları hakkında uyarıları devam ederken, bu soruna çözüm bir Japon ürününden geldi. Pulse Clean isimli ürün bu konudaki arayışa getirdiği çözümlerin sadece telefonlarla sınırlı olmadığını kanıtladı.

Türkiye'de bilimsel otoritelerin raporlarına sahip olan Pulse Clean, bilimsel raporlara bir yenisini de Japonya'dan kattı. Pulse Clean, sağlıklı iyonlar olarak da bilinen Hydroxyl iyonlarını bulunduğu çevreye yayarak pozitif iyon radyasyonunu nötralize ediyor. Elektromanyetik radyasyon tehlikesine karşı önlem alınması gerekirken, alınmaması durumunda, radyasyon tehlikesi çocukların ve ailelerin ciddi şekilde kanser ve benzeri hastalıklarla karşı karşıya kalmalarına sebep olmaktadır. Biyomedikal mühendisliği raporlarına göre 10 yıldır cep telefonu kullanıcısı olan her insanda kulak içi tümörü oluşmuş durumda. Elektronik kirliliğe çözüm getirilmediği takdirde bir çok hastalıkta patlama olması bekleniyor.

Pulse Clean tüm bu riskleri en aza indirme iddiasıyla çıkan ileri teknoloji bir Japon ürünü. Günlük hayatta karşılaşılan baş ağrısı, yorgunluk, stres, halsizlik ve daha birçok rahatsızlığın, çevremizde yer alan elektronik cihazların yaydığı radyasyon sonucu ortaya çıktığını bilinmekte. Pulse Clean 14 yıllık kalitesiyle bu soruna bilimsel çözüm getiren farklı bir ürün.

Birçok elektronik alete uygun farklı modelleri olan Pulse Clean yakında çocuklara ve bayanlara yönelik modellerini piyasaya sürecek. Çok özel bir üretim projesi olan ürünü farklı şekillerde üretmek uzun bir Ar-Ge süreci almış. Yeni modellerin etki gücü en az eskiler kadar güçlü.

Amerikan Buluşlar Kongresi'nden "En iyi buluş" ödülünü alan patentli ürün Pulse Clean'in, temiz kullanıldığı takdirde herhangi bir kullanım süresi yok.


Kaynak:Margiana/AA(03 Mart 2012,11:46)
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
5 Mart 2012       Mesaj #190
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Afrika'da virüs operasyonu
Uluslararası sağlık kurumlarının filmleri aratmayan operasyonu, öldürücü bir virüsün Uganda'da salgın haline gelmesini önledi.

Uganda’daki bir kurşun ve altın madeninde çalışan işçinin geçtiğimiz ay aniden kanamalı ateşe yakalanıp ölmesi, yetkilileri alarma geçirdi. Doktorlar, Ebola’ya olan benzerliğiyle bilinen Marburg virüsü salgını başlamış olabileceği endisiyle, ölen işçinin kan örneğini hemen Uganda Virüs Araştırma Enstitüsü’ne yolladı. Marburg’un ölüm nedeni olarak kesinleşmesi üzerine, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC) harekete geçti. Her iki kurum, virüsün yayılmasını önlemekle görevlendirildi. Bilim insanları, virüsü insanlara yayan canlının bulunması için Uganda’ya hareket etti.
CDC’ye bağlı sekiz bilim insanı, koruyucu Tyvek giysileri, gaz maskeleri, sıvı nitrojen tankları, bir jeneratör ve beş galon sıvı nitrojen ve katlanabilir masalarla bir Boeing 747’e atladı. Uganda’nın başkenti Kampala’nın dışındaki Entebbe kasabasına varan bilim insanları, buradan 360 kilometre uzaklıktaki Ibanda köyüne gitti. Margburg virüsünün ortaya çıktığı maden, köyün hemen dışında yer alıyordu.
Yarasalar ve dışkıları madenin her yerindeydi. Koruyucu giysilerini giyen ve gaz maskelerini takan bilim insanları, madendeki yarasa yuvalarında yarasalarla boğuştu ve 800 tanesini yakaladı. Ardından, tutsak yarasalar Ibanda’da kurulan virüs laboratuarına götürüldü.

MONTAJ HATTI KURDULAR
Montaj hattı gibi kurulan laboratuarda gruplar halinde çalışmaya başlayan bilim isanları, yarasaların böbreklerinden, karaciğer ile akciğerlerinden ve kalplerinden doku ile kan örnekleri aldı. Diğerleri, hemen elde edilen verileri kaydetti.
Doku örnekleri, deney tüplerine yerleştirildi, tüpler, kırılmalarını önlemek için külotlu çoraplara kondu. Ardından sıvı nitrojen tanklarına yerleştirilen türpler, bir hafta sonra ABD’nin Atlanta kentine ulaştı.
Araştırmacılar, getirilen dokularda Marburg virüsünün izlerini aramaya başladı. CDC ekibinde yer alan Craig Manning, “Eğer virüsten etkilenen bir popülasyonun nasıl davrandığını anlayabilirsek, onları tedavi edebiliriz” dedi.
İncelenen 800 yarasanın 23’ünde Marburg virüsü tespit edildi. Ancak yarasalarda virüsün semptomlarına ait delile ulaşılamadı. Bilim dünyası, olası bir salgının önüne hızlı müdahaleyle geçmeyi başarırken, Uganda’daki maden kapatıldı. Virüsün tek kurbanı olan işçi de toprağa verildi.



Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 11:02 Sebep: KIRIK GÖRSEL KALDIRILDI!!
Sen sadece aynasin...

Benzer Konular

8 Ekim 2017 / Misafir Bilgisayar
28 Kasım 2016 / Hi-LaL Tıp Bilimleri
30 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
10 Kasım 2008 / Ziyaretçi Taslak Konular