Arama

Bilim Dünyası'ndan Son Haberler, Gelişmeler - Sayfa 21

Güncelleme: 4 Aralık 2016 Gösterim: 277.055 Cevap: 269
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Mart 2012       Mesaj #201
Avatarı yok
Yasaklı
Yakamozun Sırrı Çözüldü

Sponsorlu Bağlantılar
Bilim dünyası, özellikle okyanuslarda bulunan ve deniz suyuna parlak mavi bir görünüm kazandıran mikroskobik bitkilerin saçtığı biyolüminesansın (yakamoz), yani biyolojik ışığın nasıl oluştuğunu çözdü.Fitoplankton olarak bilinen bu mikroskobik bitkiler arasında, özellikle, dinoflagella türlerinin biyolojik ışık saçtığı daha önce biliniyordu.

Harvard Üniversitesi'nden Woodland Hastings liderliğindeki bir ekip, dinoflagellaların hücre zarındaki özel bir kanalın elektriksel uyarılara yanıt verdiğini gösterdi.Hastings ve ekibi, bu kanalların, dinoflagellaların biyolojik ışık saçmasını sağlayan mekanizma olduğunu ifade etti.

Ekip, kısa bir süre önce Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları’nda da yayımlanan çalışmasında, dinoflagellaların yapısındaki kanalların, sadece artı yüklü parçacıklar olan protonların geçişine izin verdiğini ortaya koydu.

İnsan Hücresi Olsa Olmazdı

Ekibin üyelerinden elektrofizyolog Thomas DeCoursey, National Geographic’e yaptığı açıklamada, “Yeni keşfedilen bu kanallar, o ışıldamayı tetikleyecek özelliklere sahip. Eğer dinoflagellalardaki kanalların yerine insan, fare ya da salyangoz hücrelerinden kanal alıp koysak, aynı ışık ortaya çıkmazdı” diye konuştu.

Uzmanlar, dinoflagellaların su yüzeyinde süzülmesiyle çevrelerindeki suda oluşan hareketin, canlıların içindeki proton dolu organellere elektrik sinyalleri gönderdiğini belirtti. Bu elektrik sinyalleri, voltaj değişikliğine hassasiyet gösteren proton kanallarını açıyor, bir dizi kimyasal tepkimeyi tetikliyor. Bu da neon mavisi ışığı üreten lusiferaz proteinini harekete geçiriyor.

Pilotlara Yol Gösteriyor

Hastings, biyolüminesans olayının Atlas Okyanusu’nda ve Büyük Okyanus’ta neredeyse her gece yaşanan bir olay olduğunu belirterek, bunun hava kuvvetleri pilotlarının yollarını bulmakta kullandıkları bir araç olduğunu ifade etti.

Hasting, “Uçak gemilerine iniş yapacak olan jet pilotları, gece misyonlarından dönüşte, gemilerin kenarındaki biyolüminesans izlerine göre yollarını bulurlar” dedi.

Bilim insanları, bazı dinoplagellaların, balıklara, insanlara ve diğer canlılara zararlı olabilecek zehirler de ürettiğinin altını çizerek, biyolüminesansın aynı zamanda düşmanlara karşı savunma veya avın dikkatini çekme mekanizması olduğunu öne sürüyor.

fft7 mf965197

fft7 mf965199

fft7 mf965201

fft7 mf965203

fft7 mf965205


Kaynak : Gençbilim / Ulusal Bilimler Akademisi (22 Mart 2012,09:54)

Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:27
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
25 Mart 2012       Mesaj #202
Avatarı yok
Yasaklı
Uydu Görüntüleriyle Antik Kent Tesbiti

Sponsorlu Bağlantılar
120320134948 syria mount 304x171 bbc nocredit

Yeryüzünün uydu görüntülerini inceleyen arkeologlar, antik yerleşim yeri olabilecek binlerce bölge keşfettiler.

Dr. Jason Ur, Suriye'nin kuzey doğusunda kazı yapılabilecek 9000 alan bulunduğunu söyledi.Uydulardan elde edilen görüntüler bilgisayarlarla taranarak görüntülerdeki renk değişimleri ve toprak yığınlarını incelenerek yeni höyükler bulunabiliyor.Dr. Ur aynı bölgeyi uydu görüntülerini kullanmadan yeryüzünde incelemenin yıllar sürebileceği görüşünde.

Bulgularını National Academy of Science dergisindeki bir makalede aktaran yazar, BBC'ye yaptığı açıklamada, bilgisayar programlarıyla haritada insanların 7000 ila 8000 yıl önce yaşadıkları ilginç alanları görmenin mümkün olduğunu söyledi.

Ur'a göre, bilgisayarda incelenen görüntüler sayesinde bölgeyi ziyaret etmeden nereye gitmeleri gerektiğini bilmek, arkeologlara büyük zaman kazandıracak.Araştırmacı, önce bilgisayar görüntüleri üzerinden hedefi belirlediklerini, önceden yoğun araştırmalara gerek olmadığı için alanlara bizzat gittiklerinde daha çok zamana sahip olduklarını da ifade etti.Dr. Ur geçmişte gizliliği kaldırılan casus uydu fotoğraflarına bakarak olası kazı alanları bulmaya çalışmış.

Ancak son 3 yıldır Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden bilgisayar uzmanı Bjoern Menze ile birlikte çalışarak yeni bir yazılım geliştiren Ur, bu program sayesinde sayede insan gözüyle taranması zor olan çok geniş alanları süratle sınıflandırabildiklerini belirtti.

Bu uygulamanın objektif sonuçlar verdiğini söyleyen Dr. Ur artık daha geniş alanları inceleyebildiklerini söyledi.Program sayesinde 23.000 kilometrekarelik bir alanda kazı yapılması muhtemel 9000 yeni alan tesbit edildi..Keşfedilen bu alanların kazı çalışmaları yapılmaya çok uygun bir bölge olduğunu anlatan Dr. Ur ancak Suriye'nin şu anda içinde bulunduğu politik durum yüzünden çalışmalarını askıya aldıklarını ekledi.

Kuzey Irak'taki kazılarla, uydu görüntülerini inceleyen yazılımın güvenilir olup olmadığı da anlaşılacak.BBC'ye açıklama yapan Dr. Ur Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinde araştırmalara başlamak istediğini belirtti.Geçmişte Irak'ta arkeolojik çalışmaların çok yaygın olmadığını ancak artık insanlığa miras kalan bu tarihi alanların önemini anlamanın ve bu kültürel mirası korumanın zamanının geldiğini söyledi.


Kaynak: BBC / National Academy of Science (20 Mart 2012,18:15)

Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
26 Mart 2012       Mesaj #203
Avatarı yok
Yasaklı
Okyanusun En Derin Çukurundan Döndü

Alien, Avatar ve Terminatör gibi filmleri çeken Hollywood’un usta yönetmeni James Cameron, Deepsea Challenger adlı tek kişilik denizaltısıyla Pasifik Okyanusu’nun 11 kilometre derinliğine daldı. Ünlü yönetmen, tarihi dalışıyla 1989'da çektiği Abyss filmini de gerçeğe dönüştürmüş oldu. Cameron, altı saatlik macerasının ardından su yüzüne çıktı.

Cameron, tek kişilik denizaltısıyla dalışını, Guam adasının yaklaşık 320 km güney batısındaki, dünyanın en derin noktası olarak bilinen Mariana Çukuru bölgesindeki Challenger Deep noktasında gerçekleştirdi. National Geographic’in verdiği bilgiye göre, Cameron’ın dün gece yerel saatle 22.00’da başlayan dalışı iki saatten uzun sürerken, ünlü yönetmen tek başına okyanusta en fazla derinliğe ulaşan ilk insan oldu.Cameron, okyanusun derinliğinde üç saat film çektikten ve çeşitli numuneler topladıktan sonra başarıyla su yüzüne çıktı.

Cameron böylece, 1989 yılında çektiği ve okyanusların derinliklerinde keşif yapan bir araştırma ekibini konu alan Abyss filmini 23 yıl sonra gerçeğe dönüştürdü. Okyanusların en bilinmeyen noktalarından biri olarak kabul edilen çukurun 11 km derinliğine inen Cameron, dibe vardığında “Tüm sistemler sorunsuz çalışıyor” mesajını gönderdi.

6 Saat Kaldı

Cameron’uın tek kişilik denizaltısıyla altı bin metre derinliğin daha da altına inebilmesi, okyanusların keşfinde bir devrim olarak kabul ediliyor. Okyanusun dibinde yaklaşık altı saat kalan Cameron, biyolojik ve jeolojik numuneler topladı ve 3 boyutlu kamerayla bulunduğu bölgeyi üç saat boyunca filme çekti.

Deepsea Challenger projesi, Cameron, National Geographic ve saat yapımcısı Rolex tarafından ortak yürütülüyor. Dünya’nın en az bilinen köşesi olarak adlandırılan Challenger Deep’i keşfetmeyi amaçlayan proje, özel olarak tasarlanmış bir denizaltıyla gerçekleştirildi.

Deepsea Challenger, yedi metre uzunluğunda ve dikey olarak suyun yüzeyine yükselebiliyor. Mini denizaltı, dakikada yaklaşık 150 metre mesafe kat edebiliyor. 57 yaşındaki Cameron’ı yüksek basınçtan koruyan kokpit 109 santimetre genişliğinde. Yaptığı işte oldukça tecrübeli olan Cameron su yüzüne çıkar çıkmaz, bir sağlık ekibi tarafından karşılandı.

ABD ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı’nın (NASA) Johnson Uzay Merkezi’nde görevli Walter Sipes, “Cameron çok tecrübeli. Sadece simülatörde değil, gerçek deneyimi de çok yüksek.Endişelenecek bir şey olduğunu zannetmiyorum” demişti.

Mariana Çukuru’nun genişliği, genişliği en fazla 2.4 kilometreye ulaşan ABD’deki Büyük Kanyon Ulusal Parkı'nın yaklaşık 120 katı. Çukurun derinliği ise 8 bin 848 metre uzunluğundaki Everest Dağı’nın boyunu bir buçuk kilometre geçiyor.

Cameron, okyanusun en karanlık noktalarından birine ait görüntülerle su yüzüne geri dönecek. National Geographic’ten Terry Garcia, “İlk kez insan bu kadar yabancı bir ortama gözleriyle bakabilme şansı buldu” dedi.

50 Yıl Sonra Bir İlk

Deep Challenger noktasına inmeyi deneyen ilk insan, İsviçreli mühendis Jacques Piccard ve ABD Donanması’ndan yüzbaşı Don Walsh olmuştu. İkili, 1960 yılında dünyanın en derin çukuruna beş saatte inmiş ve burada sadece 20 dakika kalabilmişti. Denizaltılarının okyanusun tabanında çok fazla kumla kaplanması nedeniyle, ikili çok az gözlem yapabilmişti.

Projede yer alan araştırmacılar ise Cameron’un karşısındaki en büyük riskin, bulunduğu derinlikteki yüksek basınç olduğunu belirtmişti. Bilim insanları, yaklaşık 12 kilometrede oluşan basıncı, tek bir ayak parmağı üzerinde bir kamyonetin ağırlığı kadar baskı oluşmasına benzetiyor.

Cameron, geçtiğimiz ay Papua Yeni Gine’de yaptığı dalış denemesinde, okyanusun sekiz kilometre derinine dalmıştı. Usta yönetmen, AP haber ajansına verdiği röportajda, “Ufak bir sızıntı denizaltının anında havaya uçmasına neden olur” demişti.

Okyanusun bilinen en derin çukuruna inmenin kendisini korkutmadığını belirten Cameron, “Dalmaya karar verdiyseniz, mühendisliğin iyi yapıldığından emin olmalısınız” dedi. Okyanusun derinliklerine çocukluğundan beri merakı olduğu bilinen bilim kurgu ustası Cameron, ömrü boyunca 72 derin dalış gerçekleştirdi. Bu dalışlardan 33’ü, Cameron’ın 1997 yılında 11 dalda Oscar kazanan Titanic filminin konusu olan batığa düzenlendi.


Kaynak: Ntvmsnbc / National Geographic (26 Mart 2012,08:40)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:28
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
29 Mart 2012       Mesaj #204
Avatarı yok
Yasaklı
Dünya'nın Dibinde Çekilen Görüntüler

Cameron, 26 Mart gecesi okyanusların en derin bölgesi Mariana Çukuru’nun dibine, Challenger Deep noktasına inmişti. Genişliği yer yer ABD’deki Büyük Kanyo’nun 120 katına çıkan, derinliği ise Everest Dağı’nın boyunu bir kilometre geçen Challenger Deep noktası, dünyanın en karanlık köşesi kabul ediliyordu. Üç saat çekim yaptığı, jeolojik ve biyolojik numuneler topladığı Deep Challenger noktasının “Ay’ın yüzeyine benzediğini” ve “çok ıssız, izole edilmiş bir görünüme sahip olduğunu” belirtmişti. Cameron, yaklaşık altı saat süren gözlemlerinin ardından yüzeye çıkmış ve “İlk hissim, insanlıktan tamamen uzaklaştığımdı... Düşündüğünüzden çok daha farklı bir his. Bunu yaşamalı, gerçekten tecrübe etmelisiniz” demişti.

Cameron, Challenger Deep hakkında, “Kesinlikle Dünya’daki en uzak, izole yer burası. Kendimi sanki başka bir gezegene gitmiş gibi hissediyorum” dedi. Cameron’un dalışını gerçekleştirmesini sağlayan özel tasarım Deepsea Challenger denizaltısı, en son teknoloji denizaltıların bile dayanamayacağı basınçlara direnebiliyor. Cameron, tarihi dalışını gerçekleştirmeden önce en büyük riskin yüksek başınç olduğunu ifade etmişti. Challenger Deep noktasında, metre karenin binde altısına yedi ton basınç uygulanıyor.

Kaynak: Ntvmsnbc / Telegraph (29 Mart 2012,11:25)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:28
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
31 Mart 2012       Mesaj #205
Avatarı yok
Yasaklı
Beş Yıl İçinde İçimizde Yüzecek

Amerikan Ulusal Bilim Derneği ve İngiltere Araştırma Konseyi, beş yıl içinde insan vücudunun içinde yüzecek ‘mini elektronik mekanik makineler’ üretmeyi planlıyor.Algılayıcıları, havyanlardan alınacak hücrelerle yapılacak olan mikro makinelerin, nesli tükenmekte olan bofa balıkları model alınarak yapılması düşünülüyor. Bofa balığının mikro modelini temsil edecek yarı organik makinenin adı “Siberplazma” olacak.

Siberplazma, sahip olacağı robotik özellikler ve canlı hücrelerden yararlanılarak oluşturulacak algılayıcılarıyla, vücudumuzdaki kimyasalları analiz edecek. Mikro makinenin yapay sinir sistemi, elde edilen verileri kaydedecek. Ayrıca, glikozla çalışan yapay kasları aracılığıyla dış etkenlere tepki verecek.

Bofa Balığına Benzeyecek

Siberplazma, ABD’nin Pasifik kıyıları ve Atlantik Okyanusu’nda yaşayan bofa balığı model alınarak üretilecek. Bu balığın seçilmesinin nedeni, basit bir sinir sistemine sahip olması.

Mekanik bofa balıklarının prototipi bir santimetre boyunda olacak. Proje istenen seviyeye geldiğinde, nano ölçeklere indirgenecek olan boyutlarıyla, insan vücudunun içinde yüzecek hale gelecekler.

Bilim insanları, mekanik bofa balıklarıyla hastalıkları kolayca tesbit edilebilmeyi amaçlıyor. Bu projenin beş yıl içinde gerçekleşmesini düşük bir ihtimal görenlerin aksine, mekanik bofa balığının parçalarının şimdiden geliştirilmeye başlandığı ifade edildi.

Kaynak: Gençbilim / Ntvmsnbc (31 Mart 2012,03:00)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:30
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Nisan 2012       Mesaj #206
Avatarı yok
Yasaklı
Amazonları Antik Tarımcılık Kurtaracak

Dünya’nın yağmur ormanlarından büyük bir kısmını içeren Amazon ormanları, tüm çabalara rağmen her geçen gün küçülmeye devam ediyor. Bazı bilim insanları, dünyayı tehdit edecek doğa felaketlerinin önüne geçmek için, unutulan bir antik tarım yönteminin kullanılması gerektiğini savunuyor.

Kapladığı alan yaklaşık 6 milyon 475 bin kilometre kare olan Amazonlar, dünyanın yağmur ormanlarının yarısından fazlasını içeriyor. Her 2,5 kilometre kareye 90 bin ton biyokütlenin denk geldiği Amazonlar, dünyadaki tüm canlı türlerinin 10’da birine de ev sahipliği yapıyor. Amazonların bir diğer önemi, dünyanın sahip olduğu karbonun da 10’da birini barındırması. Bu miktar, yaklaşık 100 milyar tona denk geliyor.

Yağmur ormanlarının yok olması, tuttukları karbonun atmosfere salınmasına, dolayısıyla küresel ısınmanın ciddi ölçüde artmasına neden olabilir. İyi bir gelişme, 2004’ten itibaren hız kazanan doğa projeleriyle Amazonlardaki orman kaybının oldukça yavaşlamış olması. Temel sorun ise kısa dönem ekonomik sorunlar nedeniyle çiftçilerin ve yatırımcıların ağaçları kesmeye yönelmesi.

Çığır Açabilecek Keşif

Uluslararası bir arkeolog ekibinin yaptığı keşif, Amazonların kaderini tamamen değiştirebilir. Arkelogların ortaya çıkardığı önemli bilgi, Avrupalıların bölgeye gelmesinden çok önce Amazonlarda yaşamış olan insanların, arazileri temizlemek için ağaçları yakmaması. Bu keşif, Amazon çiftçilerinin Avrupalıların gelmesinden önce ve sonraki dönemlerde arazilerini idare etmek için ateşe başvurdukları inanışıyla da ters düşüyor.

Arkeologların elde ettiği bulgular, antik çiftçilerin, “yükseltilmiş arazi çiftçiliği” adı verilen bir yöntem kullandıklarını gösterdi. Çiftçiler, yağmur ormanlarının sınırlarını çizen geniş ovalar boyunca toprak yığınları oluşturdu. Ardından, bu tümseklerin üzerinde tarım yaptılar.

Yapması ne kadar zor olsa da, bu sistem eski uygarlıklara çok büyük faydalar sağladı. Sel ve kuraklığın dengeli olduğu bir coğrafyada, rutubeti koruyarak toprağın sudan arınması ve havayla sürekli teması sağlandı. Antik çiftçilerin yöntemini ortaya çıkaran arkeolog ekibinde yer alan İngiltere’nin Exeter Üniversitesi’nden Dr. Jose Iriarte, yeni tarım alanı oluşturmak için ateşe başvurmanın, toprağı önemli besinler ve organik maddelerden yoksun bıraktığını ifade etti. Iriarte, antik yöntemin bugün kullanılmaması için herhangi bir engel olmadığını vurguladı.

Iriarte’ye göre, yükseltilmiş alan çiftçiliği yöntemiyle atmosfere karbon salınmasının önüne geçileceği gibi, hayatta kalması yağmur ormanlarına bağlı olan yoksul kırsal kesim de geçim kaynağı bulabilir.

Büyük Bir Nüfusu Besliyordu

Arkeologlar, yükseltilmiş alan tarımcılığının ne kadar yaygın olduğu konusunda emin değil. Ancak Amazonların çevresinde çok yoğun bir nüfus bulunduğundan yola çıkılarak, bu yöntemin zamanında yeterince fazla insanı beslediği tahmin ediliyor. Arkeologlar, yükseltilmiş alan tarımcılığının, Avrupalıların gelişine kadar bin 500 yıl boyunca kullanıldığını düşünüyor.

Montpellier Üniversitesi’nden Doyle McKey, savaş ve hastalıkların antik yöntemi kullanmış nüfusun yüzde 95’ini yok ettiğini, bu nedenle Amazon bölgesi için çok önemli olan tarımcılık yönteminin günümüze ulaşamadığına inanıyor.

McKey, “Amazon bölgesi Dünya’daki ekosistemlerin korunması, çok sayıda bitki ve canlı türünün hayatta kalması ve iklim değişikliğinin dengelenmesi adına çok önemli bir yer. Amazon ovalarını nasıl kullanacağımızı düşünürken, cevabı neredeyse iki bin yıl öncesinde bulabiliriz” dedi.

Kaynak: Ntvmsnbc (10 Nisan 2012,12:49)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:41
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Nisan 2012       Mesaj #207
Avatarı yok
Yasaklı
Yandex, CERN’deki Deneylerin Verilerini Depolayacak

Son günlerin popüler arama motoru Yandex, CERN’de yürütülen “Büyük Hadron Çarpıştırıcsı Deneyi“nde bilim adamlarının topladıkları verileri özel olarak geliştirdiği arama servisine depoluyor.

Yürütülen deneyde çok hızlı hareket eden parçacıklar birbiriyle çarpışarak farklı yönlere dağılıyor. Bilim adamlarının “olay” olarak adlandırdığı bu çarpışmalardan elde edilen veriler Yandex’in özel olarak geliştirdiği özel bir arama servisine kaydediliyor ve bilim adamlarının işini kolaylaştırarak istedikleri verilere kolayca ulaşabilmesini sağlıyor.

Yandex’in CERN için sunduğu özel arama indeksine bugün bir milyardan fazla veri girilmiş durumda. Yandex’in Teknolojiler Direktörü Ilya Segalovih, teknolojilerini farklı alanlarda kullanabilmelerinin çok ilginç bir tecrübe olduğunu, CERN ile yapılan iş birliğinden dolayı oldukça mutlu olduğunu ve bu deney haricinde diğer deneylere de katkıda bulunmayı istediklerini açıkladı.

CERN araştırma ekibinden Pierluigi Campana da, deneylerinde analiz edilen verilerin milyarlarca olaydan oluştuğunu, bu olayların saptanmasının saatleri bulabildiğini ve arama açısından zor olduğunu belirtti. Yandex’in ihtiyaçlarını karşılamak için geliştirdiği servis sayesinde, zaman ve kaynaktan dolayı tasarruf sağladıklarını ve bilgilere hızlı şekilde ulaşabildiklerini söyledi.

Kaynak:Gençbilim(11 Nisan 2012,00:04)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:42
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
12 Nisan 2012       Mesaj #208
Avatarı yok
Yasaklı
Bir Damla Sudaki Mikroplar

Avusturyalı multimedya sanat mezunu Clemens Wirth'in çalışmaları, hayat kaynağı olan sudaki dehşet verici görüntüleri ortaya koydu.Bir damla sudaki mikropların özel bir yöntemle görüntüsü çekildi, kâbuslardakini andıran görüntüler ortaya çıktı.Bu mikroplar, nehirler, göller ve havuzlardaki sularda var. Neyse ki içme suyunda bunlar bulunmuyor. Bu mikroplar, dehşet verici görüntülerine rağmen insanlar için öldürücü de değil. Wirth, "Küçük dünyanın ne kadar detaylı olduğu ve sadece tek bir damlada nelerin olduğu gerçekten büyüleyicidir" dedi.

Sudaki mikro dünyanın görüntüleri, "karanlık saha mikroskopisi" denilen bir teknikle çekildi. Canon 5dmarkII kamerası, adaptör kullanılarak mikroskopla birleştirildi ve mikropların bir milyon kez büyütülmüş görüntüsü çekildi.Bir damla suda milyonlarca mikrop bulunabiliyor.

Kaynak:Haber365(10 Nisan 2012,13:58)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:43
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
13 Nisan 2012       Mesaj #209
Avatarı yok
Yasaklı
Kuantum Ağ için İlk Adım

Alman bilim insanları, tek atom ve foton parçacıkları arasında oluşturulan ara yüzlere dayanan, ilk kuantum iletişim ağının prototipini üretmeyi başardı. Kuantum ağın kullanılabilir olması için, kuantum bilgi transferinin tersine çevrilebilir olması gerekiyor. Ancak, kuantum bilginin çok hassas olması, bu işlemi zorlaştırıyor. Kopyalamaya izin vermeyen teorem nedeniyle, kuantum sistemi olarak bilinen matematiksel değişkenleri içeren ‘kuantum durumu’, isteğe bağlı çoğaltılamıyor.

Almanya’nın Max Planck Kuantum Optik Ensitütüsü’ndeki (MPQ) araştırmacılar, bilgi transferinde yaşanan sorunu ortadan kaldıracak çözümü geliştirdi. Gerhard Rempe’nin başını çektiği araştırma ekibi, güvenli iletişim sağlanabilecek ilk basit kuantum ağını oluşturmayı başardı. Fizik alanında çığır açması beklenen gelişme sayesinde, süper hızlı kuantum internet teknolojisine bir adım daha yaklaşıldığı ifade edildi.

Kuantum İnternetin Temeli

Kuantum ağlar, içerdiği bitlerin hem 0 hem de 1 değeri alabilmesi sayesinde geleneksel ağlardan ayılırıyor. Normal ağlarda bitler ya 0 ya da 1’i temsil ediyor. Üstdüşüm özelliğine sahip olan kuantum bit, yani kübit ise aynı anda her iki konumu temsil edebiliyor.

Bilgiyi oluşturan her bit, bir atomdan diğerine kendi kuantum durumunu bağımsız fotonlar üzerinde haritalandırarak ilerliyor. Bu fotonlar (ışın parçacıkları), fiber optik bir kablo üzerinde hareket ediyor ve ikinci atoma aktarılıyor. İkinci atom, daha sonra elde ettiği bilgiyi yeniden ilk atoma gönderebiliyor veya bir merkez görevi görerek ağdaki diğer tüm atomlara bilgiyi aktarabiliyor.

MPQ’nun direktörü Ignacio Cirac’ın fikriyle ortaya atılan kuantum ağı projesi, birbirine bağlanan ve foton değiş tokuşu yaparak bilgi transfer edebilen iki atom parçacığını temel alıyor. İki atom parçacığı, yansıtma özelliği yüksek aynalardan oluşan optik boşluklara yerleştiriliyor. Atomlar fotonları ortaya çıkardığında, fotonlar birçok şekilde kontrol edilebiliyor ve yönlendirilebiliyor.

Lazer Yardımı

Bilim insanları tek atom parçacıklarını kontrol ederek bilgi transferi yapmayı başardı.Bu sistemin oluşturulmasındaki en zor basamaklardan biri, atomların boşluklara yerleştirilmesi. Söz konusu işlem, lazer yardımıyla atomlara müdahale edilmeden gerçekleştirilebiliyor. Bu şekilde, atomun foton ortaya çıkarması kontrol edilebiliyor, bilginin de spesifik bir foton üzerinde depolanması sağlanıyor. İstenildiği zaman, bilgi başka bir fotona aktarılabiliyor.

Alman araştırmacıların kuantum ağı prototipinde kullandığı iki atom parçacığı, aralarında 21 metre mesafe bulunan iki ayrı laboratuarda bulunuyor. Sistemi birbirine bağlamak için 60 metre optik fiber kablo kullanıldı.

Scientific American dergisine konuşan Dr. Stephan Ritter, “Kuantum durumlarının, geleneksel tüm ağların sağlayacağından çok daha iyi bir şekilde transfer edilebileceğini söyleyebiliriz. Profesör Chirac’ın geliştirdiği kuramsal yaklaşımının kullanılabilirliğini gösterdik” dedi.

Bilgi Işınlanabilecek

Alman araştırmacılar, kuantum fiziğinde ‘arıtılma’ olarak bilinen süreçle, iki atomun konumları ve davranışları arasında bağlantı kurarak, aralarındaki mesafeye bakmaksızın bilgi transferi yapmayı da başardı. Ritter, “Bir kuantum ağının ilk ptrototipini oluşturduk... Atom parçacıkları arasındaki kuantum bilgi transferini tersine çevirmeyi de başardık... Ayrıca, birbirinden uzak iki atom parçacığı arasına bağlantı kurarak, 100 mikro saniyelik arıtılma süreci oluşturabiliyoruz. Normalde bu süreç sadece bir mikro saniye kadar sürüyor. Aralarında büyük mesafe bulunan iki sistemin arasında bağlantı kurabilmek gerçekten çok etkileyici. Böylece, kuantum bilgisinin ışınlanmasını sağlayacak bir kaynak da elde edebiliriz” ifadesini kullandı.Alman bilim insanı, geliştirecekleri sistemler sayesine bir gün kuantum bilgiyi sadece çok uzak mesafelere taşımakla yetinmeyeceklerini, küresel internet ağının kuantum internete dönüşebileceğini söyledi.


Kaynak : Ntvmsnbc / Scientific American (12 Nisan 2012,14:08)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:45
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
16 Nisan 2012       Mesaj #210
Avatarı yok
Yasaklı
'Sonu Gelmeyen Okyanus'

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), okyanusların Dünya’nın yüzeyinde nasıl kıvrıldığını ve dönerek hareket ettiğini gösteren animasyon videosu hazırladı.Van Gogh’un elinde çıkma bir talobya benzeyen görüntüler, Haziran 2005 ile Aralık 2007 arasındaki iki buçuk yıllık süreyi kapsıyor. Sonu Gelmeyen Okyanus adı verilen videonun oluşturulması için, bilim insanları okyanusların hareketine dayanan rakamsal modeller kullandı.

NASA’nın Califronia Teknoloji Enstitüsü’ndeki İtiş Gücü Laboratuarından Dimitris Menemenlis, modele kıvrımlı hareketlerini kazandırmak ve sonuçları geliştirebilmek adına, uydular tarafından elde edilen deniz yüzeyinin yüksekliği gibi verileri kullandıklarını söyledi.

Deniz yüzeyinin yüksekliğinin yanı sıra, NASA’nın Dünya’nın yörüngesinde gezinen uyduları tarafından kaydedilen okyanusların sıcaklığı, su yoğunluğunun hareketinden kaynaklanan yerçekimsel güçteki değişimler ve suyun üzerinde dalgalar oluşturan rüzgar gerilmesi gibi veriler kullanıldı.

Ayrıca, Argo adı verilen ve okyanuslardaki sıcaklık ve tuz oranını tesbit eden proje kapsamında, sudaki yoğunluk ve suyun hareket etmesini sağlayan yoğunluk değişkenleri değerlendirildi.

Bilim İnsanlarının Yükünü Hafifletecek

Videoda, girdap benzeri oluşumlar Coriolis Kuvveti’nin etkisinden doğuyor. Bu kuvvet, hareket eden yer yüzü üzerindeki havanın kuzey yarım kürede hareket yönünün sağına, güney yarım kürede ise soluna sapmasına sebep oluyor. Havada olduğu gibi, yer yüzünün hareketi suyun da yönünü saptırıyor ve akıntılar düz bir çizgi yerine girdap halinde oluşuyor. Ayrıca, Meksika Körfezi’nin sularıyla beslenen Gulf Stream (Körfez Akıntısı), Kuzey Amerika boyunca kuzeye hareket ediyor ve Avrupa’ya ulaşıyor. Bu esnada, Kuroshio Akıntısı doğuya yönelmeden önce Japonya’nın kıyısı boyunca yol alıyor.

Araştırmanın temellerini atsa da Sonu Gelmeyen Okyanus projesinde yer almayan Menemenlis, oluşturulan animasyonun bilim insanlarının çalışması için çok önemli olduğuna dikkat çekti. Menemenlis, “Okyanusu tanımlana için kullandığımız rakamsal modellerin içerdiği verilen altından kalkmak çok zor. Kurduğumuz modellerin sonuçlarını anlamak adına bu tür animasyonlar büyük önem taşıyor” dedi.

Menemenlis ve meslektaşları, mevcut okyanus modellerini Kuzey Buz Denizi’ni ve Grönland’ı kaplayan buzların erimesine neden olan akıntıların etkisini ve okyanusların atmosferdeki karbondioksiti ne kadar hızlı emdiğini anlamak için de kullanıyor.


Kaynak:Ntvmsnbc(16 Nisan 2012,16:34)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:46

Benzer Konular

8 Ekim 2017 / Misafir Bilgisayar
28 Kasım 2016 / Hi-LaL Tıp Bilimleri
30 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
10 Kasım 2008 / Ziyaretçi Taslak Konular