Arama

Bilim Dünyası'ndan Son Haberler, Gelişmeler - Sayfa 23

Güncelleme: 4 Aralık 2016 Gösterim: 276.485 Cevap: 269
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Mayıs 2012       Mesaj #221
Avatarı yok
Yasaklı
Kuantum Noktaları / Yarı İletken Nano Kristaller

Sponsorlu Bağlantılar
Bilimsel alanda birçok deneyin girdisi olan kuantum noktaları, üstün elektronik özellikleri sayesinde yakın gelecekte tıbbi görüntüleme alanında çığır açabilir.Boyutları genelde 2-6 nanometre arasında değişen kuantum noktaları, yarı iletken nano kristaller anlamına geliyor. Büyüklüklerine göre farklı renkte ışık yansıtan ve elektronik özellikleri değişen kuantum noktaları, yutarak veya enjeksiyon ile hücrelerimize girebiliyor veya onlara tutunabiliyorlar.

Çok küçük boyutları sayesinde, kuantum noktaları bize zarar veremeden vücudumuzdaki mikropları tesbit edebilir. Ancak erken teşhiste çığır açabilecek bu gelişmenin önünde bir engel var. Kadmiyum, selenyum, kükürt, kurşun ve diğer zehirli elementlerden sentezlenen kuantum noktalar, özellikle morötesi ışınlara maruz kaldıklarında parçalanabilir ve zehirli içeriklerini vücudumuza yayabilirler.

Çinli bilim insanları ise gerçekleştirdikleri en son deneylerde kuantum noktaların sanıldığından çok daha güvenli olduğunu savundu. Çinli medikal araştırmacı Ling Ye ve meslektaşları, Nature Nanotechnology dergisinde geçtiğimiz hafta sonu yayımlanan araştırmalarında, maymunlar üzerinde yaptıkları testlerin detaylarını açıkladı.

Maymunlar Çok Şanslı Değildi

Pekin’de yapılan araştırmalarda, maymunlara verilen kuantum noktalarının kırılmadıkları sürece hiçbir yan etki göstermedikleri ifade edildi. Ye, araştırma makalesinde şu ifadeyi kullandı:

“Kan ve biyomedikal işaretleyiciler, tedavinin ardından normal aralıklarını korudu ve ana organlarda 90 gün boyunca hiçbir anormallik gözlemlenmedi. Sonuçlar, kuantum noktaların neden olabileceği zehirlenmenin canlılarda minimum seviyede gerçekleşebileceğini gösterdi. Yine de, 90 günün ardından kadmiyumun ilk dozu ciğer, dalak ve böbreklere kaldı. Kuantum noktaların vücutta çözülmesinin uzun sürdüğüne işaret eden bu bulgunun ardından, maymunların ne derecede zehirlendiğini anlamak için daha fazla araştırma yapmak gerekecek.”

Kısaca, kuantum noktaları insan vücuduna enjekte edilmeleri halinde uzun süre orada kalabilir ve uzun dönemde sağlık sorunlarına yol açabilir. Bilim insanları, kuantum noktalarının etrafının inorganik maddelerle kaplanması gibi zehir etkilerini ortadan kaldıracak çözümler üzerinde çalışıyor. Başarı sağlanırsa, kanser veya diğer hastalıklar henüz etkili olma fırsatı bulamadan yok edilebilir.

Kaynak : NTVMSNBC / Nature Nanotechnology (22 Mayıs 2012,14:08)

Son düzenleyen nötrino; 3 Eylül 2015 10:42
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
23 Mayıs 2012       Mesaj #222
Avatarı yok
Yasaklı
Kuşaktan Kuşağa Geçen Zehir

Sponsorlu Bağlantılar
İkinci Dünya Savaşı jenerasyonu, maruz kaldıkları kimyasal etkileri torunlarına taşımış olabilir.ABD’nin Austin şehrindeki Texas Üniversitesi’nde zooloji ve psikoloji profesörü olarak görev yapan David Crews’ün teorisine göre, İkinci Dünya Savaşı jenerasyonu, maruz kaldıkları kimyasal etkileri torunlarına kadar taşıdı.Crews’ün bu savının, günümüz kuşaklarında ciddi bir artış gösteren obezite, otizm ve akıl hastalıklarını açıklayabileceği düşünülüyor.

Habere göre, bilim insanları, kimyasal tarımda kullanılan mantar ilacından etkilenen farelerin yavruları üzerinde yaptığı deney sonucunda, bu farelerin sonraki nesillerinde, diğer farelerinkilere kıyasla daha fazla obezite ve akıl sağlığı sorunu tesbit etti.Crews, bu olayı, beynin geçmiş yaşamsal tehditlere farklı bedensel değişimlerle yanıt verdiği şeklinde açıklıyor.

ABD’deki bu araştırma sonuçlarının kesinlik kazanmadığı ve geliştirilmesi gerektiği başka bilim çevrelerince belirtiliyor.Japon bilim insanları da yıllardır, atom bombasının yeni nesiller üzerine etkileriyle ilgili benzer araştırmalar yapıyor.


Kaynak : Gençbilim (22 Mayıs 2012,11:03)

Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
30 Mayıs 2012       Mesaj #223
Avatarı yok
Yasaklı
350 Yıllık Problemi 16 Yaşındaki Öğrenci Çözdü

Tarihin en büyük bilim insanı ve matematikçilerinden biri kabul edilen Sir Isaac Newton tarafından 350 yıl önce yazılan bir problem, Almanya’da yaşayan 16 yaşındaki bir öğrenci tarafından çözüldü.

Dresden kentinde yaşayan Hint asıllı Shouryya Ray, iki temel parçacık dinamiği teorisini çözmesinin ardından bilim dünyası tarafından “dahi” olarak kabul ediliyor. Fizikçiler, Newton’dan kalan bu problemleri geçmişte bilgisayarların yardımıyla çözebilmişti.

Ray’in sunduğu çözüm, bilim insanlarına fırlatılan bir topun havada izlediği yolu hesaplamalarında yardımcı olacak. Aynı zamanda, topun duvara nasıl çarpacağı ve duvardan nasıl sekeceği hesaplamalarında da bilim insanlarına kolaylık sağlayacak.

Die Welt gazetesinin haberine göre, Ray, Newton’un problemini çözmeyi Dresden Üniversitesi’ne düzenledikleri okul gezisinde kafaya koydu. Ray, ‘çözülemeyen’ probleme göz attığında, modern metodların problemi çözmek için yeterli olmayacağını anladı. “Kendime ‘neden olmasın ki’ diye sordum” diyen Ray, “Bir çözüm bulabileceğime inanmıyordum” dedi.

Doğuştan Matematik Aşığı


Die Welt, 16 yaşında çok büyük bir başarıya imza atan gencin, küçüklüğünden beri matematiğe büyük bir ilgi duyduğunu belirtti. Ray’in Freiburg Teknik Üniversitesi’nde araştırma asistanı olarak görev yapan babası Subhashis Ray, oğlunun matematiğe ilgi duymasında önemli bir rol oynadı. Henüz altı yaşında babasından kalkülüs eğitimi almaya başlayan Ray, aynı yaşta denklemleri çözme başarısı gösteriyordu.

Ray, Saksonya eyaletinde kısa süre önce düzenlenen gençlik bilim yarışmasında da matematik ve bilişim teknolojileri alanında ikincilik kazandı.

Hindistan’ın Kalkutta kentinde doğan Ray, Almanya’ya dört yıl önce yerleşti. Kısa sürede Almanca’yı akıcı şekilde konuşmaya başlayan Ray, zekasıyla öğretmenlerinin kısa sürede dikkatini çekmeyi başardı. İki sınıfı otomatik olarak atlayan Ray, böylece üniversite sınavlarına daha erken girecek.



Kaynak : NTVMSNBC (30 Mayıs 2012,10:46)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Haziran 2012       Mesaj #224
Avatarı yok
Yasaklı
Mars'ta Bile Yaşayabilecek Mikroplar Bulundu

ABD’li bilim insanları, Güney Amerika’daki yanardağlarda yaptıkları araştırmalarda, en zor şartlar altında yaşayabilen mikroplar keşfetti. Mikropların, Mars gibi yaşama en olanaksız şartlara sahip bir gezegende bile yaşayabileceği ifade edildi.

Colorado Boulder Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, Mars’taki şartlara uyum sağlayabilecek bakteri, mantar ve arke olarak bilinen basit organizmalar keşfedildiği belirtildi. Araştırma ekibinde yer alan Ryan Lynch, keşfettikleri bazı bakteri türlerinin henüz tanımlanmamış olduğuna dikkat çekti.

Lynch, buldukları mikropların, enerjiyi dönüştürmek için diğer mikroplara kıyasla daha farklı metodlar kullandıklarına dikkat çekti ve “2.5 milyon DNA diziliminin bulunduğu veri tabanındaki tüm mikroplara kıyasla en az yüzde 5 faklılıkları var” dedi.

Biyoloji alanında uzman olan Steve Schmidt’in başını çektiği araştırma ekibi, Güney amerika’nın Atakama bölgesindeki en uzun yanardağlarından toprak numuneleri topladı. Schmidt, “Bu bölgedeki toprak, besin değeri olarak o kadar yetersiz ki, topraktaki nitrojen seviyesi bile tesbit edilebilen en düşük limitin altında” dedi. Schmidt ayrıca, “morötesi radyasyon seviyesi bu bölgelerde deniz seviyesinden çok yüksek olmayan çöllerdekinin en az iki katı” dedi.

Nasıl Hayatta Kaldılar?

Schmidt ve meslektaşları, keşfettikleri esrarengiz miktopların nasıl bu kadar ağır şartlarda hayatta kalabildiğini henüz tesbit edemedi. Araştırma ekibi, gerçekleştirdikleri analizlerde mikropların fotosentez aracılığıyla enerji elde etmediklerini tesbit etti. Tersine, mikropların, bölgede var olan gazlardan karbon ve enerji elde ettikleri bir çeşit kimyasal tepkime sayesinde hayatta kaldıkları düşünülüyor. Mikropların karbon dioksit ve dimetil sülfit gibi gazlardan enerji elde ettikleri düşünülse de, bu gazların fazla enerji açığa çıkarmadığı belirtildi. Lynch buna rağmen, açığa çıkacak az miktardaki enerjinin yavaş bir gelişim sağlasa da uzun bir yaşam döngüsü sağlayabileceğini söyledi.

Yaşamın Sınırları Çok Daha Geniş

Journal of Geophysical Research Biogeosciences dergisinde yayımlanan araştırma hakkında konuşan Schmidt, “20 mikrop türünden daha az bir popülasyon bulmak bir mikrobiyolog için inanılmaz bir olay... Bu coğrafya çok kısıtlayıcı, yağmurla gelen minerallerin çoğu toprağa düşer düşmez ölüyor. Yaşamın ortaya çıkmasını engelleyecek çok büyük bir çevresel filtre bulunuyor ama mikoplar hayatta kalmayı başarmış” dedi.

Schmidt, “Bir sonraki aşamada, laboratuvar analizleri gerçekleştirerek bu mikropların yaşama olanaksız olduğu düşündüğümüz şartlarda nasıl hayatta kaldığını anlamaya çalışacağız... Bu analizler, Dünya’daki yaşamın sınırlarını anlamak açısından bizlere yeni görüş açısı kazandıracak. Tanımadığımız yaşam türlerinin farklı metobolizmalarını, enerjiyi dönüştürmekteki bilinmeyen özelliklerini ortaya çıkarabiliriz” dedi.



Kaynak : NTVMSNBC / Journal of Geophysical Research Biogeosciences (10 Haziran 2012,15:38)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:03
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
19 Haziran 2012       Mesaj #225
Avatarı yok
Yasaklı
'Ne Olduğu Hakkında Bir Fikrimiz Yok'

Baltık Denizi’nde, Finlandiya ile İsveç arasında kalan Botnia Körfezi’nde tam bir yıl önce tesbit edilen ve UFO’ya benzeyen şekliyle bilim dünyasında büyük ses getiren cisim ilk kez fotoğraflandı. Dalgıçlar, bugüne dek böyle bir şeyle karşılaşmadıklarını belirtti.

Denizin 86 metre altında, 19 Haziran 2011’de tespit edilen ve ne olduğu belirlenemeyen batık, İsveçli bir hazine arama ekibi tarafından ilk kez görüntülendi. Sonar tarama yöntemiyle yeri kesin olarak tesbit edilen batığı görüntüleyen ekipte yer alan dalgıç Stefan Hogeborn, “Hayatımda böyle bir şeyle karşılaşmadım” ifadesini kullandı.

Hogeborn, basına yaptığı açıklamada, “Altı bin dalış gerçekleştirdiğim 20 yıllık dalış geçmişim boyunca, böyle bir şeye rastlamadım. Normalde kayalar yanmaz. Suyun derinliklerine kafamızdaki soru işaretlerini gidermek için daldık. Ama şu an kafamda çok daha fazla soru işareti var. Ne gördüğümü tanımlayamıyorum” dedi.

Dalgıçlar, ilk başta gördükleri şeklin kayalık bir tepe olduğunu düşündü. Ancak yakın gözlemler çok daha farklı bir durum ortaya koydu: “Cisim, deniz tababnından 3-4 metre yükselen, 60 metre genişliğinde dev bir mantar görünüme sahip. Aynı zamanda, yuvarlak ve düzensiz köşelere sahip. Cismin tepesinde, içine açılan yumurta şeklinde bir açıklık bulunuyor. Cismin tepesinde, tuhaf, taştan oluşmuş yuvarlak şekiller var. Bu şekiller ateş yakma yeri gibi görünüyor ve is gibi bir maddeyle kaplanmış.”

Dalgıçların verdiği çok ilginç diğer bir bilgi, “cisme uzanan 300 metrelik yolun, sanki cisim tarafından dümdüz edilmiş gibi” bir izlenim vermesi.

Bu Düşündüğümüz Şey Değil

Dünya basınında “batık UFO” adıyla ses getiren esrarengiz cismi çıkarmayı amaçlayan İsveç’in Ocean X şirketi, karşılarındaki şeyin beklemedikleri kadar esrarengiz olduğunu belirtti. Şirketin kurucularından Peter Lindberg, “İlk başta bunun bir kaya olduğunu düşündük, ancak başka bir şeydi. Baltık Denizi’nde bugüne kadar hiçbir sualtı yanardağı faaliyeti gerçekleşmemiş olması, bu durumu daha da esrarengiz kılıyor. Meslek gereği bu şeklin nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışıyoruz. Ancak profesyonel dalgıçlar olarak hiç böyle bir şeye rastlamadığımızı söylemek zorundayım” dedi.

Ocean X, batık çıkaran ve deniz altında define arayan bir şirket. Şirketin en büyük başarılarından biri, 1997 yılında Heidsieck&Co Monopole şampanya evinin ürettiği, 1907 "Gout Americain" şampanyasına ait 2,500 şişe taşıyan Jönköping batığını çıkarmaları. Rus İmparatorluk Donanması’na gönderilirken 1916 yılında batan hazineyi çıkaran Ocean X, şişeleri tanesi 13 bin dolardan satmış.

Mıllennıum Falcon Efsanesi

Ocean X’in sualtında keşfettiği cismin bilim dünyasında büyük ses getirmesinin bir önemli sebebi daha var. Cismin, Yıldız Savaşları serisinde yer alan, Han Solo’nun kullandığı 60 metre çapındaki Millennium Falcon uzay gemisine olan benzerliği.Lindberg, “Bu cismi tesbit ettiğimiz ilk günden bu yana basın bunun bir UFO veya Rus yapımı bir uzay gemisi olduğunu yazıp duruyor” dedi. Lindberg, ABC News sitesine gönderdiği mailde, “Birçok teori denedik... Bu liste giderek azalıyor ancak şu ana kadar kesin bir sonuca varamadık” ifadesini kullandı.

Ocean X, cismin bir küçük denizaltı olabileceğini de belirtti. Ancak cisim her ne ise sudan çıkarılması on milyonlarca dolar maliyet gerektiren bir iş. Ocean X, şu an bu miktara paraya sahip olmadığını belirtti. Lindberg buna rağmen, “Baltık Denizi’nin dibindeki cismin ne olduğunu ortaya çıkarmak konusunda kararlıyız” dedi.

Rusların Buharlı Gemisi

Tartışmalar sürüp giderken, bazıları Baltık Denizi’indeki esrarengiz batığın, 19’uncu yüzyılın başlarında denizin dibini boylayan Rusların daire şeklindeki buharlı gemisi olabileceğini öne sürüyor. ABC News yazarı Ned Potter’ın, bir okuyucusunun verdiği bilgilere dayanarak yaptığı habere göre, Rusların 19’uncu yüzyıldaki gemi mühendisi Andrey Popov, çok farklı iki gemi tasarımı yapmıştı. Novgorod ve Amiral Popov adında iki tanesi inşa edilen bu farklı tasarım buharlı gemiler, sabit silah platformuna sahip, sığ sularda hareket edebilen dairesel gemilerdi. Ancak son derece yavaş ve manevra kabiliyeti düşük olan gemiler, yazar Martin Dougherty’nin 2007 yılında yayımlanan, “Dünyanın En Kötü Silahları” kitabına girdi.

Novgorod, 1873 yılında inşa edildi ve 1912’de hurdaya çıkarıldı. Novgorod’a ait çizimi inceleyen Lindberg, geminin buldukları cisme oranla çok küçük kaldığını belirtti.“Bu garip, yuvarlak gemilerin en fazla 35-37 metre çapında olduğunu görüyoruz... Bulduğumuz daire ise 55-60 metre genişliğinde. Ama Rusların kimsenin bilmediği, çok daha büyük bir yuvarlak gemi inşa etmiş olması da söz konusu olabilir. Yine de, yuvarlak cismin Novgorod benzeri bir gemiden çok, doğal bir şekil olduğuna inanıyorum” dedi.

Kaynak : NTVMSNBC (18 Haziran 2012,11:14)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:07
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Haziran 2012       Mesaj #226
Avatarı yok
Yasaklı
Tarihin En Büyük Kelt Hazinesi

İki İngiliz define avcısı, 30 yıldan fazla bir süredir aradıkları hazineye sonunda ulaştı. İki metal dedektör, tahmini değeri 15 milyon doları aşan bugüne dek keşfedilen en büyük Kelt hazinesini ortaya çıkardı. İngiliz define avcıları Reg Mead ve Richard Miles, 30 yıldan fazla bir süre önce Fransa’nın kuzeybatısında kalan Jersey adasında yaşanan önemli bir gelişmeden haberdar oldu. İngiltere’ye ait Kanal Adaları’ndan biri olan Jersey’de, bir çiftçi arazisinde çalışırken antik sikkeler bulmuştu.

Kanal Adaları, özellikle Roma döneminde, imparatorluğun işgalinden kaçan kabilelerin İngiltere’ye kaçmak için kullandığı güzergahlardan biriydi. Mead ve Miles, yılmadan tam 30 yılı aşkın bir süre boyunca define peşinde koştu ve en sonunda, 30-50 bin sikkenin yer aldığı bir hazine buldu. Bilim insanlarının ilk analizleri, definin Birinci Yüzyıla, M.S 50 yıllarına ait olduğunu gösterdi. Gümüş ve altın sikkeler, büyük bir balçık setin altında etrafı sarılmış bir şekilde bulundu. Yaklaşık 250 kg ağırlığındaki definin içinde bulunduğu bohça benzeri kaplama, 140x80x20 ölçülerindeydi.

Romalılardan Kaçıyorlardı

Definin çıkarılmasında görev alan Jersey Tarih Müzesinde çalışan Neil Mahrer, “bugüne kadar bulunan en büyük Kelt hazinesi karşımızda duruyor. Bu çok heyecan verici” dedi.Uzmanlar, hazinenin bugün Fransa’nın Brittany ve Normandy bölgelerini temsil eden Armorican’a ait olduğunu düşünüyor. Hazinenin, bu bölgede St. Malo ile Dinan yerleşimlerinin sınırladığı alanda yaşamış Coriosolitae kabilesine ait olduğu tahmin ediliyor.

Demir Çağı’nın sonlarına, M.S 50 yıllarına ait olduğu düşünülen hazine, büyük olasılıkla Jül Sezar’ın lejyonlarından kaçan yerel halk tarafından, işgalcilerin eline geçmemesi için gömüldü. Sezar’ın orduları, o yıllarda Fransa’nın kuzey-kuzeybatısına doğru ilerliyordu. Yerel halk, kıyılara kaçıyor, bazıları da Kanal Adaları üzerinden İngiltere’ye göç ediyordu.

Jersey adasına kaçmayı başaranlardan bir kısmı, hazineleri gömmek için de güvenli bir yer bulmuştu. Oxford Üniversitesi’nde geçmişte Kelt hazineleri üzerinde araştırma yapmş olan Dr Philip de Jersey, “hazinedeki her sikkenin değerinin 150-300 dolar arasında olduğunu” belirtti.

De Jersey, “Bu çok önemli bir keşif. Sadece bu hazine hakkında değil, ona sahip olan medeniyet hakkında da çok yeni bilgilere ulaşmamızı sağlayacak” dedi. İngiliz bilim insanı, “Birçok arkeolog, antik hazinelere yönelik araştırmasını kütüphanelerde yapar. Gerçek bir hazinenin çıkarılmasın ve incelenmesinde yer almak çok büyük bir fırsat” dedi.

Hazine Kime Ait?

Define avcıları Miles ve Mead, 30 yıllık araştırmalarının sonucunu Şubat 2012’de almış ve ilk olarak 60 sikkeye ulaşmıştı.Mead, “İlk sikkeyi bulduğu anda, Richard elini başına götürdü ve ‘bir tane buldum’ dedi, hazinenin çıkarılması 40-50 saati buldu” dedi.Jersey’de bulunan ilk Kelt hazinesi 1935 yılında çıkarılmış ve 11 bin sikke bulunmuştu. Her ne kadar büyük bir başarıya imza atsalarda, Mead ve Miles’ı kötü bir haber bekliyor olabilir. Çünkü Jersey yetkilileri henüz hazinenin kime ait olduğuna karar vermiş değil.

Kaynak : NTVMSNBC (27 Haziran 2012,11:55)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:08
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Temmuz 2012       Mesaj #227
Avatarı yok
Yasaklı
Dünyanın En Eski Çömlek Parçaları

Amerikalı arkeologlar, Çin'in güneyinde yaptıkları kazılar sırasında dünyanın en eski çömlek parçalarını buldu.''Science" dergisinde yayımlanan makalede, Ciangsi eyaletinin Şianrendong Mağarası'nda bulunan çömlek parçalarının yaklaşık 20 bin yıllık olduğu belirtildi.

Çömleğin yemek pişirmek ve mayalı içecekler hazırlamak için kullanıldığı sanılıyor.Kısa süre öncesine kadar ilk çanak ve çömleklerin yaklaşık 10 bin yıl önce, insanoğlunun bir yerde uzun süre kalıp tarımla uğraşmaya başladıktan sonra yapıldığı düşünülüyordu.

Toprak kap yapımının sanılandan 10 bin yıl önce ilk kez Çin'de başladığını gösteren çömleğin 20 santimetre yüksekliğinde ve 15-25 santimetre çapında olduğu düşünülüyor.


Kaynak : CNN / Science (29 Haziran 2012,12:02)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:09
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Temmuz 2012       Mesaj #228
Avatarı yok
Yasaklı
''Higgs Parçacığı"na Bir Adım Kaldı

Amerikalı bilim adamları, parçacıklara kütlelerini verdiği düşünülen, varlığı henüz bilimsel olarak kanıtlanmamış Higgs parçacığına çok yaklaştıklarını açıkladı.

ABD'nin Illinois eyaletindeki Fermilab araştırma merkezi uzmanları, "elde ettikleri verilerin, Higgs bosonunun varlığını kuvvetle desteklediğini" bildirdi. Deneylerini Tevatron parçacık hızlandırıcısında yapan bilim adamları, ancak önce, İsviçre'nin Cenevre kentindeki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'ndeki (CERN) Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'ndan (BHÇ) elde edilen sonuçların beklenmesi gerektiğini belirtti.

Dünyanın en büyük parçacık çarpıştırıcısı BHÇ'den elde edilen veriler yarın açıklanacak.Amerikalı bilim adamlarına göre, Higgs atomaltı parçacığının izleri 115 ile 135 giga elektronvoltluk kütle aralığında yoğunlaşıyor.Bilim adamları, BHÇ yardımıyla 14 milyar yıl önce evrenin oluşumuna yol açtığına inanılan "Büyük Patlama" ortamını yeniden canlandırmayı amaçlıyor.

BHÇ'deki deneylerde 27 kilometrelik tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton hüzmesi veriliyor. Işın demetleri ayrı istikametlerde, ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alıyor.Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları, kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi amaçlıyor. Bilim adamları, çarpışma sırasında özellikle teorik fizikteki kütle mantığının temelini oluşturan veya karanlık maddenin neden yapıldığını anlamaya yarayacak Higgs parçacıklarının varlığını kanıtlamaya çalışıyor.


Kaynak : CNN (03 Temmuz 2012,10:49)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:10
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
5 Temmuz 2012       Mesaj #229
Avatarı yok
Yasaklı
Higgs Mekanizması Yoksa Biz de Yokuz

Hürriyet gazetesi yazarı İsmet Berkan bilim dünyasında büyük ses getiren Atlas Deneyi'nde "Higgs bozonu " olması muhtemel keşfi okurları için yazdı...Berkan yazısını "İnsanoğlunun doğayı anlama çabasında bir büyük zafer günü" başlığıyla sundu.

"Bizler merak eden canlılarız. Etrafımızı merak ediyoruz, kendi kendimize zor sorular soruyoruz: Neden buradayız, nasıl geldik, gibi...Zor sorulardan biri de ‘Evren nasıl ortaya çıktı’ sorusu. Bu, görece yeni bir soru. Bundan 100 yıldan bile az zaman öncesine kadar evrenin sonsuzluktan gelip sonsuzluğa gittiğini düşünürdük.

Ama insanoğlunun merakı bu düşünceyi de sorguladı ve sonuna kadar kurcaladı. Bugün, evrenin bir başlangıcı olduğunu biliyoruz. En azından bildiğimiz evren, bir ‘Büyük Patlama’ ile başladı.

Öyle Başladı Ama Neden Patladı? Patlayan Neydi? Nasıl Patladı?

Bu temel soruların cevaplarını bilmiyoruz; en azından bilmediğimizi biliyoruz.Ne var ki, ‘Neden’ ve ‘Nasıl’ın cevabını bilmiyor olmak bizi durdurmadı. O patlama anını bir ‘tekillik’ olarak gördük; elimizdeki fizik kurallarının o ‘an’a uygulanamayacağına karar verdik ve o ‘an’ın çok kısa süre sonrasına, mesela saniyenin milyonda biri kadar sonrasına odaklandık.

Acaba patlamayla birlikte ortalığa saçılan enerji yüklü parçacıklar ne olmuş ve nasıl olmuştu da atom haline gelmişti? Bu soruya cevabımız var. Onun adı Standart Model. 60 yıldır dünyanın dört bir yanında binlerce fizikçi modeli oluşturdu ve geliştirdi.

Ama modelin bir eksik parçası vardı. Parçacıkların enerjiden kütleye nasıl dönüştüğünün mekanizması bir türlü tam oturmuyordu. 1964 yılında üç ayrı grup halinde ama altı fizikçi aşağı yukarı aynı dönemde aynı teoriyle ortaya çıktılar. Bu fizikçiler, yani François Englert ve Robert Brout; Peter Higgs; Gerald Guralnik, C. R. Hagen, ve Tom Kibble’dan bugün sadece Peter Higgs’in adını biliyor olmamız, önerilen parçacığa ‘Higgs bozonu’ deniyor olması bilim dünyasındaki adaletsizliklerin öyküsü.

Her neyse, konuyu dağıtmadan devam edelim: Bu fizikçiler, parçacıklara, hiç değilse bazı parçacıklara kütle kazandıran bir mekanizmanın matematiğini yazdılar. ‘Higgs Bozonu’ veya ‘Higgs Alanı’ işte bu matematiğin bir sonucu.Parçacıklar bu ‘alan’ın içinden geçerken kütle kazanıyordu. Bu mekanizmaya da ‘Higgs mekanizması’ deniyor.Ancak, matematiğin, saf teorinin bir şeyi öngörmesi başka, onun kanıtlanması başka.

En meşhur örnek, Einstein. Onun yüzyıldan da fazla zaman önce teorik olarak, salt matematikle öngördüğü hemen hemen her şey daha sonra deneysel yöntemlerle kanıtlandı. Buna kütle çekim kuvvetinin ışığı bükmesi de dahil, maddenin enerjiye dönüşmesi, yani atom bombası da dahil.İşte dün Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi CERN’de izlediğimiz sunum da, taa 48 yıl önce teorisi yapılmış, 28 yıl önce nasıl bir deneyle kanıtlanacağı yazılmış olan Higgs bozonunun varlığı deneysel yöntemle de kanıtlandı.

Yani artık, kütlenin nasıl oluştuğunu kesin biçimde biliyoruz. Kütle dediğiniz de bizleriz, dünyamız, etrafımızdaki her şey, evrende görebildiğimiz her şey.Doğanın bir Higgs mekanizması olmasaydı bunların hiçbiri, hiçbirimiz olmazdık.İnsanoğlunun sonsuz merakı bir zafer daha kazandı, doğayı biraz daha fazla anlıyoruz artık. Bu da az buz bir şey değil.

Higgs’i Bulmak Neden Bu Kadar Zor ve Uzun Oldu?

ASLINDA ‘parçacık’ kelimesi insanda doğal olarak elle tutulur bir şey izlenimi bırakıyor. Oysa, güneşin bizi ısıtmasını, aydınlatmasını sağlayan fotonlar da ‘parçacık’ ama elle tutulabilir, kütlesi olan bir şey değiller. Parçacık dendiğinde gözde bir şey canlandırmak zor. Higgs denince daha da zor. Çünkü Higgs aslında artık eskisi kadar var olmayan, varlığına çok ihtiyaç duyulmayan bir şey. Üstelik, elle tutulur bir şey olma anlamında ‘parçacık’ da değil. Belki bir enerji alanı.Ve öyle bir alan ki, kütle kazanmaya çalışan parçacıklarla ilişkiye girdiği anda yok oluyor. Kendi varlığını bir anlamda o parçacığa kütle olarak hediye ediyor.

Ayrıca, az önce söylediğim şey var: Higgs’e bugün doğada eskisi kadar çok ihtiyaç yok.İşte o yüzden, bilim insanları Higgs’in varlığını kanıtlayabilmek için Higgs’e en çok ihtiyaç duyulan dönemin, yani Büyük Patlama’nın şartlarını labaratuvar ortamında oluşturmalıydı.

Bunu söylemek dile kolay. Avrupa’nın böylesi bir proje için 10 milyar dolarını ve 25 yıldan fazla zamanını vermesi gerekti. Bu iş için çalışan ve Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’na ‘makine’ diyen onbinlerce fizikçinin milyonlarca saati, emeği de cabası.Neyse ki, insanoğlunun merakı bütün bu maddi zorluklara, uzun bekleyiş sürelerine vs galip geldi. Bugün, Higgs mekanizmasının varlığını hemen hemen kanıtlamış bulunuyor insanlık. Bundan sonra Higgs mekanizması alanında yapılacak çalışmalarla bilim çok daha ileri gidecek.

Parçacık Fiziğinde ‘Kanıt’ İşi Biraz Karışık

Bilmiyorum aranızda fizikçi veya matematikçi olmadığı halde CERN’de yapılan basın toplantısını canlı yayında izleyen oldu mu?O basın toplantısında, aynı deneyin ürettiği verilere farklı farklı açılardan yaklaşan iki devasa (her biri 10 bin kişiye kadar genişliyor) grubun sunumları yapıldı. Önce CMS sözcüsü geldi, ardından da ATLAS.Her iki sözcünün de açıklamalarının önemli bir bölümünü eldeki verileri nasıl ele aldıkları oluşturdu.

Bir kere Higgs doğrudan gözlenemiyor. Higgs oluştuktan çok kısa bir süre sonra bozunduğu için deney grupları bu bozunmanın sonuçlarına bakıyorlar. Bozunma sırasında ortaya çıkan yeni parçacığa, enerjiye yani.Doğrudan gözleyemediğimiz bir olgu için ilk dolayımlama bu.

Aslına bakacak olursanız Higgs’in bozunmasının sonuçlarını da tam olarak doğrudan gözlüyor sayılmayız. O yüzden, çeşitli ‘kanallar’ açılıyor, farklı enerji/kütle düzeylerine farklı biçimlerde bakılıyor, leptonlara, Z bozonlara, ZZ bozonlara, W bozonlara vs bakılıyor.İkinci seviye dolayımlama da bu.

Derken birbirine benzeyen ‘olay’lar derleniyor. Aynı enerji seviyesinde aynı cinsten bir bozunma olup olmadığına yani. Bunların da sayısı önemli.Büyük Hafron Çarpıştırıcısı ya da CERN’deki adıyla ‘makine’ milyonlarca, hatta milyarlarca çarpışmaya neden oldu. Sayının çok olması önemli. Çünkü, anlatmaya çalıştığım dolayımlamalar yüzünden ve atomaltı parçacıklar evreninin doğası gereği her şey olasılık teorisiyle hesaplanıyor.

CMS sözcüsü, inceledikleri kanallardan birinde 5.1 sigma ‘güven düzeyi’ni yakaladıklarını söylediğinde salonda alkış koptu. Ama aynı sözcü sunumunun en sonunda bütün kanallar ortalamasının 4.9 sigma olduğunu söyledi, biraz ümit kırdı. O yüzden sözcü, ‘Higgs’i bulduk’ diyemedi, onun yerine ‘Yeni bir parçacık bulduk’ dedi. Buna karşılık ATLAS sözcüsü, bütün kanalların ortalamasını 5 sigma olarak açıkladığında, salonda sunumu izleyen Peter Higgs’in gözleri doldu, büyük bir alkış koptu.

Peki Nedir 4.9 Sigma İle 5 Sigma Arasındaki Fark?

Şöyle söyleyeyim: Bir şeyin ‘güven düzeyi’nin 4.9 sigma olması, onun yüzde 99.9999 seviyesinde güvenli olması anlamına gelir. Ama fizikçilere bu yetmiyor. 5 sigma ise yüzde 99.9999426697 kadar güvenli olması anlamına geliyor.

5 sigmalık güven düzeyinin bir başka anlamı da şu: 3 milyon defa meydana tekrar edilecek bir deneyde bu seviyede bir sinyal sadece 1 kez tesadüfen ortaya çıkabilir. O kadar.Aradaki fark bu. Buna kanıt deniyor.



Kaynak : CNN (05 Temmuz 2012,10:37)
Son düzenleyen nötrino; 13 Şubat 2016 10:10
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
8 Temmuz 2012       Mesaj #230
Avatarı yok
Yasaklı
Hawking, Higgs Bozonu İçin 100 Dolar Kaybetti

Bilim dünyası, 21’inci yüzyılın en büyük keşiflerinden birine imza attı. Higgs Bozonu’na işaret eden yeni bir atomaltı parçacığın bulunması evrenin sırlarının çözülmesinde büyük bir atılım olarak kabul edilirken, ünlü fizikçi Stephen Hawking’e 100 dolara mal oldu. Avrupa Nükleer Araştırma Organizasyonu (CERN), İsviçre’de düzenlenen konferansta tarihi bir açıklama yaparak Higgs Bozonu’na işaret eden yeni bir parçacık keşfettiklerini açıkladı. Ancak bu açıklama, parçacığın henüz bulunmadığını düşünen ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking’e 100 dolarlık bir bahis kaybettirdi.

Hawking, evrenin oluşumunu açıklamaya çalışan Standart Model’in cevapsız kalan sorularını cevaplacağına inanılan parçacağın keşfedildiğine dair açıklamanın ardından, Higgs Bozonu teorisini 50 yıl önce ortaya atmış ilk kişi olan Peter Higgs’e Nobel Ödülü verilmesini istedi.70 yaşındaki Hawking, “Eğer keşfedilen parçacığın ortaya koyduğu özellikler bilim insanlarının öngördüğü gibiyse, bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz deneylerin hepsini açıklayan parçacık fiziğinin standart model teorisi için çok büyük bir kanıt elde edilmiş olacak” dedi.

Cambridge Üniversitesi’de geçmişte akademisyen olarak görev alan Hawking, Higgs Bozonu’nun bulunup bulunmayacağı konusunda bahse girdiğini ve 100 dolar kaybettiğini söyledi. BBC’ye röportaj veren Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastası Hawking, “Yeni bir parçacığın bulunması çok önemli bir gelişme ve Peter Higgs’e Nobel Ödülü’nün getirmeli” dedi. Hawking, “Ancak bu bir bakımdan üzülünecek bir durum. Çünkü fizikteki çok büyük atılımlar her zaman bizim beklemediğimiz sonuçlar veren deneylerde yaşandı. Bu yüzden, Michigan Üniversitesi’nden Gordon Kane ile parçacığın bulunmayacağına dair 100 dolar bahse girmiştim” dedi.

30 yıldan bu yana gerçekleştirilen deneylerde kuramsal atomaltı parçacıkların var olduğuna dair delil elde edilmeye çalışılıyordu. Fransa-İsviçre sınırında, yerin 100 metre altında inşa edilen 26 kilometre uzunluğundaki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC), bu delili bulmak için tasarlanmıştı. 10 milyar dolarlık dev makine, en sonunda beklenen sonucu bilim dünyasına sundu.


Kaynak : NTVMSNBC (05 Temmuz 2012,13:19)

Benzer Konular

8 Ekim 2017 / Misafir Bilgisayar
28 Kasım 2016 / Hi-LaL Tıp Bilimleri
30 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
10 Kasım 2008 / Ziyaretçi Taslak Konular