Arama

Evrim Teorisi Nedir? Evrim Teorisi Hakkında Genel Bilgiler - Sayfa 3

Güncelleme: 21 Temmuz 2013 Gösterim: 63.610 Cevap: 32
tersinim - avatarı
tersinim
Ziyaretçi
29 Ekim 2010       Mesaj #21
tersinim - avatarı
Ziyaretçi
Bir Deli Bir Kuyuya Bir Taş Atar Kırk Akıllı Çıkaramaz. (Atasözü)
Sponsorlu Bağlantılar


=Evrim teorisi savunucularının dinmez baş ağrılarından=
İlk Canlı Hücresinin Nasıl Oluştuğu Sorunu


Evrim teorisinin temelini canlıların zaman içinde, rastlantılarla ve pozitif yönde değişim (evrim) geçirdiklerini; bu gün hayranlık ve şaşkınlık içinde izlediğimiz milyonlarca cins, tür ve çeşitteki canlıların evrimsel mekanizmalar sayesinde meydana geldikleri varsayımı oluşturur. Bir Yaratıcı İrade’nin varlığını kesin bir dille ret ve inkar eder.
Teorinin kurucusu ve duayeni Charles Darwin Türlerin Kökeni ismini verdiği meşhur kitabında evrim mekanizmaları konusunda uzun uzun açıklamalarda bulunmasına, kanıtlar göstermeye çalışmasına rağmen ilk canlı hücresinin nasıl oluştuğu konusunda herhangi bir bilgi vermez. Bu konudaki tek açıklaması dostlarından Asa Gray’a yazdığı mektuptadır. Darwin bu mektubunda ilk canlı hücresinin bir sıcak su havuzunda rastlantılarla oluştuğunu yazar.
Fakat bilim ve teknoloji ilerledikçe bir canlı hücresinin sırları ağır aksakta olsa çözülmeye başlandıkça, bir canlı hücresinin insanoğlunun tarih boyunca karşılaştığı en kompleks yapı olduğu, böyle kompleks bir yapının sellerin sıcak su havuzlarına sürükleyip getirdikleri çerçöplerden rastlantılarla oluşamayacağı anlaşılınca bu varsayım büyük bir darbe almıştır.
Evrim savunulacaksa her şeyden önce savunucuları tarafından bu soruya (canlılığın nasıl başladığı sorusuna) şöyle ya da böyle bir cevap vermek zorunluluğu vardır. Aksi halde teori temelsiz kalır.
Evrim teorisi savunucuları genelde yaptıkları bu konuyu da basite indirgeyerek açıklamaya çalışmışlardır. Onlara göre rastlantılarla ilk oluşan kompleks bir hücre değil basit bir biomoleküldür. Canlı hücresi bu biomolekülün zaman içinde evrimleşmesi sonucu bu gün hayranlık ve şaşkınlık izlediğimiz kompleks canlı hücresini oluşturmuş diğer canlılarda bu hücrenin aşamalı evrimi sonucu meydana gelmişlerdir.
Fakat bu basite indirgeme görünüşte ilk canlı hücresinin nasıl oluştuğunu açıklar gibi görünse de pek çok mantık hatalarıyla doludur. Evrim teorisi savunucuları bu basite indirgemeyi yaparken şu soruları kendilerine sormalıydılar.
Rastlantılarla oluştuğu kabul edilen bu basit biomolekül:
1)-Beslenmeyecek midir?
2)- Atıkları vücudundan atmayacak mıdır?
3)-Aldığı besinleri enerjiye (ATP enerjisine) çevirmeyecek midir)
4)-Kendini zararlılardan korumayacak mıdır?
5)-Üremeyecek midir?
Canlılığa mahsus bu özellikler onlarcaya çıkarılabilir ve hepside yaşamın oluşumu ve devamlılığı için olmazsa olmazlardandır. Bir canlı hücresi bütün bu özellikleri alt mekanizmalarıyla birlikte eksiksiz ve bir bütün olarak sahip olmak zorundadır. Diğer ifade ile rastlantılarla ilk oluştuğu iddia edilen basit biomolekül kompleks bir hücredir.
Gördüğünüz gibi evrim teorisi savunucuları ilk canlı basit biomoleküllerdi, daha sonra evrimleştiler varsayımı ortaya atarken bir kez daha akıl, mantık ve bilim dışına çıkmışlar, baltalarını bir kez daha taşa vurmuşlardır.




tersinim - avatarı
tersinim
Ziyaretçi
29 Ekim 2010       Mesaj #22
tersinim - avatarı
Ziyaretçi
Bir Deli Bir Kuyuya Bir Taş Atar, Kırk Akıllı Çıkaramaz.(Ata sözü)

Sponsorlu Bağlantılar
DARWİNİN VE YANDAŞLARININ SAÇMALIKLARINDAN BİR DEMET

Darwin türlerin Kökeni kitabında canlıların evrimi konusunda elimizde yazılı soyağaçları bulunmadığı için soy ortaklığını çeşitli benzerliklerden çıkarmak zorundayız diye yazar. Diğer ifade ile canlılardaki soy ortaklığının en büyük belirtisi canlılar arasındaki benzerliklerdir. Nitekim insanların primatlardan evrimleştiği varsayımı (primatların bir alt filum olan tetrapodlarla evrimsel bir bağ kurulmamasına, bu nedenle kökenlerinin bilinmemesine rağmen) bu öngörüye dayanır. Diğer ifade ile evrim teorisine göre insanlarla primatlar bazı yönlerden benzeşiyorlarsa gelişkin tür daha az gelişkin olan türden evrimleşmiştir.
Charles Darwin’in ortaya attığı teorinin özünü ifade eden Türlerin Kökeni kitabı pek çok bilimsel tezatlar ve hatta saçmalıklarla doludur. Darwin akıl almaz bir mantıkla şunları yazabilmektedir.
-Balıkların yüzme kesesi buna güzel bir örnektir. Çünkü aslında bir tek amaç için yani yüzmek için yapılmış bir organ çok farklı amaç için yani solunum için değiştirilebilmesi gibi pek önemli bir olguyu açıkça göstermektedir.
Yüzme kesesi belirli balıklarda işitme organına yardımcı olmaktadır. Bütün fizyologlar yüzme kesesinin konum ve yapı bakımından yukarı omurgalı hayvanların akciğerleriyle kökendeş ya da benzer amaçlı olduğunu kabul etmektedirler. Bundan dolayı yüzme kesesinin gerçekten akciğerlere ya da yalnız solunum amacıyla kullanılan bir organa dönüştüğünden şüphe etmek için hiç bir gerekçe yoktur.

Darwin’in yukarıdaki akıl almaz, bilim dışı cümlelerini okuyan bir kişi büyük bir şaşkınlıkla balıklardaki yüzme kesesinin zamanla akciğerlere dönüştüğü konusunda çok ciddi bilimsel bulguların, kanıtların olduğunu zanneder. Aklı başında ayrıca teori sahibi bir bilim insanının böylesine bir iddiada bulunabilmesi için küçükte olsa bazı bilimsel kanıtlara, bulgulara ihtiyaç duyacağı açıktır. Fakat Darwin teorisini aklınca kanıtlamak için bu gereksinimini aklının ucundan bile geçirmez. Fakat bilim varsayımları gösterilen kanıtlar göre değerlendirir.
Balıklarda bulunan basit bir hava keseciğinin sıcakkanlı canlılarda bulunan ve basite indirgenemez kompleks yapılar sergileyen ayrıca tüm yaşamsal organlarla olmazsa olmaz ilişkilerin olan bir organa dönüşmüş olabileceği varsayımının bilimsellik bir yana insan hayal gücünü de aşan bir saçmalık olduğu açıktır. Bu konuda yorumu bilimsel ahlak sahibi okuyuculara bırakıyoruz.

Darwin'in, bu sınırsız değişim fikrini en iyi ifade eden bilimsel kanıtlardan çok derin ve sınırsız bir hayal gücüyle ifade bulan Türlerin Kökeni'nde yazdığı şu cümlelerdir.
-Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum.
Bu cümleyi Charles Darwin’i tanımayan ve canlılar konusunda en küçük bir bilgisi olmayan bir kişiye okur ve fikrini sorarsanız aldığınız cevap muhtemelen; bu satırları yazan kişi hem ayıları, hem de balinaları bilmiyor olacaktır.
Gerçekten de elimizde yazılı soyağaçları bulunmadığı için soy ortaklığını çeşitli benzerliklerden çıkarmak zorundayız diye yazan ve bilim adamı olması gereken bir kişinin balinaların ayılardan evrimleşebileceği, bu konuda herhangi bir zorluk görmemesini açıklaması ve bu saçmalığı teorisine kanıt olarak göstermeye çalışması hayli ilginç ve ibret vericidir.
Darwin’in mantığına göre canlılar arasındaki soy ortaklığının benzerliklerden çıkarılması gerektiği düşünülürse iki canlı arasındaki soy benzerliğinin tespitinde ayılarla balinalar arasındaki benzerliklerin göz önüne alınması gerekecektir.
Bütün içten ve gayretli çalışmalarımıza rağmen ayılarla balinalar arasında her iki canlının doğurarak çoğaldıkları, yavrularını emzirdikleri, balinaların suda yaşadıkları, ayıların ara sıra suya girdikleri, ciğerleriyle nefes aldıkları, sıcakkanlı oldukları dışında benzerlik bulamadık. Fakat benzersizlikler binlercedir.
Okuyucunun balinaların ayılardan evrimleşebileceği konusunda herhangi bir zorluk görmeyen Darwin mantığını daha iyi kavraması ve doğru karar verebilmesi için iki canlı arasındaki benzersizliklerden bir kaçını aşağıya alıyoruz.

a)-Balinalar sadece denizlerde yaşar. Ayılar ise ihtiyaç duyduğunda suya girer. Hem karada hem suda yaşar.

b)-Orkalar (katil balinalar) dışındaki tüm balinalar plankton denilen küçük canlılarla beslenirler. Evrim teorisine göre planktonla beslenenler orkalardan evrimleşmiştir. Ayılar ise hem otçul, hem etçildir. Otlardan ağaç yapraklarına, böceklerden balıklara kadar çok geniş bir besin yelpazesi vardır.

c)-Ayılar karasal hayvanlar en güçlülerinden biridir. Özgür güçlü ve hızlıdırlar. Hemen, hemen doğal düşmanları yoktur.

d)-Ayıların vücutları sık tüylerle kaplıdır. Balinaların vücutlarında ise tüy yoktur.

e)-Ayıların dört ayağı, ayaklarında son derece kullanışlı pençeler vardır. Balinalar ise bunlardan mahrumdur.

f)-Ayı ve balinaların fizyonomilerinde en küçük bir benzerlik yoktur.

Yukarıda yazdığımız gibi iki canlı arasındaki benzersizlikler öylesine çok ve derindir ki birbirlerinden evrimleştiklerini iddia edebilmek için ancak Darwin gibi hayal gücü sınırsız olmak ve bilimin gösterdiklerini bir kenara bırakmak, teorisini savunmak ve kanıtlamak için akıl, mantık, vicdan ve bilimsel ahlak dışı sınırsız bir hırsa sahip olmak gerekir. Balina ve ayılar konusunda daha derin ve geniş bilgi almak isteyen okuyucularımız ilgili bölümlere müracaat edebilirler.
Kendini bir doğa bilgini olarak takdim eden ve bu konuda bir teori hazırlayan bir kişinin hem ayıları hem de balinaları bilmiyor olması, öyle görünmesi hem garip hem de ilginçtir.
Charles Darwin teorisini kurgularken çelişkilere düştüğünün genelde farkındadır.
Maymun vücutlarının kıllı fakat maymunlardan evrimleştiği iddia edilen insan vücutlarının niçin kılsız olduğunu açıklama konusunda ortaya attıklarıyla kendisi bakınız nasıl çelişiyor:
-Erkekte kılların özellikle göğüste ve yüzde ve her iki eşeyde kol ve bacakların gövdeye bitiştiği yerlerde alıkonmuş olması insanın kıllarını dik durmaya başlamadan önce yitirdiği varsayımına uygun olarak böyle bir sonuç çıkarılabileceğini göstermektedir. Çünkü bu gün en kıllı olan kesimler o zaman güneşten en iyi korunmuş olmak gerekir. Bununla birlikte başın saçlarla kaplı olması dikkate çeken bir ayradır. Çünkü baş her zaman güneşin etkisinde en çok kalan parçalardan biri olmakla birlikte sık saçlarla kaplıdır. Ne var ki insanı da içine alan maymunlar takımının öbür üyeleri çeşitli sıcak bölgelerde yaşamakla birlikte kıllarla kaplıdır ve kılların genellikle en sık olduğu yer sırt kesimidir. Bu insanın güneşin etkisi ile çıplaklaştığı varsayımını çürütmektedir.

Maymun ve daktilo hikâyesi: Evrim teorisi taraftarlarına göre eğer evrim mekanizmaları düzgün işlerse daktilo başına oturmuş, tuşları rast gele basan bir maymun zaman içinde insanlık tarihini eksiksiz yazabilir. Bu varsayımın evrim teorisi savunucularının akıl, mantık ve bilim dışı garipliklerinden bir başkası olduğu açıktır. Şart olarak öne sürülen düzgün işlemesi gereken evrim mekanizmalarından kasıt doğal seleksiyon ve mutasyonlar olmalıdır. Bu mantığa göre maymunun daktilo tuşlarını rast gele basması mutasyonların yerine geçmekte basılan harflerden işe yarayanların seçilmesi ise doğal seleksiyon olmaktadır.
Fakat bu varsayım faydalıların seçilmesi için amacın en baştan bilinmesi gerekliliği ilkesine terstir. Eğer siz ne yazacağınızı, ne yapacağınızı en baştan bilmezseniz rastlantılarla elinize geçenlerden işinize yarayacakları bilip seçemezsiniz. Örneğin maymun rast gele İ harfini bassa İ harfinin insanlık yazarken gerekli olduğu bilinmediğinden diğer harflerden farkı olmayacak, dolaysıyla seçilip, biriktirilmeyecektir.
Bilim insanı olduklarını varsaydığımız bazı kişilerin evrimsel mekanizmaların seçici özelliklerinin olduğunu, dolaysıyla amaç bilinmeden seçimin yapılabileceğini öne sürerler. Sürerler ama bu seçiciliğin ne olduğunu bir türlü açıklayamazlar. Bilimsel libaslar giyinmiş kimi kişilerin bu tür saçmalıkları tartışması ve hatta yadsınamaz gerçekler kabul etmesini ibret verici buluyor, esefle karşılıyoruz.

Hurda deposuna düşen yıldırım hikâyesi: Evrim teorisine gönülden bağlanmış kimi evrim taraftarları hurda deposuna düşen bir yıldırımın evrim kuralları işlediği takdirde hurdaları çekip çevirerek zaman içinde tüm aksamlarıyla eksiksiz bir jumbo jet oluşturabileceğini varsayabilmektedirler.
Bu varsayım cansız maddelere mutasyon, doğal seleksiyon gibi evrim mekanizmaları uygulanamayacağından temelde zaten mantıksızdır. Fakat bir örnekleme olduğundan bu mantıksızlığı bir an için görmeyebiliriz.
Bu iddiayı ortaya atan evrimci bilim insanımızın bu konudaki varsayımı şöyledir.
-Tesadüf evrimde bir rol oynar (örneğin, rastlantısal mutasyonlar yeni özelliklerin oluşumuna yol verebilirler), ama evrim, organizmaları, proteinleri veya diğer birimleri oluşturmak için sadece tesadüfe dayanmaz. Tam tersine; evrimin temel mekanizması olan doğal seleksiyon, istenen (adaptasyon sağlayan) özellikleri korumak ve istenmeyen (adaptasyon sağlamayan) özellikleri elemek yoluyla tesadüfî olmayan bir değişim sağlar.
Fakat mutasyonların, ardından doğal seleksiyonun işlerlik kazanabilmesi için maddenin en azından en baştan basitte olsa bir düzenlilik oluşturması gerekir.
Düşen yıldırımın ve oluşturduğu kasırganın sağa sola savurduğu parçalar düzenlilikler oluşturabilir mi? Böyle bir düzenlilik oluşsa bile termodinamiğin ikinci kanununa göre zaman içinde bozuma uğrayacağından uzun evrim süreçlerinde varlığını nasıl koruyup evrimleşecektir? Bu sorular ve cevapları bu varsayımın can noktaları olur.
Böyle bir varsayımın işlerlik kazanabilmesi için en azından termodinamiğin ikinci kanunun tersine işlemesi kaçınılmazdır. Bu nedenle böyle bir iddia akıl mantık ve bilim dışı bir saçmalık olur.
Fakat bir evrimci varsayımı olan bu saçmalık sizleri şaşırtmasın. Çünkü aynı evrimciler yukarıda saçmalıktan yola çıkarak bir canlı hücresinin rastlantılarla sıcak su havuzlarında oluştuğunu iddia edebilmektedirler. Bu iddia bir önceki iddiadan binlerce kez daha zordur. Bu tür iddialar denize düşenin yılana sarılması misali evrim teorisi taraftarlarının teorilerini korumak için ne kadar çaresiz kaldıklarının bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır.
Philip Johnson'ın ifadesiyle, evrimcileri dinlerken ya da öngörülerini okurken saçmalık detektörlerini hep açık tutmak gerekmektedir.









tersinim - avatarı
tersinim
Ziyaretçi
17 Aralık 2010       Mesaj #23
tersinim - avatarı
Ziyaretçi
Evrim Teorisinin Bel Kemiklerini Kıran Bir Kaç Soru

Evrim teorisi bilimsel temellere dayandığı iddia edilirse de belirsizlikler ve kanıtsızlıklar üzerine kurgulanmıştır. Yanıtlanamayan, yanıtlanamadığı için zamana bırakılan öyle sorular vardır ki evrim teorisinin bel kemiklerini kırar. Bu sorulara verilen cevaplar genelde bilimsel kanıtlara dayanmaktan çok bilimi evrime uydurmaya yönelik hayal ürünü safsatalardır.
Bu sorular binlercedir. Bilim ve teknoloji geliştikçe, canlılığın sırları gün yüzüne çıktıkça bu sorular her geçen gün bir parça daha çoğalmaktadır. Bir bakıma bilim evrim teorisini aleyhine gelişmektedir.
Bu sorulardan bir kaçını aşağıya alıyoruz.

1)-Rastlantılarla ortaya çıktığı iddia edilen ilk biomoleküller beslenme, üreme, korunma gibi canlılık özelliklerine sahip değil miydi?

2)-Beslenme, üreme, korunma gibi canlılık özellikleri kompleks sistemlerdir. Az gelişmişleri, çeyrekleri, yarımları işe yaramaz. İşlevlik kazanması için eksiksiz oluşması gerekir. Bu kompleks sistemler rastlantılarla nasıl meydana geldi? İddia edilen ilk ilkel biomolekülün canlılık özelliklerine ve mekanizmalarına sahip olması gerekliliği onun tam bir canlı hücresi olduğunu kanıtlamıyor mu?

3)- Aynı dönemlerde ortaya çıkan prokaryot ve ökaryot hücreler arasında evrim mekanizmalarıyla asla açıklanamayan derin, geniş ve büyük yapı farklıkları için ne buyuruyorsunuz? Bu iki hücre arasındaki yapı farklılıkları öylesine büyük geniş ve derindir ki evrimcilerce ortaya atılmaya mecbur kalınan ökaryot hücreler prokaryot hücrelerden evrimleşti safsatası sadece ve sadece iki hücre arasında evrimsel bir bağ kurma amaçlıdır. Bilimsel hiç bir kanıta dayanmaz.

4)-RNA, DNA hücre çekirdeği rastlantılarla nasıl oluştu?

5)-Eşeysiz üremeden eşeyli üremeye nasıl geçildi? Eşeyli üreme bitkilerden hayvanlara milyonlarca canlı türü tarafından uygu-lanır ve hepside evrimsel bağ kurulamayacak kadar farklı yapılardadır. Ayrıca eşeyli üremede ayrı ayrı iki cins canlıya ihtiyaç duyulur. Bu canlıların cinslerine uygun olarak mükemmel ve eksiksiz olmaları gerekir. En küçük eksiklik ve aksaklık üremeyi durdurur. Bu mükemmel mekanizma milyonlarca canlı türünde rastlantılarla eksiksiz ve mükemmel olarak nasıl meydana geldi?

6)-Omurgasız canlılardan omurgalılara nasıl geçildi?

7)-Yumurtlayan soğukkanlı canlıklardan doğuran sıcakkanlık canlılara nasıl geçildi?

8)-Prekambriyen dönemde sadece ve seyrek olarak bazı omurgasızlar dışında herhangi bir fosil kaydı bulunmaz ama hemen ardındaki kambriyen döneminde yapı olarak birbirlerinden çok farklı canlılar aniden ve bol sayıda ortaya çıkarlar. Neden?

9)-Denizlerden karalara nasıl çıkıldı?

10)- Bir alt filumu olan tetrapodlarla primatlar arasındaki ara format canlıları nedir?

Not.Dünyanın belki de en güzel Peygamberler Tarihini www.tersinim.net sitesinde okuyabilir ve indirebilirsiniz.
tersinim - avatarı
tersinim
Ziyaretçi
6 Temmuz 2011       Mesaj #24
tersinim - avatarı
Ziyaretçi
Richard Dawkins Gen Bencildir kitabının önsözünde:

Şempanze ve insanın evrimsel geçmişlerinin yaklaşık yüzde 99.5 ortaktır. Yine de birçok mantıklı insan şempanzeye eğribüğrü, tuhaf bir yaratık olarak bakar ve kendisini Mutlak Yaradan’a ulaşmak yolunda bir basamak taşı olarak görür.

Evrimci için böyle bir şey olamaz. Bir türü diğer bir türden üstün kılacak hiç bir nesnel dayanak yoktur.

Şempanze ile insan kertenkele ile mantar hepimiz; üç milyar yıl kadar önce doğal seçilim olarak tanıdığımız bir süreç içinde evrimleştik.

Her tür içerisinde kimi bireyler diğerlerinden daha çok sayıda yaşamını sürdürebilen döl vermişlerdir.

Buna bağlı olarak da üreme bakımından başarılı olan bireyin kalıtsal özellikleri (genler) bir sonraki nesilde sayıca artmıştır diye yazar

= = = =

Dawkins Bencil Gen ismini verdiği kitabının hemen başında (önsözünde) yazdığı yukarıdaki cümleyi şempanzelerden insana olan evrimi birebir gözlemlemiş (inkar edilemez bir gerçek) gibi kesin bir dille yazmıştır.

Taraftarları için evrim en büyük gerçektir. Evrim ile çelişen, evrimi yalanlayan hiç bir bilimsel bulgu olamaz. Olursa bilimsel değildir.

Evrimciler genelde en baştan yaratılış teorisi öngörülerine kapılarını açılmamak üzere kapattıklarından kendilerini rastlantılarla oluşan varoluş düşüncesinin dar ve sığ hapishanesine kapatırlar, tek yönlü düşünmeye tek yönlü sonuçlar almaya zorlanırlar.

Akıl ve bilim dışı, genelde saçma fakat evrim paralelinde kimi varsayımları, hayal ürünü senaryoları yadsınamaz gerçeklermiş gibi kabul etmeleri ve savunmaları bu nedenledir.

Fark edileceği gibi bu mantık; (tek yönlü olduğundan) sert bir dille eleştirdiği; akıl, mantık ve bilim dışı olmakla suçladığı karşıt teorilerin mantığıyla temel yönünden aynıdır.

Bir bakıma karşıt teorileri, varoluşu yaratılışa indirgeyerek kolaycılığa kaçmakla suçlarken aynı büyük hatayı kendisi de düşmüş, varoluş rastlantılarla oluştu kolaycılığını kaçmıştır.

Fakat bilim kanıt ister.

Doğruluğu şüpheli varsayımları kesin gerçekler gibi kabul edip bulguları buna uygun yorumlar, kanıtlar diye akla, mantığa, bilime uymayan; genelde hayal ürünü şöyle oldu böyle oldu senaryolarını gösterirseniz bu bilimsel bir yaklaşım olmaz. Olsa olsa koyu bir taassup olur.

Tek yönlü düşünce ise taassup olarak tarif edilir ve bilimin en büyük düşmanıdır.

Materyalistlerin materyalizmi (tabiî ki evrim teorisini) bilimsellikten çıkarıp bir din haline getirmeleri bu nedenledir.

Dawkins gibi evrim teorisi taraftarları elbette ki insanların şempanzelerden evrimleştiğini (ve diğerlerini) inanabilirler. Buna ne bizim, ne de bir başkasının herhangi bir itirazı olamaz. İnanç özgürlüğünü yürekten inananlardanız.

İtirazımız Dawkins’in inancını bilimsel bir gerçekmiş gibi gösterme çabalarınadır.

Henüz kanıtlanmamış varsayımları inkârı mümkün olmayan gerçeklermiş gibi kabul edip, bulguları bunlara uygun yorumlarsanız; keskin dillerle eleştirdiğiniz, yobazlık olarak tarif ettiğiniz tek yönlü düşüncenin, diğer ifade ile taassubun en koyusunun içine düşmüş olursunuz.

Eleştirdiğiniz, yobazlıkla, geri kafalılıkla suçladığınız kişilerden bir farkınız olmaz.
Dawkins’in yukarıdaki ifadesi evrimcilere özgü bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatının klasik bir örneğidir.

Kesinlik ifadeli bir üslupla yazılmıştır ama (bilimsel bulgulara dayanmadığından) genelde hayal ürünü senaryoların bileşkeleridir.

Gerçekten de insanlar şempanzelerden mi evrimleşti?

Dawkins gibi taassup sahibi evrimcilerin bu soruya verdikleri cevap kesin bir evettir.

Bunda (kendilerine göre kanıtlar ortaya koyduklarından) en küçük bir şüpheleri dahi yoktur.

Fakat aklı başında, bilimsel tarafsızlığını yitirmemiş gerçek bilim insanları yukarıdaki soruyu (önemi nedeniyle) yanıtlarken çok derin düşünürler, konuyu enine boyuna irdelerler, daha da önemlisi gerçek bilimsel kanıtlar ararlar.

Hayal ürünü, genelde şöyle oldu böyle oldu edebiyatı olan sahte kanıtlara itibar etmezler.

Eğer bilimsel kanıtlarla desteklenmiyorsa varsayımlar gerçek olamazlar. Olsa olsa bir teori yada da hipotezdirler.

Gerçek olmayanları inkarı mümkün olmayan gerçeklermiş gibi tanımlamak, daha da kötüsü diğer bulgulara gerçekliğinden şüpheli bir varsayımı bir mihenk taşı olarak
kullanıp değerlendirmek çok büyük hata ve hatta bilime ihanet olur.

Bütün mantıksızlığına rağmen evrime inanan taassup sahibi bazı kişiler dışında bu varsayıma (bilimsel kanıtlara dayanmadığından) aklı başında hiç kimse
inanmaz.

Bunun nedeni de şempanzelerle insanlar arasında aşılması mümkün olmayan pek çok engellerin olmasıdır. Her iki canlı ayrı ayrı türlerdir.

Dawkins’e (ve diğer evrimcilere göre) insanların şempanzelerden evrimleştiğinin en büyük kanıtı %99’a varan genom benzerliğidir.

Yukarıdaki genom benzerliği oranını doğru, gen sayısını 5 milyar kabul edersek şempanzelerle insanlar arasındaki farklılık (toplam gen sayısının yüzde biri) elli milyon olur.

Elli milyon farklılıkta maymunlarla insanlar arasındaki farklılıkların tümünü rahatlıkla ifade eder.

Kaldı ki fiziksel benzerlikleri olan iki canlının genom benzerliğinin olması son derece doğaldır.

İlginç olan ise insanla yaşamın yakın geçmişinde (örneğin on milyon yıl öncesinden) evrimsel yönden herhangi bir bağlantının olmadığı canlılarla yüksek
denebilecek oranlarda (örneğin nematod solucanlarıyla %60) genom benzerliğinin olmasıdır.

Bu konuda kangurulardan tutun da ahtapotlara kadar pek çok örnekler verilebilir.
Evrimci öngörülerini doğru kabul edersek bütün bu canlıları maymunsulardan sonra insanların evrimsel yönden en yakın akrabaları kabul etmemiz gerekecektir.

Ayrıntılı bilgi isteyen okuyucularımız insanın evrimi bölümündeki yazıları göz atabilirler.

Canlılar arasındaki yapısal benzerlikler tüm canlıların aynı malzemeden (karbon temelli seksen element ve bileşiklerinden) var edilmiş olmaları nedeniyledir.
Tüm evren (varsa diğer canlılar) bu elementlerden oluşmuştur. Bunun başka bir yolu yoktur.

Kimi canlılar arasındaki anatomik benzerlikler (örneğin organ banzerlikleri) benzerlikler oranını artırabilir.

İnsan maymun genom benzerliği dış görünüş benzerliği kadar benzer organlara sahip olmamız nedeniyledir.

Bir evrimci benzerliklerin evrime kanıt olduğunu ısrarla vurgular. Böylesine basit bir
gerçeği evrime kanıt olarak göstermek ancak olayları tek yönlü bakma alışkanlığında olan evrimci mantığıyla mümkün olabilir.

Fakat öyle durumlar vardır ki hiç bir benzerlik olmadığı halde evrimsel bir bağın kurulması gerekir.

Bu gerçekte benzerliklerin evrime kanıt olduğu varsayımını temelden çürütür.
Çünkü yaşamın temelleri olması gereken prokaryot ve ökaryot hücreler arasında en küçük bir benzerlik dahi yoktur.(Prokaryot ökaryot hücreler bölümüne bakınız)

Genom benzerlikleri üzerine yapılan araştırmalar evrim teorisini rahatlıkla alt üst edebilecek sonuçlara ulaşmıştır. (ilgili konulara bakınız)

Tersinim teorisinin bu öngörüsü bilimsel gerçeklerle birebir uyuşur.

Devamı Var

Devamı VarDevamı var.
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
8 Temmuz 2011       Mesaj #25
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Vikipedi, özgür ansiklopedi

"Evrim hem bir teori hem de bir olgudur (bilimsel bir gerçektir)" şeklindeki ifadeye, biyoloji literatüründe sıkça rastlanır.Bu ifade evrimin iki şekilde kullanılması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. "Evrim olgusu" ile kast edilen, bilimsel gözlemler ve deneyler ile meydana geldiği görülmüş olan, biyolojik organizma topluluklarındaki değişimlerdir. "Evrim teorisi" ile kast edilen ise bu değişimlerin nasıl meydana geldiğinin günümüzdeki bilimsel açıklaması olan modern evrimsel sentezdir. Bu terimlerin yanlış kullanılması ve yanlış anlaşılması, evrim teorisinin doğruluğuna karşı çıkan görüşleri temellendirmek için kullanılmıştır.
Olgu ve teori arasındaki ayrım, evrimin incelenmesine mahsus değildir. Yer çekimi kanunu, kütlesi olan maddelerin birbirini çektiğini söyleyen bilimsel bir olgudur, lakin kütlesi olan maddelerin birbirini nasıl çektiğini açıklamaya çalışan farklı yer çekimi teorileri vardır. Bu yönüyle, yer çekimi hem bir bilimsel olgu hem de bir bilimsel teoridir.
Genelde "evrim" kelimesi yalnız olarak kullanıldığında, söz konusu olguların ve bunları açıklayan teorinin birleşimini ifade eder. Yine de "evrim" kelimesi bu ikisinden yalnızca birini ifade etmek için de sıkça kullanılır, bu yüzden yazarın kast ettiği anlamı belirlemek için dikkatli olmak gerekebilir.

Evrim, olgu ve teori

Evrim hem "olgu ve teori", hem "teori olmayan olgu" ve hem de "bir olgu olmayan, yalnızca bir teori" olarak nitelendirilmiştir. Bu, tartışmayı zorlaştıran bir terminolojik karışıklığı gösterir. "Evrim", "olgu" ve "teori" terimlerinin anlamları aşağıda açıklanmıştır.

Evrim


Genellikle evrim basitçe, organizma topluluklarının bir nesli ile sonraki arasında görülen, vasıflardaki veya gen sıklıklarındaki değişimler olarak tanımlanır. Bununla birlikte, "evrim" genelde şu iddiaları da içerecek şekilde kullanılır:
  • Yalıtılmış toplulukların vasıf oluşumlarındaki farklar, nesiller sonra yeni türlerin oluşumuyla sonuçlanabilir.
  • Bugün yaşayan tüm organizmalar ortak bir atadan (veya ataç gen havuzundan) gelmektedir.
Douglas Futuyma'ya göre:


« Biyolojik evrim çok küçük veya oldukça büyük olabilir; bir topluluktaki farklı alellerin (kan gruplarını belirleyenler gibi) oranlarındaki küçücük değişikliklerden en eski proto-organizmalar ile salyangozlar, arılar, zürafalar ve karahindibalara kadar peş peşe olan başkalaşımlara kadar her şeyi kapsar. »
"Evrim" terimi ayrıca, özellikle "teori" olarak kullanıldığında, daha geniş olarak doğal seçilim ve genetik sürüklenme gibi süreçleri de içerecek şekilde kullanılır.

Olgu

Olgu, genelde bilim adamlarınca deneysel verileri ya da nesnel doğrulanabilir gözlemleri ifade etmek için kullanılır. "Olgu" ayrıca daha geniş manada çok kuvvetli delillere sahip herhangi bir hipotezi belirtmek için de kullanılır.
Evrim çok kuvvetli bir şekilde delillerle doğrulanması bakımından bir olgudur. Genellikle, Dünya'nın Güneş etrafında dönmesi nasıl bir olguysa evrimin de öyle bir olgu olduğu söylenmektedir.H. J. Muller, "One Hundred Years Without Darwin Are Enough(Darwin'siz Yüz Yıl Yeter)"den olan şu alıntı hususu açıklamaktadır.

Spekülasyon, hipotez, teori, kanun ve olgu arasında yalnızca, fikrin olasılık derecesi yönünden değişken bir ölçekteki farktan söz edilebilir, kesin bir çizgiden söz edilemez. Bir şeyin bir olgu olduğunu söylediğimizde, olasılığının çok yüksek olduğunu söyleriz; öylesine yüksek ki hakkındaki şüphe bizi rahatsız etmez ve buna uygun davranmaya hazırızdır. İşte olgu teriminin tek uygun kullanımı olan bu kullanıma göre evrim bir olgudur.

ABD Ulusal Bilimler Akademisi de benzer bir açıklama getirmektedir:
Bilim adamları genelde "olgu" kelimesini bir gözlemi belirtmek için kullanır. Ancak bilim adamları, olguyu ayrıca, çok defa denenmiş veya gözlemlenmiş ve artık denemeyi veya örnekler aramayı gerektirecek zorlayıcı bir sebep kalmamış herhangi bir şey anlamında da kullanabilir. Evrimin oluşmuş olduğu, bu bağlamda bir olgudur. Artık deliller çok kuvvetli olduğundan, bilim adamları değişimle türemenin oluşup oluşmadığını sorgulamıyor.Bilim felsefecileri hiçbir şeyi mutlak bir kesinlikle bilmediğimizi iddia etmektedirler. Doğrudan gözlemler bile "teorilerle bezenmiş", algılarımızla ve kullanılan ölçü aletleriyle ilgili varsayımlarımıza bağlı olabilir. Bu bakımdan hiçbir olgu kesin değildir.


"Teori"
  • Bir bilimsel teori, gözlemleri açıklayan ve denenebilir tahminler yapmaya açık, sağlam gerekçelere dayalı olan, birbirine bağlı ifadeler bütünüdür.
Bilimsel teoriler, gözlemlenebilir verilerin uyumlu olduğu sağlam bir yapıyı belirtir. "Evrim teorisi" de türlerin zaman içinde gözlemlenen değişimlerini en iyi açıklayan ve evrimsel biyoloji ile ilgili bilimlerde yapılmakta olan yeni gözlemleri en iyi öngören yapıdır.

"Teori" kelimesinin bilimsel tanımı günlük dildeki anlamından farklıdır. Günlük dilde "teori", olgulara dayanmak zorunda olmayan veya denenebilir tahminlere açık olması gerekmeyen bir varsayım, bir fikir ya da bir spekülasyon anlamına gelebilir. Bilimde ise teorinin anlamı daha kesindir: Bir teori gözlemlenmiş olgulara dayanmalı ve denenebilir varsayımlara açık olmalıdır.
Bilimde mevcut bir teori, aynı derecede veya daha çok kabul edilebilir bir alternatif teorisi olmayan ve yanlışlanamayan bir teoridir. Diğer bir deyişle, bugüne kadar çelişen bir gözlem olmamış ve tabii ki yapılmış olan her gözlem teoriyi ya desteklemiş ya da en azından teoriyle tamamen çelişip, teoriyi yanlışlamamıştır. Eğer yeni gözlemler mevcut teoriyle çelişiyorsa, mevcut bulgular yeni bir açıklamaya gerek duyduğundan(bkz. paradigma değişimi), mevcut teorinin gözden geçirilmesi veya yeni bir teorinin oluşturulması gerekmektedir. Bununla birlikte teorinin yanlışlanması, teorinin dayanmış olduğu olguları yanlışlamaz.

Evrim ve yer çekiminin karşılaştırılması

"Olgu" ve "teori" terimleri aynen yer çekimine uygulanabildiği gibi evrime de uygulanabilir.
Yer çekimi olgusunu açıklamaya çalışan birçok teori olmuştur. Diğer bir deyişle, bilim adamları yer çekiminin ne olduğunu ve yer çekimine neyin neden olduğunu sorar. Yer çekimini açıklamak için bir modeli, yer çekimi teorisini geliştirirler. Yüzyıllar içinde yer çekiminin, Yer Çekimi Teorisi olarak nitelendirilmiş birçok açıklaması olmuştur: Aristoteles'in,Galileo'nun, Isaac Newton'ın ve şimdi de Einstein'ın. Terimler, hem gözlemlenen olguları hem de onları açıklayan teoriyi belirtmek için tek bir kelime kullanılması sonucu karışabilir. ‘’Yer çekimi’’ kelimesi gözlemlenen olguları (yani, kütlelerin gözlemlenmiş çekimi) ve onları açıklamakta kullanılan teoriyi (yani, neden kütlelerin birbirini çektiği) belirtmek için kullanılabilir. Bu sebeple yer çekimi hem bir "teori" hem de bir "olgu"dur.
Biyolojik türlerin incelenmesinde, olgulara fosiller ve bu fosillerin incelenmesi dahildir. Fosilin konumu olguya bir örnektir (olgu kelimesinin bilimsel anlamını kullanırsak). Çok hızlı üreyen biyolojik türlerde, örneğin sirke sinekleri, evrimsel değişim süreci laboratuvarda incelenmiştir. Sirke sineği topluluklarının karakter değiştirmesinin incelenmesi de ayrıca olguya bir örnektir. Yani aynen yer çekimi gözlemlerinin bir olgu olduğu gibi evrim de bir olgudur.
Bu gözlemleri açıklamak için, biyolojide, yıllar içinde birçok girişmde bulunulmuştur. Lamarckizm, Dönüşümcülük ve Ortogenez, türler hakkındaki gözlemleri, fosilleri ve diğer delilleri açıklamaya çalışmış Darvinci olmayan teorilerdendir. Bununla birlikte
Evrim Teorisi, eldeki tüm verileri ve gözlemleri açıklayan bir modele dayalı, hayatın meydana gelmesi hakkındaki tüm anlamlı gözlemlerin açıklamasıdır. Bu sebeple, aynen yer çekiminin hem bir olgu hem de bir teori olduğu gibi evrim de sadece bir olgu değil ayrıca bir teoridir.

12324p

fewrwerwr

Literatürde teori ve olgu olarak evrim


"Olgu" ve "teori" arasındaki ve "evrim" kelimesinin kullanımındaki karışıklık, büyük ölçüde bazı yazarların evrimi, türlerin nesiller boyunca oluşan değişimi ve ortak atayı kast ederek kullanması, diğerlerinin ise bunun yanında terimi daha genel olarak bu değişime sebebiyet veren düzeni ihtiva edecek anlamda kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, en azından biyologlar arasında, evrimin bir olgu olduğu konusunda fikir birliği mevcut gibi görünmektedir:
  • Amerikalı zoolog ve paleontolog George Simpson şöyle demiştir, 'Darwin...nihai ve kesin olarak evrimi bir olgu olarak kabul ettirmiştir.'
  • H. J. Muller şöyle yazmıştır, 'Arzu ederseniz size şunu söyleyebilirim, kesin olarak bakılırsa evrim bir olgu değildir, ya da daha iyisi, bu kelimeleri okuduğunuz veya duyduğunuzdan daha olgu değildir.'
  • Kenneth R. Miller şöyle yazmıştır, 'evrim, bilimde malumat sahibi olduğumuz her şey kadar bir olgudur.'
  • Ernst Mayr şöyle demiştir 'Temel evrim teorisi o kadar eksiksiz olarak onaylanmıştır ki çoğu modern biyolog evrimi basitçe bir olgu olarak değerlendirir. Kesin tarihlere dayalı jeolojik katmanlardaki fauna ve flora sıraları evrim kelimesi dışında nasıl tanımlanabilir? Evrimsel değişim de yalnızca, nesilden nesile gen havuzundaki değişimlere dayalı bir olgudur.'
Olgu ve teori olarak evrim


Yaygın olarak, "olgu" organizmaların vasıflarında nesiller boyunca gerçekleşen gözlemlenebilir değişiklikler için kullanılırken, "teori" kelimesi ise bu değişikliklere neden olan düzen için kullanılmaktadır:
  • Paleontolog Stephen Jay Gould şöyle yazmıştır, 'Evrim bir teoridir. Ayrıca da bir olgudur. Ve teoriler ile olgular artan kesinliğe dayalı bir hiyerarşinin basamakları değil, farklı şeylerdir. Olgular dünyanın verileridir. Teoriler olguları açıklayan ve yorumlayan düşünce yapılarıdır. Bilim adamları olguları açıklamak için rakip teorileri birbiriyle çekiştirdiğinde olgular yok olmaz. Einstein'ın yer çekimi teorisi Newton'ınkinin yerini aldı ama elmalar sonucu bekleyip, havada asılı kalmadılar. Ve de insanlar, Darwin'in öne sürdüğü süreçle yahut henüz keşfedilmemiş olan bir süreçle, maymun benzeri atalardan evrimleştiler.'
  • Benzer bir şekilde, biyolog Richard Lenski şöyle demiştir, 'Bilimsel anlayış hem olgulara hem de onları tutarlı bir biçimde açıklayabilecek olan teorilere ihtiyaç duyar. Evrim, bu kapsamda, hem bir olgu hem de bir teoridir. Organizmaların Dünya'da yaşamın tarihi boyunca değiştiği, ya da evrimleştiği aşikar bir olgudur. Ve biyologlar belli başlı değişim düzenlerini açıklayabilen süreçleri belirlemiş ve incelemiştir.'
Teori olmayan olgu olarak evrim


Türlerin nesiller boyunca değişimi ve bazı durumlarda da ortak ata üzerine odaklanmış olan yorumcular, "teori" terimini kullanmanın olumlu olduğunu reddederken destekleyici delillerin ağırlığını vurgulamak için evrimin bir olgu olduğunu belirtmişlerdir:
  • R. C. Lewontin şöyle yazmıştır, 'Evrimsel sürecin öğrencilerinin, özellikle yaratılışçılar tarafından yanlış aktarılmış ve kullanılmış olanların, evrimin bir teori değil bir olgu olduğunu söyleme vakti gelmiştir.'
  • Douglas Futuyma Evrimsel Biyoloji kitabında şöyle yazmıştır 'Organizmaların ortak atalardan başkalaşımlarla türediği ifadesi -evrimin tarihsel gerçekliği- bir teori değildir. En az Dünya'nın Güneş etrafında döndüğü olgusu kadar olgudur(gerçektir)
  • Richard Dawkins şöyle demiştir, 'Tüm hakiki bilim adamlarının mutabık olduğu şey bizzat olgu olan evrim teorisidir. Gorillerin, kanguruların, denizyıldızlarının ve bakterilerin kuzenleri olduğumuz bir olgudur(gerçektir). Evrim, güneşin ısısı kadar olgudur. Bir teori değildir, ve artık lütfen böyle adlandırarak felsefi olarak tecrübesiz olanların kafasını karıştırmayalım. Evrim bir olgudur.'
  • Neil Campbell 1990 yılında yayınlanan biyoloji ders kitabında şöyle yazmıştır, 'Bugün, neredeyse tüm biyologlar evrimin bir olgu olduğunu kabul etmektedir. Teori terimini, hayatın nasıl evrimleştiğini açıklamaya çalışan modelleri ifade etmek dışında kullanmak artık uygun değildir... şunu anlamak önemlidir ki hayatın nasıl evrimleştiği hakkındaki mevcut sorular hiçbir şekilde evrimin bir olgu olmasıyla zıtlık belirtmez.'
Tahmin gücü


Bilimde temel bir ilke bir bilimsel teorinin tahmin gücünün olmasıdır ve bu tahminlerin doğrulanması teori için önemli ve zaruri bir dayanak olarak görülmektedir. Evrim teorisi bu gibi tahminler sağlamıştır. Aşağıdakiler buna örnektir:
  • Genetik bilgi, moleküler biçimde neredeyse tamamen aynı olacak şekilde aktarılmalı ama çok küçük değişikliklere de açık olmalıdır. Bu tahminin yapılmasından bu yana biyologlar, mutasyon oranı kabaca her hücre bölünmesi için nükleotit başına 10-9olan DNA'nın varlığını keşfettiler; bu da tam olarak böyle bir mekanizma sağlar.
  • Bazı DNA dizileri çok farklı organizmalarda ortaktır. Evrim teorisine göre iki organizma arasındaki bu gibi DNA dizilerindeki farklar hem anatomilerine göre aralarındaki biyolojik farkla hem de fosil delillerde görüldüğü gibi, evrim sürecinde bu iki organizmanın ayrılması üzerinden geçen süreyle kabaca uyuşmalıdır. Bu gibi farkların yığılma oranı, önemli RNA veya proteinleri kodlayan bazı diziler için düşük, daha az önemli RNA veya proteinleri kodlayanlar için yüksek olmalıdır; ama her spesifik dizi için evrim süresinde farklılaşma oranı kabaca sabit olmalıdır. Bu sonuçlar deneysel olarak onaylanmıştır. Buna iki örnek; büyük oranda korunmuş olan rRNA'yı kodlayan DNA dizileri ve büyük oranda korunmamış olan fibrinopeptitleri (fibrin oluşumu sırasında atılan aminoasit dizileri) kodlayan DNA dizileridir.
  • 2004'ten önce, paleontologlar kaya içinde neredeyse 365 milyon yıllık; boynu, kulağı ve dört bacağı olan amfibi fosilleri bulmuşlardır. 385 milyon yıldan daha eski kayalarda ise yalnızca bu amfibi özelliklere sahip olmayan balıklar bulabilmişlerdir. Evrimsel teoriye göre amfibiler balıklardan evrimleştiğine göre 365 milyon ve 385 milyon yaşları arasındaki kayalarda bir ara form bulunmalıydı. Böyle bir ara form, 385 milyon yıl veya daha öncesinden kalma birçok balık benzeri özelliğe sahip olmalı ama aynı zamanda birçok ampfibi özelliği de bulundurmalıdır. 2004'te, özellikle bu fosil formu aramak için Kanada arktiğine yapılan bir keşif seferinde 375 milyon yıllık kayaların içinde Tiktaalik fosilleri bulunmuştur.
İlgili kavramlar ve terminoloji
  • Spekülatif veya varsayımsal açıklamalara hipotez denir. Sağlam bir şekilde denenmiş açıklamalara teori denir.
  • "Olgu", "mutlak kesinlik" anlamına gelmez. Stephen J. Gould'un sözlerinden: Bilimde "olgu", yalnızca "kesin olmayan kabulden kaçınmak uygunsuz olacak düzeyde onaylanmış" anlamına gelir."
  • Doğa bilimlerinde bir teorinin "kanıt"ı yoktur. Kanıt yalnızca matematik gibi formal bilimlerde yer alır. Bir hipotez veya teori tarafından yapılan tahminlerin deneysel gözlemine doğrulama denir.
  • Bir bilimsel kanun, bir bilimsel teori ile ilgili bir kavramdır. Basit bir temele dayalı çok sağlam bir şekilde kurulmuş "teorilere" genelde bilimsel "kanun" denir. Örneğin "yer çekimi kanunu", "doğal seçilim kanunu" ya da "evrim kanunları"nın bahsine çokça rastlanabilir.
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
22 Eylül 2011       Mesaj #26
ener - avatarı
Ziyaretçi
Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs.org

Evrim

Basamak basamak oluşan değişimler zinciri. Hemen her olayda evrim görülür; sözgelimi düşüncenin, edebiyatın evrimi, yeryüzünün jeolojik yapısında evrim, canlı varlıkların evrimi gibi. İnsanları en fazla meşgul eden olayların başında biyolojik gelişme, türlerin oluşumu gelmektedir. Canlı türlerinin ortak bir soydan başlayıp evrimleşerek türlere ayrıldıkları şeklindeki düşünceler, Eski Yunan'dan beri kabul edilen düşüncelerdir. 19. yüzyılda, daha önceki yıllarda yapılan sistemli biyoloji ve botanik araştırmalarına dayanılarak ilk evrim kuramını ortaya atan, Fransız bilgini Lamarck oldu. Lamarck'ın "dış çevrenin organların ortaya çıkıp gelişmesine ya da sönüp yok olmasına" ilişkin görüşleri önceleri büyük ilgi gördüyse de, 19. yüzyılın ikinci yarısında Darwin'in yapıtlarında ortaya koyduğu yeni evrim kuramıyla önemini yitirdi. Darwin'in görüşlerine göre, evrimsel değişmelerin en başta gelen etkeni "ayıklanma", yani çevre koşullarının bir türün bireyleri arasında yaptığı seçmedir. Kalıtsal olarak kendilerinde çevre koşullarına uyabilecek özellikler olan bireyler, zayıf kalan diğer bireylere göre, kendi soylarını geliştirmede çok daha fazla şanslıdırlar. Darwin'in kuramı büyük yankı yaptı, çok taraftar toplamasına karşılık, kuramının karşısına çıkanlar da oldu. Ne olursa olsun, bugün bilimin gerçek olarak kabul ettiği evrimin oluşması üzerinde Darwin'in kuramının ve gözlemlerinin büyük etkisi vardır. Evrim kuramlarından biri de, 1801'de Hollandalı bilgin Hugo de Vries'in ortaya attığı değşinime (mutasyon) dayanmaktadır. Değşinimler, birdenbire ortaya çıkan ve kalıtsal olarak kuşaklara etki eden yapısal değişikliklerdir. Türler arasındaki evrimin birtakım değşinimler sonucu ortaya çıktığını ileri süren "değşinimcilik" de, değşinimin pek az görüldüğü, tür soydan yukarı çıkmadığı gerçeklerinden hareket edilerek eleştirilmiştir. Bütün bu kuramları bir araya getirerek ve yeni bilimsel gözlemlerden yararlanarak 1930'da G. G. Simpson, T. Dobzhansky, R. Fisher, J. Huxley, J. B. Haldane, B. Resch'in önayak olduğu "sentetik kuram" ortaya atıldı. Evrimi kanıtlayan olaylar paleontoloji, embriyoloji ve karşılaştırmalı anatomide toplanmaktadır. "Paleontolojik kanıtlar"ı ortaya çıkarmak için paleontoloji gözlemlerinde yüz milyonlarca yıl önce oluşmaya başlayan her türden canlı varlıkların organik gelişmesi gözler önüne serilir. Hayvan ve bitki türleri basitten karmaşığa doğru kesin bir gelişme göstermektedir: Omurgalılarda çenesizler balıklardan önce, balıklar sürüngenlerden, sürüngenler de kuşlar ile memelilerden önce gelmektedir. Arka arkaya gelen tipler arasında iki ya da daha çok tipi birbirine bağlayan "ara türlerin" varlığı da anlaşılmıştır. Ara türler birden çok türün özelliklerini taşırlar; sözgelimi arkeopteriks, sürüngenlerle kuşlar arasındaki geçişi belirler. "Embriyolojik kanıtlar", çağlar boyu oluşan evrimin, hücre boyutlarında yansımış biçimi gibidir. Sözgelimi, insan dölütündeki yüreğin biçimi aynen balıkların yüreğine benzer. Türlerin ortak kökten geldiğini gösteren farklı türler arasındaki benzer (homolog) organların varlığını ortaya koyan kanıtlar "anatomik kanıtlar"dır. Yüzme kesesi ile akciğerler, sindirim borusunun önündeki kısmın torbalanmasından oluşmuştur. Bazı türlerde görülen ilkel organlar hiç görevi olmayan az gelişmiş organlardır; bu organlar o canlının soyundaki başka türlerde gelişmiş normal organlar olarak gözükmektedir. Sözgelimi insan gözündeki yarım aysı deri, kuşlar ve sürüngenlerdeki üçüncü göz kapağının homologudur. Organik yapılar belli ve kesin bir düzene göre birbirlerine bağlandıklarından, organik evreni açıklayacak tek olay evrimdir. Son yıllarda genetik ve kromozomlar üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, evrim kuramına büyük ölçüde değişiklikler getirmiştir. Anlaşıldığına göre türler, kromozom düzenlenmeleri sırasında ansızın ortaya çıkan değişiklikler sonucu evrimleşmiştir. Kromozom düzenlenmeleri sayesinde türler, ancak kendi aralarında çoğalabilen bireyler topluluğu oluştururlar. Kromozom düzenlenmeleri sırasında, kromozom sayısı ve yapısına göre yeni türler ortaya çıkar. "Kromozom engelleri" yüzünden her tür, ancak kendi içinde üreyebilen dışa kapalı bir evrim birimidir. Türler bu şekilde ortaya çıktıktan sonra kromozomları oluşturan genlerde ortaya çıkan değşinimler (mutasyon) tür içinde farklı çeşitlerin belirmesini sağlar.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Ocak 2012       Mesaj #27
Avatarı yok
Yasaklı
Evrim Teorisi Çökmüştür/Maddelerle Evrim Teorisinin Çöküşü

1) Evrim Teorisi, Tesadüfleri Yaratıcı Bir İlah Olarak Görür

Evrim teorisinin iddiasına göre, fosfor, karbon gibi bilinçsiz, akılsız, yeteneksiz, bilgisiz ve cansız atomlar tesadüfler sonucunda biraraya gelmişler, yıldırımlar, volkanlar, ultraviyole ışınları, radyasyon gibi doğal olaylar sonucunda kendilerini kusursuzca organize ederek proteinleri, hücreleri, balıkları, kedileri, tavşanları, aslanları, kuşları, insanları ve tüm canlılığı meydana getirmişlerdir.

Evrimcilerin en büyük yanılgılarından biri ilkel dünya olarak adlandırdıkları ortamda canlılığın kendiliğinden oluşabileceğini düşünmeleridir.

Tesadüfleri yaratıcı bir ilah kabul eden evrim teorisinin temel iddiası budur. Böyle bir iddiaya inanmak ise akla, mantığa ve bilime karşıdır.

2) Doğal Seleksiyon Canlılardaki Karmaşık Yapıların Nasıl Meydana Geldiğini Açıklayamaz

Evrim teorisi, yaşadıkları ortama en iyi uyum sağlayan canlıların daha çok yaşama ve çoğalma imkanı bulduklarını ve bu şekilde faydalı özelliklerini sonraki nesillere aktarabildiklerini, türlerin bu "mekanizma"yla evrimleştiğini iddia etmektedir.

Oysa doğal seleksiyon olarak bilinen söz konusu mekanizma, canlıları evrimleştirmez, onlara yeni özellikler kazandıramaz. Sadece bir canlı türüne ait özellikleri güçlendirebilir.

Örneğin bir bölgede yaşayan tavşanlardan hızlı koşanlar hayatta kalır, diğerleri ise ölürler. Birkaç nesil sonra bu bölgedeki tavşanlar daha hızlı koşan bireylerden oluşur. Ancak, hiçbir zaman bu tavşanlar başka bir canlı türüne (örneğin tazılara veya tilkilere) evrimleşmezler.

Çıtanın saldırdığı bir yavru büyük bir ihtimalle kaçmayı başaramayacaktır. Çünkü çıta savunmasız yavruya göre çok daha atik, güçlü ve tecrübelidir. Bu herkesin bildiği olayı evrimciler, "evrimleştirici bir mekanizma" olarak topluma kabul ettirmeye çalışırlar. Oysa açıktır ki bu yavru -ne kadar zaman geçerse geçsin- başka bir canlıya dönüşmeyecektir.

3) Sanayi Devrimi Güveleri Doğal Seleksiyonla Evrime Delil Değildir

Evrim teorisinin tüm dünya çapında en çok tekrar edilen sözde 'delil'lerinin başında, 19. yüzyıl İngilteresi'nde gerçekleşen sanayi devrimi sırasındaki güve popülasyonu gelir. İddiaya göre sanayi devrimindeki hava kirliliği ağaç kabuklarının rengini koyulaştırmış, bu nedenle koyu renkli güveler daha kolay kamufle olarak avcı kuşlardan korunmuş ve sonuçta koyu renkli güvelerin nüfusu artmıştır. Ama bu bir evrim değildir, çünkü yeni bir güve türü ortaya çıkmamış, sadece zaten var olan türlerin nüfus oranı değişmiştir. Bunun dışında, güvelerle ilgili bu iddianın dayandırıldığı hikayenin de doğru olmadığı ortaya çıkmıştır: Güveleri ağaçlar üzerine konmuş olarak gösteren ünlü fotoğrafların sahte olduğu ve iddia edildiği gibi bir "endüstriyel melanizm"in (endüstriyel kirlilik nedeniyle rengin koyulaşması) hiçbir zaman yaşanmadığı anlaşılmıştır.

4) Deprem, Bir Şehri Nasıl Geliştiremezse, Mutasyonlar da Canlıları Geliştiremezler

Mutasyonlar, insan vücuduna dair tüm bilgilerin şifreli olduğu DNA üzerindeki rastlantısal değişikliklerdir. Mutasyonlara radyasyon, kimyasallar gibi etkenler neden olur. Evrimciler, mutasyonların canlıları evrimleştirdiğini öne sürerler. Oysa mutasyonlar canlılara daima zarar verirler, onları geliştirmezler, onlara yeni özellikler (örneğin kanat, akciğer gibi organlar) kazandıramazlar. Onları ya öldürür ya da sakat bırakırlar. Mutasyonların bir canlıyı geliştirdiğini, ona yeni özellikler kazandırdığını iddia etmek, bir depremin bir şehri daha gelişmiş ve modern bir hale getirdiğini, veya bir bilgisayara çekiçle vurulduğunda bir üst modelinin ortaya çıkacağını iddia etmeye benzer. Nitekim gözlemlenmiş hiçbir mutasyonun genetik bilgiyi artırdığı görülmemiştir.

5) Hayat Hayattan Gelir

Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı yanlış bir teori, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerini öngörüyordu. 18. yüzyıla dek, böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı 19. yüzyılda ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.

Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür."

Bu gerçek, yeryüzünde yaşamın kendiliğinden oluşmadığını, ancak mucizevi bir yaratılışla başladığını da bir kez daha göstermiş oluyordu.

6) Ara Geçiş Canlılarına Fosil Kayıtlarında Rastlanmamıştır

Evrim teorisi, bir türün bir başka türe dönüşmesinin ilkelden (basitten) karmaşığa doğru, yavaş ve aşamalı olduğunu iddia eder. Bu iddiaya göre, bu dönüşüm sırasında "ara geçiş formu" adı verilen ucube canlıların yaşamış olması gerekir. Örneğin, balık özelliklerini hala taşımasına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık yarı sürüngenler, yarı maymun yarı insanlar, yarı sürüngen yarı kuş canlılar yaşamış olmalıdır geçmişte. Eğer gerçekten bu tür canlılar yaşamışlarsa, bunların kalıntılarına da fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Oysa, yıllardır büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş formlarından eser yoktur.

7) Canlı Grupları Yeryüzünde Aniden ve Aynı Anda Ortaya Çıkmıştır

Bugün bilinen temel canlı kategorilerinin tamamına yakını, 530-520 milyon yıl önce, "Kambriyen Devri" adı verilen jeolojik devirde aynı anda ve aniden ortaya çıkmıştır. Süngerler, yumuşakçalar, solucanlar, derisidikenliler, eklembacaklılar, omurgalılar gibi birbirinden tamamen farklı vücut planlarına sahip canlı kategorileri, daha önceki jeolojik devirlerde hiçbir benzerleri yokken, bir anda belirmişlerdir. Bu gerçek, evrimcilerin, canlıların tek bir ortak atadan uzun zaman içinde ve aşama aşama türedikleri iddiasını çürüten önemli bir delildir.

Yeryüzünün bir anda, son derece farklı vücut yapılarına, son derece karmaşık organlara sahip birçok canlı ile dolması, elbette ki bu canlıların yaratıldıklarını gösterir. Evrimciler, Allah'ın varlığını ve yaratışını inkar ettikleri için bu mucizevi olayı kesinlikle açıklayamazlar.

Camın hammaddesi olan silis nasıl kendi kendine, aşama aşama bir kadehe dönüşemezse veya bir fotoğraf makinesinin parçaları yavaş yavaş biraraya gelip fotoğraf makinesini oluşturamazsa, canlılar da cansız maddelerden zaman içinde kendi kendilerine ortaya çıkamazlar.

8) Canlı Türleri Yüz Milyonlarca Yıl Boyunca Hiçbir Değişikliğe Uğramamaktadırlar

Eğer gerçekten bir evrim yaşanmış olsaydı, canlıların yeryüzünde küçük kademeli değişimlerle ortaya çıkmaları ve zaman içinde de değişmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tam aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları, kendilerine benzeyen ataları olmadan aniden ortaya çıkmışlar ve yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişim geçirmeden durağan bir biçimde kalmışlardır.

9) Evrimcileri Hayal Kırıklığına Uğratan Balık: Cœlecanth

Evrimciler 400 milyon yıllık fosilleri bulunan Cœlacanth sınıfına dahil olan balıkları, balıklar ve amfibiyenler arasında çok güçlü bir ara form delili olarak gösteriyorlardı. Bu canlının yetmiş milyon yıl önce soyu tükenmiş bir tür olduğu zannedildiği için, evrimciler fosili üzerinde her türlü spekülasyonu yapmışlardı. Ancak 22 Aralık 1938'de Hint Okyanusu açıklarında bir Cœlacanth canlı olarak bulundu. İlerleyen yıllarda başka bölgelerde de 200'den fazla Cœlacanth yakalandı.

Bu balıkların yakalanmasıyla beraber, bu canlılar üzerinde yapılan spekülasyonların temelsizliği de anlaşılmış oldu. Cœlacanth, evrimcilerin iddialarının aksine karaya çıkmak üzere olan yarı balık yarı amfibiyen özellikleri gösteren bir canlı değildi. Hatta 180 m. derinliğin üzerine hemen hiç çıkmayan bir dip balığı idi. Dahası, yaşayan Cœlacanthlar ile 400 milyon yıllık fosil örnekleri arasında hiçbir fark yoktu. Canlı, hiçbir "evrim" geçirmemişti.

10) Kuş Kanatları Tesadüflerin Eseri Değildir

Evrimciler kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini ileri sürerler, ancak bu imkansızdır. Sadece kuş kanatları bile bunu kanıtlamaya yeter. İddia edildiği gibi bir evrim olması için, bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen mutasyonlar sonucunda kusursuz kanatlara dönüşmüş olması gereklidir ki, bu mümkün değildir. Herşeyden önce bu teorik canlı yarım kanatla uçamayacaktır. Bir yandan da ön ayaklarından mahrum kalmış olacaktır. Bu ise canlının sakat olmasına ve evrim teorisine göre elenmesine neden olacaktır.

Ayrıca, uçuş için kanatların tüm detaylarının kusursuzca oluşması gerekir. Kanatların; kuşun göğüs çıkıntısına sağlam bir biçimde tutturulmuş olması gerekmektedir. Kuşu havaya kaldırmaya, havadaki dengesini ve her yöne hareketini sağlamaya elverişli bir yapıda olması, kanat ve kuyruk tüylerinin hafif, esnek ve birbiriyle orantılı olması, kısaca uçuşa imkan veren mükemmel bir aerodinamik düzende işlemesi şarttır. Kanatların bu kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen rastlantısal mutasyonlar sonucu meydana gelmiş olabileceği sorusu tümüyle cevapsızdır.


Kaynak:Kuran ve Bilim

seromania - avatarı
seromania
Ziyaretçi
8 Ocak 2012       Mesaj #28
seromania - avatarı
Ziyaretçi
Arkadaşlar bunda tartışılacak ne var ki ? Evrim diye bir şey VAR! Evrim, canlının en kullanışlı halini alana kadar geçirdiği değişim süresidir. Asırlar sürebilir. Çoğu canlı (2-3 canlı hariç) evrim geçirmiştir. İnsanın evrim geçirdiğine dair bir sürü kanıt var ortada, Homo habilis, Homo rudolfensis, homo erectus gibi zaman içindeki türlerimiz var. Yani olmadığına dair kanıt aramak saçmalık bence.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Ocak 2012       Mesaj #29
Avatarı yok
Yasaklı
Evrim Teorisi Çökmüştür/Maddelerle Evrim Teorisinin Çöküşü

11) Archaeopteryx, Sürüngenlerle Kuşlar Arasındaki Kayıp Halka Değildir

Archaeopteryx adlı 150 milyon yıllık kuş fosili, evrimciler tarafından 19. yüzyıldan beri "evrimin en büyük fosil kanıtı" olarak gösterilmiştir. Bu kuşun bazı sürüngen özellikleri gösterdiği ve bu yüzden sürüngenler ile kuşlar arasındaki "kayıp halka" olduğu iddia edilmiştir. Ancak Archaeopteryx'in tam bir uçucu kuş olduğunu gösteren son bulgular bu iddiayı geçersiz kılmıştır. Dahası, kuşların sözde sürüngen ataları olarak kabul edilen teropod dinozorları Archaeopteryx'ten çok daha gençtirler. Bu ise evrimcilerin gizlemeye çalıştıkları bir gerçektir.

12) Ünlü 'Atın Evrimi' Senaryosu Fosil Kayıtları Tarafından Yalanlanmaktadır

Onlarca yıldır, "atın evrimi", evrim teorisinin en iyi belgelenmiş kanıtlarından biri olarak gösterilmiştir. Farklı devirlerde yaşamış dört ayaklı memeliler küçükten büyüğe doğru dizilmiş ve bu "at serileri" doğa tarihi müzelerinde sergilenmiştir. Oysa son yıllardaki araştırmalar, at serilerindeki canlıların birbirlerinin atası olmadığını, sıralamaların çok hatalı olduğunu, atın atası olarak gösterilen canlıların gerçekte attan daha sonra ortaya çıktıklarını ortaya koymaktadır.

13) Evrimcilerin Maymun Adam Hikayeleri Hiçbir Delile Dayanmamaktadır

Darwinizm'in en önde gelen aldatmacası, insanların maymun benzeri canlılardan evrimleştiği iddiasıdır. Bu iddia, oluşturulan binlerce hayali çizim ve maket yoluyla kitlelere empoze edilir. Oysa gerçekte "maymun-adamlar"ın yaşamış olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. İnsanın en eski atası olarak ileri sürülen Australopithecus, şempanzelerden pek farklı olmayan soyu tükenmiş bir maymun türüdür. Evrim şemasında Australopithecus'un sonrasına yerleştirilen Homo erectus, Homo sapiens neanderthalensis, Homo sapiens archaic gibi sınıflamalar ise, farklı insan ırklarıdır. Bu sınıflamalar ile günümüz insanları arasındaki küçük anatomik farklar, günümüzde de Avustralya yerlileri, Pigmeler, Eskimolar gibi farklı insan ırkları arasında görülmektedir.

14) % 99 Maymun-İnsan Benzerliği İddiası Bir Aldatmacadan İbarettir

Zaman zaman gündeme gelen "insan ve maymun genlerinin % 99 benzerliği" ifadesi yıllar önce kasıtlı olarak üretilmiş propaganda amaçlı bir slogandır.

Öncelikle, her iki türün DNA'larının kıyaslanabilmesi için ikisinin de gen haritasının bilinmesi gerekir. Ancak şu ana kadar yalnızca insanın genetik haritası çıkartılmıştır. Şempanze içinse henüz böyle bir çalışma yapılmamıştır.

Sansasyonel şekilde duyurulan araştırmalarda insandaki 30.000 genin sadece 97'si (binde 3'ü) karşılaştırılabilmiştir. Bu kadar yetersiz bir araştırma ile insan maymun arası bir soy bağı kurmak tamamen evrimci ön yargılardan kaynaklanmaktadır. Evrimcilerin bu genellemesi, sadece 3'er cümlesi okunmuş kalınca iki kitabın %99 benzer olduğunu ilan etmek kadar saçmadır.

İki canlının genleri kısmen benzediği için benzerlik oranı seçilen genlere göre değişkenlik gösterir. Hiç benzemeyen genler seçilirse elde edilen sonuç %0; tamamen aynı genler seçilirse %100 çıkar. Kaldı ki, evrimcilerin yansıtmak istediklerinin aksine insan, genlerini sadece şempaze ile paylaşmaz. İnsan ile meyve sineği veya balina genlerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada tamamen aynı genler seçilirse insan %100 meyve sineği ya da %100 balina çıkabilecektir!

Sonuç olarak insan ve maymunun bütün genlerinin %99 aynı olduğunu iddia etmenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.

15) İnsan Bilincinin Kaynağı Evrim Değil, Yaratılıştır

Evrim teorisi insan bilincinin nasıl ortaya çıktığını kesinlikle açıklayamaz. Şuursuz atomlar ve tesadüfler; medeniyetler kuran, sanat eserleri meydana getiren, tıptan arkeolojiye kadar birçok bilim dalı oluşturan, felsefeler üreten, sevinen, hayranlık duyan, besteler yapan, dinlediği müzikten zevk alan, yediği yoğurdun tadından hoşlanan, dostları olan, vefa, sadakat, sevgi gibi kavramları bilen, özleyen, kendisini oluşturan atomları inceleyen, uzay araçları inşa eden, mikroskobu, ampulü icat eden insan bilincini oluşturamaz. Bilincin, insanı sadece bir madde yığını olarak gören materyalist felsefe ile açıklanması mümkün değildir. Beyindeki atomlar hissedemez, bilemez, konuşamazlar. Bilinç insan ruhuna ait bir özelliktir ve insana ruhunu veren Allah'tır.

16) Canlılarda Körelmiş Organlar Olduğu İddiası Doğru Değildir

Uzun zamandır evrimci kaynaklarda canlılardaki bazı organların işlevsiz olduğu ileri sürülmekte ve bunların o canlıların atalarından miras kalmış ancak artık kullanmadıkları organlar olduğu iddia edilmektedir. Örneğin insan vücudundaki appendiks (apandisit) veya kuyruk sokumu, yıllarca "körelmiş organ" sayılmıştır. Oysaki son yılların bilimsel araştırmaları, tüm bu organların önemli işlevleri olduğunu ortaya koymuştur. Evrimcilerin 20. yüzyıl başında çıkardıkları "körelmiş organlar listesi" bugün tamamen çürümüş durumdadır. Aynı şekilde, evrimcilerin öne sürdükleri "hurda DNA" kavramı, yani DNA'nın büyük bölümünün işe yaramaz olduğu iddiası da yapılan yeni keşiflerle çürütülmüştür.

17) Proteinlerin Tesadüfen Oluşmaları Kesinlikle İmkansızdır

Hayatın yapı taşı olan proteinlerin tesadüfen oluşmaları matematiksel olarak imkansızdır. Örneğin, bileşiminde 288 amino asit bulunan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün tesadüfen oluşma ihtimali 10300'de 1 ihtimaldir. (Bu, 1 rakamının sağına 300 tane sıfır gelmesiyle oluşan astronomik bir sayıdır.) Bu ihtimalin pratikte gerçekleşmesi ise imkansızdır. (Matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller pratikte "sıfır ihtimal" kabul edilirler.) Tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasını açıklayamayan evrim teorisi, hücrenin ve daha kompleks yapıların nasıl meydana geldiğini asla açıklayamaz.

18) Cansız Moleküllerin Tesadüfen Biraraya Gelmesi Canlılığı Açıklayamaz

Bir protein molekülünün tesadüflerle meydana geldiğini varsaysak dahi canlılığın tesadüfen kendiliğinden oluşması imkansızdır.Çünkü proteinden hücreye gitmek için, daha binlerce aşama gereklidir. Öncelikle, oluşan bu protein, o ortamda ultraviyole ışınlarına ve şiddetli mekanik etkilere rağmen hiçbir bozulmaya uğramadan, sabırla hemen yanıbaşında diğerlerinin tesadüfen oluşmasını beklemelidir.

Sonra yeterli sayıda ve aynı noktada oluşan bu proteinler anlamlı şekillerde biraraya gelerek hücrenin organellerini oluşturmalıdır. Aralarına hiçbir yabancı madde, zararlı molekül, işe yaramaz protein zinciri karışmamalıdır. Sonra bu organeller son derece planlı ve organize bir biçimde biraraya gelip, gerekli enzimleri de yanlarına alıp bir zarla kaplanmalı, bu zarın içi de bunlara ideal ortamı sağlayacak özel bir sıvıyla dolmalıdır. Oysa bu aşamaların her biri ayrı ayrı imkansızdır.

19) Hücre Büyük Bir Şehirden Daha Komplekstir

Evrimci senaryoya göre, bundan dört milyar yıl kadar önce, ilkel dünya atmosferinde birtakım cansız kimyasal maddeler tepkimeye girmiş, yıldırımların, sarsıntıların etkisiyle karışmış ve ilk canlı hücre ortaya çıkmıştır. Oysa hücre, bilim adamlarının benzetmesiyle, New York şehri kadar kompleks bir yapıya sahiptir. Hücrenin içinde enerji üreten santrallerden, protein üreten fabrikalara, hammaddeleri taşıyan kargo sisteminden DNA'yı tercüme eden şifre çözücülere, haberleşme sistemine kadar birçok yapı, kusursuz bir organizasyon içinde sürekli faaliyet halindedir. Evrimcilerin hücrenin tesadüfen meydana geldiği iddiasına inanmak, New York şehrinin tüm binaları, otoyolları, taşıma sistemleri, elektrik ve su şebekesi vs ile birlikte, tesadüfen meydana gelen fırtına, deprem gibi doğa olayları neticesinde kendiliğinden ortaya çıktığını iddia etmek kadar mantıksız ve saçmadır.

20) Hücre Yapılarındaki Tasarım, Evrim Teorisinin Geçersizliğini Gösteren Bir Delildir

İnsan vücudundaki yaklaşık 200 farklı tipteki hücre mükemmel tasarımları sayesinde farklı görevler üstlenirler. Örneğin sinir hücrelerinin omurilikten ayağa kadar uzanan yaklaşık 1 metrelik uzantıları vardır. Bu sayede uyarılar tek bir hat üzerinden hızla gidecekleri bölgeye ulaşırlar. Kan hücreleri ise sadece 7 mikrometre boyundadır. Böylece mikroskobik boyuttaki kılcal damarlardan sıkışmadan geçebilirler. Gözdeki ışığa duyarlı retina hücrelerinde ışığa duyarlı pigmentleri ve sinir bağlantısını taşıyan çok sayıda zar vardır. Bu sayede göz hücreleri ışığa duyarlıdır. İnce bağırsakta da görevine uygun şekle sahip, besinleri emici hücreler vardır. Tüm bu hücreler tek bir hücrenin bölünerek çoğalmasından oluşmuştur. Peki tüm bu hücrelerin tasarımını, görevleri için en uygunu olan kusursuz şekillerini şuursuz atomlar ve tesadüfler mi üstlenmişlerdir? Evrim teorisinin kesinlikle açıklayamayacağı bu olağanüstü organizasyon ve tasarım, Allah'ın yaratışının bir delilidir.


Kaynak:Kuran ve Bilim
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Ocak 2012       Mesaj #30
Avatarı yok
Yasaklı
İnsanın Evrimi Üzerine

İnsan hücre denen küçük canlılardan meydana gelen, canlılar içinde en mükemmel olarak yaratılmış bir varlıktır. İnsanın bir santimetrekaresinde 250.000 tane hücre vardır. Eğer erişkin bir insandan her saniye “otomat” gibi bir hücre düşmüş olsa idi bütün hücrelerin boşalıp tükenebilmesi için 900.000 sene geçmesi gerekecekti. Bir insanda her saniye 8 milyon hücre doğar. Elektron mikroskopla 500.000 büyüterek dahi yapısına tam manasıyla vakıf olamadığımız; çatışma prensiplerini henüz anlayamadığımız bir yapıyı tanzim eden büyük kudret karşısında insan iki büklüm olur.

Çok eski jeolojik devirlerde hücrenin tesadüfen oluştuğu iddia edilmektedir; tıpkı bir maymunun daktilo başına oturup devamlı tuşlara basmasıyla, tesadüfen manalı bir cümle meydana geldiği gibi.

Bu durum imkân haricidir; Yale Üniversitesinden Dr. William Bennet in yaptırdığı kompüter hesaplarına göre milyar kere milyar tane maymunu birer daktilonun başına geçirsek ve bu maymunlar milyar kere milyar sene devamlı olarak tuşlara bassalar içlerinde belki manası olan bir paragraf çıkabilir; öyle de bir hücrenin tesadüfen meydana gelebilmesi de bu misal gibi ihtimalden uzaktır.

Hücrenin yapı taşı aminoasitler, temel direği ise aminoasitlerin birleşmesinden meydana gelen protein denilen kimyevi maddelerdir. Bir proteini oluşturan aminoasitlerin belirli bir “pozisyon”u sadece belirli bir protein ihtimalini ifade eder, 20’de 1’dir. Bu yerleşmenin yanında diyelim ki başka bir çeşit, mesela Leucin yer alsın. Öyleyse bu iki çeşidin yan yana gelme ihtimali 20x20=400’de 1’dir. Belirli 3 asidin yanyana gelme ihtimali ise 20x20x20 = 8000’de 1 olacaktır. Hakeza...

Protein denen dizicik tesadüfî bir oluşumdur demekle, yani 20 çeşit aminoasidinden her biri bütün yerleşme şanslarını kullanıp birer protein molekülü (diziciği) oluşturdukları takdirde ki; dizicikte 100 ayrı yerleşme olduğunu düşünürsek, 20100 çeşit ihtimal karşımıza çıkıyor. Demek ki her proteine rastlama ihtimali : (1/20)^100~(1/10)^130i kadardır.

Yani 10’u 130 defa art arda çarpmakla çıkan rakamda bir ihtimalle bir proteine rastlanabilir. Bu durumda proteinin tesadüfen meydana gelmesinin ne derece güç olduğu görülmektedir. Burada proteinin hücrede iş görebilen bir durumda veya öldürücü olup olmadığını göz önüne almadık...

Şimdi enzimlerin meydana geliş ihtimalini ele alalım. Enzimler, hücrede kimyevi reaksiyonlarda aracılık eden proteinden yapılı maddelerdir. Şimdiki mevcut aminoasit sayısı 20’dir. İddia edilen tesadüfî hücre zamanında yani milyonlarca sene önce 11 aminoasit olduğu söyleniyor. Prof. W. Caplan’a göre bir enzimin tesadüfen meydana gelme ihtimali şu formülle hesaplanır: f=(Z/P)^n. Burada, Z=11, iddia edilen tesadüfî hücre zamanındaki protein sayısı, P, bugünkü protein sayısıdır. Bu 20’dir. Yerleşme sayısıdır. İş yapabilmek için 100 üyeli olunması zaruridir. Yani, n=100.

Bu durumda f=(11/20)^100=10^-26. Yani 100 üyeli olup fonksiyon yüklenebilecek kadar faydalı proteinlere rastlama ihtimali 1=’un 26 defa kendisiyle çarpılması kadar ihtimalde bir ihtimaldir. Bir karaciğer hücresinde 1000 enzim olduğu düşünülürse bir hücrenin sadece enzim yönünden tesadüfen olmasının imkânsız olduğu görülür. Hâlbuki hücrede enzimden başka daha pek çok üniteler vardır. Mesela hücrede ırsiyetle alakalı genler bulunur.

Bir gen için mevcut baz çeşitlerinin sayısı 4’dür. Dizicikte üyelerin sayısının en azından 300 olması gerekir. Bu durumda gen ihtimallerinin sayısı 4300=10120 oluyor. Yani belirli bir gene (baz diziciğine) rastlamanın nisbi ihtimali 10’un 120 defa kendisiyle çarpılması neticesinde ortaya çıkan sayı kadar ihtimalde bir ihtimal ile (gen) olabilir Bir enzim için 10’un 130 defa kendisiyle çarpımına eşit bir rakam bulmuştuk.

Gerek protein, gerekse iş gören nükleik asitlerin takımındaki bütün iş gören molekül tiplerini gruba sokacak olursak, problemin gayesi olan obje yani grup ki genetik (ırsiyetle ilgili) mekanizmaya sahip olması gerekiyor ve isteniyor fonksiyon tiplerinin bütününü içine alır. Bunun için şu formül uygulanır, W=(1-1/e)^(2+n). Burada “yeniden üretim” mekanizmalarında fonksiyonel protein sayısı P=80, fonksiyonel nükleik asit sayısı n=100 olursa, W=(0,63)^180 eder.O halde basit ve iş gören hücrenin bir bölümünün meydana gelme ihtimali imkânsız gibidir.

Bir proteindeki basit molekül atomlarının birleşebilme ihtimali, 10^48 olarak hesaplanmıştır; bir basit protein molekülünün meydana gelme ihtimali ise l0^l60dır.40 000 atomlu proteinin meydana gelmesi ise; okunmaz rakam!...

Hayat için önemli olan bazı temel elementlerin büyük molekül yığınlarından, mesela proteinlerin tesadüfen ortaya çıkma ihtimali başka müelliflere göre 2,O2x10^321’dir.

Dünya 2 milyar seneden beri var. Hayatın ortaya çıkması bir milyar sene içerisinde mümkün olmuştur. 2,02x10^321 ihtimalinin gerçekleşmesi için zaruri cevherin hacmi 1082 ışık yılı mesafesidir. Bu ise hacim itibariyle Einstein’ın kâinat modelinden 60X60X60 defa daha büyüktür.

Hücrede “Koloidal vasatta” zerreler birbirlerine çarparak hareket ederler, bu çarpışmalar saniyeler içerisinde ve milyarlarca atom arasında olmakta ve şaşırmadan, bozulmadan ve bir gayeye uygun olarak sevk ve idare edilmektedir ve milyonlarca atom ise devamlı yer değiştirmekte, karışmakta, saniyeler içerisinde değişik pozisyonlara girmekte ve en mükemmel bir vaziyeti alabilmektedir.

Demek ki hücreyi var eden ve mucizevî idare eden bir İlah bize kendini zamanın her aşiresinde hissettirmekte ve ilim diliyle, hücrede bile bir “Evrim’’in bir değişmenin mümkün olamayacağını, tesadüfün parmak karıştırılamayacağını hatırlatmakta ve “En mükemmel” surette yarattığı insanı dosdoğru düşünmeye ve kendisini tanımaya davet etmektedir.

Muhal farz hücre tesadüfen oldu. Sadece beyni ele alalım. Beynin yerleştirme organizasyonu nasıl olacak? Beyindeki hücrelerin bağlantı sayısı 56X1012 dir. Bu bağlantılar nasıl sağlanacak? Bir sinir saniye de beyine 2500 haber götürür. Beyin hücrelerden, hücre de atomlardan yapıldığına göre şuursuz atomlar bir saniyede 2500 habere göre nasıl cevap verebilecek? Akıllı bir insan saniyede 3–4 iş yapamazken bu şuursuz atomlar bunları nasıl ayarlayabilecek? O halde bu atomu yöneten birisi var. Göz bir anda beyine 1,5 milyon bilgiyi iletir, şuursuz moleküller bu kadar çok bilgiye göre durumlarını nasıl ayarlayabilirler?

Dr. Calloway, tek bir hücrede 1500 reaksiyon görülebileceği gibi bir hücrenin en az 1500 bozulma türü de olabilir demektedir.1’den başlayıp her sayıyı kendisi ile çarparak 1X2X3X4... Bu işleme 1500 rakamına varıncaya kadar devam edersek bir hücrenin bozulma sayısı matematik olarak takriben 500 milyonun 500’üncü kuvveti olur ki en azından 22000 sıfırlı bir netice çıkar, yani böylece her hücre birbirinden farklı bir mekanizma ile bu sayı kadar temel değişikliklere uğrayabilir demektedir. Bu şartlar altında bir hücrenin, bütün hücrelere söz geçiren bir İlah tarafından idare edildiği anlaşılmış olmaz mı?

Bir hücre, kendi kendine meydana gelemez. Hiç bilmediğimiz bir dilde tesadüfen bir cümle yazmaya çalışınız. 30 harflik bir dilde 10 harfli bir cümlenin tesadüfen olma ihtimali 590 trilyon 490 milyar ihtimalde birdir. Bir hücrede 10 katrilyon atom olduğuna göre, bir de bu atomların dizilme ihtimalini göz önüne alacak olursak, Burada tesadüfün, tesadüfen bile hakkı olmadığı anlaşılmaz mı?


Kaynak:Bilimvadisi(Dr. Polat HAS)

Benzer Konular

14 Mart 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
1 Temmuz 2011 / Misafir Psikoloji ve Psikiyatri
11 Haziran 2016 / tersinim Akademik
29 Şubat 2016 / Misafir Soru-Cevap