Arama

Bilim Dünyası'ndan Son Haberler, Gelişmeler - Sayfa 20

Güncelleme: 4 Aralık 2016 Gösterim: 284.210 Cevap: 269
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
6 Mart 2012       Mesaj #191
Avatarı yok
Yasaklı
Telefon Hatası mı, Gerçek mi?

Sponsorlu Bağlantılar
Ailesiyle beraber 2009 yılında antik kent Chichen Itza’yı gezen Hector Siliezar, iPhone ile Maya tanrısı Kukulkan adına inşa edilen El Castillo piramidinin üç fotoğrafını çekti. Yağmur bulutlarının gökyüzünü kaplamaya başladığı esnada çekilen fotoğraflarda, kutsal piramidin tepesinden gökyüzüne uzanan bir ışın demeti belirdi.

Siliezar’ın çektiği ilk iki fotoğrafta, kara bulutlar antik kentin üzerini kaplamaya başlarken görülüyor ve hiçbir olağandışı durum bulunmuyor. Ancak üçüncü fotoğrafta, piramidin zirvesinden göğe uzanan muntazam bir ışın görülürken, arka planda bir yıldırım çakıyor.

Çektiği fotoğrafları bilim insanlarıyla paylaşan Siliezar, Earthfiles.com sitesine şu açıklamayı yaptı: “Piramidin tepesindeki ışın demetini ne ben, ne eşim, ne de çocuklarım gördü. Sadece kamerada belirdi... Ne turist rehberi ne de diğer turistler önceden böyle bir şeye rastlamadıkları söyledi” dedi.

Siliezar’ın fotoğrafları, 2012 kehanetlerine odaklanmış sitelere düşmekte gecikmedi. Bu sitelere göre, Mayaların Beşinci Güneş Döngüsü’nün sonuna işaret eden Haab takviminin son günü olan 21 Aralık 2012 öncesinde, bir uyarı ışığı mı gönderildi? Yoksa fotoğraf bir iPhone hatasından mı ibaret ?

Söz Bilim İnsanlarının

Arizona State Ünivesitesi’nde akademisyen ve Mars Uzay Uçuş Tesisi araştırma teknisyeni olan Jonathon Hill, Siliezar’ın çektiği fotoğrafın bir iPhone hatası olduğuna neredeyse emin. Uydular ve Mars yüzeyindeki keşif robotları tarafından çekilen fotoğraflar üzerinde çalışan Hill, donanımlardan ve diğer şartlardan kaynaklanan hataları tesbit etmek konusunda uzman.

Hill, Maya piramidinin (aynı zamanda tapınağı) üzerinde beliren “ışının”, iPhone kamerasının görüntüde beliren ışığı doğru algılayamamasından kaynaklandığını ifade etti.

Sadece yıldırım çaktığı esnada piramidin üzerinde ışın demeti oluştuğuna dikkat çeken Hill, “yıldırımın iPhone kamerasının ışığa duyarlı CCD algılayıcısını geçici olarak bozmuş olabileceğini” belirtti. Böylece, görüntüdeki kolonda yeralan piksellerin dengeleme değerleri bozuldu veya kameranın lensinde yaşanan bir yansıma yanlış algılamaya neden oldu.

Hill ayrıca, “yıldırım çarpmasının neden olduğu parlaklığın kolondaki piksellere eklenerek aşırı parlaklığa neden olma ihtimalini” savundu. Photoshop ve diğer yazılımlarla yapılan analizlerde, piramidin tepesindeki ışın demetinin muntazam bir dikeyliğe sahip olması da şüpheleri artırdı. Life’s Little Mysteries sitesine konuşan Hill, “fotoğrafı çeken kişinin piksel boyutuna kadar kamerayı ışın demetine mükemmel bir dikeylikte tutması oldukça düşük bir olasılık” dedi.

Kısaca, ışın demetinin CCD’deki bir piksel kolonunu temsil ettiği düşünülüyor. Bu da, aşırı parlaklık yüzünden birbirlerine elektronik olarak bağlı olan piksellerin, dikey bir ışın demeti olaral belirmesini öngörüyor.

Kaynak: NTVMSNBC (05 Mart 2012,11:43)

Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:48
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
7 Mart 2012       Mesaj #192
Avatarı yok
Yasaklı
Titanic'i Ay mı Batırdı?

Sponsorlu Bağlantılar
Titanic felaketinden üç ay önce, Ay'ın Dünya'ya 1400 yıl sonra ilk kez bu kadar yaklaştığı ortaya çıktı. Bu yakınlaşmanın denizlerde oluşturduğu hareketliliğin buzdağını Titanic'in rotasına çekmiş olabileceği düşünülüyor.İngiltere'de yayınlanan Times gazetesi, 15 Nisan 1912'de ilk seferini yaparken bir buzdağına çarparak batan Titanic'in asıl batış sebebinin Ay olabileceğini yazdı.

"Kimilerine göre kaptan, kimilerine göre buzdağı, kimilerine göreyse insanlığın kibiri batırdı Titanic'i" diyen Times, "Ama belki de asıl sebep yukarılarda, bulutların ötesindeydi. Asıl suçlu Ay olabilir mi?" diye sordu.Habere göre, Teksas Üniversitesindeki bilim insanları, felaketin bugüne kadar göz ardı edilen bir unsurun üzerinde çalışmaya başladı. 'O buzdağı neden oradaydı?'

Bilim adamlarının hipotezine göre, Titanic felaketinden üç ay önce, Dünya, Güneş ve Ay'ın nadir görülen bir hizalanmasına tanık oldu. Ay Dünya'ya 1400 yılın en yakın mesafesine geldi. Bunun sonucunda meydana gelen gel-git deniz seviyelerini hiç olmadığı kadar yükseltti.

Okyanus akıntılarının modelleri üzerinde yapılan çalışmalar, Titanic'i batıran buzdağının, o noktaya ulaşmak için daha kuzeydeki sulardan taşınmış olması gerektiği sonucuna ulaşıyor. Yapılan hesaplar, buzdağının, kuzeydeki sulardan felaketten üç ay önce, yani Ay'ın Dünya'ya en yakın olduğu zaman kopmuş olması gerektiğini gösteriyor.

Kaynak:BBC Türkçe (İngiltere'de Yayınlanan 15 Nisan Tarihli Times Gazetesi)

Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:59
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
8 Mart 2012       Mesaj #193
Avatarı yok
Yasaklı
Higgs Bozonu Köşeye Sıkıştı

Bilim insanları, Higgs Bozonu’nun varlığına ait önemli bulgular elde ettiklerini, ancak parçacağın henüz bulunamadığını belirtti. Evrenin oluşumu hakkında en temel bilgileri sakladığına inanılan Higgs Bozonu’nun varlığının kanıtlanması, maddenin neden yoğunluğa sahip olduğunun anlaşılmasında büyük bir adım atılmasını sağlayacak.ABD’nin Chicago kenti yakınlarındaki Fermi Ulusal Laboratuarı’ndaki Tevatron parçacık hızlandırıncısında deneyler yapan ABD’li bilim insanları, elde ettikleri sonuçların geçtiğimiz yıl CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nda yapılan deneylerde alınan sonuçlara benzerlik gösterdiğini belirtti.

CERN laboratuarlarında yapılan Atlas deneyinin başındaki Fabiola Fianotto, Aralık 2011’de yaptığı açıklamada, parçacığın izine rastladıklarını ancak varlığının kanıtlanması için daha fazla deney yapılması gerektiğini” belirtmişti.

Avrupalı ve ABD’li bilim insanları, yapılan son deneylerde Higgs Bozonu’nun varlığını kanıtlamaya iyice yaklaştıklarını belirtirken,parçacığın ‘nerede bulunmadığını artık bildiklerini” ifade ettiler.

2012’nin Sonuna Kadar Saklanamayacak

Fermi laboratuarında yapılan deney, CERN deneylerini bağımsız olarak destekleyici bilgiler sunarken, 800’den fazla bilim insanının yer aldığı deneyde elde edilen sonuçlar, Michigan State Üniversitesi’nden Wade Fischer tarafından İtalya’da açıklanacak.

Deneyde yer alan bir diğer fizikçi Rob Roser, “Bence Higgs’in saklanabileceği bir yer yok. Şunu biliyoruz ki onun varlığına ait cevabı 2012’in sonuna kadar alacağız” dedi.

Bilim insanları tarafından yürütülen iki ayrı deneyde, Fermi laboratuarındaki Tevatron parçacık hızlandırıcısı proton ve antiprotonları çarpıştırırken, CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştıcısı protonları çarpıştırdı. Her iki laboratuarda da, aynı deney iki ayrı grup tarafından, iki farklı yöntemle yapıldı. Dört deneyde aynı sonuca varılması, Higgs Bozonu’nun bulunması yolunda çok önemli bir gelişme olarak kabul ediliyor.

Harvard Üniversitesi’nden Gary Feldman, “Fermi’de elde edilen sonuçların CERN’deki sonuçlar kadar kesin olmadığını, bu durumun Avrupa’da yapılan deneylere daha fazla güven kazandırdığını” ifade etti.

Roser ise Tevatron’un Eylül’de kapandığını, bu yüzden parçacağın keşfinin Avrupa’da yapılmasının büyük bir olasılık olduğunu söyledi.

İlk olarak 40 yıl önce varlığı ortaya atılan Higgs Bozonu, evrenin oluşumunda rol olan altı parçacığın açıklandığı Standart Modeli’n anlaşılmasında büyük önem taşıyor. Higgs Bozonu bulunmadan, maddenin neden kütleye sahip olduğunu anlamak mümkün olmayacak.


Kaynak:NTVMSNBC(07 Mart 2012,14:47)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:58
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Mart 2012       Mesaj #194
Avatarı yok
Yasaklı
Bilim Dünyasında Bir İlk

Bilim dünyası ilk kez bir molekülün içinde birlikte hareket eden iki atomun fotoğrafını çekmeyi başardı.Ohio State Üniversitesi’nden araştırmacılar, fotoğrafı çekebilmek için bir elektronu fotoğraf makinesinin flaşı gibi kullandı.

Elektronun hassas hareketleri üzerinde kontrol sağlamak, bilim insanlarını gelecekte kimyasal maddelerin atom düzeyinde kontrol edilebileceğine dair umutlandırdı.

Daily Mail’in haberine göre, Louis DiMauro liderliğindeki ekip, molekülün içindeki elektronlardan birini doğal yörüngesinden çıkarmak için ultra hızlı lazer atışlarından faydalandı.

DiMauro, çekilen fotoğrafın sadece kimyasal reaksiyonların incelenmesi için değil aynı zamanda maddelerin atom düzeyinde kontrol edilmesi için de tarihi bir adım olduğunu belirterek, “Bir sonraki adımda, kimyasal tepkimeleri kontrol etmek için elektronu istediğimiz yönde hareket edip edemeyeceğimize bakacağız” dedi.


Kaynak:Gençbilim / Daily Mail (09 Mart 2012,18:23)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:54
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Mart 2012       Mesaj #195
Avatarı yok
Yasaklı
Zemzem’in Sırrı Çözülemiyor

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) raporlarına göre dünyanın en sağlıklı sularından olan zemzem suyunun esrarı, günümüz teknolojisi ile çözülemiyor.

Kaynağı bulunamayan suyun denizden 80 kilometre uzakta olmasına ve çevresinde başka hiçbir kuyu olmamasına rağmen yıllardır kurumaması, araştırmacıları şaşkına çeviriyor.

Sadece 1.5 metre derinliğindeki kuyudan hac mevsiminde milyonlarca hacı tüm su ihtiyacını karşılarken, su seviyesinde de hiçbir azalma olmuyorAçlığı gidermek için içenin açlığını, susuzluğunu gidermek için içenin de susuzluğunu gideren suyun esrarı bilim adamları tarafından inceleniyor.Avrupa’da laboratuarlarda yapılan araştırmalarda, zemzem suyunun çok az kükürt içerdiği tesbit edildi.

Amerika’da yapılan test sonuçlarına göre ise zemzem, içinde mikroorganizma ve bakteri bulunmayan tek su olma özelliği taşıyor. WHO tarafından da zemzem, dünyanın en içilebilir ve sağlıklı sularından biri olarak açıklandı. Fakat diğer sulara göre çok daha besleyici ve mineral barındıran suyun kaynağı ise halen araştırma konusu.


Kaynak:İlim ve Bilim(28 Ocak 2012)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:53
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
12 Mart 2012       Mesaj #196
Avatarı yok
Yasaklı
.100 Bin Yıl Sonra Dünya / Ne Kadar Yaşayacağız?

Felaket uzmanlarına göre insanlığın 2100 yılına kadar yaşama şansı sadece yüzde 19. Ancak birçok araştırma bu riskin çok daha az olduğunu hesapladı. Princeton Üniversitesi’nden astrofizikçi J. Richard Gott’a göre, insanlık 5100 ila 7.8 milyon yıl daha yaşayacak. Bugüne dek bulunan fosiller incelendiğinde ise her memeli türünün ortalama 1 milyon yıl yaşadığı ortaya çıktı. Bazı türler bunun 10 katı yaşıyor. California Üniversitesi’nden felaket uzmanı coğrafyacı Jared Diamond ise toplumların artık izole olmadığını ve örneğin bir salgın durumunda yaşama şansının, bilgiye ulaşım kolaylaştığı için daha fazla olduğunu düşünüyor. Bunun dışında dünya nüfusu arttıkça insanlığın yok olma riski gittikçe düşüyor.


- Her 300 yılda bir Dünya yakınında, yıldızın ölüm anı olan süpernova patlaması yaşanma riski bulunuyor. Kansas’ta bulunan Washburn Üniversitesi’nden Brian Thomas böyle bir felaketin ozon tabakasının büyük kısmını yok edeceğini söylüyor. Yayacağı radyasyon nedeniyle insanların büyük kısmında kanser görülebilir. Ancak felaketin kesin olarak meydana gelip gelmeyeceği belli değil.

- 100 bin yıl içinde 400 metre çapında bir göktaşı Dünya’ya çarpabilir. Ancak bu felaket tüm Dünya’yı değil, sadece Fransa büyüklüğünde küçük bir ülkeyi yok edebilecek düzeyde olabilir.

Nasıl Bir Dil Konuşacağız?

- Gelecekte İngilizce dili daha da yaygınlaşacak. İnternet kullanımının artışıyla her dile giren İngilizce kelimeler gelecekte daha da fazla göze çarpacak. Ancak İngilizce de değişiyor. Her yıl Oxford sözlüğüne 2bin ila 2 bin 500 arasında yeni kelime giriyor. Harvard Üniversitesi’nden dil uzmanları Erez Lieberman Aiden ve Jean-Baptiste Michel ise İngilizce diline her yıl 8.500 yeni kelimenin girdiğini savunuyor.

Nerede Yaşayacağız?

- Geleceğe yönelik yapılan felaket tahminleri Dünya’nın büyük kısmının su altında kalacağını gösteriyor. New Orleans, Şangay, Miami gibi kıyı kentleri su altında kalacaklar arasında görülüyor. İklim Değişim Paneli’ne göre sera gazı salınımı 2100 yılına kadar artarak devam edecek. Ancak daha sonra hızla azalmaya başlayacak. 2100 yılına kadar Dünya üzerinde hava sıcaklığının ortalama 4 derece artacağı düşünülüyor. 23. yüzyılda ise bu oran 5 dereceye kadar yükselecek.

-Bundan sonra yeryüzünün sadece 1 derece soğuması tam 3 bin yıl alacak. Grönland ve Batı Antarktika buz tabakaları gelecek 1000 yıl içinde eriyecek. Böylece deniz seviyesi 10 metre artacak. Tüm bunlar göz önüne alındığında insanların yeni yaşam alanları bulması gerekiyor. Tokyo, Londra, New York gibi büyük kentlerin de su altında kalmasıyla ve dünyanın ısınmasıyla yeni yaşam alanları açılacak. Kuzeyde eriyen buz tabakalarının altındaki kara parçalarında ekim yapılabilecek. Antarktika ormanlarla dolacak. Dünya’nın eski haline getirilmesi de mümkün ancak bu binlerce yıl sürecek.

- Küresel ısınma nedeniyle Hawaii’de gelecek 100 bin yıl içerisinde yeni bir ada doğacak.

Torunlarımıza Ne Kalacak?

- Bundan 100 bin yıl sonra geçmişi araştıracak arkeologlar çok fazla iz bulamayacak. İnsanların çok az bir kısmı fosile dönüşecek. Fosile dönüşmek için kalsiyum açısından zengin göletlere veya mağaralara gömülmek gerekiyor. ABD Ulusal Tarih Müzesi’nden Kay Behrensmeyer, gelecekte izlerine rastlanacak cesetlerin bir kısmının da volkan külleri altında kalmış veya tsunami nedeniyle sürüklenerek okyanuslara gömülenler arasından çıkacağını söylüyor. 100 bin yıl sonra halen ayakta kalacak binalar da oldukça nadir. Bunların arasında Finlandiya’daki Olkiluoto nükleer santralı bulunuyor. Seramik ve titanyumdan oluşan eşyalar da 100 bin yıl sonra halen yeryüzünde bulunacak.

Neye Benzeyeceğiz?

- Bazı gelecek uzmanları insanların, beyinlerinde protezler bulunan yarı insan yarı makine şeklinde yaratıklara dönüşeceğini düşünüyor. Buna göre insanların kan dolaşımında da nano robotlar dolaşacak. Ancak insanlar yarı insan yarı robot olup olmamaya kendileri karar verecek.

- Bir iddiaya göre modern insanın ortaya çıkması 30 bin ila 40 bin yıl öncesinde bir anda beliren bir mutasyon genine bağlanıyor. Bu mutasyon genini günümüzde insanların yüzde 70’i taşıyor.


Kaynak : Gençbilim / New Scientist (12 Mart 2012,10:36)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:52
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
13 Mart 2012       Mesaj #197
Avatarı yok
Yasaklı
Maya Kıyameti Tartışmalarına NASA El Koydu

Maya uygarlığının kullandığı takvimin Aralık 2012’de aniden sona ereceği ve bu tarihte dünyanın sonunun geleceği inancının hatalı olduğunu belirten Yeomans, “21 Aralık 2012 tarihinde takvim sona ermiyor. Bu tarihte sadece bir çevrim bitiyor ve yeni bir çevrim başlıyor. Tıpkı bizi takvimimizin 31 Aralık’ta bir çevrimi tamamlaması ve 1 Ocak’ta yeni bir takvimin başlaması gibi” diyor.

Yeomans, bu tarihte uzak bir galaksiden kopup gelecek ve dünyaya çarpacak Nibiru isimli gezegenle ilgili söylenenlerin de yanlış olduğunu belirtiyor. Videoda, Yeomans, “Bu dev gezegenin dünyaya doğru geliyor olması lazım ama öyle bir şey olsa bunu çoktan görürdük. Bir şekilde görünmez olsa bile bu gezegenin diğer gezegenler üzerindeki çekim gücünü fark ederdik. Sürekli olarak gökyüzünü tarayan binlerce astronom böyle bir şey görmedi” diye konuşuyor.

NASA’nın böyle bir durumu ört bas ettiği iddialarına da yanıt veren Yeomans, “Sürekli olarak gökyüzünü inceleyen binlerce astronomun böyle bir şeyi yıllar boyunca kamuoyundan gizleyebileceğine inanabiliyor musunuz?” diyor.

Güneş Fırtınaları Olağan

Son dönemde sık sık yaşanan güneş fırtınalarının da konuyla bir ilgisi olmadığına, bunun güneşin 11 yıllık doğal döngüsünün bir parçası olduğuna dikkat çeken Yeomans, 21 Aralık 2012’de gezegenlerin bir sıraya dizileceği ve bunun deniz seviyelerini etkileyeceği iddialarına ise şu yanıtı veriyor:

“Birincisi 2012’nin aralığında herhangi bir dizilme durumu olmayacak. Olsa bile bunun dünya üzerinde bir etkisi olamaz. Güneş sisteminde Dünya’daki deniz seviyesi üzerinde etkili olabilecek iki gökcismi Güneş ve Ay’dır. Diğer gezegenlerin dünya üzerindeki etkisi göz ardı edilecek kadar küçüktür” diyen Yeomans, iddia edildiği gibi dünyanın ekseninin kaymasının da mümkün olmadığını belirtiyor.

Yeomans, “Farz edelim ki kaydı. Böyle bir durumun oluşturacağı tek sorun, pusulalarımızı yeniden ayarlama zorunluluğumuz olur” diye konuşuyor.


Kaynak : Gençbilim / Hürriyetplanet (12 Mart 2012,20:24)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:50
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
15 Mart 2012       Mesaj #198
Avatarı yok
Yasaklı
Karbondioksit Kilo Aldırıyor

Danimarkalı bir bilim insanı, atmosfere salınan karbondioksit miktarıyla, kilo almanın doğru orantılı olduğunu öne sürdü.Lars-Georg Hersoug, beyinde enerji harcanması ve gıda alımıyla bağlantılı olan oreksin hormonunun, karbondioksit tarafından etkilendiğini öne sürdü. Hatta bu etki o kadar fazla ki, yüksek miktardaki karbondioksit, metabolizmamızı değiştirerek kilo almamıza neden oluyor.

Hersoug, teorisini önemli bulgulara dayandırıyor. Bunlardan ilki, ABD’nin Doğu yakasında atmosferdeki karbondioksitin en yüksek olduğu 1986-2010 yıllarında, obezite oranının da en yüksek seviyeye çıkması. Bir ikincisi, kesin tesbitler yapılmasa da, çevresel faktörlerin hayvanlarda kilo alımına etkide bulunması. Üçüncü bulgu ise karbondioksitin kandaki asit oranını artırması ve bu durumun oreksin hormonunda değişikliğe yol açması.

Yine de Hersoug’un teorisinin doğruluğuna şüpheyle yaklaşanlar mevcut. Science Nordic dergisine konşan Danimarka Obezite Araştırma Merkezi başkanı Thorkild Sorensen, “Kilo alımında genel olarak kabul edilenlerin dışında da etkileyici faktörler olabilir. Hersoug’un ortaya attığı ilginç ve yeni iddia, hayvanların ve insanların soludukları hava nedeniyle kilo almaları... Ancak şunu biliyoruz ki, obezite yer ve zamanla ilgili olmayan bir hastalık. Danimarka küçük bir ülke ve hepimiz aynı havayı solumamıza rağmen sadece nüfusun bir kısmı fazla kilo sorunu yaşıyor” dedi.

Bilim insanları, atmosferdeki karbondioksit oranının kilo alınmasında biraz etkisi olabileceğini belirtiyor. Ancak sağlık açısından endişe verici olan durum, kilo almanın kolaylığı değil, vermenin zorluğu olarak ortaya çıkıyor. Bu yüzden uzmanlar her zaman yaptıkları tavsiyede bulunuyor: Az yiyin ve bol egzersiz yapın.


Kaynak : Ntvmsnbc / Science Nordic (15 Mart 2012,09:10)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Mart 2012       Mesaj #199
Avatarı yok
Yasaklı
'6 Milyon Dolarlık Adam' Mümkün mü?

Gözlerimizi müthiş keskin, kollarımızı ve bacaklarımızı süper kuvvetli yapabilir miyiz gerçekten? Bilim kurgunun bıkmadığı konulardan biri bedeni makinelerle bütünleştirilerek geliştirilen süper insan.

1970'lerin klasik televizyon serisi Altı Milyon Dolarlık Adam'da baş kahraman astronot Steve Austin bir deneme uçuşu sırasında feci şekilde yaralanır. Ölümle hayatın sınırındadır ama başlıktan da anlayabileceğimiz gibi bilim imdadına yetişir.

"Beyler, onu yeniden oluşturabiliriz. Teknolojimiz buna yeterli. Dünyanın ilk biyonik insanını yapmaya muktediriz. O Steve Austin olacak. Eskisinden çok daha iyi hem de. Daha iyi, daha güçlü, daha hızlı."

Steve Austin'in bedeninin bir üst modele geliştirilmesi sırasında gözlerinden birine zum ve kızılötesi görüş kabiliyeti eklenir. Bacakları öyle kuvvetlendirilir ki otomobillerle yarışır hale gelir, kollarından biri de buldozer kadar güçlü olur.

Bu arada biyonik teknolojisi artık gerçek hayatta da dönüştürücü bir rol oynamaya başladı. Göğüs kafesine yerleştirilen suni kalpler nakledilecek gerçek bir kalp bağışlanana kadar hastayı hayatta tutuyor mesela. Kulak salyangozu kanalı protezleri sayesinde sağır insanlar duymaya başlıyor. Biyonik gözlerle körlere görüş, kol el, ayak, bacak protezleriyle uzuvlarını kaybedenlere hareket kabiliyeti verilebiliyor.

Fakat bütün bunlar esasen insanları hayatta tutma ya da kaybedilen duyu ya da organları yenilemeye odaklı olarak yapılıyor.Acaba teknoloji artık insan vücudunun kapasitesini artırmak biyonik insan yapmak için kullanılamaz mı? Ya da Altı Milyon Dolarlık Adam artık mümkün mü?

Güçlendirme

120309183904 bionic arm 304x171 bbc nocredit

Seattle merkezli Intelligent Future kuruluşunda uzman Richard Yonck "Herşeyden önce maliyet altı milyon doları çok çok aşar" diyor. "fakat, şu anda buna çok yaklaşabilmeyi mümkün kılan bir sürü teknoloji gelişim halinde".Yonck "Bir kere kesinlikle süper kuvvet kısmı mümkün. Altı Milyon Dolarlık Adam'ınki gibi bir biyonik kol zaman içinde kesinlikle yapılabilecek bir şey" diyor.

"Biyonik gözü de vardı. Kontak lensler bir yaklaşık olabilir ve şu sıralarda görmeyi sağlamak için kullanılan retina protezi konusunda gelişmeler de var. Bu teknoloji eminim zaman içinde daha büyük imkanlar sağlayacaktır."Peki ya saatte 100 kilometre hızla koşabilmek mümkün olabilir mi bir gün?

Richard Yonck "Fiziksel olarak kesinlikle olabilir, ama pratik olarak hayata geçirilir mi bilemiyorum. Zorluklarını gözönüne aldığımda buna kesinlikle kuşkuyla bakıyorum" diyor.

"İki bacak böyle bir hız için oluşturulmuş bir şey değil. 100 kilometre hızla gidebilmenin çok daha kolay yolları var. İnsanları 100 kilometre hızla koşar hale getirmenin yeterince faydalı bir şey olacağından emin değilim."

"İnsan fiziksel kapasitesini ciddi şekilde güçlendiren teknolojilerin hem genel nüfus içinde hem de askeri düzeyde kullanılacağını düşünüyorum. Kuvvet, dayanıklılık, duyu gücü artışı, önümüzdeki yıllarda bu konularda kayda değer gelişmeler olmasını bekliyorum."

İnsan bedenini güçlendirmenin önündeki en büyük sorunlardan biri kuşkusuz vücudun zaafları. Bir insana tuttuğu zaman bir arabayı kaldırabilecek güçle kol takabilirsiniz. Ama bunu yapmak bedenin diğer kısımlarını mahfedebilir. Ya da 100 kilometre koşarken düşen bir insanın alabileceği yaraları düşünün.

Nasıl Bir Takvim?

Şu anda biyonik organ ve uzuvlar insan bedenini taklit edebiliyor. Fakat bedenin güçlendirilmesi dönemine geçebilmek için önemli bazı teknolojik gelişmeler yaşanması gerekiyor.

Oxford'da insanlığın geleceği üzerine çalışmalar yapan Future of Humanity Enstitüsünden Dr. Anders Sandberg "Bir vücudu yeniden yapılandırmanın ve Altı Milyon Dolarlık Adam senaryosunu gerçekleştirmenin mümkün olduğunu düşünmüyorum" diyor.Gelecek 10 yıl Dr. Sandberg'e "bayağı iyi protezler dönemi" olacak. Ondan sonra ise "çok daha iyi şeyler" yapılabileceğini düşünüyor.

Yüzyılın ortalarında ise insan bedenini güçlendiren ve tamir eden bir çok protez göreceğimizi söylüyor.
Ama farklı düşünenler de var. Örneğin Sheffield Üniversitesi'nden Profesör Noel Sharkey insan bedeninin fizik ve duyu kapasitesinin güçlendirilmesi gibi bir alanın geleceği olmadığını düşünüyor.

"İnsanın mükemmel kolları ve bacakları var. Kimsenin bunları değiştirmek isteyeceğini sanmıyorum. Ben insanlığın bu gidişe direneceği kanısındayım. Ben güçlendirilmek istemiyorum. İnsanım. İnsan olmayı seviyorum."

Profesör Sharkey daha ziyade özel işler için ya da belli özürlülük türlerinde kullanılmak üzere Cyberdyne adlı Japon şirketinin geliştirdiği türden robot elbiseler ya da belki vücudun parçası olmayan ama düşünceyle kontrol edilebilen robotlara yönelineceğini düşünüyor.


Kaynak : BBC ( James Gallagher,BBC Sağlık ve Bilim Muhabiri /12 Mart 2012,18:22 )
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
20 Mart 2012       Mesaj #200
Avatarı yok
Yasaklı
Kapadokya ve Van Gölü'nün İzi Bulundu

Arkeologlar, kazı alanında bulunan ve volkanik kayalardan yapıldığı belirtilen 130 bıçak ve el aletine dayanarak, Göbekli Tepe’deki antik tapınağın, birçok farklı noktadan gelen insanlar için bir toplanma yeri özelliği taşıdığını iddia etti. El aletlerinin, lavlar hızla soğuduğunda elde edilen ve volkan camı olarak bilinen obsidiyenden yapıldığı ifade edildi.

Volkanik Deliller

Kanada’nın McMaster Üniversitesi’nden Tristan Carter ve ekibi, obsidiyen aletlerin kimyasal bileşenleri çözerek hangi yanardağlardan gelmiş olabileceklerini anlamaya çalıştı. LiveScience’a konuşan Carter, “Çalışmamızda çok spesifik sonuçlar elde edebiliyoruz. Obsidiyen maddesinin hangi yanardağdan, hatta yanardağın hangi yakasından geldiğini bile anlayabiliyoruz” dedi.

Analizlerin sonuçlarına göre, Göbekli Tepe’de bulunan en az üç obsidiyen materyalinin kaynağı, 500 km ötedeki Kapadokya’dan geliyor. Diğer üç kaynakta, 250 km ötedeki Van Gölü’ne işaret ediyor. Obsidiyenin geldiği bir diğer coğrafya ise 500 km ötesine, kuzeydoğu Anadolu’ya işaret ediyor. Carter, “Bu sonuçlar, Göbekli Tepe’ye birçok farklı bölgeden, farklı insanların geldiğini ortaya koyuyor” dedi.

Soru İşaretleri Tükenmiyor

Carter, obisidiyen aletlerin uzak mesafelerdeki yerlere işaret etmesinin, insanların doğrudan Göbekli Tepe’ye seyahet ettiklerini göstermediğine dikkat çekti. Carter, “insanların obsidiyeni ticaret yoluyla elde ettikten sonra el aletlerine çevirdiğini ve ardından antik tapınağa getirmiş olabileceğini” söyledi.

Bu karmaşanın içinden çıkmak için, arkeologlar obsidiyen aletlerin nasıl yapıldığını araştırdı. İzleri Kapadokya’ya uzanan aletlerin, Orta Fırat bölümündeki aletlere; Van Gölü’ne uzanan aletlerin ise Irak ile İran’dakilere benzerlik gösterdiği anlaşıldı. Tüm bulgular bir araya geldiğinde, obsidiyen aletlerin, güney ve kuzeydeki birden farklı coğrafyada yapıldığı ve ardından Göbekli Tepe’ye getirildiği düşüncesi destek kazandı.

İleride yapılacak araştırmalar bu teoriyi güçlendirirse, Göbekli Tepe’nin 11 bin yıl öncesine uzanan bir hacı merkezi olduğu düşüncesi güçlenebilir. Carter, “Eğer Schmidt haklıysa, Göbekli Tepe antik zamanlarda Yakın Doğu’nun düğüm noktası, kozmopolit bir merkezdi” dedi.

Carter ve ekibi, obsidiyen aletler üzerindeki analizlerini Fransa’nın başkenti Paris’teki Louvre Müzesi tesisleri ve McMaster Üniversitesi’nde gerçekleştirdi. Analizlere, Fransa’nın Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’de destek verdi.

Stonehenge'den Bile Büyük

Arkeologlar tarafından elde edilen en yeni bulgular, İspanya’nın Barselona kentinde bu ayın başlarında düzenlenen Yontma ve Öğütme Taş Yedinci Uluslararası Konferansı’nda sunuldu. Şu ana kadar çok az bir kısmı gün yüzüne çıkarılan Göbeklitepe, çapları 10 ile 30 metre arasında değişen en az 20 daire şeklindeki taş yapıdan oluşuyor.

T şeklindeki kireç taşından kayaların şekillendirdiği dairelerin ortasında, uzunlukları 5.5 metre boyunda iki dev sütun yer alıyor. Carter, “Bu sütunlardan bazıları Stonehenge’deki sütunlardan bile büyük” ifadesini kullandı. İngiltere’de bulunan ve iki ile üç bin yıllık olduğu düşünülen Stonehenge, daire oluşturacak şekilde yerleştirilmiş dev taş bloklardan oluşuyor ve dünyanın en ünlü antik alanlarından biri olarak kabul ediliyor.

Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Klaus Schmidt’in 1994’ten bu yana başında olduğu Göbekli Tepe kazıları hakkındaki ilginç bir detay, kayalardaki bitki ve hayvan oymaları ve diğer yapılarda yerleşik hayata dair hiçbir bulgu elde edilememiş olması.

Buradan yola çıkarak, antik tapınağın çiftçiler tarafından değil, bölgeye farklı yerlerden gelen avcı toplayıcı toplumlar tarafından, dini amaçlar için inşa edildiği düşünülüyor. Kazılarda bulunan obsidiyen ve taş aletlerin şekilleri ve kaynakları, Göbeklitepe’ye Irak, İran, Ortadoğu ve Akdenizin doğusundan insanların geldiğini öne sürüyor.

Tartışmalar Büyüyor

Göbekli Tepe’de son yirmi yılda yapılan çalışmalar devam ettikçe bilim dünyasındaki tartışmalar da artyor. Genel görüşün aksine, Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nden antropolog Ted Banning, daire yapıların zamanında çatıları bulunduğunu ve hem ev, hem de dini mekan olarak kullanılmış olabileceğini belirtti.

Banning ayrıca, kazılarda bulunan taş aletlerin hasat için tasarlanmış olabileceğini, binlerce yıl önce insanların evcilleştirmeye çalıştığı hayvan ve bitkileri tesbit etmenin de çok zor olduğunu savundu. Banning yine de, en son elde edilen obsidiyen örneklere bakılmadan kesin bir karar verilemeyeceğini ifade etti.


Kaynak : Ntvmsnbc / LiveScience (19 Mart 2012,17:04)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:49

Benzer Konular

8 Ekim 2017 / Misafir Bilgisayar
28 Kasım 2016 / Hi-LaL Tıp Bilimleri
30 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
10 Kasım 2008 / Ziyaretçi Taslak Konular