Arama

Evrim Teorisi Nedir? Evrim Teorisi Hakkında Genel Bilgiler - Sayfa 4

Güncelleme: 21 Temmuz 2013 Gösterim: 63.605 Cevap: 32
tersinim - avatarı
tersinim
Ziyaretçi
6 Nisan 2013       Mesaj #31
tersinim - avatarı
Ziyaretçi
İÇİNDEKİLER

Sponsorlu Bağlantılar
Evrim mi - Tersinim mi?

Evrim teorisi

Doğal Seleksiyon (Seçilim) mi? Doğal elenme mi?

Doğal seleksiyon ve Darwin

Doğal seleksiyon mu? Doğal elenme mi?

Doğal seleksiyon ve Darwin

Çeşitlenme ve evcilleştirme

Evcilleştirme ve tersinim

Türlerin Kökeni-Doğal Seleksiyon-İtirazlarımız

Doğal Seleksiyona Bilim İnsanları ne diyor?

Doğal Seleksiyonla Türlerden Türler Geçilebilir mi?

Evrim Teorisinde Deneme Yanılma Yöntemlerinde Doğrunun (Yararlının) Seçilmesi Sorunu

Doğal Seleksiyona Bilim Ne Diyor?

MUTASYONLAR - Evrim ve Canlı Hücreleri

Mutasyonlar ve DNA

DNA Molekülünün Keşfi

Mutasyonlar ve Çeşitlenmeler

Neo -Darwinizm

Neo Darwinizmin Mekanizmaları - Mutasyonlar

Mutasyona uğratılan Meyve Sinekleri

Sanayi kelebekleri Mutasyona mı uğradı?

Kanser ve nedenleri

Evrim Teorisi ve Fosiller

Evrim Teorisinin Meşhur HAYAT AĞACI

Fosil Kayıtları Evrim Teorisini Ret Eder. Tersinimi Doğrular.

Fosillerdeki Proteinler Evrime kanıt mı?

Tek Hücreli Canlı Fosilleri Evrimi Yalanlar

Ara format meselesi

= = =


Bu yazımızın amacı gerçekleri bulmaktır.

Varoluşun en büyük gerçeği olmaya aday birbirine zıt evrim ve tersinim olmak üzere iki teori vardı.


Evrim, bilimsel kanıt ve mantıksal çıkarımlarla desteklenmediği halde her ne kadar taraftarlarınca bilimin inkar edilemez gerçeği kabul edilip tüm bulgular buna göre değerlendirilse de yanıtlayamadığı binlerce sorunun aldın kalıp ezilmiş bir teori olduğu açıktır.

Tersinim ise kolaylıkla sınanıp gözlenebilir. Dahada önemlisi yaşarız. Hiç bir doğal kanun kural ilke ile çelişmez.

Bu ara tersinimin varoluştaki tüm düzen ve sistemlerin (canlılıkta dahil) zaman içinde ve kaçınılmaz olarak uğradıkları bozulma, eskime, yıpranma, azalma, çeşitlenme, sakatlanma, yaralanma, ihtiyarlama vb... gibi OLUMSUZ ETKENLERİN genel ifadesi olduğunu hatırlatalım.

Evrim ve tersinim teorilerinin kıyaslanması, bilimin terazisinde doğru olarak tartılması, bu yolla gerçeğin bulunması için evrim ve tersinim kavramlarının anlamlarını ve yöntemlerini açıkça belirtmek ve bilmek gerekir.

Evrim canlıların zaman içinde değişip pozitif anlamda geliştikleri mantığını temel alır ve yine canlıların evrimleşmeyle türlerden türlere geçtiklerini, geçebildiklerini öngörür.

Evrim teorisine göre bu gün şaşkınlık ve hayranlıkla gözlemlediğimiz yaşam dünyası rastlantılarla oluşmuş (Ya da uzaydan gelmiş) bir canlı hücresinin zaman içinde kademeli evrimiyle oluşmuştur.

Evrim on milyonlarca senelik çok uzun süreçlere ihtiyaç duyduğundan birebir gözlemlenemez.

Fakat evrim gerçek ise yaşam süreçlerindeki değişimleri gösteren izlerle (fosillerle) kanıtlanabilir.

Evrim çok uzun süreçlere ihtiyaç duyduğundan birebir gözlenip sınanamaz. Bu nedenle materyalist bilimin gözlem ve deneylerle sınanma şartına uymaz.

Evrim teorisi taraftarları yaşamın gelişim aşamalarını gösteren olguların; canlıların basitten karmaşığa doğru geliştiklerinin açık kanıtları olduğunu, bu nedenle evrimin birebir gözlenip sınanmasına ihtiyaç olmadığını iddia ederlerse de sonuçta; teoriyi çok yakından ilgilendiren, temellerini oluşturan bazı konulardaki kimi soruları yanıtlamaktan aciz kalırlar.

Taraftarları için evrim (bütün olumsuz işaretlere rağmen) bilimsel kanıtlarla doğrulanmış bir gerçektir.

Bir bakıma evrim bilimin hem annesi, hem de babasıdır.

Bu nedenle olguları evrim mantığına uygun yorumlamak gerekir. Bu bilimin gereğidir ve olmazsa olmazlarındandır.

Fakat temellerini ilgilendiren konularda pek çok sorulara yanıtlayamayan bir teorinin bilimselliğinin doğrulandığı şüphelidir. Tarafsız bir bilim insanı bunu rahatlıkla fark eder.

Gerçekliği konusunda derin, güçlü ve kalın şüphe bulutlarının üzerinde dolaştığı bir teoriyi inkar edilemez gerçek, bilimin annesi, babası kabul etmememiz, tüm bilimsel olguları buna uygun yorumlamaya kalkışmamız mümkün değildir.

Böyle bir teoriyi bilimin hem annesi hem babası kabul etmek, bilimsel bulguları buna uygun yorumlamak tek kelime ile putperestlik benzeri koyu bir taassup olur.

= = =

Tersinim düzen ve sistemlerde oluşan azalma, yıpranma, değişme, bozulma hastalanma, ihtiyarlama vb gibi negatif kavramların genel ifadesidir.

Bu nedenle tersinim evrenseldir.

Tersinim etkilerini gözlemlemek için oluştuğu ortamda farklılıklar gerekir.

Bu nedenle tersinim yalnız düzen ve sistem sahibi olgularda gözlenir.

Farklılık oluşmadığından düzensizlik ve karmaşalarda tersinim gözlenemez.

Bir bakıma tersinim gözlendiği olgunun düzen ve sistem sahibi olduğunun açık kanıtı olur.

Tersinim etkisi ve çeşitliliği düzen ve sistemlerin ayrıntılılığı, hassaslığı ve kompleksliği ile doğru orantılı olarak artar ya da azalır.

Diğer ifade ile düzen ve sistem sahibi olgular ne kadar hassas, ayrıntılı ve kompleks ise tersinime o kadar açıktır.

Tersinim etkisi o kadar çok ve güçlü olur.

Bu nedenle canlılık gibi basite indirgenemez kompleks yapıların bütünsel kurgusu olan olgular son derece güçlü ve çeşitli tersinim etkilerinden korunmak için korunma, savunma ve bağışıklık mekanizmalarıyla donatılmışlardır.

Tersinim teorisi varoluştaki oluşumları üç şekilde inceler.

1)-Rastlantısal oluşumlar.

2)-Şartların oluşumları

3)-Düzen sahibi sistemler.


Rastlantısal oluşumlarda herhangi bir amaç gözetilmeden bir araya gelme söz konusudur.


Rastlantıyla amaçsız olarak bir araya gelen olguların içinde şartların oluşumuyla meydan gelenlerle düzen sahibi sistemlerde bulunabilir.

Örneğin çeşitli madenlerle bir parça elmasın ve mikro organizmaların bulunduğu herhangi bir kaya kütlesi bir rastlantısal oluşumdur.

Buradaki çeşitli madenler (cansızlıktaki kompleks yapılar) bir parça elmas (cansızlıktaki kompleks yapılarla meydana gelen şartların oluşumu) ve mikro organizmalar (canlılıktaki basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu) her hangi bir amaç gözetmeden meydana gelmişlerdir.

Bu nedenle bu kaya kütlesi bir rastlantısal oluşumdur.

Düzenli sistemler çok sayıda parçaların aynı amaç için bir araya gelip işlerlik kazandığı olgulara denir.

Basite indirgenemez sistemler; sistemleri oluşturan parçalardan birinin olmaması, niteliğinin ya da yerinin değişmesi amaca uygun işlerliğinin bozulması veya durması ile sonuçlanan olgulardır.

Örneğin göz bir basite indirgenemez kompleks sistemdir.

Basite indirgenemez sistemler amaç için bir araya gelip daha gelişkin ve kompleks yapılar oluşturuyorsa buna basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliği denir.

Örneğin gözler, sinir sistemi ve beyin görme amaçlı olarak bir araya gelmiştir.

Ve her biri ayrı ayrı basite indirgenemez kompleks sistemlerdir.

Görme olayının gerçekleştiği bu olgu bir basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğidir.

Canlı vücutları; bu tür sistemlerin yaşam denen amaç için bir araya geldikleri; daha büyük, daha kompleks, daha ayrıntılı ve hassas olguları oluşturduğu, basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgularıdır.

Evrim teorisi mantığı gereği varoluştaki sistemlerin varlığını ısrarla ret ve inkar eder.

Onlara göre varoluş ilkellikten (basitlikten) karmaşalığa doğru gitmektedir.
Fakat karmaşalıkta (karmaşalık tersinim en güçlü hali olduğundan gözlenebilen bir farklılık oluşmaz) tersinim gözlenemez.

Fakat varoluşun her aşamasında tersinim gözlenir. Bu nedenle varoluş bir basite indirgenemez sistemlerin kurgusal bütünselliğidir. Bundan en küçük bir şüphe yoktur.

Tersinim teorisi hiçbir doğal kanun ve ilke ile çelişmez.

Tersinim teorisinin evrim teorisine göre belirli üstünlükleri vardır.

Tersinim teorisi evrim teorisi gibi uzun süreçlere ihtiyaç duymaz.

Tersinim için anlık olaylarla bir kaç on senelik süreçler yeterlidir.

Bu nedenle tersinim olayları varoluşun her olgusunda rahatlıkla gözlenip sınanabilir.

Tersinim teorisi evrim teorisi gibi canlıların zaman içinde değiştiklerini kabul eder.

Fakat bu değişim değişerek gelişme yoluyhla türlerden türlere geçiş (evrim) yönünde değil negatif (tersinim) yönündedir.

Tersinim teorisine göre canlılar gelişme bir yana zaman içinde gerileme eğilimindedir.

Bu nedenle canlılar yapılarını korumaya diğer nesillere eksiksiz aktarmaya çalışırlar.

Tüm canlılar kendilerine özel yaşam avantajlarına sahiptirler.

Kaçınılmaz olarak bu avantajlar zaman içinde önce zayıflar sonra kaybolur. Artık o canlının yaşam sahnesinden çekilme zamanı gelmiştir.

İhtiyarlama ve ölüm tersinimin kaçınılmaz ve doğal sonucudur.

Kimi canlılar yaşam şartları ve olguları nedeniyle yaşam avantajlarını zamansız zayıflatıp kaybedebilirler.

Yaşam avantajlarını zayıflatmak ve kaybetmek eko sistem gereği yaşamdan elenmenin en önemli nedenidir.

Bu nedenle güçlünün zayıfları elemine etmesi (doğal seleksiyon) bu yolla daha güçlü canlıların yaşama hakim olması ve zamanla evrimleşmesi yerine; avantajlarını zayıflatma ve kaybetmeyle oluşan, zayıflama sonucu eko sistem gereği yaşam sahnesinden çekilme (doğal elenme) kanıtlarla desteklenen akıl ve mantığın onayladığı açık bir gerçek olur.

Tüm canlıların varoluşlarındaki yapılarını korumaya ve diğer nesillere aktarma çabasında oluşları aklın ve bilimin onayladığı en büyük gerçektir.

Devamı var.

tersinim - avatarı
tersinim
Ziyaretçi
6 Nisan 2013       Mesaj #32
tersinim - avatarı
Ziyaretçi
İnsanlar yaşamlarını genelde inançlarının, gönülden inandıkları ideallerinin paralelinde kurgulamaya çalışırlar. Bu kurgulama aynı zamanda yaşamlarına anlam ve değerler katar. Bir bakıma İNSAN olmanın en önemli özelliklerinden biridir.

Sponsorlu Bağlantılar
İnanç ve ideallerde genelde varoluş sorusuna verdikleri cevap üzerine kurgulanır.

Konu karmaşık gibi görünürse de basit bir anlatımla varoluş ya yaratılmıştır ya da yaratılmamıştır.

Eğer yaratılmış ise bir Yaratıcısı vardır.

Eğer yaratılmamış ise zaman içinde rastlantılarla oluşmuş demektir.

Bu mantık, içinde güneş sisteminin ve dünyamızın da bulunduğu tüm evrenin canlısıyla cansızıyla rastlantılarla oluştuğu anlamına gelir.

Fakat POZİTİF BİLİMİN TEMELLERİNDEN BİRİ OLAN maddenin sakımı kanunu bize hiç bir madde (ve tabi ki evren=tüm varoluş) YOKTAN VAR VARDAN DA YOK OLAMAYACAĞI, tüm varoluşun ezelden gelip ebede giden BİR BÜYÜK BÜTÜNÜN toplu iğne ucu kadar minicik bir zerresinden var edildiği sonucuna götürür.

Nitekim son bulguların ışığında ortaya konan delillerle doğruluğu hemen hemen kanıtlanmış olan BİG BANG (Tersinime göre GENİŞİM) TEORİSİ ulaşılan bu sonucu doğrular.

Tüm varoluş zaman, madde ve rastlantıların sonucu mu meydana geldi?

Bu soruya verilecek evet cevabı aynı zamanda çok büyük, ulaşılmaz, erişilmez gibi gelen, aslında sonsuzluk kavramı yanında bir toz zerresi bile olmayan tüm evrenin (tüm varoluşun) evrendeki (varoluştaki) inkâr edilemez düzenin, her biri basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusunda olan milyarlarca cins ve çeşitteki canlıların; rastlantısal çarpışmaların, etkilerin, tepkilerin zaman içinde örgütlenmesi sonucu oluşmuştur demektir.

Pek akla, mantığa uygun gelmeyen yukarıdaki varsayım nice bin yılardır ısrarlarla savunulan, kimi çevrelerce yadsınamaz bir gerçek kabul edilir.

Son bilimsel bulgulara göre bu varsayımın açılımı şöyledir.

Bir patlama sonucu meydana gelmiş yüzlerce atom içi parçacıkların parçacıkları aralarında birleşerek atom içi parçacıklarını, onlar atomları, atomlar molekülleri, kimi atomlar nükleer fırınlarda değişimler geçirerek elementleri, elementler bileşikleri, bileşikler biyomolekülleri, biyomoleküller bir canlı hücresini, rastlantılar oluştuğu iddia edilen bu canlı hücresi de zaman içinde evrimler geçirerek bu gün hayranlıkla izlediğimiz canlıları, canlı ve cansız dünyadaki varoluş dediğimiz o muazzam sistemler bütünlüğünü meydana getirmiştir.

Bu rastlantısal olduğu iddia edilen muazzam oluşumların zirvesinde insan dediğimiz en yüce yaratık vardır.

O yaratık ki madde ve rastlantılarla açıklanamayan nice meziyetlerin sahibidir.

Bir parçası olduğu varoluşun yapısında gizli o büyük ilmin farkındadır.

Varoluş rastlantıların eseridir varsayımının sahipleri bilgi ve meziyetlerin asla maddeye indirgenemediğini ya gerçekten bilmemekte ya da bilmiyor görünmektedirler.

Devamı var.



---------- Mesaj tarihi 20:50 ---------- Önceki mesaj tarihi 20:45 ----------

Sonsuz Zaman Konusu

Materyalizmin öngördüğü statik modelde evren ezelden gelip ebede varıp dayanmış durağan bir sonsuzluktur.

Yine materyalizmin belkemiği olan maddenin sakımı kanununa göre hiçbir madde yoktan var, vardan da yok olmaz, sadece şekil ve mekân değiştirir.

Zaman ise olayların art arda dizilimlerinin sonucudur.

Materyalist mantığa göre eğer evren ezelden geliyor ise zamanında bir başlangıcı olmaz.

Madde ise ezelden beri var ve ebede kadar var olacaksa bu süreçte sadece şekil ve mekan değiştiriyorsa, bu da sonsuz sayıda şekil çeşitlilik alternatifliliği anlamına gelir.

Yine materyalist mantığa göre zaman öylesine uzun, şekil ve çeşitlilik alternatifliliği öylesine çoktur ki imkânsızları imkânlı yapar.

On milyarlarca yılla ifade edilse bile sınırlı sayılabilecek bir zaman diliminde madde yığınlarının rastlantılarla aminoasitleri, proteinleri, DNA ve RNA'yı, diğer hücre parçacıklarını ve sonuçta canlı bir hücreyi oluşturmaları imkânsızdır ama sonsuz zamanda bu imkânlı hale gelir.

Görüleceği gibi materyalizme göre sonsuz zamanda oluşan şekil ve çeşit alternatif zenginiği zaman içinde daima iyi ve yararlılar seçilerek iyiye, yararlıya doğru giden bir irade etkisi yapmaktadır.

Bir bakıma materyalizmin nice zamandır cevap aradığı yaratıcı kudret dışındaki irade sorunu sonsuz zaman içinde oluşan şekil çeşitliliğinin çokluğu ile çözülmüş görünmektedir.

Bu varsayımda varoluş aşırı derecede hem maddeye hemde basite indirgenmeye çalışıldığı açıktır.

Fakat bu mantığın karşısında iki büyük engel vardır.

Bu engellerden birincisi evrenin ezelden gelip ebede giden durağan bir sonsuzluk olmamasıdır.

Evrenin bir başlangıcının olması zamanında bir başlangıcın olması demektir.

Hayli mantıklı gibi gelen bu varsayımın önüne EVRENİN BİLİNEN BİR YAŞININ OLDUĞU gerçeği aşılamaz br engel olarak durmaktadır.

Yani ZAMAN SONSUZ DEĞİLDİR.

Mateyalist görüş bu büyük engeli kurulup yıkılan evren modeliyle aşmaya çalımıştır ama sonuç değişmemiştir.

Materyalizmin öngördüğü kurulup yıkılan evren modeline göre evrenin bir zamanlar kütlesiz bir enerji zerresi halinde olmasının sonsuz zaman içindeki evrelerden bir evre sayılması bu gerçeği değiştirmez.

Çünkü her evre yeni bir başlangıç demektir.

Bu arada materyalizmin öngördüğü kurulup yıkılan evren modeli lehine en küçük bir bilimsel kanıt ortaya koyamadığını hatırlatalım.

Bu gün içinde yaşadığımız evrenin 13.8 milyar yaşında 8.5 milyar ışık yılı yarıçapında dev bir küre olduğunu biliyoruz.

Her ne olmuşsa bu 13.8 milyar yıllık zaman dilimi içinde olmuştur.

13.8 milyar yıl ise ortalama dört yüz katrilyon saniye demektir. Evren, her saniye yeni bir çeşitlilik oluştursa bile çeşitlilik sayısı sadece on üzeri 15’tir.

Roger Penrose’un bulduğu rakam ise (evrenin rastlantılarla oluşma ihtimalini gösteren rakam) on üzeri 123te bir’dir. (İlgili konulara bakınız)

Bu da evrenin rastlantılarla oluşma ihtimalinin imkânsız kere imkânsız kere imkânsız olduğu anlamına gelir.

Bu hesap saniye olarak canlılığın evrimine uygulanırsa prekambriyen döneminden günümüze kadar geçen zaman sadece ve sadece yaklaşık yirmi katrilyon saniyedir.

Yaşamdaki milyonlarca tür ve çeşitlilikteki canlılığın (çok hücreli bir canlı da örneğin bir İnsanda ÖRGÜTLENMİŞ ikiyüz trilyon hücrenin bulunduğunu hatırlayınız) bu süre içinde evrilip bu gün gözlemlenen muhteşem canlılar dünyasını meydana getiremeyeceği açıktır.

Görüleceği gibi sonsuz zaman içinde oluşan sonsuz sayıdaki şekil çeşitliliğinin imkânsızı imkânlı yaptığı varsayımı tamamen iflas etmiştir.

Bu varsayımda materyalizmin bel kemiğidir.


Devamı var.
nicely - avatarı
nicely
VIP VIP Üye
21 Temmuz 2013       Mesaj #33
nicely - avatarı
VIP VIP Üye
kan sekeri orani evrim

Evrim Teorisi ve Kanımızdaki Şekerin Oranı

Darwin'in teorisini ortaya attığı tarihten itibaren yaklaşık 130 yıl geçti. Günümüz şartlarıyla karşılaştırıldığında Darwin'in o zamanki çalışmaları bilimsellikten çok uzaktı. Sahip olduğu imkanlarla ancak farklı canlıları inceleyip, iskelet yapılarına göre sınıflandırmalar yapmıştı. Dahası Darwin'in ne hücrenin yapısından ne de genetikten haberi yoktu. Mikrobiyoloji, biyomatematik gibi bilim dalları ortaya çıkmamıştı. İşte evrim teorisi bu şartlar altında doğdu. Sözkonusu bilim dalları geliştikçe de, evrimin ne kadar gerçek dışı ve imkansız bir safsata olduğu çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı. Evrimcilerin, evrim tartışmalarını hiçbir zaman moleküler evrime kaydırmamalarının nedeni budur. Bilirler ki, "evrim zinciri" denilen hayali zincir daha moleküler aşamada yani işin en başında çökmüştür. İnsanın ortaya çıkabilmesi için, vücudunun temel taşı olan proteinlerden hücreye kadar milyonlarca eşsiz denge kurulması gerekir. Bu dengelerin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek ise hiç bir şekilde akıl ve sağduyuya sığmamaktadır.

Ama bir evrimci, savunduğu safsatayı ideolojik nedenlere kesinlikle bırakmamak niyetindedir. Bu yüzden ve başka bir çaresi olmadığından, akıl ve sağduyuyu çiğneyerek gerçekleşmesi imkansız tesadüfleri gerçekleşmiş sayar. Evrimcilerin akıl ve sağduyuyu çiğneyen iddialarının belki yüzbinlercesi bulup ortaya çıkartılabilir. Çünkü canlılığın hangi aşaması incelense, karşımıza açık bir "yaratılmışlık" tablosu çıkmaktadır.Burada, yüzbinlercesi var olan bu "yaratılmışlık" delillerinden yalnızca bir tanesine, insan kanındaki şeker oranının nasıl ayarlandığına bakacağız. Yalnızca bu konu bile, diğer yüzbinlerce benzeri gibi, evrimi çökertmeye yeterlidir çünkü.

Şeker Komasına Girmemenin Sırrı

Kandaki şeker miktarının belirli limitler içinde olması insan yaşamı için zorunludur. Ama siz günlük hayatta şekerli gıdalar yerken bu hassas dengenin hesabını yapmazsınız elbette. Ancak "sizin adınıza" bu hesap yapılır. Kanınızdaki şeker miktarı yükseldiğinde pankreas adı verilen organınız insülin denilen özel bir madde salgılar. Bu madde karaciğer ve vücuttaki diğer hücrelere kandaki fazla şekeri tutmalarını emreder. Kandaki şeker oranı, böylece hiç bir zaman tehlikeli bir noktaya çıkmaz. Şimdi isterseniz bir deneme yapın. Kendi kendinize emir verin ve başta karaciğerinizdekiler olmak üzere vücudunuzdaki hücrelere "kanımdaki şekeri geri çek" komutunu verin. Onlar da sözünüzü dinleyip şeker depo etmeye başlasınlar!...

Kuşkusuz böyle bir şey yapamazsınız.Bırakın onları kontrol etmeyi, günlük hayatta sizin ne pankreastan ne insülinden, ne de karaciğerden haberiniz olmaz. Kanınızdaki şekerin yükseldiğini fark etmezsiniz, hatta önünüze farklı şeker oranları olan iki şişe kan konulsa aradaki farkı anlayamazsınız. Bunun için laboratuvarlara, gelişmiş aletlere ihtiyacınız vardır. Ama hiçbir zaman görmediğiniz ve bilmediğiniz bazı hücreleriniz, kandaki şekeri bu laboratuar ve aletlerden daha hassas şekilde ölçer ve ne yapılması gerektiğine karar verirler. Sonra gerekli tedbirler alınır, hücreler kandaki şekeri tanıyıp, ayırt edip, yakalarlar. Yediği bir pasta yüzünden kısa bir sürede şeker krizine girip ölmesi işten bile olmayan insan, bu mükemmel sistem sayesinde hayatta kalır.

Peki insan bu mükemmel sistemi kime borçludur?

Her zamanki gibi karşımızda iki farklı açıklama vardır. Ya bu sistem, bilinçli bir Yaratıcı tarafından insan vücuduna konmuştur, ya da evrim süreci içinde "tesadüfen" oluşmuştur.Ancak bu ikinci "açıklamayı" aslında açıklama olarak saymak mümkün gözükmemektedir; çünkü evrimin diğer iddiaları gibi bu da tek kelimeyle bir safsatadır. Evrim, insan vücudunun milyonlarca yıllık bir süreç içinde bugünkü haline geldiğini öne sürer. Bu, şu demektir: İnsan bedenindeki organların bir kısmı, bir zamanlar yoktu, ancak daha sonra evrimleşerek oluştu. Bu durumda, kandaki şeker dengesini kontrol eden pankreasın ve onun salgıladığı insülinin de evrimin aşamalarından birinde oluştuğunu varsaymamız gerekir.Ancak bu elbetteki bir mantık hezimetidir. Çünkü pankreasa ve insüline sahip olmayan bir insan bedeninin yaşamını sürdürmesine olanak yoktur. Pankreası olmayan bir yarı-insanın milyonlarca yıl önce dünya üzerinde gezindiğini varsayalım. Başına ne gelirdi?...

Cevap basittir; bulduğu ilk şekerli gıdadan, örneğin bir şeker kamışından bolca yerdi ve hemen oracıkta şeker komasına girerek ölürdü. Aynı şey, tüm öteki hemcinslerinin de başına gelir, hepsi, nedenini anlayamadan, şeker komasından ölürlerdi. Biz yine de bir kısmının çok "bilinçli" bir diyet yaparak-aslında bu mümkün değildir, çünkü yediğimiz besinlerin çok büyük kısmında şeker vardır-hayatta kaldığını varsayalım. O zaman şu soruyla karşılaşırız: Acaba bu "insan ataları", pankreasa ve insüline nasıl sahip oldular? Acaba günlerden bir gün bir tanesi çıkıp; "artık bu şeker sorununu çözmemiz gerek, iyisi mi midenin altında bir yere bir organ koyalım da bu organ kandaki şekeri dengeleyen bir hormon salgılasın" mı dedi? ve sonra kendisini zorlayarak midesinin altında gerçekten de bir pankreas mı oluşturdu? İnsülinin nasıl bir formüle sahip olması gerektiğini hesaplayıp sonra da bu formülü pankreasa mı öğretti? Yoksa, günlerden bir gün, çok "başarılı" bir mutasyon oldu da, bu pankreası olmayan yarı-insanlardan birinin DNA'sındaki bir bozulma sonucunda, ortaya birden bire tam teşekküllü bir pankreas ve insülin hormonu mu çıktı?!....

Ancak bu "mükemmel" mutasyon bile yeterli olamazdı. Bir de, kandaki şeker oranını sürekli olarak kontrol altında bulunduracak, gerektiğinde pankreasa insülin salgılama komutu yollayacak, gerektiği kadar insülinin salgılanmasından sonra da "dur" emri verecek bir karar mekanizmasının beynin bir köşesinde bir başka "tesadüf" sonucunda oluşması gerekiyordu.Kuşkusuz "evrimsel mantık" ile düşünülmüş olan bu iki "açıklama" da birer zırvadan başka bir şey değildir. Ama ne ilginç evrimciler tam da bunları kabul etmektedirler. Ancak bunun ne denli büyük bir zırva olduğunu kendileri de bildiklerinden, bu tür konuları gündeme getirmemeyi ve mümkün olduğunca geçiştirmeyi tercih ederler.

"Yaratılmışlığın" Sayısız Delilleri

Evrimsel mantıkların insülin örneğinde açıkça ortaya çıkan bu sefaleti, bizi tek bir sonuca ulaştırır: İlk insanın da aynen bizimki gibi bir pankreası vardı. Bu organın "evrimleşmiş" olması hiç bir şekilde mümkün değildir.Kuşkusuz insülin örneği, vücuttaki diğer binlerce hormon, yüzlerce farklı sistem ve sayısız işlem için de kullanılabilir. Çünkü vücudun içinde, en az insülin kadar, hatta daha da hayati binlerce hormon ya da enzim vardır. Bunların her biri, insanın yaşamı için "olmazsa olmaz" şartlardır ve çoğu insülin dengesinden çok daha karmaşıktır. Örneğin kan basıncını (tansiyonu) ayarlayan sistem, pankreas sisteminden çok daha kompleks hesaplar ve işlemler içermektedir.

Aslında vücudun hangi organına bakılsa, aynı durumla karşılaşırız. Böbrekleri olmayan bir insan, bir gün bile yaşayamaz. Akciğeri olmayan ise bir-iki dakikadan fazla dayanamaz. Sindirim sistemi olmayan, hatta yalnızca ince bağırsağa sahip olmayan bir insanın bir kaç hafta yaşaması mucize olur. Karaciğer, iki yüze yakın fonksiyonu ile eksikliğine bir kaç saat dayanılabilecek bir organdır. Kalbin yokluğuna, malumdur, üç-beş saniyeden fazla karşı konulamaz. Beyni söylemeye artık herhalde gerek yok. Bu organların hiç biri, "evrim süreci" içinde "aşama aşama" gelişmiş olamazlar. Hiç bir insan vücudu, kendisine "mutasyon sonucu" bir böbrek edinmek için milyonlarca yıl beklemez. Dolayısıyla, ortada kesin bir gerçek vardır. O da ilk insanın, bugün bizim sahip olduğumuz vücut yapısının aynısına sahip olduğudur. Yani, kusursuz ve eksiksiz bir bedenle birlikte yaratılmıştır. İnsan için geçerli olan bu durum, kuşkusuz tüm diğer canlılar için de geçerlidir. Dünya üzerinde gezen ilk kaplanla bugünkü arasında hiç bir fark yoktur. Fil, balina, kartal ya da yılan, ilk kez ne şekilde yaratılmışlarsa, halen öyledirler.Çünkü; dünya, onun üzerindekileri ve tüm evreni, Allah belirli bir amaç ve hikmet üzere yaratmıştır ve tüm bu sistem, O'nun hükümranlığı altındadır. Kuran'da, evrenin, dünyanın ve insanın yaratılışı şöyle anlatılır;

"Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?" (Secde Suresi, 4-9)
Son düzenleyen nötrino; 21 Temmuz 2013 13:25 Sebep: Yazım yanlışı düzeltildi!
Birbirimize tutundukça ;Bıçakların ucu kapanacak.. ~Smiley9TenderMsn Inlove

Benzer Konular

14 Mart 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
1 Temmuz 2011 / Misafir Psikoloji ve Psikiyatri
11 Haziran 2016 / tersinim Akademik
29 Şubat 2016 / Misafir Soru-Cevap